(Umran Dergisi)
Bir sürüye salınan iki aç kurdun sürüye verdiği zarar, kişinin mal ve şeref hırsıyla dinine verdiği zarardan daha fazla değildir. Hz. Muhammed (s.)
Yeni Yeşil Kuşak Projesinin Amacı
Hatırlanacağı üzere, Sovyet yayılmacılığına bir set
oluşturabilmek için ABD tarafından ‘yeşil kuşak’ diye adlandırılan bir proje
geliştirilmişti. Bu projeye göre Sovyetler birliği, güneyindeki halkı Müslüman
olan ülkeler aracılığı ile kuşatılıp içine kapatılacaktı. Bunun için bu
ülkelerde Din kontrollü bir şekilde öne çıkarılarak Komünizme karşı bir
mücadele aracı olarak kullanılacaktı. Özellikle Sovyetlerin Afganistan’ı işgali
ile bu proje hayatı bir öneme kazandı. ABD, Afganistan’da verilen bağımsızlık
hareketine büyük destek vererek projeyi fiilen yürürlüğe soktu. Afgan
Mücahitleri dünyanın her yerinde özgürlük
savaşçıları olarak alkışlandı.
Bu arada İran’da İslamî bir devrim yapılmış ve
devrimin önderleri, ABD’ye ‘büyük şeytan’
diyerek kafa tutmuşlardı. Ayrıca İran İslam devrimini çevre ülkelere yaymak
için girişimlerde bulunmuşlardı. Dünyanın en stratejik bölgesinde önemli bir
müttefikini ve önemli petrol bölgesini kaybeden ABD, yeşil kuşak projesinin
kapsamına İran’ı dahil etti ve İran’ı, Vehhabi ve Sünni bir kuşatmaya almayı
tasarladı. Ayrıca Saddam’ı özgürlük kahramanı olarak alkışlayıp ve
destekleyerek İran üzerine saldırttı.
Cezayir’de FIS’in Türkiye’de Refah’ın hükümet oluşu,
halkı Müslüman olan ülkelerde İslamî dirilişin çok önemli birer göstergesi
olmuştur. Her iki ülkede de, halkın özgür iradesi ile hükümet olan İslamî
hassasiyeti yüksek bu partiler, Batı destekli darbelerle iktidardan
uzaklaştırılmıştır. Bir taraftan Müslümanlar üzerinde baskı artırılırken, diğer
taraftan kurdurulan paravan örgütler aracılığı ile terör eylemleri
gerçekleştirilmiştir. İslam adına şiddet eylemini yapanlar nedense hep Müslüman
önderlere ve Müslüman halka karşı saldırmışlardır. İslam için ayağa kalktığını
söyleyenler, Müslüman kıyımı yapmışlardır. Ancak bu, müslüman kamu oyu
tarafından yeterince tartışılabilmiş değildir. Bu arada Türkiye’de paravan tarikatlar
kurdurularak Müslüman’a ve İslam’a duyulan güven sarsılmak istenmiştir. Bu
dönem bir hazırlık ve alt yapı hazırlama süreci olarak değerlendirilebilir.
Yeni Yeşil Kuşak projesinde eski düşman olan Komünizm
yerine, Yeni düşman olarak İslam konmuştur. Huntington, Bernard Lewis ve
Brzezinsky gibi teorisyenler, CIA ile birlikte teorik bir alt yapı oluşturarak
yeni düşmanı dünyaya tanıtmaya ve kabul ettirmeye çalışmışlardır. Medeniyetler
çatışması tezi bunun için ileri sürülmüştür. 11 Eylül provokasyonu bu teze
haklılık kazandırabilmek, Amerikalılara ve dünyaya büyük bir tehlike altında
olduklarına inandırmak için ABD tarafından planlanıp icra edilmiştir. 11
Eylül’le birlikte tüm Müslüman coğrafya tehlikeli
bölge ilan edilmiş ve oralarda güvenliğin sağlanabilmesi için işgal de
dahil her türlü tedbirin alınması öne sürülmüştür. Bugün piyasaya sürülen ‘Büyük
Ortadoğu Projesi’nin amacı bu olup ‘Yeşil Kuşak Projesi’nin yeni bir
versiyonudur.
Ancak bu noktaya gelmeden önce, özellikle İran İslam Devriminden sonra İslam dinine dönük yeni bir kavramlaştırma sürecinin yaşandığını görmekteyiz. ‘Siyasal İslam’, ‘Radikal İslam’, ‘Dinî Fundamentalizm’, ‘Ilımlı İslam’, ‘Türk Müslümanlığı’, ‘İslamî Terör’, ‘Dinî Şiddet’ ve ‘Dinî Milleyitçilik’ gibi kavramlar bir alt yapı oluşturmak için yapılmış ön çalışmaların sonucu olarak bu dönemde ortaya sürülmüştür. İslam’a karşı başlatılacak saldırının başlangıçtaki kilometre taşları mahiyetindedirler. 20 yıllık bir sürecin sonunda şimdi Büyük Ortadoğu Projesi ile yeni bir saldırı başlatılmıştır.
Bu saldırının
amacı şöyle sıralanabilir:
1- İslam Dinini özünden koparacak tarzda yeni bir
yorumlama ve kavramlaştırma ile hayatla
ilgisini koparmak.
2- ABD-İsrail-İngiltere şer ittifakının bu bölgede
daha rahat at oynatabilmesi ve bu bölgeyi daha rahat sömürebilmesi için
Müslümanların düşünme, olayları algılama, yorumlama ve değerlendirme tarzları
ile yaşam tarzlarını değiştirmek.
3- ABD değerlerinin küreselleşmesine karşı İslamî
direnişi kırmak.
4- Bu coğrafyanın başta enerji olmak üzere tüm
zenginliklerine el koymak.
5- Bu bölgedeki su ve ulaşım yollarını ele geçirmek.
Yeni Yeşil Kuşak Projesinin Aktörleri
20 yıllık bir süreçte bu kavramlar sürekli
tekrarlanarak Müslümanların zihninde kısmen de olsa bir kirlenme ve kavram
kargaşası meydana getirilmiştir. Ancak projeden istenilen verim elde
edilememiştir. Çünkü bu kavramlar, Müslümanların dışında üretilip Müslüman
dünyaya sunulmaktaydı. Müslümanlar bu kavramsallaştırmaya fazla iltifat
etmemişlerdir. Bugün başlatılan tartışmalara baktığımızda Yeşil Kuşak Projesine
yerli unsurların da dahil edildiği anlaşılmaktadır. Baskı ve korkunun
oluşturduğu anaforda ‘münafıklar’la ‘kalbinde hastalık bulunanlar’, bu role
soyunmuş veya soyundurulmuştur. Yeşil Kuşak projesinde bundan sonra rol alacak
aktörler, Ümmetin içerisinde bulunan, İslamî terminolojiyi bilen ve kavramları
yerinden koparıp ayrı anlamlar yükleyebilecek olan oportünist ve revizyonist
bir grup olacaktır. Ve bunlar, Saddam gibi rolleri bitene kadar ABD’nin yeni
gözdeleri ve yeni işbirlikçileridir. Bunlar, ABD’ nin yeni danışmanları,
istihbaratçıları ve muhbirleridir. Bundan sonra bir çok kavram dışarıda
üretilmiş olsa bile, içerdeki unsurlar tarafından piyasaya sürülecek ve
meşrulaştırılmaya çalışılacaktır.
Washington’da
düşünce kuruluşu Nixon Merkezi tarafından düzenlenen “Tasavvufu ve Amerikan politikasındaki potansiyel rolünü anlamak”
başlıklı panelde, Şeyh Kabbani’nin, ABD yönetimine, başlattığı savaşta başarı
sağlayabilmesi tasavvufçularla çalışmasını önermesi, gelinen sürecin tehlike
boyutlarını göstermeye yeter de artar:
“ABD başarıya ulaşmak istiyorsa, tasavvufçularla
çalışmalıdır.. Birbirimizin dilini öğrenmeliyiz. Birbirimiz arasında köprüler
kurmalıyız. Farklı medeniyetler arasında köprü kurulması tasavvuftur… Bazı
Vahabiler terörist değil. Ancak Sufiler arasında terörist yoktur. Sufiler,
Müslüman olsun ya da olmasın, iletişim kurar. Eğer ABD başarılı olmak
istiyorsa, Vahabilerden başkasına da (yani yeni işbirlikçilere) ulaşmak
zorundadır. Tasavvuf felsefesine göre, başındaki liderden memnun olmayan
halkın, sultanla savaşma yoluna gitmesi yasaktır... Vahabilik ise her türlü
hareketi kısıtlamaktadır. Amerika bu durumda ne yapmalı? Tasavvuf felsefesiyle
yönetilen halk, rejim ona ne derse ona göre hareket edecektir. O zaman rejimin
nasıl olacağı önemlidir.”
Yukarıdaki ifadeleri iyi okumalıyız. Buradaki mesajın
anlamı şudur: Önümüzdeki dönemlerde başta tarikatlar olmak üzere Müslüman
cemaatler ve aydınlar üzerine baskı uygulanarak projeye dahil olmaları
istenecektir. Mevcut yapılara sızılarak saptırılmaya bölünmeye zorlanacaktır.
Ali Kalkancı ve Müslim Gündüz örneğinde olduğu gibi büyük finansal kaynaklarla
yeni tarikatlar kurdurulup meşhur edilmeye çalışılacaktır.
ABD Müslüman coğrafyada dejenerasyon ve çözülme
sürecini hızlandırabilmek, ‘kalbinde
hastalık bulunanlar’ı paniğe sürükleyip bu kervana katılmasını sağlamak
için içerdeki işbirlikçileri aracılığıyla Müslümanlara baskıyı artıracaktır.
Diğer taraftan terörizmin kaynağı olarak Müslüman coğrafyada yapılan dini
eğitim müfredatını göstererek, Müslümanların düşünme, algılama, yorumlama ve
değerlendirme anlayışlarını istediği istikamette değiştirebilecek yeni bir
müfredatın uygulanmasını istemektedir. Bu arada İslam’ı, Müslümanlara daha iyi
anlatabilmek(!) için TV yayını başlatmaktadır.
Bütün bu uğraşıların ana hedefi, Tevhid dininin temel
doğrularını yeni bir kavramsallaştırma ile dejenere etmek ve Protestanlaştırıp
hayattan el etek çekmesini sağlamaktır. Son zamanlarda Türkiye’de din üzerinde
başlatılan tartışmaların, tesadüf olmayıp Yeşil
Kuşak Projesinin bir ürünü olduğu kanaatindeyiz
Uzak olmayan bir geçmişte kendilerinden başka herkesi
uzlaşmacı olarak gören ve suçlayan bazı aydın, siyasetçi ve cemaat
mensuplarının bu gün kullandığı kavramlara ve yaptığı değerlendirmelere baktığımızda,
yorum yapmakta gerçekte zorlanmaktayız:*
“Din içi bir tartışma olarak
bakıldığında din ile dünyanın ayrı olduğu kuşku götürmezdir. Din inancı, dünya
ise dinden insanların anladıklarını temsil eder. Beşerin anlayış tozuna
bulandıktan sonra vahiy artık bir yorumsa insanların dinden anladıkları başka
yorumları yok sayan bir otorite yetkisi ile donatılamaz. İslam’ın inanç
sisteminde tek otorite Allah olduğu ve diğer tüm yetki ve güçler izafi
sayıldığı için herhangi bir yorum ve görüşün mutlaklaştırılmış bir yetki
armağan edilerek kamu düzenine egemen kılınması geçerli bir yaklaşım olarak
gözükmemektedir.. Dinin minimal olamayacağı ve hayatın her alanı ve adımına
dair mutlaka bir sözü bulunması gereken dev bir cüsse olduğunu düşünenler
beşerin kendisini gerçekleştirip yükümlülük üstleneceği ve bundan da sorumlu
tutulacağı özgürlük alanını ortadan kaldırmaya azmetmişlerdir.”
“Yeni İslamcılık, sadece bir
strateji değişikliğinden ibaret değildir. Yeni İslamcılık, hem içerde hem de
dışarıda dünyanın yeni bir okumasına ve dolayısıyla yeni bir dünya görüşüne
dayanmaktadır.”
“Bu birliktelikleri ne
etnik, ne dini köken, ne de coğrafyaya bağlı düşünebiliriz. Dünyada artık böyle
bir şey kaldı mı? Bu kamplaşmaları başlatır. Münasebetler kesilebilir,
dışlanabiliriz.” “Ekonominin ve siyasetin dinle imanla alakası yoktur. Dini bu
konulara bulaştırmak dine zarar vermektedir ve dinin istismarıdır..”
“Yeni bir din anlayışı
geliştirmek lazım. Yeni İslamcılık dediğimiz şey budur ... Yeni İslamcılık
diyor ki, sizin beslenme kaynaklarınızın zamanı geçmiştir. Artık bunların
yerine yeni siyasetnameler yazılması, yeni devlet görüşleri geliştirilmesi
lazım. Ben bunun tipik örneğini yazdım. Kuran’dan siyasi model çıkarmak mümkün
değildir. Ama bir siyasal ahlak değerleri, bir siyasal perspektif çıkarmak
mümkün... Ümmet bir din birliği değildir, siyasal ve sosyal
birliktir. Dolayısıyla ben İslam birliği, ümmet birliği değil, Afro Avrasya
Milletler Birliği gibi bir kavram olması gerektiğini savunuyorum.”
Bu alıntıları daha da zenginleştirmek mümkündür. Ancak
bunlar, bu yeni dönemde İslam dünyasının çekilmek istendiği tartışmanın
boyutlarını anlatmaya yeterdir. İfadeleri yakından analiz ettiğimizde bu
sözleri sarf edenlerin bir kısmı gerçekten samimidir ve İslam dünyasındaki
bunalıma çare aramaktadır. Bir kısmı kalbindeki hastalığı meşru gösterecek bir
söylemi yeğlemektedir. Bir kısmı da yaranarak ikbal peşinde koşmaktadır.
Dolayısıyla Yeni Yeşil Kuşak projesinde rol alabilecek insan unsurunun, homojen
olmamakla birlikte, 4 farklı gruptan oluştuğunu söyleyebiliriz:
1.Grup: Bunlar, İslam’ın samimi müntesipleri olup
sorunlara çözüm ararkenyanlış istikamete sapanlardır.
2.Grup: Bunlar imanın lezzetine tam olarak eremeyip
kalplerinde gelgit olayları yaşayan kalbinde
hastalık bulunanlardır.
3.Grup: Bunlar, İslam’ın samimi müntesibi olmayıp ve
fakat İslam’ın içinde gözüken ve her durumdan menfaat elde etmek isteyen münafıklardır.
4.Grup:
Bunlar, İslam’ın açık aleni düşmanları olan müşrik ve kafirlerdir.
Yeni yeşil kuşak hareketinde İslam’ın açık
düşmanları(4. grup insan unsuru), 3. gruptakilerle beraber çalışırlar. 4.
gruptakilerin açığa çıkmaları uygun olmadığı için; bunların çizdiği strateji ve
politikalar, 3. gruptakiler aracılığıyla seslendirilir ve uygulanmaya
çalışılır. Asıl tehlike, bu 2 grubun(3. ve 4. grup) varlığı veya çalışması
değildir. Bu iki gruptan gelebilecek tehlike, doğal olarak beklenmesi
gerekendir. Böyle bir saldırı ve tahrip hareketinin beklenmemiş olması
yanlıştır. Asıl tehlike, 3. ve 4. grupta olanların 1. ve 2. gruptakilerle
bağlantı kurarak birlikte çalışmalarıdır. 1. ve 2. gruptakilerin böyle bir
işbirliğinin farkına varmamış olmaları, meydana gelebilecek tahribatı
engellemez.
Bu yeni dönemde Yeni Yeşil Kuşak hareketine karşı verilecek mücadelede bu 4 grup insan unsurunun varlığı göz önüne alınmalı ve bunlar arsında ki işbirliğini engelleyecek politikalar geliştirilmelidir. Özellikle 1. Grup insan unsuruna nüfuz etmeleri engellenmelidir. Ayrıca kalbinde hastalık bulunanların hastalıklarını tedavi edici bir süreç eş zamanlı olarak başlatılmalıdır.
Kur’ân Dini Nasıl Tanımlamaktadır?
Son zamanlarda Din kavramı üzerinde başlatılan
tartışma ve kavramlaştırmanın tesadüfi olmadığına; Yeni Yeşil Kuşak hareketinin
yeni bir saldırısı olduğuna ve buna karşı tavır alınması gerektiğine
inanıyoruz. O nedenle Kur’ân ve sünnette Dinden
ne anlatılmak istendiğini öncelikle tartışmamızda fayda vardır. Özellikle
Kur’ân’da Din kelimesinin geçtiği
ayetlerde ne anlatılmak istenmektedir?
Din kelimesi dil yönünden incelendiğinde; baş eğmek,
itaat etmek, hakkını almak, ödünç almak, borç etmek, adet edinmek, baş
eğdirmek, zorlamak, hesaba çekmek, idare etmek, ceza veya mükafat vermek,
hizmet etmek, borç vermek gibi anlamları bulunmaktadır(1-4).
Kur’ân-ı Kerim’de bütün bu anlamların kategorize
edilerek birbiri ile bağlantılı 5 ana anlamda kullanıldığını söyleyebiliriz:
Birincisi: ‘Yüce egemenlik sahibinden gelen üstünlük
ve galibiyet.’
İkincisi: Bu
yüksek egemenlik sahibinin verdiklerine karşı kendini borçlu hissedip boyun
eğmek, ona itaat etmek, tapınmak, hizmetkarlık yapmak.
Üçüncüsü: Bu yüksek hakimî otoriteden gelen değerler
sistemi çerçevesinde fıtrat üzerine inşa edilen ‘fikri ve ameli nizam’.
Dördüncüsü: Yüksek
otorite sahibinden gelen değerler sistemini benimseyip yaşama aktaran insan
topluluğu, ‘Millet’.
Beşincisi: ‘Bu nizama uymaya ve ihlasla bağlanmaya
karşı bu yüksek otoritenin verdiği mükafat veya karşı gelmek suretiyle isyan
etmeğe verdiği ceza.’
Kur’ân-ı Kerim’de “Din” kelimesi bazen birinci ve
ikinci(Mümin 64-65, Zümer2,3, 11-17, nahl 52 Âli imran 83, Beyyine 5) , bazen
üçüncü(Yunus 103,104, Yusuf 40, Rum 26-30, Nur 2 , Tevbe 36, Yusuf 76, Enam
137, Şura 21, Kafirun 6), bazen dördüncü(2/130,135 3/95 4/125 6/161 16/123
22/78), bazan da beşinci(Zariyat 5,6, Maun 1-3, İnfitar 17-19) manada
kullanmıştır. Kur’ân-ı Kerim’de din kelimesinin 5 manayı da içerecek şekilde
kullanıldığı bir çok ayet bulunmaktadır(Tevbe 29,33, Mümin 26, Âli imran 19,85
Enfal 39, Nasr 1-3)1
Mevdudi, Kur’ân’da Din kavramına yüklenen anlamın
bütün bunları içerecek şekilde bir bütün oluşturduğunu ifade etmektedir:1
“Fakat biz, daha sonra
Kur’ân-ı Kerim’in bu kelimeyi kapsamlı bir terim olarak kullandığını, bu
terimle her ne olursa olsun, kişinin yüksek bir otoriteye boyun eğdiği,
itaatini ve uyulmasını kabul ettiği, hayatında kanun, kaide ve sınırları ile
bağlı bulunduğu, kendisine itaat etmede büyüklük, mükafat ve derecelerde
ilerleme umduğu, isyan halinde de zillet, aşağılık ve kötü sonuçtan korktuğu
bir hayat nizamını kastettiğini görüyoruz.”
Tevbe 29 ve Mümin 26’da, din kelimesine yüklenen bütün
anlamlar yer almaktadır:
“Kendilerine kitap
verilenlerden, Allah’a ve ahiret gününe inanmayan, Allah’ın ve Peygamberinin
haram ettiği şeyleri haram tanımayan, hak dini din olarak kabul etmeyen
kimselerle, zelil ve hakir (olmuş bir halde) kendi elleriyle cizye verecekleri
zamana kadar muharebe edin.” (Tevbe, 29).
Ayette ‘Allah’ın ve Peygamberinin haram ettiği şeyleri
haram tanımayan’ tabirinde; aile hayatından, topluma ve günlük hayatın tanzim
edilmesine kadar tüm ilişkilere ilişkin kanun, kural ve kaideler dile
getirilmektedir. Daha açıkçası Allah’ın ve Peygamberin vazettiği genel
hükümlerle inşa edilen bir sistemin varlığından bahsedilmektedir. Hz. Peygamber
Tevbe sûresinin 31. âyetini “Onlar
Allah’ı bırakıp hahamlarını, papazlarını ve Meryem oğlu Mesih’i rableri olarak
kabul ettiler. Oysa tek ilâhtan başkasına kulluk etmemekle emrolunmuşlardı.
Ondan başka ilâh yoktur. Allah, koştukları eşlerden münezzehtir.” (Tevbe,
31) okuyup aşağıdaki şekilde yorumlarken, din kelimesindeki 5 anlamın nasıl bir
bütünlük içerisinde olduğunun da güzel bir örneğini vermiştir:
“Aslında onlar, bunlara
(ruhbanlarına) tapınmadılar, ancak bunlar (Allah’ın haram ettiği bir şeyi)
kendileri için helâl kılınca hemen helâl addediverdiler, (Allah’ın helâl
kıldığı bir şeyi de) kendilerine haram edince hemen haram addediverdiler.”
Tirmizî, Tefsir, Berâe, (3094).
Hz. Musa’nın Firavun’a karşı verdiği mücadeleyi
anlatan âyetlerde tarafların dini hangi anlamda anladıklarının çok güzel
örnekleri bulunmaktadır:
“Firavun: “Bırakın beni
dedi, Musa’yı öldüreyim; varsın Rabbine yalvarsın! Çünkü Ben O’nun, dininizi
değiştireceğinden, yahut yeryüzünde fesat çıkaracağından korkuyorum.” (40
Mümin, 26)
Firavunun endişesi, sadece toplumun inançlarına
ilişkin değerlerinin değişmesi değil; aynı zamanda halkın içinde yaşadığı ve
kendisini bağımlı hissettiği kurallar, kaideler ve kanunlar bütününün
oluşturduğu bir nizam ve bir yaşam tarzının da değişmesidir. Yerleşik nizamı
değiştireceğinden korktuğu için Hz. Musa’yı fesat çıkarmakla suçlamaktadır.
Firavun Din kelimesini 5 anlamı
içeren bir bütünlük içinde anladığından Hz. Musa’ya ilk tepkisini: “Ey Musa, sizin Rabb’iniz kimdir?” (20/49) diyerek
göstermiştir. Hz. Musa Firavun’a verdiği cevapta, Firavun’un dışında daha üst
bir otorite olarak Allah’ı Rab olarak adlandırmış ve onun yol göstericiliğini
dile getirmiştir:
“ Bizim dedi: rabbimiz her
şey’e hilkatini veren sonra da yolunu gösterendir.” (20/50)
Bu cevap karşısında Firavunun, önde gelenlere hitaben;
“Ey önde gelenler, sizin için benden
başka bir ilah olduğunu bilmiyorum.” (28/38) dedi. “Sonunda (yardımcı güçlerini) topladı, seslendi; dedi ki: Sizin en yüce
Rabbiniz benim.” (79/23-24) Firavun’un bu tarzda bir konuşma yapmış olması,
rab kelimesindeki derin anlamı çok iyi bildiği anlamına gelmektedir.
Eğer en yüksek otorite Allah ise yaşam onun emirlerine
göre; yok eğer en yüksek otorite Firavun’sa yaşam onun emir ve direktiflerine
göre tanzim edilecektir. Hz. Musa ile Firavun arasındaki tartışmanın Rab
kavramı etrafında şekillenmesinin ana nedeni budur.
Hz. Musa’nın getirmek istediği Dinin anlamını, Firavun kavminin önde gelenleri ile sihirbazlar da
Firavun gibi anlayıp benzer tepkiyi göstermişlerdir:
“Firavun kavminin önde
gelenleri, dediler ki: Musa ve kavmini bu toprakta (Mısır’da) bozgunculuk
çıkarmaları, seni ve ilahlarını terk etmeleri için mi (serbest) bırakacaksın?” (7/127)
“(Sihirbazlar) Dediler ki:
Bunlar her halde iki sihirbazdır, sizi sihirleriyle yurdunuzdan sürüp-çıkarmak
ve örnek olarak tutturduğunuz yolunuzu (dininizi) yok etmek istemektedirler.”
(20/63)
Görüldüğü gibi Musa’nın getirdiği Din, sadece ibadeti
içeren bir inanç sistemi olmanın ötesinde; hayatın tanzimini de içerdiği için
Hz. Musa, tıpkı bu günkü gibi, bozguncu olmakla suçlanmıştır.
Bu boyutu ile Din kelimesinin, değerler sistemini vaaz
eden otorite ile birlikte Kur’ân’da kullanıldığını görmekteyiz:
“Böylece (Yusuf) kardeşinin
kabından önce onların kaplarını (yoklamaya) başladı, sonra da onu kardeşinin
kabından çıkardı. İşte biz Yusuf için böyle bir plan düzenledik. (Yoksa) Hükümdarın
dininde (yürürlükteki kanuna göre) kardeşini (yanında) alıkoyamazdı.” (12/76)
Özet olarak: Din kelimesinin birinci anlamında yüksek otorite, üstün güç, insan yapısını bilen ve ona göre nasıl yaşaması gerektiğine ilişkin bilgileri (Dinin 3. anlamı) bildiren yol gösterici bir güç olmalıdır. İnsana sunulan bu ikrama karşı insan, bu yüksek otoriteye karşı kendisini borçlu hissetmeli, ona gereken saygıyı göstermeli, ona itaat ve ibadet etmelidir (Dinin 2. anlamı). Kendisine sunulan reçeteye bağlı olarak yaşayıp hem bireysel hem de toplumsal bazda barışı ve düzeni sağlayacak bir toplum kurulmalıdır(4. anlam). Kendisine verilen reçeteye uyduğunda ödüllendirilmeli, aksi durumda da cezalandırılmalıdır(5. anlam).
Dinleri Birbirinden Ayıran Temel Unsur ve İki Ana Din
İnsanın yeryüzünde nasıl yaşaması ve hangi değerlere
göre hayatını tanzim etmesi gerektiğine ilişkin kaideleri, kuralları ve
kanunları kimin vaaz edeceği, vaaz edilen bu nizamda insanın yetki ve
sorumlulukları ve vaaz eden otoriteye karşı insanın sorumlulukları, bu dünya
ile ölüm sonrası hayat arasında ki ilişkinin nasıl kurulacağı, otoriteden
insana doğru yönelen ödül ve cezanın ne olacağı dinleri birbirinden ayıran
temel unsurlardır.
Allah alemlerin yaratıcısı ve rabbi, kanun ve hüküm
koyucusu, olarak insana uymaları gereken temel değerleri, kanuniyetleri, ‘Allah’ın
dini’ adı ile bildirmiştir. İnsan ise buna uyup uymamakta serbest olup kendine
Allah’ın dininin dışında başka bir din arayabilmektedir:
“ Peki onlar, Allah’ın
dininden başka bir din mi arıyorlar? Oysa göklerde ve yerde her ne varsa
-istese de, istemese de- O’na teslim olmuştur ve O’na döndürülmektedirler.”
(3/83)
Tevhid dininde Allah en yüksek otorite olup temel
değerleri koymada hiçbir ortak kabul etmemektedir:
“Yoksa onların birtakım
ortakları mı var ki, Allah’ın izin vermediği şeyleri, dinden kendilerine teşrî’
ettiler (bir şeriat kıldılar) ? Eğer o fasıl kelimesi olmasaydı, elbette
aralarında hüküm (karar) verilirdi. Gerçekten zalimler için acıklı bir azap
vardır.” (42/21)
Burada Allah’ın kendi otoritesini paylaşmadığını
görmekteyiz. Kur’ân yapısı içerisinde insanoğlunun böyle bir otorite
kullanımına kalkışması şirk olarak nitelendirilmektedir. Bu açıdan baktığımızda
Allah’ın dini dışındakilerin hepsi, şirk dinidir. Dolayısıyla ana eksen olarak
iki farklı din vardır: Tevhid Dini (Allah’ın Dini= İslam), Şirk dini.
Kur’ân’da Yunus sûresinde bu iki farklı dinin varlığı,
bunları birbirinden ayıran ana kriter ve insanların din seçimlerine bağlı
olarak isimlendirilmeleri yapılmaktadır:
“De ki: Ey insanlar, eğer
benim dinimden yana bir kuşku içindeyseniz, ben, sizin Allah’tan başka ibadet
ettiklerinize ibadet etmiyorum, ancak ben,sizin hayatınıza son verecek olan
Allah’a ibadet ederim. Ben, mü’minlerden olmakla emrolundum.” (10/104)
Burada din
kavramının birinci anlamında yer alan yüksek otorite ve hükümdarın Allah
olduğu; ikinci anlamı ile itaat ve teslimiyetin yalnızca ona yapılması
gerektiği belirtilirken gizli olarak ölüm ötesi hatırlatılarak 5. anlama dikkat
çekilmektedir. Bu dine tabi olanlar ise mümin olarak(4.anlam)
isimlendirilmektedir.
Yunus 105 ve 106. ayetlerde ise, müminlerin muvahid
olarak tevhid dinine yönelmeleri, müşriklerden olmamaları istenirken; tevhid
dininin dışında ki dinlere inanmanın, onu benimsemenin şirk olduğu ve
müntesiplerinin de müşrik olarak adlandırıldığı görülmektedir:
“Ve: Bir muvahhid (hanif)
olarak yüzünü dine doğru yönelt ve sakın müşriklerden olma. Sana yararı da,
zararı da olmayan Allah’tan başkalarına tapma. Eğer sen (bu emirlerin tersini)
yapacak olursan, bu durumda muhakkak sen zulme sapanlardan olursun (diye de
emrolundum) .
(10/105,106)
Yunus 108’e baktığımızda 104. ayette açıkça ifade
edilmeyen bir nokta öne çekilerek, Allah’tan insanlığa gönderilen bilgiye vurgu
yapılmaktadır. İnsanın kurtuluşu ve mutluluğu bu gelen bilgiye tabi olup
olmamasına bağlıdır ve bu konudaki seçimde insan bırakılmıştır:
“De ki: Ey insanlar,
şüphesiz size Rabbinizden hak gelmiştir. Kim hidayete ulaşırsa, o, ancak kendi
nefsi için hidayete ulaşmıştır. Kim de saparsa, o da, kendi aleyhine sapmıştır.
Ben sizin üzerinizde bir vekil değilim.” (1/108)
108. ayette bahsedilen hakkın ne olduğunun daha iyi
anlaşılabilmesi için, Ademle eşi yeryüzüne gönderilirken kendilerine verilen
talimata bakmak yeterlidir.
“Dedik: İnin oradan hepiniz,
sonra benden size ne zaman bir hidayetçi gelir de kim o hidayetçimin izince
giderse onlara bir korku yoktur ve mahzun olacaklar onlar değildir” (2/038)
Görüldüğü gibi insanoğlu yeryüzüne gönderilirken
başıboş bırakılmamış, kurtuluş ve mutluluğu için fıtratına uygun bir şekilde
nasıl yaşaması ve nasıl davranması gerektiği kendisine bildirilmiştir. Hz.
Adem’le başlayan Hz. Muhammed’le son bulan peygamberler silsilesinin görevi de
bu olmuştur. İnsanın Allah’la , insanın kendisi ile, insanın nesillerle, ferdin
ailesi ve toplumu ile ilişkilerinin Allah’tan gelen hidayet, vahyi bilgi,
çerçevesinde yeniden tanzim edilmesi sağlanmış; insanın öteki dünyada ki
durumunun bu dünyaya bağımlı olduğu hatırlatılarak kendisine burada çeki düzen
vermesi sağlanmak istenmiştir. İşte bu Tevhid dinidir. Tevhid dini insanı
olumlu ve olumsuz yönleri ve ölüm sonrasındaki ödül ve ceza sistemini de göz
önüne alarak bir bütün olarak almakta hayatı ona göre tanzim etmektedir. Bu
anlamı ile Tevhid dini insan fıtratının bir yansımasıdır:
“O halde (ey Peygamber ve
Peygamber’e uyanlar) yüzünü samimiyetle ve tamamen bu dine çevir, Allah’ın
fıtratına çevir ki O insanları bu fıtrat üzerine yaratmıştır. Allah’ın
yaratması değiştirilemez. İşte doğru din (budur) fakat insanların çoğu
bilmezler.” (30/30)
Yukarıdan incelemelerden anlaşılabileceği gibi dinleri
birbirinden ayıran ana kriter, dinin 5 anlamında da etkili olan bilginin ne
olduğu, nereden ve nasıl elde edileceğidir. Tevhid dininde bu bilgi, vahyi bilgi
olup Allah’tan insanlara hidayetçiler
aracılığıyla gönderilmektedir. Bu bilgi insanlık için gerekli olan ana
değerleri içerir, ana frekansları verir; peygamberler ise bunları yorumlar
uygular ve gerekli olduğunda diğer bileşenleri de ortaya koyar. Peygamberler
ana değerler etrafında bir zihniyet, bir anlama ve değerlendirme ve yorumlama
sistemi geliştirir. Bu sistem, zamanı zemini ve içinde bulunulan koşulları ana
değerlerle birlikte ele alır. Kendi içinde bir bütündür. Alimler, bu sistemi
zaman, zemin ve koşulları da göz önüne alarak geliştirir, zenginleştirir. Bu
noktada akıl, deney ve gözlem işin içerisine girer. İçtihat da bundan başka bir
şey değildir.
Şirk dininde vahyi bilgi ya yoktur ya da parçalanmış olarak vardır. Bütünlük kaybolmuştur. Şirk dinindeki bilgi, genelde, yalnızca insan aklına, deney ve gözleme dayandığından, izafi olduğundan, insanı ve hayatı bir bütün olarak kuşatamadığından dolayı insanın mutluluğu için gerekli optimal bilgiyi üretememektedir. Ana değerlerden yoksun olduğu ve zamanın belli bir anı için üretilen bilgiye dayandığından dolayı yaşamın bir adım sonrasında nasıl bir sonuç doğuracağı görülememektedir. Bundan dolayı bugün ak dediğine yarın kara diyebilmektedir. Bundan dolayı insanı bunalıma sürüklemektedir. Batının bugünkü bunalımının temelinde bu vardır. Fukuyama’nın Büyük Çözülme kitabında ele alıp işlediği konu da budur.
Yeni Şirk Dini: Pazar Tektanrıcılığı = Serbest Piyasa
Hz. İbrahim, Kavmine karşı çıktığında, kavminin
tapındığı, ibadet ettiği ve kutsadığı putlarla ilgili , özellikle, kullandığı
ifade, Şirk dininin genel anlamını ortaya koyması açısında önemlidir:
“İbrahim onlara söyle
söyledi: Yonttuğunuz şeylere mı tapıyorsunuz? Oysa sizi de, yonttuklarınızı da
Allah yaratmıştır.” (37/95-96)
Burada Hz. İbrahim, kavminin tapındığı putlarla ilgili
değerlendirme yaparken Naht
kelimesini kullanmıştır. Naht,
yontmak, oymak, dövmek ve birkaç kelimeden bir kelime yapmak anlamlarına
gelmektedir. Yanı insanın tasarlayıp, şekil verip üretmesi demektir. Nitekim
Hicr süresinin 82. âyetinde Semud kavminin dağlarda yaptığı evler için de aynı
kelime kullanılmaktadır:
“(Semud Kavmi)Dağlardan
güvenli evler yontuyorlardı.” (15/82)[Ayrıca bkz. 7/74, 26/149]
37/95-96 ve 15/82 ayetlerini birlikte göz önüne
aldığımızda; Hz. İbrahim’in, yontulan şeylere tapma tabiri ile, insanların
üretip kutsadıkları, vazgeçilmez kıldıkları, ilahlaştırdıkları ve
rableştirdikleri her şeyi kastettiği sonucuna varabiliriz. Dolayısıyla şirk
dini kavramı, putperestlik kavramından çok daha geniş anlamlıdır. Putperestlik
şirk dininin özel bir halidir. Şeriati, bu noktadan hareketle bu günkü şirk
dininin iktisada dayandığını ve mevcut statükoyu korumak amacında olduğunu
belirtir:
“Şirk dini diye
adlandırdığımız bu dinin kökü iktisattır. Diğer bir deyişle şirk dini bir
azınlığın servet sahibi olmasına ve çoğunluğun yoksun kalmalarına dayanır, bu
olgudan kaynaklanır.Bu iktisadı etken, diğer insanlara üstün olma hırsı, hem
statükoyu korumak ve meşrulaştırmak, hem de onun sürekliliğini sağlayabilmek
için dine ihtiyaç duyar... Şirk dininin hedefi her zaman şu olmuştur: Metafizik
inançlar aracılığı ile, Tanrı ve tanrılara inanç aracılığı ile, ahirete inanç
ve saptırılmış inanç aracılığı ile, mukaddesata inanç ve saptırılmış inanç
aracılığı ile,gaybi güçlere inancın saptırılması ve bütün dini inançların
saptırılması sayesinde, statükoyu meşru göstermek ve ona gerekçe hazırlamak.
Böylece şirk dini, din adına şunu yapmak ister: Halk olup bitenin,toplumsal
durumun zorunlu olduğuna, bunun ilahi irade gereği olduğuna inanmalıdır. Bu
yazgıdır, taktirdir!”5
Şeriati’nin bu değerlendirmesi okunduktan sonra
yukarıda alıntıladığımız Şeyh Kabbanıi’nin ABD yöneticilerine yaptığı
önerilerin bir kez daha okunmasında yarar vardır.
Garaudy ise serbest piyasa ekonomisinin bugünkü sunum
ve işletiliş şekline bakarak bunun bir din haline getirildiğini söylemektedir:
“Pazar, ancak toplumsal, kişisel veya ulusal ilişkilerin tek düzenleyicisi, iktidarın ve hiyerarşilerin tek kaynağı haline geldiği zaman bir din şekline dönüşür. Ne var ki pazarın bu değişim ve dönüşümünün nihayetinde düşünce, sanat veya vicdani değerler de dahil, bütün insanı değerler ticari değerler haline gelmiştir... Son aşamasına gelmiş bulunan bu ekonomi, artık hakim din mahiyetine bürünmüştür. Ne var ki kendi adını söylemeye cesaret edemeyen bir dindir bu: Pazar tektanrıcılığı.”6
Sonuç: Yeni Yeşil Kuşak Hareketine Karşı Kur’ân ve Sünnet Ekseninde İbrahimî Duruş
Bu Pazar
Tektanrıcılığı şirk dininin sözcüsü bugün için ABD’dir. Bu dini
küreselleşme adı ile tüm dünyaya yaymak istemektedir. Bunun için her türlü
hareket ve entrikayı meşru kabul etmektedir. Merkezi ABD de olan ve fakat
dünyanın her tarafına yayılmış bir psikolojik savaş mekanizmasını işleterek
bütün direnişleri kırmaya çalışmaktadır. ABD, bu yeni şirk dini Pazar Tektanrıcılığının girip yerleştiği her ülkeyi
arkasından işgal etmeyi planlamaktadır. 11 Eylül provokasyonundan sonra Bush’un
başlatmak istediği ‘haçlı seferi’, Pazar Tektanrıcılığı şirk dinini yaymak
içindi. 11 Eylül’den sonraki gelişmelere baktığımızda bunu görebilmekteyiz.
İşte Türkiye’de son zamanlarda Din üzerinde başlatılan tartışmalara bu açıdan
yaklaşmakta fayda vardır. ABD’ye en güçlü direnişi gösteren ve gösterebilecek
olan Tevhid Dini, Yeşil Kuşak Projesi çerçevesinde kuşatılarak reforma tabi
tutulmak istenmektedir.
Bu kuşatma girişimi özet olarak 5 ana eksende
yürütülmektedir.
1. Eksen: Dışa açılan ve çevre ile güçlü diyaloglar
kuran Müslümanları, tehlikeli göstererek engellemek.
2. Eksen: Müslümanları tartışma içerisine çekerek iç
ihtilaflarla oyalamak. Böylelikle ABD ve Pazar Tektanrıcılığı şirk dininin
yayılmasına muhalefet etmelerini engellemek.
3. Eksen: Dini
karmakarışık yapıp anlaşılmaz hale getirmek ve arkasından hayatla ilişkisi
olmayan protestanvari yeni bir din inşa etmek.
4. Eksen: Toplumun kendi dinine, kültürüne ve
medeniyetine olan güvenini yıkmak.
5. Eksen: Müslüman coğrafyanın tüm zenginliklerini serbest piyasa sloganı ile Pazar
Tektanrıcılığı şirk dininin ilahlarının emrine sunmak.
ABD’nin bu Yeni Yeşil Kuşak stratejisine karşı, Müslümanların
Kur’ân ve sünnet eksenli İbrahimî bir duruş sergilemeleri gerekmektedir. Bu
duruş, yeni sömürgecilik hareketine karşı çıkan herkesi kucaklayacak bir
anlayış ve genişlikte olmalıdır. ABD’nin yeni sömürgeleştirme hareketine karşı
verilen mücadeleyi aksatmadan, Yeşil Kuşak stratejisinde bilmeden rol almış 1.
ve 2. gruptaki insanların kazanılması gerekir. Yeşil kuşak projesinin sonuç
alamaması bu iki insan unsurunun kazanılması ile olacaktır. Aksi taktirde
meydana gelecek tahribat, tahminlerin de ötesinde olabilir. Bu insan
unsurlarının duyguları, düşünceleri göz önüne alınarak korku ve endişelerini
gidermek; Yeşil Kuşak denilen satranç tahtasında piyon olmaktan çekip almak tüm
müminlerin görevi olmalıdır. Girilen bu süreçte herkes sorumluluğunu duyarak
konuşmalı ve yazmalıdır.
Unutmamalıyız ki;
“Kim İslâm’dan başka bir din ararsa asla ondan
kabul edilmez. O, ahirette de kayba uğrayanlardandır.” (3/85)
Bütün bu baskı
ve saldırılara karşı Hz. İbrahim’in
dediğini demeli; yaptığını yapmalıyız.
Allah dedi ki:
“İbrahim ve onunla birlikte
olanlarda sizin için güzel bir örnek vardır.” (60/4)
Hz. İbrahim dedi ki:
“Hem size, O’nun kendileri
hakkında hiç bir ispatlayıcı delil indirmediği şeyleri Allah’a ortak koşmaktan
siz korkmuyorken, ben nasıl sizin şirk koştuklarınızdan korkarım? Şu halde
‘güvenlik içinde olmak bakımından’ iki taraftan hangisi daha hak sahibidir?
Eğer bilebilirseniz.”
(6/81)
“Biz, sizlerden ve Allah’ın
dışında tapmakta olduklarınızdan gerçekten uzağız. Sizi (artık) tanımayıp-inkâr
ettik. Sizinle aramızda, siz Allah’a bir olarak iman edinceye kadar ebedi bir
düşmanlık ve bir kin baş göstermiştir.»
«Ey Rabbimiz, biz sana tevekkül ettik ve ‘içten sana yöneldik.’ Dönüş sanadır.» (60/4)
Dipnotlar
* Yazının amacına uygun
olarak isimler verilmemektedir.
1- Mevdudi, Kuran’ın
Dört Temel Terimi, Özgün Yayıncılık, İstanbul, 1999, S:123-137
2- Attas N., İslam
ve Laisizm, Pınar Yayınları, İstanbul, 2002, S: 69-99
3- Öztürk Y.N., Kur’ân’ın
Temel Kavramları, Yeni Boyut, İstanbul, 1991 S: 86-92
4- Ünal
A., Kur’ân’da Temel Kavramlar, Beyan
Yayınları, İstanbul, 1990, 122-132
5- Şeriati,
A., Dine Karşı Din, İşaret Yayınları,
İstanbul, 2003,S: 33-34,37
6- Garaudy, R., Çöküşün Öncüsü ABD, Nehir Yayınları, İstanbul, 1997, 31-32
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder