1 Ekim 2006 Pazar

Medeniyetler Çatışmasında Müslümanların Yol Haritası- XVI EN GÜZEL TARZDA MÜCADELE- III AF VE KOLAYLIK YOLU

 (Umran Dergisi)

“Şunu da bil ki; nusret(i ilahî) sabırla birlikte gelir, kurtuluş da sıkıntıyla gelir, zorlukta da kolaylık vardır, bir zorluk iki kolaylığa asla galebe çalamayacaktır.”

Hz. Muhammed(s.a.v)

 

Giriş

Dünyada ve Türkiye’de belli periyotlarla gerilim yükseltilip alçaltılmaktadır. Ancak her seferinde gerilimin şiddeti daha da artırılmaktadır. Bu, soğuk savaş sonrası dünya hakimiyet mücadelesi stratejisinin uygulamasından başka bir şey değildir. Bu yeni bir soğuk savaş dönemidir. Batı dünyasının yaşam ve düşünce biçimine kökten karşı çıkan ve hatta meydan okuyan İslam, batının yayılmasının önünde ki en ciddi engeldir. Bunun için yeni soğuk savaş döneminde İslam ve Müslümanlar düşman olarak hedef seçilmiştir. Büyük Ortadoğu diye anılan proje bu amaçla ortaya konmuştur. Ana hedef Müslüman coğrafyanın yeniden şekillendirilerek işgal edilmesi ve de Büyük İsrail’in kurulmasıdır. Bu dönemde Müslümanlara çok boyutlu bir kuşatma stratejisi uygulanmak istenmektedir. Bu stratejinin beş ana boyutu olduğunu söyleyebiliriz:

Birinci Boyut: Ilımlı İslam projesi çerçevesinde muti, işbirlikçi, siyasi ufku ve basireti olmayan, stratejik düşünce üretemeyen, baskı karşısında çareyi batıya sığınmakta bulan, günübirlik düşünen ve fakat İslam’ın ibadet boyutunu detaylıca yerine getiren bir insan unsuru yetiştirilmesi. Batıya her karşı çıkış, öncelikle bu insan unsuru ile bloke edilmek istenmektedir.

İkinci Boyut: Kendisine karşı çıkan Müslümanları yıpratacak imaj zedelenmesine imkan veren, provokasyona kolay gelebilen silahlı eylemlerin tek çare olarak görülmesini sağlayan ve terörist damgasının kolaylıkla vurulabileceği insan unsurları ve hareketler oluşturmak. Bunlar adına eylemleri bizzat kendisi organize ederek medya desteği ile her şeyi bunlara ve bunların şahsında tüm Müslümanlara mal edip İslam’ın yayılmasına engel olmak. Aynı zamanda bu eylemleri kendi ülke insanlarına bir tehdit olarak gösterip uygulanan politikalara karşı iç direnişi kırmak hedeflenmektedir.

Üçüncü Boyut: Müslüman coğrafyayı etnik ve mezhebi bir ayrışma ve kavganın içine sokmak. Her Müslüman ülkede iç gerilimi artırmak, taraflar arasında uzlaşmaz çelişkiler meydana getirmek bu stratejinin en temel özelliği olarak gözükmektedir.

Dördüncü Boyut: Ekonomik istikrarı bozarak Müslüman ülkelerin kalkınmaması için her türlü sabotajı yapmak.

Beşinci Boyut: Bölgesel bazda silahlı mücadeleye girip teknolojik üstünlükleri karşısında Müslümanların iradesini çözerek onları teslim almak.

Bu çok boyutlu stratejinin temel hedefi, Müslüman coğrafyanın minimum zararla işgal edilmesidir. Müslümanların da temel görevi minimum zararla bu işgali defetmek ve İslamî değerlerin yayılmasını sağlamaktır.

Türkiye’de pek çok olay gibi Şemdinli ve Danıştay olayları da son irtica yaygaraları da ABD-İngiltere-İsrail şer ittifakı tarafından Türkiye’yi kamplaştırmak için organize edilmiştir. Bundan sonra da pek çok olay organize edeceklerdir. Türkiye’de ve Müslüman coğrafyanın her tarafındaki şiddet ve terör olaylarının arkasında bu şer ittifakı vardır. Müslüman ülkeleri kamplaştırmayı amaçlayan bu stratejinin işlevsiz hale getirilebilmesi için Müslümanlara düşen öncelikli görev, olayların seyrine kendilerini kaptırıp satranç tahtasında bir piyon rolü oynamamaktır. Kamplaştırıcı olmak yerine bütünleştirici olmaktır. Bunun için de tüm Müslümanların söz ve davranışları bu amaca dönük olmalı, mücadeleleri de en güzel bir tarzda yapılmalıdır.

Bu çalışmada, mücadelenin en güzel tarzda yapılmasında rol oynayan bir kavram olarak Nasihat(hayırhahlık) kavramı incelenecektir.

Mücadelenin En Güzel Tarzda Yapılması Îmanî Bir Zorunluluktur

İslam, değerler sistemi arasındaki mücadelenin her aşamasında, şartlar ne olursa olsun, güzelliği, kibarlığı esas alır. Şeytanî değerlerin kullandığı usûl ve vasıtaların çirkinliği, vahşîliği, kabalığı ve gayrı insanîliği bu olguyu, bu prensibi hiçbir zaman değiştiremez. Müslüman açısından mücadelenin gayesi, insan fıtratının bir ifadesi olan İslamî değerlerin insanlara kabul ettirilmesidir. Bu amaç, mücadelenin tüm aşamalarını şekillendirir, insanı rencide etmeyecek bir söylem, bir davranış ve bir tutum sergilenir.

Hz. Peygamber’in savaşa giden komutanlarına verdiği emirlerde bu hassasiyeti çok rahat görebilmekteyiz:

“Allah’ın adıyla ve Allah’ın rızası için savaşın. Allah’ı inkâr eden kâfirlerle çarpışın. Gazâ edin fakat ganimete hıyanet etmeyin, haksızlıkta bulunmayın, ölülerin vücutlarına sataşıp burun ve kulaklarını kesmeyin, (önünüze çıkan) çocukları öldürmeyin! Müşrik düşmanlarla karşılaşınca onları önce üç şeyden birine çağır: Bunlardan birine cevap verirlerse onlardan bunu kabul et ve artık dokunma! Önce İslâm’a dâvet et. İcâbet ederlerse hemen kabul et ve elini onlardan çek…” [Müslim, Cihâd 3, (1731); Tirmizî, Siyer 48, (1617); Ebu Dâvud, Cihâd 90, (2612, 2613).]

Libya bağımsızlık mücadelesinin efsanevi kahramanı Ömer Muhtar, İtalyan bayrağını ayakları altına almak ve çok genç olan bir teğmeni öldürmek isteyen askerlerine bunu yasakladığında, askerleri kendisine ‘onlar bizim bebeklerimizi, kadınlarımızı, yaşlılarımızı öldürüyorlar, bizim bayraklarımızı yırtıyorlar’ derler. Ömer Muhtar’ın askerlerine verdiği cevap, en güzel tarzda mücadele prensibinin en kötü şartlarda bile değiştirilmemesi gerektiğini vurgular: ‘Onlar bizim öğretmenimiz değildirler.’

Bizans halkına, ‘Kardinal külahı görmektense Osmanlı sarığını tercih ederiz’ dedirten de bu anlayıştır.

İnsanların değerlerini değiştirerek İslamlaşmasını sağlamak, İslam’ın birinci önceliğidir. İnsanları Allah’ın yoluna çağırırken tutulacak yol, takınılacak tavır ve kullanılacak üslubun en güzel tarzda olması İslam’ın olmazsa olmaz şartlarındandır:

“Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel bir biçimde tartış(mücadele et).”(16/125)

Görüldüğü gibi İslam’ın mücadele anlayışı daima en güzel bir tarzdır. Çünkü İslam’ın amacı, insanların zihnini ve kalbini fethetmektir, işgal etmek değil. Fetihte rahmet ve bereket vardır, işgalde zulüm ve yok etme. Fetihte dengede oluş, kararlı oluş vardır, işgal ve zorbalıkta kaos ve kararsızlık vardır. Biri yeşertir, diğeri ise kurutur. Biri meyvesini verir, öteki meyveleri kurutur. Kur’an-ı Kerim en güzel tarzda mücadelenin bu özelliğini, bir ağaçla veya bir bitki ile ilişkilendirerek açıklar:

“Görmedin mi ki, Allah nasıl bir örnek vermiştir: Güzel bir söz, güzel bir ağaç gibidir ki, onun kökü sabit, dalı ise göktedir. Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. Allah insanlar için örnekler verir; umulur ki onlar öğüt alır-düşünürler. Kötü (murdar) söz ise, kötü bir ağaç gibidir: Onun kökü yerin üstünden koparılmış, kararı (yerinde durma, tutunma imkânı) kalmamıştır. Allah, iman edenleri, dünya hayatında ve ahirette sapasağlam sözle sebat içinde kılar.”(14/24-27)

 “Güzel şehrin bitkisi, Rabbinin izniyle çıkar; kötü olandan ise kavruktan başkası çıkmaz.”(7/58)

Güzel bir söz, güzel bir ağaca; kötü bir söz ise kötü bir ağaca benzetilmektedir. Güzel ağacın kökleri sabit ve yerin derinliklerine doğru ilerleyip hem kendini sağlamlaştırır hem de gerekli gıdayı topraktan sağlar. Bu dengeli sağlam yapısından dolayı dallarını göğe doğru genişletip yemişini verir. Kötü ağaç ise kökleri yerden kopmuş, tutunma imkanı kalmamış, dengesini kaybetmiş ve yerden beslenemediği için de meyve vermesi de söz konusu değildir.

Bu benzetmeden çıkarılacak sonuç, En Güzel Tarzda Mücadele, bir denge, bir kararlılık hareketidir; bir bolluk ve bereket hareketidir; bir inşa, bir fıtrata dönme hareketidir.

En güzel tarzda mücadele, 14/24-27 ayetlerinde bir ağaçla temsil edilirken; 7/58 de bir şehrin bitkisine benzetilmektedir. Bu benzetmelerle en güzel tarzda mücadelenin birinde bireysel boyutuna (14/24-27), diğerinde(7/58) toplumsal boyutuna dikkat çekilmektedir. En güzel tarzda bir mücadele ister bireysel bazda olsun isterse toplumsal bazda olsun uygulanması gereken zorunlu bir mücadele tarzıdır. Olsa da olur olmasa da olur denebilecek keyfi bir hareket şekli değildir.

Kavramsal Alan 

Yukarıda verilen 16/125 ayetine bakıldığında insanları Sırat-ı Müstakîm’e çağırırken davete güzellik katacak üç ana kavramın kullanıldığı görülmektedir: Hikmet, Güzel öğüt(Meviza), Güzel bir tarzda tartışma(Cedel). Her üç kavram da derin anlamları olan ve Kur’an’da yaygınca kullanılan kavramlardır. Bunun gibi, Kur’an’da mücadelenin estetik bir hüviyette olmasını belirleyen daha başka kavramlar da vardır. Bütün bu kavramları; öğüt, hikmet, güzel tartışma, basiret, beliğ, selam, sevgi, kolaylık, cemil, emniyet, furkan, kavl-i leyyin, haya-edep, safh-ı cemîl olarak özetleyebiliriz.

Bu kavramların mücadeleye ilişkin çerçevelediği, şekillendirdiği bir alan vardır. Bu alan konuşma tarzımızdan, giyim, kuşamımıza, beşeri ilişkilerden ekonomik, sosyal, siyası ve askeri ilişkilere kadar her şeyi kapsar. İşte bu kavramların şekillendirdiği bir alan, en güzel tarzda bir mücadeleden ne anlamamız gerektiğini ortaya koymaktadır.

Bu çalışmada, Meviza(Öğüt) kavramı ele alınıp mücadeleyi ilgilendiren boyut ile incelenecektir.

Öğüt(Nush) 

En-Nihaye, nushun lügat olarak hulus, yani saf olmak manasına geldiğini belirtir.

İbnu’l-Kayyım ise nushu , “Hayır isteği, nasihat edilen kimsenin hayra ermesini dilemektir” diye açıklar.1

Dilimizde bu kavramı tek bir kelime ile ifade etmek mümkün olmamasına rağmen en yakın kelime olarak hayırhahlık kullanılabilir.1 Türkçe’de kullanılan öğüt vermek, nushun tam karşılığı değildir. Nush, öğüt vermek olarak alınırsa kelimenin kapsadığı alan daraltılmış ve de etkileme düzeyi zayıflatılmış olur.

Nasihat(Hayırhahlık) kelimesinin dini önem ve rolünü anlamak için Hz. Peygamberin ‘Din nasihattir’ hadisini göz önüne almak yeterlidir:

Ebû Hüreyre (r.a.) hazretleri anlatıyor: “Resulullah buyurdular ki: “Din nasihatten (hayırhahlıktan) ibarettir!”

Yanındakiler sordu: “Kimin için ey Allah’ın Resulü?”

“Allah için, kitabı için, Resulü için, müslümanların imamları ve hepsi için!

Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona yardımını kesmez, ona yalan söylemez, ona zulmetmez. Her biriniz, kardeşinin âyinesidir, onda bir rahatsızlık görürse bunu ondan izale etsin.” [Tirmizî, Birr 17, 18, (1927, 1928, 1930); Müslim, İman 95, (55).]

Bazı âlimler bu ifadeyi, “Dinin direği nasihattır” diye anlamıştır. Hatta âlimlerden

 birçokları, İslâmî ahkâmı özetleyen dört hadisten biri olarak bu hadisi görmüşlerdir.”1

Bu hadise göre Nasihat, Allah’tan Kitap ve Resul aracılığıyla gelen değerlerin, başta yöneticiler olmak üzere toplumun her kesimine ulaştırılmasını böylelikle onlara hayırhahlık istenmesini sağlayan bir duruş, bir tavır alış ve duyuruştur.

Nasihatin asıl amacı, insanların aynı anne ve babanın çocukları olduğu noktasından hareketle tevhidi değerler çerçevesinde bir kardeşliğin ihdas edilmesi, korunması , geliştirilmesi ve pekiştirilmesidir. Toplumsal sorunları bu kardeşlik mantığı içerisinde el birlik çözüme kavuşturacak bir atmosferin ihdas edilmesidir. Nitekim Mürselat süresinde nasihatın(öğüt), Allah’a yönelenleri arıtmak, kötüleri sakındırmak amaçlı olduğu belirtilmektedir:

“(Allah’a yönelenleri) arıtmak, (kötülerden) sakındırmak için öğüt telkin edenlere...”(77/5-6)

Öğütün kapsam alanı, Öğüt Verenler, Öğüt Verilenler, Öğüt Verilen Konular, Öğüte Karşı İnsanların Takındıkları Tavır ve Mücadelede Öğüt alt başlıkları şeklinde çerçevelendirilebilir. Burada biz, “öğüt”ün mücadele boyutu ile ilgilenmekteyiz.

Yukarıdaki kapsam çerçevesinde öğüt verilmeye başlandığında farklı değer sistemleri arasındaki değer çatışması, burada da varlığını hissettirmekte ve insanların bir kısmı öğüt alabilirken, bir kısmı da öğüt alamamakta, hatta öğüt verenlere karşı tavır almaktadırlar.

Kur’ân’a baktığımızda öğüt alabilenlerin; muttakiler-müminler, istekli olanlar, Doğru Yol’a gitmek isteyenler-Allah’a yönelmek isteyenler, aklını kullananlar, düşünenler olduğunu görmekteyiz. Öğüt alamayanlar ise, yüz çevirenler, inanmayanlar, azanlar, münafıklar ve ateşe girecek kötü kimseler olmaktadır.

Öğüt almayanlar kendilerine öğüt verenlere karşı aşağıdaki tavırları almaktadırlar:

Öğüt verenleri sevmezler(7/79), öğüte karşı inatla direnirler (54/17,22,32,40), öğüt verenleri uğursuz sayarlar (36/18-19), onları engellerler2 ve yapılan öğütleri kendilerine hakaret sayarlar.3

Dolayısıyla öğüt vermek, farklı değerlerin mücadelesini beraberinde getirir. İşte bu noktada öğütçünün dikkat etmesi gereken bazı noktalar söz konusudur.

Öğüt Güzel Bir Tarzda Yapılmalıdır 

İnsanlar genelde kendi düşüncelerine, fikirlerine ve değerlerine karşı çıkılmasından hoşlanmazlar. Bu nedenle de genelde savunmaya geçerler. Eğer öğütçü, bu psikolojiyi göz önüne almaz ve doğruları olduğu gibi söylemenin yeterli olduğu zehabına kapılırsa, hem etkili olamayacak hem de gittikçe dozajı artan bir tepki ile karşı karşıya kalacaktır. O nedenle öğütün estetik bir şekilde yapılması gerekmektedir(16/125).

Öğüte estetiklik kazandıracak olan söylem tarzı, içinde bulunulan ortam ve muhatabın durumu, psikolojisidir. Muhatabın dingin olduğu ve dinlemeye tahammülünün bulunduğu anlar seçilmelidir. Bununla beraber muhataba yapılan hitap onu dinlemeye ikna edici olmalı, nefsi galeyana getirici olmamalıdır. Azarlama, aşağılama, horlama ve suçlama içeren hitap tarzı, muhatabın her türlü algı mekanizmasının kapanmasına ve bir tepkinin doğmasına sebep olur.

 Hz. Peygamber Müslümanların birbirlerine ‘Kardeşim’ demesini her vesile ile teşvik etmiş ve bu hitabın yaygınlaştırılmasını istemiştir. Keza nasihatlerinde kardeş ve sevgi kavramlarını birlikte kullanmaya özen göstermiştir:

“Biriniz kardeşini (Allah için) seviyorsa ona sevdiğini söylesin.” [Ebû Dâvud, Edeb 122, (5124); Tirmizî, Zühd 54, (2393).]

Menfaat ve riyadan uzak bir kardeşlik ve sevgi ifadesi, muhatabın güvenini kazandırmakta ve gerçekten de söylenenlerin kendi hayrına olduğuna ikna eden bir atmosfer oluşturmaktadır. Sevildiğine ve düşünüldüğüne inanan bir insan, nasihati almaya hazır hale gelir. Sevgi ile beraber şefkat ve merhamet içeren hitaplar, genelde her türlü direnci kırar.

Hz.Lokman’ın oğluna nasihatlerindeki hikmet dolu ifadeleri, ‘ey oğulcuğum’, ‘yavrucuğum’ gibi yumuşak hitaplarla birlikte kullanmış olması ve bunun bu şekli ile Kuran’da yer alması (31/13-19), Allah’ın Müslümanları eğitmek için kullandığı özel bir nasihat şekli olsa gerek. Hz.Peygamberin gençlere benzer şekilde hitap ettiğini hadislerde görebilmekteyiz:

Hz.Enes anlatıyor: “Resûlullah (s.) bana şöyle nasihat etti: “Ey oğulcuğum, namazda sağa sola bakmaktan sakın. Zîra o helak olmaktır. Eğer mutlaka yapacaksan bâri nafilelerde olsun, farzlarda değil.” [Tirmizî, Salât 413 (589).]

Nasihat yaparken dikkat edilecek diğer önemli bir nokta da zamanlamadır. Olay

anında, sıkıntı/musibet anında yapılan nasihatler daha etkili olmaktadır. Yukarıdaki hadiste namazda sağa sola bakan bir gence Hz.Peygamber, olay anında hatırlatma yaparak ‘Zîra o helak olmaktır’ tarzında etkili, hikmet dolu ve özlü bir nasihatte bulunmaktadır. Bununla beraber nefsini rahatlatacak bir yol olarak nafile namazlarda bakmaya cevaz veren bir davranış kolaylığı göstermektedir. Böylece muhatabı çok yönlü etkilemektedir.

Olay anında yapılan nasihatlerde dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta da, insanların bazen sert tepki gösterebilmeleri, kalp kırıcı olabilmeleridir. Bu durumda nasihat eden ısrarcı olmamalı, uygun bir zamanı beklemeli ve muhatabı ikna edecek ve etkileyebilecek bir tarz geliştirmelidir. Aşağıdaki hadis bunun güzel bir örneğidir:

Hz. Enes (r.a) anlatıyor: “Resûlullah(s.), (ölen) çocuğu için ağlamakta olan bir kadına rastlamıştı: “Allah’tan kork ve sabret!” buyurdu. Kadın (ızdırabından kendisine hitab edenin kim olduğuna bile bakmadan): “Benim başıma gelenden sana ne?” dedi. (Hadisin Buharî’de gelen bir başka veçhinde kadının, Resûlullah (s.)’a: “Git başımdan, benim musibetim sana gelmedi” dediği; bir başka veçhinde: “(Nasihat kolaydır çünkü) bana gelen musibetten âzâdesin” dediği kaydedilmiştir.)

 Resûlullah (s.) uzaklaşınca, kadına:”Bu Resûlullah idi!” dendi. Bunun üzerine, kadın çocuğun ölümü kadar da söylediği sözden dolayı (utanıp) üzüldü. (Özür dilemek için) doğru aleyhissalâtu vesselâm’ın kapısına koştu… Doğrudan huzuruna çıktı ve:

 “Ey Allah’ın Resulü, (o yakışıksız sözü) sizi tanımadan sarfettim (bağışlayın!)” dedi.

Aleyhissalâtu vesselâm:”Makbul sabır, musibetle karşılaştığın ilk andakidir” buyurdu.” [Buharî, Cenâiz 43, 7, 32, Ahkâm 11; Müslim, Cenâiz 14, (626); Ebu Dâvud, Cenâiz 27, (3124); Tirmizî, Cenâiz 13, (987); Nesâî, Cenâiz 22, (4, 22)]

Hz. Peygamber kendisine sert ve kırıcı davranan ve özür dilemeye gelen kadına,

kendisine yaptığı davranış hiç olmamış gibi davranmış ve kadına önceki nasihatini tamamlayan ve daha da hikmet dolu bir nasihatte bulunmuştur.

Nasihat(Öğüt) İçerik Olarak Güzellik ve Hikmet İçermelidir 

Nasihat muhatabı ikna edici, düşündürücü, tefekkür ettirici olmalıdır. Kur’ân’da öğütle hikmetli muhteva arasındaki ilişki Nisa/58. ayette çok bariz bir şekilde görülmektedir:

“Hiç şüphe yok Allah, size emanetleri ehline (sahiplerine) teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Bununla Allah, size ne güzel öğüt veriyor!...”(4/58)

Burada emanetin ehline verilmesi ve adaletle hükmedilmesi gibi iki önemli konu nasihati içerik olarak anlamlı, hikmetli ve de güzel yapmaktadır. Hz.Lokman’ın oğluna yaptığı nasihatte kullandığı ifadeler, çok özlü, derin anlamlı ve tefekkür ettirici bir özelliktedir. Benzer şekilde Hz. Peygamberin bir çok nasihatinde büyük bir hikmet, derin bir anlam ve çok özlü bir ifade vardır.

Nasihat Çirkin Hayasızlıkları Örtücü Olmalıdır 

Nasihat kavramının yer aldığı Kur’ân âyetlerinde bir çok konu ele alınmaktadır. Bunlardan en güzel tarzda mücadeleyi ilgilendiren, en önemli konulardan biri olan çirkin hayasızlıkların yaygınlaşması ile nasihat arasındaki ilişki, burada belli bir boyutta ele alınacaktır.

En güzel tarz mücadele, çirkin hayasızlıkların yaygınlaştırılmasını değil örtülmesini öngörür. Dışsallaşan tüm çirkin hayasızlıklar, kalbinde hastalık bulunanlara cesaret vererek çirkin hayasızlıkların daha da yaygınlaşmasını sağlar. Bunun doğal sonucu olarak insanlar çirkin hayasızlıklara alışır, onu huy edinirler:

“(Lut Kavmi) Onlar gerçekten çirkin davranışları huy edinmiş kötü bir toplumdur.”(21/74)

 Çirkin hayasızlıkların huy edinilmesi, insanların düşünce ve davranışının bir parçası

haline gelmesi ile çirkin hayasızlıklar doğallaşarak meşrulaşır. Bu tehlikeden dolayı Allah, çirkin hayasızlıkların işlenmesini haram kılarak yasaklamıştır:

“De ki: “Gelin size Rabbinizin neleri haram kıldığını okuyayım: O’na hiç bir şeyi ortak koşmayın, anne-babaya iyilik edin, yoksulluk-endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin. -Sizin de, onların da rızklarını biz vermekteyiz- Çirkin-kötülüklerin açığına da, gizli olanına da yaklaşmayın. Hakka dayalı olma dışında, Allah’ın (öldürülmesini) haram kıldığı kimseyi öldürmeyin. İşte bunlarla size tavsiye (emr) etti; umulur ki akıl erdirirsiniz.”….” (6/151-153; bak. 7/33)

Allah çirkin hayasızlıkların işlenmemesi ve yaygınlaştırılmaması konusunda insana nasihat etmektedir:

“Şüphe yok Allah, adaleti, ihsanı, yakınlara vermeyi emreder; çirkin utanmazlıklardan (fahşâdan), kötülüklerden ve zorbalıklardan sakındırır. Size öğüt vermektedir, umulur ki öğüt alıp-düşünürsünüz.”(16/90)

Kur’ân’a göre çirkin hayasızlıklardan kaçınmak müminin çok önemli bir vasfıdır:

“Ki onlar büyük günahlardan, çirkince utanmazlıklardan kaçınırlar. (53/32)

“(İman edip Rablerine tevekkül edenler) büyük günahlardan ve çirkin-utanmazlıklardan kaçınanlar ve gazaplandıkları zaman bağışlayanlar...”(42/37)

“Ve ‘çirkin bir hayasızlık’ işledikleri ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allah’ı hatırlayıp hemen günahlarından dolayı bağışlanma isteyenlerdir.”(3/135)

 Bu müminin temel bir vasfı olduğu için müminler topluluğunu dejenere etme amacına dönük çirkin hayasızlıkların yaygınlaştırılma gayretlerine karşı müminler teyakkuz halinde olmak zorundadırlar. Çünkü böyle bir yaygınlaşmaya karşı bigane kalmak Allah’ın azabına dûçar olmak demektir:

 “İman edenler içinde, çirkin utanmazlıkların (fuhşun) yaygınlaşmasından hoşlananlara, dünyada da, ahirette de acıklı bir azab vardır.”(24/19)

Görüldüğü gibi Kur’ân-ı Kerim, çirkin hayasızlıkların tehlikesine çok dikkat çekmekte,

müminlerin bu konuda teyakkuz halinde olmasını istemektedir. Bu nedenle müminler, çirkin hayasızlıkların hem icra edilmesine, hem de bunların toplum içerisinde yayılmasına karşı mücadele etmek görevleridir. Çirkin hayasızlıkların toplumda yaygınlaştırılmasına vesile olacak davranışlara karşı uyanık olması, bilerek veya bilmeyerek yaygınlaştırmaya sebebiyet verenleri nasihat edip uyarması ve çirkin hayasızlıkları tecrit ederek örtmesi gerekir. Bu karşılığı öteki dünyada alınacak bir görevdir:

Ebû Hureyre (r.a) anlatıyor: “Resûlullah (s.) buyurdular ki: “Bir kul dünyada bir kulu örterse, Allah Kıyamet günü onu mutlaka örter.” [Müslim, Birr 72, (2590).]

Ukbe İbnu Âmir (r.a) anlatıyor: “Resûlullah (s.) buyurdular ki: “Kim bir ayıp görür ve onu örterse, diri diri gömülmüş bir kızı ihya etmiş gibi olur.” [Ebû Dâvud, Edeb 45 (4891).]

Bu konuda İslam tarihinde yaşanmış pek çok olay vardır. Aşağıda zikredeceğimiz iki olay amacı açıklamak için yeterli olduğu kanaatindeyiz.

“Ukbe’nin kâtibi Duceyn anlatıyor:

Ukbe’ye:”Benim bazı komşularım var, şarap içiyorlar, onları polise haber vermek istiyorum, gelip götürsünler” dedim. Kabul etmeyip:”Bunu yapma, ancak onlara va’z u nasihat et ve (ihbar ederim diye) tehdid et!”dedi. Ben öyle yaptım ama yine de vazgeçmediler. Tekrar Ukbe (radıyallâhu anh)’a geldim ve: “Ben (dediğiniz gibi) onları şaraptan nehyettim ama dinlemediler, içmeye devam ediyorlar. Artık polis çağıracağım, gelip yakalasınlar!” dedim. Ukbe yine razı olmadı ve:”Yazık sana, bu yapılır mı? Zira ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın şöyle söylediğini işittim: “Kim bir mü’minin kusurunu örterse, kabre diri gömülmüş kızcağıza hayat vermiş gibi olur” cevabını verdi.”4

 İbnu Mes’ud (r.a) anlatıyor: “Bir adam gelerek: “Ey Allah’ın Resulü! Ben şehrin öbür tarafında bir kadını elledim, cima yapmaksızın onunla nefsimi tatmin ettim. Ve işte ben buradayım, istediğin cezayı ver” dedi.

Hz. Ömer atılarak: “Allah seni örtmüş, keşke sen de kendini örtüp açıklamasaydın” dedi. Resûlullah (s.) hiçbir cevap vermedi. Adam kalkıp gitti. Resûlullah (s.) peşine bir adam göndererek onu çağırtıp şu âyeti okudu: “Gündüzün iki ucunda ve gecenin gündüze yakın zamanlarında namaz kıl. Doğrusu iyilikler kötülükleri giderir... Bu, öğüt kabûl edenlere bir öğüttür” (Hûd, 114). Bunun üzerine bir adam: “Ey Allah’ın Resulü bu hüküm sadece soru sahibi için mi (başkasına da şâmil mi)?” diye sordu. Resûlullah (s.): “Herkes için” cevabını verdi [Buharî, Mevâkitu’s-Salât 4, Tefsir, Hûd 6; Müslim, Tevbe 39, (2763); Tirmizî, Tefsir, Hûd, (3111); Ebû Dâvud, Hudud 32, (4468).]

İslam’da temel kriter, insanların kusurlarını günahlarını araştırıp yaygınlaştırmak değildir. Temel esas, kötülüklerin örtülmesi bloke edilmesi ve tecrit edilmesidir. Kötülükleri salgın hastalık haline getirecek her türlü söylem ve davranıştan kaçınılmalıdır. Aksi davranış, toplumun ifsat edilmesine sebebiyet verir. Resûlullah (s.):

 “Eğer sen insanların kusurlarını araştıracak olursan onları ifsad edersin -veya- ifsâd noktasına getirirsin…”

“…Eğer emîr (devlet reisi) insanlar arasındaki şüpheli şeylerin peşine düşecek olursa onları ifsâd eder”

buyurmuştur.

Kötülükleri Örtücü Bir Nasihat, Düşmanın Beşinci Kol Faaliyetlerini Engeller 

Kötülükleri örtücü bir nasihat mekanizması var olmalıdır. Bu, düşmanın beşinci kol faaliyetlerinin toplumu ifsadını engeller. Düşmanın beşinci kol faaliyeti ile Müslüman ülkeleri çökertmeye çalışması normaldir. Anormal olan düşmanın beşinci kol faaliyetine bilerek yada bilmeyerek yardımcı olup ifsadın daha da yaygınlaşmasına katkıda bulunmaktır.

 İslam tarihinde çok büyük bir olay olan ifk hadisesinde (Hz.Peygamberin hanımı Hz. Ayşe’ye zina iftirası yapılması) Müslümanların örtme yerine yaygınlaştırma yapmış olmalarından dolayı toplumda ciddi bir bunalım meydana gelmiştir. Kur’ân’da Nur suresinin 10-23 ayetlerinde bu konu ele alınıp Müslümanlar hem sert bir şekilde uyarılmakta, hem de kendilerine bizzat Allah tarafından nasihat yapılmaktadır:

 “Doğrusu, uydurulmuş bir yalanla gelenler, sizin içinizden birlikte davranan bir topluluktur..

 Onu işittiğiniz zaman, erkek mü’minler ile kadın mü’minlerin kendi nefisleri adına hayırlı bir zanda bulunup: “Bu, açıkça uydurulmuş iftira bir sözdür” demeleri gerekmez miydi?

 O durumda siz onu (iftirayı) dillerinizle aktardınız ve hakkında bilginiz olmayan şeyi ağızlarınızla söylediniz ve bunu da kolay sandınız; oysa o Allah katında çok büyük (bir suç)tür.

 Onu işittiğiniz zaman: “Bu konuda söz söylemek bize yakışmaz. (Allah’ım) Sen yücesin; bu, büyük bir iftiradır” demeniz gerekmez miydi?

 Eğer iman edenlerden iseniz, bunun gibisine bir daha dönmemeniz için Allah size öğüt vermektedir...

 …Ey iman edenler, şeytanın adımlarına uymayın, kim şeytanın adımlarına uyarsa, (bilsin ki) gerçekten o, çirkin utanmazlıkları ve kötülüğü emreder.” (24/10-21)

En Güzel Tarz Mücadele Kötülüklerin İyiliklerle Giderilmesidir. 

Bugün Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı en büyük tehlike, medya aracılığıyla çirkin hayasızlıkların yaygınlaştırılarak meşruiyet kazanmaya başlamasıdır. Ne yazık ki Türkiye’deki yetkili ve etkili olanlar, bir neslin heba edilmesi karşısında duyarsızlar ve tehlikenin farkında değiller. Batı parasıyla kadife darbe yapacak bir psikolojiye doğru Türkiye sürüklenmektedir. Kıbrıs’ta oynanan oyun, şimdi Türkiye’de daha geniş kapsamlı olarak uygulanmak istenmektedir. Olayın bu boyutunun dikkat çekmemesi için irtica yaygaraları ile hedef saptırılmaktadır.

Bir millet uyuşturularak yok edilmeye çalışılırken buna dur demek için yola çıkanlar, her türlü kötülükle, tuzakla ve ihanetle karşılaşacaklardır. Bu durumda bile mücadelenin estetik boyutu önemlidir. Kötülükleri iyiliklerle uzaklaştırmak, sabırla dağ devirmek bu gün en önemli görevlerimizdendir.

 “Şüphesiz iyilikler, kötülükleri giderir. Bu, öğüt alanlara bir öğüttür. Ve sabret…”(11/114-115).

“Sen, kötülüğü en güzel ile sav…”(23/96)

Kötülük yapanlara iyilik yaparak onların kalplerini yumuşatmak ve hatta dostluğunu kazanmak mümkün olabilir. Kötülüğe kötülük yaparak cevap vermek müminlere öğütlenen bir davranış şekli değildir. Çünkü müminin amacı, İslamî değerlerin benimsetilmesi, yaygınlaştırılmasıdır. Dolayısıyla mümin bu davetinden dolayı Allah’tan başka kimseden bir şey beklemez. Müminin mücadelesinin gerçek mükafatı, bu dünyada değil öteki-ebedi alemdedir.

Müminin mücadelesinde nefsaniyet yoktur, olmamalıdır. Canı yanan insanlara şeytan her türlü vesveseyi verir. Kendisine kötülük yapana daha fazla kötülük yapmayı telkin eder. Bütün bu iğvalara karşı ancak Allah’a sığınarak büyük bir sabır ve irade gösterebilenler ve şeytanın yolundan gidenleri öğretmen olarak kabul etmeyenler bu zorlu görevi başarabilir:

“İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un) oluvermiştir. Buna da, sabredenlerden başkası kavuşturulamaz. Ve buna, büyük bir pay sahibi olanlardan başkası da kavuşturulamaz. Şayet sana şeytandan bir kışkırtma gelecek olursa, hemen Allah’a sığın.”(41/34-36)

 “Belki Allah, sizlerle onlardan kendilerine karşı düşmanlık beslemekte olduklarınız arasında bir sevgi-bağı kılar. Allah, güç yetirendir.”(60/7)

Onun için ‘İyiliğe iyilik her kişinin işidir, kötülüğe iyilik er kişinin işidir’ demişlerdir. Kur’ân, kötülüğü en güzel, en estetik bir tarzda uzaklaştırmayı müminlerin taşıması gereken bir vasıf olarak ifade etmektedir:

“İşte onlar; sabretmeleri dolayısıyla ecirleri iki defa verilir ve onlar kötülüğü iyilikle uzaklaştırıp kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler.” (28/54-55)

Sonuç: En Güzel Tarz Mücadele Af ve Kolaylık Yoludur; Nasihatler Buna Dönük Olmalıdır 

İnsanın yapısında hem iyi özellikler hem de kötü özellikler iç içedir. Şeytan ve yolundan gidenler, insanın kötülük cephesine hitap ederek hep kötü meziyetlerini öne çıkarmaya çalışırlar. Şeytan medya, film, eğlence, moda gibi sektörlerde bugün adeta cisimleşmiş gibidir. Medya ve eğlence sektörü insanları aptallaştırarak bir tüketim aracı haline getirmeye uğraşmaktadır. İnsanın tefekkür etmemesi için her şey yapılmaktadır. Rahman’ın yolundan gidenlerin bu gerçeği çok iyi görmeleri gerekir. Kendi değerlerini en güzel bir tarzda özümseyerek ve ona şek ve şüphe taşımayan bir içtenlikle sarılarak insanları uyarmaları bu gün tarihi bir sorumluluktur:

 “Biz ona Levhalar’da her şeyden bir öğüt ve her şeyin yeterli bir açıklamasını yazdık. (Ve:) “Şimdi bunlara sıkıca sarıl ve kavmine de emret ki en güzeliyle sarılsınlar. (dedik) .”(7/145)

Cendereye sıkıştırılmış, her şeyi ters yüz edilmiş ve kafası karmakarışık olan insanları uyarabilmek için açık, etkileyici, nazik bir dil ve bir üslûp kullanılmalıdır:

 “İşte bunların, Allah kalplerinde olanı bilmektedir. O halde sen, onlardan yüz çevir, onlara öğüt ver ve onlara nefislerine ilişkin açık ve etkileyici söz söyle.”(4/63)

Bu ilke, sadece mazlumlar için değil aynı zamanda zalimler için de geçerlidir. Allah Hz. Musa ile Kardeşi Harun’u Firavun’a uyarmaları için gönderirken, yumuşak davranmalarını onlara öğütlemesi anlamlı, düşündürücü ve dikkat çekicidir:

 “İkiniz Firavun’a gidin, çünkü o, azmış bulunmaktadır.”

 “Ona yumuşak söz söyleyin, umulur ki o öğüt alıp-düşünür ya da içi titrer-kokar.” (20/43-47)

Halife Me’mun ile bir vaiz arasında geçen ve Aliyyü’l-Kâri tarafından kaydedilen bir olay, bu konunun daha iyi anlaşılmasını sağlayabilir:

“Halife Me’mun’dan rivâyet edildiğine göre, kendisine vaaz ve nasihat eden bir vâiz, konuşması sırasında sert bir dille terhib ve terğibde bulunur. Halife, vâize dönerek:

 “Be adam, mülâyim ol, görmez misin Allah, senden daha hayırlı olan (yani Hz. Mûsâ ve Hârun’u), benden daha hayırsız olana (yani Firavun’a) gönderdi de mülâyim olmasını emretti ve: “Varın da ona yumuşak söz söyleyin, olur ki nasihat dinler, yâhut da korkar dedi” der.”5

Nefsaniyeti işin içine sokmadan yapılacak bir çağrının etkili olma ihtimali yüksektir. Kimin neden etkilenebileceğini ve ruhunda fırtınalar oluşturup tefekküre edebileceğini bilebilmek her zaman mümkün değildir. İşte Allah, Firavun’un şahsında tüm müminlere bir uyarı yapmaktadır: Muhataplarınız hakkında peşin hükümlü olmayın. Kimin ne zaman ve hangi gerekçe ile iman edeceği sizler tarafından bilinemez. Kimin kalbinin mühürlenip kilitlendiğini sizler bilemezsiniz. O nedenle kolaya kaçıp insanları karalayarak kendinizi temize çıkarmaya çalışmayın.

Herkesin bir Ömer, herkesin bir Amr İbnu’l-As, herkesin bir Halit bin Velid olma ihtimali daima vardır. Böyle bir ihtimal de her zaman dikkate alınmaya değerlendir. Onun için davetimiz, tebliğimiz, nasihatimiz ve mücadelemiz yumuşak, etkileyici ve kuşatıcı olmalıdır.

En güzel tarzdaki mücadelemiz, kolaylaştırıcı olmalı zorlaştırıcı olmamalıdır; müjdeleyici olmalı nefret ettirici olmamalıdır; sözün en güzelini içermelidir:

“Kullarıma, sözün en güzel olanını söylemelerini, söyle. Çünkü şeytan aralarını açıp bozmaktadır. Şüphesiz şeytan insanın açıkça bir düşmanıdır.”(17/53)

En Güzel Tarzda Bir Mücadele Başkalarının Kutsallarına Saygı Göstermedir: 

“Allah’tan başka yalvarıp-yakardıklarına (taptıklarına) sövmeyin; sonra onlar da haddi aşarak bilmeksizin Allah’a söverler.”(6/108)

En Güzel Tarz bir mücadele, karanlıklar içerisinde bocalayan insanlığa ışığı gösterme, onları aydınlığa çıkarma mücadelesidir. Dolayısıyla karanlıklar içerisinde el yordamı ile yol bulmaya çalışanların yaptığı hata ve kötülüklere karşı affedici olunmalıdır:

“Eğer onları doğru yola çağırırsanız işitmezler. Onları sana bakar (gibi) görürsün, oysa onlar görmezler bile.

Sen af (veya kolaylık) yolunu benimse, (İslâm’a) uygun olanı (örfü) emret ve cahillerden yüz çevir.”(7/198-199)

Bizim mücadelemiz yanlışlıklar ve kötülüklere karşıdır. Biz kötülük yapanların şahıslarına değil yaptıklarına karşıyız. Biz onlara değil yaptıklarına buğzederiz. Onlara karşı şefkat ve merhametle davranmak bizim inancımızın bir gereğidir. Biz insanları kaybetmeye değil kazanmaya talibiz.

BOP kapsamında ümmet tamamen etnik ve mezhebi parçalara bölünmek ve çatıştırılmak istenmektedir. Bu nedenle en güzel tarz bir mücadele, öncelikle Müslümanlar arasındaki ilişkilere yansımalıdır. Müslümanlar başkalarına karşı affedici ve merhametli davranırken mümin kardeşlerini unutmamalılar. Öncelikle mümin kardeşine karşı en fazla affedici, merhametli ve şefkatli davranmalıdır. Sonra bu, dış çevreye doğru genişletilmelidir.

Sahabe döneminde Müslümanlar arasında geçen bir olay, en güzel tarz bir mücadeleden ne anlamamız gerektiği konusunda güzel bir örnek teşkil etmektedir:

“Ebudderda günah işlemiş bir adama rastladı. Oradakiler bu günah işlemiş adama sövüp sayıyorlardı.

Ebudderda: -Hey, onu bir kuyuya düşmüş görseniz çıkarmayacak mısınız, diye seslendi.

Onlar: -Çıkarırdık elbet, dediler.

Ebudderda: -Öyleyse kardeşinize sövmeyin de size sıhhat ve afiyet veren Allah’a hamdedin” dedi.

Ebudderda’ya: -Ona sen kızmıyor musun? dediler.

Ebudderda: -Ben onun yaptığı işe kızıyorum. Yaptığını terkettiği zaman, o yine benim kardeşimdir.” demiştir.”

Buna benzer bir rivayeti ibn-i Mesut şöyle nakleder:

“Bir kardeşinizi günah işlerken gördüğünüz zaman, Allah’ım ona lanet et, onu, sürüm sürüm süründür, diyerek kardeşinizin aleyhine şeytana yardımcı olmayın, Allah’tan onu düzeltmesini isteyin. Hz.Muhammed(s.)in ashabı bizler ne durumda öleceğini görmeden hiç kimse hakkında bir hükme varmazdık. Eğer iyi amel üzere iken ölürse iyi bir müslüman, derdik. Kötü amellerde devam ederken ölürse, onun akibetinden korkardık”6

Ve en güzel tarzda mücadele, Hz.Peygamber’in şu hadisinde gerçek anlamı ile ifade edilmektedir:

“Sevdirin, nefret ettirmeyin, kolaylaştırın, zorlaştırmayın.” “Uyumlu olun, ihtilâf etmeyin, teskin edin, nefret ettirmeyin”

 [Ebû Dâvud, Edep 20, (4835); Müslim, Cihâd 6, (1737).]

Notlar:

1- Canan İ., Hadis Ansiklopedisi, Kütüb-i Sitte, CD, Akçağ, 2001

2- [Buharî, Tefsir, Hâ-Mim-Ayn-Sin-Kaf (Şûra) 1; Tirmizî, Tefsir, Şûra, (3248). 778]

3- [Nesâî, Kadâ 12, (8, 231).]

4- 3430 nolu hadisin şerhi

5- 1998 nolu hadisin şerhi [Ebû Dâvud, Edep 20, (4835); Müslim, Cihâd 6, (1737).]

6- Kandehlevi, Y., Hadislerle Müslümanlık, Kalem Yayınevi, İstanbul, c.3 (1980) s.1029

ŞER İTTİFAKI ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI İÇİN İKİ ANA EKSEN OLUŞTURMAYA ÇALIŞMAKTADIR

(Umran Dergisi)   Şer İttifakı (Siyonizm-ABD-İngiltere-İsrail, AB) 21. yüzyılı “dijital dönüşüm” yüzyılı olarak öngörmekte, bu nedenle “büyü...