1 Ocak 2001 Pazartesi

İbrahimi Duruş

 (Umran Dergisi)

Giriş

Kirlenme, yozlaşma ve yabancılaşma; bir ülkede tavandan tabana doğru toplumun tüm kesimlerini içine alarak yayılıyorsa, o ülkede hak, hukuk, adalet yok olmaya mahkumdur. Toplumu bir arada tutan değer sistemi zayıflamakta, bozulmakta, görevini ifa edemez duruma gelmektedir. Mevcut değer sistemi, insan fıtratı ile uyuşmuyorsa bu süreç daha da hızlı gerçekleşir. Zulüm, haksızlık, gasp, rüşvet, soygun vurgun günlük yaşamda doğallık kazanır, kanıksanır. Toplum, fizyolojik tetanos olmuş gibi davranır, tepkisizleşir. Tepkisiz bir toplumda sosyal denge altüst olur. Değişik gelir grupları arasındaki farklılıklar uçuruma dönüşür. Bir taraf aşırı zenginleşirken, diğer taraf aşırı fakirleşir. Bir taraf refahın getirdiği baş döndürücü bir çılgınlığı, sefahatı yaşarken; diğer taraf yiyecek ekmek, yatacak yer bulamaz.

Ülkeyi yöneten güçler, refahtan şımarıp azan önde gelenler, ülkenin imkanlarını sonuna kadar hoyratça kullanmada hiçbir sınırlayıcı kıstas, ölçü veya değer tanımazlar. Tüm dünyanın kendi benleri(nefsleri) etrafında şekillendiği vehmine kapılırlar. Aşırı kâr tutkusu, daha yüksek yaşam standardı isteği, onların yaşamlarının ana gayesi haline gelir. Bu gayeye ulaşmada engel saydıkları her şeyi düşman, tehlike ve bir tehdit unsuru olarak görür veya gösterirler. Bunlar, hiçbir ahlakî müeyyide ile kendilerini bağımlı hissetmezler. Onlar her inançtandır ve fakat hiçbir inanca sahip değillerdir. Daha yüksek kâr elde etme uğruna herşeyi kullanmakta, istismar etmekte, tahrif ve tahrip etmekte mahirdirler. Bunların vatan ve millet sevgisi, aşırı kâr güdüleri tatmin olabildiği sürece var gözükür. Zorda kaldıklarında yurt dışına kaçmaları ya da tüm imkanlarını yurt dışına çıkarmaları sevgilerinin bir ölçüsüdür.

Karşılarında güç istemezler. Bu nedenle de halkın uyanmasından, hakkını aramasından son derece rahatsız olurlar. Bunu kendileri için tehlike ve tehdit olarak görürler. Dolayısıyla böyle bir uyanış engellenmeli ve gerekirse yok edilmelidir. Refahtan şımarıp azan önde gelenler, halkın uyanışını engellemek için sivil ve askeri bürokrasiyi kullanmakta beceriklidirler. Medya onların elinde tam bir uyuşturma ve yıkım silahı olabilir. Korku ve dehşet salarak yönetmek onların yönetim felsefesidir.

Ülkemizde 28 Şubat Postmodern Darbesi’yle başlayan süreç, böyle bir dönemdir. Refahtan şımarıp azan önde gelenlerin aşırı kâr elde etme imkanlarının tehlikeye düşmesi, üretim ve pazar alanlarını kimseyle paylaşmak istememeleri sürecin başlatılmasının önemli iç nedenlerinden biridir.

Bu süreçte etrafa korku ve dehşet saçılmıştır. İhbar ve karalama mekanizması ile, engel olarak gördükleri herkesi karalamışlardır. Kurdukları veya yanlış yöne sevk ettikleri paravan örgütlerle, halkı kamplara ayırmışlardır. Sonra da aynı örgütleri deşifre ederek, insanların birbirine olan güvenlerini yıkmaya çalışmışlardır. Halkın bireyselleştirilerek korkutulup pasifize edilmesi ve her türlü sivil toplum örgütüne karşı güvenin yıkılmak istenmesi bu dönemin en tipik karakteridir. 28 Şubat postmodern darbesi; halkın seçtiklerinin tasfiye edilmesi, halkın sindirilmesi, tayin edilen sınırlar dışına çıkmaması ve sistemin muktedirlerinin işaret ettiği istikamette rey kullanması gerektiğine ilişkin yapılan periyodik operasyonlardan biridir. Halkı sürekli korku altında tutma sürecinin adıdır.

Halktan kopuk bir yönetici zümre, hükümranlıklarını hile, entrika, karalama, tehdit, tedhiş ve terör yoluyla dehşet ve korku salarak idame ettirmek istemiştir. Bundan sonra da aynı yol ve yöntemi kullanacaklarından kimsenin şüphesi olmasın.

Zaman zaman yapılan temizlik hareketleri, ‘hamamın namusunu’ kurtarma girişiminden öteye gidemez. Büyük bir samimiyetle yapılmak istenen operasyonların önü, daha baskın yöntemlerle kesilir. Ancak bu arada yıprananların yerine yenileri yerleştirilerek, halkın güveni yeniden kazanılmaya çalışılır. Kirliliğin temel nedeni, sistemin dayandığı temel felsefedir. Öncelikle bu konu tartışılmadıkça, insanlar doğruyu, güzeli özgürce arayamadıkça, ülkenin aydınları şifrelerle, kodlarla yazıp konuştukça; sistemin değerleri içine sıkıştırılarak yapılan tüm arayışlar, iyi niyetle de olsa, sonuç vermeyecektir. Sanal bir halk için inşa edilen bir sistem, yaşayan halka dar gelmekte, onu bunaltmaktadır. Bu nedenle de ülke, korkular, bunalımlar ve darbeler ülkesi olmuştur.

İbrahimî Duruş

Böylesi müslüman ülkelerde bunalımdan çıkmanın bir yolu var mıdır? Bunalımdan kurtulmak için ne yapılmalıdır? Evet bunalımdan çıkmanın bir yol vardır. Bu yol, öncelikle bireysel bazda arınıp, yalnızca Allah’tan korkup diğer tüm korkulardan kurtulmaktır. Sonra da cemaat şuuru içinde halkı korkularından arındırarak özgür bir ortama kavuşturmak için birlik ve dayanışma içinde mücadele etmektir.

Bunun için yalnızca Allah’a yönelerek, yalnızca O’na kulluk yaparak, yalnızca O’na ibadet ederek, yalnızca O’nu İlah, Rab edinerek ve yalnızca O’ndan korkarak diğer tüm korkulardan arınıp İbrahimî bir duruş, bir tavır, bir davranış ve bir direnç gösterilmelidir. Korkunun kol gezdiği, güvenin yıkıldığı, insanın meta olarak algılandığı, eşyalaştırıldığı; paranın, maddenin, gücün putlaştırıldığı bir dünyada kurtuluşun tek reçetesi, Hz. İbrahim’in, sapmış olan kendi halkına karşı gösterdiği onurlu direniş ve karşı koyuştur. Bir tarafta babası ile birlikte bir halk, diğer tarafta yalnızca Allah’a inanıp dayanan, güvenen ve de yalnızca Allah’tan korkan Hz. İbrahim vardır. Hz. İbrahim, muvahhid kimliği ile tek başına bir ümmet olarak, babasına ve babasının şahsında yerleşik putperest bir sisteme karşı çıkmaktadır:

“Hani İbrahim, babası Azer’e (şöyle) demişti: ‘Sen putları ilahlar mı ediniyorsun? Doğrusu, ben seni ve kavmini apaçık bir sapıklık içinde görüyorum.’ (6 Enam 74)”

 Hz. İbrahim’in içinde yaşadığı toplum, putperest bir toplumdur. Böylesi toplumlarda putlar, aynı zamanda yönetimin bir parçasıdır. Toplumda hakim olan güç merkezleri, refahtan şımarıp azan önde gelenler, putlar etrafında efsane mitler oluşturarak toplumu yönetmeyi temel ilke edinmişlerdir. Bu sistemlerde putlar, ibadet edinilen bir varlık olmanın ötesinde, sömürü çarkının ağırlık merkezini de oluştururlar:

“İbrahim dedi ki: ‘Siz gerçekten Allah’ı bırakıp da dünya hayatında aranızda bir sevgi bağı olarak putları ilahlar edindiniz. Sonra da kıyamet günü, bir kısmınız bir kısmınızı inkar edip tanımayacak ve bir kısmınız bir kısmınıza lanet edeceksiniz. Sizin barınma yeriniz ateştir ve hiçbir yardımcınız da yoktur.” (29 Ankebut 25)

Bu tür toplumlarda putlar; dünya hayatında aralarında bir sevgi bağı oluşturması ve böylelikle toplumun daha kolay kontrol edilebilmesi için, refahtan şımarıp azan önde gelenler tarafından uydurulmuş ve isimlendirilmişlerdir:

“Bu(putlar), sizin ve atalarınızın (kendi istek ve öngörülerinize göre ) isimlendirdiğiniz (kuru ve keyfî) isimlerden başkası değildir. Allah, onlarla ilgili ispatlayıcı bir delil indirmemiştir. Onlar, zanna ve nefislerinin heva olarak arzu ettiklerine uymaktadırlar. Oysa andolsun, onlara Rablerinden yol gösterici gelmiştir.”(53 Necm 23)

 Tarihsel süreci incelediğimizde, ihdas edilen ve koruma zırhına büründürülen putlarla ilgili hiçbir tartışma yapılamadığını görmekteyiz. Bu ülkelerde putların dışında, Allah’ın da varlığı dahil olmak şartıyla, her şeyi tartışabilirsiniz ve fakat putları tartışamaz, onlar hakkında refahtan azan önde gelenlerin hoşuna gitmeyecek hiçbir fikir beyan edemezsiniz. Refahtan şımarıp azan önde gelenler, bu konuda ileri sürülebilecek her türlü fikri engellemek için korkuyu, bir yönetim aracı olarak kullanmaktadırlar. İşte bunun için Hz. İbrahim:

 “Ey kavmim, tartışmasız ben sizin şirk koşmakta olduklarınızdan uzağım, gerçek şu ki, ben bir muvahhid olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana çevirdim. Ve ben müşriklerden değilim. O beni doğru yola erdirmişken, siz benimle Allah konusunda çekişip tartışmaya mı girişiyorsunuz?

“Sizin ona şirk koştuklarınızdan ben korkmuyorum, Rabbimin dilediği dışında hiçbir şey olmaz. Hem siz, O’nun kendileri hakkında hiçbir ispatlayıcı delil indirmediği şeyleri Allah’a ortak koşmaktan korkmuyorken, ben nasıl sizin şirk koştuklarınızdan korkarım? Şu halde güvenlik içinde olmak bakımından iki taraftan hangisi daha hak sahibidir? Eğer bilebilirseniz.” (6 Enam 79-81)

diyerek putperest düşünceye karşı tavır almaktadır.

Yukarıdaki ayetlerde konumuz açısından şu noktalar önemlidir: Putperestler, Allah’tan korkmamakta; fakat iman edenlerin putlardan korkmasını istemektedirler. Putları önemli bir korku kaynağı olarak insanların hafızalarında diri tutarak toplumu yönetme ilkesi egemendir, bu tür toplumlarda.

Bundan dolayı putların otoritesini sarsacak her düşünce, her fikir tehlikeli addedilir. Farklı düşünenler yıpratma, tecrit etme ve korkutma ile sindirilmeye çalışılır. Hz. İbrahim, babasını putlardan vazgeçirme konusunda ısrarcı olunca, oğluna verecek cevabı kalmayan baba, putlara olan bağlılığını oğlunu tehdit ederek ortaya koymuştur:

“(Babası )Demişti ki: ‘İbrahim, sen benim ilahlarımdan yüz mü çevirmektesin? Eğer bu tutumuna bir son vermeyecek olursan, andolsun seni taşa tutarım; uzun bir süre de benden uzaklaş.”

“(İbrahim): Sizden de, Allah’tan başka taptıklarınızdan da kopup ayrılıyorum ve Rabbime dua ediyorum. Umulur ki, Rabbime dua etmekle mutsuz olamayacağım.” (19 Meryem 46,48)

Mevcut sistemin refahtan şımarıp azan önde gelenleri, putların otoritesini sarsacak, dolayısıyla kendi hükümranlıklarını zedeleyecek inanç, düşünce ve davranışlara hiç tahammüllü olamamışlardır. O nedenle, Hz. İbrahim’in putlar hakkındaki düşüncelerini anlatmadaki kararlılığı karşısında, onu yakmak girişiminde bulunmaktan çekinmemişlerdir:

“Dediler ki Eğer bir şey yapacaksanız, onu yakın ve ilahlarınıza yardımda bulunun. Biz de dedik ki: Ey ateş, İbrahim’e karşı soğuk ve esenlik ol. Ona bir düzen (tuzak) kurmak istediler, fakat biz onları daha çok kayba uğrayanlar kıldık.”(21 Enbiya 68-70)

Bir insan; inançlarından dolayı, babasının da dahil olduğu bir topluluk tarafından yakılmak istenmiştir. Yerleşik değerlerin (putperestlik) temellerine yönelen bir eleştiri, çok şiddetli bir cezalandırma yöntemiyle susturulmak istenmiştir. Refahtan şımarıp azan önde gelenler, sömürü ve zulüm çarkının işlemesini engelleyecek her türlü inanç, düşünce ve harekete karşı tahammülsüzdürler. Tarihte Hz. İbrahim’in yakılma teşebbüsü bunun en canlı örneklerinden biri olmuştur. Günümüz Türkiye’sinde yapılanlar ise, Kahramanmaraş, Çorum, Malatya, Taksim ve Sivas olayları ve daha niceleri, refahtan şımarıp azan önde gelenlerin toplumu korku, tedhiş ve terör kıskacında yönetebilmek için tarihte yaptıklarının bir tekrarından ibarettir. Sivas’ta insanların diri diri yakılması için her türlü organizasyonu yapanlarla, Taksim’de insanları toplu olarak katledenler, refahtan şımarıp azan önde gelenlerin içinde yer aldığı aynı yapının, aynı zihniyetin insanları olduğu unutulmamalıdır. Bir gün bu gerçek ortaya çıkacaktır. Sivas olaylarının tertip ve tahrikçileri açıklandığında, halktan kopuk sistemlerin ne denli zalim olabildiği daha iyi anlaşılacaktır.

Tarihsel süreç incelendiğinde benzer senaryolar hep tekrarlanıp durmuştur. Benzer senaryolar her an uygulama safhasına konulabilir. Buna, bugünlerde göz ardı edilmemesi gereken bir olgu olarak bakılmalıdır. Halkı sindirerek daha rahat yönetebilmek için korku, silah olarak kullanılmakta ve tüm ülke acımasız bir psikolojik savaşın içine sokulabilmektedir:

“Halkın muhalif olduğu politikalar karşısında sessiz kalmasını sağlayabilmek için klasik bir yöntem vardır: Yüreklere korku salmak. Halk, malının, canının bir büyük düşmanın tehdidi altında bulunduğuna inandırılırsa, muhalif olduğu programların uygulanması karşısında sessiz kalmayı tercih eder, yapılanları hoş karşılamasa bile zaruri bulabilir. Yüreklere korku salabilmek için propaganda sistemi çalıştırılır...

Gerçekleri saklamak, olabildiğince çarpıtmak, basını bir güzel yoğurup istenilen tarzda biçimlendirerek halkı uyutmasını sağlamak terör kültürü ile yoğurulmuş sistemlerin sıradan faaliyetlerindendir”1

İstenen sonuca ulaşabilmek için, o zamana kadar halka söylenilen ve fakat gerçekte inanılmayan bir çok kavram, ilke unutulur. Her şey tevil edilerek bir çok kavramın içi boşaltılır, anlam alanları daraltılır veya saptırılır. Her türlü hile, entrika, yol ve yöntem mübahlaşır:

“Nuh dedi ki: Rabbim, gerçekten onlar bana isyan ettiler; mal ve çocukları kendisine kayıptan başka bir şeyi arttırmayan kimselere uydular. Ve büyük hileli düzenler kurdular.”( 71 Nuh 21-22)

Refahtan şımarıp azan önde gelenler, genelde, gelenek, görenek, örf ve adetlere savaş açmış olmalarına; bunları gerici unsur olarak görmüş olmalarına karşılık; putları söz konusu olduğunda ne kadar katı, bağnaz, gelenekçi ve tutucu oldukları hemen görülebilir. Sömürü çarkının bozulup menfaatlerinin zedeleneceğini hissettikleri anda, putlarına aşırı bağlılık gösterilerine girişir, herkesi bağlılık yeminine çağırırlar:

“Bu, sizi babalarınızın tapmakta olduklarından (ilahlarından) alıkoymak isteyen bir adamdan başkası değildir dediler. Ve dediler ki: Bu düzülüp uydurulmuş bir yalandan başka bir şey de değildir.”(34 Sebe 43)

“Ve dediler ki: Kendi ilahlarınızı bırakmayın; bırakmayın ne Vedd’i, ne Suva’ı, ne Yeğus’u, ne Ye’uk’u ve de Nesr’i. Böylece onlar, çoğu kimseyi şaşırtıp-saptırdılar. Sen de o zalimlere sapıklıktan başkasını arttırma.”(71 Nuh 23-24)

Yukarıda geçen ayetler(19/46-48, 21/68-70, 71/ 21-24) daha dikkatlice incelendiğinde korkuya neden olan üç ana unsurun olduğunu görürüz: Canlı varlığın tehlikede olması, neslin tehlikede olması, inancın tehlikede olması. Etkileşim sırasına göre tanzim edersek insan, genel olarak, önce inancı için, sonra çocuğu (gelecek nesiller için ), sonra da kendisi için tehlikeye atılır. O nedenledir ki gerek Hz. Nuh ve gerekse Hz. İbrahim, bu üç ana unsuru göz önüne alarak Allah’a dua etmişlerdir:

“(Nuh) Rabbim, beni, annemi-babamı, mümin olarak evime gireni, iman eden erkekleri ve iman eden kadınları bağışla. Zalim olanlara yıkımdan başkasını arttırma.”(71 Nuh 28)

“(İbrahim) Bu şehri güvenli kıl, beni ve çocuklarımı putlara kulluk etmekten uzak tut. Rabbim, beni namazında sürekli olan kıl, soyumdan olanları da. Rabbimiz duamı kabul buyur. Rabbimiz, sorgu başa dikileceği gün, beni, anne-babamı ve müminleri bağışla.”(14 İbrahim 35,40,41)

 Bu üç unsur içinde en etkili olan ise, inancın geleceği sorunudur. Hz. İbrahim putperest bir düzene karşı mücadelesinde kendi varlığını, inancın devamı kanuniyeti içinde eritip, bütün olumsuz koşullara rağmen, inancının gerektirdiği duruşu, tavrı sergilemiştir:

“Gerçek şu ki, ben bir muvahhid olarak yüzümü gökleri ve yeri yaratana çevirdim. Ve ben müşriklerden değilim.”(6 Enam 79)

Yalnızca Allaha kulluk etmenin, yalnızca O’na ibadet etmenin, yalnızca O’nu İlah ve Rab edinmenin, yalnızca O’ndan korkmanın ve yalnızca O’ndan istemenin doğal sonucu olarak Hz. İbrahim, böyle bir tavır, bir duruş ortaya koymaktadır. Bu nedenle Allah, tüm müminlere Hz. İbrahim’i örnek olarak göstermektedir:

“İbrahim ve onunla birlikte olanlarda sizin için güzel bir örnek vardır.

“Hani onlar kendi kavimlerine demişlerdi ki: ‘Biz, sizlerden ve Allah’ın dışında tapmakta olduklarınızdan gerçekten uzağız. Sizi tanımayıp inkar ettik. Sizinle aramızda, siz Allah’a bir olarak iman edinceye kadar ebedi bir düşmanlık ve bir kin baş göstermiştir’. And olsun, onlarda sizler için, Allah’ı ve Ahiret gününü umut etmekte olanlar için güzel bir örnek vardır. Kim de yüz çevirecek olursa, artık şüphesiz Allah, Ğaniydir, Hamiddir” ( 60 Mümtahine 4,6)

İbrahimî  Özellikler

Allah, Hz. İbrahim’i müminlere örnek olarak gösterdiğine göre acaba bu örnek insanın temel özellikleri nelerdir? Kuran-ı Kerim’den Hz. İbrahim’in en temel özelliklerini aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:

n Nuh’un milletinden(37/83)

n Seçilmiş önder, elçi, peygamber (2/124,130 16/120,121)

n Yalnızca Allah’tan korkan(15/51-59, 6/80,81, 51/28,29)

n  Muvahhid ve tek başına bir ümmet (16/120,121)

n Hanif (3/67)

n  Allah’ın dostu (4/125 26/ 77-93)

n Allah’a itaat ve ibadet eden (7/131, 16/120,  21/73)

n Doğru yolda olan(6/84 37/99,100 )

n Kitap verilen (29/27 53/36,37)

n Hikmet sahibi(26/83)

n Delil verilen(6/ 83,75)

n İlim sahibi (19/43)

n Rüşd sahibi (21 /51)

n Akıl yürüten ve aklı en iyi şekilde gerçeği aramada kullanan(6/74-83, 15/54,55, 19/42, 37/95,96)

n Mutmain olmak isteyen (2/259,260, 6/75)

n İyi bir tartışmacı(37/ 83-113, 21 57-69 , 2/258)

n Kendisini Allah’a vermiş(11/75)

n Salihlerden(16/122, 29/ 27, 26/83,84)

n Şükredici(16/121)

n Denenmiş(2/124, 37/103-106)

n Dua eden(2/127-129, 14/35,41 60/5)

n Düşünen ve düşünmeye davet eden(26 /75,76, 29/19

n Neslini düşünen (2/127-129, 29/ 27)

n Ahiret yurdunu düşünen(38/46)

n İyi davranan(6/84)

n Kuvvetli(38/45)

n Basiretli(38/45)

n İhlaslı(38/45)

n Sabırlı(9/ 114)

n Ümit dolu(15/55,56)

n Yumuşak huylu(9/ 114, 11/75)

n Kalb-i selim sahibi(37/ 84)

n Ahde vefalı (53/36,37)

n İnsanlara örnek(60/4,6)

n Müslüman, müşriklerden olmayan (2/131, 6/161, 16/120,123, 37/107-111)

n Allah’ın düşmanlarını veli edinmeyen, onlardan kopup uzaklaşan(9/114, 43/26, 60/4, 19/48,49 21/67 )

n Allah’ın rahmetini kazanmış(11/73, 12/6, 19/47)

n Derecesi yüksek(6/83)

n Kendisine güzellik ve mükafat verilmiş (16/122, 29/27)

Görülebileceği gibi, Hz. İbrahim’in en temel, en belirgin vasfı, putperest bir toplum içerisinde tek başına kalmış olmasına karşın inancından ve bu uğurdaki mücadelesinden vazgeçmemiş olması ve bu uğurdaki kararlılığıdır. Tek başına olmasına rağmen hiçbir korku ve kaygıya kapılmadan, en olumsuz şartlarda direnmenin, ayakta kalmanın sembolüdür o. O nedenle Kuran-ı Kerim onu hem tekil, muvahhid, hem de çoğul, ümmet, olarak tanıtmakta ve örnek olarak gelecek nesillere göstermektedir:

“Gerçek şu ki, İbrahim tek başına bir ümmetti; Allah’a gönülden yönelip itaat eden bir muvahhiddi ve o müşriklerden değildi.”(16 Nahl 120)

Hz. İbrahim’in ateşe atılırken söylediği ‘Allah bana kâfidir’ ve kavmi ile tartışmasında söylediği ‘ben sizin ilahlarınızdan korkmuyorum’, ‘sizden ve sizin ilahlarınızdan kopup ayrılıyorum’ sözleri, onun teslimiyetinin bir ölçüsü olmanın yanısıra; tüm korkuları, Allah korkusu içinde eritip yok ettiğinin de bir göstergesidir. Bir önder ve örnek olarak o, özgür olmanın yolunun yalnızca Allah’tan korkarak ve böylelikle tüm korkulardan arınmaktan geçtiğini, tüm iman edenlere göstermektedir.

Hz. İbrahim’in bu temel vasfını Kur’an’daki korku ayetleri ile birlikte değerlendirerek yalnızca Allah’tan korkanların, İbrahimî vasıflarını ortaya koyacağız.

Yalnızca Allah’tan korkan bir mümin, Allah’ın çizdiği sınırları koruma konusunda gerekli hassasiyeti gösterir. Kuran-ı Kerim’de Allah korkusu ile bağlantılı olarak zikredilen Allah’tan korkanların özellikleri ya da davranış şekillerini (İbrahimî Özellikler) aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:

n Yalnızca Allah’tan korkmak(33 Ahzab 37, 16 Nahl 51,52, 5 Maide 44, 3 Al-i İmran 175)

n Allah’tan gerektiği gibi ve O’nun şanına yaraşır bir şekilde korkmak(5 Maide 11, 3 Al-i İmran 102)

n Yalnızca Allah’a kulluk, ibadet etmek(11 Hud 26,50,61,84, 1 Fatiha 4)

n Allah’tan başka ilah ve rab edinmemek(11 Hud 26,50,61,84)

n Allah’ı dinlemek(5 Maide 108, 16 Nahl 2)

n Allah’a güvenmek (5 Maide 11, Al-i İmran 102)

n Allah’a yaklaşmaya yol aramak(5 Maide 35)

n Peygambere itaat etmek (43 Zuhruf 63, 26 Şuara 110,131,150)

n Günahtan sakınmak(2 Bakara 203)

n Allah’ın ayetlerini alaya almamak (2 Bakara 231)

n Haddi aşmamak ve bu konuda yardımlaşmamak(5 Maide 2,4, 59 Haşr 7)

n Ölçüyü ve tartıyı eksik tutmamak(11 Hud 84)

n Adil olmak(5 Maide 2,8 2 Bakara 180)

n Sözü doğru söylemek(33 Ahzab 70)

n Helal kazanç(5 Maide 4, 88)

n Faiz yememek(2 Bakara 278)

n Eşcinsel olmamak(11 Hud 78, 15 Hicr 68,69)

n Cinayet işlememek(5 Maide28)

n Mescitleri imar etmek(9 Tevbe 18)

n Şahitlikte adil davranmak(2 Bakara 282,283)

n Vasiyette adil olmak(2 Bakara 180)

n Borçluya iyi davranmak(2 Bakara 282,283)

n Emanete ihanet etmemek(2 Bakara 282)

n Eşlerin haklarına riayet etmek [Ailevi geçimsizlik( 4 Nisa 35, 128), kadınlar arasında adalet (4 Nisa 3), eşlere güven(2 Bakara 189), boşanmış eşlerin hakları(2 Bakara 231, 241), çocuğun memeden kesilmesi(2 Bakara 233)nde]

n Müslümanların birlik ve dayanışmasını sağlamak(8 Enfal 1,46 3 Al-i İmran 103)

n Dini alay ve eğlence konusu edinenleri veli edinmemek(5 Maide 57)

n Kafir ve münafıklara boyun eğmemek ve veli olarak kabul etmemek(33 Ahzab 1, 5 Maide 57)

n Allah uğrunda mücadele etmek(5 Maide 35, 8 Enfal 60)

Yalnızca Allah’tan Korkmak

Malın, canın, neslin ve inancın tehlike altında olması durumunda genelde insanlar, özelde müminler, inancını yaşatmak için tüm imkanlarını seferber ederek ölüm de dahil olmak üzere her şeyi göze alırlar. Bu insanlık tarihinde genel bir kanuniyet olarak hep var olmuştur. Müminler ise bu noktada özel bir yer işgal ederler. Onlar, öldükten sonra dirilmeye, Allah’ın huzurunda hesap vermeye olan inançlarından dolayı dünyayı ahiret için bir hazırlık, bir tarla gibi görürler.

Öldükten sonra dirilme ve yaptıklarından dolayı hesap verme, mümini teyakkuz halinde tutan bir duygu oluşturur. O hesap gününde Allah’ın huzurunda mahçup olma, Allah’ın rızasını kaybetme müminin asıl korkusudur. Rahmetli Necip Fazıl, Allah korkusunu,

“Bu yük Senden Allah’ım,

Çekeceğim naçarım !

Senden Sana sığınır,

Senden Sana kaçarım!”

diyerek en güzel şekilde ifade etmektedir.

Bir çok korku kaynağı aynı anda vuku bulduğunda, müminin bunların etkisi altında kalmaması mümkün olmayabilir. Korkular anaforunda yaşanan geçici rejim bu bakımdan önemli değildir. Önemli olan kalıcı haldir; kalıcı hal üzerinde hangi korku kaynağının etkili olduğudur. İşte yalnızca Allah’tan korkmaktan kastettiğimiz, kalıcı haliın Allah korkusu ile tayin edilmesidir. Bu nedenle mümin, inancına zarar verecek, dolayısıyla ölüm ötesi hayatta kendini sıkıntıya sokacak herhangi bir davranış içinde bulunamaz. İşte bu yüzdendir ki Allah, müminleri yalnızca kendinden korkmaya çağırarak korkularından arındırmak ister:

“Öyleyse benden, yalnızca benden korkun. Göklerde, yerde ne varsa onundur, itaat-kulluk da O’nundur. Böyleyken Allah’tan başkasından mı korkup sakınıyorsunuz.”(16 Nahl 51,52)

“Öyleyse insanlardan korkmayın, benden korkun ve ayetlerimi az bir değere karşılık satmayın.”(5 Maide 44)

Allah; Kuran-ı Kerim’in değişik yerlerinde, kafirlerden, zalimlerden, müşriklerden ve onların ilahlarından, kınayıcıların kınamasından ve şeytandan korkmamaları gerektiğini müminlere hatırlatmaktadır(5 Maide 3,54, 6 Enam 81,82). Yalnızca Allah’tan korkmanın mümin olma şartı ile birlikte ifade edilmesi, mümin olmaktan ne anlamamız gerektiğini de berraklaştırmaktadır:

“İşte bu şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Siz onlardan korkmayın, eğer müminlerseniz, Ben’den korkun.”(3 Al-i İmran175).

Allah’tan Gerektiği Gibi Korkmak

Allah korkusu; ferdin tüm anlayışını, davranışını, yaşantısını, eylemlerini ve ilişkilerini Allah’ın koyduğu, sınırlarını belirlediği ilkelere, kurallara göre yapmak, tanzim etmek demektir. Sadece dille tekrarlanıp duran ve fakat davranışlara yansımayan bir Allah korkusu, gerçekte fertte mevcut olmayan bir korku demektir. Korkan, devamlı ağlayıp duran kimse de değildir. Eğer Allah korkusundan bahsediliyorsa, davranışlara yansıyan bir yönü mutlaka var olmalıdır.

Allah’tan korkmak, onun azabından ve onun sıfatlarının derin anlamlarını bilmekten neşet eden teyakkuz halinde bulunmaktır. Kendisinden dolayı ceza çekeceğini bildiği şeyleri yapmaktan kaçınan kimse, gerçekte Allah’tan korkmaktadır. Gazzali, kalpde vuku bulan korkunun derecesine bağlı olarak davranışları düzeltmeyi, iffet, vera, takva, sıddîk ve mukarreb şeklinde bir tasnife tabi tutmuştur2:

“Amellerde eseri olan nesnelerden olan korkunun en az derecesi, kişiyi mahzurlu şeylerden men etmektir. Kişiyi mahzurlu şeylerden men etmekten meydana gelen harekete VERA denir. Eğer kuvveti artarsa, kendisine haramın katılması mümkün olan nesnelerden de sakınacaktır. Ve böylece kesinlikle haram olmadığını bilen mübahlardan da sakınacaktır. Bu harekete TAKVA adı verilir. Zira takva demek, kendisini şüpheye daldıranı bırakıp şüphesize doğru gitmek demektir. Bu hareket, bazen, kendisini zararsız bir takım hareketleri, zararlının korkusundan terk etmeye de sürükler. Bu durum takvada doğruluktur... Bunun sahibine SIddîk demek uygun olur.

Takva, doğruluğa; vera da takvaya, iffet de veraya dahil olur. Çünkü iffet, özel olarak şehvetin isteklerinden imtina etmekten ibarettir. Madem ki, durum budur; öyleyse korku men olunmak ve harama dalmamak suretiyle azalarda tesir eder. Men olmak sebebiyle ona İFFET ismi verilir. İffet, şehvetin isteğinden men olunmak demektir. Bundan daha yücesi veradır. Takva ise veradan daha üstündür. Çünkü o, hem mahzurludan, hem de şüpheliden men olunmanın ismidir. Onun arkasından sıddîk ve mukarreb ismi vardır.”

 

Böylesi bir değişim, marifete, aklın ve kalbin temizliğine ve imanın durumuna bağlı olarak vuku bulur. Bu dört şarta bağlılıktan dolayı Allah’tan gerektiği gibi ancak peygamberler, alimler ve temiz akil sahipleri korkmaktadır:

“ Ki onlar (o peygamberler), Allah’ın risaletini tebliğ edenler, O’ndan içleri titreyerek korkanlar ve Allah dışında hiç kimseden korkmayanlardır.”(33 Ahzab 39)

“Kulları içinde ise, Allah’tan ancak alim olanlar içleri titreyerek korkar...”(35 Fatır 28)

“Ey temiz akıl sahipleri, Allah’ tan korkup sakının.” (5 Maide 100)

“Ey iman etmekte olan temiz akıl sahipleri, Allah’tan korkup sakının.”(65 Talak 10)

Ayetlerden de görülebileceği gibi müminlerin, temiz akla sahip olarak Allah’tan korkup sakınmaları istenmektedir. Bu boyutuyla müminin temel davranışlarından birincisi, Allah’ın şanına yaraşır şekilde Allah’tan korkmasıdır:

“Ey iman edenler, Allah’tan nasıl korkup sakınmak gerekiyorsa öylece korkup sakının ve siz, müslüman olmaktan başka bir din ve tutum üzerinde ölmeyin.”(3 Al-i İmran 102)

Allah’a yaraşır şekilde Allah’tan korkmak demek, Allah’ın adını yükseltmek, onun emir ve yasaklarına riayet ederek gösterdiği yolda yürümektir. Onun dışında edinilen tüm ilah ve rabların hükümranlığına son vermektir:

“Benden başka ilah yoktur, şu halde benden korkup sakının diye uyarıp korkutun.”(16 Nahl 2)

Bir mümin için; şeytanın taraftarları ile işgal edilmiş bir dünyada, Allah’tan başka ilah ve rab olmadığını deklare etmek demek, zulme karşı Hz. İbrahim gibi meydan okumak demektir. İşte böyle bir durumda dimdik ayakta durabilmek için, Hz. İbrahim’in ateşe atılırken ‘Allah bana kâfidir’ diyebilme güç, irade ve bilincinde olmak gerekir. Bunun yolu da, Allah’a güvenip dayanmak, O’na teslim olmak, O’ndan gerektiği gibi korkup O’na yaklaştıracak vesileler aramaktır:

“Ey iman edenler, Allah’tan korkup sakının ve sizi ona yaklaştıracak vesile arayın; O’nun yolunda cihad edin, umulur ki kurtuluşa erersiniz.” (5 Maide 35).

Ancak bu durumda müminler, iffet halinden sıddîk haline doğru sürekli bir yükseliş içerisinde bulunabilirler:

 “Ancak namaz kılanlar hariç;

 Ki onlar, namazlarında süreklidirler.

Ve onların mallarında belirli bir hak vardır;

Yoksul ve yoksun olanlar için.

Onlar, din gününü de tasdik etmektedirler.

Onlar, Rablerinin azabına karşı daimi bir korku duymaktadırlar.

Şüphesiz Rablerinin azabından emin olunamaz.

Ve onlar, ırzlarını korurlar;

Ancak kendi eşleri ya da sağ ellerinin malik olduğu başka; çünkü onlar bunlardan dolayı kınanmazlar.

Fakat bunun ötesini arayanlar, artık onlar sınırı çiğneyenlerdir.

Bir de onlar, kendilerine verilen emanete ve verdikleri ahde riayet edenlerdir.

Şahitliklerinde dosdoğru davrananlardır. Namazlarını titizlikle koruyanlardır.

İşte onlar, cennetler içinde ağırlananlardır.” (70 Mearic 22-35)

 Buradaki ayetlerin tümü namaz kılanların temel vasıflarını anlatmaktadır.

Ancak 27-28. ayetlerde ‘Rablerinin azabına karşı daimi bir korku duymaları’ ile ‘Rablerinin azabından emin olunamaz’ tarzında yer alan iki hüküm, bütün bu özelliklere hayat veren, onları canlı bir şekilde yaşanır kılan ve sürekliliği sağlayan ana unsurlardır. Bir müminin en temel, vazgeçilemez vasfı, ‘Rabbin azabından emin olmama’ ile ‘Rabbin azabına karşı daimi bir korku içinde bulunma’ halidir. Bu, Allah’tan gerektiği gibi korkmak demektir. Bu ana frekans yoksa, pek çok düşünce ve davranış, şeklî olmaktan öteye gidemeyecektir:

“Dini yalanlamakta olanı gördün mü?

İşte yetimi itip kakan, yoksulu doyurmayı teşvik etmeyen odur.

İşte (şu) namaz kılanların vay haline, ki onlar, namazlarında yanılgıdadırlar,

Onlar gösteriş yapmaktadırlar, ve ufacık bir yardımı da engellemektedirler.”(107 Maun 1-7)

Adil Olmak

Allah’tan gerektiği gibi korkan bir mümin, öncelikli olarak adildir; adaletin mülkün temeli olduğunu bilir ve onun gereğini en güzel bir şekilde yerine getirir:

“Ey iman edenler, adaletli şahitler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutanlar olun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah’tan korkup sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.”(5 Maide 8)

Hukukun üstünlüğü, ancak adalet ile sağlanır. Adalet herkes için, her zaman ve her yerde hakim kılınmalıdır. Allah’ın bize emrettiği, kendi aleyhimize dahi olsa ayakta tutulması gereken en temel olgulardan biridir adalet. Herkesi içermeyen bir hukuk ve adalet anlayışı, bir sistemin en ciddi çıkmazlarından biridir.

Yakın tarihimizde ve 28 Şubat postmodern darbe sürecinde yaşananlar, bunun en canlı kanıtı olarak tarihe geçecektir. Daha önceleri suç kabul edilmeyen, fakat 28 Şubat’tan sonra suç olarak telakki edilen bazı düşünce veya fiiller, medya aracılığı ile gerçekleştirilip gerçekleştirilmediği cezalandırmada önemli olmaktadır. Neden? Çünkü cezalandırılması istenen fertler önce tespit edilmekte, sonra da ona uygun kanun ihdas edilmektedir. Bu, ‘sanıkların idamına, tanıkların bilahare dinlenmesine karar verilmiştir’ diyen İstiklal Mahkemesi veya ‘Biz adamı önce asar, sonra yargılarız’ diyen İnönü’nün mantığıdır. 28 Şubat postmodern darbe süreci bu adaletsiz anlayışı yeniden hortlatmıştır.

Ayrıca direktiflerle, ‘andıçlamalarla’ medya, yargı ve ekonomik girişimleri nasıl yönlendirdikleri, bugün artık bilinen gerçeklerdir. ‘Paraşüt’, ‘balina’, ‘kasırga’, ‘bufalo’ ve ‘duman operasyonları’ ile ortaya çıkan, sadece ülkenin nasıl soyulduğu değildir; aynı zamanda 28 Şubat’ın amacı, mantığı ve de yapılanışıdır. Bu dönem aydınlatılabildiği oranda Türkiye huzura kavuşacak ve yolunu daha rahat bulabilecektir.

İslam coğrafyası Allah korkusuna dayanan bir adalet anlayışına sahip olduğu dönemlerde, yönetimler, halkı ile bütünleşmiş olarak dünyaya önderlik yapmış, huzur ve mutluluğu dünyaya yaymıştır. Çünkü Allah’tan gerektiği gibi korkmak onları, adaletsizlikten, haddi aşmaktan, tarafgir davranmaktan ve bu alanlarda dayanışma içinde bulunmaktan alıkoymuştur:

“...Bir topluluğa olan kininiz, sakın sizi haddi aşmaya sürüklemesin. İyilik ve takva konusunda yardımlaşın, günah ve haddi aşmada yardımlaşmayın ve Allah’tan korkup sakının. Gerçekten Allah sonuçlandırması pek şiddetli olandır.”( 5 Maide 2)

Sözü Doğru Söylemek

Yalnızca Allah’tan ve gerektiği gibi korkan müminler, söz, davranış ve tutumlarında doğru olmalı, doğruyu söylemeli ve doğrunun yanında yer almalıdırlar:

“Ey iman edenler, Allah’tan korkup sakının ve sözü doğru olarak söyleyin.

Ki O (Allah), amellerinizi ıslah etsin ve size günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah’a ve Rasûlüne itaat ederse, artık o en büyük kurtuluşla kurtulmuştur.”(33 Ahzab 70,71)

Gerçek kurtuluş, Allah’tan korkup sakınma, Allah ve Rasûlüne itaat ve sözü doğru olarak söylemekle ilişkili olarak ifade edilmektedir burada. Halka doğru bilgi vermek, halkı yanıltmamak, manipüle etmemek, yanlış yönlendirmemek, yapmayacağı veya yapamayacağı şeyleri söylememek, dün başka, bugün başka dememek, muhalefet ve iktidarda iken farklı şeyler söylememek, hep bu kapsamda değerlendirilmelidir.

Zulmün kol gezdiği bir ülkede halk, genel olarak kandırılma ve korkutulma esasına göre yönetilmeye çalışıldığı için ülke, bir türlü bunalımın içinden çıkarılamaz. Özünde Allah’tan korkup sakınma olmayan bir söylem alışkanlığı, nasıl olsa unuturlar ve alışırlar yanlış varsayımı, doğal olarak bu sonucu doğurur. Bu anlayıştaki insanların ülkeyi yönetmesi veya liderlik konumuna yükselmesi kaçınılmaz olarak fesadın yayılmasına, harsın, neslin ve de ekonominin bozulmasına neden olmaktadır:

“İnsanlardan öylesi de vardır ki, dünya hayatına ilişkin sözleri senin hoşuna gider ve kalbindekine rağmen Allah’ı şahit getirir; oysa o azılı bir düşmandır. O, iş başına geçti mi yeryüzünde fesad çıkarmaya, ekini ve nesli helak etmeye çaba harcar. Allah ise, fesadı sevmez.

Ona: ’Allah’tan kork’ denildiği zaman, onu büyüklük gururu günaha sürükleyerek alıp kuşatır. Böylesine cehennem yeter; ne kötü bir yataktır o.

İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah’ın rızasını arayıp kazanmak amacıyla nefsini satın alır. Allah kullarına karşı şefkatli olandır.

Ey iman edenler, hepiniz topluca İslam’a girin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır.”(2 Bakara 204-208)

Mücadele ve Sabır

Türkiye’nin huzura kavuşabilmesi, kalkınma hamlesini gerçekleştirebilmesi ve uluslararası alanda etkin olabilmesi, öncelikle bu insan unsurunun yönetiminden kurtulmasına bağlıdır. İnsanın şeref ve haysiyetini ayaklar altına alan, halkı hor ve hakir gören, inanç ve düşünce hürriyetine tahammül edemeyen, sanal bir halk için yaşayan, gerçekte var olan bir halkı boyunduruk altına almaya çalışan bu anlayışı ve bu insan unsurunu mutlaka değiştirmeliyiz. Eğer yalnızca ve gerektiği gibi Allah’tan korkuyorsak bu sorunu aşmalıyız. Halkın hakkını gasp edenleri deşifre ve tecrit etmeliyiz:

“Ey iman edenler, sizden önce kendilerine kitap verilenlerden, dininizi alay ve oyun konusu edinenleri ve kafirleri veliler edinmeyiniz. Ve eğer inanıyorsanız, Allah’tan korkup–sakının.

Onlar, siz birbirinizi namaza çağırdığınızda onu alay ve oyun konusu edinirler. Bu gerçekten onların akıl erdirmeyen bir topluluk olmalarındandır.”(5 Maide 57, 58)

Bu hak gaspçılarını etkisiz hale getirmenin yolu mücadeledir. İnatla, sabırla ve meşruiyet içinde yürütülecek bir mücadele ile bütün engeller aşılabilir, kurulan tuzaklar işe yaramaz hale getirilebilir. Bütün korkulardan arınıp yalnızca Allah’tan korkarak, O’na güvenip dayanarak, O’na sığınarak Allah’ın gösterdiği dosdoğru yolda İbrahimî duruşu göstererek; ve bu yolda tüm mazlumlara kimlikleri sorulmadan birlik içinde sahip çıkarak zulme son verilebilir:

“Ey iman edenler, bir toplulukla karşı karşıya geldiğiniz zaman, dayanıklılık gösterin ve Allah’ı da çokça zikredin. Umulur ki kurtuluş bulursunuz. Allah ve Resûlüne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin; çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir.

Bir de yurtlarından refahtan şımarıp azıtarak, insanlara gösteriş yaparak çıkanlar ve halkı Allah’ın yolundan engelleyenler gibi olmayın. Allah, onların yapmakta olduklarını çepeçevre kuşatandır.”(8 Enfal 45-47)   

DİPNOTLAR

1- Noam Chomsky, Terörizm Kültürü/ABD Terörü, Pınar yay., İst, 1992, s.221

2- İmam Gazali, İhyau Ulumi’d-Din, Aslan yay., s.9-10

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...