1 Kasım 2000 Çarşamba

Allah Korkusuyla Yaşayıp Korkular’dan Arınmak

(Umran Dergisi)

Giriş

İnsanoğlunun yaratılışından günümüze değin insana refakat eden korku, nedir? Tüm insanlarda var olan bir duygu mudur, yoksa yalnızca bazı fertlere özgü bir davranış, bir ruh hali ve bir zihni fenomen midir? İnsanın yanı sıra tüm canlılarda varolan bir özellik midir?

Bilimsel araştırmalar, bunun tüm canlılara ait bir olgu olduğunu ortaya koymaktadır. Tüm canlı türlerinde, tüm zamanlarda ve tüm coğrafyada ve de tüm sistemlerde vardır korku. Dünyaya gelişle başlar, öldükten sonra da varolmaya devam eder.

Niçin vardır? Faydalı mıdır, yoksa zararlı mıdır? Hangi durumlarda faydalı, hangi durumlarda zararlıdır? Ondan kurtulabilir miyiz? Ya da hangi şartlarda onu gerek fert gerekse toplum için daha fonksiyonel hale getirebiliriz? ‘Korku korkuyu kovalar’ deyişi doğruysa, hangi korkularımızı hangi korku veya korkularla kovabiliriz?

Konunun karmaşıklığı, bütün canlıları, tüm zaman ve mekanları kuşatmasından gelmektedir. Canlıların maddî ve zihni yapılarını aynı anda ve bir bütün olarak etkilemesi konuyu daha da girift hale getirmektedir. Bireylerin korkuları, dar anlamdaki çevre olarak aileyi, geniş anlamdaki çevre olarak toplumu ve daha da geniş çevre olarak da gelecek nesilleri etkiler. Bu, karmaşıklığı daha da artırır. Bir de buna, toplumun korkuları ile sistemin korkularını eklersek konu bir kördüğüm olur. Tam bir korku imparatorluğu oluşur. Korku imparatorluğu, kime ne yarar sağlar? Korku ülkelerinin sonu, tarihi süreçte ne olmuştur? Diktatörler, rahmetle mi, yoksa lanetle mi anılmaktadır? Bunlar da, ister istemez tartışmanın birer parçası olmaktadır.

Ölüm nedir? Ölüm ve ölümlülük gerçeğinin korkunun anlam alanında (semantik) ne tür bir rolü vardır? Daha da önemlisi, korku ölüm sonrasında da devam edecek mi? Korku orada da var olacak mı? Var olacaksa korku, algımızın dışındaki bir alemde ne tür bir şekilde var olacak ve de herkese şamil mi olacaktır?

İşte bu çalışmada, korkuya ilişkin bütün bu soruların cevaplarını aramaya çalışacağız. Korkunun gerek nedenlerinin, gerekse tezahür şekillerinin çeşitli oluşu; ayrıca hem bu dünyayı hem de öteki dünyayı ilgilendirmesi açısından sorunu bu çalışma çerçevesinde bütün boyutları ile açıklamak mümkün olmayabilir. Bir fareden duyulan korkudan cehennem ateşi karşısında duyulan korkuya kadar geniş bir spektrumla karşı karşıyayız. Bu olgu, yol boyu gözden kaçırılmamalıdır.

Konunun bu karmaşıklığını göz önüne alarak ve konunun ölüm sonrasını kuşatması açısından Alemlerin Rabbi ve yaratıcısı olan Allah’ın insanlığa gönderdiği kaynağa başvuracağız. Böylelikle kendi duygularımızın anaforuna yakalanmadan gerçeğe ulaşmaya çalışacağız.

Korkunun Anlam Alanı Nedir?

Korku; sevinç, keder, öfke, acı, tiksinti ve aşk gibi heyecan dünyamıza ait bir olgudur. Gerek zihinsel, gerekse biyolojik yapıyı etkileyen duygusal bir karmaşa ve fizyolojik bir altüst oluştur. Canlının varlığına yönelen bir tehlikeye karşı canlının, refleks olarak gösterdiği zihinsel ve fizyolojik bir karşı koyuş, bir tepkidir. Bu açıdan bakıldığında korkuda, canlı için tehlikenin kaynağı olan nesne bellidir. Korku, belli bir şeye, bir nesneye yöneltilen özel bir tepki olmaktadır.1 Nitekim Gazali,

“Korku, kalbin acıması ve yanmasından ibarettir. Bu acıma müstakbelde beklenilen bir mekruhun(istenilmeyen bir hadisenin) vukuu sebebiyle meydana gelir”2

şeklindeki tanımlaması ile korkuda nesnenin varlığına işaret etmektedir.

Korku ile aynı semantik alan içinde bulunan ve birbirini etkileyen başka kavramlar da vardır. Kaygı kavramı ise bunlardan birisidir. Kaygıda belirsizlik vardır. Nesnesi belli değildir. İki kavram arasındaki temel ayırım nesnenin var olup olmamasıdır. J.Favez-Boutonier, bu iki kavram arasındaki ilişkiyi;

“Korku, tehlikenin varlığını ve tanınmasını gerektirirken, kaygı, bizzat ve özellikle bilinmeyen tehlikenin olasılığından ve beklentisinden doğar.”3

şeklinde kurmaktadır. Kaygıda, tehdit unsuru gerçek boyutuyla ruh dünyasında tanımlanamaz ve de ona hükmedilemez. Bir belirsizlik söz konusudur, kaygıda. Tehlike nedeni olan nesne, zamanında tespit edilemezse insan veya canlı için tehlikeli durumlar ortaya çıkabilir. Mevcut durum, hastalığa dönüşebilir. Tehlikenin nesnesi ortaya çıktığında ise kaygı, korkuya dönüşür. Bu bakımdan kaygı bozucu, korku adaptasyoncudur.1 Belirsizlik ortadan kalktığı için birey, tehlikeye karşı tavır alabilmekte, ona karşı konumlanabilmektedir. Kavga başlamadan önceki ruh hali kaygı, kavga başladıktan sonraki ise korkudur. Kavgadan önceki belirsiz ortam ortadan kalkmıştır. Fert ne tavır alacağına, kavga içinde bir biçimde karar verebilmektedir. Karşılaştığı tehlikenin büyüklüğüne bağlı olarak ya kendini savunacak ya saldırıya geçecek ya da kaçacaktır. 

Endişe, dehşet, ürküntü ve panik de, korku ve kaygının oluşturduğu semantik alanla ilgili kavramlardır. Kaygı ve korkunun değişik şiddette tezahür şekilleridirler.1,3 Burada korkunun fizyolojik ve de psikolojik tezahür şekilleri üzerinde durmayacağız. Bunların muhataba ve tehlikenin durumuna bağlı olarak çok çeşitlilik gösterdiğini ifade etmekle yetineceğiz.

Kur’an-ı Kerim’de korkunun bu geniş alanına ilişkin bir çok kelime vardır: Ru’b, Feza’, Vecil, Vecf, Hazer, Şefkat, Feşel, Rehbet, Havf, Haşyet, Huşu ve Takva. Bu kavramları ayrı ayrı ele alıp inceleyecek değiliz. Hepsini korku-kaygı kelimelerinin oluşturduğu semantik alanda değerlendirecek, anlamlar arasındaki farkı ayırt etmeyi, ayet meallerine bakarak okuyucuya bırakacağız. Bu kadar farklı kavramın var oluşu, korkunun örttüğü alanın genişliği ile karmaşıklığından olmuş olabilir. Eğer öyle ise karşı karşıya olduğumuz sorun, gerçekten büyüktür.

Korku Fıtri Bir Özelliktir

Korkunun yukarıdaki tanımından insan veya canlı için zararlı bir vasıf olduğu anlamı da çıkarılabilir. Bu nedenle de korkunun olmadığı bir dünya hayal edilebilir. Böyle düşünmekle de kendimizi haklı da görebiliriz. Bu noktada dikkat edilmesi gereken nokta, arzu etmiş olmamız insan yapısını görmezlikten gelme gibi bir hataya bizi düşürmemelidir. Eğer korku, insan yapısına yaratılıştan konulmuş bir özellik ise onu tamamen ortadan kaldırmaya hakkımız olup olmadığını ve buna gücümüzün yetip yetmeyeceğini düşünmeliyiz. Cam fanus içinde hayal kurmamamız için öncelikle insan yapısına dönüp bakmalıyız. Sorunun cevabı, insan yapısında gizlidir. Ve insan yapısı gerçekten de çok girifttir. Zıtlıkların akıllara durgunluk verecek birlikteliğini bünyesinde barındırmaktadır:

“Biz insanı en güzel bir biçimde yarattık. Sonra da aşağıların aşağısına çevirdik.”(95 Tin 1-5) “Sonra ona fücûrunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene anadolsun. Onu arındırıp temizleyen gerçekten felah bulmuştur. Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp saran da elbette yıkıma uğramıştır.”(91 Şems 9-10).

Belki de korku kavramının gizemi, birbirine zıt bu iki farklı yapının aynı bedende bulunmasında yatmaktadır.

Bu yapı içerisinde korku kavramı, yalnız değildir. Bu ikili yapıya uygun olarak korkuya ümit kavramı eşlik etmektedir. Ümit ve korku, ekmek ve su gibidir. Bunlar şartlara bağlı olarak biri diğerine tercih edilebilir. Her halükârda ümit ve korku birlikte insanı dengede tutmaktadır. Bu, kendisi ile barışık, arzu edilen dengeli insandır. Nitekim Allah bu insanı şöyle tanımlar:

“Onlar, Rablerinin azabından korkarak ve rahmetinden ümitvar olarak dua ederler.” (32 Secde 16) “Bütün bu peygamberler hayırlara koşarlar. Umarak ve korkarak bize dua ederler”. (21 Enbiya 90)

 Hz. Ömer, ümit ile korku arasında var olması gereken dengeyi veciz bir şekilde dile getirmektedir:

 “Eğer bütün insanlar -bir kişi müstesna- ateşe girsinler diye Allah tarafından çağrılırsa o kişinin ben olmasından ümidimi kesmem. Ve yine bütün insanlar, bir kişi müstesna, cennete girsin diye çağrılırsa, muhakkak ki o kişi olmaktan korkarım!..”4

Ümit ve korku arasında olması gereken dengeden dolayı alimler, “Eğer müminin korkusu ile ümidi tartılırsa muhakkak eşit çıkacaklardır” demişlerdir. Bu nedenledir ki tarihin en karanlık, en korkunç ve en korkulu dönemlerinde müminler, ümitlerini muhafaza ederek dimdik ayakta durmuş, zulme boyun eğmemiş ve etraflarını ışık yayarak aydınlatmışlardır. Bugün kararan dünyayı aydınlatacak olanlar da onlar olacaktır.

Demek ki korku, insanın yaratılışı ile insan bünyesine yerleştirilen önemli bir özelliktir. İnsan için elzemdir. İnsanın doğal bir arkadaşı olarak onu korur. Tabii bir savuma mekanizmasıdır. Korku, ümitle birlikte var olduğu sürece kontrol edilebilir ve insanı iyiye, güzele doğru sevk edebilir. Ümit yok olur ve insan, aşırı bir korku baskısı altına girerse hastalanır. Bundan dolayı korku altında olup da ümidini kaybetmiş toplumlar, hastadır.

Korku insanda yaratılışla birlikte var kılındığı için Allah ona;

“Ondan korkup sakının diye emrolunduk”. (6 Enam 72)

“Biz ayetleri ancak korkutmak için göndeririz.”(17 İsra 59)

“ Onlara korkup ‘sakınmayacak mısınız?’ deyin.” (23 Mümin-un 87)

“Size ve sizden önce kitap verilenlere: ‘Allah’tan korkup-sakının’ diye tavsiye ettik.’”4 Nisa 131)

diye hitap etmektedir. Eğer insan yapısında korkuyu algılayıp değerlendirecek mekanizmalar bulunmasaydı, kendisine korkup sakınmanın sorumluluğu yüklenemezdi.

Yapılan araştırmalar, ‘tetikte olma ve doğuştan uyanıklılık’, ‘güvenlik ihtiyacı’, ‘tehdit etme’, ‘tanınmayan düşman-tehlikeli, tanınan dost-tehlikesiz’ gibi mekanizmaların insanda yaratılışla beraber var olduğunu göstermektedir. Bu mekanizmalar sayesinde insan, kendisi için tehlikesiz ortamları arayarak veya oluşturarak varlığını ve de neslini devam ettirebilmektedir. Gerek insan gerekse hayvan topluluklarında bu dört temel mekanizmanın birlikte nasıl çalıştığını müşahede edebilmekteyiz. Çita karşısında antilopun kaçışı, yakalandığı anda da mücadeleye karar verip karşı saldırıya geçişi veya kaçış yolları kesilen bir kedinin insana saldırması bu mekanizmaların, hem nasıl devreye girdiğini, hem de ne kadar karmaşık bir ilişki ağı oluşturduklarını göstermektedir. Kendini tehlikede hisseden canlı varlık, ya tehlikeli bölgeden uzaklaşmakta, buna fırsat bulabilirse, ya da tehlikeli varlığa karşı saldırıya geçerek onu bertaraf etmeye uğraşmaktadır.

İnsanlarda da benzer mekanizmalar var olduğu için benzer tavırları, daha karmaşık ve daha sistematik bir şekilde sergilerler. Göçler veya ayaklanmalar bu mekanizmaların harekete geçmesinin doğal sonuçlarıdır. Devletlerin iç ve dış tehdit kavramlarını öne sürmesi, ya gerçekten tehlike vardır ve de tedbir almak istemektedirler; ya da etrafa korku salarak toplumu baskı ile kontrol altında tutmayı hedeflemektedirler.

Ülkemizde 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat (postmodern) darbe sürecinde olan nedir? Bir ülkenin halkı, içteki bazı güçler için veya uluslararası arenada bazı süper güçler için tehlike olarak görülmüştür. Ve bu ülkenin halkı bu darbelerin bedelini; daha yoğun baskı ortamında ve sürekli korku içinde yaşamaya mahkum edilerek, gençleri kıyıma uğratılarak ve de seçtikleri insanlar idam, mahkum veya iktidardan uzaklaştırılarak ödemiştir. Suyun yolunu bulması gibi bu ülkenin halkı da, kendi yolunu bulacak; ayçiçeklerinin güneş ışığını arayıp bulması gibi o da güneşi yakalayacaktır.

Korku Kaynakları

Korku psikolojisinin genel yapısı nedir? Çok çeşitlilik arz eden korku kaynaklarında dominant olan hangisi veya hangileridir? İnsanı tehdit eden tehlike kaynakları nelerdir ve kendini tehdit altında hisseden insanın tepkileri nelerdir?

Bir çok korku aynı anda vuku bulduğunda hangisi için öncelikli olarak tedbir alır? Tehdit kaynaklarının çeşitliliği ile insanın sergilediği korunma tarzları arasındaki ilişkiyi, genel anlamda tek bir unsura indirgeyebilir miyiz?

Bu soruların cevaplarını bulabilmek için muhtemel korku kaynaklarını sınıflandırmalıyız. Bu sınıflandırmayı yaparken başlangıçta ifade ettiğimiz korku, kaygı, tasa, endişe, panik, dehşet, ürküntü vb. kavramların oluşturduğu semantik alanı yalnızca korku kelimesini kullanarak ifade edeceğiz. Bazı ortak özelliğe sahip korku kaynaklarını tek bir ortak başlık altında toplayacağız. Bu aşamada yeni korku kaynaklarının her an ortaya çıkabileceğini de daima düşünmemiz gerektiğini belirtmeliyiz.

Korkunun temel nedeni, kendi varlığını veya neslini tehlikede hissetme duygusudur. Çok çeşitlilik arzeden korku kaynaklarının her biri, şu veya bu şekilde, doğrudan veya dolaylı olarak bu duygu ile alakalıdır. Korkuların sürekliliğine bağlı olarak kaynakları tasnif edebiliriz. Kaynakların meydana getirdiği korkunun şiddetine, fizik veya metafizik oluşuna, bilinebilme, tekrarlanabilme, aklın kavrayabilme derecesine bağlı olarak tasnif yapabilmemiz söz konusudur. Ancak burada böyle bir ayrıntılı şema sunmayacağız. Korku kaynaklarından bazılarını ele alıp inceleyeceğiz.

İnsan Yapısının Anlaşılmazlığı Korkunun Kaynağıdır 

Bilim ve teknolojinin gelişimine paralel olarak insan yapısının pek çok özelliği keşfedilmektedir. İnsan yapısının gizemlerini keşfetme, fert veya toplumların değer sistemlerine göre korku veya ümide sebebiyet vermektedir. İnsanda keşfedilen özelliklerin, gelecek için nasıl değerlendirilip kullanılacağı konusunda ciddi kaygılar bulunmaktadır. Genetik mühendisliği insan yapısının bilinmezliğini çözme konusunda çok ciddi imkanlar sunmaktadır. Bununla beraber bulguların, silaha dönüşüp dönüşmeyeceği veya sonucu önceden kestirilemeyen uygulamalar yapılıp yapılmayacağı belli değildir. İnsan veya diğer canlıların genetik yapılarında yapılabilecek değişiklik girişimlerinin neler getireceği bilinemediğinden bu alan ciddi bir korku kaynağı olarak her geçen gün varlığını daha yoğun bir şekilde hissettirecektir.

 Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi insanda birbirinin karşıtı özelliklere sahip iki farklı yapı ve bunlara ilişkin iki ayrı karar mekanizması mevcuttur. İnsanın iyilik ve kötülük cephesi olarak isimlendirilen bu yapılar aynı çatı altında birlikte varlar. Zıtların birlikteliğini oluşturan böylesi bir yapının kötülük yanı baskın olursa, insan canavarlaşacak, vahşileşecektir. Çünkü bu yapının temel özelliklerini, insanı var eden ve onu şekillendiren Allah; zalim,6 kıskanç,7 azgın,8 nifakçı,9 inkarcı, gaflet içinde,10 fücur sahibi,11 aceleci,12 şüpheci, vesveseci,13 tartışmacı,14 zan ile karar verici,15 şükürsüz, nankör, şımarık, böbürlenen,16 cimri, bencil17 ve mala aşırı tutkulu18 olarak belirtmektedir. Dolayısıyla bu vasıflara sahip bir varlık, insan, başkaları için tehlikeli olurken kendisi de tehlikededir. Bunu tüm canlılar için genelleştirebiliriz: Canlı varlıklar başkaları için tehlike oluştururken, kendileri de tehlikede bulunurlar. Bu nedenle her canlı varlık, hem korkan hemen de korkutandır. Bu nedenle Allah,

“De ki: Sabahın Rabbine sığınırım, yarattığı şeylerin şerrinden, karanlığı çöktüğü zaman, gecenin şerrinden, düğümlere üfleyen kadınların şerrinden ve haset ettiği zaman, hasetçinin şerrinden.”(113 Felâk 1-5)

“De ki: İnsanların Rabbine sığınırım, insanların malikine, insanların gerçek ilâhına; sinsice kalplere vesvese ve kuşku düşürüp duran vesvesecinin şerrinden. Ki o, insanların göğüslerine vesvese verir; gerek cinlerden, gerekse insanlardan olan her hannas’tan Allah’a sığınırım” (114 Nahl 1-6)

diyerek insanları uyarmaktadır.

 Yukarıdaki ayetlerde yaratılmışlar, karanlık, gece, büyücüler, hasetçiler, vesveseciler ayrı ayrı korku kaynağı olarak zikredilmektedir. Tarihin her aşamasında, her coğrafyada bunlar korku kaynağı olarak var olmuşlardır. Bugün de büyücüler, sihirbazlar, hasetçiler, vesveseciler yeni teknik imkanlarla donanarak daha tehlikeli ve daha kaygı verici hale gelmişlerdir. Medya bunların elinde tam bir vesvese, şüphe ve korku kaynağıdır.

Kimi ne zaman, nasıl, nerede itham ederek karalayacakları, yargısız infazda bulunacakları belli değildir. Allah, bu korku kaynaklarına karşı alınacak tedbirin öncelikle kendisine sığınmak olduğunu söyleyerek bizlere yol göstermektedir.

Fakirlik Korkusu

İnsanın olumsuzluk cephesinin en dikkat çekici yanı, mal, mülk ve makama olan aşırı tutkudur. Hz. Adem ve eşinin cennetten çıkmasına neden, şeytanın vadettiği daha üst makam ve imkanlardır.19 Karşı cins, çocuk, para , hayvanlar, toprak insanlar için çekici kılınmıştır.20 İnsan, bunlara şehvet tutkusuyla bağlılık götermektedır. Mal ve mülk konusunda karşı son derece katıdır:

“Malı da bir yığma tutkusu ve hırsıyla seviyorsunuz”(89 Fecr 20).

“Muhakkak o, mal sevgisinden dolayı da çok katıdır”(100 Adiyat 8).

“Mal mülk ve sevetle, çoklukla övünme, sizi tutkuyla oyalayıp kendinizden geçirdi” (102 Tekasür 1).”

“Malı yığıp biriktiren ve onu saydıkça sayandır. Gerçekten malının kendisini ebedi kılacağını sanmaktadır”(104 Hümeze 1-3).

“Eğer Allah, kulları için rızkı sınırsızca geniş tutup yaysaydı, gerçekte yeryüzünde azarlardı” (42 Şura 27).

Eğer insanın kötülük cephesi bu tür olumsuzluklarla sürekli beslenip geliştirilirse, bunun doğal sonucu olarak insan azacaktır. Duyguları, arzuları kontrol altına alınmayan ve fakat güçle donatılmış bir insan mutlaka azacak, canavarlaşacak kendisi ve çevresi için gerçek bir korku ve kaygı kaynağı olacaktır:

“Gerçekten insan mutlaka azar. Kendini müstağni gördüğünden” (96 Alak 6,7).

Türkiye’nin yalnızca son on yılını incelediğimizde işlenen birçok cinayetin arkasında Türkiye’nin yağmalanmasının kavgası yok mudur? İktidar erkini ele geçirenlerin bu gücü nasıl ve kimin yararına kullandıkları içi boşaltılan bankalardan, işgal edilen sahillerden ve yapılan hayali ihracatlardan belli değil midir? Bunun nedeni, ‘az kâr korkusudur’.21

Bazılarının ‘az kâr korkusu’; bu ülke halkının, tüyü bitmemiş yetimlerin, yoksulların hakkını gasp ederek geleceğimizi karartıp bu ülke halkı için bir tehdit, dolayısıyla bir korku kaynağı oluşturmuyor mu? Belki de bu nedenle ‘insan insanın kurdudur’ denmiştir.

Böylesi müstağnileşmiş insanlarda ellerindeki imkanları kaybetme korkusu vardır:

Eğer siz Rabbimin rahmet hazinelerine malik olsaydınız, bu durumda biter endişesiyle gerçekten cimrilik edip tutardınız”(17 İsra 100).

İnsan varlığını ve neslini devam ettirebilmek için ihtiyaçlarını karşılamak durumundadır. İhtiyaçları karşılamadaki ölçüsüzlük veya zorluklar, yoksulluk korkusu dediğimiz bir başka korkuyu ortaya çıkarır. O nedenle Allah, insanı bu korkunun yanlış uygulamalarına karşı uyarmakta ve de yol göstermektedir:

“Yoksulluk endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin. Sizin de onların da rızkını biz vermekteyiz” (6 Enam 151).

“Eğer ihtiyaç içinde kalmaktan korkarsanız, Allah dilerse sizi kendi fazlından zengin kılar” (9 Tevbe 28).

Doğadaki Büyük Olaylar

Korkunun önemli kaynaklarından biri de doğal afet denilen sel, deprem, yanardağ patlaması, kasırga, gök gürlemesi, şimşek ve meteor düşmesi gibi olaylardır(1,3). Doğadaki bu olaylar tahribatlarının fazla olması ve kendilerine müdahale yapılamaması bakımından insanı acizlik içerisine sokarak büyük korkulara neden olmaktadır. Gerek olayın oluş şekilleri, gerekse tahribatın büyüklüğünden dolayı insan, panik dediğimiz bir ruh hali içine girmektedir. Gerçekte buradaki asıl korku, insanın ölümü ensesinde, çok ama çok yakın hissetmiş olmasıdır:

“Bunların örneği karanlıklar, gök gürültüsü ve şimşeklerle yüklü, gökten şiddetli yağmur fırtınasına tutulmuş bir adamın örneği gibidir ki, yıldırımların saldığı dehşetle ölüm korkusundan parmaklarıyla kulaklarını tıkar”(2 Bakara 19).

Burada sıralanan olaylar, doğanın ihtiyacı olanlardır. Korkutucu oluşları vuku bulma ve tahrip etme şiddetlerinin yüksek olduğu anlardır. İnsanın, yerin ve diğer canlıların bunlara, belli ölçüler içerisinde kalmak şartıyla, yaşamak için ihtiyaçları vardır. Onun için bunlar hem korku hem de ümit kaynağıdırlar:

“Size bir korku ve ümit olarak şimşeği göstermesi ile gökten su indirmek suretiyle ölümünden sonra yeri onunla diriltmesi de, onun ayetlerindendir”(30 Rum 24).

Kainatta süper bir dengenin insan için, insanın yararlanması için var olduğunu kabul ettiğimizde bu doğa olaylarını insanlar için birer mesaj olarak da yorumlayabiliriz. İnsana tehlikelere karşı verilen bir uyarı mesajı; acizliğini ve de ölümlü oluşunu hatırlatma mesajı. Mütevazı oluşa çağıran bir uyarı. İnsan olmaya, insanlığını unutmamaya bir çağrı. İşte bunun için bunlar, bir ümit ve bir korku kaynağıdırlar tüm canlılar için.

Şeytan Korku Kaynağıdır

Şeytan, tarih boyu hep karanlığı ve karanlık güçleri temsil etmiştir. Hep vahşî, dehşete düşürücü şekil ve sembollerle temsil edilmiştir. Her türlü tuzağın hazırlayıcısı veya teşvik edicisi O olmuştur. Görünmez oluşu, mahiyetinin bilinmemesi, esrarengizliği ondan korkulmasının ana nedenlerinden biridir. Ancak şeytana karşı duyulan korku ve nefretin şiddeti; insanların dünya görüşlerine, değerlerine, inançlarına bağlı olarak değişmektedir. Üç dinin müntesipleri şeytanı, Hz. Adem’le eşini cennetten çıkardığı, kıyamete kadar yaşama izni alıp insana şavaş açtığı için düşman olarak benimsemişlerdir:

“Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onları saptırmak için mutlaka senin dosdoğru yolunda pusu kurup oturacağım. Sonra da muhakkak onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Onların çoğunu şükrediciler bulmayacaksın” (7 Araf 16-17).

İnsanlık; göremediği ve mahiyetini bilemediği bir düşmana karşı olmanın korkusunu her zaman bilinç altında hissetmiştir. Ama her zaman zafer kazandığını, bir bütün olarak, söylemek mümkün olmamıştır. Nitekim şeytan da yemininde “hepsini” dememiş, “çoğunu” demiştir. Acaba şeytan, insan üzerinde niçin etkili olabilmektedir? Şeytanın etkili oluşunun nedeni, insanın nefsine sürekli olarak hitabetmiş olması ve kullandığı vasıtaların çeşitliliği olabilir:

“Onlardan güç yetirdiklerini sesinle sarsıntıya uğrat, atlıların ve yayalarınla onların üstüne yaygarayı kopar, mallarda ve çocuklarda onlara ortak ol ve onlara vaizlerde bulun. Şeytan, onlara aldatmadan başka bir şey vazetmez.

 Benim kullarım; senin onlar üzerinde hiçbir zorlayıcı gücün yoktur. Vekil olarak Rabbin yeter.”(17 isra 64-65)

 Korkutma, vadetme, aldatma, vesvese verme, kışkırtma şeytan ve şeytanın yolunda gidenlerin temel mücadele vasıtalarıdır. Yargısız infaz yapan, gerçeği tersyüz eden, karalayarak, tehdit ederek, hakaret ederek insanların üzerine giden bir medya veya organizasyonlar şeytanın sesi, şeytanın atlıları, şeytanın yayaları değil midir?

Asıl tehlike insan nefsinin aşırı bir şekilde tahrik edilerek insanın azgınlaşması, nefsinin hoş gördüğü her şeyi ne pahasına olursa olsun elde etmeye kalkmasıdır. İşte insanın insanlıktan çıktığı an bu andır. Toplumun değişik kesimleri arasındaki dayanışmanın bozulması, zengin ve fakirler arasında uçurumun oluşması ile çatışmanın kaçınılamaz olarak vuku bulması şeytanın hedefidir. Onun için yandaşlarını fakirlikle korkutur:

 “Şeytan, sizi fakirlikle korkutuyor ve size çirkin hayasızlığı emrediyor. Allah ise, size kendisinden bağışlama ve bol ihsan vadediyor”(2 Bakara 268)

İnsanın kötülük cephesini sürekli baskı altında tutarak onu yönlendiren şeytana karşı korkularımızı nasıl yenebiliriz? Şeytanın yolundan gidenleri, şeytanın verdiği korkulardan kurtararak kurtuluşa hangi yolla kavuşturabiliriz. Evet şeytanın yolundan gidenleri bile kurtaracak, herkesi korkularından arındıracak bir yol,

“İşte bu şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Siz onlardan korkmayın, eğer müminlerseniz, Ben’den korkun”(3 Al-i İmran 175).

âyetinin işaret ettiği Allah’tan korkup müminlerden olmaktır. Şeytanın verdiği korkulardan azade olanlar, yalnız ve yalnızca müminlerdir.

Ölüm Korkusu

Buraya kadar incelediğimiz korkuların bir kısmı geçici, bir kısmı ise kalıcı özelliktedir. Vahşi bir hayvanla karşılaştığımız zamanki korkumuz, kavgada, savaşta, mal ve makamı kaybetmede karşı karşıya kaldığımız zamanki korkularımız hep geçici, süreli korkulardır. Ancak bu korkuların temelinde saklı olan ve de korkularımızı sürekli kılan, her zaman bizimle olan ve bir gün gerçekleşeceği için kaçınılmaz olarak var olan bir korku ölüm korkusu. Bütün buraya kadar zikredilen korkularımızın temelinde; ya acı, ızdıraptan kurtulma ya da varlığımızın devamını sağlama, yani ölmeme duygusu yatar. Tehlike geçtiğinde rahata kavuşma dediğimiz normal yaşam başlar. Bununla beraber, açıktan itiraf etsek de etmesek de insan, ölümü hep düşünür ve de ondan korkar. Özellikle insan, gençliği geride bıraktıkça, yaşlılığa doğru adım adım ilerledikçe, güç ve kuvvetinden kaybetikçe, zayıfladığını kavradıkça ölümü hep hatırlar ve düşünür.

Ölümlü oluş insanı hep korkutmuştur. Ancak ölüm insanın doğal, kaçınılmaz bir arkadaşıdır. Ölüme bakış, insanın değer sistemine göre değişir ve insanlar bu bakış açısına göre ölüme hazırlanırlar. Kimisi içki ile kendini avuturken, kimisi ibadete başlar, kimisi de ibadetine ibadet katar. Kimisi de baştan beri ölüme hazırdır. Kimileri de ona kaşı kendini aldatmakla meşguldür:

“Sanayi toplumlarında ölüm isimsiz bir şey haline geldi. Konfordan sarhoş olan bir toplumun tavrı. Geçmişte hiçbir dönemde insan bu kadar çok teknik olanaktan yararlanamamış ve bu kadar çok tüketim malına sahip olamamıştı. Yine insan ölüm karşısında hiçbir zaman bu kadar donanımsız olmamış ve çağdaş Batı toplumlarında gözlemlendiği gibi ona karşı hile yapmakiçin hiçbir zaman bu kadar uğraşmamıştır... Gözlemciler aranan hedef üzerinde hem fikirler; ölümü gizlemek, acı ve gizem üstünde ısrar etmemek, törenleri ortadan kaldırmak, her şeye masum ve sevimli bir nitelik vermek, kısacası ölüme rağmen, kayıplara rağmen hayattakilerin mutlu kalmasına yardımcı olmak.

“Fakat ölüm karşısında davranışların çeşitliliğinin ötesinde, gözle görülür değişikliğinin ardında değişmeyen bir şey vardır: her zaman aranan fakat hiçbir zaman ulaşılamayan bir yatışma isteği. Sonuçta, hiç kimse ölüm korkusundan bağışık değildir, en üstün kafalar bile.”22

İlahi programda;

 “Her nefis ölümü tadıcıdır” (3 Ali İmran 185).

“Senden önce de hiçbir beşere ölümsüzlüğü vermedik; şimdi sen ölürsen onlar ölümsüz mü kalacaklar? “Hiç kimse de hangi yerde öleceğini bilmez”(31 Lokman 34).

“Her nerede olursanız ölüm sizi bulur; yüksekçe yerlerde tahkim edilmiş şatolarda olsanız bile” (4 Nisa 78).

yazılmış, her yerde ve her zaman ölüm insanı yakalamış olmasına rağmen insan, gene de ölümden sürekli kaçar:

“O ölüm sarhoşluğu, bir gerçek olarak gelip de insana, işte bu, senin yan çizip-kaçmakta olduğun şeydir denildiği zaman da.”(50 Kaf 19).

İşte bunun için insan kendisinin ölümlü, Allah’ın ise ölümsüz olduğunun bilinç ve teslimiyeti şuuruna varması gerekir.

Ölümü korkutucu kılan faktörlerden biri, her an vuku bulabilmiş olması ve de bilinemezliğidir.

“Dediler ki: Bütün olup biten bu dünya hayatımızdan başkası değildir, ölürüz ve diriliriz; bizi kesintisi olmayan zamandan başkası yıkıma uğratmıyor. Oysa onların bununla ilgili hiçbir bilgileri yoktur; onlar yalnızca zannediyorlar.

 De ki: Allah sizi diriltiyor, sonra sizi öldürüyor, sonra da kendisinde hiçbir kuşku olmayan kıyamet günü o sizi bir araya getirip topluyor. Ancak insanların çoğu bilmezler.” (45 Casiye 24,26)

Bütün güçlülerin aciz kaldığı bir alan olmuş olmasına karşılık, şeytan faktöründen dolayı insanların çoğu, ölümün işaret ettiği gerçeği maalesef idrak edemiyorlar. O nedenle insanların dünya görüşlerine bağlı olarak ölüm karşısında aldıkları tavır değişmektedir. Ölümü görmezlikten gelmenin batı toplumlarını uyuşturucu ve sefahatin girdabına nasıl soktuğu ve de insanı nasıl canavarlaştırdığı ortadadır. Hiçbir zaman ulaşılamayacak olan bir yatışma isteği; alkol, kumar, uyuşturucu, seks ve şiddetle gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır.

Gerçekte yapılması gereken, ölüme, ölümün amacına uygun ve ölüm sonrasını düşünerek dünyadaki yaşam tarzımızla hazırlanmaktır:

“O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi ve güzel olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı.” (67 Mülk 2)

İşte insanın yapması gereken, bu amaca uygun yaşayıp hesap vermeye hazır olmaktır.

Bu yaratılış amacına uygun yaşamayanlar, hesap verememe korkusuyla ölümden sürekli olarak kaçacaklardır:

“Oysa onlar, önceden ellerinin takdim ettiklerinden dolayı ölümü hiçbir zaman kesin olarak dilemeyeceklerdir. Allah zalimleri bilir” (2 Bakara 95).

Ölümü korkutucu kılan, ölümün mahiyetinin bilinmemesi olduğu gibi ölüm ötesi hayatın ne olduğunun tam olarak bilinememesidir de. İki dünya arasındaki ilişki nedir, sorusu belki de sorunun can damarıdır.

“Her nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle de hayırla da deneyerek imtihan etmekteyiz ve siz bize döndürüleceksiniz.” (21 Enbiya 34-35)

İki dünya arasında ölümle kurulan irtibat; bu dünyanın, öteki dünyanın tarlası olarak kabul edilmesi, ölüm korkusuna ümidin eklenmesi ile insan- da daha üst bir korku başlar: Kaçınılmaz olarak gelecek olan ölümle gidilecek alemde dirilip hesap verilecekse buna hazır olmama, dolayısıyla azaba uğrama korkusu.

Azap Korkusu

Allah’a iman etmiş bir insanda ölüm korkusu da dahil yukarıda zikredilen tüm korkulardan belli bir boyutta arınmış olarak bir tek korku ve düşünce hakim olur: Öldükten sonra dirilmek ve bu dünyada yaptıklarından dolayı hesap verebilmek; acaba bu hesap, gereğince verilebilecek midir? Böyle bir şuura ulaşabilme asıl sorundur. Şeytanın tuzakları ile dolu bir dünyada bu düzeyde bir düşünce ufkuna ulaşmak, üstelik de bir geçim kavgasının kıran kırana geçtiği bir ortamda herkese nasip bir olgu olarak görülmüyor. Onun için Allah, hesap vermekten gerçek anlamıyla korkanların akıl sahipleri ile muttakiler olduğunu beyan etmektedir:

 “Ancak temiz akıl sahipleri öğüt alıp düşünebilirler. Onlar Allah’ın ahdini yerine getirirler ve verdikleri kesin sözü bozmazlar. Ve onlar Allah’ın ulaştırılmasını emrettiği şeyi ulaştırırlar, Rablerinden içleri saygı ile titrer ve sorgulamanın kötü olanından korkarlar.” (13 Ra’d 19-21)

Ayette aklın temizliğine önemli bir vurgu yapılmaktadır. İnsanın böyle bir seviyeye gelebilmesi, kendi gayretinin yanısıra içinde yaşadığı ortamın da ona yardımcı olacak bir özelliğe sahip olmasıdır. Eğer ortam her türlü kirliliği besliyor ve destekliyorsa öncelikle yapılması gereken ortamın ıslah edilmesidir. Demek ki hesaptan kurtulmanın yolu, ortamın ıslahından geçmektedir.

Allah Korkusu

Bu aşamada ıslah edicilerde bir tek korku vardır: Allah’ın rızasını kazanamama korkusu, kısaca Allah korkusu:

“Onlar, Rablerine karşı gayb ile (O’nu görmedikleri halde) bir haşyet içindedirler ve onlar, kıyamet saatinden içleri titremekte olanlardır” (21 Enbiya 49).

Allah korkusu, şeytanın veya vahşî bir hayvanın karşısında duyulan korku gibi değildir. Bu, hata yapan bir çocuğun anne ve babasından korkması gibidir. İçinde sevgi, saygı mahcubiyet, pişmanlıkla beraber sığınma ve affedilme isteği vardır. Üstün, yüce, adil, affeden, bağışlayan bir otoriteyi kabulleniş vardır. Ümitle karışık bir korkudur karşılaşılan. Annesi tarafından cezalandırılan, dolayısıyla ondan korkan bir çocuğun, annesine sığınmasındaki korku neyi içeriyorsa, bundan çok daha şiddetli bir af ve merhamet isteği içeren, ümidi, sığınmayı içinde barındıran bir korkudur bu. Bunun anlatılması zordur, ancak yaşanarak duyulur, anlaşılır ve tadına varılır. Öncelikle, bunu idrak edip yaşayabilecek olanlar inanan akıl sahipleri, alimler, müminler ve muttakilerdir:

 “Ey iman etmekte olan temiz akıl sahipleri, Allah’tan korkup sakının”. (65 Talak10)

 “Ey temiz akıl sahipleri, Allah’tan korkup sakının. Umulur ki kurtuluşa erersiniz.”(5 Maide 100)

“Kulları içinde ise, Allah’tan ancak alim olanlar içleri titreyerek-korkar.”(35 Fatır 28)

“Eğer müminlerseniz Allah’tan korkup sakının, aranızı düzeltin.”(8 Enfal 1)

Yalnızca Allah’tan Korkmak

Allah korkusunun lezzetine varanlar, imanlarını o görkemli seviyeye vardıranlar, bütün sevgileri Allah sevgisi ve korkusu içinde harmanlayanlar, diğer tüm korkulardan arınmış olarak hayata bakar ve hayatı yaşarlar.

İşte onlar yalnızca Allah’tan korkar, başkalarından korkmazlar:

“Öyleyse benden, yalnızca benden korkun. Göklerde ve yerde ne varsa O’nundur, itaat–kulluk da O’nundur. Böyleyken Allah’tan başkasından mı korkup-sakınıyorsunuz?”(16 Nahl 51,52)

“Öyleyse insanlardan korkmayın, benden korkun ve ayetlerimi az bir değere karşılık satmayın”. (5 Maide 44)

“İşte onlar, Şeytan ve onun yolundan gidenlerden korkmazlar:  “İşte bu şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Siz onlardan korkmayın, eğer müminlerseniz, Ben’den korkun.” (83 Al-i İmran 175).

“İşte Onlar, kafirlerden korkmazlar:

“Bugün küfre sapanlar, sizin dininizden umut kesmişlerdir. Artık onlardan korkmayın, Ben’den korkun”. (5 Maide 3)

İşte onlar, kınayıcının kınamasından korkmazlar:

 “Ey iman edenler, içinizden kim dininden geri dönerse, Allah da yerine, kendisinin onları sevdiği, onların da kendisini sevdiği, müminlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı ise güçlü ve onurlu, Allah yolunda cihad eden ve kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk getirir. Bu, Allah’ın bir fazlıdır, onu dilediğine verir. Allah rahmeti geniş olandır, bilendir.”(5 Maide 54)

Ve işte onlar, müşriklerin ilahlarından korkmayanlardır:

 “Hem siz, O’nun kendileri hakkında hiçbir ispatlayıcı delil indirmediği şeyleri Allah’a ortak koşmaktan korkmuyorken, ben nasıl sizin şirk koştuklarınızdan korkarım? Şu halde güvenlik içinde olmak bakımından iki taraftan hangisi daha hak sahibidir? Eğer bilebilirseniz.

“İman edenler ve imanlarına zulüm katmayanlar, işte güvenlik onlar içindir ve onlar hidayete ermişlerdir.” (6 Enam 81,82)

Ey biz de Müslümanız diyenler; gelin yalnızca Allah’tan korkarak yalnızca ondan ümit ederek ve yalnızca ona kulluk ve ibadet ederek bütün korkularımızdan arınalım. Böylelikle imanımıza zulüm katmayarak güvenlik içinde olalım.         

Kaynaklar

1- Mannonı, P. Korku, İletişim Yayıları, İstanbul, S. 7

2- Gazalı İhya-i Ulumi’d-Din, Arslan Yayınları, C. 9 İstanbul, s. 5

3- Ditfurth, H.V. Korku ve Kaygı, Metis yayınları, İstanbul, s. 37

4- Gazalı İhya-i Ulumi’d-Din, Arslan Yayınları, C. 9 İstanbul, s. 36

5- Mannonı, P. Age s. 52

6- 14 İbrahim 34, 16 Nahl 61,

7- 4 Nisa 128, 42 Şura 13-15

8- 2 Bakara 213, 10 Yunus 23 

9- 5 Maide 49

10- 30 Rum 8

11- 75 Kıyamet 5

12- 17 İsra 11

13- 114 Nas 1-6

14- 18 Kehf 54

15- 7 Araf 10

16- 11 Hud 9-10

17- 17 İsra 100

18- 70 Mearic 18, 3 Ali İmran 14

19- 3 Ali İmran 14

20- 42 Şura 27

21- 9 Tevbe 24

22- Mannonı, P. Age s. 25

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...