10 Nisan 2014 Perşembe

30 Mart 2014 seçimlerinin ortaya çıkardığı gerçek -1: Türkiye arınmak zorundadır

 (Milli Gazete)

30 Mart 2014 yerel seçimleri, Taksim Kadife darbe sürecinin gölgesi altında yapılmış, toplumsal mühendislik stratejilerinin, yoğun bir şekilde uygulandığı, bir seçim dönemi olarak tarihe geçmiştir. Kadife darbelerin olmazsa olmazı olan seçim sonrası sokak hareketlerine, Ankara seçim sonuçları hariç tutulursa, seçim sonuçları gerekli psikolojik desteği sağlamamıştır. Ayrıca AKP’nin saha/alan hâkimiyeti, sokak gösterilerinden beklenen psikolojik desteği, etkisizleştirmektedir. O nedenle öngörülen sokak hareketleri şimdilik gerçekleştirilememektedir. Bununla beraber, Kadife darbeciler, yeni ittifak kurabilecekleri ve yeni gayrı memnunları saflarına katabilecekleri, hiç beklenmeyen yerden karşı taktik hamleler yapacakları da unutulmamalıdırlar.

Ankara seçimlerinin iptali için Anayasa mahkemesine başvurulursa, Çankaya Meydan Muharebesi, bir ileri aşamaya taşınacaktır. Çankaya muharebeleri, Cumhuriyet tarihi boyunca çok sert geçmiş, muhtıraların hatta darbelerin gizli gerekçesi olmuştur. Bu konu daha sonra ele alınacaktır.

“Hırsızlık ve vatan hainliği” düzleminde yürütülen 30 Mart 2014 genel seçim özellikli yerel seçimler, geride bırakılmıştır. Bu kirli seçim kampanyasının genel olarak ülkeye, millete ve özel olarak da Müslüman camiaya maliyetinin ne olduğu/ne olacağı, Türkiye’nin ne kazanıp ne kaybettiği, önümüzdeki günlerde daha da açığa çıkacaktır. Toplumsal kirlenme, belli bir eşik seviyeyi aştığı zaman o ülkede huzur, dayanışma ve bereket ortadan kalkmakta, iç gerilim ve çatışmalar artmaktadır. Bir ülkenin asıl zenginliği, gücü, sağlıklı, kirlenmemiş, Hakka iman etmiş halkıdır. Gazali’nin Sultan Majuriddin’e yazdığı mektupta, “Ülkemizin halkı ülkemizin şerefi, ülkemizin halkı ülkemizin gerçek zenginliğidir” derken; yönetimde başlayan tefessühün toplumun alt katmanlara yayılması ile ortaya çıkacak tehlikeye, Sultan’ın dikkatini çekmek istemiştir. Türkiye’de seçimler, toplumu kirleten, gerilimi artıran ve kamplaştıran bir mecrada seyretmektedir. O nedenle Türkiye bu konuyu, bugüne kadar olduğu gibi, gene, “seçim sathında olur böyle şeyler”, “söylenenler siyaseten söylenmiştir” yaklaşımı ile hasıraltı etmemeli, iddiaların açıklığa kavuşması için üzerine gitmeli, tarafları iddialarını ispata çağırmalıdır.  Burada bu konu ele alınacaktır.

“Hırsızlık/Haramilik-Ajan Provokatörlük/Vatan Hainliği” Eksenli Kirli Bir Seçim Kampanyası

Türkiye’de siyaset aşırı vaad, muhatabı karalama, küçük görme ve küçük düşürme esasları üzerinde çalışmaktadır. Siyasi partiler, genel olarak, istisnalar hariç, arasında olan iktidar kavgası, mahalle kabadayılarının kavgasına benzemekte; kullandıkları dil, kabadayıların ve kahve kültürünün benzeri hatta daha ileri safhası olmaktadır. Muhalefet, iktidarda olanın yaptığı herhangi biri işi takdir etmemekte, yapılan her şeyi kötü, yanlış hatta ihanet ekseninde ele alıp dillendirmektedir. Diğer taraftan iktidarda olanlar, muhalefet partilerini yok saymakta, yaptık oldu mantığı ile hareket etmektedirler.

Aşağıda, bu seçim döneminde farklı parti önde gelenlerinin ve Gülen Hareketi sözcülerinin birbirleri hakkında söyleyip medyaya yansıyan konuşmalarından alıntılara yer verilmektedir. Amaç, kullanılan dilin ağırlığı ve ürkütücülüğünü gözler önüne sermek ve bu anlayışın devam etmesi durumunda ülkenin nasıl bir bedel ödeyeceğine dikkat çekmektir:

“Bu alçaklıktır, şerefsizliktir, namussuzluktur”; “Biz bu ihanetin, bu ajanlık faaliyetinin hesabını soracağız”; “içinde ajanlık, casusluk olan, ihanet olan niyetler”; “bunlarda yalan var, bunlarda takiye var, bunlarda fitne var, bunlarda fesat var.” “bunlar sapık, sapık”; “virüs”; “Vatana ihanetten başka dertleri yok”; “bunlar bir şantaj şebekesi”; “sülük”; “hain bir örgüt bunlar”; “yalancı peygamberleri, sahte velileri, içi boş, kalbi boş, zihni boş alim müsveddeleri”; “Haşhaşiler”; “Haşhaşi bunların yanında elleri öpülür, elleri”;“bunlar sahtekar, bunlar Haşhaşi, çete, çete, örgüt”;

‘Göz yuman da haramilerle müşterektir’; “haramiler”; “Hırsızlar”, “Nemrut”, “firavun”, “diktatör”; “Allah onların evlerine ateşler salsın, yuvalarını yıksın, birliklerini bozsun, duygularını sinelerinde bıraksın, önlerini kessin, bir şey olmaya imkân vermesin”; “mesâvîyi Allah biliyor, harâmîliği Allah biliyor, hırsızlığı Allah biliyor, rüşveti Allah biliyor.

“Hayatım boyu hırsızlık gördüm ama aile boyu hırsızlık görmedim.”; “Bu adamın villa çalma hastalığı var”; “Bunların dini imanı yok. Hırsızlıkta ustadırlar”; “Şimdi hırsız denince bir kişi hatırlanıyor. Ki onu siz biliyorsunuz.”; “Türkiye’yi hırsızlar yönetemez; bu yalancıdan ve hırsızdan başbakan olmaz”; “Başçalan, ondan daha büyük çalan yok; hırsızlar iş başında olduğu sürece; “Hırsızdan başbakan olur mu Yalancıdan başbakan olur mu Bunda hepsi var”; ”Meğer adamın ustalığı hırsızlıkmış”; “Her yer rüşvet her yer yolsuzluk”; “Sen ihaleye fesat karıştıran bir başçalansın”; “Ben sana ‘sayın başbakan’ demeyeceğim senin unvanın başçalandır.”; “4 çalan, bir başçalan”; “Sende hiç ar, haya yok mu, edep yok mu sende ; “Haramilerin saltanatını yıkacağız. Başçalan ve kırk haramileri indireceğiz inşallah.”; “Allah aşkına kul hakkı yiyenden adam olur mu Yolsuzluk yapandan adam olur mu Şaibeli adamdan adam olur mu Hırsızdan, kul hakkı yiyenden başbakan olur mu ”; “Hırsızdan başbakan olmaz, yalancıdan başbakan olmaz. Hem hırsızdan, hem yalancıdan vallahi başbakan olmaz”. ; Başçalan bizi bölmek ister, ayrıştırmak istiyor”; ‘Hırsız Tayyip’; “Birileri çete reisi, malı götürüyor, milyonları, milyarları götürüyor”

“Diktatörler, 33 yıl millete zulmetmiş insanlar dahi yolsuzluk ve rüşvete bulaştıktan sonra gitmişlerdir”; “Yollar kirlidir, dikenlidir, çamurludur ve tek yol vardır, o da Yüce Dîvan’dır.”

Bunlar yenilir yutulur şeyler değildir. Seçim sürecinde en ağır hakaretleri birbirlerine yapanlar, seçim sonrasında “bütün bunlar siyaseten söylenmiş sözlerdir” deyip seçim sürecinin unutulmasını istemektedirler. Seçim sathında haramlar, çirkinlikler seçim sonrasında nasıl helale ve güzelliğe dönüşmektedir Bunu anlamak gerçekten de zordur, hatta imkânsızdır. Bu konunun da ayrıca tartışılması gerekmektedir.

Siyaset erbabının kullandıkları dilin etkisi, sadece parti yöneticileri ile ilgili alanda kalmamakta, öncelikle kendi tabanlarını etkilemekte, aynı dili taban da kullanmaya başlayınca seviye düşmekte, toplumda gerilim yükselmektedir. Aydınlar, bilim adamları, gençler, siyasetten ve siyasetçiden korkmaktadırlar; siyasete ve siyasetçiye güvenmemektedirler.

Bu seçim döneminde ortaya çıkan diğer bir sıkıntıda, Müslümanlar açısından ağırlığı ve önemi olan, “cemaat”, “imam”, “vaiz”, “dua”, “beddua”, “hizmet”, “abi”, “abla” gibi kavramların yıpratılması ve insanların bu kavramlara ve bu yapılara duyduğu saygı ve güvenin yıkılmasıdır.

Bir kısım siyasi çevrelerin birbirleri hakkında sarf ettikleri ve adeta her seçim dönemi doğallaştırıp meşrulaştırdıkları küfür, hakaret dolu bir siyasi dil, bugün normalleşip, sıradan kullanılan bir dil haline gelmiştir. Seçim sathında söylenen bu sözler, halkı, özellikle gençliği etkilemekte, toplumu hem kirletmekte hem de kamplaştırmaktadır.

Sonuç: Türkiye’nin Ve Siyasetin Arınma ihtiyacı

Hırsızlık ve vatan hainliği düzleminde yürütülen kirli bir seçim kampanyası, geride kalırken, halkın zihinsel yapısı kirletilmiş, kamplaştırılmış, siyasetçiye olan güveni yıkılmıştır. Bunun nihai etkileri, gelecekte daha rahat görülecektir. İki Müslüman camiadan biri, diğerini “hırsız”, “harami” olmakla; diğeri de karşıdakini, “ajan provokatör”, “taşeron”, “hain”, “sapık” olmakla suçlamıştır. Her iki taraf Müslümandır ve birbirlerini en üst düzeyden “Hırsız-Hain” düzleminde tanımlamaktadırlar. Karşıdan bakan üçüncü şahıs ise, Müslümanlar için ne düşünecektir/ne düşünebilir “Bu Müslümanlar, ya hain ya hırsız olurlar”(!) demeyecek midir Müslüman imajını bu hale sokmaya hiç kimsenin hakkı yoktur; siyasetin hiç hakkı yoktur.

O nedenle öncelikle bu iki camia kendilerini aklamalıdır.

Seçimler geride kalırken AKP, CHP ve Gülen Hareketinin yapması gereken şey, seçim sathında karşılıklı yaptıkları iddiaların delillerini, mesnetlerini ortaya koymalarıdır.

Başbakan Erdoğan, Gülen hareketine yönelttiği “ajan provokatörlük”, “taşeronluk”, “çetelik” ve “hainlikle” ilgili belgeleri ortaya koyarak iddialarını ispatlaması, Gülen hareketine sızmış olanları deşifre etmesi ve tasfiyelerini sağlaması gerekmektedir. Bunun ucu kime ve nereye varırsa varsın, Başbakan Erdoğan, bunu yapmak zorundadır. Seçim sonrasında, bu mesele, halının altına süpürülmemeli ve üzeri kapatılmamalıdır. Eğer başbakan bunu yapmaz ise Gülen hareketi mensupları, mahkemelere başvurup Başbakandan iddialarını ispat etmesini istemelidirler. Aksi takdirde bu şaibe Gülen hareketinin üzerinde ömür boyu kalacaktır ve yeni bir İttihat Terakki vakası olarak anılacaktır.

Başbakan Erdoğan’ın yapması gereken ikinci önemli iş, gerek CHP’nin ve gerekse Gülen hareketinin Partisi ve bürokrasi ile ilgili rüşvet ve yolsuzluk iddialarının üzerine, hangi kademe ile ilgili olursa olsun, giderek bir temizlik hareketi yapmasıdır. Seçim sathında öne sürülen iddialar, çok ciddidir. Kamuoyunda aklanılmadığı sürece, bu imaj gittikçe yaygınlaşacak ve çok büyük bir töhmet altında kalacaklardır. Diğer taraftan CHP ve Gülen hareketi mensupları, ellerindeki belgeleri, ilgili mercilere vererek sürece yardımcı olmalıdırlar. Eğer başbakan Erdoğan, böyle bir temizlik hareketini başlatmazsa, CHP ve Gülen Hareketi, iddialarını delillendirerek temizlik hareketini başlatmak zorundadır. Eğer CHP ve Gülen hareketinin elinde hiçbir ciddi belge bulunmadan bu iddialarda bulunmuşsa, Başbakan ve AKP yöneticileri bu iki yapıya dava açmalıdırlar.

Başbakan Erdoğan’ın unutmaması gereken gerçek, bu seçimlerde gelen oyların önemli bir kısmı, kerhen ve şerhli olan oylardır. Yukarıdaki aklanma hareketi yapılmadığı zaman asli mecralarına döneceklerdir.

Bir temizlik, arınma hareketini, tüm Türkiye istemeli, baskı uygulamalı ve bu konuda tarafgir davranmamalıdır. Çünkü bugünkü bu iç çatışmanın temelinde sosyolojik bir gerçek ve ilahi bir kanuniyet vardır: Kirlenme- Dünyevileşme.

Henry Kissenger’in “Bundan böyle savaş İslam’ın kendi içinde olacaktır. Bu, İslam’ın İslam’la savaşıdır.” şeklinde öngördüğü strateji, Türkiye’de denenmiş ve şimdilik başarılı da olmuştur. Acaba bugün karşı karşıya kaldığımız bu iç çatışma, sadece düşman kategorisinde olanların mahareti olarak görülebilir mi Bu çatışmada iç dinamiklerin, kendi hatalarımızın payını görmemek, ilahi sünneti görmemek, anlamamak olur. Camiaların kirlenmesinin, iman- amel düzleminde çok önemli bir yer işgal eden kardeşlik, velilik, sırdaşlık gibi konuların derunileşmemesinin, zihinsel kirlenmenin, dünyevileşmenin göz önüne alınmaması, fay hattının daha da derinleşmesine ve yayılmasına sebebiyet vermektedir/verecektir. Eğer tedbir alınmazsa gelecek ceza, Kur’an ve Sünnete göre,“ümmetin parçalanarak birbirlerine zulmetmeleri” ve “birbiri ile savaşmaları” şeklinde olacaktır/olmaktadır (1).

Ümmetin içinde günahların çoğalması, yaygınlaşması helak olma nedeni olarak gerek şarttır, ancak yeter şart değildir. Yeter şart, günahların çoğalıp yaygınlaştığı bir toplumda, iyiliği emredip kötülükten alı koyan, toplumu arındıran, temizleyen kişi/grup/teşkilat/cemaat/hareketin var olmamış olmasıdır. Hz. Peygamber’in (sav); “Canımı gücü ve kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, ya iyilikleri emreder ve kötülüklerden nehyedersiniz ya da Allah kendi katından yakın zamanda üzerinize bir azab gönderir. (yâhut Allah şerirlerinizi hayırlılarınıza mutlaka musallat eder). Sonra Allah’a yalvarıp dua edersiniz ama, duanız kabul edilmez.” (2) hadisi, bu kanuniyetin en güzel şekilde ifadesidir.

Bu nedenle bugün Türkiye’de yaygınlaşan çirkin hayasızlıklar karşısında, Müslümanların ne tavır takındığı sorgulanmalıdır.

Bütün bu toplumsal çalkantılar, bir değişimin habercisidir. Doğru ile yanlış, hak ile batıl, iyi ile kötü, samimi olanla olmayan, inananla inanmayan, bu mücadele sürecinde ayrılacak, tam bir arınma olacaktır.

Bu ilahi sünnet olarak böyledir:

“Bu, Allah’ın müminleri ayırdetmesi; münafıklık yapanları da belirtmesi içindi....” (3 Âli İmran, 165-167)

Bu ilahi kanuniyet olarak böyledir:

“Bunu Allah sinelerinizdekini denemek ve kalplerinizdekini arındırmak için yaptı.” (3 İmran 133-155)

Bu ilahi kanuniyet olarak böyledir:

“Bu, Allah’ın iman edenleri belirtip ayırması ve sizden şahitler edinmesi içindir.

Yine bu Allah’ın, iman edenleri arındırması ve küfre sapanları yok etmesi içindir.

Yoksa siz, Allah içinizden cihad edenleri belirtip, ayırdetmeden ve sabredenleri de belirtip ayırtetmeden cennete girivereceğinizi mi sandınız.”(3 Âli İmran 140-142)

Öyleyse bu seçimin ortaya koyduğu gerçek;

Müslümanlar arınmalıdır,

Siyaset arınmalıdır,

Türkiye arınmalıdır.

Ve Allah’ın izni ve yardımıyla önümüzdeki günlerde;

Müslümanlar arınacak,

Siyaset arınacak,

Türkiye arınacaktır.

Kaynaklar

1- Can, B., “Muhammed Ümmeti’nin Helak şekli: Parçalanıp Birbirine Zulmetme, Birbiri ile Savaşma”, Umran dergisi, sayı 235, Mart 2014, S:8-17.

2- Buharı H. No: 195; Buhârî, Fiten 19; Müslim, Sıfatu’l-Cenne 84, (2879). (5752)

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...