1 Aralık 2019 Pazar

Bir İfsad Hareketi Olarak Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi-7: 2011 İSTANBUL SÖZLEŞMESİ VE ONU REFERANS ALAN TÜM YASALAR FESH EDİLMELİDİR


(Umran Dergisi Aralık 2019 Yazısıdır)

6284 Sayılı Aileyi Koruma(!) Yasası, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu ve 4721 Türk Medeni Kanunu, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi ve 2011 İstanbul Sözleşmesi referans alınarak hazırlanmıştır. Tüm bu yasa ve uygulama yönetmeliklerinde kullanılan dil, kavramlara yüklenen anlamlar, kavramlara yapılan vurgular ve şiddet kavramına çizilen çerçeve, bir psikolojik  savaş mantığının ürünü olup aile yapımıza, toplumsal yapımıza, kültür ve medeniyet kodlarımızla ahlak sistemimize her yönde açılmış bir savaş ilanıdır.

Bizim inançlarımızla, değer sistemimizle ve kültür medeniyet kodlarımızla bağdaşmayan yasa ve sözleşmelerin yapacağı tahribat çok yüksek olacak ve gelecek nesiller çok ağır bedeller ödeyecektir.

Nitekim Kamu Deneticileri Kurumu (KDK) Başdeneticisi Şeref Malkoç’un, 17.11.2019 tarihli Türkiye gazetesine İstanbul Sözleşmesi ile ilgili verdiği röportajda yaptığı tespit, çok önemli ve yerinde olup verdiğimiz mücadelenin ne kadar haklı ve gerçekçi olduğunu teyit etmektedir(Şeref Malkoç’u bu tutum ve tavrından dolayı kutluyor ve kendisine başarılar diliyoruz):

 “İstanbul Sözleşmesi konusunda bize müracaat geldiği takdirde incelemeye alırız. Resen incelemeye yetkimiz yok ama vatandaş istediğinde müdahil olabiliyoruz. Çok konuşuldu ama bize başvuru gelmedi. Bir değişiklik yapılması gerekirse partilere ve TBMM’ye öneride bulunabiliriz. İstanbul sözleşmesi netice itibarıyla bir sözleşmedir. Burada ki problem sözleşme imzalanırken veya bununla ilgili yasa düzenlenirken toplumda yeterince tartışılmamasıdırMeclisin gündemine geldi ve geçti. O dönem TBMM’de bile yeterince konuşulmadı. Aileyi, çoluk çocuğu yani milyonları etkiliyor. Bulgaristan, Macaristan gibi ülkeler imzalamadı. İyice tartışıp mahkemelere bile gittiler. Biz bunları yapmadığımız için acıları ve sıkıntıları ortaya çıkınca konuşur olduk. Sağlıklı bir tartışma ortamı da halen yok. ‘Uluslararası bir sözleşmedir tartışılamaz’ deniliyor. Tamam da bu toplumun yararına mı, değil mi? Bunu irdelememiz lazım. Evet, yeniden ele alınması gerekir mi? Gerekir… 50-100 şikâyet geldiği takdirde gerekli çalıştayları yaparız. Bu konuda ciddi bir raporlama bile yok. Sözlü kültüre sahibiz ama bunu yazıya aktarmamız lazım.

Bu nedenle 2011 İstanbul Sözleşmesi ve 6284 Sayılı Yasa feshedilmelidir.

Bu yazıda, bu konu ele alınmaktadır.

İstanbul Sözleşmesinin Amacı: “…Bir Avrupa Yaratmak”

Hukuk; toplumun benimseyip içselleştirdiği bir değer sistemi, bir kimlik ve bir kültür ve medeniyetin, sağlıklı sıhhatli yaşanabilir olması için ferdin kendisi, yaratıcısı, ailesi, komşusu, akrabası, toplumu, devleti ve diğer toplumlarla, insanlık âlemiyle olan ilişkilerini, toplumsal kimliğe, değer sistemine ve kültür ve medeniyet kodlarına göre düzenleyen, güçle donanmış bir kurallar, kaideler ve normlar bütünüdür.

   Bu şekilde yapılanan bir hukuk sistemi, toplumun kimliğini, değer sistemini, kültür ve medeniyet kodlarını kuvvetlendirir; hukuk sistemine olan toplumsal güveni sağlar. Bu ilişki, hukuk sistemi ile ahlak sisteminin birbirini desteklemesini ve kuvvetlendirmesini temin eder. Değer sistemi, ahlak sistemi ve hukuk sisteminin bütünleşmesi, birbirine destek olması, suç ve ceza oranlarının azalmasına sebebiyet verir; fert ve toplum korunur. Kendisi ile ailesi ile akrabası ile komşusu ile toplumu ile devleti ile gelecek nesillerle ve geçmiş nesillerle barışık şahsiyetli bir insan unsuru ortaya çıkar. Aksi durum ferdi, toplumsal ve sistemsel bunalımdır ve krizdir.

     “Kanunlaştırma hareketleri”, her ülke ve millet için gereklidir, hatta zorunludur. Önemli olan, kanunlaştırmanın nasıl, hangi temel unsurlara, hangi değer sistemine, kültür ve medeniyet kodlarına göre yapılacağı ve nasıl bir dil ve kavramlar kullanılacağıdır.

   Bugüne kadarki uygulamalardan, tecrübelerden “Kanunlaştırmaların 3 farklı şekilde yapıldığı” görülmektedir:

1-Islah/ Rehabilitasyon: Var olan hukuk kurallarının yeniden tanzimi ve yeni ihtiyaçları karşılar hale getirilmesi.

2- Resepsiyon: Yabancı bir hukuk sisteminin ülke hukuk sistemi olarak kabul edilmesi ve düzenlenmesi.

3-Ekspansiyon: Sömürgeci devletlerin kendi hukuklarını, sömürgelerine,  gerektiğinde zor kullanarak taşımaları.”(1)

Resepsiyon, devlete hâkim olan gücün, genellikle halka rağmen gerçekleştirdiği bir olgudur. Lozan sonrası Cumhuriyet döneminin başlangıcında tüm yasaların Avrupa’nın değişik ülkelerinden ithal edilmesi, bunun güzel bir örneğidir. Bu konuda Mahmut Esat Bozkurt’un ve Mustafa Kemal’in yaptığı konuşmalar, konunun daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır:

“M. Esat Bozkurt: “Lozan muahedesiyle yüklendiğimiz işi, elden geldiği kadar çabuk başarmak lazımdı. Birinci Dünya savaşı içinde İstanbul’da İzhar-ı Kavanın Komisyonları adı ile bir sıra komisyonlar kurulmuş ve işe başlamıştı. 1924 yılında bunların çalışma verimi gözden geçirildi…

Burada şu soru karşısındayız: Komisyonlar bu biçim kanun taslaklarını niçin ve neden yaptılar?

İşin bu yönünü bilmek, konumuzu kavramak için çok faydalıdır.

Komisyonlar şu kanaatte idiler: “Her milletin kanunu kendi ihtiyaçlarına göre yapılır. Bizim kanunlarımız bize göre yapılmalıdır.”

Bunun bir batıla olduğunu göstermek zor bir şey değildir.

Türk ihtilalinin komedya ile oyalanmağa vakti yoktu. Türk milletinin taliinde gereken kat’i kararı almak zorunda idi ve bu karar şu olacaktı:

Türk ulusunun, medeni milletler ailesinden bir üye olmasına ve mutlaka olması lazım geldiğine göre, kayıtsız şartsız bu milletlerin hak sistemlerini benimsemesi lazımdı. Tıpkı bir kulübe, bir partiye intisap edecek kimsenin, kulüp ve parti nizam ve usulünü aynen kabul etmesi gibi, medeni kamuya girmek davasını güden bir devletin de, bu kamunun icaplarını kendine mal etmesi zorunluluğu vardır.” (1,2)

Mustafa Kemal:

“Sayın Arkadaşlar!

Türk ihtilalinin kararı, batı medeniyetini kayıtsız şartsız kendisine mal etmek, benimsemektir. Bu karar o kadar kesin bir azme dayanmaktadır ki, önüne çıkacaklar, demirle, ateşle yok edilmeye mahkûmdurlar. Bu prensip bakımından, kanunlarımızı oldukları gibi batıdan almak zorundayız. Böylelikle, Türk ulusunun iradesine uygun harekette bulunmuş olacağız. Keyif ve isteklerimize göre değil, milletimizin dileklerine göre iş başarmağa borçluyuz. Şimdiye kadar geçen hizmetlerinize teşekkür eder ve komisyonların vazifelerine son veririm.”(1)

Görülebileceği gibi bütün değişiklikler “halka rağmen halk için” yapılmıştır(!)

7 Mayıs 2004 yılında Uluslararası sözleşmelerin iç hukuktan üstün olduğu ve bağlayıcılığı kabul edilmiştir. Dolayısıyla Osmanlıdaki Tanzimat ve Islahat fermanlarını, Mustafa Kemal ile Mahmut Esat Bozkurt’un yukarıdaki ifadelerini ve Cumhuriyet tarihi boyunca yapılan icraatları göz önüne aldığımızda, son “İki yüz yıllık süreçte hem resepsiyon hem de rehabilitasyon yapılmıştır.” (1) diyebiliriz.

Özelde Türkiye, genelde İslam dünyası olmak üzere yapılan resepsiyon ve resepsiyon destekli rehabilitasyon hareketleri, kanunların/yasaların/hukukun diline yansımış, kullanılan kavramlar buna uygun seçilerek ithal edilmiştir(1,3).

     Genel olarak, hukuk sistemi ve hukuk sisteminde kullanılan dil ve kavramlar üzerinden toplumsal bir değişim ve dönüşüm stratejisi öngörülmektedir(1,4):

“Hukukçu Nur Centel: Yasalarda kullanılan kavramlar, yasa koyucunun ilgili suç bakımından hangi hukuki değeri korumak istediği hakkında fikir verme
ve uygulamayı yönlendirme işlevini görmektedir; bu nedenle dikkatli
seçilmeleri gerekir.” 
(4)

“Hukukçu Kadir Gündoğan: Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş aşamasında yapılan devrimlerden belki de en önemlisi, “hukuk devrimi”dir. Türkiye’de, toplumu ve sosyal düzeni modernleştirme istem ve çabalarını hukuka yansıtması hukuku geleneksel toplumdan modern topluma geçişte bir araç olarak kullanma girişimleri Tanzimat fermanı ile birlikte başlamış, Cumhuriyet devrimleri ile doruğa ulaşmıştır. 1923’te başlayan, özellikle 1926 yılı ve sonrasında yoğunlaşarak Laik Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini atan ve “Türk Hukuk Devrimi” olarak da isimlendirilen hukuk reformları Türk toplumunun modernleşmesinde önemli rol oynamıştır. Türk Ceza Kanunu da hukuk devriminin en önemli yapıtaşlarından biridir.” (5)

     AB uyum yasaları ile gelinen nokta, sürecin devamından başka bir şey değildir. Avrupa Birliği’nin genişlemeden sorumlu komiserlerinden Olli Rehn’in 2009 yılında kullandığı aşağıdaki ifadeler bunu teyit etmektedir:

“Üye ülkelerde olduğu şekilde, aday ülkelerde de lezbiyen, gay, eşcinsel ve transseksüel hakları örgütlerinin varlık ve faaliyetlerinin, güvence altına alınmasının takipçisiyiz. Türkiye’nin bu konuda gerekli adımları atmasını bekliyoruz.” (6).

   İstanbul Sözleşmesinin muhtevası incelendiğinde, oluşturulacak birimler göz önüne alındığında sürecin, çok daha ileriye taşınması ve AB’nin Türkiye’ye müdahale etmesi söz konusu olacaktır. Çünkü sözleşmenin amacı, bunu gerektirmektedir. Sözleşmenin amacı, Sözleşmenin giriş kısmında; “...Kadına karşı şiddet ve aile içi şiddetten arınmış bir Avrupa yaratmak” olarak ifade edilmiştir.

Avrupa/Batı Kültür ve Medeniyet Kodlarına göre hazırlanmış bir yasanın/ sözleşmenin, İslam Kültür ve Medeniyet kodlarına göre şekillenmiş bir topluma, bir millete ve bir ülkeye uygulanması, kendi kendini sömürgeleştirmekten başka bir şey değildir.

 O nedenle İstanbul Sözleşmesi ve onu referans alan tüm yasalar feshedilmelidir.

İstanbul Sözleşmesi ile Türkiye, AB’nin Gözetimi ve Denetimi Altına Sokulmuştur

2011 İstanbul Sözleşmesi, muhtevasından dolayı gizli bir sömürgeleştirme metnidir. Çünkü Sözleşmeyi İmzalayanlar, İstanbul Sözleşmesinin 9. Bölümünde yer alan üye ülkelerin izlenmesi ve denetlenmesine ilişkin “özel bir İzleme ve denetleme biriminin(GREVIO)” varlığını kabul etmektedirler (Madde 66). Sözleşmenin 66’dan 70’e kadar olan maddeleri GREVIO’nun çalışma esaslarını yetkilerini ve sorumluluklarını tanımlamaktadır. GREVIO izlenecek tüm ülkeleri belli bir soru formuna uygun olarak izleme ve denetleme hakkına sahiptir. Sözleşmeyi imzalayanlar, elde ettikleri sonuçları, GREVIO’nun hazırladığı bir soru formunu referans alarak Avrupa Konseyi Genel Sekreterine rapor etmek zorundadırlar (Madde 68). GREVIO’nun hazırlayacağı anketlere ve “GREVIO’dan gelecek bütün bilgi taleplerine taraflar cevap” vermek zorundadırlar. GREVIO, Sözleşmenin uygulamasına ilişkin bilgileri, “…sivil toplum kuruluşlarından ve sivil toplumdan da” edinme hakkına sahiptir. Bu yolla GREVIO ilgili ülkenin sivil toplum örgütleri ile ilişki kurma hakkını elde etmiş olmaktadır. Ayrıca GREVIO, “…Diğer uluslararası belgeler uyarınca oluşturulmuş kuruluşlardan olduğu kadar Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiserinden, Parlamenter Asamblesinden ve Avrupa Konseyinin bu konuda özelleşmiş birimlerinden bu Sözleşmenin uygulamaları hakkında bilgi edinebilir.” “Taraflardan GREVIO’ya gelen bilgiler yetersiz ise ulusal makamların işbirliği ve bağımsız ulusal uzmanların yardımıyla, ülke ziyaretleri düzenleyebilir.” “GREVIO’nun vardığı sonuçların uygulanması için alınması gereken tedbirlere ilişkin tavsiyeler; gerekirse bunların uygulaması hakkındaki bilgilerin sunulması için üye ülkeler ziyaret edilebilir”. “GREVIO’ya, Sözleşmenin geniş çapta veya defalarca ihlalinin önlemesi veya sınırlanması amacıyla derhal müdahale gerektiren sorunların bulunduğunu gösteren güvenilir bilgiler ulaştığında, ...taraflarca alınan tedbirlere ilişkin özel bir raporun acilen sunulmasını talep edebilir.” “GREVIO, söz konusu Tarafın verdiği bilgileri ve kendisine ulaşan diğer güvenilir bilgileri göz önüne alarak, bir veya daha fazla üyesini, bir soruşturma yapıp acilen GREVIO’ya rapor etmek üzere tayin edebilir.” “Söz konusu edilen soruşturmanın bulguları incelendikten sonra GREVIO bu bulguları, kendi yorum ve tavsiyelerini ekleyerek söz konusu Tarafa, durum gerektiriyorsa Taraflar Komitesine ve Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesine” iletir(Madde 68). GREVIO, “Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesini, bu Sözleşmenin uygulamalarını düzenli aralıklarla değerlendirmeye davet etmek” zorundadır (Madde 70).

Madde 66’dan 70 kadar olan maddelerden alıntıladığımız yukarıdaki ifadeler, hedef ülkenin bağımsız bir ülke olup olmadığının sorgulanmasını gerektirmektedir. Dahası hedef ülkelerdeki STK’larla hukuki güvence altında ilişki kurmak, kurabilmek, gelecekte iş birlikçi STK’ların varlığını ortaya çıkarabilecektir.

İstanbul Sözleşmesi, AB tarafından batılı olmayan ülkelerin kendi kendilerini asimile etme, sömürgeleştirme aracı olarak kullanılmaktadır. Nitekim Sözleşmenin 12. ve 42. Maddelerinde, Batının öngördüğü kültürel normlar hariç, diğer milletlerin kabul ettiği, benimsediği, asırların birikimi olarak meydana gelen, zenginleşen kültür, din, adet, gelenek ve törenin “kökünün kazınması” taraflardan istenmektedir:

“İstanbul Sözleşmesi Madde 12–1- Taraflar… kadınların ve erkeklerin toplumsal olarak klişeleşmiş rollerine dayalı ön yargıların, törelerin, geleneklerin ve diğer uygulamaların kökünün kazınması amacıyla kadınların ve erkeklerin sosyal ve kültürel davranış kalıplarının değiştirilmesine yardımcı olacak tedbirleri alacaklardır.”

