1 Mayıs 2023 Pazartesi

SOSYOLOJİK SAVAŞA ZEMİN HAZIRLAYAN BİR SİYASİ DİL-1

(Umran Dergisi)

 

“Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden zarar görmediği kimsedir.

Mümin de halkın can ve mallarını kendisine karşı emniyette bildikleri kimsedir.”

                                                                                Hz. Muhammed (s.)

 

Türkiye’de parlamento içi siyaset, genel olarak, aşırı vaat, muhatabı karalama, küçük görme ve küçük düşürme merkezli vücut bulmaktadır. Siyasi partiler arasındaki iktidar kavgası, mahalle kabadayılarının kavgasına benzemekte; kullandıkları dil, kabadayıların ve kahve kültürünün benzeri hatta daha ileri safhası olmaktadır. Ayrıca muhalefet, hiçbir zaman iktidarda olanın yaptığı herhangi biri işi takdir etmemekte, yapılan her şeyi kötü, yanlış hatta ihanet ekseninde ele alıp dillendirmektedir. Diğer taraftan iktidardakiler de muhalefetin hiçbir görüşüne değer vermemekte, söylenenleri manasız, kasıtlı olarak, iş birlikçi ve ihanet ekseninde değerlendirmektedirler.  Bu durum Türkiye’deki siyasi hayatın en sorunlu, en tahripkâr yönüdür.

Her geçen gün, siyasetin dilinde sosyal pozitif geribesleme (olumsuzlukların olumsuzlukları besleyip büyütmesi) meydana gelmesi ve gittikçe derinleşip yaygınlaşması nasıl bir düşüncenin ürünüdür? Birbirine küfretmeyi, hakaret etmeyi siyasetin bir gereği görmek ne derece doğru bir yaklaşımdır? Böyle bir mantığın oluşmasının sebebi nedir ve bunun bu ülkeye, bu millete ve genç nesillere maliyeti nedir? Bu durum bütün boyutları ile bir araştırma konusu olmalıdır. Türkiye’deki bu siyasi dil, anayasa değişikliği dolayısıyla yapılan referandumdan bu yana, toplumun doğal dili hâline gelmeye başlamış ve siyasi mücadele, bölücü, parçalayıcı, kamplaştırıcı, gerilim artırıcı bir hüviyete bürünmüştür. Bu siyasi dil, normalleşip, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin sıradan toplantılarında kullanılan bir dil hâline gelmeye başlamıştır. Bu seçim döneminde kullanılan en tehlikeli silah, muhatapların birbirini, PKK’lı, FETÖ’cü ve iş birlikçi olarak suçlaması ve karalamasıdır.

Eğer böyle devam ederse, 14 Mayıs 2023’te yapılacak seçimlere kadar hem siyasi dil hem de toplumsal dil daha da bozulacak, toplumsal ayrışma daha da derinleşecek ve yeni sosyolojik fay hatları meydana gelecektir. Dış politikada çok yönlü bir karmaşanın yaşandığı bir dönemde bu siyasi dilin, daha da tahrip edici olmasına engel olmak gerekmektedir. Burada, 14 Mayıs seçim sürecine giderken 2022-2023 döneminde seçim kampanyalarında kullanılan dilin meydana getirebileceği tehlikelere, en güzel tarzda mücadele ilkesi kapsamında dikkat çekilecektir.

 

Mayıs 2023 Seçim Sathında Oluşan İttifaklar ve Ağırlık Merkezi Olan Konular

 14 Mayıs 2023 Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekilliği seçimlerinde Türkiye’de kesinleşmiş dört Cumhurbaşkanı adayı vardır: Recep Tayyip Erdoğan, Kemal Kılıçdaroğlu, Muharrem İnce, Sinan Oğan. Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimleri ile ilgili dört ittifak grubu meydana gelmiştir:

·                    Cumhur İttifakı (AK Parti, MHP, BBP, YRP, HÜDA-PAR, DSP)

·                    Millet İttifakı (CHP, İYİ Parti, SP, DEVA Partisi, Gelecek Partisi, DP) + HDP/Yeşil Sol Parti)

·                    ATA İttifakı (Zafer Partisi, Adalet Partisi, Ülkem Partisi, Türkiye İttifakı Partisi)

·                    Sol-Yeşiller/Emek ve Özgürlük İttifakı (Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (Yeşil Sol Parti/HDP), TİP, Emek Partisi (EMEP), Emekçi Hareket Partisi (EHP), Toplumsal Özgürlük Partisi (TÖP), Sosyalist Meclisler Federasyonu-SMF). 

AK Parti, MHP, BBP, YRP, CHP, İYİ Parti, HDP/Yeşil Sol Parti, TİP ittifaklar içerisinde yer almış olmakla birlikte kendi listeleri ile seçime gireceklerdir. Buna karşılık, HÜDA-PAR, DSP, AK Parti listelerinden; SP, DEVA, GP, DP, Türkiye Değişim Partisi de CHP listelerinden seçime gireceklerdir. Ahmet Özal’ın İlkeler ve Değerler Partisi (İlk Parti) Millet İttifakı’nı desteklemektedir. HDP, kapatılma durumunu göz önüne alarak milletvekilliği seçiminde yedekte bulundurduğu Yeşil Sol Parti ile seçime girecektir. Memleket Partisi hiçbir ittifakın içerisinde yer almamış ve Genel Başkanı Muharrem İnce Cumhurbaşkanı adayı olarak seçim kampanyası yürütmektedir. Vatan Partisi de hiçbir ittifakın içerisinde yer almayıp seçime tek başına girmektedir.

Bu ittifaklar zincirine bakıldığı zaman Türkiye ideolojik olarak değil farklı saiklerle ikiye ayrılmış durumdadır. Aynı düşüncenin farklı fraksiyonlarının farklı ittifaklar içerisinde yer alması, Türkiye açısından ilginç bir görüntünün ortaya çıkmasına sebebiyet vermektedir. Asla bir araya gelemez, denen ideolojik yapı temsilcileri aynı masa etrafında oturup konuşabiliyor ve Türkiye’nin sorunlarına ortak çözüm arıyorlar. Farklı ideolojik kesimler arasında meydana gelen bu arakesit, toplumsal barış ve dayanışma için çok önemlidir.

Meydana gelen iki ana akım ittifak zinciri, bu gerçeği göz önüne alarak dil ve söylemlerini derleyici, bütünleştirici, düşündürücü, inşa edici olacak tarzda daha dikkatli bir şekilde kullanırlarsa Türkiye’nin geleceğine çok ciddi bir katkıda bulunacaklardır. Sosyolojik düzlemde bu iki ittifak grubunu birbirine yaklaştırarak olası fay hatlarında biriken enerjinin boşalmasını sağlayacaklardır. Dış baskıların yoğunlaştığı bir dönemde böylesi bir gelişme Türkiye’nin gücüne güç katacaktır.  Bu tablo iyi değerlendirilebilirse farklı ideolojik kesimler arasındaki geçmişte yaşanan kavga, gerilim engellenebilir. 21. asırda bunun kalıcı olabilmesi için iki ittifak akımının hem seçim dönemlerinde hem de diğer dönemlerde kullanacakları dil ve söylem çok daha hayati bir öneme sahip olmaktadır.

14 Mayıs 2023 Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekilliği seçimlerine giderken son aylarda bazı konularda gittikçe şiddeti artan hakaret ve suçlama boyutu yüksek olan bir dil kullanılmaya ve yaygınlaşmaya başlamıştır. Siyasetin dilindeki bu durumu konular düzleminde ele alıp değerlendirmek tarihi bir sorumluluktur. Seçim sürecinde tüm partiler tarafından gündemde ağırlıklı olarak tutulan ve tartışılan konuları aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:

·                    Deprem bölgesindeki gidişat, yapılan ihaleler,

·                    Kızılay’ın durumu,

·                    PKK/PYD/YPG, Hizbullah denklemi,

·                    HDP’nin kapatılma davası ile hazine yardımının kesilmesi davası,

·                    Amedspor-Bursaspor maçı,

·                    Rüşvet-yolsuzluk iddiaları,

·                    Açlık, yoksulluk,

·                    Adaletsizlik,

·                    İstanbul Sözleşmesi ve aile ilgili yasalar (6284, 5237, 4721 sayılı yasalar)

·                    5 müteahhit grubun durumu,

·                    Göçmenlerin durumu,

·                    AB uyum yasaları,

·                    Taksim Gezi Parkı olayları,

·                    İttifaklar arası sosyolojik savaşa bol malzeme veren psikolojik savaş.


Bu yazıda, bütün bunlara ilişkin Cumhur ve Millet ittifaklarının kullandığı argümanların doğruluğu ve yanlışlığından ziyade, bu seçim kampanyasında bu konulara ilişkin tarafların birbirlerine karşı kullandığı dil ve söylemin gelecekte ne getirip ne götüreceğini ele alıp değerlendirmek istiyoruz. Çünkü Türkiye’de şu an enerji ile dolu dört ciddi sosyal fay hattı mevcuttur:

· Alevi-Sünni Fay Hattı,

· Kürt-Türk Fay Hattı,

· Göçmen Fay Hattı,

· Depremlerin Neden Olduğu Yeni Gayrimemnun Fay Hattı.

 

Bir seçim kampanyası sürecinde yukarıda oluşan ittifaklar grubu, ülkenin sağlık ve selameti için bu sosyal fay hatlarının varlığını mutlaka göz önüne almalı, kullanacakları dil ve söylemi bu sosyal fay hatlarına enerji yüklemeyecek tarzda seçmelidirler. Çünkü bu coğrafyada, geçmiş yazılarda dikkat çektiğimiz üzere 16 proje çatışma hâlindedir. Şer ittifakı (ABD, İngiltere, AB, Siyonizm ve İsrail) bu coğrafyada bu projeler kapsamında, psikolojik savaş, sosyolojik savaş ve hibrit savaş eksenli uzun vadeli bir mücadele yürütmektedir. Bu gerçek unutulmamalı ve duygusal davranılmamalıdır. Bu yazıda İstanbul Sözleşmesi ve aile ile ilgili yasa (6284), HDP’nin hazine yardımı davası, Amedspor-Bursaspor maçı ile ilgili tartışmalarda kullanılan tahripkâr dil ve söylem ele alınıp değerlendirilecektir.

 

İttifaklar Arası Psikolojik Savaşta İstanbul Sözleşmesi ve 6284 Sayılı Yasa

Türkiye, Osmanlı’nın son döneminde başlayan, gittikçe derinleşen ve kronikleşen ve sosyal pozitif geribesleme inşa eden bir hastalıktan kurtulamamıştır: Yasa, kavram ve değer sistemi ithalatı. Bu ithalatın en yoğun ve en tehlikeli bir şekli İstanbul Sözleşmesi’dir. Bütün ahlak sistemini, değer sistemini, aile sistemini ve kültür ve medeniyet kodlarımızı tahrip eden, kavramların içini boşaltan, Kur’ân’ın pek çok ayetini ve hadisleri yasaklayan en tehlikeli ithal yasalardan biridir. Sözleşmeye karşı verilen kararlı bir mücadelenin sonucunda, İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesi sağlanmıştır. Ancak sorun sadece İstanbul Sözleşmesi değildi. İstanbul Sözleşmesi’ni merkeze alarak hazırlanan 6284 sayılı ‘Aileyi Koruma Yasası’ (gerçekte aileyi yıkma yasası), 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu hâlâ yürürlükte olup aile üzerindeki tahribatları devam etmektedir.

Bu nedenle İstanbul Sözleşmesi’ni feshetmek gerek şarttı, yeter şart değildi. Yeter şart, bu üç yasanın değiştirilmesi ve bütün bu yasalarda geçen ve bizim değerlerimizi tahrip eden tüm kavramların, başta eğitim olmak üzere girdiği tüm alanlardan sökülüp atılması ve temizlenmesidir. Ne yazık ki yeter şart yerine getirilmediği gibi gerek Cumhur İttifakı ve gerekse Millet İttifakı bu tahrip edici yasalara ‘Kırmızı çizgimizdir!’ deyip sahip çıkmaktadırlar: Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık: “Varlığının tartışmaya açılması dahi bizce kabul edilemez.”[1] AK Parti Grup Başkanvekili Özlem Zengin: “AK Parti Grup Başkanvekiliyim. Ben kendi fikirlerimi anlatmıyorum, grubumuz adına konuşuyorum ama grubumuz adına konuşan bir erkek arkadaşımız olduğunda hiç sorun olmuyor. Ben konuştuğum zaman tarifi imkânsız bir şekilde planlı, düzenli bir saldırıya uğruyorum. Çok yalnızız. Bu konuya kimse girmek istemiyor, çünkü hedef oluyorsunuz. Artık bu kanunla ilgili hiçbir şey söylemek istemiyorum. Yorgunum. Yalnızlıktan da yorgunum, camiamızın içinde bulunduğu durumu değerlendirirken de hüzün duyuyorum. Ben tartışılamaz demedim. Keşke daha insani, seviyeli, İslâmî bir ortamda tartışabilsek. Sayın Bakanımız açıklama yapıyor, Sayın Cumhurbaşkanımızın açıklamaları var ama ben bu konuda ne zaman bir şey söylesem normali çok aşan bir hedef olma hâli ortaya çıkıyor.  (…) Bunun ne kadar ciddi bir konu olduğunu bilmiyorum kamuoyu fark ediyor mu? 6284 sayılı Yasa tabii ki tartışılabilir, İstanbul Sözleşmesi çok tartışıldı. Benim itirazım usulüne, yöntemine fakat bundan kamuoyu yeteri kadar rahatsızlık duymuyor. Doğrusu bu saldırılar Türkiye’de kadınları çok rahatsız ediyor. Bütün kadınları rahatsız ediyor. AK Parti 50+1 almaya çalışıyor. Önümüzdeki seçimlerde Sayın Cumhurbaşkanımızın seçilebilmesi için yaklaşık 29 milyon, yuvarlayacağım 30 milyon oya ihtiyacımız var. Bu 30 milyonda kadınların oyu minimum 10 milyon. (…) 6284 sayılı Yasa bizi bölen bir tartışma olamaz. Böyle bir tartışma üslubu olamaz. (…) Sayın Derya Yanık’ın, Sayın Cumhurbaşkanımızla irtibatı olmadan bu konuya dair bir açıklama yapması mümkün müdür?”[2]

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener: “Bu ülkede konuşan kadınlar sevilmiyor. Görüşlerimiz, düşüncelerimiz, ne kadar farklı olursa olsun mesele kadınların davası olduğunda, Özlem Hanımla da elbette, amasız, fakatsız, omuz omuza duracağız. Tıpkı, bu ülkede yaşayan, her kadın gibi… Tıpkı, bu ülkede konuşan, her kadın gibi… Tıpkı, bu ülkede doğruları savunan, her kadın gibi… Sayın Özlem Zengin de yaşadığı çirkinlikleri kadın olduğu için yaşıyor. Evet, ideolojisi, hayat tarzı ne olursa olsun, bu ülkede konuşan kadınlar sevilmiyor. (…) İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasını kabul etmediğimiz gibi; 6284’ün tartışılmasına da, izin vermeyeceğiz! Emin olun ki; 14 Mayıs’tan sonra da; İstanbul Sözleşmesi’ni imzalayacak ve uygulatacağız. (…) Biz 85 milyon el ele, İstanbul Sözleşmesi’ni imzalamaya geliyoruz.”[3] İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in yardımcısı Ümit Özlale: “Bütün uluslararası sözleşmelere geri dönüyoruz. Çünkü biliyoruz ki İstanbul Sözleşmesi yaşatır.”[4] CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu: “İstanbul Sözleşmesi’ni yürürlüğe koyacağız. Dolayısıyla 8 Mart, sizin açınızdan da bizim açımızdan da daha anlamlı bir tarih olacak.”[5]

Yukarıdaki ifadelerden anlaşılacağı gibi gerek Cumhur İttifakı’nın gerekse Millet İttifakı’nın 6284 sayılı Yasa’nın uygulanması konusunda hemfikir oldukları anlaşılmaktadır. Ancak Millet İttifakı, aileyi, kültür ve medeniyet kodlarımızı, değer sistemimizi tahrip eden İstanbul Sözleşmesi’ni ve tüm uluslararası yasaları geri getirip uygulamak noktasında kararlı gözükmektedir. Bu konuda da hiçbir tartışmaya müsaade etmeyeceğini ilan etmektedir. Dileğimiz odur ki 14 Mayıs seçimine haftalar kala savundukları bu yanlış ve tehlikeli yaklaşımdan vazgeçer, tüm yasaları yerli, millî ve İslâmî düzlemde yeniden yapılandırırlar. Böylece gelecek nesilleri koruyacak, yeniden güçlü bir şekilde inşa edecek bir yola girerler.  Öteki dünyada, yeryüzünün ve tüm azalarımızın şahitlik edeceği yüce mahkemede bu hesabın verileceğini, “Ben Müslümanlardanım” diyen hiç kimse unutmasın.

 

İttifaklar Arası Psikolojik Savaşta Bursaspor-Amedspor Maçı

Kürt sorunu ile ilgili yapılan açılım sürecinde 2014 yılında, Diyarbakır Büyükşehir Belediyespor Kulübü, adını Amedspor olarak değiştirmiştir. Bu isim o yıldan beri kullanılmakta olup 2023 yılında ortaya aniden çıkan bir isim değildir. Amed Diyarbakır’ın eski ismidir.[6] Yeni kullanılan bir isim değildir. 5 Mart 2023 Pazar günü  Bursa’da oynanan Bursaspor-Amedspor maçı öncesi, bir grup Bursaspor taraftarı, Amedspor kafilesinin kaldığı otelin önünde toplanarak gece saat 3’e kadar ırkçı sloganlar atmıştır.[7] Mesele sadece Amedsporlu oyuncuların kaldıkları otelin önünde gece yarılarına kadar süren protestolar ile kalmamış ertesi gün Amedsporlu futbolcular sahaya çıkınca saldırılar artmış, ‘sahaya bıçak ve mermilerin de arasında bulunduğu yabancı maddeler atılmış’; ‘JİTEM’ci Yeşil ve “Beyaz Toroslar” posterleri açılmıştır. “Maç sonunda soyunma odası koridorlarında Amedspor futbolcularına fizikî saldırılar gerçekleşmiştir.”[8]

Bursa’daki olaylar, Eylül 2022’de Diyarbakır’da oynanan Amedspor-Bursaspor maçındaki olaylara bir cevap mahiyetine büründürülmüştür. O maçta Bursaspor oyuncularına tribünlerden yabancı maddeler atılmış; “Irak Kürdistan Bölge Yönetimi bayrakları açılmıştır.” Dolayısıyla Bursa’daki olaylar Diyarbakır’daki olaylara bir tepki ve cevap mahiyetine büründürülmüştür. Gerçekte mahiyeti itibarıyla Bursa’da Mart 20232’teki olaylar, basit ve kendiliğinden ortaya çıkan Diyarbakır’daki olaylara cevap mahiyetinde değildir. Özel bir stratejinin ürünüdür. Bu stratejide iki alanda oluşan şuuraltının günümüze taşınması esas alınmıştır:

1)   1990’lı yıllardaki faili meçhullerin sorumlusu gösterilen o günkü derin devletin tetikçisi “Yeşil” (Mahmut Yıldırım) ve onun arabası “Beyaz Toros”[9],[10] pankartlarının açılması. Bu basit bir olgu olmayıp çok şuurlu bir tercihin ve stratejinin ürünüdür. Tarihte kalmış ve bir şuuraltı inşa etmiş bir dönemin gündeme taşınması,  Kürt ırkçılığının depreştirilmesi amaçlıdır. Tarihte yaşanmış olayları günümüze taşıyıp devam ettirmek sadece bu ülkeye zarar verir. Bu bugün kimin işine yarar?

2)   Bursaspor ile Diyarbakırspor arasında 2009-2010 hadiseleri ile ortaya çıkan düşmanlık.  26 Eylül 2009’da Bursa’da oynanan maçta Diyarbakırsporlu oyuncular “PKK dışarı!” sloganı atılarak protesto edilmiştir. ‘6 Mart 2010’da Diyarbakır’da oynanan maçta da buna ‘misilleme’ olarak sahaya -maçın iptaline yol açacak kadar çok- yabancı madde atılmış’, sloganlar atılmış ve maçtan sonra da Bursaspor oyuncularını taşıyan araç taşlanmıştır.’[11]

Cumhurbaşkanı ve milletvekilli seçimlerinin yapılacağı bir dönemin öncesinde Bursa’daki bir futbol maçında meydana gelen bu tür olaylar sıradan değildir. Zira ülkedeki gerilimin artmasına ve Şer İttifakı’nın (ABD, İngiltere, AB, Siyonizm ve İsrail) bu ülkeye dönük stratejilerinin daha kolay uygulanmasına, seçim günü ve sonrasında ülkede öngördükleri strateji için uygun gayrimemnun kitlelerin ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Bu ise, kadife darbelerin hayata geçirilebilmesi için aranıp da bulunamayan yeni fırsatların ortaya çıkmasını sağlar. Bu açıdan konuyu ele aldığımızda resmî görevlilerin ve siyasilerin yaptığı açıklamalar ayrı bir anlam, önem ve boyut kazanmaktadır:

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, “Bursa’daki futbol müsabakasında, futbol seyrinin dışındaki görseller kabul edilemez ve spor ile bağdaştırılamaz. Bu görsellerin stada sokulmasında zafiyet gösteren kamu görevlileri ile ilgili soruşturma başlatılmış ve ilgili kamu görevlileri açığa alınmıştır.” Bursa Valiliği, “Pankart açma olayına karışan ilgililer hakkında teşhis, tespit ve yakalama çalışması ile maç sonunda soyunma odasında gerçekleşen darp olayına ilişkin ise sorumlular hakkında cumhuriyet başsavcılığı koordinesinde adli işlem başlatılmıştır. Bu kapsamda şu ana kadar yedi kişi gözaltına alınmıştır.”

Amedspor Mütevelli Heyeti’nden Metin Kılavuz, “Çok hazırlıklı, bilinçli bir provokasyon. Bu bölgede yaşanan faili meçhul cinayetlerde adı geçen kirli bir adam olan Yeşil’in posteri açılıyor, bir hazırlık yapılmış yani. Amedspor sadece Amedlilerin takımı değil, bir bütün olarak büyük bir coğrafyayı da temsil ediyor. Amedspor Hewlerlinin de, Qamişlo’nun da, İzmirlinin de, Yozgatlının da takımıdır. Kendini öteki hisseden tüm grupların takımıdır. 90’lı yıllarda faili meçhul cinayetlerde kullanılan aracın simgesi olan Beyaz Toroslar, JİTEM’in tetikçisi Yeşil’in, Cem Ersever’in görüntüleri tribünlere asılıyor. Amedspor’la bunun bağını nasıl kuruyorlar biliyoruz: İnkârcı ve ırkçı damarı kabartma, kullanılma amacıyla yapılıyor.”

HDP Eş Genel Başkanları Pervin Buldan ve Mithat Sancar, “Gece otel önünde kolluk güçlerinin gözü önünde ırkçı tezahüratlarla başlayan ve otele havai fişeklerle devam eden saldırılar gündüz de durmamış, sahaya tüm yönleri ile yansımıştır. Irkçı slogan ve sözler yetmemiş olacak ki örneğine az rastlanır bir rezillik olarak tribünlerde Kürt sivillerin kaçırılıp katledilmesiyle bilinen Beyaz Toros aracı ile yine JİTEM tetikçilerinden “Yeşil” kod adlı Mahmut Yıldırım’ın fotoğrafları açılmıştır. Bu ırkçı, kesif faşizm ve nefret iklimi öyle sıradan bir avuç taraftarın planı değildir. Bu nefret iklimi ve hamasi milliyetçi şovenizm mevcut iktidarın ve rejimin can suyudur. Arzuladıkları yegâne ortam budur.  Sağduyulu kamuoyuna açık çağrımızdır: Pervasızca yerleştirilmek istenen bu organize ırkçı ve kıyıcı ortamın normalleştirilmesine izin vermeyelim. Her türlü faşizan siyasete ve uygulamaya hep birlikte karşı çıkalım.”

Emek Partisi (EMEP) Bursa İl Örgütü, “Sahaya atılan bıçak, mermi ve tribünlerde açılan Yeşil kod adlı JİTEM elemanı Mahmut Yıldırım’ın, ‘90’larda derin devletin insan kaçırmasının simgesi hâline gelen ‘Beyaz Torosların ve Kurtlar Vadisi’ndeki Pala karakterinin posterleri açılması olayı bir spor müsabakasından çıkarmıştır… Kardeşlik duygusunu yok etmek isteyenlere karşı daha çok birleşeceğiz ve tribünlerde kardeşlik şarkılarını söyleyeceğiz. Irkçılık değil kardeşlik kazanacak.”  TİP Genel Başkanı Erkan Baş, “Halkı birbirine düşürmeye çalışan, daha bir ay önceki depremde hasar gören bir kentin futbol takımına bile saldıran, provokatif pankartlar açan ve tüm bunlara geceden beri göz yuman her kimse hem ülkemize hem insana düşmandır.” Halkın Kurtuluş Partisi (HKP) MYK üyesi Av. Pınar Akbina “Çok açıktır ki bu pankartlar önceden planlanarak açılmıştır. Bu olay, 2015 seçimlerinde 7 Haziran ve 1 Kasım arasında yaşanan olaylar gibi aslında halkları birbirine düşürmek, Kürt-Türk, Alevi-Sünni ayrımı yaratarak ülkemizi kan gölüne çevirmenin bir planıdır.” CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu: “Yaşananlar spor ahlakının ve futbol kültürünün dışından odakların provokasyonlarıdır.”

Milliyetçi Hareket Partisi ( MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli, “Geçtiğimiz hafta sonu Bursaspor-Diyarbakırspor arasında oynanan maçta sallanan görsellerin sporun ahlak ve doğasına aykırı olduğu herkesin malumudur.  Bize göre Amed diye bir yer yoktur, Amedspor diye bir kulüpten de bahsedilemeyecektir. Diyarbakırspor’un Amedspor olarak isimlendirilmesi bizim nezdimizde yok hükmündedir. Bursa’da küçük bir azınlık olan terör yandaşlarının stadyumu tahrik etmesi, çıkan olayların Kürt kökenli kardeşlerimle ilişkilendirilmesi rezalettir. Türk ile Kürt arasına düşmanlık tohumu ekmeye kalkan kim varsa, koparılması gereken çıbanbaşıdır.  Bursaspor taraftarını da buradan selamlıyorum, milli duruşları için de tebrik ediyorum. Bursa nasıl gözbebeğimiz ise Diyarbakır da gözbebeğimizdir. TFF yaşananlar karşısında atıl kalmıştır…”

Zafer Partisi Bursa İl Başkanlığı resmi sosyal medya hesabında “Renault Toros, 1989-2000 yılları arasında Oyak Renault'un Bursa'daki fabrikasında, yıllarca Bursasporlu ve Bursalı işçi ve emekçiler tarafından üretilmiş bir otomobil markasıdır. Bu bağlamda Bursaspor tribünlerinde Beyaz Toros pankartı açılması gayet doğaldır.”

İyi Parti İstanbul Gençlik Kolları İl Teşkilat Başkanı Tamer Kavukoğlu, “Toros’umuz beyaz değil ama yine de yenilmeyiz.” İYİ Partili Mehmet Aslan, “Apo’nun resmi açılınca demokrasi oluyor ama değil mi? Ben yorum yapmadım soru sordum! Apo’ya terörist, PKK’ya terör örgütü diyemeyen bölücü kafa bana faşist der! Benim Türk/Kürt diye bir ayrımım yok! Sporda böyle şeylere de yer yok, doğru değil. Ama diğer maçta PKK bayrakları, Apo posterleri açılırken neden tepki vermediniz? Soru net.”

Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, “Bursaspor ile Diyarbakır Amedspor maçında yaşanan olaylar, tribünde açılan “Beyaz Toros” pankartı ve yaşanan olaylarla ilgili İçişleri Bakanlığı soruşturma açtı. Suçu ve suçluyu övme, Türkiye’yi 90’lı yıllara götürme niyeti taşıdığı aşikâr olan bu tutum. Biz bu vatan toprağında binlerce yıldır beraber yaşadık, aynı kader ve ülkü birliğini paylaştık. Bundan sonra da yine beraber yaşayacağız. Birilerinin böyle bir amacı varsa dahi şiddet üretmek, farklılıkları kaşımak, fay hatlarını tetiklemek kimseye yarar sağlamaz. Her bir vatandaşımız bu ülkenin asli unsuru, kıymetli bireyleridir. Oyuna gelmemeli; kardeşliğimizden, birlik ve beraberliğimizden taviz vermemeliyiz…” Bölge İllerinden 14 Baro: “Yetkililer her türlü ırkçı ve ayrımcı yaklaşım ile nefret söylemine karşı önleyici tedbir almalıdır.” [12]

Yukarıdaki açıklamaları ve Bursa’daki olayları ve bunun öncelikle Diyarbakır’a sonra da Türkiye’ye yansımasını göz önüne aldığımızda, Türkiye bir seçim dönemine doğru giderken Türkiye’deki fay hatlarını harekete geçirecek operasyonların başlatıldığını söyleyebiliriz. “Irkçı”, “ayırımcı”, “mezhepçi”, “nefret söylemi”, “faşist”, “Kürt düşmanı” gibi kullanılan kavramlar, geçmişte yaşanan olayları hatırlatarak bir şuuraltı inşa etmeye dönük olduğundan tehlikelidir!

Futbol üzerine kurulan tezgâh Taksim kadife darbe sürecinde de yaşanmıştır. 7 Haziran seçimlerinden önce Rize-Trabzon sahil yolunda Fenerbahçe futbolcularını taşıyan otobüsün kurşunlandığını bu aşamada hatırlamakta fayda vardır. Bugün Boğaziçi kadife darbe sürecinin son aşamasına gelindiğini göz önüne alırsak Şer İttifakı’nın öncelikle Türk-Kürt fay hattını harekete geçirmek istediğini söyleyebiliriz. Meseleyi basite indirgemek, bir grup fanatiğin işi görmek son derece yanıltıcı olur. “Yeşil” ve “Beyaz Toros” posterlerinin stadyumda sergilenmesi bir karanlık gücün stratejik aklının stadyuma yansımasıdır. Bu gerçek herkes tarafından iyi görülmelidir. Bu aşamada hatalar yapılmamalı, ittifak grupları kısır tartışma ve suçlamaların içine girerek Şer İttifakı’nın ekmeğine yağ sürmemelidir. 

 

HDP’yi Kapatma Davası ve Anayasa Mahkemesi’nin Kararları

HDP, BDP’nin isim değiştirmesi ile ortaya çıkan Kürt milliyetçiliği tabanında kurulan bir parti olup, Cumhurbaşkanlığı seçimi, mahalli seçimler, milletvekilliği seçimlerine girmiş ve TBMM’de grup kurmuş bir partidir. Hatta eş başkanları Selahattin Demirtaş’ı Cumhurbaşkanlığına aday göstermiş %9,8 rey almış olan HDP son iki yılda ortaya çıkmış, kurulmuş bir parti değildir. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da belediye başkanlıklarını kazanmıştır. 14 Mayıs 2023 seçimlerine yaklaşık 2 yıl kala MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Ocak 2021’de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın HDP'yi kapatması için uzun sayılabilecek yazılı bir açıklama yapmıştır. Bu yazılı açıklamanın konumuzu ilgilendiren bazı bölümleri aşağıya alınmıştır:

“Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 6-8 Ekim olaylarının çıkmasında doğrudan payı bulunan 108 kişi hakkında 30 farklı suçtan dava açmıştır. Bunların en azılılarından birisi de CHP'nin ve İYİ Parti'nin destekleyip sempati beslediği terörist Selahattin Demirtaş’tır. Şurası kesindir ki, FETÖ elebaşı Fetullah Gülen neyse terörist Demirtaş da odur. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, bilhassa 6-8 Ekim olaylarıyla ilgili hazırlanan ve hukuken açık ihbar niteliği taşıyan iddianameyi temel alarak HDP hakkında acil ihtiyaç olan kapatma davasını süratle açabilecektir. Şayet kapatma davasının açılması tavını kaybedip tavsamaya havale edilirse Milliyetçi Hareket Partisi Siyasi Partiler Kanunu’nun 100'üncü maddesine müzahir olarak gereğini zamanı geldiğinde inanmışlıkla yapacaktır. CHP’nin, İYİ Parti’nin itirazları suç ve suçluyu koruma mahiyetindedir. Bunun yanında teröre yardım ve yataklık olarak da ayrıca ele alınmalıdır. Zalimlerin ve Türkiye düşmanlarının yeminli sözcüsü olan Kılıçdaroğlu, FETÖ’ye, PKK’ya, MLKP’ye, DHKP-C’ye tutunmaktan, bu hain örgütlerle yol yürümekten derhal vazgeçmeli, teröristlerle bağını kesmelidir. Yoksa suç ve terör örgütleriyle irtibat ve iltisakının vebali kendisinin siyasi sonunu süratle hazırlayacak, milletimiz bu namertliği affetmeyecektir. İYİ Parti Başkanı’nın da heyecanla rezervini yaptığı terörist Demirtaş ile kahvaltı programını meçhul bir tarihe erteleyip masa edebiyatına son vermesi eve dönüş yolunda kendisini bihakkın rahatlatacaktır. Ne idüğü belirsiz iyileştirilmiş ve güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçmek için masa kurulsun diyen bu şahıs bilmelidir ki, çift taraflı davranan ve ikiyüzlü olan bizatihi kendisidir.”[13]

Bahçeli’nin yazılı açılamasında sadece HDP, Demirtaş suçlanmamakta, CHP/ Kılıçdaroğlu ve Meral Akşener/İyi Parti de ihanetle FETÖ, PKK, MLKP, DHKP-C iş birlikçisi, terör örgütünün koruyucuları olarak çok ağır bir dil kullanılarak itham edilmekte, suçlanmaktadır. İlginç olan bugün bu ağır ifadelerle suçladığı insanlarla dün Ekmeleddin İhsanoğlu’nun Cumhurbaşkanlığı seçiminde birlikteydi ve o zamanda Erdoğan ve onu destekleyenleri benzer bir dil kullanarak suçlamakta, hakaret etmekteydi. Bu gerçek, yol boyu unutulmamalıdır.

Ayrıca CHP ve İYİ Parti’yi FETÖ, PKK, MLKP, DHKP-C iş birlikçisi olarak suçlamak, her iki partinin tabanında bu yapılara sempati beslenmesine yol açabilir. Bu, terör örgütlerinin arayıp da bulamadıkları bir imkândır. Belge ortaya koymadan yapılan bu tür suçlamalar, son derece tehlikeli ve sakıncalıdır. Bu dil düzeltilmelidir. Bahçeli’nin açıklamasında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın acil olarak HDP’ye kapatma davası açması istenmektedir. Eğer bu yapılmazsa bizzat MHP olarak devreye girilecek kapatma davası için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvurulacaktır. Nitekim daha sonra MHP, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na 14 Mayıs 2023 seçimlerine yaklaşık 2 yıl kala HDP’nin kapatılması için bizzat başvurmuştur.

Bu başvuru üzerine HDP’yi kapatma davası için hazırlanan iddianame, 21 Haziran 2021'de AYM tarafından kabul edilmiş ve süreç başlatılmıştır.[14] Seçim sürecine girildiğinde Yargıtay Başsavcılığı, HDP’nin hazine yardımı almaması için de Anayasa Mahkemesi’ne başvurmuş, mahkeme savcılığın talebini uygun bularak HDP’nin hazine yardımı alması üzerine blokaj uygulamıştır. Ancak HDP’nin itirazı üzerine itirazı görüşen aynı mahkeme, önceki kararından vazgeçerek oy çokluğu ile HDP’nin hazine yardımı alması üzerindeki engelini kaldırmıştır.[15] HDP, Anayasa Mahkemesi’nden deprem ve seçim dolayısıyla kapatma davasının, seçim sonrasına, 3 aylık ertelemesini istemiştir. Ancak mahkeme bu isteği, 1 aylık erteleme olarak kabul etmiş ve milletvekili listelerinin son günü olan 10 Nisan tarihinden bir gün sonrasına,11 Nisan 2023 tarihine, HDP’nin savunma yapması kararını vermiştir.[16] HDP mahkemenin bu kararına karşı seçime doğrudan girmeyip Yeşil Sol Parti adında yeni bir parti ile girme kararı almıştır.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, hem HDP ile ilgili hazine yardımı üzerindeki blokajın kaldırılmasına hem de savunma için 1 ay ek süre verilerek HDP’nin yeni bir parti adı ile seçime girme imkânını kazanmasına karşı çıkarak Anayasa Mahkemesi üyelerini ‘PKK yandaşı’, ‘hainlerin iş birlikçisi’, ‘ahlaki seviyesi düşük’ olarak çok ağır bir dille suçlamış; verdikleri kararı ‘rezalet’, ‘melanet’ ve ‘kepazelik’ olarak nitelemiştir: “Adı yüksek aidiyeti ve ahlakı küçük olan bu mahkeme söz konusu bloku kaldırmış, HDP’ye hazinenin kasasını açmıştır. Bu yürek burkan hukuk skandalı olarak anılacak bir karardır. Bu karara oy veren mahkeme üyeleri ihanetin sözünü dinlemiş ve buna kulak vermişlerdir. Anayasa Mahkemesi, HDP’nin seçimlere girmesini kolaylaştırmış, açıktan tarafını belli etmiş, güvenilirliğine de bir kez daha kendi eliyle darbe vurmuştur. Önümüzdeki seçimden sonra Cumhur İttifakı’nın yegâne hedeflerinden birisi yeni Anayasa’dır. Bu kapsamda AYM’nin statüsü, kuruluş ve yargılama esasları kökten değiştirilmeli, bu Mahkemenin millete ters düşen, hainlere zeytin dalı uzatan kahredici mevcut yapısı bütünüyle tasfiye edilmelidir. Şayet HDP zillet ittifakında yer almayıp kendi cumhurbaşkanı adayını çıkarmayı planlıyorsa tavsiyem odur ki Anayasa Mahkemesi Başkanı arayıp da bulamayacakları özelliklere sahiptir. HDP’nin cumhurbaşkanı adayı AYM başkanı olursa biz bunu son derece doğal ve tutarlı bir tercih olarak kabul ederiz. Teröristlere hazine yardımını kapaklarını açan bir kararı rezalet ve melanet olarak tanımlıyoruz. Anayasa Mahkemesi’nin bölücü terör örgütünün arka bahçesi olması, beka ve güvenlik sorunu olduğu kadar adalet ve hukuk katlidir, buna göz yumamayız… Cumhur İttifakı böylesi bir kepazeliğe müsaade etmeyecektir.”[17] 

İlginç olan Vatan Partisi lideri Doğu Perinçek’in de, Bahçeli’nin kullandığı dilin benzeri bir dili Anayasa Mahkemesi üyeleri için kullanmasıdır. Perinçek, Bahçeli’den farklı olarak mahkeme üyelerini ‘ABD, İsrail iş birlikçisi’ olarak suçlamış ve nitelendirmiştir: “Türkü ve Kürdüyle Türk milletine, insanlığa, Mehmetçiğe, Türkiye’nin birlik ve bütünlüğüne sadakâtini kaybetmiş bir mahkeme olamaz. HDP, terör örgütü PKK’nın ayağıdır, elidir, dilidir. 540 milyon liralık hazine yardımının, Mehmetçiğe kurşun olarak, yollarımıza mayın olarak, insanlarımıza el yapımı bomba olarak dönecek.” Anayasa Mahkemesi’nin kararı, ABD emperyalizminin “Kürdistan” adı altında İkinci İsrail planına hizmet etmektedir. Anayasa Mahkemesi mahkeme olmaktan çıkmıştır. Anayasa Mahkemesi’nin görev ve sorumluluğu, PKK terör örgütünü yaşatmak değildir ve olamaz! Anayasa Mahkemesi, şu anda bölücü terör örgütü PKK’ya 540 milyon lira yardımın sorumlusu konumuna düşmüştür. Anayasa Mahkemesi, Amerika'dan korktuğu için karar veremiyor. Türk yargıcı korkmuyor ama Anayasa Mahkemesi Amerika'dan korkuyor. Anayasa Mahkemesi’nin bu kararı, ABD emperyalizminin 'Kürdistan' adı altında İkinci İsrail planına hizmet ediyor. ABD emperyalizmi, resmî açıklamalara göre, PKK’ya 125 bin tır silah verdi. Anayasa Mahkemesi de, PKK’ya hayat veriyor. ABD emperyalizmi, 2023 bütçesinden PKK/PYD’ye 165 milyon dolar verdi. Maaş dağıtılan PKK’lı terörist sayısını 19 bin 500’e çıkardı. Anayasa Mahkemesi de ABD emperyalizminin gerisinde kalmama telaşı içinde, PKK’ya 540 milyon lira veriyor. Anayasa Mahkemesi çoğunluğu, Türkiye Cumhuriyeti hukukuna göre değil, uluslararası dayatmalara göre hüküm kuruyor. Sorumlu olan yalnızca Anayasa Mahkemesi değildir. Hükümet ve devlet organları da bölücü terör partisinin kapatılması konusunda zaaf içindedir. Birtakım gerçekle ilgisi olmayan sandık hesaplarıyla Türkiye’nin birlik ve bütünlüğünden feragat ediliyor. Devletin bugünkü kararsızlığı, HDP’nin ve yandaşlarının oy toplamasına yarıyor. AK Parti Hükümeti, ne yazık ki, devletin bu zaafının baş sorumlusudur. O hâkimleri bozan bir ABD siyasi rejimi var.”[18]

Bahçeli ve Perinçek’in kullandığı bu dil, bu ülke insanlarının birlik ve beraberliğine mi hizmet etmektedir yoksa ayrışmasına mı? Okuyucu kardeşlerimizin duygusallığa düşmeden bu sorunun cevabını düşünmelerinde fayda vardır. Üzerinde durulması gereken, yapılması gereken, Anayasa Mahkemesi kararlarının hukuk düzleminde gerekçeli bir şekilde tartışılması ve gerekirse eleştirilmesidir. Bu yapılmayıp mahkemenin verdiği kararın gerekçeleri üzerinden değerlendirme yapmak yerine verilen kararın hukuki olup olmadığına bakmadan, gerekli değerlendirmeleri yapmadan doğrudan doğruya mahkeme üyelerini suçlamak, onlara hakaret etmek adil değildir. Hiçbir belge ve gerekçe ortaya koymadan Anayasa Mahkemesi üyelerini verdiği karardan dolayı ‘ABD-İsrail iş birlikçisi’ diye suçlamak son derece yanlıştır, adil değildir ve ahlaki de değildir. Unutulmaması gereken çok temel bir nokta da bugünkü mahkeme üyelerinin çoğunluğunun Cumhur İttifakı döneminde atanmış olmasıdır.[19]

Türkiye’nin birlik ve beraberliğini isteyenler, bu ülke insanlarının farklı din, mezhep ve etnik yapılardan meydana geldiğini asla unutmamalıdırlar. Bu coğrafyada, bu coğrafyayı paramparça etmek isteyen yaklaşık 16 projenin savaştığını göz önüne alarak düşünmeli, hareket etmeli ve ona göre bir dil ve söylem geliştirmelidirler. Öyleyse “Ben Müslümanlardanım, diyenlerin” nasıl bir dil ve söylemi olmalı?

 

En Güzel Tarzda Mücadele İlkesi ve Mizan

Hayatın ve kâinatın huzur içerisinde idame etmesi, fesadın ortaya çıkıp yaygınlaşmaması, genel olarak, mizan, adl ve kıst kavramlarının esas alınması ile mümkündür. Allah insanlara gönderdiği kitap ve peygamberlerle bunların muhtevasını açıklamış ve insanlığın ancak mizan ve adaletle ayakta durabileceğini bildirmiştir (57 Hadîd 25). Kur’ân-ı Kerim’e göre hayat ve kâinat, mizan ve adalet üzerine kurulmuştur. Onun için mizanın bozulmaması, adaletle korunması, ana bir görev ve sorumluluk olarak insanın omuzlarına yüklenmiştir. (55 Rahmân 7-9) Siyasi mücadelenin hedefi, iktidara gelmenin hedefi, bu mizanı korumak ve adaleti hâkim kılmak olmalıdır. Hz. Davud’a halifelik görev ve sorumluluğu, bu çerçevede yüklenmiştir. (38 Sâd 26). Mizan ve adaletin bozulması, toplumları ifsat etmekte ve de helaklerine sebep olmaktadır (7 A’râf 81-85, 10 Yûnus 83, 11 Hûd/84-85; 74 Müddessir 18-24).

İşte bugün Türkiye’nin ana sorunu, tevhidi değerlere dayanan bir mizanın olmadığı bir sistem sorunudur. Türkiye’deki hâkim sistemde mizan bozulmuştur. Mizan yoksa adalet de yoktur, adalet yoksa barış da yoktur. Türkiye’de yıllar süren kargaşanın, istikrarsızlığın, bunalımın ve kavganın arkasında bu gerçek yatmaktadır. Ülkemizde siyasetin dilinin bozulmasının ana nedeni budur.

 

“Ben Müslümanlardanım” Diyenlerin Dil ve Üslubunu İlahi Mizan Belirler

Dil bir iletişim aracıdır. Kullanılan kelimeler, kavramlar muhataplar arasındaki ilişkiyi ya kuvvetlendirir ya da bozar. Birçok kötülüğün, şerrin kaynağı, yanlış ve kötü dildir. Hz. Peygamber (s.): “Muhakkak ki Âdemoğlu’nun yanlışlıklarının çoğu dilindedir.”[20]  İnsanı ateşe sürükleyen, ülkeyi, toplumu kargaşaya sürükleyen, kin ve nefret etrafa saçan kötü bir dilden başkası değildir: Hz. Peygamber (s.): “İnsanları burunları üzerine ateşe sürükleyen dillerin mahsulünden başka ne olabilir?”[21] O nedenle dil güvenliği, Müslümanın temel özelliklerinden biridir. İnsanın bütün uzuvlarını etkileyen onların üzerinde baskı kuran önemli azalardan biri insanın dilidir.[22] Bu bağlamda en çok birbirini etkileyen iki organ kalp ve dildir.  

Hz. Peygamber (s.): “Kulun kalbi doğru olmadıkça imanı doğru olmaz. Kalbi de dili doğru olmadıkça doğru olmaz.”[23]

Kalp ve dilin bu ilişkisinden dolayı bir müminle mümin olmayanın kalpleri ve dilleri birbirlerinden farklıdır. Hz. Peygamber (s.): “Mümin bir kimsenin dili, kalbinin arkasındadır. Konuşmak istediği zaman kalbiyle o şeyi düşünür, sonra diliyle onu geçiştirir; münafığın dili kalbinin önündedir. Bir şeyi kastettiğinde diliyle söyler, kalbiyle düşünmez.”[24]

Dil aynı zamanda müminin dışa yansıyan ve dışta etkili olan, olması gereken yönüdür. Mümin, İslâm’ı şahsında temsil eden ya da temsil etmek zorunda olan insandır. Üzerinde bu açıdan ağır bir sorumluluk vardır. Bu sorumluluğu yerine getirmek mecburiyetindedir. Bundan dolayı Hasan Basri, “Dilini korumayan bir kimse dinini hakkıyla bilmiş değildir.” demiştir. Bugün seçim sathında kullanılan dil, ne derece millîdir, dinî değerlere uygundur? Kendi kültür ve medeniyetinin değerlerine ters ve insanı ifsat edici bir dil kullanmak hem yanlış hem de tehlikeli değil midir?  Biz Müslümanız diyen herkesin, aşağıda yazılanlar üzerinde düşünmesi ve parti gözetmeksizin siyasetin dilini düzeltmek üzere sorumluluk üstlenmesi gerekmektedir.

 

Siyasî Mücadele En Güzel Tarzda Bir Mücadele Olmalıdır

Değer sistemleri arasındaki mücadele, sınırsız ve topyekûndur ve farklı mücadele şekillerini kullanır. Siyasi mücadele, bu mücadele şekillerinden biri ve en önemlisidir. Bir milletin değerlerinin yaşanır hâle gelmesi demek, o değerlerin iktidar olması anlamına gelir ki bu da siyasal mücadeleyi ilgilendirir.

Seçimin geçerli olduğu sistemlerde parlamento üzerinden mücadele edilmesi (parlamento içi siyaset) çok etkili ve de önemlidir. Toplumlar parlamento içi siyasetle çok fazla ilgilenmekte ve ondan etkilenmektedirler. Siyasi parti kadro ve mensuplarının kullandıkları dil, toplumu gerebilmekte, kamplaştırabilmekte, hatta kavgaya sokabilmektedir. O nedenle en güzel tarzda bir mücadele, öncelikle siyasi mücadelede gerçekleştirilmelidir.

Değerler arası mücadelede “Ben Müslümanım!” diyenlerin izleyecekleri yol, uygulayacakları yöntem, bizzat Allah tarafından resûlleri aracılığıyla uygulaması yapılarak insanlara gösterilmiştir. Bu mücadelenin adına da estetik mahiyetinden dolayı “en güzel tarzda mücadele” adı verilmektedir: [16.125] Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel bir biçimde mücadele et.”

Burada insanları sıratı müstakime çağırırken dile güzellik katacak üç ana kavramın kullanıldığı görülmektedir: Hikmet, Güzel öğüt (mev’iza), Güzel bir tarzda tartışma (cedel). Bunlar gibi Kur’ân’da mücadelenin estetik bir hüviyette olmasını belirleyen daha başka kavramlar da vardır: basiret, beliğ, selam, sevgi, kolaylık, cemil, emniyet, furkan, kavl, leyyin, hayâ-edep, makt, safhan. Bu kavramların mücadeleye ilişkin çerçevelediği, şekillendirdiği bir alan vardır. Bu alan konuşma tarzımızdan, giyim, kuşamımıza, beşerî ilişkilerden ekonomik, sosyal, siyasi ve askeri ilişkilere kadar her şeyi kapsar.

İslâm, değerler sistemi arasındaki mücadelenin her aşamasında şartlar ne olursa olsun ‘güzelliği, nezaketi’ esas almaktadır. Şeytani değerlerin kullandığı usul ve vasıtaların çirkinliği, vahşiliği, kabalığı ve gayri insaniliği bu olguyu, bu prensibi hiçbir zaman değiştiremez, değiştirmemelidir.  Müslüman açısından mücadelenin gayesi, insan fıtratının bir ifadesi olan İslâmî değerleri insanlara kabul ettirmek, zihinleri ve kalpleri fethetmektir, işgal etmek değildir. Fetihte rahmet ve bereket vardır. İşgalde zulüm ve yok etme vardır. Fetihte dengede oluş, kararlı oluş vardır; işgal ve zorbalıkta kaos ve kararsızlık vardır. Biri yeşertir diğeri ise kurutur. Biri meyvesini verir, öteki meyveleri kurutur.

Kur’ân-ı Kerim en güzel tarz mücadelede kullanılacak dili, bir ‘güzel ağaçla’ ve ‘güzel bir bitki’ ile ilişkilendirmektedir: “Görmedin mi ki, Allah nasıl bir örnek vermiştir: Güzel bir söz, güzel bir ağaç gibidir ki, onun kökü sabit, dalı ise göktedir. Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. Allah insanlar için örnekler verir; umulur ki onlar öğüt alır- düşünürler. Kötü (murdar) söz ise, kötü bir ağaç gibidir: Onun kökü yerin üstünden koparılmış, kararı (yerinde durma, tutunma imkânı) kalmamıştır. Allah, iman edenleri, dünya hayatında ve ahirette sapasağlam sözle sebat içinde kılar.” (14 İbrahim 24-27) “Güzel şehrin bitkisi, Rabbinin izniyle çıkar; kötü olandan ise kavruktan başkası çıkmaz.” (7 A’râf 58)

Bu benzetmeden çıkarılacak sonuç, en güzel tarzda mücadele bir denge, bir kararlılık, bir bolluk ve bereket hareketi, bir inşa ve fıtrata dönme hareketidir. Mücadelede güzel bir dil kullanımı, 14/24-27 ayetlerinde bir ağaçla temsil edilirken; 7/58’de bir şehrin bitkisine benzetilmektedir. Bu benzetmelerle en güzel tarz mücadelenin hem bireysel boyutuna (14/24-27), hem de toplumsal boyutuna (7/58) dikkat çekilmektedir.

 

Siyasetin Dili İfsat Edici Değil İnşa Edici Olmalıdır

Bir milletin değerlerinin korunması, zenginleştirilip geliştirilmesi hem bireyin hem toplumun hem de siyasetin görevi olmalıdır. Eğer değerlerin yıpratılması siyasilerin eliyle oluyorsa buna karşı çıkmak hem bireysel hem de toplumsal bir görevdir. Sivil toplumun siyaseti de bu demektir zaten. Biz buna parlamento dışı/üstü siyaset demekteyiz. Parlamento dışı siyaset, toplumun değerlerini korur, savunur ve geliştirip zenginleştirir. Çirkin hayâsızlıklara, onların yaygınlaşmasına ve yaygınlaştırılmasına karşı çıkmak, bireysel bir görev olarak müminin, toplumsal bir görev olarak parlamento dışı siyasetin görevidir. (42 Şûrâ 37, 53 Necm 32)

Dışsallaşan, ortalığa serilen, sadece sözü edilip tedavisi edilmeyen, karşı çıkılmayan tüm çirkin hayâsızlıklar, kalbinde hastalık bulunanlara cesaret vererek çirkin hayâsızlıkların daha da yaygınlaşmasına sağlayabilir. Bunun doğal sonucu insanlar, çirkin hayâsızlıklara alışır, onu huy edinirler (21 Enbiyâ 74). Bu tehlikeden dolayı Allah, çirkin hayâsızlıklara yaklaşılmamasını emretmektedir (6 En’âm151-153; 7 A’râf 33). Konunun öneminden dolayı Nahl Suresi 90. ayetinde yer alan nasihat, imamlar tarafından, her cuma günü hutbede okunarak insanlara hatırlatılmaktadır: “Şüphe yok Allah, adaleti, ihsanı, yakınlara yardım etmeyi emreder; çirkin utanmazlıklardan (fahşâdan), kötülüklerden ve zorbalıklardan sakındırır. O, size öğüt vermektedir, umulur ki öğüt alıp düşünürsünüz.” (16 Nahl 90)

İnsanlığın ifsat edilmesine dönük çirkin hayâsızlıkların yaygınlaştırılma gayretlerine karşı müminler teyakkuz hâlinde olmak zorundadırlar. Böyle bir yaygınlaşmaya karşı bigâne kalmak, Allah’ın azabına duçar olmak demektir (24 Nûr 19). Bu nedenle çirkin hayâsızlıkların hem icra edilmesine hem de bunların toplum içerisinde yayılmasına karşı mücadele etmek müminlerin görevidir. Çirkin hayâsızlıkların toplumda yaygınlaştırılmasına vesile olacak davranışlara karşı uyanık olunması, bilerek veya bilmeyerek yaygınlaştırmaya sebebiyet verenlere nasihat edip uyarılması ve çirkin hayâsızlıkları tecrit ederek örtülmesi gerekmektedir.[25]

İslâm’da temel kıstas, insanların kusurlarını, günahlarını araştırıp yaygınlaştırmak değildir. Temel esas, kötülüklerin örtülmesi, bloke edilmesi ve tecrit edilmesidir. Kötülükleri, salgın hastalık hâline getirecek her türlü söylem ve davranıştan kaçınılmasıdır. Aksi davranış, toplumun ifsat edilmesine sebebiyet verir. O nedenle insanların gizli dünyalarında kalan şeyleri kamuoyuna duyurmak, günlük dilde sürekli konuşulur kılmak doğru bir yaklaşım değildir.

Siyasilerin bazı kavramlar ve olaylar üzerinden yürüttükleri seçim kampanyaları bu açıdan sıkıntılıdır, tehlikelidir. Parti aidiyetini şuursuzca harekete geçirerek bu çirkinlikler parti mensupları açısından meşru görülmeye başlanabilir. O nedenle siyasetin dili ifsat edici değil, inşa edici olmalıdır.

 

Siyasetin Dili Nasihat (Hayırhahlık) İhtiva Etmeli ve Güzel Olmalıdır

Nasihatin asıl amacı, insanların aynı anne ve babanın çocukları olduğu noktasından hareketle tevhidi değerler çerçevesinde bir kardeşliğin ihdas edilmesi, korunması, geliştirilmesi ve pekiştirilmesi olmalıdır. Toplumsal sorunları, bu kardeşlik mantığı içerisinde el birlik çözüme kavuşturacak bir atmosferin ihdas edilmesi önemlidir. Nasihat (öğüt), Allah’a yönelenleri arıtmak, kötüleri sakındırmak amaçlıdır. (77 Mürselât 5-6). İbn Ömer’in, “Kişinin temizlenmesine en fazla muhtaç olduğu şey dilidir.” demesinin sebebi budur.

Dolayısıyla siyasetin dili, bu iki ana amaca dönük olmak zorundadır. Siyasiler, kullandıkları dilin bu çerçevede olup olmadığına bakmalıdır. Bu çerçevenin dışına çıkan bir söylem, bir dil yanlıştır, yapıcı değil, yıkıcıdır. Buna da sivil toplum karşı çıkmalıdır. Parlamento dışı siyasetin temel görevlerinden biri de siyasilerin dillerini düzeltmek olmalı; yanlışlarını onaylamak değil. Siyasetin dili estetik olmalıdır (16 Nahl 125). Nefsi galeyana getirici olmamalıdır. Azarlama, aşağılama, horlama ve suçlama içeren hitap tarzı, muhatabın her türlü algı mekanizmasının kapanmasına ve bir tepkinin doğmasına sebep olmaktadır. Hz. Peygamber, müslümanların birbirlerine “kardeşim!” demesini her vesile ile teşvik etmiş ve bu hitabın yaygınlaştırılmasını istemiştir. Kendisi, genel olarak, “kardeş” ve “sevgi” kavramlarını birlikte kullanmaya özen göstermiştir: “Biriniz kardeşini (Allah için) seviyorsa ona sevdiğini söylesin.”[26]


Siyasetin Dili ‘İyilikler Kötülükleri Giderir’ İlkesine Uygun Olmalıdır

Cumhuriyet tarihi boyunca muhatabı karalamak, kötülemek ve tehdit etmek üzerine kurulu bir siyasi dil ve söylemin bugünden yarına değişmesini beklemek hayalcilik olur. Müslümanlar olarak canımız yansa da, içimiz kan ağlasa da, mücadeleye estetik bir seviye kazandırmak zorundayız. Kötülükleri iyiliklerle uzaklaştırmak, sabırla dağ devirmek, bugünün en önemli görevlerinden biri olmalıdır. (11 Hûd 114-115; 23 Mü’minûn 96) Kötülüğü en güzel, en estetik bir tarzda uzaklaştırmak, müminlerin taşıması gereken bir vasıftır. (28 Kasas 54-55) Kötülük yapanlara iyilik yaparak onların kalplerini yumuşatmak ve hatta dostluğunu kazanmak mümkün olabilir. (41/34; 60/7)

 

Siyaset Af ve Kolaylık Yolunu İlke Edinmelidir

İnsanın yapısında hem iyi özellikler hem de kötü özellikler iç içedir. Şeytan ve onun yolundan gidenler insanın kötülük cephesine hitap ederek hep kötü meziyetlerini öne çıkarmaya çalışırlar. Cendereye sıkıştırılmış, her şeyi ters yüz edilmiş ve kafası karmakarışık olan insanları uyarabilmek için insanın iyilik cephesine açık, etkileyici, nazik bir dil ve bir üslup ile hitap edilmelidir. Onun için Kur’ân, “Onlara öğüt ver ve onlara nefislerine ilişkin açık ve etkileyici söz söyle.” (4 Nisâ 63) demektedir.

Bu ilke, sadece mazlumlar için değil aynı zamanda zalimler için de geçerlidir.  Allah’ın, Hz. Musa ile kardeşi Harun’u Firavun’a uyarmak için gönderirken, yumuşak davranmalarını öğütlemesi anlamlı, düşündürücü ve dikkat çekicidir: “İkiniz Firavun’a gidin, çünkü o, azmış bulunmaktadır.  Ona yumuşak söz söyleyin, umulur ki o öğüt alıp-düşünür ya da içi titrer-kokar.” (20/43-47). Halife Memun ile bir vaiz arasında geçen aşağıdaki konuşma, bu konunun daha da iyi anlaşılmasını sağlayabilir: Halife Memun’dan rivayet edildiğine göre, kendisine vaaz ve nasihat eden bir vaiz, konuşması sırasında sert bir dille terhîb (korkutma) ve terğîb (istetme) de bulunur. Halife, vaize dönerek şöyle der: “Be adam, mülayim ol, görmez misin Allah, senden daha hayırlı olanı (yani Hz. Mûsâ ve Harun’u), benden daha hayırsız olana (yani Firavun'a) gönderdi de mülâyim olmasını emretti ve: "Varın da ona yumuşak söz söyleyin, olur ki nasihat dinler yahut da korkar dedi.”[27]  

O nedenle muhataplarımız hakkında peşin hükümlü olmamalıyız. Kimin ne zaman ve hangi gerekçe ile iman edeceği bizler tarafından bilinemez. Kimin kalbinin mühürlenip kilitlendiğini bizler bilemeyiz. O nedenle kolaya kaçıp insanları karalayarak kendimizi temize çıkarmaya çalışmamalıyız. Herkesin bir Ömer, bir Amr İbn As, bir Halid bin Velid olma ihtimali daima vardır. Böyle bir ihtimal de her zaman dikkate alınmalıdır. Onun için siyasette kullanacağımız dil, yapacağımız davet, tebliğ, nasihat ve mücadele yumuşak, etkileyici ve kuşatıcı olmalı, kolaylaştırıcı olmalı, zorlaştırıcı olmamalı, müjdeleyici olmalı, nefret ettirici olmamalıdır: “Sevindirin, nefret ettirmeyin, kolaylaştırın, zorlaştırmayın. Uyumlu olun, ihtilâf etmeyin, teskin edin, nefret ettirmeyin.”[28] Siyasetin dili, sözün en güzelini kullanmayı hedeflemeli (17 İsrâ 53) ve başkalarının kutsallarına saygı göstermelidir. (6 En’âm 108)

En güzel tarzdaki mücadele, karanlıklar içerisinde bocalayan insanlığa ışığı gösterme, onları aydınlığa çıkarmayı gaye edinir. Salt bir oy alma mücadelesi değildir. Dolayısıyla karanlıklar içerisinde el yordamı ile yol bulmaya çalışanların yaptığı hata ve kötülüklere karşı affedici olunmalıdır. (7 A’râf 198-199)

Siyasetin Dili Şahısları Değil, Zihniyeti ve Yapılanları Hedef Almalıdır

Bizim mücadelemiz, yanlışlıklara ve kötülüklere karşıdır. Biz, şahısların yaptığı kötülüklerden dolayı onlara değil yaptıklarına karşıyız; onlara değil yaptıklarına buğuz ederiz. İnsanlara karşı şefkat ve merhametle davranmak, bizim inancımızın bir gereğidir. Biz insanları kaybetmeye değil kazanmaya talibiz. Sahabe döneminde müslümanlar arasında geçen bir olay, en güzel tarz bir mücadeleden ne anlamamız gerektiği konusunda güzel bir örnek teşkil etmektedir: “Ebudderda günah işlemiş bir adama rastladı. Oradakiler bu günah işlemiş adama sövüp sayıyorlardı. Ebudderda: Hey, onu bir kuyuya düşmüş görseniz çıkarmayacak mısınız?, diye seslendi. Onlar: Çıkarırdık elbet, dediler.  Ebudderda: Öyleyse kardeşinize sövmeyin de size sıhhat ve afiyet veren Allah’a hamd edin, dedi. Ebudderda’ya Ona sen kızmıyor musun?, dediler.  Ebudderda: Ben onun yaptığı işe kızıyorum. Yaptığını terk ettiği zaman, o yine benim kardeşimdir.” demiştir.”[29]

Buna benzer bir rivayeti İbn Mesut şöyle nakleder: “Bir kardeşinizi günah işlerken gördüğünüz zaman, ‘Allah'ım ona lanet et, onu, sürüm sürüm süründür.’ diyerek kardeşinizin aleyhine şeytana yardımcı olmayın, Allah'tan onu düzeltmesini isteyin.”[30]  O nedenle siyasetin dili yıkmayı değil yapmayı, kazanmayı hedeflemelidir.

 

Sonuç: Siyasetin Dili Savaşı Değil Barışı Hedeflemelidir

Büyük Ortadoğu Projesi, Büyük İsrail Projesi, 2. Sevr Projesi, İslâm’ın İslâm’la Savaşı Projesi kapsamında ümmet, tamamen etnik ve mezhebi parçalara bölünmek ve çatıştırılmak istenmektedir. Bu nedenle en güzel tarz bir mücadele, öncelikle müslümanlar arasındaki ilişkilere yansımalıdır. Müslümanlar başkalarına karşı affedici ve merhametli davranırken mümin kardeşlerini unutmamalılar. Öncelikle mümin kardeşine karşı en fazla affedici, merhametli ve şefkatli davranmalıdır. Sonra bu, dış çevreye doğru tüm insanları kuşatacak tarzda genişletilmelidir.

En güzel tarz mücadele, söylenmesi gerekeni, yapılması gerekeni en estetik, en hikmetli ve en basiretli bir şekilde, muhatabın kalbini etkileyebilecek ve etkilenip öğüt alabilecek bir üslupta, bir tarzda ifade etmek veya yapmaktır. Muhatabın kalbinde, vicdanında titreme meydana getirebilmektir, düşünmesini sağlayabilmektir. Siyasetin dili kin ve nefretle bozulmamalıdır. Bugün kendisini öldürmek isteyen kardeşlerine karşı Hz. Yusuf gibi davranma; “Bugün size karşı sorgulama-kınama yoktur.” diyebilme günüdür. Bu ülkeyi seven insanların kendi nefisleri aleyhine de olsa hakkı ayağa tutup kaldırması ve adaleti hakîm kılması şarttır, hatta zorunludur. (5 Mâide 8)

En güzel tarz mücadele kötülükleri iyilikle uzaklaştırabilmektir. Kendisine zulmedenleri hidayet yoluna bıkmadan, usanmadan, kin gütmeden çağırabilmektir. Bedduacı değil duacı olmaktır. Yılanı tatlı sözle deliğinden çıkarabilmektir. Kendi içinde tutarlı olmaktır. Sabrıyla dağ devirmektir. Dengeli ve kararlı olmaktır. Yunus olmaktır, Yunus gibi bir dil kullanmaktır; Yunus gibi sözün en güzelini seçip söylemektir:

 

“Söz ola kese savaşı söz ola kesdire başı

Söz ola ağulu aşı balıla yağ ede bir söz”



[6] Müyesser Yıldız, “Konstantinopol”, “Kuzey Kürdistan” ve Kerkük!”   https://muyesseryildiz.com/2023/03/08/konstantinopol-kuzey-kurdistan-ve-kerkuk/

[16]https://www.inspiredminds.de/tr/anayasa-mahkemesi-hdpnin-s%C3%B6zl%C3%BC-savunmas%C4%B1n%C4%B1-1-ay-erteledi/a-64929168 Sedat Ergin, “AYM’nin Son   Kararı   HDP’nin   Kapatılması   İhtimalini   Uzaklaştırdı mı?”, Hürriyet, 11 Mart 2023.

[19] Seçim sürecinde ittifaklar arası sosyolojik savaşa zemin hazırlayan psikolojik savaş konusunu, seçime çok az bir süre kaldığı, yerimiz de kalmadığı için seçim sonrasına bırakmak zorunda kaldık. Özür dileriz. 

[20] Taberânî, İbn Ebî Dünya, Beyhakî.

[21] İbn Mâce, Hâkim.

[22] Tirmizî.

[23] Harâitî.

[25] Müslim, Birr 72, (2590), (3431); Ebû Dâvud, Edeb 45 (4891), (3430).

[26] Ebû Dâvud, Edeb 122, (5124); Tirmizî, Zühd 54, (2393), (3337).

[27] 1998 Numaralı Hadisin Şerhi; Ebû Dâvud, Edep 20, (4835); Müslim, Cihâd 6, (1737).

[28] Ebû Dâvud, Edep 20, (4835); Müslim, Cihâd 6, (1737); (1998).  

[29] Yusuf Kandehlevi, Hadislerle Müslümanlık, Kalem Yayınevi, İstanbul, 1980, cilt: 3, s.1029.

[30] Yusuf Kandehlevi, age.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...