(Umran Dergisi)
“Ülkemizin halkı ülkemizin şerefi, ülkemizin halkı ülkemizin gerçek zenginliğidir.” Ebû Hamîd el-Gazali
Sırbistan’da başlayıp Kırgızistan’da şimdilik son bulan, ancak devam edeceği anlaşılan, medyada ‘Kadife Devrim’ diye nitelendirilen batı destekli İşbirlikçi Sivil Post Modern Darbeler dönemi çok önemli yeni bir süreçtir. Bu süreç, bu güne kadar alışılmış darbe süreçlerine benzememekte, asker doğrudan doğruya işin içine girmemektedir. Sırbistan, Gürcistan, Ukrayna ve Kırgızistan İşbirlikçi Post Modern Darbeleri, Genişletilmiş Ortadoğu’yu Kuşatma, ABD’nin yıkılan imajını düzeltme ve ABD hakimiyetini, kan bedeli ödemeden, kurma amaçlıdır. Yeni tip işbirlikçiler kazanma ve onlarla çalışma süreci olarak bakılabilir bu sürece. Bu süreç, ABD’nin İmparatorluk hayalleri ile beraber göz önüne alınarak iyi okunmalı, analiz edilmeli, iyi yorumlanmalı ve gerekli karşı önlemler alınmalıdır. Bu çalışmada bu konu ele alınmaktadır.
Gizli Dünya Devleti
Sovyetler Birliğinin çökmesi ile biten iki kutuplu
dünya dönemi, ABD’yi rakipsiz bir güç haline getirmiştir. ABD’nin patronajında
başlatılmak istenen Yeni Dünya Düzeni, cazip bir slogan olmaktan öteye
geçememiş, ABD patronluğu beklenen ilgiyi görmemiştir. Küresel olmasa bile yeni
bölgesel güçler, Çin, Rusya, Hindistan, Japonya ve AB ön plana çıkmaya
başlamıştır. ABD’nin bir arada var olma nedeni olarak görülen/ gösterilen ‘Dış
Tehdit’ ortadan kalkınca, ABD’nin bünyesindeki etnik kimlikler ön plana çıkmaya
ve ABD’lilik önemini kaybetmeye başlamıştır.
ABD’nin parçalanmaktan korunması, uluslararası arenada
kendine meydan okuyacak bir gücün ortaya çıkmasına mani olunması, ABD halkının
tüketim toplumu özelliğini muhafaza ederek ihtiyaçlarının makul ölçüler
içerisinde karşılanabilmesi ve uluslararası sermayenin önündeki tüm engellerin
kaldırılması, ABD’nin soğuk savaş sonrası stratejisinin dört ana belirleyicisi
olmuştur.
1800’lerden beri ABD, kapitalizmin putlaştırdığı bir şirket devlettir:
“Başkan Hayes(1876): Amerikan hükümeti şirketlerin,
şirketler tarafından, şirketler için yönetildiği bir hükümettir.” der.1
Başkan Woodrow Wilson, ‘Para babalarının önündeki engellerin ne pahasına olursa olsun kaldırılması’ talimatını verirken, bir şirket devletin başkanı olduğunun bilincindeydi.2
Ahlak ve adalet gibi kavramların kapitalizmde yeri yoktur. Kapitalizmin doğası, uluslararası sermayenin kârının maksimizasyonunu öngörür. Buna engel gördüğü her düşünce, her sistem ve her millet yok edilmesi gereken bir düşmandır:
“(Tüm müdahalelerde) Amaç, rakip toplumsal düzenlerin ortaya çıkmasını önlemek ve kapitalist bağımlı devlete karşı işleyebilir tüm alternatifleri ortadan kaldırmaktı... Tehlikede olan şu ya da bu Üçüncü Dünya ülkesindeki yatırımlar değil, bütün bir uluslar ötesi yatırımlar sisteminin uzun vadeli güvenliğidir. Bağımsız bir gelişme rotası izleyen hiçbir ülkenin, öteki halklar için tehlikeli bir örnek oluşturmasına izin verilmemelidir.”3
Bu uluslararası sermayenin çok öne çıkmasa da ideolojik bir kimliği vardır. Bu kimlik, Siyonizm olup bir dünya devleti kurma peşindedir. Gizli Dünya Devleti elindeki muazzam sermayeyi ve nüfuz ettiği bürokratları kullanarak ülkelerin kaderleri ile oynamaktadır. ABD bugün bu güç tarafından yönetilmektedir:
“(House Banking Commitee başkanı, kongre üyesi Wright
Patman):
‘Amerika’da aslında iki hükümet bulunmakta... Bir usûle göre teşekkül eden hükümet var... Bir de, aslında kontrol yetkisi Anayasa tarafından kongreye verilen , mali gücü idare eden, bağımsız, kontrol edilmeyen, koordine edilmeyen Federal Reserve Sistem mevcut.”4
Dünyada vuku bulan pek çok olayın asıl failleri sahnede rol alan aktörler değildir. Onlar birer figürandır. Asıl irade perde arkasında bulunmaktadır:
“Dünyada ki asıl malı güç, birleşmemiş olan şahsı bankaların kulisi arkasında kalan, (uluslararası veya büyük bankerler diye isimlendirilen) Investment olan bankerlerin elinde bulunuyor. Bu, merkez bankalarının ajanlarından çok özel, güç sahibi ve gizli olan uluslararası işbirliği ve ulusal hakimiyeti içeren bir sistem kurdu.”4
Eski Bakanlarımızdan Kâmran İnan; “Çok uluslu
şirketlerin insan satın almada ihtisasları vardır... Milletlerarası ekonomik
ilişkilerin görünmeyen tarafları, görünenden çoktur.”5 derken gizli bir gücün
varlığına dikkat çekmiş olmaktadır.
Bu gizli devlet, CFR, Bilderberg, Tri Lateral, Lions, Rotary gibi kuruluşlarla legal, Masonluk, Siyonizm gibi kuruluşlarla illegal olarak dünyayı yönetmeye ve ülkelerin kaderleri ile oynamaya çalışmaktadır. Bu yazıda biz ABD derken, görünen legal yapı ile görülmeyen illegal yapıyı birlikte kastetmekteyiz.
ABD İmparatorluğu İçin Genişletilmiş Ortadoğu’nun Kontrolü
ABD stratejistleri, ABD için gelecekte tehlike
olabilecek güçleri iki farklı boyutu/ekseni gözönüne alarak tespit
etmektedirler. Eksenlerden biri, askeri-ekonomik; diğeri ise değerler
sistemidir. Askeri-ekonomik olarak AB, Çin, Rusya, Hindistan, Japonya; değer
sistemi olarak da İslam muhtemel güç olarak düşünülmüştür.6
ABD’nin soğuk savaş sonrası stratejisinin nirengi noktası, gelecekte kendisine rakip olabilecek tüm güçleri şimdiden tasfiye edebilmek için gereken önlemleri almaktır:
“Stratejimiz şimdi, gelecekte potansiyel bir küresel
rakibin ortaya çıkışına meydan vermeyecek şekilde yeniden ayarlanmalıdır.”7
Bu sonucun elde edilebilmesi için hazırlanan ‘Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi’ (PNAC), ‘Merkez Bölge’ diye tanımlanan (Genişletilmiş Ortadoğu, Büyük Ortadoğu) bir bölgenin kontrolünü hedefler,8
Genişletilmiş Ortadoğunun enerji kaynaklarına ve onun ulaşım yollarına hakim olmakla ABD, rakiplerinin nefes boruları üzerine kontrolü kendisinde olan birer vana yerleştirmiş olacaktır:
“Irak’ta Mac Arhur tarzı bir askeri yönetim kuracağız ve petrol kaynaklarını ele geçireceğiz. Askeri yönetim, Suudi Arabistan dahil, petrol üreten Arap ülkeleri üzerinde ki denetimimizi garanti altına alacak. Suudi Arabistan ve Irak gibi iki büyük petrol kaynağını ele geçirip bu iki bölgede İslâmcı grupları yok ettikten sonra Amerika’nın dünya ekonomisini ele geçirmesi için çok önemli bir güç kazanacağız.”9
İki Farklı Güç
11 Eylül sonrasında ABD’nin izlediği politikalar,
dünyaya karşı takındığı tavır, ABD’ne Dünya Kamuoyunu kaybettirmiştir. Kamuoyunun
kafasında gıpta edilen, sevilen, saygı duyulan ABD yerle bir olmuş; bunun
yerine, korkulan, nefret edilen tehlikeli görülen, yalancı, ilkesiz, çifte
standartçı, iki yüzlü, barış ve insanlık düşmanı bir ABD gelmiştir. Artık ABD,
dünya kamuoyu nezdinde dünya barışı için en tehlikeli iki ülkeden (İsrail, ABD)
biridir. 11 Eylül’de dünya kamuoyuna karşı söylenen yalanla yapılan en büyük
yanıltma, aldatma faaliyetinin sonucunda gerçekte yıkılan, ikiz kuleler
değildi; yıkılan ABD rüyası, ABD imajı, ABD imparatorluğu, ABD güvenilirliği
idi.
Nobel ödüllü İranlı avukat Şirin Ebadi’nin Ebu Gureyp’teki olaylar üzerine söyledikleri, ABD’ye hayran olanların psikolojisinin dışavurumundan başka bir şey değildir:
“Amerika bir
zamanlar her yerde insan hakları konusunda ölçüt olarak alınırdı; ama şimdi,
Iraktan gelen resimleri gördüğümde, kendi kendime ne oldu o Amerikan
uygarlığına diye sordum.”10
Bu gerçeği gören Brzezinski, Amerikalıları kendileri ile yüzleşmeye çağırmaktadır: “Amerikalılar, kitle kültürümüzün dünya çapındaki, kültürel kutuplaşmayı hızlandırdığı gerçeği ile yüzleşmek zorundadır... Ulusal tarihimizde dünya kamuoyu, ABD’ye hiç bu kadar düşman olmamıştı.”10
ABD yönetimi, dünyada girdiği bu yalnızlığın farkına
varmış olmalı ki, Dünyada ki medyada nasıl algılandıklarını anlayabilmek için Doksan
milyon dolarlık bir bütçeyi araştırma için ayırmıştır.11
ABD politikalarında güç kullanımı konusunda çekişen
iki farklı yaklaşım vardır: ‘Sert Güç(Hard Power)’, ‘Yumuşak Güç(Soft Power)’.
‘Yumuşak Güç’ kavramı, ilk kez Joseph S. Nye tarafından 1990 yılında çıkan ‘Öncülüğe Mecbur: Amerikan Gücünün Değişen Doğası’ (“Bound to Lead: The Changing Nature of American Power”) adlı kitabında ortaya atılmıştır. Nye’ye göre Yumuşak Güç;
“Başkalarına cazip gelerek ve onları ikna ederek
hedeflerinizi benimsemelerini sağlayarak istediğinizi elde etme hüneridir...
Yumuşak güç, zorlama ve baskı değil işbirliği ve iknadır. Özü bir takım
değerlerde bulunur. Mesela demokrasi ve insan hakları, bir ülkenin kültürünün,
politik ideallerinin politikalarının cazibesiyle oluşur... Yumuşak güç kimin
kazandığına değil kimin hikayesinin kazandığına ilişkindir.. Enformasyon
çağında siyaset, sonunda kimin öyküsünün galip geleceği meselesidir.” 10
Nye’ye göre ‘Sert Güç’ ise: “Başkalarının sizin isteklerinize uymasını sağlayacak biçimde, askeri ve ekonomik imkanın havuç ve sopasını kullanma kabiliyetidir”.10
Giyim tarzı, düşünme tarzı ,eğlence, film, tiyatro,
müzik, ibadet ve değerler yumuşak gücün silahlarıdır. Bu silahlar, İnsanların
kalplerine, gönüllerine ve nefislerine yönelmişlerdir. Che Guevera’nın
arkadaşlarından Regis Debray:
“Blue-Jeanların ve rock’n roll’un gücü, tüm bir kızıl
ordunun gücünden fazla” demekle yumuşak gücün etkinliğine dikkat çekmiştir.11
Avrupa’nın göbeğindeki Berlin Duvarı; tek bir mermi atılmadan, hiçbir silah kullanılmadan yerle bir edilmiştir:
“(Michael Eisner, 1995) “Berlin duvarı Batının
silahları tarafından değil, Batının fikirleri tarafından yıkılmıştır. Peki bu
fikirleri taşıyan sistem nedir? Bu konuda Amerikan eğlence sektörünün açık
arayla başı çektiği kabul edilmelidir. En iyi ve en kötü filmlerimizde, TV
gösterilerimizde, kitaplarımızda ve kasetlerimizde, bir bireysel özgürlük
duygusu ve ancak hürriyetle gelebilecek bir yaşam tarzı içkindir. Bu özellik,
Steven Spielberg’in filmlerinde de , Madonna’nın şarkılarında da, Bill
Cosby’nin mizahında da bulunmaktadır”... “Eğlence endüstrisinin, tarihin yönünü
tayin etmede oynadığı rolle ne kadar övünsek azdır.”10
“Medya eleştirmeni Todd Gitlin: Amerikan kitle medyası küresel bir çekim yaratıyor çünkü mutluluğun devamlı olmadığı bir eğlence kültürünü yansıtıyor.”10
Gerçekten de Batı eğlence endüstrisi, başta gençlik
olmak üzere tüm insanları kendisine çekmekte başarılı bir cazibe merkezidir. Başlangıçta
gençleri mutlu ediyor gözüküyor; ancak nihayetinde uyuşturuyor,
yalnızlaştırıyor, kendisine, toplumuna ve ülkesine karşı yabancılaştırıp
sürüleştiriyor, eşyalaştırıyor.
Uluslararası İlişkiler Uzmanı Fuat Köymen, Antonio Gramsci’ye atıfta bulunarak üç kavram (‘yumuşak güç’, ‘hegemonya’, ‘lider’) arasındaki ilişkiyi şöyle açıklamaktadır:
“Yumuşak güç uluslararası ilişkilerde daha çok liderlik ve hegemonya kavramları ile birlikte kullanılıyor. Dünyada lider temelinde bir düzen kurulduğu zaman, liderin bu düzeni ne şekilde ve hangi mekanizmalarla kuracağı üzerine geliştirilen bir kavram. Lider, sistemdeki düzeni kurarken iki türlü mekanizmaya sahip. Bunlardan bir tanesi baskıya ve güce dayanan mekanizmalar ki, uluslar arası ilişkilerde daha çok askeri güçle düşünülen bir şey. İkincisi de daha çok ideolojik. Kültürel mekanizmalarla düzeni kurarken, düzeni oluşturan diğer aktörlerden rıza almak temelinde oluşturulan mekanizma... Sistemin lideri düzeni kurarken kendi kullanmış olduğu dilin diğer aktörlerin diline tekabül etmesi lazım. O yüzden de hegemonya, güç artı rıza olarak tanımlanıyor... Rıza temelinde hareket etmeyen yanı kendi diliyle düzenin diğer aktörleri arasında bir tekabüliyet kurmayan bir liderlik anlayışı zaten hegemonik olamıyor. Sadece baskıcı ve güç temelli olabiliyor. O yüzden de hegemonyanın oluşturucu temel referansı, rızanın oluşturulması yani liderin kendi çıkarlarına dönük dili sanki düzenin çıkarınaymış gibi lanse etmesi ve düzeni oluşturan diğer aktörlerin bunu kabul etmeleri gerekiyor”12
Johu Arquilla ve David Ronfeldt, 1992 yılında, ABD’nin Yumuşak Güç kullanımı ile ilgili iki aşamalı bir politika önermişlerdir:
“İlk aşamada Amerika’nın evrensel değerlerinin büyüleyiciliğine kapılabilecek bir ruh hali yaratmak. Daha sonra bu değerler üstünden Amerikan ideolojilerinin benimsenmesine uygun bir ortam oluşturmak.”13
Yumuşak Güç Kullanımı: Kadife Darbeler
ABD tarihi süreç içerisinde, bir dünya devleti
kurabilme stratejisine bağlı kalarak değişik ülkelerde, değişik zamanlarda,
değişik darbe yöntemleri geliştirmiştir. Bunları dört grupta sınıflandırabiliriz:
• Birinci
Nesil Darbeler: Fiili Askeri İşgal: Afganistan, Irak, Panama örnekleri.
• İkinci
Nesil Darbeler: ABD onaylı askeri cunta darbeleri. Türkiye’de 27 Mayıs, 12
Mart, 12 Eylül bu tür darbelerdir.
• Üçüncü
Nesil Darbeler(Postmodern Darbe): Askerlerin öncülüğünde sivil toplum
kuruluşlarının muhalefeti ile hükümetin devrilmesi. Türkiye’deki 28 Şubat bunun
en güzel örneğidir.
• Dördüncü Nesil Darbeler(Postmodern Kadife Darbeler): ABD işbirlikçisi STK’lar ile darbe; Sırbistan, Gürcistan, Ukrayna, Kırgızistan örnekleri.
Dördüncü Nesil Darbe, o ülkenin yerli görüntülü sivil toplum örgütlerinin önderliğinde kitle hareketi ile yönetimleri devirme sanatı olarak tanımlanabilir.
Kullanılan Yöntem
Burada, yerli işbirlikçiler aracılığıyla ülkeleri
içerden ele geçirmek ana yaklaşım tarzıdır. Baskın olan yumuşak güç
kullanımıdır. ABD’nin başlattığı bu süreçte ülkeler, içerden karıştırılmakta,
etnik ve mezhebi tüm ayrılıklar tahrik edilmekte ve tüm gayrı memnunlar iktidar
karşıtı bir safta birleştirilmektedir. Finansman ve medya desteği ABD’nin
STK’larınca karşılanmaktadır. Bu yeni dönemin Truva atı: Demokrasi, İnsan
hakları, özgürlüklerdir. ABD bu atla ülkelerin içine girmek istemektedir.
Dördüncü Nesil Darbelerin teorik alt yapısı, Avusturyalı düşünür Karl Popper’in ‘Açık Toplum ve Düşmanları’ adlı kitabına dayanmaktadır:
“Totaliterler zorunlu, hatta kaçınılmaz olarak baskıya
şiddete başvuruyorlar. Bu totaliter rejimlerin karşısına konabilecek bir
seçenek var. Gerçeğin kimsenin tekelinde olmadığı bir seçenek. Farklı
bireylerin değişik görüşleri taşıdığı, bu farklılıkların, bu çeşitliliğin barış
içerisinde bir arada yaşamasını sağlayacak kurumların gerektiği bir seçenek.
