1 Nisan 2004 Perşembe

Tevhid Dininin Temel Değerleri ve Sırat-ı Müstakîm

 (Umran Dergisi)

“Bu benim dosdoğru olan yolumdur, şu halde ona uyun. Sizi O’nun yolundan ayıracak başka yollara uymayın. ” (6/153)

 

Geçen sayıdaki incelemede din kavramının beş ana boyutu ihtiva eden anlamsal bir sahaya sahip olduğu sonucuna varmıştık. Bu beş ana boyut, bu çalışmada çok kullanılacağından hatırlatılmasında fayda vardır:

1.Boyut: Yüce, yüksek egemenlik sahibinden gelen üstünlük, galibiyet ve mutlak hakimiyet; tek ve mutlak otorite.

 2.Boyut: Bu yüce, yüksek egemenlik sahibinin verdiklerine karşı kendini borçlu hissedip ona boyun eğmek, itaat etmek, tapınmak, hizmet yapmak, ibadet yapmak.

 3.Boyut: Yüce egemenlik sahibi yüksek otoriteden gelen değerler sistemini benimseyip yaşama aktaran insan topluluğu, ‘Millet’, Ümmet.

4.Boyut: Bu yüce egemenlik sahibi yüksek otorite tarafından vazedilen değerler sistemi çerçevesinde fıtrat üzerine inşa edilen inanç, düşünce ve ameli nizam (Hayatın her alanının vaaz edilen değerler sistemine göre tanzim edilmesi).

5.Boyut : Yüce egemenlik sahibi yüksek otoriteden gelen değerler sistemine karşı insanın gösterdiği tepkiye bağlı olarak verilen ödül ve ceza sistemi.

İster Tevhid Dini, isterse şirk dini olsun hepsinde bu beş ana boyut bulunmaktadır. Bu boyutlar, dinleri birbirinden ayıran ana parametrelerdir. Her dinde bu 5 boyut arasında, kendi içerisinde bütünlük sağlayacak şekilde, özel bir bağ vardır. Bu boyutlardan biri veya bir kaçı koparıldığında din, kendi orijinalitesinden koparılmış, yeni bir din inşa edilmiş olmaktadır. Bu din, eski dinle aynı değildir; yapı değişmiştir artık. Bu nedenle Tevhid dininde beş boyutun neler olduğu ve bunlara yüklenen anlam alanlarının nasıl anlaşılması gerektiği açık ve anlaşılır bir şekilde ve derinlikte ortaya konmalıdır. Ancak o taktirde bugün Tevhid dinine karşı başlatılan saldırıların mahiyeti ve hedefi anlaşılabilir.

Bu çalışma, Kur’ân’da din ve yol kelimesinin geçtiği âyetler göz önüne alınarak hazırlanmıştır. Kur’ân’da konumuzu destekleyen daha başka âyetler vardır, şüphesiz, Ancak bunlara mecbur kalmadıkça baş vurulmamıştır. Okuyucunun bu noktayı unutmamasında fayda vardır.

Tevhid Dinin Beş Boyutu

Tevhid dini dediğimizde, kafamızda canlanması gereken olmazsa olmazlar nelerdir? Bunu, dinin 5 boyutunu göz önüne alarak cevaplandırmalıyız.

1.Boyut: Tevhid dininde, en yüce, yüksek mutlak hakim otorite, Allah’tır. Allah, Kur’ân-ı Kerim’de ‘Esma-ul Hüsna’ diye ifade edilen 99 sıfatla kendini tanıtmaktadır. Konumuzla bağlantılı en önemli iki vasfı, Rab’lik ve İlah’lık vasfıdır. (Bu konuda Mevdudi’nin Kur’ân’ın Dört Temel Terimi adlı kitabının okunması yararlı olur.)

Rab kavramı, Kur’ân-ı Kerim’de; 1-terbiye etmek, yetiştirmek geliştirmek; 2- toplamak, yığmak, hazırlamak; 3- mesuliyetini yüklenmek, ıslah etmek, koruyup gözetmek; 4- üstünlük, efendilik, başkanlık, sözünü geçirmek, istediğini yapabilmek; 5- malik olmak, sahip olmak anlamlarında kullanılmaktadır.1

Rab sıfatı ile Allah kendisini, insanları terbiye eden , onlara yol gösteren, onlara nasıl yaşamaları gerektiği konusunda kanun, nizam vaaz eden ve hüsrana uğramaması için onları koruyup kollayan en üstün otorite olarak tanıtmaktadır.

İlah kavramının anlamı ise; 1- ihtiyaçları görme; 2- himaye etme, 3- teselli ve sükunet verebilme, 4-yücelik ve üstünlük, 5- mabudun ihtiyaçları görebildiği ve himaye edebildiği beklentisini doğurabilecek yetki ve güçlere sahip olabilmek, şahsiyetinin gizemli olması ya da ortalıkta bulunmaması, insanın ona iştiyak duyması.1

İlah sıfatı ile Allah kendisini, koruyucu, kollayıcı, sığınılacak merci, huzur ve sükun verici, ihtiyaçları giderici ve insanın ona yönelmesi için gerekli donanımlara sahip en üstün bir otorite olarak tanıtmaktadır.

Bu iki vasfı ile birlikte Allah, en yüksek otorite olarak mutlak hakim, mutlak kanun koyucu, hüküm koyucu, mutlak yol gösterici, mutlak terbiye edici, mutlak huzur ve sükun verici ve tek sığınılacak merci haline gelmektedir. Allah bu iki vasfını, hiçbir varlıkla paylaşmamaktadır:

 “Eğer yerde ve gökte Allah’tan başka ilahlar olsaydı yerin ve göğün düzeni altüst olurdu. Arş’ın rabbi olan Allah, o müşriklerin asılsız yakıştırmalarından münezzehtir.”(21/22)(Bak 25/43)

“.. Oysa onlar, tek olan bir ilah’a ibadet etmekten başkasıyla emrolunmadılar. O’ndan başka ilah yoktur. O, bunların şirk koşmakta oldukları şeylerden yücedir.” (9/31)(Keza 2/172)

2.Boyut: Allah; bahşettiklerine karşılık insanın kendisini, Allah’a karşı borçlu hissedip ona itaat etmesi, yalnız ona tapınması ve yalnız ona kulluk yapması ve yalnız ondan korkmasını insandan istemektedir. İbadet kelimesi Kur’ân’da kulluk, tapınma ve itaat anlamlarını ihtiva edecek bir bütünlük içerisinde kullanılmaktadır:1

“Andolsun, biz her ümmete: «Allah’a kulluk edin ve tağuttan kaçının» (diye tebliğ etmesi için) bir peygamber gönderdik. Böylelikle, onlardan kimine Allah hidâyet verdi, onlardan kiminin üzerine de sapıklık hak oldu. Artık, yeryüzünde dolaşın da yalanlayanların uğradıkları sonucu görün.”(16/36)

“Ey Âdemoğulları! Şeytana tapmayın, o size apaçık bir düşmandır ve bana kulluk edin, doğru yol budur,..” (36/60,61)

Tevhid dininde, insanın Allah’a olan borcunun bir edası olarak itaat, kulluk ve tapınma anlamlarını içerecek bütünlükte Allah’a ibadet etmesi, Din kavramının ikinci ana boyutunu oluşturur. Bu noktada Allah, ibadetin yalnızca kendisine yapılmasını istemekte ve bunu hiçbir kimseyle ve hiçbir güçle paylaşmamaktadır:

 “Onlar Allah’ı bırakıp hahamlarını, papazlarını ve Meryem oğlu Mesih’i rableri olarak kabul ettiler. Oysa Tek İlah’tan başkasına kulluk etmemekle emrolunmuşlardı. Ondan başka ilah yoktur. Allah, koştukları eşlerden münezzehtir.” (9/31)(Bak 21/92,93)

Tevhid dininde dinin birinci ekseni ile ikinci ekseni arasında sıkı bir ilişki olup bu bağ çözülemez; ikisi arasına başka eklemlemeler de yapılamaz. Yukarıdaki âyetlerde, rab, ilah ve ibadet kelimelerinin birlikte zikredilmesi, bunlar arasındaki bağ(ım)lılığın bir ölçüsü olarak değerlendirilmelidir.

3.Boyut: Yukarıdaki âyetlerin ortaya koyduğu diğer bir gerçek de şudur: Tevhid dininde en üst otorite olarak Allah, kanun koyucu, hüküm koyucu, yol gösterici, terbiye edici, yegane sığınılacak merci ve yalnızca kendisine ibadet ve kulluk yapılacak ve yalnızca kendisinden korkulacak tek mercidir. Bu paylaşılamaz. İnsanlar, hevâlarını ilah edinirse, birbirlerini rabler edinirse veya Allah’tan başka güçleri ilah ve rab edinirse şirke sapmış olurlar. İnsanların, Allah’tan başkasını ilah ve rab edinerek Allah’tan başkasına kulluk ve ibadet yapmaları, tevhid dininin saflığını bozmuş olur. Bu, yüce egemenlik sahibi yüksek otoriteden gelen değerler sistemini benimseyip yaşama aktaran insan topluluğu, ‘Millet’ (dinin 3.boyutu) ile ilgili bir durum olduğundan bunu yapanlar; tevhid dininin iki ana boyutundan dışarı çıktıkları için ayrı bir dinin mensupları olmuş olurlar. Çünkü Allah’tan gelen değerler sistemini benimsemiş olanlar, ayrı bir toplum, ayrı bir millet, ayrı bir ümmet olma özelliğine sahiptirler:
 “De ki: «Ey insanlar, eğer benim dinimden yana bir kuşku içindeyseniz, ben, sizin Allah’tan başka ibadet ettiklerinize ibadet etmiyorum, ancak ben, sizin hayatınıza son verecek olan Allah’a ibadet ederim. Ben, müminlerden olmakla emrolundum. Ve, «Bir muvahhid (hanif) olarak yüzünü dine doğru yönelt ve sakın müşriklerden olma.» Allah’ı bırakıp da sana ne fayda, ne de zarar getirmeyecek olan şeylere tapma. Eğer böyle yapacak olursan; şüphesiz zalimlerden olursun. ”(10/104-106)

Bu âyetlerde rab, ilah ve ibadet kavramları baz alınarak farklı toplulukların varlığına işaret edilmektedir.Toplumlar, iki boyut göz önüne alınarak tasnif edilmiştir. Farklı topluluklarla bütünleşebilmek veya farklı toplumlar arasında bir uzlaşma sağlayabilmek, ancak bu üç kavramı (rab, ilah ve ibadet), yalnızca Allah’a has kılmakla mümkündür:

“De ki: «Ey Kitap ehli, bizimle aranızda müşterek (olacak) bir kelimeye gelin. (Ki o da şudur:) Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim, O’na hiç bir şeyi ortak koşmayalım ve Allah’ı bırakıp kimimiz kimimizi Rabler edinmeyelim.» Eğer yine yüz çevirirlerse, deyin ki: «Şahit olun, biz gerçekten Müslümanlarız.»”(3/64)

Görüldüğü gibi uzlaşma, bu üç ana kavram çerçevesinde aranmaktadır. Bunları En yüce otorite olan Allah’a has kılmadıkça bir uzlaşmanın sağlanmasının mümkün olmadığı; ‘müminlerden olmakla emrolundum’, ‘biz gerçekten Müslümanlarız’ ve ‘sakın müşriklerden olma’ ifadeleri ile dile getirilmektedir.

4.Boyut:Tevhid dinine göre; Allah’tan başkasını ilah ve rab kabul etmeyenler ve Allah’tan başkasına ibadet etmeyenler, ayrı bir millet olma özelliğine sahip olup hayatlarının her alanı, Allah’tan gelen ana değerler sistemine göre tanzim edilmelidir:

“Sizin Allah’tan başka taptıklarınız, Allah’ın kendileri hakkında hiç bir ispatlayıcı-delil indirmediği, sizin ve atalarınızın ad olarak adlandırdıklarınızdan başkası değildir. Hüküm, yalnızca Allah’ındır. O, kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru olan din işte budur, ancak insanların çoğu bilmezler.”(12/40)

“Aralarında Allah’ın indirdiği ile de hükmet ve onların hevalarına uyma. Allah’ın sana indirdiklerinin bir kısmından seni şaşırtırlar diye onlardan sakın. Şâyet yüz çevirirlerse, bil ki, Allah bir kısım günahları nedeniyle onlara bir musibeti tattırmak istemektedir. Şüphesiz, insanların çoğu fasıklardır. (5Maide 49)(Ayrıca bkz.3/118-120, 2/ 85-86, 7/3, Hicr 90-95 )

Bütün bu âyetlerde Müslümanların, gerek bireysel bazda, gerekse toplumsal bazda ve gerekse gelecek nesillerle ilgili zaman bazında hayatlarının her alanının Allah’tan gelen değerler sistemine göre düzenlemesi şart olarak ortaya konmaktadır. Allah’tan gelen değerler sisteminin bir kısmı da olsa bile taviz verilmemesi istenmektedir. Onların dostluklarını kazanmak için bile olsa böyle bir sapma hareketine müsaade edilmemektedir:

“Onlar neredeyse, sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı düzüp uydurman için seni fitneye düşüreceklerdi; o zaman da seni dost edineceklerdi.”(17/73)

Dikkat edilmesi gereken nokta; 3/64’deki âyette farklı toplumlar arasında uzlaşma için Dinin iki boyutu öne çekilmiş iken; şimdi de buna 3. ve 4. boyutlar eklenmiştir. Diğer taraftan 12/40 âyetinde, dört boyut arasında ilişki kurularak dosdoğru dinin tanımlanmakta olduğuna dikkat edilmelidir.

5.Boyut: Dinin dört boyutunu anlatan âyetlerin hemen hemen tümünün sonunda bir ceza ve ödülden bahsedilmektedir. Bu ise Dinin 5. boyutu olarak isimlendirdiğimiz ‘Ödül ve Ceza sistemi’ demektir. Ödül ve cezanın bir kısmı bu dünya, bir kısmı ise öteki dünya ile ilgilidir. İki dünya arasında ki bir ilişki dolaylı olarak dine zaman boyutunu katmaktadır. Öteki dünyada gerçekleşecek olan hesap gününün, din günü olarak anılması konunun önemini artırır. Kur’ân’da Ahirete imana çok sık vurgu yapılmış olması hesap gününü hatırlatma olarak da değerlendirilebilir.

Dinin 4.boyutu içerisinde yer alan ‘Allah’tan gelen değerler sistemi’nin kapsamı nedir ve insanlara nasıl ulaştırılacaktır? Hâlık ile mahluk, yaratan ile yaratılan, Rab ile kul arasında haberleşme nasıl sağlanacaktır? Bu noktada konumuzla ilgili başka kavramlarla karşı karşıya gelmekteyiz. Bunlar da, vahiy, peygamber, kitap ve hikmettir.

Tevhid dini kapsamında bütün bu konuların daha iyi anlaşılabilmesi için ilk insanla başlayan dini hayatı ve bu hayata karşı iblisin giriştiği düşmanca saldırıyı çok iyi analiz etmemiz gerekmektedir. Çünkü İblis’le Hz. Adem arasında başlayan mücadelenin mahiyeti ve derinliği anlaşılmadan Tevhid Dini ile şirk dini arasında var olan mücadelenin anlaşılması mümkün değildir.

İlk Tevhid Dini

Hz. Adem’le eşinin cennete yerleştirilmesini anlatan Kur’ân âyetlerinde; Hz. Adem’le eşinin cennette başı boş bırakılmadığı, hayatlarının belli kurallara bağlandığı, cennette kalabilmelerinin kendilerine vazedilen hükümlere, kanunlara bağlı kılındığı, kendilerine helal ve haramın bildirildiği ve düşman olarak da İblis’in tanıtıldığı anlaşılmaktadır: 

 “Ey Adem, sen ve eşin cennette yerleş. İkiniz de ondan, neresinden dilerseniz, bol bol yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.”(2/35 7/19)

 “Ey Adem, bu(İblis) gerçekten sana da, eşine de düşmandır; sakın sizi cennetten sürüp çıkarmasın, sonra mutsuz olursun. Şüphesiz ki, senin acıkmaman ve çıplak kalmaman orda (cennette kalmana bağlı) dır. Ve gerçekten sen burada susamayacaksın ve güneş altında yanmayacaksın da.” (20/117-119)

Kendilerine Allah tarafından doğrudan gerekli tüm bilgiler verilmiş ve düşman tanıtılmış olmasına rağmen Hz. Adem ve eşi, İblis’in vaatlerine kanarak tamahkârlık etmiş ve kendilerine çizilen hukuku çiğnemişlerdir:

 “Şeytan, kendilerinden ‘örtülüp gizlenen çirkin yerlerini’ açığa çıkarmak için onlara vesvese verdi ve dedi ki: «Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir.»” (7/20) “«Sana sonsuzluk ağacını ve yok olmayacak bir mülkü haber vereyim mi?»” (20/120)

“«Gerçekten ben size öğüt verenlerdenim» diye yemin de etti.” (7/21)

 “Böylece ikisi ondan yediler, hemen ardından ayıp yerleri kendilerine açılıverdi, üzerlerini cennet yapraklarından yamayıp-örtmeye başladılar. Adem, Rabbine karşı gelmiş oldu da şaşırıp-kaldı.” (20/121)

Âyetlerde en yüksek otorite (Dinin 1.boyutu) olarak Rab olan Allah geçmektedir. Muhatap topluluk ise (Dinin 3.boyutu), Hz. Adem’le eşinden ibarettir. Kendilerine yasak ağaç gösterilerek helâl ve haram sınırları belirtilmiştir ve hayatlarını buna göre tanzim etmeleri emredilmiştir (Dinin 4.boyutu). Helal sınırlarına tecavüz ettiklerinde; aç ve susuz kalma, çıplak kalma, güneş altında yanma ve cennetten çıkarılıp yer yüzüne gönderilecekleri yani ödül ve ceza sistemi (Dinin 5.boyutu) kendilerine bildirilmiştir. Bütün bunlara itaat ederek uyması (Dinin 2.boyutu) emredilmiştir. Kendilerine vazedilen hukukun dışına, şeytana kanarak, çıktıkları için cezalandırılarak cennetten çıkarılmışlardır.

Bu çerçevede olaya baktığımızda, bu küçük topluluğun yaşantısında Dinin beş boyutunu görebilmekteyiz. Bu nedenle Hz. Adem’le eşine cennette vazedilen bu din ilk tevhid dinidir.

Hz. Adem’le eşi, kendilerine çizilen hukuku çiğneyerek dinin dördüncü boyutunu ihlal etmişlerdir ve fakat İblis’in isyanınındaki gibi inat edip ayak dirememişler, suçlarını kabul edip affedilmelerini istemişlerdir:
 “Dediler ki: «Rabbimiz, biz nefislerimize zulmettik, eğer bizi bağışlamazsan ve esirgemezsen, gerçekten hüsrana uğrayanlardan olacağız.»” (7/23)

“Sonra Rabbi onu seçti, tevbesini kabul etti ve doğru yola iletti.” (20/122)

Görüldüğü gibi tevhid dininde tevbe esas alınmıştır. Tevhid dini af ve merhamet dinidir.

İlk Şirk Dini

Cennette yaşanan bu olaya İblis’in cephesinden yaklaştığımızda İblis en yüksek otorite olarak kendisini görmektedir(1.boyut) ve Muhatap topluluk Hz. Adem’le eşidir(3.boyut). Bu topluluğa Allah’ın vazettiklerinin dışında yeni bir yaşam biçimi ve hukuk sunmaktadır; Allah’ın haram dediğine o helâl demektedir(4.boyut). Yaptığı tavsiyelere uyulmasını istemektedir(2.boyut). Yasak ağaçtan yemekle daha üst imkanlara kavuşup ödülleneceklerini söylemesi bir ödül ve ceza sistemi ihdas etme anlamına gelmektedir. Gerçekte ise onların Allah tarafından cezalandırılacaklarını bilmektedir(5.boyut). Nitekim Hz. Adem’le eşi çıplak kalarak, cennetten çıkarılarak ve hayatlarını kazanabilmeleri için çalışmak zorunda bırakılarak cezalandırılmışlardır:

 “Fakat Şeytan, oradan ikisinin ayağını kaydırdı ve böylece onları içinde bulundukları durumdan çıkardı. Biz de: «Kiminiz kiminize düşman olarak inin, sizin için yeryüzünde belli bir vakte kadar bir yerleşim ve meta vardır» dedik.”(2/36)

Bu olay, İblis’in kurduğu sisteme tabi olanların, dolaylı olarak, mutlaka Allah tarafından cezalandırılacaklarını ortaya koyması açısından önemlidir. Bu dünyada helâk, azap, zillet ve bunalım içerisinde bulunma ile; hesap gününde de cehenneme gönderilme ile cezalandırılacaklardır. Bu boyutu ile cezalandırma sistemi dolaylıdır. İblis bunun böyle olduğunu bilmektedir:

“(Şeytan) insana ‘inkar et’ dedi. İnsan inkar edince de: ‘Ben senden uzağım, ben Alemlerin Rabbi Allah’tan korkarım’ dedi” (59/16)

Gene bu olaydan şirk dininin, insanları çıplaklığa teşvik ettiği; bunu, Allah’a isyanın, İblis’e itaatin bir ölçüsü olarak gördüğü ve çıplaklığa dayalı bir dünya inşa etmek istediği sonucunu çıkarabiliriz. Şirk dini, çıplaklık üzerine inşa edilen bir dindir. Çıplaklık, insanoğlunun kendi vücudunu metalaştırıp süflileştirmesi ile vuku bulan bir cezalandırma sistemidir. Aynı zamanda şeytanın yolundan gidenlere para kazandırma aracıdır. Şirk dini, müntesiplerini çıplaklık üzerinden para kazandırarak ödüllendirir.

İblis’in vazettiği sistem, çıplaklığın yanı sıra tamahkârlık, aşırı ihtiras ve doymazlığa dayanmaktadır. İblis’in Hz. Adem’le eşine, melek olmak, ebedi yaşayanlardan olmak, yok olmayacak mülke sahip olmak gibi vaatlerde bulunması bunun delili olarak değerlendirilmelidir. Batı dünyasının doymazlık ve ihtiras üzerine inşa ettiği sistemlerin, tarih boyu insanlığı nasıl kanlı maceralara sürüklediği gizli bir şey değildir. Bugünün dünyasında yaşananlar bunun en canlı kanıtıdır.

İblis yasak ağacın mahiyetini bilmesine rağmen; Hz. Adem’le eşine bilerek yanlış bilgi vermiş; yemin ederek, iyiliklerini istediğini söyleyerek onları kandırmıştır. Dolayısıyla şirk dini aldatma üzerine kurulmuştur. Yalanları, yanlışları dost görünerek öğüt vererek doğru imiş gibi gösterir.

Şirk dininde ölümsüzlük ve sonsuzluk arayışı vardır. Bu nedenle dünyada büyük bir tamahkârlık, ihtiras ve doymazlık ile yaşarlar. Ölüm ise en çok korkulan şeydir. Şirk dininin terminolojisinde Ahiret hayatı yoktur.

İblis’in cennette vazetmek istediği sistemde, din kavramının beş boyutu da mevcuttur. Ancak Hz. Adem’le eşinin tövbe etmesi sonucunda dinin 4.boyutu yani toplum, millet boyutu eksik kalmıştır. Bu aşamada şirk dini, müntesibi bulunmayan bir din olarak hayata geçirilememiştir.

İnsanın Yeryüzüne Gönderilmesi ve Din

Cennette vuku bulan bu olaydan sonra Hz. Adem ile eşi cennetten çıkarılmış ve yeryüzüne gönderilerek yerleştirilmişlerdir. Aynı zamanda İblis de cennetten çıkarılmıştır. Her iki kesim birbirine düşman kılınmıştır.

Kur’ân’ın açıkladığı şekliyle İblis, düşmanlığında oldukça katı ve kararlıdır. Yaptığı yemin, hem kararlılığının hem de çalışma ve mücadele anlayışının bir göstergesidir:

“Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onlar(ı insanları saptırmak) için mutlaka senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım. Sonra önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından onlara sokulacağım da çoğunluğunu şükreder bulamayacaksın.” (7/16,17)

 “Rabbim, beni kışkırttığın şeye karşılık, andolsun, bende yeryüzünde onlara, (sana başkaldırmayı ve dünya tutkularını) süsleyip-çekici göstereceğim ve onların tümünü mutlaka kışkırtıp-saptıracağım.” (15/39)

İblisin yemininden, insana karşı açmış olduğu savaşın çerçevesini görebiliriz: ‘Dosdoğru yol üzerinde pusu kuracak’, ‘insanlara vesvese verecek’, ‘onları kışkırtıp azdıracak’, ‘tamahkârlığa, doymazlığa sevkedecek’, ‘dünya tutkusunu ve isyanı süslü gösterecektir’. Hasılı her yönden  ve her açıdan insan pusu kurmaya çalışacaktır. İblis’in bu yeminine karşı Allah’ın verdiği cevap, İblis’in mücadelede kullanacağı vasıtaları ifşa etme ve insana yol gösterme mahiyetindedir:

 “«Onlardan güç yetirdiklerini sesinle sarsıntıya uğrat, atlıların ve yayalarınla onların üstüne yaygarayı kopar, mallarda ve çocuklarda onlara ortak ol ve onlara çeşitli vaatlerde bulun.» Şeytan, onlara aldatmadan başka bir şey vaat etmez.”(17/64)

Sesle sarsıntı, yaygara koparmak ve vaat etmek psikolojik savaşa, atlılar ve yayalar askeri mücadeleye, mallar ekonomik mücadeleye tekabül etmektedir. Ayrıca yukarıdaki âyette, çocuklara ortak olma kavramı geçmektedir. Bu da, İblis’in mücadelede hedef kitle olarak öne çekeceği insan unsurunun çocuklar olduğu anlamına gelmektedir. Nesilleri dejenere edip yok etmeyi planlamaktadır. İblis’in yolundan gidenler, nesilleri, uyuşturucu, alkol ve fuhuş bataklığında yok etmeye çalışmaktadır. Günümüzde ailelerin çocukları ile yaşadığı sorunların temelinde işte böyle bir zihniyet varlığı yatmaktadır.

Diğer taraftan İblis’in tüm çalışma şeklinin aldatma üzerine kurulduğunu hiçbir zaman unutmamak gerekir.

Buradan çıkarılacak sonuç; İblis’in Tevhid dini mensuplarına karşı sınırsız ve topyekün bir mücadele açmış olduğudur.

Bu noktada sorulacak en temel soru şudur: böyle tehlikeli bir düşman karşısında insan, yeryüzünde başı boş, sahipsiz ve yol göstericisiz mi bırakılmıştır?

İnsan Gösterilen İki Yol

Tevhid dinine göre insan, boşuna yaratılmamış (23/115), ibadet etsin diye yaratılmış(51/56-58), yeryüzüne gönderildiğinde kendisine yeryüzünü imar edecek halifelik görevi yüklenmiş (27/62, 35/39, 38/26,27, 10/14,73), bu sorumluluğuna karşılık yerde ve gökte olanlar emrine verilmiştir. Yüklendiği emanetten dolayı da kendisi sorumlu tutulmuştur (75/36).

İnsana iki yol gösterilmiştir:

 “Biz ona ‘iki yol-iki amaç’ gösterdik.” (90/10)

“Yolu(Sebil) doğrultmak Allah’a aittir, kimi (yollar) ise eğridir.” (16/9)

İnsan, bu iki yol arasında tercih yapma hakkına sahip olacak şekilde gerek donanımsal gerekse yazılımsal mekanizmalara (Akıl, beş duyu, kalp, nefs, gönül…) sahip kılınmıştır:

 “Sonra ona fücûrunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun) .” (91/8)

 “Allah, müteşâbih (benzeşmeli), ikişerli bir kitap olarak sözün en güzelini indirdi. Rablerine karşı içleri titreyerek-korku duyanların ondan derileri ürperir. Sonra da onların derileri ve kalpleri Allah’ın zikrine (karşı) yumuşar-yatışır. İşte bu, Allah’ın yol göstermesidir, onunla dilediğini hidâyete eriştirir. Allah, kimi saptırırsa, artık onun için de bir yol gösteren yoktur.” (39/23)

Yol Gösterici Olarak Peygamberler

Bu yapısal özelliğine ve tercih etmede serbest olmasına rağmen Allah, insanı İblis’in tuzakları ile dolu bir dünyada sahipsiz bırakmamış; kendisini İblis’in karşısında iki araçla kuvvetlendirmek istemiştir: Peygamberler ve kitaplar:

“Bir kısmınız bir kısmınıza düşman olarak, hepiniz oradan inin. Artık size benden bir yol gösterici gelecektir; kim benim hidâyetime uyarsa artık o şaşırıp sapmaz ve mutsuz da olmaz.”(20/123)

Peygamberlerin görevi, şeytanın tuzakları ile dolu bir dünyada insanları Allah’ın dosdoğru yoluna çağırmaktır, kendine tabi olanları dosdoğru yola yöneltip iletmektir. Bütün uğraşıları, çektikleri çile, ödedikleri bedel insanların kurtuluşu içindir:

“Gerçekten sen onları dosdoğru olan bir yola çağırmaktasın.”(23/73)

“Böylece sana da biz kendi emrimizden bir ruh vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmiyordun. Ancak biz onu bir nur kıldık; onunla kullarımızdan dilediklerimizi hidâyete erdiririz. Şüphesiz sen, dosdoğru olan bir yola yöneltip-iletiyorsun.”(42/52)

Peygamberin görevi, yalnızca yol göstermek değil; aynı zamanda dini öğretmektir. Çünkü insanların çoğunluğu, dosdoğru dini bilmemektedir:

“Sizin Allah’tan başka taptıklarınız, Allah’ın kendileri hakkında hiç bir ispatlayıcı-delil indirmediği, sizin ve atalarınızın ad olarak adlandırdıklarınızdan başkası değildir. Hüküm, yalnızca Allah’ındır. O, kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru olan din işte budur, ancak insanların çoğu bilmezler.” (12/40)
Bütün peygamberin görevi bu olduğu için ve hepsi insanlara Tevhid dinini anlatıp öğrettikleri için dinleri birdir:

“O: «Dini dosdoğru ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin» diye dinden Nuh’a vasiyet ettiğini ve sana vahyettiğimizi, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya da vasiyet ettiğimizi sizin için de teşri’ etti (bir şeriat kıldı) . Senin kendilerini çağırmakta olduğun şey, müşrikler üzerine ağır geldi. Allah, dilediğini buna seçer ve içten kendisine yöneleni hidâyete eriştirir.”(42/13)

Yol Gösterici Olarak Kitaplar

Peygamberlerle birlikte gönderilen kitaplar, peygamberlerin mücadelesini kalıcı hale getirip onlardan sonra geride kalan izleyicilerinin dosdoğru yoldan sapmamaları için başvuracakları bir referans, kaynak ve yol gösterici bir ışıktır:

“Bu bir Kitaptır ki, Rabbinin izniyle insanları karanlıklardan nura, O güçlü ve övgüye layık olanın yoluna çıkarmak için onu sana indirdik.”(14/1 .Bkz. 34/6, 46/3, 3/73, 55/2)

“Babaları korkutulmamış ve kendileri de gafil olan bir kavmi, çok güçlü ve çok merhametli olan Allah’ın indirdiği (Kur’ân) ile korkutasın.”(36/56)

Sonuç: Sırat-ı Müstakim Üzere Olup İnsanları Sırat-ı Müstakime Davet Etmek

Kur’ân-ı Kerîm’de yol için, aralarında nüanslar olmak şartıyla, sırât, tarîk, sebîl gibi kavramlar kullanılmaktadır. Bu kelimeler, değişik sıfatlar ve isimlerle birlikte kullanılarak insanların tuttukları yollar nitelendirilmektedir. Sırât-ı müstakîm, hak yol, Allah’ın yolu, hidâyet ve dalâlet yolu gibi...

“Hamd, Alemlerin Rabbi, Rahman, Rahim ve Din gününün maliki olan Allah’adır. Biz yalnızca Sana ibadet eder ve yalnızca Sen’den yardım dileriz. Bizi dosdoğru yola(sırat-i müstakim) ilet, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna, gazaba uğrayanların ve sapıklarınkine değil.” (1/2-7)

Fatiha sûresinde geçen ‘dosdoğru yol’, ‘nimet verdiklerinin yolu’, ‘gazaba uğrayanların, sapıkların yolu’ ifadeleri, iki ana yolu nitelendirmektedir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, dinin boyutlarını belirleyen temel kavramlara, Allah, rab, ibadet , din gününün maliki, nimet verilenler, gazaba uğrayanlar, öncelik verildikten sonra, yolların tasnif edilmiş olmasıdır. Bu da din ile yol arasında sıkı bir ilişkinin olduğunu gösterir. Kur’ân-ı Kerim’de tutulan yolun önemi, hem Allah hem de peygambere atıfta bulunularak dile getirilmektedir:

“ …Muhakkak benim Rabbim, dosdoğru bir yol üzerindedir.” (11/56)

“Şu halde sen, sana vahyedilene sımsıkı-tutun; çünkü sen dosdoğru olan bir yol üzerindesin.”(43/43, Bak: 36/3,4)

 Kur’ân-ı Kerîm’de, Yol ile ilgili olan âyetlerde, Doğru Yol; 

          Allah’ı Rab kabul ederek yalnız O’na ibadet etmek, yalnız O’na kulluk etmek(3/51 19/36 36/60,61, 43/64),

          Allah’a hiç bir şeyi ortak koşmamak(6/151-152),

          Allah’a uymak(43/60,61),

          Sözün en güzeline, Kur’ân’a uymak(22/24),

          Kıyametten yana kuşkuya kapılmamak(43/60,61),

          Allah’ın ahdine vefa göstermek,

          İman edenlerden olmak,

          Birbirlerine sabrı tavsiye edenlerden olmak,

          Birbirlerine acımayı öğütleyenlerden olmak,

          Anne-babaya iyilik etmek,

          Yoksulluk-endişesiyle çocukları öldürmemek,

          Çirkin-kötülüklerin açığına da, gizli olanına da yaklaşmamak,

          Hakka dayalı olma dışında, Allah’ın (öldürülmesini) haram kıldığı kimseyi öldürmemek,

          Yetimin malına, en güzel şekilde yaklaşmak,

          Ölçüyü ve tartıyı doğru olarak yapmak,

          Adil olmak ve adaleti hakım kılmak,

          Köleliğe karşı çıkmak,

          Açlık günlerinde yetimleri, yoksulları ve yolda kalmışları doyurmak, (6/151-153 90/10-17)

olarak tanımlanmaktadır.

6/152’ de gösterilen yolla insana yüklenenlerin, insanın kaldırabileceği sorumluluklar olduğu belirtilmektedir. Bunun anlamı ise, gösterilen yol ve tavsiye edilen tevhid dini, insan yapısına en uygun olandır. Yani tevhid dini, bir fıtrat dinidir. Nitekim;

 “O halde (ey Peygamber ve Peygamber’e uyanlar) yüzünü samimiyetle ve tamamen bu dine çevir, Allah’ın fıtratına çevir ki O insanları bu fıtrat üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratması değiştirilemez. İşte doğru din (budur) fakat insanların çoğu bilmezler.”(30/30)

âyetinde buna çok açık bir vurgu vardır. İnsan fıtratı ile Tevhid dini arasındaki optimal uyum, huzurun, mutluluğun ve kurtuluşun ana nedenidir.

İşte Allah bizi böyle önemli, kutsal olan dosdoğru bir yola çağırmaktadır:

“Bu benim dosdoğru olan yolumdur (sırat-ı müstakîm), şu halde ona uyun. Sizi O’nun yolundan ayıracak (başka) yollara(sırat) uymayın. Bununla size tavsiye etti, umulur ki korkup-sakınırsınız.”(6/153)

Günümüzde Şirk Dini mensuplarının meydana getirdikleri kaoslu havada, insanların çoğunluğu Tevhid Dinini bilememektedirler. O nedenle de kafaları karışık şaşkın bir vaziyette dalgalara kendini kaptırmış gemiler gibi, başıboş, amaçsız, ilkesiz bir şekilde savrulup durmaktadırlar. Şeytanın döşediği mayınlara çarparak her geçen gün kendilerinden bir şeyler kaybetmektedirler.

İşte bugün, müminler olarak bizim de en temel görevimiz, Allah’ın emrettiği gibi dosdoğru bir istikamet tutturup, hevâlara uymadan adaleti hakim kılmaktır:

 “Sen bütün insanlığa çağrıda bulun ve Allah tarafından emrolunduğun gibi dosdoğru ol; onların hevâlarına uyma ve de ki: ’Ben, Allah’ın bütün vahyettiklerine inanırım: sizin değişik görüşleriniz arasında adaleti gözetmekle emrolundum. Allah benimde Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Bizim yaptıklarımızın hesabı bize çıkacaktır, sizin yaptıklarınızın da size. Bizimle sizin aranızda tartışılacak bir şey yoktur. Allah hepimizi bir araya toplayacaktır. Çünkü varış yalnız O’nadır.”(42/15)

 Ve bugün görevimiz, insanları en güzel bir şekilde Allah’ın Dosdoğru Yolu’na davet edip müşriklerden olmamaktır:

“Bu, benim yolumdur. Bir basiret üzere Allah’a davet ederim; ben ve bana uyanlar da. Ve Allah’ı tenzih ederim, ben müşriklerden değilim.”(12/108)   n

Dipnotlar:

1) Mevdudi E.A., Kur’ân’ın Dört Temel Terimi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...