“Madde 12-5--Taraflar kültür, töre, din, gelenek veya sözde “namus” gibi kavramların bu Sözleşme kapsamındaki herhangi bir şiddet eylemine gerekçe olarak kullanılmamasını temin edeceklerdir.”

“İstanbul Sözleşmesi Madde 42–1- Taraflar bu Sözleşme kapsamında kalan şiddet eylemlerinin gerçekleştirilmesinden sonra başlatılan ceza davalarında kültür, töre, din, gelenek veya sözde “namus”un gerekçe olarak öne sürülmesinin önlenmesini temin etmek üzere, gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır.”

2011 İstanbul sözleşmesi, “kadınların ve erkeklerin toplumsal olarak klişeleşmiş rollerine dayalı ön yargıların, törelerin, geleneklerin ve diğer uygulamaların kökünün kazınması”, kadınların ve erkeklerin sosyal ve kültürel davranış kalıplarının değiştirilmesi” ifadelerinde yer alan farklı kültür, din, adet, gelenek, töre ve namus gibi kavramların “kökünü kazımak” istemekle, bir asimilasyon hareketi amaçladığı anlaşılmaktadır.

AB’nin niyeti, bu ve buna benzer sözleşmelerle muhatap ülkeleri, kültürel olarak çözerek asimile etmektir. Kadına karşı şiddet” ve “aile içi şiddet” kavramları, bu amacı gizlemek için kalkan olarak kullanılmıştır/kullanılmaktadır. İstanbul Sözleşmesinde  Kadına karşı şiddet” ve “aile içi şiddet” ve benzer kavramsallaştırmalarla ve bu kavramsallaştırmalara yüklenen anlamlarla diğer milletler, dinlerinden koparılarak, Ateizme, Deizme ve Agnostisizme yönlendirme yapılarak kültür ve medeniyetleri tahrip edilerek bir asimilasyon gerçekleştirilmek istenmektedir.

O nedenle İstanbul Sözleşmesi ve onu referans alan tüm yasalar feshedilmelidir.

İstanbul Sözleşmesi Her Türlü Cinsel Sapkınlığa Serbestiyet Tanımaktadır

   İstanbul sözleşmesinin dördüncü maddesinde yer alan “cinsel yönelim” kavramsallaştırılması ile her türlü cinsel sapkınlık, yasal koruma altına alınmıştır(Madde 4 – 3). Gelecek nesiller için en büyük tehlikelerden biri, bu cinsel sapkınlıkların yaygınlaşması olacaktır.

İstanbul sözleşmesinin dördüncü maddesine göre Kuran-i Kerim’de var olan eşcinsellikle ilgili tüm ayetler(6/86; 7/80-84; 11/70-89; 15/59-77; 21/74-7526/160-175; 27/56-59; 29/25-35; 37/133-138; 38/13;  50/1354/33-39)  ve hadisler mülga edilmiş olmaktadır.

O nedenle İstanbul Sözleşmesi ve onu referans alan tüm yasalar feshedilmelidir.

İstanbul Sözleşmesi, Zina ve Fuhşu Yasal Koruma Altına Alarak Yaygınlaşmasına İmkân Sağlamaktadır

İstanbul Sözleşmesinin 36. Maddesi, rıza temelli her türlü cinsel ilişkiye cevaz vererek zina ve fuhşu, suç olmakta çıkarmakta ve yaygınlaşmalarını yasal güvence altına almaktadır:   

“Madde 36 – 1- Taraflar aşağıdaki kasten gerçekleştirilen eylemlerin cezalandırılmasını sağlamak üzere gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır:

a- başka bir insanla, rızası olmaksızın, herhangi bir vücut parçasını veya cismi kullanarak, cinsel nitelikli bir vajinal, anal veya oral penetrasyon gerçekleştirmek;

b- bir insanla, rızası olmaksızın, cinsel nitelikli diğer eylemlere girişmek;

c- Başka bir insanın, rızası olmaksızın, üçüncü bir insanla cinsel nitelikli eylemlere girmesine neden olmak.

2- Rıza, mevcut koşullar bağlamında değerlendirilmek üzere, şahsın özgür iradesi sonucunda gönüllü olarak verilmelidir.

3- Taraflar 1. fıkrada yer alan hükümlerin aynı zamanda iç hukukta kabul edilmiş olan, eski veya mevcut eşlere veya birlikte yaşayan bireylere karşı gerçekleştirilmiş eylemler için de geçerli olmasının temin edilmesi için gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır.”

Sözleşmenin 36. 46. ve 59. maddelerinde “birlikte yaşanan birey”(partner) kavramsallaştırılması ile “nikahsız birliktelikler”/“metres hayatı yaşamak” hem aile olarak kabul edilmekte, hem de zina/fuhuş meşrulaştırılmaktadır:

“Madde 46 – a -suçun, iç hukukun kabul ettiği eski veya mevcut bir eşe veya birlikte yaşanan bireye karşı, aile fertlerinden biri tarafından, mağdurla birlikte ikamet eden biri tarafından veya yetkisini suiistimal eden biri tarafından işlendiği hallerde;”

Madde 59 –1- Taraflar, ikametgâh durumu iç hukuk tarafından tanınan eş veya birlikte yaşanan bireye bağlı olan mağdurlara, evliliğin veya ilişkinin bozulması durumunda…

2- Taraflar ikametgâh durumu iç hukuk tarafından tanınan eş veya birlikte yaşanan bireye bağlı olan mağdurların ikametgâh nedeniyle…

Böylece aile kavramı, fuhuş hayatı ile iç içe geçirilerek kutsiyeti tahrip edilmektedir. Bu maddelere göre nikâhsız birlikteliklere/hayat tarzlarına karşı en basit ahlakı bir müeyyidenin dahi uygulanması suçtur. Çünkü sözel ve psikolojik şiddet tanımları ile ahlakı müeyyide uygulanması imkânsızlaştırılmıştır. 

İstanbul sözleşmesinin 36. maddesine göre Kuran-i Kerim’de var olan zina ilgili tüm ayetler (4/15, 25; 17/32; 24/2-9; 25/68; 33/30; 60/1265/1) ve hadisler mülga edilmiş olmaktadır.

O nedenle İstanbul Sözleşmesi ve onu referans alan tüm yasalar feshedilmelidir.

İstanbul Sözleşmesi Aile İçi İhtilafların Çözümünde Mahremiyeti Yıkmakta ve Ailelerin Arabuluculuk Yapmasına Karşı Çıkmaktadır

İnsan genetiğinde, insan üzerinde birbirine zıt istikamette etki eden iki ana mekanizma vardır: 1- Fıtrat(İyilik Cephesi), 2- Heva(Kötülük Cephesi). Fıtrat, insanı hep iyiye, güzele, hakka sevk etmek isterken; heva ise daima kötüye, çirkine ve batıla sevk etmek ister. Bu duruma, insan üzerinde melekle şeytanın savaşı denebilir. Bugünkü teknik tabirleri kullanırsak insan üzerinde virüslerle anti virüslerin savaşı vardır. O nedenle aile hayatında zaman zaman değişik nedenlerle istenmeyen durumlar meydana gelebilir. Genel olarak da ilk ortaya çıkan durum, aile fertlerinin birbirlerine bağırıp çağırmasıdır. Süreç iyi yönetilebilirse bunlar geçici durumlardır. Fakat polise telefon edildikten sonra geçici hal olma ihtimali olan bu durumun, sürekli bir hal alma ihtimali artmaktadır. Belli bir seviyenin altında kaldığı sürece beşeri bir durum olarak değerlendirilmesi gereken bu olgu, İstanbul sözleşmesine göre suçtur. Bazen aile bireyleri bu süreci iyi yönetemeye bilir. Bizim Kültür ve medeniyet kodlarımıza göre kadın ve erkeğin aile tarafları, hakem heyeti oluşturarak sürece müdahil olmak ve sorunu çözmeye çalışmak isterler ve de zorundadırlar:

“Karı ile kocanın aralarının açılmasından korkarsanız, bu durumda erkeğin ailesinden bir hakem, kadının da ailesinden bir hakem gönderin. İki taraf (arayı) düzeltmek isterlerse, Allah da aralarında başarı sağlar…”(4 Nisa 35).

İstanbul sözleşmesinin 48. Maddesi, bu tür hakemlik müessesinin sürece müdahil olmasına karşı olup taraf ülkelerin böyle bir yaklaşımı engelleyecek tedbirleri almasını istemektedir:

“Madde 48 – 1- Taraflar bu Sözleşme kapsamında yer alan her türlü şiddet olayıyla ilgili olarak, arabuluculuk ve uzlaştırma da dâhil olmak üzere, zorunlu anlaşmazlık giderme alternatif süreçlerini yasaklamak üzere gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır.”

Ayrıca İstanbul Sözleşmesine göre mağdur, bir kez şikâyet yapmış ise şikâyetini geri çekme hakkına sahip değildir. Kendileri şikâyetlerini geri çekse bile açılan dava, bu istekten bağımsız olarak devam ettirilecektir:

Madde 55 –1- Taraflar, … mağdurun ifadesine veya şikâyetine bağlı olmaksızın ve Mağdurun ifadesini veya şikâyetini geri çekmesi durumunda dahi devam edebilmesini temin edeceklerdir.”

İstanbul sözleşmesi aile içinde barışı değil savaşı isteyen bir mekanizma inşa etmektedir.

O nedenle İstanbul Sözleşmesi ve onu referans alan tüm yasalar feshedilmelidir.

Delil/Belge Aramayan 6284 Sayılı Yasa Heva Cephesinin Önünü Açarak İblise Hizmet Etmektedir

   Hukukun temel mantığında, iddia sahibinin iddiasını ispatlamak mecburiyeti vardır. Suçlayan insan, suçlamaya ilişkin veya kendinin haklı olduğuna ilişkin bilgi ve belgeleri/delilleri ortaya koymak zorundadır. Bu hukuk sistemlerinin olmazsa olmaz ilkesidir. Bu hukuk yasası ya da ilkesi, 6284 sayılı aileyi koruma yasası(!) ve uygulama yönetmeliği için geçerli değildir. Bu yasa ve uygulama yönetmeliğinde şikâyet edip mağdur olduğunu ifade edenlerin, iddiaları ile ilgili hiçbir delil veya belge sunma mecburiyeti bulunmamaktadır:

“(6284 Yasa) MADDE 8 – (3) Koruyucu tedbir kararı verilebilmesi için, şiddetin uygulandığı hususunda delil veya belge aranmaz.” (Bak: 6284 Sayılı Yasanın Uygulama Yönetmeliği MADDE 6–1,12-1 ve 30-3).  

Bu maddelerde şikâyet edenin beyanı esas olup suçlananın hiçbir söz hakkı olmadığı görülmektedir.

O nedenle İstanbul Sözleşmesi ve onu referans alan tüm yasalar feshedilmelidir.

Sonuç Olarak: İstanbul Sözleşmesi ve Onu Referans Alan Tüm Yasalar Feshedilmelidir!

Suçlanan dinlenmeden, ne tür bir şiddet uygulandığı veya uygulanıp uygulanmadığı araştırılmadan, iddia edenin iddialarının doğru olup olmadığı sorgulanmadan, süreci kimin başlattığı araştırılmadan “koruyucu tedbir”(!) adına genellikle babalar, evlerinden uzaklaştırılmaktadır. Evinden, bağından, bahçesinden koparılıp sürgün edilen/uzaklaştırılan insanların nerede, nasıl kalacağı, ne yiyip içeceği, buna imkânı olup olmadığı irdelenmemektedir. Nasıl bir psikoloji içine sokulduğu ya da sokulabileceği düşünülmemektedir. Diğer taraftan fiziksel şiddet içermeyen bir vaka üzerinden evinden uzaklaştırmanın, çocuklar, akrabalar ve komşular üzerindeki etkisinin ne olduğu, ne olabileceği göz önüne alınmamaktadır.

İstanbul Sözleşmesi ve bunu referans alan yasalar, uygulanmaya başlandıktan sonra elde edilen sonuçların, aşağıdaki sorular çerçevesinde, gerçekçi bir şekilde sorgulanması yapılmalıdır:

  • Uygulanan şiddet türleri nelerdir ve bu şiddet türlerinin eşik seviyeleri nedir?
  • Yasa uygulanmaya başlandıktan sonra şiddet artmış mıdır, azalmış mıdır?
  • Cinayetler artmış mı azalmış mı? Cinayet işlenmesinde adamın karısını öldürmeye kalkmasında temel amiller nelerdir, bunu sorgulanması yapılmış mıdır?
  • Boşanmalar artmış mı azalmış mı?
  • Evlenme oranları artmış mı azalmış mı?
  • Evliliğe olan ilgi de bir değişim var mı?
  • Nikâhlı birlikteliklerde mi yoksa nikâhsız birlikteliklerde mi artış olmuştur, olmaktadır?
  • Yasalardaki bu zaafları, istismar eden bir şebeke var mı yok mu?

TUİK verilerine göre İstanbul Sözleşmesi ve Sözleşmeyi referans alan yasalar uygulamaya sokulduktan sonra aile yapısında iyileşme değil kötüleşme olmuştur.

O nedenle İstanbul Sözleşmesi ve onu referans alan tüm yasalar feshedilmelidir.

Her türlü sorunun çözümü için nirengi nokta, hak ve adalet olmalıdır(57 Hadid 25; 38 Sad 26). Allah’a ve Ahiret gününe iman edenlerin, nefsi davranmaması, kin ve nefretle hareket etmemesi, adil davranmaları imanın bir gereğidir(5 Maide 8).

Bir kadının kendisine şiddet uygulandı ihbarını yapmasının ardından babalar dinlenmeden, sorgulanmadan, iddianın doğru olup olmadığı araştırılmadan, babaların polis zoruyla evlerinden, bağlarından, bahçelerinden alınıp sürgüne gönderilmesi, bize Kur’an’daki Hz. Davud’un “İki Davalı Kardeş Kıssasını” hatırlatmaktadır (38 Sad 18-29). Umarız ki Türkiye’yi yönetenlerde bunu bu dünyada hatırlarlar; öteki dünyada nasıl olsa kendilerine hatırlatılacak ve de hatırlayacaklardır.

Hz. Davud ibadetle meşgul olduğu bir anda, güvenlik duvarlarını aşarak odasına kardeş olduğunu söyleyen iki yabancı girmiştir. Kardeşlerden birinin 99 koyunu diğerinin ise tek bir koyunu vardır. 99 koyunu olan, kardeşinin tek koyununu alıp kendi koyunlarına katmak istemektedir. Böyle yapmakla da kardeşine iyilik yaptığını belirtmekte, kardeşinin daha kârlı olacağını iddia edip kardeşini etkilemektedir. Tıpkı İstanbul Sözleşmesinin ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesinin bu ülke için çok iyi olduğunun söylenmesi gibi.

Hz. Davud, tek koyunu olan kardeşi dinledikten sonra kararını hemen vermiştir: 

“(Davud) Dedi ki: “Andolsun senin koyununu, kendi koyunlarına (katmak) istemekle sana zulmetmiştir. Doğrusu, (emek ve mali güçlerini) birleştirip katanlardan(ortak) çoğu, birbirlerine karşı tecavüz ederlerancak iman edip de salih amellerde bulunanlar başka. Onlar da ne kadar azdır.” (38 Sad 24).

Hz. Davud, dava edeni dinlemiş, fakat dava edileni dinlemeden, kardeşinin söylediklerinin doğru olup olmadığını sorgulamadan hemen yukarıdaki kararı vermiştir.

Aile ilgili TC hukuk sisteminde de, İstanbul sözleşmesi ve Toplumsal cinsiyet eşitliği küresel projesini referans alan yasalara göre bir kadın(pratikteki durum) kocasının kendisine şiddet uyguladığı ihbarını yaptığı takdirde, kadının söylediklerinin doğru olup olmadığı erkeğe sorulmadan, araştırma yapılmadan erkek evinden alınıp sürgüne gönderilmektedir. TC yargı sistemi, Hz. Davud gibi tek yanlı bir dinleme yaparak kararını vermekle Hz. Davud’un düştüğü hataya düşmektedir.

O nedenle İstanbul Sözleşmesi ve onu referans alan tüm yasalar feshedilmelidir.

Ancak Hz. Davud hata yaptığını anlamış, hemen secdeye kapanarak Allah’tan kendisini af etmesini, bağışlamasını istemiştir. Allah da onu bağışlamıştır. Bununla beraber Hz. Davud uyarılmış, hak, hukuk ve adalet konularında nasıl davranması gerektiği kendisine belirtilerek yol gösterilmiştir:

 “Ey Davud, gerçek şu ki, biz seni yeryüzünde bir halife kıldık. Öyleyse insanlar arasında hak ile hükmet, istek ve tutkulara (hevaya) uyma; sonra seni Allah'ın yolundan saptırır. Şüphesiz Allah'ın yolundan sapanlar, hesap gününü unutmalarından dolayı onlar için şiddetli bir azap vardır.” (38 Sad 26).

Sad Suresinin 26. ayetinde, sadece bir siyasal partinin, cemaatin, tarikatın, mezhebin, akrabanın, sülalenin ya da bir dinin veya bir kavmin mensupları arasında hak ile hükmedilmesi” istenmemektedir; “insanlar arasında hak ile hükmedilmesi” istenmektedir. Hak ile hükmedilmesi konusuna, Ateistler de, Komünistler de, dinliler de dinsizler de, her kes dâhildir.

TC hukuk sistemi de kadın ve erkek demeden herkese karşı adaleti uygulamak zorundadır. Delilsiz ve belgesiz yargılama sistemi, adaleti değil adaletsizliği getirir.

ADALET YOKSA BARIŞ DA OLMAYACAKTIR.

O nedenle İstanbul Sözleşmesi ve onu referans alan tüm yasalar feshedilmelidir.

Bu noktada yapılan adaletsizliğin hesabı, Ahirette mutlaka verilecek, hesabı sorulacaktır. Bu asla unutulmamalıdır.

O nedenle;

Ey iman edenler, adil şahitler olarak Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.”(5 Maide 8).

O nedenle İstanbul Sözleşmesi ve onu referans alan tüm yasalar feshedilmelidir.

HENÜZ VAKİT VARKEN, YARIN ÇOK GEÇ OLABİLİR!

KAYNAKLAR

1- Balcı, M., Tanzimat’tan Ulusal Programa Yeniden Yapılanmanın Hukuki Gelişim Süreci,, Genç Hukukçular Hukuk Okumaları, Birikimler, C:1, S: 16-57, İstanbul, 2003.

2- Bozkurt, M.E. “Türk Medeni Kanunu Nasıl Hazırlandı”, S: 11, İstanbul. 1944.

3- Hadduri, M., İslam’da Adalet Kavramı, Yöneliş Yayınları, S: 282, İstanbul, 1999.

4- Centel, N., 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nda Cinsel Saldırı Suçu ve Cinsel Suçlar Değişiklik Tasarısı’nın Değerlendirilmesi,  “Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlar ve Yeni Yaklaşımlar Sempozyumu, İstanbul, 4 Mayıs 2011.

5- Gündoğan, K., Koç, C., Ünlü, H.N., Türk Hukuk Sisteminde Kast ve Taksir, Bilge Yayınevi, S: Sunuş Kısmı, Ankara, 2010.

6- Kumbasar, İ. K.,  Yeni Çağ, 23.06.2009

1 Kasım 2019 Cuma

ŞEHİR ÜNİVERSİTESİ OPERASYONU BAĞLAMINDA 15 TEMMUZ İHANET HAREKETİNİN SOSYOLOJİK SAVAŞ BOYUTUNU BİR KEZ DAHA DÜŞÜNMEK


(Umran Dergisi Kasım 2019 Yazısıdır)

“Göz o ki dağın arkasını göre,

Akıl o ki başına geleceği bile” 

Oslo görüşmelerinin deşifre edilmesi ile başlayan Taksim Kadife Darbe Süreci, 7 Haziran 2015 genel seçiminde amacına ulaşmış ve siyasal iktidarın tek başına iktidar olmasını engellemiştir.

Taksim Kadife Darbe Sürecinin beyin takımının (Şer İttifakı) gerçek amacı, sadece bir siyası iktidarı devirmek değil, Türkiye’yi ayrıştıracak, bölecek, parçalayacak bir sosyolojik savaşı başlatıp derinleştirmek ve nihayetinde Türkiye’yi Suriyeleştirmektir.

15 Temmuz 2016 İhanet Hareketi, Taksim Kadife Darbe Sürecinin devamı olup bu ana amaca dönük olarak gerçekleştirilmiştir. Gülen Hareketi’ni bir Truva atı olarak kullanan Şer İttifakının Türkiye’ye karşı başlattığı sosyolojik savaş amaçlı askeri bir darbe girişimidir. Bir gün içerisinde askeri boyutu ‘tasfiye edilen’ darbe girişiminin,  sosyolojik boyutu gerektiği gibi göz önüne alınmadığı için darbe, sosyolojik olarak hâlâ devam etmekte, öngördüğü hedeflere adım adım ulaşmaktadır. Süreç, önde olmayan, görülmek istemeyen, bir “gizli el”, bir “gizli güç” tarafından yöneltilmektedir.  FETÖ’ye karşı verilen mücadelede bu kadar acemilik ve becerisizlik sergilenmesi ve bu denli gayrimemnun üretilmesi, bu pis mekanizmanın sayesinde olmuştur.

Taksim Kadife Darbe Sürecini, sosyolojik savaş amaçlı 15 Temmuz İhanet Hareketini ve İran’daki Musaddık Darbesini göz önüne aldığımızda süreç, gayrimemnun üretme, güvensizlik tohumları ekerek toplumsal dayanışmayı yıkma amaçlı olarak bir merkez tarafından yönetilmektedir.

Medyaya yansıyan boyutu ile Şehir Üniversitesi Vakası/Operasyonu/ Provokasyonu da aynı “kirli, pis, gizli el ve güç” tarafından meydana getirilmiş, yürütülmüş ve de sürdürülmektedir.  Burada, medyaya yansıyan verilere, tarafların yaptığı basın açıklamalarına dayanılarak Şehir Üniversitesi Operasyonu, sosyolojik savaş kapsamında ele alınıp değerlendirilmektedir.

Şehir Üniversitesi Vakası/Operasyonu/Provokasyonu

Şehir Üniversitesi, Bilim ve Sanat Vakfı tarafından 2008 yılında kurulmuştur. İlk yerleşkesi,  Altunizade’de kiralık binalardır. 2008 yılında Başbakan Erdoğan’ın onayıyla Özelleştirme İdaresi’nin elinde olan Dragos’taki Tekel Fabrikası’nın boş, atıl binaları 49 yıllığına Şehir Üniversitesine tahsis edilmiştir.  Cibali Tekel Fabrikası’nın Kadir Has Üniversitesi’ne tahsis edilmesi ile Dragos’taki Tekel Fabrikası’nın Şehir Üniversitesi’ne tahsis edilmesi arasında bir fark yoktur. Kaldı ki Bilkent, Koç, Sabancı, Kadir Has, Yeditepe, İbn Haldun, Medipol gibi birçok üniversite için yapılan uygulamanın bir benzeri, Şehir Üniversitesi için yapılmıştır.[1]

Yerleşke alt yapısı inşaat ve restorasyonu için üniversite, mevcut yerleşke alanı ile Tuzla’da bulunan arazisini teminat göstererek Halk Bankası’ndan kredi almış; gerekenleri yaparak 2017 yılında Dragos’taki yeni yerleşkesine taşınmıştır.[2]

Dragos’taki Tekel Fabrikasının arazisinin Şehir Üniversitesi’ne verilmesi üzerine gelişen olayları ya da süreci, birbiri ile etkileşimde olan beş boyutta/eksende ele alıp değerlendirmek gerekmektedir:

·      Şehir Üniversitesi

·      TMMOB ve Kartal Belediyesi

·      Halk Bankası

·      Yargı

·      “Gizli El”, “Gizli Güç”

TMMOB, Kartal Belediyesi ve Yargı Boyutu

Dragos’taki Tekel Fabrikasının Şehir Üniversitesi’ne tahsis edilmesi üzerine “TMMOB, bazı sendikalar ve Kartal Belediyesi”, tahsisin iptali için mahkemeye başvurmuşlardır. Yerleşkenin bağlı olduğu Kartal Belediyesi, Büyükşehir Belediyesi’nin ruhsat vermesine rağmen, üniversiteye istenen ruhsatı vermemiştir.  2014 yılında Danıştay, Başbakanlık tarafından Şehir Üniversitesi’ne yapılan tahsisi iptal etmiştir.[3] 

2015 yılında üniversite, Özelleştirme Yüksek Kurulu’na söz konusu yerin 49 yıllığına Üniversiteye yeniden tahsis edilmesi için başvurmuştur. Özelleştirme Yüksek Kurulu, Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanunun 2. Maddesi’ne dayanarak “sadece eğitim faaliyetleri için kullanılmak üzere” kaydını düşerek Dragos’taki Tekel arazisini bedelsiz olarak Şehir Üniversitesi’ne devretmiştir.[4]

Bu kez, bu karara karşı “Odalar, sendikalar ve Kartal Belediyesi, 17 dava açmıştır.” Ancak bu 17 davanın tamamı Şehir Üniversitesi’nin lehine sonuçlanmıştır.[5] Bununla birlikte Kartal Belediyesi, restorasyon ve inşaat için yine ruhsat vermemiştir. Üniversitenin planında kütüphane arazisi olarak ayrılmış olan alan, ticaret ve konut alanı olarak satılığa çıkarılınca, Kartal Belediyesi fikrini değiştirerek ruhsat konusundaki çekincesini kaldırıp üniversitenin önünü açmıştır.[6]

Yargının kararından sonra 30 gün içinde itiraz etmesi gereken TMMOB, “2 yıl 52 gün sonra 2017 yılında mahkemeye yeni bir başvuruda bulunmuştur”. İdari Mahkeme, “bu başvurunun devir kararından itibaren 30 gün içinde yapılması şartını” gerekçe göstererek başvuruyu reddetmiştir. Buna rağmen itiraz bir üst mahkemeye taşınmış ve “Danıştay 13. Dairesi İdari Mahkemesi iptal başvurusunu işleme almıştır.” Mahkeme, “Özelleştirme Yüksek Kurulu’na bu arazinin üniversiteye neden devredildiğini” sorduğunda, Hazine Bakanlığı’na bağlı olan kurul sorulara “idari tasarruf” dışında açıklayıcı bir cevap vermemiştir.” Bunun üzerine Danıştay 13. Dairesi, Kasım 2018’de oy çokluğu ile arazinin devri kararını iptal etmiştir. Üniversite karara itiraz etmiş ve dosya son karar için Danıştay Dava Daireleri Kurulu’na gitmiştir ve dosya orada beklemektedir.[7]

Tapusu üniversitede olan sekiz parsel araziden sadece birinin davalık olduğunun hatırlanmasında fayda vardır.  Burada dikkat çeken noktalar şunlardır:

·      TMMOB, 30 gün içinde yapması gereken şikâyeti, “2 yıl 52 gün sonra” niçin yapmıştır? TMMOB hukukçularının bunu bilmemesi mümkün değildir. Bildiklerini varsaydığımızda şikâyet etmeyi kendilerinden talep eden birileri mi vardır?  TMMOB’u kimler yanlış yönlendirmiştir? Bunlar, cevaplandırılması gereken önemli sorulardır.

·      İdari mahkeme, “30 gün şartını gerekçe gösterip müracaatı reddettiğine” göre bir üst mahkemenin müracaatı kabul edip işlem yapması hangi hukuki gerekçelere dayanmaktadır? Açıklanmalıdır. Yoksa TMMOB’u ters köşe yapanlar(varsa), burada da mı etkili olmuş ve davanın açılmasını sağlamıştır.

·      Üst mahkemenin yaptığı doğruysa, alt mahkeme niçin böyle bir karar vermiştir? İdari mahkemenin gerekçesi hukuki değil midir?

·      Özelleştirme Yüksek Kurulu, Danıştay 13. Dairesi İdari Mahkemesi’nin sorduğu soruya niçin “idari tasarruf” dışında açıklayıcı, ayrıntılı bir cevap vermemiştir? Böyle cevap vermesini isteyen bir güç var mıdır, varsa kimdir ve neden? 

Halk Bankası ve Yargı Boyutu 

Üniversitenin noter tasdikli basın açıklamasına göre Üniversite, Dragos’taki yerleşkenin restorasyon ve inşaatları için “bankanın toplam kredi alacağının altı katı fazlasıyla yaklaşık 2,300,000,000 TL değerinde ipotek yaptırarak” bankanın kredisini güvence altına almıştır.[8]

 Ancak TMMOB tarafından 2017 yılında kampüs arazisinin devri ile ilgili açılan “dava” üzerine, Halkbank üniversiteye tahsis ettiği kredi limitlerinin kullanılmasına izin vermemiştir. Yapılan görüşmeler sonunda TMMOB’un yeni açtığı davadan dolayı Halk Bankası, muhtemelen, kendisini daha da güvenceye alabilmek için Üniversite’den yeni, ek teminatlar istemiştir. Üniversite’nin 15.10.2019 tarihli basın açıklamasından anlaşıldığı kadarıyla, “hiçbir yasal mecburiyet yokken bankanın talebinden dolayı iyi niyet gösterisi olarak Tuzla’da Üniversite’ye ait olan 120 dönüm daha arazi Halk Bankası’na ek olarak ipotek ettirilmiştir.”[9]

Her şey karşılıklı görüşmelerle çözüldüğü, işlerin yoluna girdiği bir dönemde, Halk Bankası, 24.07.2019 tarihinde YÖK’ e başvurarak  üniversite ile ilgili aşağıdaki şikâyetleri dile getirerek tedbir alınmasını istemiştir:

“1-Süreç içerisinde üniversite, öğrenci sayısını artıramamış, ilave kaynak oluşturamamış ve yapılan nakit akım projeksiyonlarına göre öğrenci sayılarının arttırılması, yeni kaynak oluşturulmasının kısa vadede mümkün olamayacağı görülmüştür.”

2- “[…] İstanbul Şehir Üniversitesi adına kayıtlı olan üniversite kampüsündeki taşınmazlar üzerinde bankamız adına ipotek tesis edilmiştir. Söz konusu taşınmazların … Devredilmesine ilişkin açılmış olan dava sonucunda… kredilerimizin teminatsız kalma riski ile karşılaşılmıştır.”[10]

YÖK, söz konusu şikâyet ile ilgili üniversiteden bilgi istemiş, üniversitenin iddialara verdiği cevap, Halk Bankası’nın tutum, tavır ve davranışlarında bir garipliğin olduğunu ortaya koymaktadır:

(i)                 “Periyodik olarak yapılan değerlendirmelerden de görülebileceği üzere, öğrenci sayılarımızın düzenli bir şekilde arttığı yeni kampüs imkânları çerçevesinde de yeni imkânlar oluşturulduğu,

(ii)                    2019-2020 Eğitim Öğretim Yılı doluluk oranlarımızın %94 olarak gerçekleştiği,

(iii)             2019-2020 Eğitim Öğretim Yılında toplam öğrenci sayımızın da bir önceki yıla göre % 25 arttığı,

(iv)     2019-2020 Eğitim Öğretim Yılında gelirlerimizin de giderlerimizden %18 daha fazla gerçekleştiği,

(iv)             Afaki olarak, “teminatsız kalma riski”  iddiasına yönelik olarak ise Banka’nın sadece ve sadece ipotek kapsamındaki bir parseline ilişkin dava sürecinin devam etmekte olduğu, ipotek kapsamındaki diğer parseller bakımından herhangi bir dava söz konusu olmadığı gibi geri kalan parsellerin ekonomik değerinin kredi alacağınızın fazlasını karşılayacak değerde olduğu,

(v)               Özellikle, yine aynı yazıda, Üniversitemizin bu zamana kadar hiçbir aksaklığa mahal vermeksizin akademik ve idari tüm çalışanlarının ödemelerini düzenli olarak yaptığı, hiçbir ticari alacaktan dolayı, icra takibine uğramadığı, Hangi muhasebe standartları uygulanırsa uygulansın, üniversitemizin hiçbir şekilde mali bir acz içerisinde olmadığı YÖK’e iletilmiş idi.”[11]

Gerek üniversitenin yaptığı basın açıklamasında gerekse üniversite rektörünün yaptığı basın toplantısında, üniversitenin web sayfasında olan raporlarda yer alan bilgilere özel olarak vurgu yapılmıştır.[12] Halk Bankası, YÖK’e şikâyet ettiği noktalardaki bilgileri, üniversiteden isteyebilir, üniversitenin web sayfasından alabilir ya da doğrudan doğruya YÖK’ten isteyebilirdi.

Bir devlet bankası olan Halk Bankası;

·      YÖK’e başvurmadan önce Şehir Üniversitesi’nin önceki yıllara nazaran öğrenci sayısında artış olup olmadığını,

·      İlgili yılda ki kontenjanlarını doldurup dolduramadığını (doluluk oranlarını),

·      Personel maaşlarını ödeyip ödeyemediğini,

·      Herhangi bir icra takibine uğrayıp uğramadığını sormadan, araştırmadan, YÖK’e başvurmasında bir anormallik yok mudur?  Böyle bir hatayı Halk Bankası nasıl yapabilir?  

Yoksa Halk Bankası yönetiminden böyle davranmasını isteyen birileri mi vardır?  

“Sekiz parselden biri davalık” iken ve üniversiteye verdiği kredinin teminatını çok daha fazlası ile almış iken, Danıştay’da ki dava henüz sonuçlanmamışken Halk Bankası’nın, davanın sonuçlanmasını beklemeden “kredisinin teminatının riske girdiğini” iddia ederek, “Üniversite’nin kredi limitlerine tedbir koyması” ilkeli bir davranış değildir.

Bütün olumsuzluklara rağmen Şehir Üniversitesi yönetimi, Halk Bankası yönetimi, “kredinin taksitlendirilmesi için” 9.10.2019 tarihinde ortak toplantı yaparak mutabakata varmışlardır:

4- “Bunlara ek olarak, 7186 sayılı Kanun ile sağlanan haklar çerçevesinde tarafınızla kredi yapılandırma görüşmeleri devam etmiş, herhangi bir ilave teminat gösterme zorunluluğu ve gerekliliği bulunmamasına rağmen iyi niyetimizin göstergesi olarak Bankanız lehine ek ipotek tesis edilmiş, bu bağlamda Üniversitemiz yetkilileri ile Bankanız yetkilileri arasında müteaddit görüşme sağlanmıştır. Son olarak ihtiyati haciz işleminizden bir gün önce, bugün itibariyle tuhaf olarak gördüğümüz kredinin yeniden yapılandırılması toplantısında (09.10.2019 tarihinde) Bankanız yetkilileri olan Genel Müdür Yardımcısı …, Daire Başkanı …, Birinci Hukuk Müşaviri …, Şube Müdürü …, Şube Müdürü Yardımcısı … ve Hukuk Müşaviri… ile görüşme yapılmıştır. Kendilerine sunulan ticari projeksiyonlara binaen;

(i)         Üniversitemizin kredisinin yeniden yapılandırılma imkânının olduğu,

(ii)       Sunmuş olduğumuz projeksiyonun ve ödeme tablosunun yeterli olduğu,

(iii)     Bu haliyle dosyamızın Halk Bankası Yönetim Kurulu’na götürüleceği hususları toplantıda hazır bulunan Bankanız yetkililerince tarafımıza beyan edilmiştir.”[13]

Halk Bankası yönetimi, üniversite yönetimi ile 9.10. 2019 tarihli toplantıda mutabakata vardıktan bir gün sonra, 10.10.2019 tarihinde, Halk Bankası yönetimi, “İstanbul 18. Asliye Ticaret Mahkemesi’ne başvurarak üniversitenin diğer bankalardaki tüm hesaplarına ihtiyati haciz kararı çıkarmıştır.” Bu gelişmeler üzerine üniversite, 14.10 2019 tarihinde basın açıklaması yaparak gelişmeleri ana hatları ile kamuoyu ile paylaşmış ve Halk Bankası yönetimini eleştirmiştir.[14]

Üniversitenin 14.10.2019 tarihli basın açıklaması üzerine Halk Bankası Yönetimi, 15.10.2019 tarihinde Web sitesinden bir basın açıklaması yaparak Şehir Üniversitesi’nin basın açıklamasına nispeten sert bir cevap vermiştir:

“İstanbul Şehir Üniversitesi Hakkında Kamuoyu Duyurusu

İstanbul Şehir Üniversitesi’nin resmi internet sitesinde Bankamız ile ilgili olarak yayımlanan 14.10.2019 tarihli basın açıklamasında kamuoyunu ve yatırımcıları yanıltıcı, Bankamızın güven ve itibarını sarsıcı, gerçeği yansıtmaktan uzak iddialara karşı müşterilerimizin, yatırımcıların ve kamuoyunun doğru bilgilendirilmesi amacıyla bir açıklama yapma gereği doğmuştur.

İstanbul Şehir Üniversitesi, Bankamızdan kullanmış olduğu kredileri vadesinde geri ödememiş, bu süreç içerisinde birçok defa ödeme kolaylığı sağlanmasına rağmen yükümlülüklerini yerine getirmemiştir.

İstanbul Şehir Üniversitesi tarafından Bankamıza sunulan geri ödeme projeksiyonlarının tutmaması, kredilerin teminatına alınan ipoteklerin teminat vasfını yitirmesi ve yapılan görüşmelerden de sonuç alınamaması üzerine, 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun getirdiği kamusal sorumluluk gereği, alacağın tahsili süreci başlatılmıştır.

Gerçekleştirilen takip işlemleri mevzuata, bankacılık teamüllerine ve taraflar arasında imzalanan sözleşmelere uygundur. Bankamız, faaliyetlerini ilgili mevzuata uygun olarak yerine getirmekte olup, İstanbul Şehir Üniversitesi tarafından yayımlanan basın açıklamasında haksız ve mesnetsiz olarak ifade edildiği şekilde bir misyonun tarafımıza yüklenemeyeceği açıktır. Bankalar hakkında güven ve itibarı sarsacak nitelikte açıklama, yayın, haber ve yorumlar yapılması, Bankacılık Kanunu’nun ‘İtibarın Korunması’ hakkındaki hükümlerine aykırılık teşkil etmektedir.

Bankamız, bu tür yanıltıcı açıklama, yayın, haber ve yorum yapanlar hakkında cezai ve hukuki her türlü yasal haklarını saklı tutmaktadır.

Bankamızın, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da yasal mevzuata ve bankacılık uygulamalarına uygun şekilde, tüm müşterilerimize eşit mesafede faaliyet göstermeye devam edeceğini; gerçekle bağdaşmayan yanıltıcı açıklama, yayın, haber ve yorumlara itibar edilmemesini kamuoyunun bilgilerine saygıyla sunarız.”[15]

Halk Bankası’nın basın açıklamasına üniversiteden anında cevap, noter aracılığıyla 2. basın açıklaması şeklinde gelmiştir:

"T.C. Halkbank A.Ş., dün (15.10.2019) web sitesinden yapmış olduğu bir açıklama ile İstanbul Şehir Üniversitesi hesaplarına ilişkin yapılan hukuksuz ihtiyati haciz işleminin bankacılık teamüllerine ve hukuka uygun olduğunu iddia etmektedir. Bankaya 15.10.2019 tarihinde noter aracılığıyla göndermiş olduğumuz ihtarnameyi kamuoyu ile paylaşma zarureti doğmuştur.”[16]

5 sayfadan oluşan basın açıklaması, süreçte yaşananları özetleyerek Halk Bankası’nın iddialarına, çok yüksek eleştirel dozda, belgesel mahiyette bir cevap vermiştir. Üniversite’nin bu ikinci basın açıklamasında, 9.10.2019 tarihli ortak toplantıdaki mutabakattan “bir gün sonra” bankanın haciz kararı aldırması sorgulanmakta, Bankanın asıl niyetinin “Şehir Üniversitesi’nin Garantör üniversiteye devredilebilmesi için bir hukuksal zemin hazırlamak” olduğuna dikkat çekilmektedir:

“5-Yaklaşık altı (6) aydır, tüm iyi niyetimizle yapmakta oluğumuz görüşmeler ve son toplantıdaki davranış ve beyanlarınız ile tamamıyla çelişik şekilde, söz konusu toplantıdan bir gün sonra, yetkisiz mahkemeye yapılan müracaat ile hiçbir teminat gösterilmeksizin, İstanbul 18. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2019/1384 D. İş sayılı dosyasından tesis edilen ihtiyadi haciz kararına istinaden İstanbul 4. İcra Müdürlüğü’nün 2019/38163 E. sayılı dosyası üzerinden muhtelif bankalarda mevcut tüm hesaplarımıza ihtiyadi haciz konulmuştur. “Tarafınızca yukarıda zikredilen banka hesaplarına yapmış olduğunuz hukuksuz haciz işlemi, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun (“2004 sayılı Kanun”) en temel emredici prensiplerine ve dürüstlük kuralına aykırıdır. Buna ek olarak, banka çıkarlarını koruma amacı gütmeyen bu hukuksuz ve tuhaf işlem, Üniversitemizin garantör üniversiteye devrini, “sözde” hukuken mümkün kılmak amacıyla Kanun, yerleşik Yargıtay içtihatları ve doktrin görüşlerine aykırı şekilde alelacele gerçekleştirilmiş bir işlemdir.”[17]

Üniversitenin Halk Bankası’nın gerçekleştirdiği haciz işleminde itiraz ettiği çok temel bir nokta, önce rehne müracaat zorunluluğu” ilkesinin Halk Bankası tarafından ihlal edilip bir hukuk cinayeti işlendiğidir:

6- Akademik ve idari çalışanlarımızın maaşlarını, öğrenci burslarını, Erasmus, TÜBİTAK, AB hibelerini, proje fonlarını, şebeke giderlerini ve günlük rutin harcamaları ödediğimiz hesaplar üzerinde uyguladığınız hacizler, 2004 sayılı Kanun’un 7. maddesi ile “Rehinle temin edilmiş bir alacağın borçlusu iflasa tabi şahıslardan olsa bile alacaklı yalnız rehinin paraya çevrilmesi yoluyla takip yapabilir. Ancak rehinin tutarı borcu ödemeğe yetmezse alacaklı kalan alacağını iflas veya haciz yoluyla takip edebilir.” şeklinde düzenlenen ve yerleşik Yargıtay uygulaması ile de kabul gören “önce rehne müracaat zorunluluğu” ilkesine açıkça aykırılık teşkil etmektedir.”[18]

“7- Kaldı ki bilindiği üzere, 2004 sayılı Kanun’un 257. maddesi “Rehinle temin edilmemiş ve vadesi gelmiş bir para borcunun alacaklısı, borçlunun yedinde veya üçüncü şahısta olan taşınır ve taşınmaz mallarını ve alacaklarıyla diğer haklarını ihtiyaten haczettirebilir” şeklinde düzenlemeyi havi olup, Bankanız lehine tarafımızca tesis edilen ipotekler mevcutken ve Üniversitemiz tarafından kredi borcuna istinaden toplam kredi tutarını fazlasıyla karşılayan ek teminat verilerek kredi riskiniz ortadan kaldırılmışken, Bankanız tarafından ihtiyati haciz yoluna başvurulması iyiniyetli olmadığınızı ve eylemlerinizin hukuka aykırı olduğunu açıkça göstermektedir. Nitekim konuya ilişkin olarak, yerleşik uygulama hâlini almış Yargıtay içtihatları da bu doğrultuda olup, Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 17.01.2014 tarihli, 2013/18040 E. Ve 2014/998 K. sayılı ilamı, “…İİK’nın anılan maddesine göre aleyhine ihtiyati haciz istenenin lehine verilmiş bir rehin söz konusu ise alacaklının rehin tutarı kadar alacağı için öncelikle rehne başvurması gerekir.” şeklinde içtihat edilmiştir. Sarih Kanun hükmü ve yerleşik Yargıtay içtihatları doğrultusunda, Üniversitemiz tarafından temin edilen ipotekler mevcutken Bankanız tarafından ihtiyati haciz kararı alınması açıkça hukuka aykırılık teşkil etmektedir.

Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nun ilamında açıkça 2004 sayılı Kanun’un 45/1. maddesinin emredici nitelikte olduğu ifade edilmiştir. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nun 26.05.2019 tarihli, 2017/2 E. ve 2017/3 K. Sayılı ilamında aynen, “Takip hukukumuzda emredici mahiyette birçok hüküm mevcuttur. Örneğin konuya ilişkin olarak, İİK.45. maddesindeki düzenlemeye göre, rehinle temin edilmiş olan alacak için (kural olarak) ilk önce rehnin paraya çevrilmesi yolu ile takip yapılması zorunludur. Alacaklı ilamlı veya ilamsız haciz yoluna veya genel iflas yoluna başvuramaz. İşte bu madde emredici mahiyettedir.” şeklinde içtihat edilmiştir. …Bankanız tarafından usulsüz ve hukukumuzun emredici hükmüne aykırı şekilde alınan ihtiyati haciz kararından ivedilikle vazgeçilerek, Üniversitemiz banka hesapları üzerinde tesis edilen hacizlerin fek ettirilmesini talep ederiz.”[19]

Üniversite yönetiminin itiraz ettiği bir başka nokta da, ekonomik kriz dönemlerinde “inşaat şirketlerinden spor kulüplerine kadar tüm firmaların borçları yeniden yapılandırılırken, kamu hizmeti sunan bir eğitim kurumu olan üniversitenin bundan niçin yararlandırılmadığıdır.”

“8-.Ülkemiz ekonomisinin makro göstergeler bakımından pozitif gelişmeler gösterdiği bugünlerde hükümetimizin ekonomi politikaları muvacehesinde inşaat şirketlerinden spor kulüplerine kadar tüm firmaların borçları yeniden yapılandırılırken, kamu hizmeti sunan bir eğitim kurumu olan üniversitemizin kredisinin yeniden yapılandırılması yerine hukuka aykırı bir şekilde, hukuken mümkün olmayan icra yolunun tercih edilmesi, Bankanızın alacağını tahsil etmekten ziyade başka bir amaca hizmet edildiğini izahtan vareste kılmaktadır.”[20]

Üniversite yönetimi, Banka hukukçularının ve Banka genel müdür ve yönetimlerinin “önce rehne müracaat zorunluluğu” ilkesini bilmemeleri, bilememelerinin mümkün olmadığına, bu nedenle de verdikleri kararın anormalliğine dikkat çekmektedir: “Önce rehne müracaat kuralı” icra ve iflas hukukunun emredici ve en temel kurallarından birisi olduğu hususu ortalama hukukçunun malumudur. Böylesine bir kuralın kurumunuzun hukuk departmanının değerli hukukçuları tarafından atlandığına inanmamızı beklemeniz hayatın olağan akışına aykırılık teşkil etmektedir. Söz konusu hukuksuz işlemin Genel Müdür ve Yönetim Kurulu’nun bilgisi dâhilinde olmaması mümkün değildir.”[21]

Halk Bankası yönetimi, üniversite yönetiminin 15.10.2019 tarihli noter tasdikli, belgesel mahiyetteki 2. basın açıklamasına, 14 gün geçmiş olmasına rağmen henüz bir cevap vermemiştir.

Niçin Halk Bankası yönetimi, bu basın açıklamasına bir cevap vermiyor, bir açıklamada bulunmuyor? Eğer üniversite yönetiminin Halk Bankası yönetimine yönelttiği sorulara, verdiği cevaplara, hukuk dersini andıran hatırlatmalara, Halk Bankası yönetiminin verecek bir cevabı yoksa, o zaman Halk Bankası kastı davranmış, isteyerek ya da istemeyerek hata yapmıştır. Halk Bankası yönetimine bunca hatayı, tezatlı davranmayı kim yaptırtmıştır?

AK Parti eski milletvekili Ayhan Sefer Üstün, "Hükümet, Merkez Bankası, Bankalar; şirketler, işletmeler batmasın diye seferber olmuşken, Halkbank'ın üniversite kapatma hamlesi tuhaf değil mi?" demiş olmasıyla[22]AK Parti  eski milletvekili Mehmet Ocaktan’ın, “…Devletin içinden bazı zevat kurcalıyor.” demiş olmasıyla[23]  ve Şehir Üniversitesi yönetiminin Halk Bankası yönetimine “Böylesine bir kuralın kurumunuzun hukuk departmanının değerli hukukçuları tarafından atlandığına inanmamızı beklemeniz hayatın olağan akışına aykırılık teşkil etmektedir. Söz konusu hukuksuz işlemin Genel Müdür ve Yönetim Kurulu’nun bilgisi dâhilinde olmaması mümkün değildir.” şeklinde verdiği cevap arasında ciddi bir örtüşme ve ima vardır.

Bu son üç değerlendirmenin ortak paydası, bizim ısrarla dikkat çekmeye çalıştığımız, Türkiye’nin kılcal damarlarına nüfuz etmiş “gizli”, “kirli”, “pis” “bir elin”, “bir gücün” var olduğudur.[24]

Türkiye’ye Türkiye İçinde Operasyon Çeken “Gizli El”, “Karanlık Güç” Kimdir?

1963 yılında Başbakan İsmet İnönü, daha şahsiyetli bir dış politika izlenememesinin nedenini, Türkiye’nin kılcal damarlarına sızmış olan “yabancı insan unsurunun” var olması ile açıklamıştır.[25] Eski bakan ve senatörlerden Kamuran İnan 1995 yılında, “Küresel güçlere ‘Hayır Diyenlerin’ başlarına gelen olaylara” ve “ülke içindeki gizli kuvvetlerin gücüne”[26] ısrarla dikkat çekmiştir. Keza içişleri eski bakanı Sadettin Tantan, “Bu ülkede nüfuz casusları var.” derken böyle bir gücün varlığına işaret etmiştir.

Kim bu “nüfuz casusları”? 27 Mayıs darbesini organize eden, başlatıp yürüten güçlü ekip(14’ler), anî bir operasyonla(13 Kasım operasyonu), daha “başka bir güç tarafından” yurt dışına gönderilerek tasfiye edilmiştir. 27 Mayıs darbe sürecinde ‘6 Haziran olayı’ diye adlandırılan olayla ilgili Albay Talat Aydemir, arkadaşına yazdığı mektupta, ordu içerisinde gittikçe kuvvetlenen “Masonik bir hâkimiyetten” şikâyet etmiştir.[27]

Türkiye’de Ordu ile halkı en keskin bir şekilde karşı karşıya getiren ve halkın temel değerlerine doğrudan cephe alan bir darbe özelliğinde ki 28 Şubat postmodern darbesi, Atilla İlhan’a göre “Sabetayist-Masonik bir kadronun eseridir”[28] ve  “12 Eylül yani Turgut Özal'dan İsmail Hakkı Karadayı'nın Genelkurmay Başkanlığına kadar olan dönem içerisinde yönetim tamamıyla dış merkezlidir.” [29]

Türkiye’de Gülen şantaj ve terör hareketi ile ilgili başlatılıp yürütülen temizlik operasyonları için Başbakan Yıldırım, 01.08.2016 tarihinde, özel bir açıklama yapmış ve süreçle ilgili bir yol haritası ortaya koymuşturFakat işin pratiğinin buna uymadığı kısa zamanda görülmüştür.[30] Süreçle ilgili Cumhurbaşkanı Erdoğan “At izi, it izine karışmış vaziyette.” tarzında bir değerlendirme yapmıştır.[31] Dönemin Cumhurbaşkanlığı Kurumsal İletişim Başkanı Mücahit Küçükyılmaz, “…bu operasyon ‘bize’ dönmüş demektir!” “…28 Şubatçılarla FETÖ temizliği yapılamaz.”[32] tarzındaki açıklaması, mesaj dolu ve daha da anlamlıdır. Dönemin Başbakanlık Başmüşaviri Abdülkadir Özkan’ın yaptığı açıklamalarda, “FETÖ ile ilgili yürütülen süreci siyasal iktidarın yönetmediği”, “siyasal iktidara rağmen başka gizli bir gücün, elin bu süreci yönettiği” ve “sürecin siyasal iktidarı yıpratmasına rağmen siyasal iktidarın sürece müdahil olmadığı/olamadığını” ifade etmesi çok daha anlamlıdır.[33] AK Parti Gaziantep eski milletvekili Şamil Tayyar’ın,  CHP milletvekili Enis Berberoğlu’nun tutuklanması üzerine “AK Partiye operasyon çekiliyor.”[34] şeklinde yaptığı açıklama, gizli bir elin ve gücün var olduğunu işaret ediyor. Siyasi iktidarlara rağmen siyasî iktidarların aleyhine olacak tarzda bu operasyonu çeken güç, kimdir?  Bu gizli el kimin elidir? Türkiye “Henüz Vakit Varken”, bu soruların cevaplarını duygusal davranmadan vermeli, verebilmelidir. İç bütünleşme, kaynaşma için bu şarttır.

Şehir Üniversitesi Provokasyonu ve Sosyolojik Savaş

Sosyolojik Savaş, “sosyoloji teorilerinin savaş fenomenine uygulanarak, hedef toplumun işleyişine yöneltilen sosyolojik müdahaleleri ifade eden bir kavramdır.”[35]  Sosyolojik savaşta, hedef alınan toplumun dayanışma ve bütünleşme kapasitesini zayıflatma, ortadan kaldırma, tahrif etme-dönüştürme amaçlanır. Toplumdaki farklı sosyal güçler, karşı karşıya getirilir ve farklı kesimler aktif halde kitlesel çatışmaya sokularak toplum bir kaosa sürüklenir. Ardından hedef topluma müdahale edilerek toplum, yeni ortak paydalar etrafında şekillendirilip yapılandırılır.[36]  Bunun için, 1- Bireyleri ayrıştırma ve çatıştırma, 2- Cemaatleri/hareketleri ayrıştırma ve çatıştırma, 3- Mezhepleri ayrıştırma-çatıştırma, 4-Kavimleri ayrıştırma-çatıştırma, 5- Sınıfları ayrıştırma-çatıştırma, 6- Halkları ayrıştırma-çatıştırma, 7- İdeolojileri ayrıştırma-çatıştırma, 8- Dinleri ayrıştırma-çatıştırma sosyolojik savaş stratejisinde esastır.

Bize göre 15 Temmuz İhanet Hareketi, askeri boyuttan ziyade sosyolojik savaş boyutu önemli olan çok özel bir darbe şeklidir. 15 Temmuz İhanet Hareketi, sosyolojik savaş amaçlı bir askeri darbe girişimi olduğu için darbeci şer ittifakı, darbe sonrası süreci Türkiye’de yeni fay hatları inşa etmek ve var olan fay hatlarını enerji ile doldurup harekete geçirmek üzerine bir strateji izlemektedir. Dolaylı harp stratejisine uygun olarak çok ciddi kirli bilgi yaymakta, zihinsel bir kaos oluşturup insanların birbirlerine olan güvenini yıkarak bireyselleştirmek istemektedir. Bu süreçte en tehlikeli insan unsuru olan kifayetsiz muhterisleri kullanmaktadır.

Şehir Üniversitesi üzerinden yürütülen operasyona/provokasyona bu açıdan bakmakta fayda vardır. Çatışma görünürde bazı siyasi isimler üzerine inşa ediliyor gözükmüş olabilir. Bu yolla taraftarların daha kolay çatışmaya sokulması öngörülüp planlanmaktadır. 

15 Temmuz İhanet Hareketi sonrasında “açığa alma, ihraç etme ve tutuklama ” ile ilgili tutulan yol ve yaklaşımın kim tarafından ve nasıl planlandığı açığa kavuşturulamamıştır. Bu konudaki yanlış uygulamaların neden olduğu bunalım ve gerilim devam etmekte, var olan fay hatlarında enerji birikimi olurken yeni fay hatları da inşa edilmektedir.

Bize göre Şehir Üniversitesi operasyonu da sürecin devamı olup aynı güç tarafından, aynı amaçlı olarak yapılmış ve de yürütülmektedir.  Şehir Üniversitesi operasyonunun bir boyutu da beyin göçünün sağlanmasıdır. Üniversite bünyesinde var olan çok kıymetli akademisyenlerin bıktırılması, “Lanet olsun!” dedirtilerek ülke dışına göç ettirilmesi amaçlanmış olabilir.

Sonuç: “İnsanlar Arasında Hak İle Hükmetmek”

Her türlü sorunun çözümü için nirengi nokta, hak ve adalet olmalıdır(57 Hadid 25; 38 Sad 26). Allah’a ve Ahiret gününe iman edenlerin, nefsi davranmaması, kin ve nefretle hareket etmemesi, adil davranmaları imanın bir gereğidir(5 Maide 8).

Şehir Üniversitesi Provokasyonu bağlamında Hz. Davud’un “İki Davalı Kardeş Kıssasını” hatırlamakta, hatırlatmakta fayda vardır(38 Sad 18-29). İbadetle meşgul iken Hz. Davud’un odasına kardeş olduğunu söyleyen iki yabancı girmiştir. Kardeşlerden birinin 99 koyunu diğerinin ise tek bir koyunu vardır. 99 koyunu olan kardeşinin tek koyununu alıp kendi koyunlarına katmak istemektedir. Böyle yapmakla da kardeşine iyilik yaptığını belirtmekte, kardeşinin daha kârlı olacağını iddia edip kardeşini etkilemektedir.

Hz. Davud, tek koyunu olan kardeşi dinledikten sonra kararını hemen vermiştir:   “(Davud) Dedi ki: ‘Andolsun senin koyununu, kendi koyunlarına (katmak) istemekle sana zulmetmiştir. Doğrusu, (emek ve mali güçlerini) birleştirip katanlardan(ortak) çoğu, birbirlerine karşı tecavüz ederler; ancak iman edip de salih amellerde bulunanlar başka. Onlar da ne kadar azdır.’” (38 Sad 24).

Hz. Davud, dava edeni dinlemiş, fakat dava edileni dinlemeden hemen yukarıdaki kararı vermiştir. Hata yaptığını anlamış hemen secde ederek Allah’tan kendisini af etmesini, bağışlamasını istemiştir. Allah da onu bağışlamıştır. Bununla beraber Hz. Davud uyarılmış, hak, hukuk ve adalet konularında nasıl davranması gerektiği belirtilerek yol gösterilmiştir: “Ey Davud, gerçek şu ki, biz seni yeryüzünde bir halife kıldık. Öyleyse insanlar arasında hak ile hükmet, istek ve tutkulara (hevaya) uyma; sonra seni Allah'ın yolundan saptırır. Şüphesiz Allah'ın yolundan sapanlar, hesap gününü unutmalarından dolayı onlar için şiddetli bir azap vardır.” (38 Sad 26)

Sad Suresinin 26. ayetinde, sadece bir siyasal partinin, cemaatin, tarikatın, mezhebin ya da bir dinin veya bir kavmin mensupları arasında “hak ile hükmedilmesi” istenmemektedir; “insanlar arasında hak ile hükmedilmesi” istenmektedir. Hak ile hükmedilmesi konusuna, ateistler de, komünistler de, dinsizler de, dinliler de her kes dâhildir.  Bu noktada yapılan adaletsizliğin hesabı, ahirette mutlaka verilecek, hesabı sorulacaktır. Bu asla unutulmamalıdır.

Şehir Üniversitesi Operasyonuna, bu kapsamda bakılmasında fayda vardır. Şehir Üniversitesi’nin 15.10 2019 tarihli, noter tasdikli basın açıklamasında yer verilen belgelere, ortaya konan iddialara, Halk Bankası yönetimi gerekli, tatmin edici, belgelere dayalı bir cevap vermelidir. Aksi takdirde gelecek nesillere çok kötü bir miras bırakmış olacaktır. “Kirli, pis gizli elin, gizli gücün” ekmeğine yağ sürülecek; 15 Temmuz İhanet Hareketi’nin Sosyolojik Savaş boyutuna hizmet edilmiş olacaktır. Bu nedenle Halk Bankası yönetimi belgelere dayalı gerekli açıklamaları yapmalı, hata yapmış ise de hatasını düzeltmelidir.  Toplumda daha fazla gerilim ve kamplaşma olmadan ombudsmanlık sistemi devreye girmeli, tarafları bir masa etrafında toplayıp aralarında adil bir arabuluculuk yaparak gittikçe tırmanan toplumsal gerilimi düşürmelidir.  Hatalı taraf özür dilemelidir. Henüz vakit varken, yarın çok geç olabilir! O nedenle;  “Ey iman edenler, adil şahitler olarak Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.”(5 Maide 8).

Ve unutmayın! Adalet yoksa barış da olmayacaktır.


[1] Yıldıray Oğur, “Nasıl olsa bir gün bir arşivde okuruz...”,  Karar,
yildirayogur@karar.com23.10.2019.

[2] Şehir Üniversitesi’nin 14.10.2019 Tarihli Basın Açıklaması.

[3] Rektör Prof. Dr. Peyami Çelikcan’ın Basın Toplantısı, Kartal Haber, 24 Ekim 2019.

https://www.sehir.edu.tr/tr/Documents/Istanbul_Sehir_Universitesinden_Halkbank_Aciklamasi.pdf 

[4] Yıldıray Oğur, “Nasıl olsa bir gün bir arşivde okuruz...”,  Karar,
yildirayogur@karar.com23.10.2019.

[5] Yıldıray Oğur, “Nasıl olsa bir gün bir arşivde okuruz...”,  Karar,
yildirayogur@karar.com23.10.2019. Rektör Prof. Dr. Peyami Çelikcan’ın Basın Toplantısı, Kartal Haber, 24 Ekim 2019.

https://www.sehir.edu.tr/tr/Documents/Istanbul_Sehir_Universitesinden_Halkbank_Aciklamasi.pdf 

[6] Yıldıray Oğur, “Nasıl olsa bir gün bir arşivde okuruz...”,  Karar,
yildirayogur@karar.com23.10.2019.

[7] Yıldıray Oğur, “Nasıl olsa bir gün bir arşivde okuruz...”,  Karar,
yildirayogur@karar.com23.10.2019. Rektör Prof. Dr. Peyami Çelikcan’ın Basın Toplantısı, Kartal Haber, 24 Ekim 2019.

[8] Seda Çakır, “Şehir Üniversitesi'ne tedbirin amacı kayyuma kapı açmak”, Karar.Com 16.10.2019, Karar. Şehir Üniversitesinin 15.10.2019 Tarihli Basın Açıklaması; https://medyanotu.com/sehir-universitesinden-halkbanka-ihtarname/ https://www.karar.com/ekonomi-haberleri/sehir-universitesinden-halkbanka-ihtarname-1365950#

[9] Yıldıray Oğur, “Nasıl olsa bir gün bir arşivde okuruz...”,  Karar,
yildirayogur@karar.com23.10.2019. Şehir Üniversitesi’nin 14.10.2019 Tarihli Basın Açıklaması. Rektör Prof. Dr. Peyami Çelikcan’ın Basın Toplantısı, Kartal Haber, 24 Ekim 2019. https://www.sehir.edu.tr/tr/Documents/Istanbul_Sehir_Universitesinden_Halkbank_Aciklamasi.pdf .Seda Çakır, “Şehir Üniversitesi'ne tedbirin amacı kayyuma kapı açmak”, Karar.Com 16.10.2019, Karar. Şehir Üniversitesinin 15.10.2019 Tarihli Basın Açıklaması; https://medyanotu.com/sehir-universitesinden-halkbanka-ihtarname/ https://www.karar.com/ekonomi-haberleri/sehir-universitesinden-halkbanka-ihtarname-1365950#

[10] Şehir Üniversitesinin 15.10.2019 Tarihli Basın Açıklaması; https://medyanotu.com/sehir-universitesinden-halkbanka-ihtarname/

https://www.karar.com/ekonomi-haberleri/sehir-universitesinden-halkbanka-ihtarname-1365950#

[11] Şehir Üniversitesinin 15.10.2019 Tarihli Basın Açıklaması; https://medyanotu.com/sehir-universitesinden-halkbanka-ihtarname/

https://www.karar.com/ekonomi-haberleri/sehir-universitesinden-halkbanka-ihtarname-1365950#

[12] Şehir Üniversitesi’nin 14.10.2019 Tarihli Basın Açıklaması. Rektör Prof. Dr. Peyami Çelikcan’ın Basın Toplantısı, Kartal Haber, 24 Ekim 2019.

https://www.sehir.edu.tr/tr/Documents/Istanbul_Sehir_Universitesinden_Halkbank_Aciklamasi.pdf 

[13] Şehir Üniversitesinin 15.10.2019 Tarihli Basın Açıklaması; https://medyanotu.com/sehir-universitesinden-halkbanka-ihtarname/

https://www.karar.com/ekonomi-haberleri/sehir-universitesinden-halkbanka-ihtarname-1365950#

[14] Şehir Üniversitesinin 15.10.2019 Tarihli Basın Açıklaması; https://medyanotu.com/sehir-universitesinden-halkbanka-ihtarname/

https://www.karar.com/ekonomi-haberleri/sehir-universitesinden-halkbanka-ihtarname-1365950# https://www.paramedya.com.tr/devami/39478/halk-bankasindan-sehir-universitesinin-tum-varliklarina-tedbir Yıldıray Oğur, “Nasıl olsa bir gün bir arşivde okuruz...”,  Karar,
yildirayogur@karar.com23.10.2019.

[15] Halk Bankasının 15.10.2019 Tarihli Basın Açıklaması; https://www.halkbank.com.tr/20295-istanbul_sehir_universitesi_hakkinda_kamuoyu_duyurusu

[16] Şehir Üniversitesinin 15.10.2019 Tarihli Basın Açıklaması; https://medyanotu.com/sehir-universitesinden-halkbanka-ihtarname/

https://www.karar.com/ekonomi-haberleri/sehir-universitesinden-halkbanka-ihtarname-1365950#

[17] Şehir Üniversitesinin 15.10.2019 Tarihli Basın Açıklaması; https://medyanotu.com/sehir-universitesinden-halkbanka-ihtarname/

https://www.karar.com/ekonomi-haberleri/sehir-universitesinden-halkbanka-ihtarname-1365950#

[18] ehir Üniversitesinin 15.10.2019 Tarihli Basın Açıklaması; https://medyanotu.com/sehir-universitesinden-halkbanka-ihtarname/

https://www.karar.com/ekonomi-haberleri/sehir-universitesinden-halkbanka-ihtarname-1365950#

[19] Şehir Üniversitesinin 15.10.2019 Tarihli Basın Açıklaması; https://medyanotu.com/sehir-universitesinden-halkbanka-ihtarname/

https://www.karar.com/ekonomi-haberleri/sehir-universitesinden-halkbanka-ihtarname-1365950#

[20] Şehir Üniversitesinin 15.10.2019 Tarihli Basın Açıklaması; https://medyanotu.com/sehir-universitesinden-halkbanka-ihtarname/ https://www.karar.com/ekonomi-haberleri/sehir-universitesinden-halkbanka-ihtarname-1365950

[21] Şehir Üniversitesinin 15.10.2019 Tarihli Basın Açıklaması; https://medyanotu.com/sehir-universitesinden-halkbanka-ihtarname/

https://www.karar.com/ekonomi-haberleri/sehir-universitesinden-halkbanka-ihtarname-1365950#

[22] Seda Çakır, “Şehir Üniversitesi'ne tedbirin amacı kayyuma kapı açmak”, Karar.Com 16.10.2019, Karar.

[23] http://www.krttv.com.tr/gundem/eski-akp-li-vekilden-sehir-universitesi-hakkinda-flas-iddia-h17571.html

[24] Can, B., “Sosyolojik Savaş Amaçlı 15 Temmuz İhanet Hareketinin Bir Yıllık Döneminin Değerlendirilmesi-1: Siyasî İktidara Rağmen Operasyonları Yürüten “Gizli Kirli El” Ve “Gizli Karanlık Güç” Kimdir?” Umran, Temmuz, 2017.

[25] Eymür, M., Analiz, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1991, S: 120-121.

[26] İnan K., Hayır Diyebilen Türkiye, Timaş, İst. (1995), s 28-35.

[27] Yavi, E., İhtilalci Subaylar, Yazıcı Yayınevi, İzmir, 2003, s. 385.

[28] İlhan, A.,  “28 Şubat da, Son Operasyonlar da Cumhuriyet'in Savunma Refleksi”,  Yeni Şafak, 24.04.2001.

[29] Coşkun, M, Çakmak, N., “Attila İlhan'la Çeşitli Konulardan...,” Röportaj, Milli Gazete  22-23-24.03.2003.

[30] Çelik, M., “Yaşla Kuru Bir Arada Yanmayacak”, Vatan, 01.08.2016.

[31] Erdoğan'dan FETÖ operasyonları yorumu: At izi it izine karıştı, 07.09.2016, İHA.

[32] Mücahit Küçükyılmaz,06 Eylül 2016 Salı 17:20, twitter hesabı.

[33] http://www.milatgazetesi.com/feto-bati-nin-piyonu-haber-114729

[34] Tayyar, Ş., Aydınlık, 16 Haziran 2017. Sayfa 9.

[35] Çağlayan, Y., Osmanlıdan Ortadoğu’ya Sosyolojik Savaş, Etkileşim, İstanbul, 2013, s. 43-45.

[36] Çağlayan, Y., Osmanlıdan Ortadoğu’ya Sosyolojik Savaş, Etkileşim, İstanbul, 2013, s. 43-45.

1 Ekim 2019 Salı

Bir İfsâd Hareketi Olarak Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi-6: 2011 İSTANBUL SÖZLEŞMESİ VE 6284 SAYILI YASA ASİMİLASYON VE KENDİ KENDİNİ SÖMÜRGELEŞTİRME PROJESİDİR


(Umran Dergisi Ekim 2019 Yazısıdır)

6284 Sayılı Aileyi Koruma(!) Yasası, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu ve 4721 Türk Medeni Kanunu, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ve 2011 İstanbul Sözleşmesi referans alınarak hazırlanmıştır. Tüm bu yasa ve uygulama yönetmeliklerinde kullanılan dil, kavramlara yüklenen anlamlar, kavramlara yapılan vurgular ve şiddet kavramına çizilen çerçeve, bir psikolojik savaş mantığının ürünüdür. Özellikle, “sözlü” ve “psikolojik şiddete” ilişkin tanımlama, ahlak sisteminin kullandığı her türlü kınama ve sözlü müeyyideyi imkânsız hale getirmektedir. O nedenle 2011 İstanbul Sözleşmesi ve 6284 Sayılı Yasa’nın ahlak sistemi üzerinde yapacağı tahribatı ele alıp değerlendirmekte fayda vardır. Bu yazıda bu konu ele alınmaktadır.

Ahlak Nedir?

Ahlak kelimesi: Arapça bir kelime olup, huy, seciye, mizaç manasına gelen hulk (veya hulûk) kelimesinin çoğuludur. Hulk; din, tabiat ve seciye mânâlarına gelir. İnsanın beden ve ruh bütünlüğü ile alâkalıdır.[1]

Literatürde ahlak ile ilgili yapılmış değişik tanımlamalar mevcuttur.[2]  İslâm âlimleri arasında yaygın olan tarif: “Ahlak nefiste yerleşen bir melekedir ki, fiil ve davranışlar fikri bir zorlamaya ihtiyaç olmadan, bu meleke sayesinde kolaylıkla ortaya çıkar.” Ahmet Rıfat; tarifte geçen “nefiste yerleşen meleke” ifadesini, “Kâtibin bir şey yazarken harf harf düşünmediği, saz çalan kimsenin çaldığı sazın ahengini nağme nağme düşünmediği gibi, ahlaki fiilin de kendiliğinden meydana gelmesi icap eder.”[3] diyerek açıklamıştır.

Literatüre yansıyan ahlaka ilişkin tariflerin analizinden ahlakın değerler sistemine dayandığı görülmektedir. Ahlakın temel fonksiyonu, değerler sisteminin ön gördüğü hayat tarzının korunmasıdır. Ahlakın ön gördüğü koruma, herhangi bir kanun gücü içermemektedir. Sergilenen bir söz, davranış ve bir fiil karşısında fertlerin içselleştirilmiş olarak kendiliğinden olumlu ya da olumsuz bir tarzda tepkisini ortaya koyması ahlakın kullandığı güçtür. Burada yergi ya da övgü vardır. ‘ayıp’, ‘utan’, ‘Allahtan kork kullardan utan’, ‘terbiyesiz herif’, ‘ahlaksız’ gibi ifadelerin kullanılması ile meydana getirilen bir baskı söz konusudur. Toplum tarafından içselleştirilme ve kendiliğindenlik, ahlakı etkili kılan ana unsurdur.

Toplumun ya da bireylerin böylesi bir tepki verebilmesi, ortak bir tavır belirlemesi, toplumun bireyleri arasında değerlere dayanan güçlü ortak paydaların olması ile mümkündür. Zaten ortak payda yoksa toplum, kimliğini kaybetmekte ve sürüleşmekte, kalabalıklara dönmektedir. 

Bütün bunları ve literatürdeki ahlak tanımlamalarını da göz önüne alarak daha genel bir ahlak tanımı yapmak mümkündür. Ahlak, bir değer sisteminin ön gördüğü hayat tarzını, kültür ve medeniyeti koruyan, ferdin etkileşim içerisinde olduğu kişi/toplum/kurum, tabiat/çevre, meslek/iş ile arasındaki ilişkilerini değer sistemine göre tanzim eden, fert ve toplum tarafından içselleştirilen, kendiliğinden dışa vurup tepki gösteren, kanun gücü, fiziksel ve cinsel şiddet içermeyen, yumuşak güç (soft power) kullanan ve insan tabiatına iyice yerleşmiş özel bir melekedir.

Değer sistemi, insanın ilişki kurduğu tüm alanlarla ilgili kurallar ve hükümler koyar. Bunlara ahlak kuralları denilmektedir. Ahlak sistemini oluşturan unsurları, değer sistemi, niyet, görev ve sorumluluk, müeyyide, fiil ve içselleşme-kendiliğindenlik olarak ifade edebiliriz.

Değer sistemleri içerisinde kural koyucu üst otoriteden gelen değerler ile o toplumun yüzyıllar içerisinde oluşturduğu örf, adet, gelenek, görenek ve töreler vardır. Örf, adet, gelenek, görenek ve törelerin yöresel özellikler içerebilmesi durumunda, ana iskelet sabit kalmak şartıyla ahlakı kurallar, yöreden yöreye değişiklik gösterebilir.

Değer sistemi, toplumun bütününü kuşatan emir ve yasakları ihtiva ettiği gibi, toplumdaki farklı yapılara, birimlere ilişkin bazı özel emir ve yasakları da ihtiva eder. Bu da, genel görev ve sorumluluklara ilave olarak daha özel görev ve sorumlulukların varlığını ön görür. Ferdin farklı görev ve sorumluluk alanlarını, ana değer sistemini ihdas eden yüksek otoriteye karşı, kendine karşı, ailesine karşı, akrabasına karşı, komşusuna karşı, topluma karşı, tabiat ve diğer canlılara karşı ve ferdin yöneticilere, yöneticilerin topluma karşı görev ve sorumlulukları olarak sınıflandırabiliriz. Bu farklı, özel görev ve sorumluluk alanları, özel ahlak kurallarının ortaya çıkmasına sebebiyet vermiştir. Bu durumda ahlak sistemleri, genel olarak, aşağıdaki alt ahlak alanlarını bünyelerinde barındırırlar:

  • Kulluk ahlakı: Değerleri koyan yüksek otoriteye karşı uyulacak ahlaki kurallar.
  • Ferdi ahlak: Ferdin bizzat kendisine karşı uyması gereken ahlaki kurallar.
  • Aile ahlakı: Aile ilişkilerine ilişkin ahlaki kurallar.
  • Akrabalık ahlakı: Akrabalık ilişkilerine ilişkin ahlaki kurallar.
  • Komşuluk ahlakı: Komşuluk ilişkilerine ilişkin ahlaki kurallar.
  • Sosyal ahlak: Toplumsal ilişkilere ilişkin ahlaki kurallar.
  • Devlet ahlakı: Yöneten ve yönetilen ilişkilerine ilişkin ahlaki kurallar.
  • Çevre ahlakı: Tabiatla ve diğer canlılarla ilişkilerle ilgili ahlak kurallar.
  • Meslek ahlakı: Meslek veya işin gerektirdiği kurallara uyma sorumluluğu

Bu alt alanlar için ihdas edilen kurallar, birbirlerini karşılıklı olarak etkilerler. Ferdi ahlak için konan kurallar, diğer tüm ahlak alanlarını derinden etkiler.

İlk Ahlak Sistemleri

Ahlak sistemleri, ilk insanın yaratılışı ile birlikte İblis ile Hz. Âdem arasında ki mücadele sürecinde ortaya çıkar. Hz. Âdem ve eşi cennete yerleştirildiklerinde, kendilerine vazedilen emir yasaklarla belirlenen bir hukuk ve bir ahlak sistemi ortaya çıkmıştır. Kur’ân-ı Kerim’de yaratılışı anlatan ayetlerde bunu çok rahat bir şekilde görebilmekteyiz. (2/35-39, 7/19, 7/12-28, 17/61-63, 20/117-123, 38/75-85, 15/32-43)

Allah, Hz. Âdem ve eşine cennetteki hayatları ile ilgili gerekli olan değerleri, emir ve yasakları, helal ve haramları, tehlikeleri bildirdikten sonra, bunlara uymaması durumunda başlarına geleceklerle ilgili gerekli bilgiyi vermiştir. Emir ve yasaklarla ilgili kullanılan, yasaklar ihlal edildikten sonra kullanılan, İblisin isyanı ile ilgili kullanılan ve hidayetçilerle ilgili kullanılan kavramlar, ahlak sistemine ilişkin kavramlardır. Bunların, dini merkezli, ferdi ahlak, komşuluk ahlakı, sosyal ahlak ve çevre ahlakı ile ilgili olduğuna dikkat edilmelidir.

Yaratılış olayında ahlak sistemi açısından dikkat edilmesi gereken bir nokta da, iki kişilik bir aile ve bir toplumun var olmasıdır. Komşuları ise düşmanları olan İblis’tir. Yukarıda kullanılan ve de suç işleme sonrasında nedâmet duymalarından, tevbe edip af dilemelerinden, nefislerine zulüm ettiklerini söylemelerinden, değer koyan üst otorite olan Allah’a karşı gösterilen kulluk ahlakı; kendileri ile ilgili kınama, yargılama yaptıkları için fert, aile ve sosyal ahlak boyutunun var olduğunu söyleyebiliriz.

Ahlak sistemi ile ilgili tüm unsurlar, İblis açısından da incelenebilir. İblis nedâmet duymayıp üst otorite olan Allah’ı suçlamaktadır. Komşularına kötülük düşünmekte, onlara yalan söyleyerek aldatmaktadır. Mahiyetini bildiği şeylerle ilgili tam ters bilgiler vermektedir. Dolayısıyla tarihte ki ilk ve en büyük yalancı, hilekâr ve tuzak kurucu İblistir.

Ahlak açısından dikkat çeken bir başka nokta ise, Hz. Âdem ve eşinin çıplaklığa karşı gösterdikleri tepkinin, hayâ duygusu, içselleştirilmiş bir kendiliğindenlik şeklinde tezahür etmiş olmasıdır. Bu kendiliğinden vuku bulan tepki, insan fıtratına yerleştirilmiş bir melekeden-yazılımdan- dolayı meydana gelmiş olabilir. Bu durumda ahlakın iki bileşeni olduğunu söyleyebiliriz:

1. Yaratılıştan insan bünyesine yerleştirilen ahlakla ilgili bilgi.  

2. Değerlerin ve kuralların eğitim yoluyla kazanılması ile oluşan bilgi.

İki Ana Ahlak Sistemi: Güzel Ahlak, Kötü Ahlak

İblis’in isyan edip insanoğluna savaş açması ve Allah tarafından kendisine belli bir vakte kadar yaşama izni verilmesi ile iki farklı değer koyucu otorite var olmuştur: Allah ve İblis.

İblis, tevhidi değerleri çarpıtıp doğruyu yanlış, yanlışı doğru, helali haram, haramı helal göstereceğine dair yemin etmiştir. Bunu göz önüne alırsak şeytanı değerler, ya tevhidi değerlere tamamen karşı, ya da tevhidi değerlerin çarpıtılmış, saptırılmış, tahrif edilmiş şeklidir.  İnsan fıtratının bir ifadesi olduğu için tevhidi değer sistemi, insanı huzura mutluluğa götürür. Buna dayanan ahlak sistemi de güzeldir, yücedir ve doğrudur. Şeytani değer sistemi, insan fıtratına zıt olduğu için buna dayanan ahlak sistemi de, kötüdür, aşağıdır ve de yanlıştır.

Dolayısıyla yaratılış olayından günümüze güzel ve kötü ahlak olmak üzere iki ahlak sistemi, iki ayrı kaynaktan beslenerek nesilden nesle intikal ederek gelmiştir. Güzel ahlakla ilgili yaklaşık 18 ana kavram vardır ve bunlar tüm alt alanlarla ilişkilidir. Bunlar, âr, hayâ, edeb, iffet, namus, vakar, mizac, fıtrat, birr, rıfk, zühd, sılâ-ı rahîm, sabır, verâ, sehâvet, kerem, hak ve adalet kavramlarıdır.

Kötü ahlakla ilgili yaklaşık 18 ana kavram vardır ve bunlar da, tüm ana alt alanlarla ilişkilidir. Bunlar da, yalan, lanet, gıybet, buğz, koğuculuk, zan, tecessüs, tartışmacılık, hamr, hased, nifak, zulm, tekfir, fahşâ, kibir, hile, katılaşma, ğulûl kavramlarıdır.

Peygamberler, Allah’tan vahiy aracılığıyla bilgiyi alıp insanlığa ulaştırarak güzel ahlakı ihya etmek ve yerleştirmek için çalışmışlardır. Hz. Âişe’nin (radıyallahu anhâ) “Resûlüllah'ın ahlakı Kur’ân'dır.” demesi, peygamberin getirdiği ahlak sisteminin tamamen vahye dayandığı anlamına gelmektedir.

Peygamberler, Allah’ın takdir ettiği aralıklarla insanlığa gönderilerek güzel ahlak sisteminin nesilden nesile intikali etmesini sağlamışlardır. Kur’ân-ı Kerim’de peygamberimizle ilgili olarak “Ve şüphesiz sen, pek büyük bir ahlak üzerindesin.” (68/4) denmesi, bu silsilenin varlığına güzel bir işarettir. Nitekim Hz. Muhammed (s), “Ben ahlakî prensipleri tamamlamak üzere gönderildim.” buyurarak peygamberler silsilesinin getirdiği ahlak sistemini tamamlamak için gönderildiğini ifade etmiştir.

İblis’in ihdas ettiği değer sistemine dayanan ahlak sistemi, kötü ahlak sistemidir. Çünkü insan fıtratına zıttır ve de İblis, insanın helak olmasını istemektedir. Tarihi süreç içerisinde İblis’in yolundan gidip peygamberlerin inşa ve ihya ettiği ahlak sistemini bozanlar, Tağutlar, İblis’in elçileri olarak görev ifa edip, kötü ahlakı inşa etmeye çalışmaktadırlar (2/257; 16/36).

Güzel Ahlak Sistemi: İslâm Ahlak Sistemi

İslâm ahlak sisteminde, üst otorite Allah’tır. Bu ahlak sistemi, tevhidi değerleri merkez alarak inşa edilmiştir. Amacı, tevhidi değerlerin ön gördüğü bir hayat tarzının inşa edilmesi, ihya edilmesi ve de korunmasını sağlamaktır. İslâm ahlakındaki niyet unsuru Allah rızası, fiil unsuru ise sâlih ameldir. İslâm ahlak sisteminde niyet çok önemli bir unsurdur. Çünkü amelle niyet arasında ciddi bir bağ vardır. Hz. Peygamber (s.)’in; “Muhakkak ki, ameller niyetlere göredir.”[4] sözü, bu olgunun en güzel ifadesidir.

İslâm ahlak sisteminin dayandığı temelleri ortaya koyan birçok anahtar kelime vardır. Bu kavramların tümü, iman kavramı ile yakından ilişkilidir:  “Resûlüllah (s.): “Müminler arasında imanca en kâmil olanı, ahlakça en güzel olanıdır. En hayırlınız da ailesine hayırlı olandır.”[5] “İman yetmiş türdür. En üstünü 'Lâ ilâhe illâllah'tır, en aşağısı da yol üzerinde insanlara eziyet verecek bir şeyi kaldırmaktır. Hayâ da imanın bir bölümüdür.”[6]     

İslâm âlimlerine göre İslâm dininin gayesi, beş temel esası koruma altına almaktır: Dini, nefsi, aklı, nesli, malı. Bu esasın, ahlakı ilgilendiren tüm alt alanlarla doğrudan ya da dolaylı bir ilişkisi vardır. O nedenle güzel ahlakın ana gayesi bu 5 temel alanın korunmasıdır. Bu beş temel esasın korunması için tevhidi değerler birçok emir ve yasak ihtiva etmektedir. O nedenle İslâm âlimleri, İslâm ahlakının bir görev ve sorumluluk ahlakı olduğunu belirtirler.

Herhangi bir suç ve kötülük karşısında olaya, ya da olguya ilk müdahale eden değer sistemidir. Değer sistemi engel olamıyorsa, ahlak sistemi devreye girer; o da mani olamıyorsa hukuk sistemi devreye girer (Şekil 1).  Bu etkileşimin en güzel örneği Hz. Yusuf’un başına gelen olayda rahatlıkla görülebilir (12 Yusuf 22-35).

2011 İstanbul Sözleşmesi ve 6284 Sayılı Yasadaki Muğlak Kavramların Sebep Olacağı Zihinsel Tahribat

2011 İstanbul Sözleşmesi ve 6284 Sayılı Yasa’nın muhtevası ile ahlak sisteminin muhtevası arasındaki çatışmayı daha doğrusu savaşı daha iyi görebilmek için öncelikle bu iki yasada yer alan şiddet tanım ve çeşitlerini göz önüne almamızda fayda vardır (Şekil 2). Çünkü İstanbul Sözleşmesinin temel dayanağı şiddet olgusudur. Sözleşmede fiziksel, ekonomik, cinsel, psikolojik ve sözel şiddet olmak üzere beş farklı şiddet türü yer almaktadır.

2011 İstanbul Sözleşmesi ve 6284 Sayılı Yasa ve uygulama yönetmeliği incelendiğinde aile ortamı sanki bir savaş ortamıdır. Özellikle 2011 İstanbul Sözleşmesinin pek çok maddesinde şiddet kavramı bir şekilde geçmektedir.

2011 İstanbul Sözleşmesinde yer alan şiddet ile ilgili kavramlar şunlardır: “Kadına karşı şiddet”, “aile içi şiddet”, “kadınlara karşı toplumsal cinsiyete dayalı şiddet”, “toplumsal cinsiyet ayırımcılığı”, “psikolojik şiddet”, “fiziksel şiddet”, “cinsel şiddet”, “cinsel taciz”, “taciz amaçlı takip”, “ırza geçme de dâhil olmak üzere cinsel şiddet eylemleri”,  “zorla yapılan evlilikler”, “kadın sünneti”, “kürtaja ve kısırlaştırmaya zorlama”, “kadına karşı şiddetin yapısal özelliğinin toplumsal cinsiyete dayandığı”, “toplumsal cinsiyete dayalı şiddet”, “toplumsal cinsiyet temelli bir şiddet eylemi anlayışıyla”, “toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin kadın mağdurları”, “kadın olduğu için yöneltilen şiddet”, “sözde “namus” adına işlenen suçlar”, “kadınlara karşı ayrımcılık yapan yasa ve uygulamalar”, “kadınların güçlendirilmesine ilişkin politikalar”, “kadınların daha aşağı düzeyde olduğu düşüncesi”, “kadınların ve erkeklerin toplumsal olarak klişeleşmiş rollerine dayalı ön yargıların, törelerin, geleneklerin ve diğer uygulamaların kökünün kazınması”, “toplumsal klişelerden arındırılmış toplumsal cinsiyet rolleri”, “kadınların ve erkeklerin sosyal ve kültürel davranış kalıplarının değiştirilmesi”, “kadınlara karşı şiddetin ve aile içi şiddetin toplumsal cinsiyet boyutlu bir anlayışa dayalı olması”, “arabuluculuk ve uzlaştırma da dahil olmak üzere, zorunlu anlaşmazlık giderme alternatif süreçlerini yasaklamak”.

6284 Sayılı Yasa ve yönetmeliğinde yer alan şiddet ile ilgili kavramlar şunlardır: “Şiddet”, “ev içi şiddet”/”aile içi şiddet”, “kadına yönelik şiddet”, “şiddet mağduru”, “şiddet önleme ve izleme merkezleri”, “şiddet uygulayan”, “tedbir kararı”, “gecikmesinde sakınca bulunan hal”, “önleyici tedbir kararı”, “geçici koruma”, “hayati tehlike”, “korunan kişi”, “fiziksel, cinsel, psikolojik, sözlü veya ekonomik her türlü tutum ve davranış”, “şiddetin uygulandığı hususunda delil veya belge aranmaz”, “bu kanun kapsamındaki şiddetin sonlandırılması için çalışan ilgili sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği yapmak”, “fiziksel, duygusal, cinsel, ekonomik veya sözlü istismara veya şiddete uğrayanların”, “korunan kişinin talebi”, “çocuklarına yaklaşmaması”.

2011 İstanbul Sözleşmesinin 1. Maddesi Sözleşmenin maksatlarını ifade etmektedir. 1. Maddede tam 9 kez şiddet kavramı kullanılmaktadır. Şiddet kavramının bu kadar bol kullanıldığı bir sözleşmede ya da yasada beklenti, şiddeti ve türlerini kendi içinde tutarlı ve fakat teferruattan ari olacak tarzda tanımlamak olmalıydı ve tüm maddelerde bu tanımla uyumlu bir şekilde şiddet kavramı kullanılmalıydı. Yukarıda belirtilen kavramların tanımlandığı ya da geçtiği yerlere bakıldığı zaman kavramlarda bir muğlaklığın olduğu görülmektedir.

İstanbul Sözleşmesi, 6284 Yasa ve yönetmeliğinde “kadına karşı şiddet”, “aile içi şiddet”, “ev içi şiddet “ tanımları yapılmaktadır: “İstanbul Sözleşmesi Madde 3- Bu Sözleşme maksatlarıyla: a- “kadına karşı şiddetten”, kadınlara karşı bir insan hakları ihlali ve ayrımcılık anlaşılacak ve bu terim, ister kamu ister özel yaşamda meydana gelsinler, söz konusu eylemlerde bulunma tehdidi, zorlama veya özgürlüğün rastgele bir biçimde kısıtlanması da dahil olmak üzere, kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik zarar ve acı verilmesi sonucunu doğuracak toplumsal cinsiyete dayalı tüm şiddet eylemleri olarak anlaşılacaktır;

Madde 3- b- “aile içi şiddet”, eylemi gerçekleştiren, mağdurla aynı ikametgâhı paylaşmakta olsun veya olmasın veya daha önce paylaşmış olsun veya olmasın, aile içinde veya aile biriminde veya mevcut veya daha önceki eşler veya birlikte yaşayan bireyler arasında meydana gelen fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik şiddet eylemleri olarak anlaşılacaktır;

d- “kadınlara karşı toplumsal cinsiyete dayalı şiddet”, bir kadına karşı,  kadın olduğu için yöneltilen veya kadınları orantısız bir biçimde etkileyen şiddet olarak anlaşılacaktır;”

“6284 Sayılı Yasa Madde 2- 1 b) Ev içi şiddet: Şiddet mağduru ve şiddet uygulayanla aynı haneyi paylaşmasa da aile veya hanede ya da aile mensubu sayılan diğer kişiler arasında meydana gelen her türlü fiziksel, cinsel, psikolojik ve ekonomik şiddeti,

1 ç) Kadına yönelik şiddet: Kadınlara, yalnızca kadın oldukları için uygulanan veya  kadınları etkileyen cinsiyete dayalı bir ayrımcılık ile  kadının insan hakları ihlaline yol açan ve bu kanunda şiddet olarak tanımlanan her türlü tutum ve davranışı,”

1 d) Şiddet:  Kişinin, fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik açıdan  “zarar görmesiyle veya acı çekmesiyle sonuçlanan veya  sonuçlanması muhtemel hareketleri, buna yönelik tehdit ve baskıyı ya da özgürlüğün keyfî engellenmesini de içeren, toplumsal, kamusal veya özel alanda meydana gelen  fiziksel, cinsel, psikolojik, sözlü veya ekonomik her türlü tutum ve davranışı,” (“6284 yönetmelik Madde 3- m’deki şiddet tanımı aynıdır.)

Bu maddelerde yer alan “ ‘kadına karşı şiddetten’, kadınlara karşı bir insan hakları ihlali ve ayrımcılık anlaşılacak” cümlesinde şiddetin ayrımcılıkla ilişkilendirilmesi ve Sözleşmede ayrımcılığın tanımlanmamış olması, uygulamada keyfilikler getirecek, yargıca göre cezai müeyyideler değişecektir. Ayrıca “özgürlüğün rastgele bir biçimde kısıtlanması” ifadesinde “rastgele kısıtlama” kavramsallaşmasında “rastgeleliği” tayın edecek etken nedir? Rastgele olmakla olmamak arasındaki sınır nasıl belirlenmektedir? Bu soruların cevapları Sözleşmede bulunmamaktadır.

“Kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik zarar ve acı verilmesi sonucunu doğuracak toplumsal cinsiyete dayalı tüm şiddet eylemleri olarak anlaşılacaktır” ifadesinde, kadınlara uygulanan bir şiddetin “toplumsal cinsiyete dayalı” olup olmadığının ölçüsü nedir? Bu ayırım neye göre ve kim tarafından yapılmaktadır ya da yapılacaktır?

Beşeri zaaflardan dolayı ortaya konan her türlü tepki ya da şiddeti, toplumsal cinsiyete dayandırmaktaki amaç nedir?

“Kadınlara karşı toplumsal cinsiyete dayalı şiddet”, “kadınları orantısız bir biçimde etkileyen şiddet olarak anlaşılacaktır” ifadesinde “orantısız bir biçimde etkileyen şiddet” ifadesinin “toplumsal cinsiyetle” bağı nasıl ve niçin kurulmuştur? anlaşılamamaktadır.

Benzer şekilde Sözleşmenin giriş kısmında “Kadına karşı şiddetin yapısal özelliğinin toplumsal cinsiyete dayandığını ve kadına karşı şiddetin, kadınların erkeklere nazaran daha ast bir konuma zorlandıkları en önemli sosyal mekanizmalardan biri olduğunun bilincinde olarak;” cümlesinde “Kadına karşı şiddetin yapısal özelliği”, “toplumsal cinsiyete” ile irtibatlandırılırken hangi veriler esas alınmıştır? Böyle veriler elde mevcut mudur? Elde sağlam veriler yok ise bu bağlantı hangi amaçla ve niçin kurulmuştur?

2011 İstanbul Sözleşmesi ve 6284 Sayılı Yasada Ahlak Sistemine Açılan Savaş

2011 İstanbul Sözleşmesinin ve buna dayanarak hazırlanan 6284 Sayılı Yasanın bir aile yıkım projesi olduğunun en güzel göstergesi, ahlak sisteminin öngördüğü müeyyideleri (yumuşak güç kullanmayı) şiddet kavramının kapsam alanına almış olmasıdır. (Okuyucunun bu kısmı daha iyi anlayabilmesi ve değerlendirebilmesi için ahlak kısmına bir kez daha bakmasında fayda vardır.)

Yukarıdaki bölümde dikkat çektiğimiz nokta, kavramların tanımlanmamış olması, tanımlananların da çok muğlak ve esnek olarak tanımlanmış olmasıdır. 6284 Sayılı Yasa ve yönetmeliğinde şiddet tanımı yapılmakta fakat  “fiziksel, cinsel, psikolojik, sözlü veya ekonomik her türlü tutum ve davranışı,” cümlesinde yer alan fiziksel, cinsel, psikolojik, sözlü veya ekonomik şiddet kavramları tanımlanmamaktadır. Sözlü şiddetle psikolojik şiddet arasındaki sınırın ne olduğu belli değildir. Oysa İstanbul Sözleşmesinin 3. Maddesi, tanımlara ayrılmıştır ve bu şiddet türlerinin hiçbiri orada tanımlanmamaktadır. Ancak İstanbul Sözleşmesinin 33. 35-40. Maddelerinde psikolojik, fiziksel ve cinsel şiddet kavramlarına tanımları gereği gibi yapılmadan yer verilmiştir: 

“İstanbul Sözleşmesi Madde 33- Psikolojik şiddet

Taraflar bir şahsın psikolojik bütünlüğünü zorlamayla veya tehditlerle ciddi bir şekilde bozmaya yönelik kasıtlı girişimlerin cezalandırılmasını temin edecek gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır.”

“İstanbul Sözleşmesi Madde 35- Fiziksel şiddet

Taraflar başka bir şahsa karşı kasten fiziksel şiddet eylemlerinde bulunmanın cezalandırılmasını temin edecek gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır.”

“İstanbul Sözleşmesi Madde 36- Irza geçme de dahil olmak üzere cinsel şiddet eylemleri

1- Taraflar aşağıdaki kasten gerçekleştirilen eylemlerin cezalandırılmasını sağlamak üzere gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır:

a- Başka bir insanla, rızası olmaksızın*, herhangi bir vücut parçasını veya cismi kullanarak, cinsel nitelikli bir vajinal, anal veya oral penetrasyon gerçekleştirmek;

b- Bir insanla, rızası olmaksızın*, cinsel nitelikli diğer eylemlere girişmek;

c- Başka bir insanın, rızası olmaksızın*, üçüncü bir insanla cinsel nitelikli eylemlere girmesine neden olmak.

2- Rıza, mevcut koşullar bağlamında değerlendirilmek üzere, şahsın özgür iradesi sonucunda gönüllü olarak verilmelidir.

3- Taraflar 1. fıkrada yer alan hükümlerin aynı zamanda iç hukukta kabul edilmiş olan, eski veya mevcut eşlere veya birlikte yaşayan bireylere karşı gerçekleştirilmiş eylemler için de geçerli olmasının temin edilmesi için gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır.”

“İstanbul Sözleşmesi Madde 40- Cinsel taciz

Taraflar bir şahsın onurunu ihlal etme etkisi yaratan veya bu maksatla gerçekleştirilen, ve özellikle de aşağılayıcı, düşmanca, hakaretamiz, küçük düşürücü veya saldırgan bir ortam yaratırken, her türlü istenmeyen, cinsel mahiyette sözlü veya sözlü olmayan veya Fiziksel davranışın cezai veya diğer yasal yaptırıma tabi olmasını temin etmek üzere gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır.”

Bu maddelerin tümü bir şekilde ahlak sistemi ile alakalıdır. Cinsel şiddet ve cinsel taciz ile ilgili maddelerde ayrıntı verildiği için bu maddelerin öne çekilerek ahlak sistemi ile olan ilişkilerini değerlendirmek yararlı olacaktır. Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için İstanbul Sözleşmesinin 4. Maddenin 3. fıkrasını hatırlamakta fayda vardır:

“İstanbul Sözleşmesi Madde 4-3- Taraflar bu Sözleşme hükümlerinin, özellikle de mağdurların haklarını korumaya yönelik tedbirlerin, cinsiyet, toplumsal cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi veya başka tür görüş, ulusal veya sosyal köken, bir ulusal azınlıkla bağlantılı olma, mülk, doğum, cinsel yönelim, toplumsal cinsiyet kimliği, sağlık durumu, engellilik, medeni hal, göçmen veya mülteci statüsü veya başka bir statü gibi, herhangi bir temele dayalı olarak ayrımcılık yapılmaksızın uygulanmasını temin edeceklerdir.”

Bu maddede “cinsel yönelim” denilen bünyesinde her türlü cinsel sapma hareketini barındıran bir kavrama (Şekil 3), üstü kapalı bir şekilde meşruiyet kazandırılmış ve her türlü ahlaki müeyyidenin uygulanmasından muaf tutulmuştur.

Ayrıca İstanbul Sözleşmesinin 36. Maddesinde “rıza” olduktan sonra, bizim dinimize, kültür ve medeniyet kodlarımıza göre “sapkınlık”, “çirkin hayâsızlık” ve “gayrı meşru” olan her şey meşrudur, yapılabilir ve de bunları hiçbir ahlaki ve de hukuki müeyyide uygulanamaz. Oysa Kur’ân-ı Kerim’e ve hadisler göre “zina günahtır”, “suçtur” ve hem ahlaki hem de hukuki “müeyyidesi vardır” (4/15, 25; 17/32; 24/2-9; 25/68; 33/30; 60/1265/1; Hadisler). Meramımı anlatmak açısından birkaç ayetin metnine yer vermekte fayda vardır:

“Zinaya yaklaşmayın, şüphe yok o, 'çirkin bir hayâsızlık' ve kötü bir yoldur.” (17 İsra 32)

 “Zina eden kadın ve zina eden erkeğin her birine yüzer değnek vurun. Eğer Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız, onlara Allah'ın dini(ni uygulama) konusunda sizi bir acıma tutmasın;  onlara uygulanan cezaya mü'minlerden bir grup da şahit bulunsun.” (24 Nûr 2)

“Ebû Hüreyre (r.a.): Allah bir beldeyi helak etmek istediğinde, orada zinanın açıkça iş­lenmesine fırsat verir.”[7]

Hz. Peygamber (s.): Zinadan sakının! Onun dört kötü neticesi vardır. Yüzün nuruna giderir. Rızkı keser. Rahman olan Cenab-ı Hakkı gazaba getirir. De­riyi de ateşe atar.[8]

Bu ayet ve hadislere göre konuşmak ve hareket etmek, İstanbul Sözleşmesi ve 6284 Sayılı Yasa’ya göre suçtur. Daha da vahim olan, bizim inanç sistemimiz, kültür ve medeniyet kodlarımıza göre “çirkin hayâsızlık”, “fahşânın en pis ve çirkin şekli” olan “eşcinselliğin” hukuki bir meşruiyete kavuşturulmasıdır. Oysa Kur’ân-ı Kerim’de ve hadislere göre eşcinsellik en ağır suçlardan ve eylemlerden biridir ve toplumların helak nedenidir. (6/86; 7/80-84; 11/70-89; 15/59-77; 21/74-7526/160-175; 27/56-59; 29/25-35; 37/133-138; 38/13;  50/1354/33-39).

“Lut'u da gönderdik, milletine “Dünyalarda hiç kimsenin sizden önce yapmadığı bir hayâsızlığı mı yapıyorsunuz? Siz kadınları bırakıp erkeklere yaklaşıyorsunuz, doğrusu çok aşırı giden bir milletsiniz.” dedi. (7/80-81). “Ve onların üzerine bir (azap) sağanağı yağdırdık. Suçlu-günahkârların uğradıkları sona bir bak işte.” (7/84). “Buyruğumuz gelince oraların altını üstüne getirdik; üzerine Rabbinin katından, işaretli olarak yığın yığın sert taş yağdırdık. Bunlar zalimlerden hiçbir zaman uzak olmayacaktır.” (11/82-83). “Şüphesiz onlar, bozulmaya uğrayan kötü bir kavimdi.” (21/74). “…onlar, sarhoşlukları içinde kör-sersemdiler.” (15/72). “Allah’ın sizler için yarattığı eşlerinizi bırakıp da, insanlar içinden erkeklere mi yaklaşıyorsunuz?  Doğrusu siz sınırı aşmış (sapık) bir kavimsiniz!” (26/165-166). “… yine de o çirkin utanmazlığı yapacak mısınız?” (27/54).  “…Gerçek şu ki, biz bu ülkenin halkını yıkıma uğratacağız. Çünkü onun halkı zalim oldular.” (29/31). “Şüphesiz biz, fasıklık yapmalarından dolayı, bu ülke halkının üstüne gökten iğrenç bir azap indireceğiz.” (29/34). “Yine de akıllanmayacak mısınız?” (37/138). “Sonra geride kalanları yerle bir ettik. Ve üzerlerine bir yağmur yağdırdık; uyarılıp-korkutulanların yağmuru ne kadar da kötü.” (26/172-173). “Res^lüllah (s.):  “Âmâyı yoldan men eden melundur. Bir hayvana temasta bulunan melundur. Lut kavminin iğrenç fiilini işleyen melundur.” [9]

Yukarıdaki ayet ve hadislerde geçen “hayâsızlığı mı yapıyorsunuz?”, “çok aşırı giden bir milletsiniz”, “suçlu-günahkârların uğradıkları sona bir bak”, “bunlar zalimlerden hiçbir zaman uzak olmayacaktır”, “bozulmaya uğrayan kötü bir kavim”, “sarhoşlukları içinde kör-sersem”, “sınırı aşmış (sapık) bir kavim”, çirkin utanmazlık yapmak”, “zalim”, “fasıklık yapmak”, “gökten iğrenç bir azap indirmek, “işaretli olarak yığın yığın sert taş yağdırmak”, “yerle bir ettik”, “üzerlerine bir yağmur yağdırdık”, “uyarılıp-korkutulanların yağmuru ne kadar da kötü”, “akıllanmayacak mısınız?” ve “Lut kavminin iğrenç fiilini işleyen melundur” ifadeleri, 2011 İstanbul Sözleşmesine ve 6284 Sayılı Yasa ve yönetmeliğine göre sözlü şiddet ve psikolojik şiddet kapsamına girmektedir. Dolayısıyla bu kavramların geçtiği hiçbir ayet kullanılamaz. Hukuki bir terim kullanmak gerekirse bunlar gibi olan ya da benzeyen ayet ve hadisler 2011 İstanbul Sözleşmesi ve 6284 Sayılı Yasa tarafından mülga edilmişlerdir/etkisiz kılınmışlardır, hatta suç ifadelerine indirgenmişlerdir.

Dolayısıyla 2011 İstanbul Sözleşmesi ve 6284 Sayılı Yasa yürürlükte oldukları sürece, kültür ve medeniyetimizin öngördüğü Ahlak sisteminin müeyyideleri kapsamına giren pek çok kavramı (Şekil 4) kullanmak artık suçtur.

2011 İstanbul Sözleşmesi Bir Asimilasyon ve Kendi Kendini Sömürgeleştirme Projesidir

Sözleşmenin 12. ve 42. Maddelerinde, Batının öngördüğü kültürel normlar hariç, diğer milletlerin kabul ettiği, benimsediği, asırların birikimi olarak meydana gelen, zenginleşen kültür, din, adet, gelenek ve törenin “kökünün kazınması” taraflardan istenmektedir:

“İstanbul Sözleşmesi Madde 12- 1- Taraflar kadınların daha aşağı düzeyde olduğu düşüncesine veya kadınların ve erkeklerin toplumsal olarak klişeleşmiş rollerine dayalı ön yargıların, törelerin, geleneklerin ve diğer uygulamaların kökünün kazınması amacıyla kadınların ve erkeklerin sosyal ve kültürel davranış kalıplarının değiştirilmesine yardımcı olacak tedbirleri alacaklardır.

Madde 12- 5- Taraflar kültür, töre, din, gelenek veya sözde “namus” gibi kavramların bu Sözleşme kapsamındaki herhangi bir şiddet eylemine gerekçe olarak kullanılmamasını temin edeceklerdir.”

“İstanbul Sözleşmesi Madde 42- 1- Taraflar bu Sözleşme kapsamında kalan şiddet eylemlerinin gerçekleştirilmesinden sonra başlatılan ceza davalarında kültür, töre, din, gelenek veya sözde “namus”un gerekçe olarak öne sürülmesinin önlenmesini temin etmek üzere, gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır.”

2011 İstanbul Sözleşmesindeki, “kadınların ve erkeklerin toplumsal olarak klişeleşmiş rollerine dayalı ön yargıların, törelerin, geleneklerin ve diğer uygulamaların kökünün kazınması”, “kadınların ve erkeklerin sosyal ve kültürel davranış kalıplarının değiştirilmesi” ifadelerinde yer alan farklı kültür, din, adet, gelenek, töre ve namus gibi kavramların “kökünü kazımak” istemekle, özel bir amacın var olduğu açık edilmektedir.

Nedir bu amaç ve hedef?  Bu amaç ve hedefin ne olduğu, sözleşmenin giriş bölümündeki  “Kadına karşı şiddet ve aile içi şiddetten arınmış bir Avrupa yaratmayı hedef edinerek”, ifadesinde yatmaktadır. Yukarıdaki maddelerde geçen kavramları göz önüne aldığımızda Batının niyeti, bu ve buna benzer sözleşmelerle muhatap ülkeleri kültürel olarak çözerek asimile etmektir. Kadına karşı şiddet” ve “aile içi şiddet” kavramları bu amacı gizlemek için kullanılmıştır/kullanılmaktadır. Burada, bir zamanlar Sovyetler Birliği’nin dünyadaki şartların değişimini göz önüne alarak “Barış içinde bir arada yaşama” tezini (Brejnev Doktrini), komünizmi yayma stratejisinin temel dayanağı yapmasına benzer bir durum söz konusudur.

İstanbul Sözleşmesinde  “Kadına karşı şiddet” ve “aile içi şiddet” ve benzer kavramsallaştırmalarla ve bu kavramsallaştırmalara yüklenen anlamlarla diğer milletler, dinlerinden koparılarak (deizme yönlendirme) kültürel olarak bir asimilasyona tabi tutulmak istenmektedir. Bu nedenle 2011 İstanbul Sözleşmesi gizli bir sömürgeleştirme metnidir. İstanbul Sözleşmesi, batılı olmayan ülkelerin kendi kendilerini sömürgeleştirme aracı olarak kullanılmaktadır.

Yukarıda yer verdiğimiz Madde 12- 1’in “ (…) veya kadınların ve erkeklerin toplumsal olarak klişeleşmiş rollerine dayalı ön yargıların, törelerin, geleneklerin ve diğer uygulamaların kökünün kazınması amacıyla kadınların ve erkeklerin sosyal ve kültürel davranış kalıplarının değiştirilmesine yardımcı olacak tedbirleri alacaklardır.” ifadesinde bir kültürel asimilasyon ve kendi kendini sömürgeleştirme harekâtının gizlendiğinin görülmesi gerekir.

Sonuç: 2011 İstanbul Sözleşmesi ve 6284 Sayılı Yasa İvedilikle Fesh Edilmelidir!

Hukuk; toplumun benimseyip içselleştirdiği bir değer sistemi, bir kimlik ve bir kültür ve medeniyetin, sağlıklı sıhhatli yaşanabilir olması için ferdin kendisi, yaratıcısı, ailesi, komşusu, akrabası, toplumu, devleti ve diğer toplumlarla, insanlık âlemiyle olan ilişkilerini, toplumsal kimliğe, değer sistemine ve kültür ve medeniyet kodlarına göre düzenleyen güçle donanmış bir kurallar, kaideler ve normlar bütünüdür.

Bu nedenle hukukun kullandığı dil ve kavramlar, toplumsal kimlik, değer sistemi ve kültür ve medeniyet kodlarının öngördüğü dil ve kavramlar olmalıdır. Bu şekilde yapılanan bir hukuk sistemi, toplumun kimliğini, değer sistemini, kültür ve medeniyet kodlarını kuvvetlendirir; hukuk sistemine olan toplumsal güveni sağlar. Bu ilişki, hukuk sistemi ile ahlak sisteminin birbirini desteklemesini, kuvvetlendirmesini temin eder. Değer sistemi, ahlak sistemi ve hukuk sisteminin bütünleşmesi, birbirine destek olması, suç ve ceza oranlarının azalmasına sebebiyet verir; fert ve toplum korunur. Kendi ile ailesi ile akrabası ile komşusu ile toplumu ile devleti ile gelecek nesillerle ve geçmiş nesillerle barışık şahsiyetli bir insan unsuru ortaya çıkar. Aksi durum ferdi, toplumsal ve sistemsel bunalımdır ve krizler doğurur.

“Kanunlaştırma hareketleri”, her ülke ve millet için gereklidir, hatta zorunludur. Önemli olan, kanunlaştırmanın nasıl, hangi temel unsurlara, hangi değer sistemine, kültür ve medeniyet kodlarına göre yapılacağı ve nasıl bir dil ve kavramlar kullanılacağıdır.

Bugüne kadarki uygulamalardan, tecrübelerden “Kanunlaştırmaların 3 farklı şekilde yapıldığı” görülmektedir:

1-Islah/ Rehabilitasyon: Var olan hukuk kurallarının yeniden tanzimi ve yeni ihtiyaçları karşılar hale getirilmesi.

2- Resepsiyon: Yabancı bir hukuk sisteminin ülke hukuk sistemi olarak kabul edilmesi ve düzenlenmesi.

3-Expansiyon: Sömürgeci devletlerin kendi hukuklarını, sömürgelerine,  gerektiğinde zor kullanarak taşımaları.”[10]

Resepsiyon ve expansiyon, devlete hâkim olan gücün, genellikle halka rağmen gerçekleştirdiği bir olgudur. Her ikisinde ana slogan, “Halka rağmen halk içindir.” olmaktadır.

Osmanlı’daki Tanzimat, Islahat fermanlarını ve Cumhuriyet döneminde yasal düzenlemeleri göz önüne aldığımızda, son “İki yüz yıllık süreçte hem resepsiyon hem de rehabilitasyon yapılmıştır.”[11] diyebiliriz. Ancak İstanbul Sözleşmesinin bağlayıcılığı, yapılan işin bir resepsiyon olduğunu göstermektedir. İstanbul Sözleşmesi ve bunu referans alarak hazırlanan tüm yasalar, bizim kültür ve medeniyet kodlarımıza, değer sistemimize hem aykırı hem de savaş açmış vaziyettedir. Nitekim Avrupa Birliği’nin genişlemeden sorumlu komiserlerinden Olli Rehn’in aşağıdaki ifadeleri bunu teyit etmektedir: “Üye ülkelerde olduğu şekilde, aday ülkelerde de lezbiyen, gay, eşcinsel ve transseksüel hakları örgütlerinin varlık ve faaliyetlerinin güvence altına alınmasının takipçisiyiz. Türkiye’nin bu konuda gerekli adımları atmasını bekliyoruz”.[12]

Rıza merkezli cinsel özgürlük ve cinsel yönelim kavramsallaştırılmaları ile, ahlaka, nikaha, namusa, edebe, hayâya, vakara, şerefe, iffete, aileye, nesle ve insan fıtratına karşı şiddetli bir psikolojik savaş açılmıştır. Bu gerçek görülmelidir.

Toplumun ifsadı, gelecek nesillerin feda edilmesi, neslin yaşlanması, değişik hastalıkların ortaya çıkması ile sağlıksız bir neslin zuhûr etmesi, cinsel tatminin gayrimeşru bir şekilde sağlanmasının sonuçlarıdır. Yaratılış kanunlarına aykırı, insan fıtratına zıt, zararlı ve toplumun geleceğini, neslin devamı yasasını ihlal ederek tehlikeye sokan hiçbir düşünce ve yaşam tarzı meşru kabul edilemez, edilmemelidir! Bütün bunlardan dolayı, cinsel özgürlük ve cinsel yönelim kapsamında eşcinselliğe, zinaya, fuhşa, nikâhsızlığa insan hakkı olarak bakılamaz; ifade özgürlüğü kapsamına da sokulamaz.

Bu nedenle 2011 İstanbul Sözleşmesi fesh edilmelidir! 6284 Sayılı Yasa kültür ve medeniyet kodlarımıza göre yeniden yapılandırılmalıdır. 

AB sürecinde kendi kültür medeniyetimizin temel değerlerine taban tabana zıt birçok olgu gündeme gelip yasallaştırılmaktadır. Bu noktada siyasiler (hassaten iktidar sahipleri) son derece şuurlu, toplumuyla uyumlu, imani, ahlaki, geleneksel değerlerini önceleyen bir tavırla hareket etmelidirler! Ayrıca STK’ların, cemaatlerin, hareketlerin, teşkilatların, aydınların, akademisyenlerin, kanaat önderlerinin, genelde toplumun tümünün gelinen noktada sorumluluk üstlenmesi, üzerlerine düşen görev ve sorumlulukları, “en güzel tarzda mücadele” kanuniyetine uygun bir şekilde, hep birlikte, kardeşçe, dostça yapması tarihi bir sorumluluktur.

Ve; “Şu halde, sen bundan dolayı davet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru bir istikamet tuttur. Onların heva (istek ve tutku)larına uyma.” (42 Şûrâ 15)

Henüz vakit varken!


[1] TDV İslam Ansiklopedisi, “Ahlak” maddesi, İstanbul.

[2] TDV İslam Ansiklopedisi, “Ahlak” maddesi, İstanbul. Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu, Ankara, 2005. Doğan D.M., Büyük Türkçe Sözlük, Pınar Yayınları, İstanbul, 2005.

[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları.

[4] Sahih-i Buhari, 1401, K. İman: 41 c. I, s.19. İstanbul.

[5] Tirmizî, Radâ 11, (1162); Ebu Dâvud, Sünnet 16, (4682). Buhârî, Edeb: 39.

[6] Ebû Dâvud, Sünnet: 14.

[7] Deylemi,  Müsnedü’l-Firdevs; [1:266, Hadis No: 402].

[8] Taberânî Evsaf; [3:130, Hadis No: 2924]

[9] Müslim, Edahi 43, (1978); Nesâî, Dahaya 34, (7, 232).

[10] Balcı, M., “Tanzimat’tan Ulusal Programa Yeniden Yapılanmanın Hukuki Gelişim Süreci” Genç Hukukçular Hukuk Okumaları, Birikimler, İstanbul, 2003, c.1, s. 16-57.

[11] Balcı, M., “Tanzimat’tan Ulusal Programa Yeniden Yapılanmanın Hukuki Gelişim Süreci” Genç Hukukçular Hukuk Okumaları, Birikimler, İstanbul, 2003, c.1, s. 16-57.

[12] Kumbasar, İ. K.,  Yeni Çağ, 23.06.2009.

ŞER İTTİFAKI ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI İÇİN İKİ ANA EKSEN OLUŞTURMAYA ÇALIŞMAKTADIR

(Umran Dergisi)   Şer İttifakı (Siyonizm-ABD-İngiltere-İsrail, AB) 21. yüzyılı “dijital dönüşüm” yüzyılı olarak öngörmekte, bu nedenle “büyü...