(Umran Dergisi)
GİRİŞ
Geçen sayılarda gençliğe kurulan tuzakları ve bu tuzakları kuranların kimler olduğunu incelemiştik. Gençlik dönemi bir olgunlaşma, bir sorgulama ve bir kimlik arayış dönemi olduğu için bir insan için en sancılı dönemdir. Bu dönemde yanlış istikametlere yöneltilen veya sapan bir gençlik gelecekte toplumun kanayan yarası olacaktır. O nedenle gençlik sorunu toplumun geleceği sorunudur. Varolup olmama sorunudur. Onurlu yaşayıp yaşamama sorunudur.
Bu açıdan soruna pansuman varı çarelerle yaklaşılmamalıdır. Gençliği içine çeken bataklık kurutulmalıdır. Soruna kısa vadeli çözümler arayarak yaklaşılmamalı uzun vadeli kalıcı ve köklü çözümler üretilmelidir. Kısa vadede boy salıp ve kısa vadede yok olup giden akasya mi dikmeye çalışmalıyız; yoksa uzun vadede dal budak salıp asırlara uzanan, görkemli duruşuyla herkesin saygı ve hayranlığını kazanan çınarlar mı dikmeliyiz? Türkiye’nin ana sorunlarından biri meselelere yaklaşım tarzında ki acullüğü. kısa vadeliliğidir.
Biz asırları kuşatacak bir yaklaşım tarzını benimsemeliyiz. Köklü, kalıcı inkılapçı bir yaklaşım tarzını.
Dokuz Kuvvetin Bileşkesi
Çocuk veya ergen üzerinde, aileden dışarıya doğru, yaş seviyesine bağlı olarak dokuz ana kuvvet/faktör/parametrenin etkili olduğu geçmiş sayılardaki incelemelerde ifade edilmişti. Bu dokuz ana kuvvet; Aile, arkadaş çevresi, öğretmen, uzak çevre (dini,siyası liderler, sporcular, müzisyenler aktörler...) okul, tarih, toplum, sistem ve medyadır. Gençliğin kimlik ve kişilik oluşumunu bu dokuz kuvvet belirlemektedir. Sağlam bir kimlik ve kişilik, bunların aynı istikamette etkili olması ile oluşabilir.
Ailede öğretilenle okulda öğretilen, medyada seslendirilen değerler örtüşmez ise hem toplum hem de gençlik bir anafora, bir zihinsel kaosa sürüklenir:
“Şayet onlar da, sizin inandığınız gibi inanırlarsa, kuşkusuz doğru yolu bulmuşlardır; yok eğer yüz çevirirlerse, onlar elbette bir (çelişki ve) aykırılık içindedirler. Sana ise, onlara karşı Allah yeter. O, işitendir, bilendir.” [2/137]
Sadece gençleri değil genelde insanları şizofren, çifte standartlı davranış sergilemeye iten bu tezattır, farklı değerler karmaşasıdır. Bu tezat devam ettiği sürece, gerek gençlik, gerekse toplumsal bazda karmaşa ve bunalım devam edecek; gelecek endişesi, güven kaybı, göç etme duygusu şiddetlenecek, suç ve şiddet yaygınlaşma eğiliminde olacaktır. Eğer sistemin sunduğu değerler, kötülükleri, çirkin hayasızlıkları meşru gören ve besleyen değerler ise bu insanın iyilik cephesinden ziyade kötülük cephesini destekler, besler ve kuvvetlendirir.
“Yaşlı Kızılderili reisi kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede birbiriyle boğuşup duran iki köpeği izliyordu.
Köpeklerden biri beyaz, diğeri siyahtı ve on iki yaşındaki çocuk kendini bildi bileli o köpekler Dedesinin kulübesinin önünde boğuşup duruyorlardı. Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki iri köpekti bunlar. Çocuk, kulübeyi korumak için biri yeterli gözükürken niye ötekinin de olduğunu, hem niye renklerinin ille de siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık. O merakla sordu dedesine. Yaşlı reis, bilgece bir gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı.
‘Onlar’ dedi, ‘benim için iki simgedir.’
‘Neyin simgesi’? diye sordu çocuk.
‘İyilikle kötülüğün simgesi. Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları.’
Çocuk, sözün burasında , mücadele varsa, kazananı da olmalı diye düşündü ve her çocuğa has bitmeyen sorulara bir yenisini ekledi:
‘Peki, sence hangisi kazanır bu mücadeleyi?’
Bilge reis, derin bir gülümsemeyle baktı torununa:
‘Hangisi mi evlat? Ben hangisini daha iyi beslersem o’ ”(1)
İnsan bünyesinde iyilikle kötülüğün mücadelesi, İblisin isyan edip Hz.
Ademle eşine ve onun soyuna savaş ilan etmesi ile başlamış ve de kıyamete kadar da devam edecektir. Şeytan ve onun izini takip edenler, hangi görüntü altında olursa olsun, hangi örtüye bürünürse bürünsün daima insana kötülüğü, çirkin hayasızlığı, tefessüh ettiren bir yaşam tarzını ve fıtratı bozacak bir anlayışı empoze ederek vesvese verirler:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) :
"Şeytan da, melek de insanoğluna sokularak onun kalbine birtakım şeyler atarlar. Şeytanın işi kötülüğe çağırmak, sonu fena ve zararlı olan şeylere teşvik etmek ve hakkı yalanlamak, haktan uzaklaştırmaktır.
Meleğin işi hak ve hayra, iyiliğe çağırmak ve kötülükten uzaklaştırmaktır.
Kim içinde hakka, hayıra, iyiliğe çağıran bir ses duyarsa bilsin ki bu Allah'tandır ve hemen Allahu Teala'ya hamdetsin.
Kim de içinde şerr ve inkâra çağıran bir fısıltı duyarsa ondan uzaklaşsın ve hemen şeytandan Allah'a sığınsın." ( Tirmizî, Tefsir, (2991), 507).
Genel bir ifade ile insanda bu kavga, nefs ile kalbin çatışması olarak da isimlendirilebilir. İnsan yapısında var olan mahiyeti henüz keşf edilememiş bu iki karar mekanizması sürekli çatışma halinde olup değişme istidadındadırlar:
“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) :
"Fitneler, tıpkı (kamışlardan örülen) hasır gibi, (insanların kalbine) çubuk çubuk atılır. Hangi kalbe bir fitne nüfuz ederse onda siyah bir leke hasıl olur. Hangi kalp de onu reddederse onda beyaz bir benek hasıl olur. Böylece iki ayrı kalp ortaya çıkar:
Biri cilalı taş gibi bembeyazdır; dünyalar durdukça buna hiçbir fitne zarar vermez.
Diğeri ise, alaca siyahtır. Tepetaklak duran testi gibidir; bu kalp, ne iyiyi iyi bilir, ne de kötüyü kötü. O, hevadan (beşeri değerlerden) kendisine ne yutturulmuşsa, onu (hak veya batıl) bilir."(Kuttub-u Sitte, 4733)
Gençlik Dönemi bir kimlik arama, sorgulama ve değer sistemine kavuşma dönemi olduğu için gençliğe etki eden tüm kuvvetlerin olumlu istikamette insanın iyilik cephesini kuvvetlendirecek tarzda etkili olması gerekir. Gençlik döneminde kazanılacak olan değerler sistemi, insan için bir güvenlik şemsiyesi meydana getirerek onu korur. Kuranı Kerimde Genç Öncü Hz.Yusuf’un başından geçen bir olay, değer sisteminin nasıl bir güvenlik duvarı meydana getirdiğinin çok ilginç bir örneğidir. Yusuf süresinde bu olay belli bir ayrıntı ile anlatılır. Hz.Yusuf, Mısır’da köle pazarından vezir tarafından satın alınıp evde hizmetçi olarak çalıştırılmaktadır. Ergenlik döneminde çok yakışıklı bir delikanlı olmuştur. Bu dönemde vezirin karısı kendisi ile cinsel ilişki kurmak istemektedir. Hz.Yusuf biyolojik olarak kadını arzulamış olmasına rağmen sahip olduğu değer sisteminden dolayı kadının isteklerini ret etmekte ve baskılara boyun eğmemektedir:
“Onun evinde kalmakta olduğu kadın, ondan murad almak istedi ve kapıları sımsıkı kapatarak: «İsteklerim senin içindir, gelsene» dedi. Dedi ki: «Allah'a sığınırım. Çünkü o benim efendimdir, yerimi güzel tutmuştur. Gerçek şu ki, zalimler kurtuluşa ermez.»
Andolsun kadın onu arzulamıştı, -eğer Rabbinin (zinayı yasaklayan) kesin kanıt (burhan)ını görmeseydi -o da onu arzulamıştı.
Böylelikle biz ondan kötülüğü ve fuhşu geri çevirmek için (ona delil gönderdik) . Çünkü o, muhlis kullarımızdandı.”(12/23-24)
Burada zinayı meşru gören bir değer sistemi ile haram gören bir değer sisteminin
çatışması vardır. Sağlam değerler sistemi, güçlü bir güvenlik şemsiyesi, duvarı oluşturur. Ancak bu güvenlik duvarının aşındırılmaması, devamlı beslenerek kuvvetlendirilmesi, sağlamlaştırılması gerekir. Aksi taktirde zayıflayan duvar, koruyuculuk görevini ifa edemez hale gelebilir. Hz. Yusuf olayında bunu görebilmekteyiz. Hz.Yusuf’un kadınla aynı evde bulunma mecburiyeti ve kadının arzularını gerçekleştirmedeki ısrar ve kararı, Hz.Yusuf’u kokutmuş, iradesinin çözülebileceği endişesine kapılmasına neden olmuştur:
“Şehirde (birtakım) kadınlar: «Aziz (Vezir') in karısı kendi uşağının nefsinden murad almak istiyormuş. Öyle ki sevgi onun bağrına sinmiş. Biz doğrusu onu açıkça bir sapıklık içinde görmekteyiz.» dedi.
(Kadın) Onların düzenlerini işitince, onlara (bir davetçi) yolladı, oturup dayanacakları yerler hazırladı ve her birinin eline (önlerindeki meyveleri soymaları için) bıçak verdi. (Yusuf'a da:) «Çık, onlara (görün) « dedi. Böylece onlar onu (olağanüstü güzellikte) görünce (insanüstü bir varlıkmış gibi gözlerinde) büyüttüler, (şaşkınlıklarından) ellerini kestiler ve: «Allah'ı tenzih ederiz; bu bir beşer değildir. Bu, ancak üstün bir melektir» dediler.
Kadın dedi ki: «Beni hakkında kınadığınız işte budur. Andolsun onun nefsinden ben murad istedim, o ise, (kendini) korudu. Ve andolsun, eğer o kendisine emrettiğimi yapmayacak olursa, mutlaka zindana atılacak ve mutlaka küçük düşürülenlerden olacak.»
(Yusuf) Dedi ki: «Rabbim, zindan, bunların beni kendisine çağırdıkları şeyden bana daha sevimlidir. Onların kurdukları düzeni benden uzaklaştırmazsan, onlara (korkarım) eğilim gösterir, (böylece) cahillerden olurum.»
Böylece Rabbi, onun duasını kabul etti ve onların hileli düzenlerini kendisinden uzaklaştırdı. Çünkü O, işitendir, bilendir.
Sonra onlara (Yusuf'un iffetine ilişkin) delilleri görmelerinin ardından, onu belli bir vakte kadar kaçınılmaz olarak zindana atmak (görüşü) belirdi.”(12/30-35)
Hz. Yusuf’un içinde yaşadığı ortam, nefsanı cepheyi(kötülük cephesi)
kuvvetlendirerek Hz.Yusuf’un iradesini zayıflatma ihtimalini ortaya çıkarmıştır. Bu durumda da kendi değerlerinin öngördüğü davranışı sergileyememe ihtimali söz konusudur. İşte bu tehlikeye karşı Hz.Yusuf içinde bulunduğu ortamdan uzaklaşmanın yolu olarak hapsi tercih etmiştir.
Ana Tezat ve Bunalım
Bu noktada sorulması gereken ana soru, gençler üzerinde etkili olan 9 kuvvetin gençlerin hangi yönlerini besleyip kuvvetlendirdiğidir. Bugün Türkiye’de bu dokuz kuvvetten Sistem ,okul, medya, uzak çevre ve sokak gençleri olumsuz yönde etkilemektedir. Ailelerle bunlar arasında ciddi bir çatışma ve gerilim yaşanmaktadır. Sokak güvenli değildir ve de aileler korkmaktadır. Çevre güvenli değildir ve aileler korkmaktadır. Okul güvenli değildir ve aileler korkmaktadır. Medya ve internetten dolayı evler de güvenli olmamaya başlamıştır. Onun için aileler, kendi tedbirlerini almak gençliği koruyacak organizasyonları kurmak ve var olanlara destek vermek zorundadırlar.
Genelde Sistem ve devlet millet için vardır. Yoksa millet, sistem ve devlet için var değildir. Türkiye’de teorik bazda bu doğrudur. Anayasanın 58. Maddesi gençliğin korunması görevini devlete yüklemiştir:
“Devlet gençleri alkol düşkünlüğünden, uyuşturucu maddelerden, suçluluk, kumar ve benzeri kötü alışkanlıklardan ve cehaletten korumak için gerekli tedbirleri alır”
Öyleyse devlet gençliğin önüne mayın döşeyen şer odaklarına karşı niçin gerekli mücadeleyi vermemektedir veya verememektedir? Bunun ana nedeni, Türkiye’de iki halkın ve iki ağırlık merkezinin var olmuş olmasıdır. Bunlardan biri yaşayan halk, diğeri ise sanal halktır. Sistem sanal halkı temsil etmektedir. Sistem, yabancı bir kültür ve medeniyetin ürünüdür ve yaşayan halka rağmen ayakta tutulmaktadır. Sistemin temsilcileri, halk derken %3’lük bir azınlığı kastederler. Bu azınlık, uluslar arası güçlerle işbirliği halindedir ve Türkiye’deki imkanların %80’nini kullanırlar. Türkiye’nin kalkınmasını, sanayileşmesini ve ayakları üzerinde durmasını istemezler. Bunların vatanları yoktur. Onların vatanı, karlarının katlandığı her yerdir. Türkiye’de ki iki ağırlık merkezinden biri milletin oluşturduğu ve varlığını parlamentoda gösterdiği ağırlık merkezi; diğeri sistemin oluşturduğu kendisini derin devlet diye tezahür ettiren ağırlık merkezidir.
Refahtan şımarıp azan bu yönetici ve sermayedarlar, Türkiye’yi sömürebilmeleri için halkın uyuşturulmasını politika olarak benimsemişlerdir. Halkın uyanmasını istemezler. Halkın uyuşturulması, afyonlanması, değerlerinin dejenere edilip sürüleştirilmesi ve yalnızlaştırılıp bireyselleştirilmesi onlar için stratejik bir hedeftir. Onun için refahtan ‘şımarıp azan önde gelen’ bu müstekbirler topluluğu her türlü fesadın ana kaynağıdırlar:
“Za'fa uğratılan (müstaz'af) lar, büyüklük taslayanlara derler ki: «Eğer sizler olmasaydınız, gerçekten bizler mü'min (kimse) ler olurduk.»
Büyüklük taslayanlar, za'fa uğratılan (müstaz'af) lara dediler ki: «Size hidayet geldikten sonra, sizi biz mi ondan alıkoyduk? Hayır, siz (zaten) suçlu günahkarlardınız.»
Za'fa uğratılanlar da büyüklük taslayanlara: «Hayır, siz gece ve gündüz hileli düzenler (kurup) bizim Allah'ı inkâr etmemizi ve O'na eşler koşmamızı bize emrediyordunuz» dediler.
…Biz hangi ülkeye bir uyarıcı-korkutucu gönderdikse, mutlaka oranın 'refah içinde şımaran önde gelenleri': «Gerçekten biz, sizin kendisiyle gönderildiğiniz şeyi tanımıyoruz» demişlerdir.
Ve: «Biz mallar ve evlatlar bakımından daha çoğunluktayız ve biz azaba uğratılacak da değiliz» de demişlerdir.”(34/31-35)
İşte Türkiye’nin ana sorunu, milletin değerleri ile sistemin ve medyanın değerlerinin örtüşmemesidir. Bu ana tezattır. Sistemin yabancı bir kültür ve medeniyetin çürüyen, insan fıtratına aykırı, insanı kendine yabancılaştıran ve insan nesline savaş açan değerlerini benimsemiş olması ve yaklaşık 200 yıldır ‘kanunen ve cebren’ bunu yaşanır kılmaya çalışması, Türkiye’deki gerilimin ana kaynağıdır. Bu değer kayması ve erozyonu, tarih anlayışıni, aile, eğitim, toplumsal yaşamı kökten etkilemektedir.
Aşağı da dört yazardan yapılmış alıntılar var. Bunların ilk üç tanesi, 1995 yılına ait, sonuncusu ise 2007 yılına aittir. Makale sahipleri Türkiye deki toplumsal değişmeyi dindarlıkları nedeniyle dile getirmiş değillerdir. Gidişatın tehlikeli olduğunu görerek endişelerini seslendirmişlerdir. Okuyucunun 1995 yılından 2007 yılına kadar ki dönemde meydana gelen değişimi, iyi okuması uluslar arası sistemle işbirliği içerisinde ki sistemin yaptığı tahribatı iyi görmesi gerekir:
1995 yılı
"Lezbiyenlik, travestilik, nonoşluk ve bütün bu cemaatin ilişkileri yaşantıları Türk toplumunun çok merak ettiği bir sorun mu? Ne yaş, ne baş herkes her şeyi bilmeli mi? Bu işin de bir adabı, kuralı yok mudur?
Efendim özgürlük! Böyle savunuyorlar çirkinliklerini. Ama bu demokrasi değildir!" (2)
"Manzara ürkütücü, gidişat tehlikeli. Emniyet sübabının ise eğlence olduğu sanılıyor. Ama kitlelere sunulan kaçış adacıkları da hayal tacirlerince üretileli düşler de yeterli olamıyor. Olduğu varsayılsa bile olamıyor" (3).
“Türkiye hızla değişen bir toplum. Birbirini denetleyen kırsal çevre insanları büyük kente geçince bu yeni ortamda çok daha baskısız kalıyor. Televizyonlardaki şiddet, cinayet ve korku filmleri, gazetelerde benzeri konulardaki haberler, etkilenmeye hazır bu kişilerin cüretlerini artırıyor.
Sevgi ve disiplinin denetlemediği ilgisiz, denetimsiz, sevgisiz ailelerde büyüyen gençler yukarıdaki etkenlerle buluşunca çok ciddi tehlikeler doğuyor. Cinayete varan olaylar gelişebiliyor.
Tüm dış etkenlere rağmen, dengeli, sağlıklı aile ilişkileri içinde yetişen insanların cinayet işleme olasılıklarının daha az olduğu görülüyor. Ama Türkiye’de aile belki de en güçsüz dönemini yaşıyor.
Bireysel suç, toplu suç, mafya; hepsini üretmeye müsait bir ortam var bugün Türkiye’de.
“Zirveden tabana bu ortam temizlenmedikçe, caydırıcılık ön plana alınmadıkça huzur yok demektir.” [4].
2007 yılı
“Üç ay kadar önce çaldıkları arabayla gezmeye çıkıp girdikleri birkaç benzincide yedi kişiyi öldüren ve yakalandıklarında bunu 'eğlenmek için yaptıklarını' söyleyen gençler vesilesiyle yazmıştım:
"Milli, dini, insani bütün değerlerin seremonik gösteriden öte anlam taşımadığı bir fotoğraf duruyor karşımızda. Ama çare yok, günün birinde gerçek yüzümüze en çıplak ve can yakıcı haliyle çarpacak... Ne üzerini havai fişek gösterisi, çelenk, resepsiyon, nutuk, minare, başörtüsü, sakal, sarık, şalvarla örtmek, ne ara ara sağından solundan fışkırıp çöp tenekesi gibi önümüze boşaldığında burnumuzu tıkayıp uzaklaşmak kurtarmayacak... Eninde sonunda yüz yüze geleceğiz hakiki çehremizle... Olacak bu; çünkü böyle gitmez!" (01.11.2006, Radikal)
...Hatırlayın yakın zamanda, sevgilisiyle buluşmasına izin vermedikleri için annesini, babasını, kardeşini öldürdü bir genç kız. Benzer binlerce örnek var. Üniversite öğrencileri arasında yapılan bir araştırma çoğunluğun ne denli yüksek oranda şiddete eğilimli olduğunu gösterdi.
Bunları önemsemedi Türkiye. Siyaset kendi derdindeydi, basın da üç-beş gün ayaklandı, vaveyla etti, sonra unuttu.
Oysa felaketin alarm ziliydi çalan.”(5)
11Y Formülü İle Yürütülen Savaş
1995’den 2007 yılına gelinceye kadar durumun gittikçe kötüleşmesinin ana nedeni, Gençlik üzerinde etkili olan 9 kuvvetin olumlu istikamette etkili olamamasını sağlayan tezatlı yapıdır. Zorla ayakta tutulmaya çalışılan bir zihniyettir. Bütün bunalımların ana kaynağı budur. Bu sistem bir bataklıktır ve devamlı mikrop üretmektedir.
Millete tuzak kuran uluslar arası güçler ve yerli işbirlikçileri, Türkiye’nin hiçbir zaman kalkınmasını, kuvvetlenmesini istemedikleri için sistemin 11Y formülüne sadık kalarak işletilmesinde çaba sarf etmektedirler. 11Y Formülü;
- Yalan
- Yağma
- Yoksulluk
- Yolsuzluk
- Yozlaşma
- Yabancılaşma
- Yüzeysellik
- Yüzsüzlük
- Yalnızlık
- Yobazlık
- Yasaklamadır.
Bu gün bu işbirlikçi zihniyet Küreselleşme hareketi ile bütünleşerek, aileyi parçalayarak evrensel sürüleşmiş bir genç tipi meydana getirebilmek için işbirlikçi medya aracılığıyla bir savaş yürütmektedir. Küreselleşme, bir gençlik değil, bir gençler topluluğu istemektedir. 28 Şubat Postmodern darbesiyle halka dayatılan 8 yıllık kesintisiz eğitimle yapılmak istenen 13-14 yaşına kadar çocukların herhangi bir alt yapıya sahip olmadan yalnızca medya kültürü ile yetişmesi, kendi dinine, kendi tarihine, ve kendi kültür ve medeniyetine sahip hiçbir duygu ve düşünceye sahip olmamasıdır.
Bu savaşın hedefi, aileyi yıkmaktır.
Bu savaşın hedefi, kadını ticari bir meta haline getirip pazarlamak ve annelik duygusunu yok etmektir. Birlikte yaşamı meşru hale getirmektir.
Bu savaşın hedefi, kaos meydana getirip milleti düşman kamplara bölerek yorgun düşürüp parçalamaktır.
Bu savaşın hedefi, hırsızlık ve yolsuzluk, çalma-çırpma ve şans oyunları ile zengin olmayı meşru hale getirip köklü kalıcı her türlü ekonomik yapılaşmayı engellemektir.
Bu savaşın hedefi, kapkaç, tinercilik, soygun ve şiddeti yaygınlaştırarak güven bunalımı meydana getirmektir.
Bu savaşın hedefi, gençliği dininden, tarihinden, kültür ve medeniyetinden kopararak köksüz hale getirmektir, kendine ve toplumuna yabancılaştırmaktır.
Bu savaşın hedefi, insan fıtratını bozmaktır.
Bu savaşın hedefi, Serbest Piyasa Şirk Dini Değerlerini bu ülkeye yerleştirerek bir tüketim toplumu meydana getirmektir.
Serbest Piyasa Şirk Dini
Serbest piyasa şirk dininin kutsalı tüketimdir. Bu dinde insan tüketebildiği kadar kıymetlidir. Bu dinde tüketerek kimlik kazanılır. Olumsuzluklara karşı tepki tüketerek protestodur. Her şeyde geçicilik ve güvenilmezlik esastır. Serbest piyasa şirk dini insanlara anı yaşamayı emreder. İnsanlar, kuşku duyma ve kötümser olmak, anı yaşayıp tüketmek için teşvik edilir.
Serbest piyasa şirk dininde ‘İnsan Yoktur müşteri vardır’. ‘Sevgi yoktur şirin görünmek vardır’. ‘Saygı yoktur sayar görünmek vardır.’ ‘Dayanışma yoktur üstün olmak vardır.’ ‘Emeğe değer yoktur paraya değer verme vardır’. Bu dinde her şey parayla alınır ve satılır. ‘Yararlı olma değer değildir. Sahip olma bir değerdir’. Sahip olabilmek için her şey meşrudur.
Serbest piyasa şirk dini, tüketim kültürü, kağıt eşya kültürüdür, kullan at kültürüdür, teşhir kültürüdür. Hayal gördürme kültürüdür. Televole ve pob star programları bunun en güzel örnekleridir.
Serbest piyasa şirk dininde cinsel teşhir esastır. Bu yolla cinsellik, metalaştırılıp piyasa değeri haline getirilmektedir. Haz kültürüdür. Onun için baştan çıkarıcı klipler, uyarıcı filimler, çıplaklık kokan reklamlar, cinsellik dolu diziler medyayı işgal etmiştir. Bu dinde karşı cins, geleceğin annesi veya babası değildir;bir seks nesnesidir. Bu din aynı zamanda cinselliği, Endüstrileştirerek yapaylaştırmış/sanallaştırmıştır.
Küreselleşme Hareketine ve Onun Yerli işbirlikçilerine Karşı Mücadele
Özelleştirme ile Türkiye’ye daha köklü yerleşmeye çalışan Serbest piyasa şirk dini, bu ülkenin kutsal tüm değerlerine daha geniş çaplı savaş açacaktır. Değerlerin değişmesi ile her şeyin değişeceğini çok iyi bilmektedirler. İnsanda önce değerler değişir sonra hayata, insana ve topluma bakış değişir. Amaçlar, hedefler,davranışlar ilişkiler,acı, sıkıntı,sevinç ve hazlar değişir.
Bilgi üniversitesinde ilk kez bir öğrenci kulübü olarak ‘İbneler Kulübünün’ kurulması, bunun da dünya bankası tarafından finanse edilmesi tesadüf değildir(6). ‘Birlikte yaşamı’, Serbest piyasa şirk dinin bir değeri olarak topluma benimsetilebilmek için alıştırma girişimi olarak görülmelidir. Fahişe yerine seks işçisi kavramının kullanılmaya başlanması da aynı amaçlıdır.(7)
Dolayısıyla sistemin ağırlık merkezi ile Milletin ağırlık merkezi arasında ki mücadele daha da sertleşecektir. Sistemin değerleri ile toplumun değerleri arasında ki tezat her geçen gün daha da derinleşerek ciddi bir fay hattı oluşacaktır. Bunalımların son bulması için bu tezadın milletin lehine ortadan kaldırılması şarttır.
O nedenle gençliğin gidişatından endişe duyan ana babaların öncelikle bu tezadın ortadan kalkması için uzun vadeli bir mücadeleyi göz önüne almaları, seslerini yükseltmeleri, susmamaları ve tarafsızlık afyonunu içmemeleri gerekir. Şeytanı değerlerin küreselleşmesine karşı verilecek bir mücadelede tarafsızlık, zulme ortak olmak zalimlerin safında yer almaktır. Allah’a iman eden herkesin böylesi bir suskunluğun hükmünün ne olduğunu görebilmeleri için Araf süresine bakmaları yeterlidir:
“Bir de onlara deniz kıyısındaki şehri (n uğradığı sonucu) sor. Hani onlar cumartesi (yasağını çiğneyerek) haddi aşmışlardı. 'Cumartesi günü iş yapma yasağına uyduklarında', balıkları onlara açıktan akın akın geliyor, 'cumartesi günü iş yapma yasağına uymadıklarında' ise, gelmiyorlardı. İşte biz, fıska sapmaları dolayısıyla onları böyle imtihan ediyorduk.
Onlardan bir topluluk: «Allah'ın kendilerini yıkıma uğratmak veya şiddetli bir azaba uğratmak istediği bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz?» dediğinde «Rabbinize karşı bir özür için ve bir ihtimal sakınabilirler, diye» dediler.
Kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında ise, biz de kötülükten sakındıranları kurtardık. Zulme sapanları yaptıkları fısk dolayısıyla pek zorlu bir azab ile yakalayıverdik.
Onlar, kendisinden sakındırıldıkları 'şeyi yapmada ısrar edip başkaldırınca' onlara: «Aşağılık maymunlar olunuz» dedik.”(7/163-166)
Kötülüklerin yaygınlaştığı toplumlarda kötülüğe karşı 3 farklı tavır alan insan
unsuru bulunur: Kötülüğü icra edenler, Kötülüğe karşı çıkanlar ve neme lazımcılar. İlahi adalette kötülüğü icra edenlerle neme lazımcılar aynı statüde değerlendirilip cezalandırılmaktadır.
Sonuç: Parlamento Dışı Siyaset Kuvvetlendirilmelidir
Anne babalar dert yanmayı bırakıp tavır almayı benimsemeleri gerekir. Bu tezadın tahribatını yakın çevreden dışarıya doğru genişleyen bir yelpazede anlatmaları ve bunu sürekli gündemde tutmaları her zeminde bunu seslendirmeleri lazımdır. Rey verdiği siyaset erbabından bunun hesabını sormalıdır. Siyasetçilerden sadece iş ve aş değil, sağlam bir nesil, sağlam bir gelecek de talep etmelidir.
Türkiye’de Sistemin ağırlık merkezinin gücü milletin ağırlık merkezinin gücü tarafından dengelenemediği için salt parlamento içi siyasetle Türkiye’nin sorunlarının aşılamayacağı, var olan tezadın milletin lehine çözüme kavuşturulamayacağı cunta ve çetelerin Batı ile işbirliği içerisinde yaptığı darbelerden anlaşılmaktadır. Ayrıca Büyük Ortadoğu ve Büyük İsrail projeleri çerçevesinde tüm İslam coğrafyası paramparça yapılmak istenmektedir. Bundan en fazla etkilenecek ülkelerin başında Türkiye gelmektedir. Kaos meydana getirerek Milletlerin ve ülkelerin parçalanmak istendiğini göz önüne aldığımızda büyük bir tavır alış, parlamento dışı siyasetin daha önceden oluşturacağı toplumsal dayanışma ile sağlanabilir.
Burada parlamento dışı siyasetle, seçimlerde parlamento dışında kalmış siyası partilerin verdiği mücadele kast edilmemektedir. Parlamento dışı siyaset ile sivil toplum örgütlerinin ve cemaatlerin, toplumsal değerleri koruma, inşa etme ve yayma konusunda verdikleri mücadele kast edilmektedir. Burada Parlamento içi mücadelenin gereksiz olduğu iddia edilmemektedir. Yukarıda ki nedenlerden dolayı tek başına yetersiz kaldığı anlatılmak istenmektedir.
Türkiye’deki Parlamento içi siyaset, mantık ve yapılanış olarak ne yazık ki kavga , hakaret, suçlama, karalama ve aşırı vaat üzerine kurulmuş durumdadır. Aşırı vaatlerle tahrik edilen toplumsal istekler, siyaset tarafından gerçekleştirilmediği/gerçekleştirilemediği zaman toplumun zihin dünyasında kırılmalar olmaktadır. Ayrıca söylenen sözlerin arkasında durulmaması, dün söylenenlerin bugün ret edilmesi, aynı şartlar devam ettiği halde ‘Dün başka bugün başka’ anlayışının sürdürülmesi, toplumu olumsuz etkileyen bir başka boyuttur. İktidar muhalefet ilişkilerinin kavga, hakaret ve suçlama ekseninde gelişmesi toplumda gerilimi artırmakta, birbirini anlama için enerji sarf etmeyi gereksiz kılmaktadır. Geçmiştekilerin veya mevcut olanların yaptığı tüm iyi işleri yok varsayma, nankörlük duygusunu pekiştirmekte, bir değer haline getirmektedir. Parlamenterlerin iş takibi yapmaları, ihalelerdeki yolsuzluklarla anılmaları ve aşk hikayeleri siyaset ve siyasetçiyi yıprattığı gibi özellikle gençliğin zihninde olumsuz kodlamalara neden olmaktadır. Bu boyutları ile Parlamento içi siyaset toplumun kirlenmesine, dayanışmanın yıkılmasına, güven bunalımına ve toplumun alt katmanlara ayrılmasına sebebiyet vermektedir:
“Ey iman edenler, yapmayacağınız şeyi neden söylersiniz?
Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah katında bir gazab (konusu olması) bakımından (büyüdükçe) büyüdü (büyük bir suç teşkil etti) .
Hiç şüphesiz Allah, kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever.”(61/2-4)
Burada ahdine, vaadine ve verdiği sözde durmamanın neden olduğu tehlike konusunda Allah iman edenleri uyarmaktadır. Ancak bu tehlikenin, tüm sistemler organizasyonlar ve yapılar için geçerli olduğu unutulmamalıdır.
Serbest Piyasa Şirk dinin milletimizin bazı kesimlerinde ve de gençlik üzerinde meydana getirdiği kısmı tahribat ve kalp kirlenmesi, yukarıda ki nedenlerden dolayı Parlamento içi siyaset tarafından tedavi edilememektedir. Bu tahribat Parlamento dışı siyasetin kalıcı, kararlı ve uzun vadeli bir toplumsal değişim projesi çerçevesinde vereceği mücadele ile engellenebilir. Aynı zamanda Parlamento dışı siyaset, adil bir tutum ve tavır sergileyebildiği taktirde; Parlamento içi siyaset üzerinde baskı kurarak toplumun kirlenmesine neden olabilecek tutum, tavır ve söylemleri tamamen engelleyemeyebilse bile alanını daraltabilir.
Uzun vadeli büyük bir toplumsal değişim projesi olmadan toplum kirlerden arındırılmadan alınacak her türlü tedbir, yaranın kangrenleşmesine sebebiyet verecektir. Yapılacak tercih; sivrisinekleri yakalayıp öldürmek mi yoksa sivrisineklerin üremesine ve beslenmesine sebebiyet veren bataklığı kurutmaktan hangisinin etkili, kalıcı ve sonuç alıcı olduğu ile ilgilidir. Elbetteki bataklığı kurutmak yapılması gereken bir tercih olmalıdır. İşte onun için mikrop üreten, toplumu kirleterek bağışıklık sistemini bozan bir sistem ve bir zihniyet değiştirilmelidir. Bunun başarılabilmesi için öncelikle yapılması gereken genelde toplumda, özelde gençlikte meydana getirilen kirlilik yok edilmeli, tahribat tedavi edilmeli ve toplumun bütünü kucaklanmalıdır. Kalplerin temizlenerek arınmanın sağlanması, İlahi yasanın bir gereğidir:
“Nedeni şu: Bir kavim (toplum), kendinde olanı değiştirinceye kadar Allah, ona nimet olarak bağışladığını değiştirici değildir. Allah şüphesiz işitendir, bilendir.”(8/53)
“Gerçekten Allah, kendi nefis (öz)lerinde olanı değiştirip bozuncaya kadar, bir toplulukta olanı değiştirip-bozmaz. Allah bir topluluğa kötülük istedi mi, artık onu geri çevirmeye hiç bir (biçimde imkân) yoktur; onlar için O'ndan başka bir veli yoktur.”(13/11)
“Allah, murdar olanı, temiz olandan ayırd edinceye kadar mü'minleri, sizin kendisi üzerinde bulunduğunuz durumda bırakacak değildir.”(3/179)
Ancak böyle bir değişim ve arınma hareketinden sonra Allah’ın lütfü ve yardımı gelebilir. Yardıma mahzar olma, Allah’a iman edip salih amellerde bulunmakla mümkündür. En büyük Salih amel ise kirlenen kalplerin temizlenmesidir:
“Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va'detmiştir:
Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir.
Onlar, yalnızca bana ibadet ederler ve bana hiç bir şeyi ortak koşmazlar.”
(24 Nur 55)
Kaynaklar
1- Alıcı A., Hayata Yön Veren Öyküler, Epsilon Yayınları, İstanbul.
2-Yılmaz Çetiner, 12.1.1995 Milliyet
3- 0ktay, Ahmet; ''Toplumsal Çöküntü" Milliyet Gazetesi, 12 Ocak 1995.
4- Heper, D., “Bu Ortam Mikrop Üretiyor”, Milliyet, 2.6.1995.
5- Özgürel A., Radikal, 24.01.2007
6- 20 Mart 2007 Sabah Gazetesi, 25 Mart 2007 Milliyet Gazetesi.
7- 20 Mart 2007 Radikal Gazetesi.