Yurttaşların haklarını o kurumlar koruyacak, ifade ve tercih özgürlüğünü yine o
kurumlar güvence altına alacak. Bu toplumsal örgütlenmeye bir ad koymak
gerekirse, Açık Toplum diyebiliriz.”14
Kadife Darbelerin Finansorü ABD’li spekülatör Soros’un vakfının isminin, Popper’den mülhem, ‘Açık Toplum’(Open Society) olmasına dikkat edilmelidir. Soros vakfını bu amaçla kurduğunu saklamıyor. Kadife darbelerde uygulanan yöntemin temel felsefesi ise, siyaset bilimci Gene Sharp’a aittir. ‘Şiddet İçermeyen Hareketin Politikası’ (‘The Politics of Nonviolent Action’) ve ‘Diktatörlükten Demokrasiye’ (‘From Dictatorship to Democracy’) adlı kitaplarında uygulanan yöntemi anlatır(14). G.Sharp’a göre:
“İktidar monolitiktir. Diktatörün kredisi azaldıkça ona itaatsızlık edecek olan bürokratların ve güvenlik güçlerinin sayısı da artar. Bu kitle kritik bir seviyeye ulaştığında ise diktatör iktidarı kaybeder. Muhalif güçler, işte bu anlayışa uygun nitelikte bir program uygulamalıdırlar.”14
G.Sarp, kitaplarında, ‘sivil itaatsizlik ve
uluslararası baskının’ diktatörlüklerin ‘aşil topuğu’ olduğunu ileri sürüyor ve
bu amaçla 189 farklı eylem metodu öneriyor.14
Gene Sarp’ın uygulamayı önerdiği yöntem şöyle özetlenebilir:14
• 1.
Nokta: Örgüt: Öncelikle tek kelimelik vurucu bir örgüt ismi ile gençler ve
öğrenciler arasında örgütlenme.
• 2.
Nokta: Slogan: Basit ve etkileyici bir slogan oluşturma ve yayma.
• 3.
Nokta: Medya: Ulusal ve uluslararası medya desteği.
• 4.
Nokta: Finansman: Uluslararası vakıf ve sivil toplum örgütlerinin parasal
desteği.
• 5.
Nokta: Seçimlere Hazırlık: Seçimler halkın sokağa dökülmesi için en uygun
dönemlerdir. Bunu için alt yapı çalışması yapmak.
- Seçimlerden
altı ay kadar önce seçimlere hile karıştırılacağı şüphelerini yayarak seçimlere
gölge düşürmek.
- Seçim
sonuçları ne olursa olsun seçimlerin adil yapılmadığı ve seçimlere hile
karıştırıldığı iddiasını gündeme getirmek.
- Seçimlere
gözlemci olarak gelen batılı uluslararası teşkilat temsilcilerinin bu iddiayı
destekleyerek sorunun uluslararası arenaya taşınmasını sağlamak.
• 6.
Nokta: Gerilim Artırma:
- Ekonomik
manipülasyon yaparak bunalımı körüklemek.
- Etnik
ve mezhepsel farklılıkları kaşımak.
• 7.
Nokta: Gayri Memnunları Toparlama:
- Kitlelerin
takip edebileceği tanınan insanları lider olarak öne çıkarma. Eski yönetimden
dışlanmış popüler isimler uygun olabilir.
- Yönetime
karşı olan tüm gayri memnunları bir çatı altında toplama.
• 8. Nokta:
Asker ve güvenlik güçlerini kazanma ya da tarafsızlaştırma: Yönetimin yanında yer almamasını, en
azından olaylara müdahale etmemesini, tarafsız kalmasını ve fakat muhalefeti de
açık bir şekilde destekleyerek askeri darbe görüntüsü de verilmemesini
sağlamak. Böylelikle kitlelerin daha cesur davranması sağlanıyor, katılım
artıyor.15
• 9.Nokta:
Sokak Hakimiyeti: Taraftarları sürekli olarak sokakta tutarak yönetimin
otoritesini ve iradesini kırmak. Bu gelişme yönetimi yalnızlığa iter, kendisine
bağlı güçlerin itaatsizlik oranında ‘kritik düzeyin aşılmasını’ sağlar ve
muhalefetin halk desteğini hızla artırır.
• 10. Nokta: Sonuç: Yönetimin(diktatörün) şiddet uygulanmadan kansız bir şekilde yıkılışı.
Kadife darbelerin başarılı olmalarının nedenlerini ortaya çıkarabilmek için iyi bir analiz yapılması ve olaya etki eden tüm parametrelerin göz önüne alınması gerekir. Olayları iç ve dış dinamikler kapsamında iki boyutlu bir uzayda ele alabiliriz (Bunların ayrıntılı incelenmesine burada yer verme imkanı yoktur):
İç Dinamikler
Kadife Darbe sürecine etki eden, onu kolaylaştıran ve hatta hızlandıran iç parametreleri aşağıdaki başlıklar altında toplayabiliriz:
• ‘Siyasal
Kültür ve Yapılar’
• Ekonomik
Yapı
• Toplumsal
Yapı
• İktidarın
Durumu
• Muhalefetin
Durumu
• Kitle
İletişim Araçlarının Durumu
Dış Dinamikler
Bu darbelerde etkili olan dış parametreleri aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:
• Ülkenin
Stratejik Durumu
• Diş
güçlerin Tutumu
• Kitle iletişim Araçlarının Tutumu
Kadife Darbelerin ortak noktalarını aşağıdaki gibi
özetleyebiliriz:
1-Darbeyi sembolleştirecek ve isim babası olacak
çiçekler, renkler ve giysiler
seçilmiştir. İsimlendirmeler buna uygun yapılmıştır: Gürcistan Kırmızı- Gül
Devrimi, Ukrayna Turuncu-Kestane Devrimi, Kırgızistan Sarı-Lale devrimi.14,15
Kitlelerin elbiseleri buna göre şekillendirilmiştir ve
ellerinde çiçekler bulunmaktadır.
2-Üniversite gençliği öncü rolünü oynamıştır. Gençler,
rock konserleri, eğlencelerle protestocuların safına çekilmiştir. Batılılar
gibi yaşamak isteyen gençler örgütlendirilmiştir.16 Sovyet zulmünden yeni
çıkmış, sağlam değerleri olmayan, ekonomileri bozuk ve yönetim tarafından baskı
altında tutulmuş bu ülke insanlarının medya kitle kültürü ile batıya hayran
hale getirilmesi pek zor olmamıştır. Bunun sonucunda Batı ile işbirliğinde
anormal bir şey görmemişlerdir.
Kıbrıs gençliğinde benzer psikolojinin meydanlara
yansıdığını hep beraber gördük. Genç partinin %7.5’lik bir oy potansiyeline
ulaşmış olmasında medya kitle kültürünün etkisi olduğu unutulmamalıdır.
3- Tek isimli bir gençlik örgütü popüler hale
getirilip örgütlenme onun etrafında gerçekleştirilmiştir: Sırbıstan’da Otpor(Direniş),
Gürcistan’da Kmara(Yeter), Ukrayna’da Pora(Zamanı Geldi), Kırgızistan’da Birge(Birlikte).
Ukrayna’da Znayu, 100 sivil toplum örgütünü bünyesinde
barındıran bir çatı örgüt olmuştur. 30 bin kişilik bir öğrenci potansiyeline
ulaşmıştır. Kırgızistan’da çatı örgüt olarak Kel Kel, 170 sivil toplum örgütünü
bünyesine almıştır.14-16
4- İçerde ve dışarıda medya desteği sağlanmıştır:
Sırbistan’da B-92 Radyosu, Gürcistan’da Rustavi-2 televizyonu, Ukrayna’da Kanal
5 televizyonu, Kırgızistan’da Res Publica ve MSN Gazeteleri, ayrıca Bişkek’teki
ABD dışişleri bakanlığının basımevi 60 değişik yayını basarak destek vermiştir.14
5- Tümünün finansmanı yabancı vakıf ve sivil toplum
örgütleri tarafından karşılanmıştır. Sırbistan’da Soros vakıfları; Gürcistan’da
Soros Vakfı, Freedom House Uluslararası Demokrasi Enstitüsü; Ukrayna’da
Soros’un Açık Toplum Vakfı, Freedom House, Amerikan Cumhuriyetçi Partiye Yakın
IRI, Amerikan Demokrat Partiye yakın NDI sivil toplum kuruluşları, ABD-Ukrayna
Vakfı; Kırgızistan’da USAID, Freedom House, National Democratic Institüte(NDI),
İnternational Republician İnstitute(IRI), Open Society İnstitute(OSI=Soros’un
Açık Toplum Enstitüsü).
Kel Kel’in bütçesi 110 bin dolar olup NDI tarafından
sağlanmıştır. Kel Kel içerisindeki ‘Yolsuzluğa karşı Sivil Toplum Kuruluşu’na
NED (Ulusal Demokrasi Fonu) tarafından 25 bin dolar yardım yapılmıştır,
Sakaşvili ve yeni yönetimin maaşları uzun zaman Soros vakfı ve BM tarafından
ödenmiştir.14,15
6- ABD elçilikleri olaylara destek verip yönlendirme
yapmışlardır. Sırbistan’da Belgrat ABD büyükelçisi Richard Miles, Gürcistan’da
Tiflis ABD büyükelçisi Richard Miles, Ukrayna’da Kiev büyükelçisi John Herbst,
Kırgızıstan’da Bişkek ABD büyükelçisi Steven Young.
Steven Young, 2004 yılında, “Eğer Kırgızistan’da
iktidar barışçı yollarla el değiştirirse, bu durum bütün komşu Orta Asya
devletlerinin vatandaşlarını umutlandıracaktır.”14 diyerek olayları tahrik
etmiştir. Keza darbeden bir hafta önce internette yayınladığı raporla darbenin
planını Kırgızistan halkına sunarak yönlendirme yapmıştır. Muhalefetin
eylemlerini desteklediğini kamuoyuna duyurmuştur.14
7- Eylemi götüren örgütlerin eğitimleri, yabancı
vakıflar tarafından finanse edilip Sırbistan üzerinden gerçekleştirilmiştir.
Sırbistan’daki örgütler, diğer ülke gençlik örgütlerini eğitmede
kullanılmıştır. Hatta Sırbistan gençliği, diğer ülkelerdeki eylemlere bizzat
iştirak etmiştir. (Gürcistan)Skaşvili ve arkadaşları Soros vakfı tarafından
Belgrat’a götürülerek eğitilmişlerdir. Sırbistan’daki Otpor Örgütü (kitleleri
kazanma ve yönlendirme konusunda) Pora(Ukrayna) üyelerini eğitmiştir. Znayu tüm
il ve ilçelerde seçmenlere seçimle ve adaylarla ilgili eğitim vermiştir.15,16
Moldova, Belarus, Rusya ve orta Asya ülkelerinden
gelen gençler, eğitime tabi tutulmuştur.15
8- Muhalefet liderlerinin tümü daha önce yönetimde
bulunup bir şekilde dışlanmış olan kimselerdir. Batıda eğitim almış ve batı
eğilimlidirler. Bu ülkelerde gençliğin yanı sıra kadınların önemli rolü olmuş,
kadın liderler kitleleri sürüklemiştir.
Bayan liderler: Gürcistan’da Nino Burcanadze,
Ukrayna’da Yulya Timaşenko, Kırgizistan’da: Roza Otunbayeva.16
9- Ülkelerin hepsinde etnik ve mezhepsel
huzursuzluklar kaşınmıştır:14,16 Gurcistan’da; Acara, Osetya, Abhazya,
Javakheti, Ukrayna’da; Doğu-Batı, Rus-Ukraynalı, Rusça konuşan Ukraynalılar, Kırgızıstan’da
Özbek-Kırgız.
10-Düğmeye seçimlerle birlikte basılmıştır.
Sırbistan(2000), Gürcistan(2003), Ukrayna(2004), Kırgızistan’da(2005). Ancak bu
ülkelerin tümünde seçimlerden yaklaşık 6 ay kadar önce seçimlerin adil olması
ve hile yapılmaması için kampanya açılarak farklı örgütler arasında dayanışma
sağlanmıştır. Bu arada kamuoyu hile konusunda şartlandırılarak bir şuur altı
oluşturulmuştur. Seçimlerden önce yapılan anketlerle muhalefetin iktidardan
daha ilerde olduğu kanısı yerleştirilmiştir. Seçimlerden sonra da hile var
diyerek kampanya başlatılmıştır.14, 16
Yabancı vakıflar, medya ve siyasiler işin içerisine
girmiş, AGİT ve diğer gözlemci kuruluşlar aracılığıyla seçim sonuçları,
uluslararası camiaya taşınıp mevcut yönetim baskı altına alınıp
yalnızlaştırılmıştır.
Ukrayna seçimleri ile ilgili olarak ABD Başkanı Bush ve AB Dışişleri sorumlusu Javier Solana; ‘Seçim sonuçlarını kabul etmediklerini’ ilan etmişlerdir.14, 16
Ukrayna darbesinden sonra George Soros: “Orta Asya
ülkeleri de Ukrayna ve Gürcistan örneklerini izleyerek değişmelidirler.” demiş
olması, ABD şirket devletinin olaylara ne derece müdahil olduğunun bir
göstergesidir.14
AB Dış Politika Temsilcisi Javier Solana, Brüksel’de
yayınladığı bildirisinde: “Kırgızistan’daki olayları yakından takip ediyoruz.
Parlamento seçimlerinin uluslararası normlara uymaması ve halkı tatmin etmemesi
konusunda endişeliyiz. Bu durum ülkede gerilim yaşanmasına neden oluyor”14
demekle istenen desteği sağlamıştır.
11-Bu ülkelerin hepsinde yolsuzluk, yoksulluk, işsizlik, yandaşlık ve adaletsizlik en hakim unsur olmuştur. Değer sistemlerinde ciddi bir erozyon vardır. Millet olma bilincinde ciddi kırılmalar mevcuttur. Batının medya kitle kültürü, büyük bir batı hayranlığı oluşturmuş ve batılı gibi yaşayabilmek için para etkin bir unsur olarak öne çıkmıştır.
Sonuç: Kadife Darbelerden Alınması Gereken Dersler
Genişletilmiş Ortadoğu(GO) kapsamına giren ülkelerde,
önümüzdeki dönemde yapılacak seçimlerde benzer hareket tarzını beklemek yanlış
bir değerlendirme olmaz. Şimdiden medya aracılığıyla ‘sırada kim var’,
‘sıradaki’ kampanyası başlatılmış bile. Dört ülkedeki darbelerin başarıyla
sonuçlanmasının oluşturduğu psikoloji, hedef ülkeleri çok ciddi bir şekilde
etkileyecektir. ABD’nin yumuşak güç kullanmaya dayalı bu taktik hareketi için
hedef seçilen ülkeler; Sovyetlerden kopmuş, Rus/Çin baskısından kurtulamamış,
ekonomisi bozuk, baskı, yolsuzluk, yoksulluk, yandaşlık ve adaletsizliğin
baskın olduğu ülkelerdir. Genişletilmiş Ortadoğu’nun sınır/çevre ülkeleridir. ABD,
sert güç kullanarak Afganistan ve Irak’ı işgal ederek GO’nun merkezine
yerleşmiştir. Şimdi de kadife darbelerle ya da yumuşak güç kullanarak GO’yu
çevreden kuşatmaktadır.
Önemli olan bir nokta da; dünya kamuoyunun dikkatini
Suriye, İran ve Filistin üzerine çekecek çıkışlar yapıp rakiplerine daha
kuzeyde darbe vurmasıdır. Stratejistlerin ‘Dolaylı Tutum’ dedikleri bir
stratejiyi uyguladığı görülmektedir. Bu nedenle Geniş Ortadoğu kapsamına giren
her ülke hedeftir ve en büyük hedef de Türkiye’dir.
Geniş Ortadoğu’nun neredeyse tamamı, Türkiye’nin
güvenlik alanıdır. Türkiye’nin güvenliği, Bosna’dan Çin Seddine; Kırım’dan
Güney Afrika-Endonezya eksenine kadar olan geniş bir alanla ilgilidir.
Türkiye’nin güvenlik alanını, Misak-ı Milli içerisine hapsederseniz içeri
kapanır, sonra da Irak’taki gibi olaylar vuku bulduğunda eliniz kolunuz bağlı
kalırsınız. Bu geniş coğrafyaya dönük daha ufuklu, daha kuşatıcı politikaları
zamanında geliştirmezseniz, bu coğrafyayı kuşatacak bir üst kimlik inşa
edemezseniz, kriz zamanlarında seyretmekle yetinirsiniz. Türki cumhuriyetler ve
İslam ülkeleri, ABD, Rusya, Çin, Hindistan ve AB’den daha çok bizi ilgilendiren
bölgeler değil midir? Herhalde bunun sorumlusu, bu ülkeyi yıllardır
yönetenlerden başkası değildir.
Kadife darbelerin yapıldığı ülkelerin ortak bir
özeliği de, komünizmden sonraki dönemde ciddi ve tutarlı bir değer sistemi inşa
edememiş olmalarıdır. Erozyona uğramış değer sistemleri, Batının medya kitle
kültürü aracılığıyla neredeyse tasfiye edilmiş, yerine batının eşyalaştırıcı ve
sürüleştirici eğlence kültürü yerleştirilmiştir. Hedef olarak da gençlik
seçilmiştir. Kadife darbeler, böyle bir değer erozyonunun sonunda gelmiştir.
AB’nin Kıbrıs’ta benzer bir operasyonu yaptığını, ‘Evet’ kampanyasını gençlerin
öncülüğünde başarıyla götürdüğünü unutmamalıyız. Bu gelişme karşısında
Denktaş’ların feryatları hiçbir anlam ifade etmemiştir. Çünkü 30 yıl iktidarda
olup da gençliğini, toplumsal değerleri göz önüne almadan batılı değerlere göre
yetiştirenlerin, bu gün şikayet etmeye hakları yoktur.
Genelkurmay Başkanı’nın medya eğlence kültürünün tahribatına dikkat çekmesi çok önemlidir. Çünkü askeri bürokrasi hatırlayabildiğimiz kadarı ile ilk defa böyle bir tehlikenin varlığından şikayet etmektedir. Bu faaliyetleri, “düşman güçlerin ‘beşinci kol faaliyeti olarak” değerlendirmesi, Kadife Darbelerle bu faaliyetler arasında ilişki kurulduğu manasına gelmektedir. Yapılan, bir malumun asker diliyle ilanıdır. Çözüm önerilmemektedir. 100 yıllık batılılaşma hareketi sürecinde bu ülkede dini ve milli ne varsa tasfiye edilmek istenmiştir. Bu hareketin sonucunda milli ne varsa neredeyse tasfiye edilmiş; Din ise kendi asli kaynaklarının var olması nedeniyle varlığını devam ettirebilmiştir. Toplumsal bunalım ve Batılı medya kitle kültürünün istilasının yoğunlaştığı dönemlerde insanlar, Din’i koruyucu bir kalkan olarak görüp altına sığınmışlardır. Türkiye’de Din’in halk kitleleri indinde yaygınlaşması batının eğlence kültürüne bir tepki ve bir karşı duruşun ifadesidir. İslam’ın, inkarcılığa, yabancılaşmaya, sürüleştirmeye ve eşyalaştırmaya dayalı bu şeytanî güce karşı çıkması kaçınılmazdı.
Genelkurmay Başkanı dini bireysel bir olgu olarak
tanımlamaktadır.17 İslam dini bireysellik dini değildir. Bireyi, toplumu ve
nesilleri yaşamla birlikte bir bütün olarak ele alır. Bireyin vicdanına veya
mabetlere hapsedilmiş bir din İslam değildir. İslam’ın hiçbir kaynağında böyle
bir ilke, böyle bir tanımlama bulmak mümkün değildir. Bu tür tanımlamalara,
yorumlamalara girip Müslümanları rencide etmenin kime ne fayda sağladığı iyi
düşünülmelidir. İslam, bu ülkenin hatta Genişletilmiş Ortadoğu’nun
çimentosudur. Türkiye’deki sivil ve askeri bürokrasinin ve aydınların bu
gerçeği görmelerinde fayda vardır.
Türkiye’de herkes şunu kendine sormalıdır: Hangi üst
kimlikle ve hangi değerlerle bölünmekten ve batının istilasından kurtulabiliriz?
Evet bu soruya bu ülkeyi seven herkes gerçekçi bir şekilde cevap aramalıdır.
Hakaret ve sopa göstererek çözüm arama devri kapanmalıdır.
Türkiye’de Türk-Kürt, Alevi-Sünni ve laik-anti laik
olmak üzere üç önemli fay hattı vardır. ABD ve AB, bu fay hatlarını anında
harekete geçirebilecek bir gerilimde tutulmasını istemektedirler. Türkiye’de
uzun zamandır, Türk-Kürt, Alevi-Sünni ve laik-anti laik çatışması için gerekli
alt yapı çalışmaları ABD ve AB tarafından yapılmaktadır. Farklılıklar tezada
dönüştürülmeye çalışılmaktadır.
Son Bayrak ve İstiklal Marşı operasyonları ile Türk-Kürt
fay hattı harekete geçirilmek istenmiştir. Tarafların basiretli davranması ile
şu an için fay hattı tetiklenememiştir. Ancak bu, bundan vazgeçildiği anlamına
gelmemelidir. Bu konuda düşmana fırsat verecek tutum ve uygulamalardan
kaçınılmalıdır. Aynı toprakları yıllarca paylaşmış ve savunmuş, şehitlerinin
kanları birbirine karışmış bu iki aslı unsur arasındaki kavga nedeni olabilecek
tüm konular çözüme kavuşturulmalıdır.
Son 2,3 aydır ABD ve AB medyasında Türkiye aleyhtarı
yayınlar yapılmaktadır. Özellikle şimdiye kadar baş tacı yaptıkları AKP
hükümeti ağır bir şekilde eleştirilmektedir. Şimdiye kadar Laiklik uygulamasını
ve Kemalizm’i eleştirenlerin, birden bire Laikliğin ve Kemalizm’in tehlikede
olduğuna dair yayın yapmaya başlamaları dikkat çekicidir. Kime ve ne için mesaj
gönderilmektedir? Türkiye’deki sistemin ne olduğunu çok iyi bilmiş olmalarına
rağmen ısrarla ‘Ilımlı İslam Cumhuriyeti’ nitelemesinde bulunmaları, RAND
vakfının yayınladığı rapor çerçevesinde, Türkiye’deki 3. fay hattı (laik-anti
laik) üzerindeki gerilimi artırarak daha fazla taviz koparmak için olamaz mı?
Genelkurmay Başkanının yaptığı konuşma, bu boyutu ile ABD’nin tuzağına
düşüldüğü anlamına gelmektedir. Müslümanları mürteci gibi gösterme, ülkeyi
İslam ülkesi olarak görmeme, Din’i vicdanlara hapsetme gibi söylemler,17 bu
ülkenin yararına değil zararınadır. Ne İslam bir irtica hareketidir; ne de
Müslümanlar mürtecidir.
Yıllardır bu ülkede din ve dindar baskı altında
tutulmuş ve horlanmıştır. Gayri memnunlarını artıran bir ülkenin iç barışı
sağlaması mümkün değildir. Halkı dış manipülasyonlara açık hale getirmemek,
ülkeyi yönetenlerin dikkat etmesi gereken çok önemli bir yönetme ilkesidir.
Osmanlı İmparatorluğunun hatta bütün imparatorlukların dağılmasında en temel
parametrenin adaletsizlik ve zulüm olduğu hiçbir zaman göz ardı edilmemelidir.
ABD’nin başlatıp devam ettireceği anlaşılan Kadife
Darbelerin tümünün dayanak kitlesinin, o ülkenin gayri memnunları olduğu
unutulmamalıdır. Bu ülkede yeteri kadar gayri memnun vardır. Bunları artırmak
veya memnuniyetsizlik düzeyini derinleştirmek stratejik bir bakış olmasa gerek.
Diğer taraftan medya kültürünün yaptığı değer erozyonu
ile İslam’ın aynı kategoride mütalaa edilmesi, hata olmuştur. Medya, Batının
kitle kültürünün yayılmasına hizmet emekle; Batının yumuşak güç (Genelkurmay
Başkanı Beşinci Kol faaliyeti diyor.) kullanması için gerekli alt yapıyı
hazırlamış olmaktadır. Türkiye’de, Batının bu yumuşak gücüne karşı çıkarılabilecek
İslam’dan başka bir güç var mıdır? Eğer mevcut sistemin değerleri, bu çürümeye
karşı durabilseydi; Denktaş’ların ve Genelkurmay Başkanının şikayet ettiği bir
gençlik, ne Kıbrıs’ta ne de Türkiye’de meydana gelmemeliydi. Tüm dünyayı saran
inanç boşluğunun meydana getirdiği depremden Türkiye’nin gerektiğince payını
almamasının en temel güvencesi İslam’dır. Ecevit hükümeti zamanındaki ekonomik
krizde insanların, Latin Amerika ülkelerinde olduğu gibi birbirinin boğazını
kesmemelerini ve etrafı yağmalamamalarını İslam’a borçluyuz. Devletin İslam
devleti olmadığı doğrudur. Ancak halkının ‘%99’u Müslüman olan’ bir ülkenin İslam
ülkesi olmadığı ilk defa ifade edilmektedir.17 Bunun ülke halkını derinden
yaralayacağı ve bir güven bunalımı meydana getireceği düşünülmeliydi.
Tüm dünyada İslam’a savaş açmış, haçlı seferlerini
başlatmış bir ABD’nin, Türkiye’den Ilımlı
İslam Devleti diye bahsetmesinin nasıl bir havuç olduğunu görememek çok
büyük bir yanılgı olur. Genişletilmiş Ortadoğu Projesinin uygulamaya sokulduğu
bir dönemde, Türkiye’nin ihtiyacı kavga değil barıştır. Bunun da yolu
kurumların birbiri ile uyumlu bir şekilde çalışması ve devletin millet için
olduğu gerçeğinin unutulmamasıdır.
Kadife darbelerin en belirgin özelliklerinden biri de,
Sivil Toplum Örgütlerinin öncülük yapması ve bunların uluslararası vakıf ve
STK’lar tarafından finanse edilmeleridir. ABD ve AB’nin ülkemizde de benzer
çalışmaları yürüttüğü bilinmektedir. AB’nin 32 milyon Euroluk fonundan sivil
toplum kuruluşlarına proje karşılığı para verilmektedir.18 Dikkat edilmesi
gereken en temel nokta, bu ülkedeki hiçbir sivil toplum kuruluşunun, böyle bir
işbirliğine yaklaşmamasıdır. Özellikle dini ve milli hassasiyetleri yüksek
olanların böyle bir şeye karşı açık ve net bir tavır alması gerekir.
ABD, Genişletilmiş Ortadoğu Projesi çerçevesinde
işgali daha rahat gerçekleştirebilmesi için her türlü muhalefeti, içerden
kompanze etmeye çalışmaktadır. Bu nedenle sivil toplum kuruluşları ile diyaloğu
artırmaya uğraşmakta ve bu arada bazılarını işbirlikçi konuma sokmak
istemektedir. Bu amaçla Katar’ın başkenti Doha’da Washington merkezli Brookings
İnstitution adlı liberal düşünce kuruluşu, İslam dünyasındaki değişik cemaat ve
aydınları bir araya toplamıştır. Burada ABD’li yetkililer katılımcılara işbirliği
önerisinde bulunmuşlardır.19
Diğer taraftan ABD, bir sivil toplum örgütü olarak
gözüken Amerikan Uluslararası Yardım Kuruluşu USAID aracılığıyla Bangladeşli 5
bin din adamını 18 ay süreyle ABD’ye getirip bir eğitime tabi tutarak kazanmaya
çalışmaktadır. Keza aynı proje çerçevesinde değişik Müslüman ülkelerden 500
civarında din adamını da götürüp eğitmeyi planlamıştır.20 Anlaşılan odur ki
ABD, Sert Güçle yerleşemediği bir coğrafyaya Yumuşak Gücüyle yerleşmek
istemektedir. Bunun için de hedef kitle olarak Müslüman cemaat, vakıf ve
dernekleri seçtiği anlaşılmaktadır. Bu teşebbüs yeni işbirlikçiler elde etmeye
dönük olduğu gibi; İslam’ın içerisinde yeni ihtilaflar çıkarmaya ve sapma
hareketlerini destekleyip geliştirmeye de dönüktür.
Önümüzdeki günlerde(30.04-1.05.2005,İstanbul) TGTV’nin
öncülüğünü yapacağı, ‘Uluslar arası İslam Dünyası STK’ları Konferansı: Değişen
Dünyada Yeni Bir Vizyon Arayışı’ toplantısında Doha’daki hataya düşülmemelidir.
Hiçbir sivil toplum kuruluşu, ABD ile işbirliğine girmemeli ve yardım
almamalıdır.
Unutmayalım ki;
‘Yardım almaya alışanlar zamanla buyruk almaya da
alışırlar’.
Ve unutmayalım ki;
“Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinenler, onların yanında izzet (güç ve şeref) mi arıyorlar? Bilsinler ki bütün izzet yalnızca Allah’a aittir.”(4/139)
Kaynaklar
1. Ataöv T., ’ABD; “şirketlerin, şirketler tarafından,
şirketler için yönetimidir” ‘, NPQ,
cilt 6, Özel sayı, 2004, S:18-21
2- Garaudy R., Çöküşün
Öncüsü ABD, Nehir Yay, İstanbul, 1997, S: 51
3- Parenti, M.,İmparatorluğa Karşı, Çeviren Özcan Buze, Kaynak y.,İstanbul.(1996) s:49-50
4-Allen G. Gizli
Dünya Devleti, Milli Gazete, İstanbul 1996,
5- İnan k., Hayır
Diyebilen Türkiye, TİMAŞ, İstanbul
6- Huntington,S.P., Medeniyetler Çatışması, Vadi Yay, Ankara, 1997 S.:120
7- New York Times, 8 Mart 1992
8- Huntington,S.P., a.g.e., S:80
9-Karagül İ., ‘Enerji Savaşları ve Yeni Dünya
Haritası’, Umran Dergisi, Sayı 95,
Temmuz 2002, S:20-27)
10- Gardels N., ‘Amerikanın Yumuşak Gücünün Yükselişi
ve Düşüşü’,NPQ, cilt 7, Sayı 1, 2005 S:36-43
11- Tartışma, ABD’nin Yumuşak Gücüne Ne oldu? NPQ, cilt 7, Sayı 1, 2005 S:8-20
12- Köymen, F.,Yumuşak Güç ve AKP’nin İkilemi, NPQ, cilt 7, Sayı 1, 2005 S:28-29
13- Talu U., Yumuşak ve Şefkatlı, NPQ, çit 7, Sayı 1, 2005 S:16-27
14- Kırgızistan Kadife Devrim Dosyası, Araştırma Kültür Vakfı, 2005
15-Başyurt E., Kadife Devrimin Yeni Hadefi: Orta Asya,
Aksiyon, 28.03.2005, S:34-37
16- Ukrayna Dosyası, Araştırma Kültür Vakfı, 2005
17- Genel Kurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök’ün Harp
Akademilerindeki Yıllık Değerlendirme Konuşması, 20/04/2005
18- Para-Piyasa,
11/05/2004
19- Yeni Şafak,
15/05/2005
20- Yeni Şafak,
19/05/2005
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder