1 Mart 2004 Pazartesi

TEVHİD DİNİNE KARŞI BİR ŞİRK GİRİŞİMİ: “PAZAR TEKTANRICILIĞI” VE YENİ YEŞİL KUŞAK

 (Umran Dergisi)

Bir sürüye salınan iki aç kurdun sürüye verdiği zarar, kişinin mal ve şeref hırsıyla dinine verdiği zarardan daha fazla değildir. Hz. Muhammed (s.)


Yeni Yeşil Kuşak Projesinin Amacı 

Hatırlanacağı üzere, Sovyet yayılmacılığına bir set oluşturabilmek için ABD tarafından ‘yeşil kuşak’ diye adlandırılan bir proje geliştirilmişti. Bu projeye göre Sovyetler birliği, güneyindeki halkı Müslüman olan ülkeler aracılığı ile kuşatılıp içine kapatılacaktı. Bunun için bu ülkelerde Din kontrollü bir şekilde öne çıkarılarak Komünizme karşı bir mücadele aracı olarak kullanılacaktı. Özellikle Sovyetlerin Afganistan’ı işgali ile bu proje hayatı bir öneme kazandı. ABD, Afganistan’da verilen bağımsızlık hareketine büyük destek vererek projeyi fiilen yürürlüğe soktu. Afgan Mücahitleri dünyanın her yerinde özgürlük savaşçıları olarak alkışlandı.

Bu arada İran’da İslamî bir devrim yapılmış ve devrimin önderleri, ABD’ye ‘büyük şeytan’ diyerek kafa tutmuşlardı. Ayrıca İran İslam devrimini çevre ülkelere yaymak için girişimlerde bulunmuşlardı. Dünyanın en stratejik bölgesinde önemli bir müttefikini ve önemli petrol bölgesini kaybeden ABD, yeşil kuşak projesinin kapsamına İran’ı dahil etti ve İran’ı, Vehhabi ve Sünni bir kuşatmaya almayı tasarladı. Ayrıca Saddam’ı özgürlük kahramanı olarak alkışlayıp ve destekleyerek İran üzerine saldırttı.

Cezayir’de FIS’in Türkiye’de Refah’ın hükümet oluşu, halkı Müslüman olan ülkelerde İslamî dirilişin çok önemli birer göstergesi olmuştur. Her iki ülkede de, halkın özgür iradesi ile hükümet olan İslamî hassasiyeti yüksek bu partiler, Batı destekli darbelerle iktidardan uzaklaştırılmıştır. Bir taraftan Müslümanlar üzerinde baskı artırılırken, diğer taraftan kurdurulan paravan örgütler aracılığı ile terör eylemleri gerçekleştirilmiştir. İslam adına şiddet eylemini yapanlar nedense hep Müslüman önderlere ve Müslüman halka karşı saldırmışlardır. İslam için ayağa kalktığını söyleyenler, Müslüman kıyımı yapmışlardır. Ancak bu, müslüman kamu oyu tarafından yeterince tartışılabilmiş değildir. Bu arada Türkiye’de paravan tarikatlar kurdurularak Müslüman’a ve İslam’a duyulan güven sarsılmak istenmiştir. Bu dönem bir hazırlık ve alt yapı hazırlama süreci olarak değerlendirilebilir.

Yeni Yeşil Kuşak projesinde eski düşman olan Komünizm yerine, Yeni düşman olarak İslam konmuştur. Huntington, Bernard Lewis ve Brzezinsky gibi teorisyenler, CIA ile birlikte teorik bir alt yapı oluşturarak yeni düşmanı dünyaya tanıtmaya ve kabul ettirmeye çalışmışlardır. Medeniyetler çatışması tezi bunun için ileri sürülmüştür. 11 Eylül provokasyonu bu teze haklılık kazandırabilmek, Amerikalılara ve dünyaya büyük bir tehlike altında olduklarına inandırmak için ABD tarafından planlanıp icra edilmiştir. 11 Eylül’le birlikte tüm Müslüman coğrafya tehlikeli bölge ilan edilmiş ve oralarda güvenliğin sağlanabilmesi için işgal de dahil her türlü tedbirin alınması öne sürülmüştür. Bugün piyasaya sürülen ‘Büyük Ortadoğu Projesi’nin amacı bu olup ‘Yeşil Kuşak Projesi’nin yeni bir versiyonudur.

Ancak bu noktaya gelmeden önce, özellikle İran İslam Devriminden sonra İslam dinine dönük yeni bir kavramlaştırma sürecinin yaşandığını görmekteyiz. ‘Siyasal İslam’, ‘Radikal İslam’, ‘Dinî Fundamentalizm’, ‘Ilımlı İslam’, ‘Türk Müslümanlığı’, ‘İslamî Terör’, ‘Dinî Şiddet’ ve ‘Dinî Milleyitçilik’ gibi kavramlar bir alt yapı oluşturmak için yapılmış ön çalışmaların sonucu olarak bu dönemde ortaya sürülmüştür. İslam’a karşı başlatılacak saldırının başlangıçtaki kilometre taşları mahiyetindedirler. 20 yıllık bir sürecin sonunda  şimdi Büyük Ortadoğu Projesi ile  yeni bir saldırı başlatılmıştır.

 Bu saldırının amacı şöyle sıralanabilir:

1- İslam Dinini özünden koparacak tarzda yeni bir yorumlama ve kavramlaştırma ile  hayatla ilgisini koparmak.

2- ABD-İsrail-İngiltere şer ittifakının bu bölgede daha rahat at oynatabilmesi ve bu bölgeyi daha rahat sömürebilmesi için Müslümanların düşünme, olayları algılama, yorumlama ve değerlendirme tarzları ile yaşam tarzlarını değiştirmek. 

3- ABD değerlerinin küreselleşmesine karşı İslamî direnişi kırmak.

4- Bu coğrafyanın başta enerji olmak üzere tüm zenginliklerine el koymak.

5- Bu bölgedeki su ve ulaşım yollarını ele geçirmek.

Yeni Yeşil Kuşak Projesinin Aktörleri

20 yıllık bir süreçte bu kavramlar sürekli tekrarlanarak Müslümanların zihninde kısmen de olsa bir kirlenme ve kavram kargaşası meydana getirilmiştir. Ancak projeden istenilen verim elde edilememiştir. Çünkü bu kavramlar, Müslümanların dışında üretilip Müslüman dünyaya sunulmaktaydı. Müslümanlar bu kavramsallaştırmaya fazla iltifat etmemişlerdir. Bugün başlatılan tartışmalara baktığımızda Yeşil Kuşak Projesine yerli unsurların da dahil edildiği anlaşılmaktadır. Baskı ve korkunun oluşturduğu anaforda ‘münafıklar’la ‘kalbinde hastalık bulunanlar’, bu role soyunmuş veya soyundurulmuştur. Yeşil Kuşak projesinde bundan sonra rol alacak aktörler, Ümmetin içerisinde bulunan, İslamî terminolojiyi bilen ve kavramları yerinden koparıp ayrı anlamlar yükleyebilecek olan oportünist ve revizyonist bir grup olacaktır. Ve bunlar, Saddam gibi rolleri bitene kadar ABD’nin yeni gözdeleri ve yeni işbirlikçileridir. Bunlar, ABD’ nin yeni danışmanları, istihbaratçıları ve muhbirleridir. Bundan sonra bir çok kavram dışarıda üretilmiş olsa bile, içerdeki unsurlar tarafından piyasaya sürülecek ve meşrulaştırılmaya çalışılacaktır.

Washington’da düşünce kuruluşu Nixon Merkezi tarafından düzenlenen “Tasavvufu ve Amerikan politikasındaki potansiyel rolünü anlamak” başlıklı panelde, Şeyh Kabbani’nin, ABD yönetimine, başlattığı savaşta başarı sağlayabilmesi tasavvufçularla çalışmasını önermesi, gelinen sürecin tehlike boyutlarını göstermeye yeter de artar:

“ABD başarıya ulaşmak istiyorsa, tasavvufçularla çalışmalıdır.. Birbirimizin dilini öğrenmeliyiz. Birbirimiz arasında köprüler kurmalıyız. Farklı medeniyetler arasında köprü kurulması tasavvuftur… Bazı Vahabiler terörist değil. Ancak Sufiler arasında terörist yoktur. Sufiler, Müslüman olsun ya da olmasın, iletişim kurar. Eğer ABD başarılı olmak istiyorsa, Vahabilerden başkasına da (yani yeni işbirlikçilere) ulaşmak zorundadır. Tasavvuf felsefesine göre, başındaki liderden memnun olmayan halkın, sultanla savaşma yoluna gitmesi yasaktır... Vahabilik ise her türlü hareketi kısıtlamaktadır. Amerika bu durumda ne yapmalı? Tasavvuf felsefesiyle yönetilen halk, rejim ona ne derse ona göre hareket edecektir. O zaman rejimin nasıl olacağı önemlidir.”

Yukarıdaki ifadeleri iyi okumalıyız. Buradaki mesajın anlamı şudur: Önümüzdeki dönemlerde başta tarikatlar olmak üzere Müslüman cemaatler ve aydınlar üzerine baskı uygulanarak projeye dahil olmaları istenecektir. Mevcut yapılara sızılarak saptırılmaya bölünmeye zorlanacaktır. Ali Kalkancı ve Müslim Gündüz örneğinde olduğu gibi büyük finansal kaynaklarla yeni tarikatlar kurdurulup meşhur edilmeye çalışılacaktır.

ABD Müslüman coğrafyada dejenerasyon ve çözülme sürecini hızlandırabilmek, ‘kalbinde hastalık bulunanlar’ı paniğe sürükleyip bu kervana katılmasını sağlamak için içerdeki işbirlikçileri aracılığıyla Müslümanlara baskıyı artıracaktır. Diğer taraftan terörizmin kaynağı olarak Müslüman coğrafyada yapılan dini eğitim müfredatını göstererek, Müslümanların düşünme, algılama, yorumlama ve değerlendirme anlayışlarını istediği istikamette değiştirebilecek yeni bir müfredatın uygulanmasını istemektedir. Bu arada İslam’ı, Müslümanlara daha iyi anlatabilmek(!) için  TV yayını başlatmaktadır.

Bütün bu uğraşıların ana hedefi, Tevhid dininin temel doğrularını yeni bir kavramsallaştırma ile dejenere etmek ve Protestanlaştırıp hayattan el etek çekmesini sağlamaktır. Son zamanlarda Türkiye’de din üzerinde başlatılan tartışmaların, tesadüf olmayıp Yeşil Kuşak Projesinin bir ürünü olduğu kanaatindeyiz

Uzak olmayan bir geçmişte kendilerinden başka herkesi uzlaşmacı olarak gören ve suçlayan bazı aydın, siyasetçi ve cemaat mensuplarının bu gün kullandığı kavramlara ve yaptığı değerlendirmelere baktığımızda, yorum yapmakta gerçekte zorlanmaktayız:*

“Din içi bir tartışma olarak bakıldığında din ile dünyanın ayrı olduğu kuşku götürmezdir. Din inancı, dünya ise dinden insanların anladıklarını temsil eder. Beşerin anlayış tozuna bulandıktan sonra vahiy artık bir yorumsa insanların dinden anladıkları başka yorumları yok sayan bir otorite yetkisi ile donatılamaz. İslam’ın inanç sisteminde tek otorite Allah olduğu ve diğer tüm yetki ve güçler izafi sayıldığı için herhangi bir yorum ve görüşün mutlaklaştırılmış bir yetki armağan edilerek kamu düzenine egemen kılınması geçerli bir yaklaşım olarak gözükmemektedir.. Dinin minimal olamayacağı ve hayatın her alanı ve adımına dair mutlaka bir sözü bulunması gereken dev bir cüsse olduğunu düşünenler beşerin kendisini gerçekleştirip yükümlülük üstleneceği ve bundan da sorumlu tutulacağı özgürlük alanını ortadan kaldırmaya azmetmişlerdir.”

“Yeni İslamcılık, sadece bir strateji değişikliğinden ibaret değildir. Yeni İslamcılık, hem içerde hem de dışarıda dünyanın yeni bir okumasına ve dolayısıyla yeni bir dünya görüşüne dayanmaktadır.”

“Bu birliktelikleri ne etnik, ne dini köken, ne de coğrafyaya bağlı düşünebiliriz. Dünyada artık böyle bir şey kaldı mı? Bu kamplaşmaları başlatır. Münasebetler kesilebilir, dışlanabiliriz.” “Ekonominin ve siyasetin dinle imanla alakası yoktur. Dini bu konulara bulaştırmak dine zarar vermektedir ve dinin istismarıdır..”

“Yeni bir din anlayışı geliştirmek lazım. Yeni İslamcılık dediğimiz şey budur ... Yeni İslamcılık diyor ki, sizin beslenme kaynaklarınızın zamanı geçmiştir. Artık bunların yerine yeni siyasetnameler yazılması, yeni devlet görüşleri geliştirilmesi lazım. Ben bunun tipik örneğini yazdım. Kuran’dan siyasi model çıkarmak mümkün değildir. Ama bir siyasal ahlak değerleri, bir siyasal perspektif çıkarmak mümkün... Ümmet bir din birliği değildir, siyasal ve sosyal birliktir. Dolayısıyla ben İslam birliği, ümmet birliği değil, Afro Avrasya Milletler Birliği gibi bir kavram olması gerektiğini savunuyorum.”

Bu alıntıları daha da zenginleştirmek mümkündür. Ancak bunlar, bu yeni dönemde İslam dünyasının çekilmek istendiği tartışmanın boyutlarını anlatmaya yeterdir. İfadeleri yakından analiz ettiğimizde bu sözleri sarf edenlerin bir kısmı gerçekten samimidir ve İslam dünyasındaki bunalıma çare aramaktadır. Bir kısmı kalbindeki hastalığı meşru gösterecek bir söylemi yeğlemektedir. Bir kısmı da yaranarak ikbal peşinde koşmaktadır. Dolayısıyla Yeni Yeşil Kuşak projesinde rol alabilecek insan unsurunun, homojen olmamakla birlikte, 4 farklı gruptan oluştuğunu söyleyebiliriz:

1.Grup: Bunlar, İslam’ın samimi müntesipleri olup sorunlara çözüm ararkenyanlış istikamete sapanlardır.

2.Grup: Bunlar imanın lezzetine tam olarak eremeyip kalplerinde gelgit olayları yaşayan kalbinde hastalık bulunanlardır.

3.Grup: Bunlar, İslam’ın samimi müntesibi olmayıp ve fakat İslam’ın içinde gözüken ve her durumdan menfaat elde etmek isteyen münafıklardır.

4.Grup: Bunlar, İslam’ın açık aleni düşmanları olan müşrik ve kafirlerdir.

Yeni yeşil kuşak hareketinde İslam’ın açık düşmanları(4. grup insan unsuru), 3. gruptakilerle beraber çalışırlar. 4. gruptakilerin açığa çıkmaları uygun olmadığı için; bunların çizdiği strateji ve politikalar, 3. gruptakiler aracılığıyla seslendirilir ve uygulanmaya çalışılır. Asıl tehlike, bu 2 grubun(3. ve 4. grup) varlığı veya çalışması değildir. Bu iki gruptan gelebilecek tehlike, doğal olarak beklenmesi gerekendir. Böyle bir saldırı ve tahrip hareketinin beklenmemiş olması yanlıştır. Asıl tehlike, 3. ve 4. grupta olanların 1. ve 2. gruptakilerle bağlantı kurarak birlikte çalışmalarıdır. 1. ve 2. gruptakilerin böyle bir işbirliğinin farkına varmamış olmaları, meydana gelebilecek tahribatı engellemez.

Bu yeni dönemde Yeni Yeşil Kuşak hareketine karşı verilecek mücadelede bu 4 grup insan unsurunun varlığı göz önüne alınmalı ve bunlar arsında ki işbirliğini engelleyecek politikalar geliştirilmelidir. Özellikle 1. Grup insan unsuruna nüfuz etmeleri engellenmelidir. Ayrıca kalbinde hastalık bulunanların hastalıklarını tedavi edici bir süreç eş zamanlı olarak başlatılmalıdır.

Kur’ân Dini Nasıl Tanımlamaktadır?

Son zamanlarda Din kavramı üzerinde başlatılan tartışma ve kavramlaştırmanın tesadüfi olmadığına; Yeni Yeşil Kuşak hareketinin yeni bir saldırısı olduğuna ve buna karşı tavır alınması gerektiğine inanıyoruz. O nedenle Kur’ân ve sünnette Dinden ne anlatılmak istendiğini öncelikle tartışmamızda fayda vardır. Özellikle Kur’ân’da Din kelimesinin geçtiği ayetlerde ne anlatılmak istenmektedir?

Din kelimesi dil yönünden incelendiğinde; baş eğmek, itaat etmek, hakkını almak, ödünç almak, borç etmek, adet edinmek, baş eğdirmek, zorlamak, hesaba çekmek, idare etmek, ceza veya mükafat vermek, hizmet etmek, borç vermek gibi anlamları bulunmaktadır(1-4).

Kur’ân-ı Kerim’de bütün bu anlamların kategorize edilerek birbiri ile bağlantılı 5 ana anlamda kullanıldığını söyleyebiliriz:

Birincisi: ‘Yüce egemenlik sahibinden gelen üstünlük ve galibiyet.’

İkincisi: Bu yüksek egemenlik sahibinin verdiklerine karşı kendini borçlu hissedip boyun eğmek, ona itaat etmek, tapınmak, hizmetkarlık yapmak.

Üçüncüsü: Bu yüksek hakimî otoriteden gelen değerler sistemi çerçevesinde fıtrat üzerine inşa edilen ‘fikri ve ameli nizam’.

Dördüncüsü: Yüksek otorite sahibinden gelen değerler sistemini benimseyip yaşama aktaran insan topluluğu, ‘Millet’.

Beşincisi: ‘Bu nizama uymaya ve ihlasla bağlanmaya karşı bu yüksek otoritenin verdiği mükafat veya karşı gelmek suretiyle isyan etmeğe verdiği ceza.’

Kur’ân-ı Kerim’de “Din” kelimesi bazen birinci ve ikinci(Mümin 64-65, Zümer2,3, 11-17, nahl 52 Âli imran 83, Beyyine 5) , bazen üçüncü(Yunus 103,104, Yusuf 40, Rum 26-30, Nur 2 , Tevbe 36, Yusuf 76, Enam 137, Şura 21, Kafirun 6), bazen dördüncü(2/130,135 3/95 4/125 6/161 16/123 22/78), bazan da beşinci(Zariyat 5,6, Maun 1-3, İnfitar 17-19) manada kullanmıştır. Kur’ân-ı Kerim’de din kelimesinin 5 manayı da içerecek şekilde kullanıldığı bir çok ayet bulunmaktadır(Tevbe 29,33, Mümin 26, Âli imran 19,85 Enfal 39, Nasr 1-3)1

Mevdudi, Kur’ân’da Din kavramına yüklenen anlamın bütün bunları içerecek şekilde bir bütün oluşturduğunu ifade etmektedir:1

“Fakat biz, daha sonra Kur’ân-ı Kerim’in bu kelimeyi kapsamlı bir terim olarak kullandığını, bu terimle her ne olursa olsun, kişinin yüksek bir otoriteye boyun eğdiği, itaatini ve uyulmasını kabul ettiği, hayatında kanun, kaide ve sınırları ile bağlı bulunduğu, kendisine itaat etmede büyüklük, mükafat ve derecelerde ilerleme umduğu, isyan halinde de zillet, aşağılık ve kötü sonuçtan korktuğu bir hayat nizamını kastettiğini görüyoruz.”

Tevbe 29 ve Mümin 26’da, din kelimesine yüklenen bütün anlamlar yer almaktadır:

“Kendilerine kitap verilenlerden, Allah’a ve ahiret gününe inanmayan, Allah’ın ve Peygamberinin haram ettiği şeyleri haram tanımayan, hak dini din olarak kabul etmeyen kimselerle, zelil ve hakir (olmuş bir halde) kendi elleriyle cizye verecekleri zamana kadar muharebe edin.” (Tevbe, 29).

Ayette ‘Allah’ın ve Peygamberinin haram ettiği şeyleri haram tanımayan’ tabirinde; aile hayatından, topluma ve günlük hayatın tanzim edilmesine kadar tüm ilişkilere ilişkin kanun, kural ve kaideler dile getirilmektedir. Daha açıkçası Allah’ın ve Peygamberin vazettiği genel hükümlerle inşa edilen bir sistemin varlığından bahsedilmektedir. Hz. Peygamber Tevbe sûresinin 31. âyetini “Onlar Allah’ı bırakıp hahamlarını, papazlarını ve Meryem oğlu Mesih’i rableri olarak kabul ettiler. Oysa tek ilâhtan başkasına kulluk etmemekle emrolunmuşlardı. Ondan başka ilâh yoktur. Allah, koştukları eşlerden münezzehtir.” (Tevbe, 31) okuyup aşağıdaki şekilde yorumlarken, din kelimesindeki 5 anlamın nasıl bir bütünlük içerisinde olduğunun da güzel bir örneğini vermiştir:

“Aslında onlar, bunlara (ruhbanlarına) tapınmadılar, ancak bunlar (Allah’ın haram ettiği bir şeyi) kendileri için helâl kılınca hemen helâl addediverdiler, (Allah’ın helâl kıldığı bir şeyi de) kendilerine haram edince hemen haram addediverdiler.” Tirmizî, Tefsir, Berâe, (3094).

Hz. Musa’nın Firavun’a karşı verdiği mücadeleyi anlatan âyetlerde tarafların dini hangi anlamda anladıklarının çok güzel örnekleri bulunmaktadır:

“Firavun: “Bırakın beni dedi, Musa’yı öldüreyim; varsın Rabbine yalvarsın! Çünkü Ben O’nun, dininizi değiştireceğinden, yahut yeryüzünde fesat çıkaracağından korkuyorum.” (40 Mümin, 26)

Firavunun endişesi, sadece toplumun inançlarına ilişkin değerlerinin değişmesi değil; aynı zamanda halkın içinde yaşadığı ve kendisini bağımlı hissettiği kurallar, kaideler ve kanunlar bütününün oluşturduğu bir nizam ve bir yaşam tarzının da değişmesidir. Yerleşik nizamı değiştireceğinden korktuğu için Hz. Musa’yı fesat çıkarmakla suçlamaktadır. Firavun Din kelimesini 5 anlamı içeren bir bütünlük içinde anladığından Hz. Musa’ya ilk tepkisini: “Ey Musa, sizin Rabb’iniz kimdir?” (20/49) diyerek göstermiştir. Hz. Musa Firavun’a verdiği cevapta, Firavun’un dışında daha üst bir otorite olarak Allah’ı Rab olarak adlandırmış ve onun yol göstericiliğini dile getirmiştir:

“ Bizim dedi: rabbimiz her şey’e hilkatini veren sonra da yolunu gösterendir.” (20/50)

Bu cevap karşısında Firavunun, önde gelenlere hitaben; “Ey önde gelenler, sizin için benden başka bir ilah olduğunu bilmiyorum.” (28/38) dedi. “Sonunda (yardımcı güçlerini) topladı, seslendi; dedi ki: Sizin en yüce Rabbiniz benim.” (79/23-24) Firavun’un bu tarzda bir konuşma yapmış olması, rab kelimesindeki derin anlamı çok iyi bildiği anlamına gelmektedir.

Eğer en yüksek otorite Allah ise yaşam onun emirlerine göre; yok eğer en yüksek otorite Firavun’sa yaşam onun emir ve direktiflerine göre tanzim edilecektir. Hz. Musa ile Firavun arasındaki tartışmanın Rab kavramı etrafında şekillenmesinin ana nedeni budur.

Hz. Musa’nın getirmek istediği Dinin anlamını, Firavun kavminin önde gelenleri ile sihirbazlar da Firavun gibi anlayıp benzer tepkiyi göstermişlerdir:

“Firavun kavminin önde gelenleri, dediler ki: Musa ve kavmini bu toprakta (Mısır’da) bozgunculuk çıkarmaları, seni ve ilahlarını terk etmeleri için mi (serbest) bırakacaksın?” (7/127)

“(Sihirbazlar) Dediler ki: Bunlar her halde iki sihirbazdır, sizi sihirleriyle yurdunuzdan sürüp-çıkarmak ve örnek olarak tutturduğunuz yolunuzu (dininizi) yok etmek istemektedirler.” (20/63)

Görüldüğü gibi Musa’nın getirdiği Din, sadece ibadeti içeren bir inanç sistemi olmanın ötesinde; hayatın tanzimini de içerdiği için Hz. Musa, tıpkı bu günkü gibi, bozguncu olmakla suçlanmıştır.

Bu boyutu ile Din kelimesinin, değerler sistemini vaaz eden otorite ile birlikte Kur’ân’da kullanıldığını görmekteyiz:

“Böylece (Yusuf) kardeşinin kabından önce onların kaplarını (yoklamaya) başladı, sonra da onu kardeşinin kabından çıkardı. İşte biz Yusuf için böyle bir plan düzenledik. (Yoksa) Hükümdarın dininde (yürürlükteki kanuna göre) kardeşini (yanında) alıkoyamazdı.” (12/76)

Özet olarak: Din kelimesinin birinci anlamında yüksek otorite, üstün güç, insan yapısını bilen ve ona göre nasıl yaşaması gerektiğine ilişkin bilgileri (Dinin 3. anlamı) bildiren yol gösterici bir güç olmalıdır. İnsana sunulan bu ikrama karşı insan, bu yüksek otoriteye karşı kendisini borçlu hissetmeli, ona gereken saygıyı göstermeli, ona itaat ve ibadet etmelidir (Dinin 2. anlamı). Kendisine sunulan reçeteye bağlı olarak yaşayıp hem bireysel hem de toplumsal bazda barışı ve düzeni sağlayacak bir toplum kurulmalıdır(4. anlam). Kendisine verilen reçeteye uyduğunda ödüllendirilmeli, aksi durumda da cezalandırılmalıdır(5. anlam).

Dinleri Birbirinden Ayıran Temel Unsur ve İki Ana Din 

İnsanın yeryüzünde nasıl yaşaması ve hangi değerlere göre hayatını tanzim etmesi gerektiğine ilişkin kaideleri, kuralları ve kanunları kimin vaaz edeceği, vaaz edilen bu nizamda insanın yetki ve sorumlulukları ve vaaz eden otoriteye karşı insanın sorumlulukları, bu dünya ile ölüm sonrası hayat arasında ki ilişkinin nasıl kurulacağı, otoriteden insana doğru yönelen ödül ve cezanın ne olacağı dinleri birbirinden ayıran temel unsurlardır.

Allah alemlerin yaratıcısı ve rabbi, kanun ve hüküm koyucusu, olarak insana uymaları gereken temel değerleri, kanuniyetleri, ‘Allah’ın dini’ adı ile bildirmiştir. İnsan ise buna uyup uymamakta serbest olup kendine Allah’ın dininin dışında başka bir din arayabilmektedir:

“ Peki onlar, Allah’ın dininden başka bir din mi arıyorlar? Oysa göklerde ve yerde her ne varsa -istese de, istemese de- O’na teslim olmuştur ve O’na döndürülmektedirler.” (3/83)

Tevhid dininde Allah en yüksek otorite olup temel değerleri koymada hiçbir ortak kabul etmemektedir:

“Yoksa onların birtakım ortakları mı var ki, Allah’ın izin vermediği şeyleri, dinden kendilerine teşrî’ ettiler (bir şeriat kıldılar) ? Eğer o fasıl kelimesi olmasaydı, elbette aralarında hüküm (karar) verilirdi. Gerçekten zalimler için acıklı bir azap vardır.” (42/21)

Burada Allah’ın kendi otoritesini paylaşmadığını görmekteyiz. Kur’ân yapısı içerisinde insanoğlunun böyle bir otorite kullanımına kalkışması şirk olarak nitelendirilmektedir. Bu açıdan baktığımızda Allah’ın dini dışındakilerin hepsi, şirk dinidir. Dolayısıyla ana eksen olarak iki farklı din vardır: Tevhid Dini (Allah’ın Dini= İslam), Şirk dini.

Kur’ân’da Yunus sûresinde bu iki farklı dinin varlığı, bunları birbirinden ayıran ana kriter ve insanların din seçimlerine bağlı olarak isimlendirilmeleri yapılmaktadır:

“De ki: Ey insanlar, eğer benim dinimden yana bir kuşku içindeyseniz, ben, sizin Allah’tan başka ibadet ettiklerinize ibadet etmiyorum, ancak ben,sizin hayatınıza son verecek olan Allah’a ibadet ederim. Ben, mü’minlerden olmakla emrolundum.” (10/104)

Burada din kavramının birinci anlamında yer alan yüksek otorite ve hükümdarın Allah olduğu; ikinci anlamı ile itaat ve teslimiyetin yalnızca ona yapılması gerektiği belirtilirken gizli olarak ölüm ötesi hatırlatılarak 5. anlama dikkat çekilmektedir. Bu dine tabi olanlar ise mümin olarak(4.anlam) isimlendirilmektedir.

Yunus 105 ve 106. ayetlerde ise, müminlerin muvahid olarak tevhid dinine yönelmeleri, müşriklerden olmamaları istenirken; tevhid dininin dışında ki dinlere inanmanın, onu benimsemenin şirk olduğu ve müntesiplerinin de müşrik olarak adlandırıldığı görülmektedir:

“Ve: Bir muvahhid (hanif) olarak yüzünü dine doğru yönelt ve sakın müşriklerden olma. Sana yararı da, zararı da olmayan Allah’tan başkalarına tapma. Eğer sen (bu emirlerin tersini) yapacak olursan, bu durumda muhakkak sen zulme sapanlardan olursun (diye de emrolundum) . (10/105,106)

Yunus 108’e baktığımızda 104. ayette açıkça ifade edilmeyen bir nokta öne çekilerek, Allah’tan insanlığa gönderilen bilgiye vurgu yapılmaktadır. İnsanın kurtuluşu ve mutluluğu bu gelen bilgiye tabi olup olmamasına bağlıdır ve bu konudaki seçimde insan bırakılmıştır:

“De ki: Ey insanlar, şüphesiz size Rabbinizden hak gelmiştir. Kim hidayete ulaşırsa, o, ancak kendi nefsi için hidayete ulaşmıştır. Kim de saparsa, o da, kendi aleyhine sapmıştır. Ben sizin üzerinizde bir vekil değilim.” (1/108)

108. ayette bahsedilen hakkın ne olduğunun daha iyi anlaşılabilmesi için, Ademle eşi yeryüzüne gönderilirken kendilerine verilen talimata bakmak yeterlidir.

“Dedik: İnin oradan hepiniz, sonra benden size ne zaman bir hidayetçi gelir de kim o hidayetçimin izince giderse onlara bir korku yoktur ve mahzun olacaklar onlar değildir” (2/038)

Görüldüğü gibi insanoğlu yeryüzüne gönderilirken başıboş bırakılmamış, kurtuluş ve mutluluğu için fıtratına uygun bir şekilde nasıl yaşaması ve nasıl davranması gerektiği kendisine bildirilmiştir. Hz. Adem’le başlayan Hz. Muhammed’le son bulan peygamberler silsilesinin görevi de bu olmuştur. İnsanın Allah’la , insanın kendisi ile, insanın nesillerle, ferdin ailesi ve toplumu ile ilişkilerinin Allah’tan gelen hidayet, vahyi bilgi, çerçevesinde yeniden tanzim edilmesi sağlanmış; insanın öteki dünyada ki durumunun bu dünyaya bağımlı olduğu hatırlatılarak kendisine burada çeki düzen vermesi sağlanmak istenmiştir. İşte bu Tevhid dinidir. Tevhid dini insanı olumlu ve olumsuz yönleri ve ölüm sonrasındaki ödül ve ceza sistemini de göz önüne alarak bir bütün olarak almakta hayatı ona göre tanzim etmektedir. Bu anlamı ile Tevhid dini insan fıtratının bir yansımasıdır:

“O halde (ey Peygamber ve Peygamber’e uyanlar) yüzünü samimiyetle ve tamamen bu dine çevir, Allah’ın fıtratına çevir ki O insanları bu fıtrat üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratması değiştirilemez. İşte doğru din (budur) fakat insanların çoğu bilmezler.” (30/30)

Yukarıdan incelemelerden anlaşılabileceği gibi dinleri birbirinden ayıran ana kriter, dinin 5 anlamında da etkili olan bilginin ne olduğu, nereden ve nasıl elde edileceğidir. Tevhid dininde bu bilgi, vahyi bilgi olup Allah’tan insanlara hidayetçiler aracılığıyla gönderilmektedir. Bu bilgi insanlık için gerekli olan ana değerleri içerir, ana frekansları verir; peygamberler ise bunları yorumlar uygular ve gerekli olduğunda diğer bileşenleri de ortaya koyar. Peygamberler ana değerler etrafında bir zihniyet, bir anlama ve değerlendirme ve yorumlama sistemi geliştirir. Bu sistem, zamanı zemini ve içinde bulunulan koşulları ana değerlerle birlikte ele alır. Kendi içinde bir bütündür. Alimler, bu sistemi zaman, zemin ve koşulları da göz önüne alarak geliştirir, zenginleştirir. Bu noktada akıl, deney ve gözlem işin içerisine girer. İçtihat da bundan başka bir şey değildir.

Şirk dininde vahyi bilgi ya yoktur ya da parçalanmış olarak vardır. Bütünlük kaybolmuştur. Şirk dinindeki bilgi, genelde, yalnızca insan aklına, deney ve gözleme dayandığından, izafi olduğundan, insanı ve hayatı bir bütün olarak kuşatamadığından dolayı insanın mutluluğu için gerekli optimal bilgiyi üretememektedir. Ana değerlerden yoksun olduğu ve zamanın belli bir anı için üretilen bilgiye dayandığından dolayı yaşamın bir adım sonrasında nasıl bir sonuç doğuracağı görülememektedir. Bundan dolayı bugün ak dediğine yarın kara diyebilmektedir. Bundan dolayı insanı bunalıma sürüklemektedir. Batının bugünkü bunalımının temelinde bu vardır. Fukuyama’nın Büyük Çözülme kitabında ele alıp işlediği konu da budur.

Yeni Şirk Dini: Pazar Tektanrıcılığı = Serbest Piyasa 

Hz. İbrahim, Kavmine karşı çıktığında, kavminin tapındığı, ibadet ettiği ve kutsadığı putlarla ilgili , özellikle, kullandığı ifade, Şirk dininin genel anlamını ortaya koyması açısında önemlidir:

“İbrahim onlara söyle söyledi: Yonttuğunuz şeylere mı tapıyorsunuz? Oysa sizi de, yonttuklarınızı da Allah yaratmıştır.” (37/95-96)

Burada Hz. İbrahim, kavminin tapındığı putlarla ilgili değerlendirme yaparken Naht kelimesini kullanmıştır. Naht, yontmak, oymak, dövmek ve birkaç kelimeden bir kelime yapmak anlamlarına gelmektedir. Yanı insanın tasarlayıp, şekil verip üretmesi demektir. Nitekim Hicr süresinin 82. âyetinde Semud kavminin dağlarda yaptığı evler için de aynı kelime kullanılmaktadır:

“(Semud Kavmi)Dağlardan güvenli evler yontuyorlardı.” (15/82)[Ayrıca bkz. 7/74, 26/149]

37/95-96 ve 15/82 ayetlerini birlikte göz önüne aldığımızda; Hz. İbrahim’in, yontulan şeylere tapma tabiri ile, insanların üretip kutsadıkları, vazgeçilmez kıldıkları, ilahlaştırdıkları ve rableştirdikleri her şeyi kastettiği sonucuna varabiliriz. Dolayısıyla şirk dini kavramı, putperestlik kavramından çok daha geniş anlamlıdır. Putperestlik şirk dininin özel bir halidir. Şeriati, bu noktadan hareketle bu günkü şirk dininin iktisada dayandığını ve mevcut statükoyu korumak amacında olduğunu belirtir:

“Şirk dini diye adlandırdığımız bu dinin kökü iktisattır. Diğer bir deyişle şirk dini bir azınlığın servet sahibi olmasına ve çoğunluğun yoksun kalmalarına dayanır, bu olgudan kaynaklanır.Bu iktisadı etken, diğer insanlara üstün olma hırsı, hem statükoyu korumak ve meşrulaştırmak, hem de onun sürekliliğini sağlayabilmek için dine ihtiyaç duyar... Şirk dininin hedefi her zaman şu olmuştur: Metafizik inançlar aracılığı ile, Tanrı ve tanrılara inanç aracılığı ile, ahirete inanç ve saptırılmış inanç aracılığı ile, mukaddesata inanç ve saptırılmış inanç aracılığı ile,gaybi güçlere inancın saptırılması ve bütün dini inançların saptırılması sayesinde, statükoyu meşru göstermek ve ona gerekçe hazırlamak. Böylece şirk dini, din adına şunu yapmak ister: Halk olup bitenin,toplumsal durumun zorunlu olduğuna, bunun ilahi irade gereği olduğuna inanmalıdır. Bu yazgıdır, taktirdir!”5

Şeriati’nin bu değerlendirmesi okunduktan sonra yukarıda alıntıladığımız Şeyh Kabbanıi’nin ABD yöneticilerine yaptığı önerilerin bir kez daha okunmasında yarar vardır.

Garaudy ise serbest piyasa ekonomisinin bugünkü sunum ve işletiliş şekline bakarak bunun bir din haline getirildiğini söylemektedir:

“Pazar, ancak toplumsal, kişisel veya ulusal ilişkilerin tek düzenleyicisi, iktidarın ve hiyerarşilerin tek kaynağı haline geldiği zaman bir din şekline dönüşür. Ne var ki pazarın bu değişim ve dönüşümünün nihayetinde düşünce, sanat veya vicdani değerler de dahil, bütün insanı değerler ticari değerler haline gelmiştir... Son aşamasına gelmiş bulunan bu ekonomi, artık hakim din mahiyetine bürünmüştür. Ne var ki kendi adını söylemeye cesaret edemeyen bir dindir bu: Pazar tektanrıcılığı.”6

Sonuç: Yeni Yeşil Kuşak Hareketine Karşı Kur’ân ve Sünnet Ekseninde İbrahimî Duruş

Bu Pazar Tektanrıcılığı şirk dininin sözcüsü bugün için ABD’dir. Bu dini küreselleşme adı ile tüm dünyaya yaymak istemektedir. Bunun için her türlü hareket ve entrikayı meşru kabul etmektedir. Merkezi ABD de olan ve fakat dünyanın her tarafına yayılmış bir psikolojik savaş mekanizmasını işleterek bütün direnişleri kırmaya çalışmaktadır. ABD, bu yeni şirk dini Pazar Tektanrıcılığının girip yerleştiği her ülkeyi arkasından işgal etmeyi planlamaktadır. 11 Eylül provokasyonundan sonra Bush’un başlatmak istediği ‘haçlı seferi’, Pazar Tektanrıcılığı şirk dinini yaymak içindi. 11 Eylül’den sonraki gelişmelere baktığımızda bunu görebilmekteyiz. İşte Türkiye’de son zamanlarda Din üzerinde başlatılan tartışmalara bu açıdan yaklaşmakta fayda vardır. ABD’ye en güçlü direnişi gösteren ve gösterebilecek olan Tevhid Dini, Yeşil Kuşak Projesi çerçevesinde kuşatılarak reforma tabi tutulmak istenmektedir.

Bu kuşatma girişimi özet olarak 5 ana eksende yürütülmektedir.

1. Eksen: Dışa açılan ve çevre ile güçlü diyaloglar kuran Müslümanları, tehlikeli göstererek engellemek.

2. Eksen: Müslümanları tartışma içerisine çekerek iç ihtilaflarla oyalamak. Böylelikle ABD ve Pazar Tektanrıcılığı şirk dininin yayılmasına muhalefet etmelerini engellemek.

 3. Eksen: Dini karmakarışık yapıp anlaşılmaz hale getirmek ve arkasından hayatla ilişkisi olmayan protestanvari yeni bir din inşa etmek.

4. Eksen: Toplumun kendi dinine, kültürüne ve medeniyetine olan güvenini yıkmak.

5. Eksen: Müslüman coğrafyanın tüm zenginliklerini serbest piyasa sloganı ile Pazar Tektanrıcılığı şirk dininin ilahlarının emrine sunmak.

ABD’nin bu Yeni Yeşil Kuşak stratejisine karşı, Müslümanların Kur’ân ve sünnet eksenli İbrahimî bir duruş sergilemeleri gerekmektedir. Bu duruş, yeni sömürgecilik hareketine karşı çıkan herkesi kucaklayacak bir anlayış ve genişlikte olmalıdır. ABD’nin yeni sömürgeleştirme hareketine karşı verilen mücadeleyi aksatmadan, Yeşil Kuşak stratejisinde bilmeden rol almış 1. ve 2. gruptaki insanların kazanılması gerekir. Yeşil kuşak projesinin sonuç alamaması bu iki insan unsurunun kazanılması ile olacaktır. Aksi taktirde meydana gelecek tahribat, tahminlerin de ötesinde olabilir. Bu insan unsurlarının duyguları, düşünceleri göz önüne alınarak korku ve endişelerini gidermek; Yeşil Kuşak denilen satranç tahtasında piyon olmaktan çekip almak tüm müminlerin görevi olmalıdır. Girilen bu süreçte herkes sorumluluğunu duyarak konuşmalı ve yazmalıdır.

Unutmamalıyız ki;

 “Kim İslâm’dan başka bir din ararsa asla ondan kabul edilmez. O, ahirette de kayba uğrayanlardandır.” (3/85)

 Bütün bu baskı ve saldırılara karşı  Hz. İbrahim’in dediğini demeli; yaptığını yapmalıyız.

Allah dedi ki:

“İbrahim ve onunla birlikte olanlarda sizin için güzel bir örnek vardır.” (60/4)

Hz. İbrahim dedi ki:

“Hem size, O’nun kendileri hakkında hiç bir ispatlayıcı delil indirmediği şeyleri Allah’a ortak koşmaktan siz korkmuyorken, ben nasıl sizin şirk koştuklarınızdan korkarım? Şu halde ‘güvenlik içinde olmak bakımından’ iki taraftan hangisi daha hak sahibidir? Eğer bilebilirseniz.” (6/81)

“Biz, sizlerden ve Allah’ın dışında tapmakta olduklarınızdan gerçekten uzağız. Sizi (artık) tanımayıp-inkâr ettik. Sizinle aramızda, siz Allah’a bir olarak iman edinceye kadar ebedi bir düşmanlık ve bir kin baş göstermiştir.»

 «Ey Rabbimiz, biz sana tevekkül ettik ve ‘içten sana yöneldik.’ Dönüş sanadır.» (60/4)  

Dipnotlar

* Yazının amacına uygun olarak isimler verilmemektedir.

1- Mevdudi, Kuran’ın Dört Temel Terimi, Özgün Yayıncılık, İstanbul, 1999, S:123-137

2- Attas N., İslam ve Laisizm, Pınar Yayınları, İstanbul, 2002, S: 69-99

3- Öztürk Y.N., Kur’ân’ın Temel Kavramları, Yeni Boyut, İstanbul, 1991 S: 86-92

4- Ünal A., Kur’ân’da Temel Kavramlar, Beyan Yayınları, İstanbul, 1990, 122-132

5- Şeriati, A., Dine Karşı Din, İşaret Yayınları, İstanbul, 2003,S: 33-34,37

6- Garaudy, R., Çöküşün Öncüsü ABD, Nehir Yayınları, İstanbul, 1997, 31-32

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...