(Milli Gazete)
30 Mart 2014 yerel seçimleri, Taksim Kadife darbe sürecinin
gölgesi altında yapılmış, toplumsal mühendislik stratejilerinin, yoğun bir
şekilde uygulandığı, bir seçim dönemi olarak tarihe geçmiştir. Kadife
darbelerin olmazsa olmazı olan seçim sonrası sokak hareketlerine, Ankara seçim
sonuçları hariç tutulursa, seçim sonuçları gerekli psikolojik desteği
sağlamamıştır. Ayrıca AKP’nin saha/alan hâkimiyeti, sokak gösterilerinden
beklenen psikolojik desteği, etkisizleştirmektedir. O nedenle öngörülen sokak
hareketleri şimdilik gerçekleştirilememektedir. Bununla beraber, Kadife
darbeciler, yeni ittifak kurabilecekleri ve yeni gayrı memnunları saflarına
katabilecekleri, hiç beklenmeyen yerden karşı taktik hamleler yapacakları da
unutulmamalıdırlar.
Ankara seçimlerinin iptali için Anayasa mahkemesine
başvurulursa, Çankaya Meydan Muharebesi, bir ileri aşamaya taşınacaktır.
Çankaya muharebeleri, Cumhuriyet tarihi boyunca çok sert geçmiş, muhtıraların
hatta darbelerin gizli gerekçesi olmuştur. Bu konu daha sonra ele alınacaktır.
“Hırsızlık ve vatan hainliği” düzleminde yürütülen 30 Mart
2014 genel seçim özellikli yerel seçimler, geride bırakılmıştır. Bu kirli seçim
kampanyasının genel olarak ülkeye, millete ve özel olarak da Müslüman camiaya
maliyetinin ne olduğu/ne olacağı, Türkiye’nin ne kazanıp ne kaybettiği,
önümüzdeki günlerde daha da açığa çıkacaktır. Toplumsal kirlenme, belli bir
eşik seviyeyi aştığı zaman o ülkede huzur, dayanışma ve bereket ortadan
kalkmakta, iç gerilim ve çatışmalar artmaktadır. Bir ülkenin asıl zenginliği,
gücü, sağlıklı, kirlenmemiş, Hakka iman etmiş halkıdır. Gazali’nin Sultan
Majuriddin’e yazdığı mektupta, “Ülkemizin halkı ülkemizin şerefi, ülkemizin
halkı ülkemizin gerçek zenginliğidir” derken; yönetimde başlayan tefessühün
toplumun alt katmanlara yayılması ile ortaya çıkacak tehlikeye, Sultan’ın
dikkatini çekmek istemiştir. Türkiye’de seçimler, toplumu kirleten, gerilimi
artıran ve kamplaştıran bir mecrada seyretmektedir. O nedenle Türkiye bu
konuyu, bugüne kadar olduğu gibi, gene, “seçim sathında olur böyle şeyler”,
“söylenenler siyaseten söylenmiştir” yaklaşımı ile hasıraltı etmemeli,
iddiaların açıklığa kavuşması için üzerine gitmeli, tarafları iddialarını
ispata çağırmalıdır. Burada bu konu ele alınacaktır.
“Hırsızlık/Haramilik-Ajan Provokatörlük/Vatan Hainliği”
Eksenli Kirli Bir Seçim Kampanyası
Türkiye’de siyaset aşırı vaad, muhatabı karalama, küçük
görme ve küçük düşürme esasları üzerinde çalışmaktadır. Siyasi partiler, genel
olarak, istisnalar hariç, arasında olan iktidar kavgası, mahalle
kabadayılarının kavgasına benzemekte; kullandıkları dil, kabadayıların ve kahve
kültürünün benzeri hatta daha ileri safhası olmaktadır. Muhalefet, iktidarda
olanın yaptığı herhangi biri işi takdir etmemekte, yapılan her şeyi kötü,
yanlış hatta ihanet ekseninde ele alıp dillendirmektedir. Diğer taraftan
iktidarda olanlar, muhalefet partilerini yok saymakta, yaptık oldu mantığı ile
hareket etmektedirler.
Aşağıda, bu seçim döneminde farklı parti önde gelenlerinin
ve Gülen Hareketi sözcülerinin birbirleri hakkında söyleyip medyaya yansıyan
konuşmalarından alıntılara yer verilmektedir. Amaç, kullanılan dilin ağırlığı
ve ürkütücülüğünü gözler önüne sermek ve bu anlayışın devam etmesi durumunda
ülkenin nasıl bir bedel ödeyeceğine dikkat çekmektir:
“Bu alçaklıktır, şerefsizliktir, namussuzluktur”; “Biz bu
ihanetin, bu ajanlık faaliyetinin hesabını soracağız”; “içinde ajanlık,
casusluk olan, ihanet olan niyetler”; “bunlarda yalan var, bunlarda takiye var,
bunlarda fitne var, bunlarda fesat var.” “bunlar sapık, sapık”; “virüs”;
“Vatana ihanetten başka dertleri yok”; “bunlar bir şantaj şebekesi”; “sülük”;
“hain bir örgüt bunlar”; “yalancı peygamberleri, sahte velileri, içi boş, kalbi
boş, zihni boş alim müsveddeleri”; “Haşhaşiler”; “Haşhaşi bunların yanında
elleri öpülür, elleri”;“bunlar sahtekar, bunlar Haşhaşi, çete, çete, örgüt”;
‘Göz yuman da haramilerle müşterektir’; “haramiler”;
“Hırsızlar”, “Nemrut”, “firavun”, “diktatör”; “Allah onların evlerine ateşler
salsın, yuvalarını yıksın, birliklerini bozsun, duygularını sinelerinde
bıraksın, önlerini kessin, bir şey olmaya imkân vermesin”; “mesâvîyi Allah
biliyor, harâmîliği Allah biliyor, hırsızlığı Allah biliyor, rüşveti Allah
biliyor.
“Hayatım boyu hırsızlık gördüm ama aile boyu hırsızlık
görmedim.”; “Bu adamın villa çalma hastalığı var”; “Bunların dini imanı yok.
Hırsızlıkta ustadırlar”; “Şimdi hırsız denince bir kişi hatırlanıyor. Ki onu
siz biliyorsunuz.”; “Türkiye’yi hırsızlar yönetemez; bu yalancıdan ve hırsızdan
başbakan olmaz”; “Başçalan, ondan daha büyük çalan yok; hırsızlar iş başında
olduğu sürece; “Hırsızdan başbakan olur mu Yalancıdan başbakan olur mu Bunda
hepsi var”; ”Meğer adamın ustalığı hırsızlıkmış”; “Her yer rüşvet her yer
yolsuzluk”; “Sen ihaleye fesat karıştıran bir başçalansın”; “Ben sana ‘sayın başbakan’
demeyeceğim senin unvanın başçalandır.”; “4 çalan, bir başçalan”; “Sende hiç
ar, haya yok mu, edep yok mu sende ; “Haramilerin saltanatını yıkacağız.
Başçalan ve kırk haramileri indireceğiz inşallah.”; “Allah aşkına kul hakkı
yiyenden adam olur mu Yolsuzluk yapandan adam olur mu Şaibeli adamdan adam olur
mu Hırsızdan, kul hakkı yiyenden başbakan olur mu ”; “Hırsızdan başbakan olmaz,
yalancıdan başbakan olmaz. Hem hırsızdan, hem yalancıdan vallahi başbakan
olmaz”. ; Başçalan bizi bölmek ister, ayrıştırmak istiyor”; ‘Hırsız Tayyip’;
“Birileri çete reisi, malı götürüyor, milyonları, milyarları götürüyor”
“Diktatörler, 33 yıl millete zulmetmiş insanlar dahi
yolsuzluk ve rüşvete bulaştıktan sonra gitmişlerdir”; “Yollar kirlidir,
dikenlidir, çamurludur ve tek yol vardır, o da Yüce Dîvan’dır.”
Bunlar yenilir yutulur şeyler değildir. Seçim sürecinde en
ağır hakaretleri birbirlerine yapanlar, seçim sonrasında “bütün bunlar
siyaseten söylenmiş sözlerdir” deyip seçim sürecinin unutulmasını
istemektedirler. Seçim sathında haramlar, çirkinlikler seçim sonrasında nasıl
helale ve güzelliğe dönüşmektedir Bunu anlamak gerçekten de zordur, hatta
imkânsızdır. Bu konunun da ayrıca tartışılması gerekmektedir.
Siyaset erbabının kullandıkları dilin etkisi, sadece parti
yöneticileri ile ilgili alanda kalmamakta, öncelikle kendi tabanlarını
etkilemekte, aynı dili taban da kullanmaya başlayınca seviye düşmekte, toplumda
gerilim yükselmektedir. Aydınlar, bilim adamları, gençler, siyasetten ve
siyasetçiden korkmaktadırlar; siyasete ve siyasetçiye güvenmemektedirler.
Bu seçim döneminde ortaya çıkan diğer bir sıkıntıda,
Müslümanlar açısından ağırlığı ve önemi olan, “cemaat”, “imam”, “vaiz”, “dua”,
“beddua”, “hizmet”, “abi”, “abla” gibi kavramların yıpratılması ve insanların
bu kavramlara ve bu yapılara duyduğu saygı ve güvenin yıkılmasıdır.
Bir kısım siyasi çevrelerin birbirleri hakkında sarf
ettikleri ve adeta her seçim dönemi doğallaştırıp meşrulaştırdıkları küfür,
hakaret dolu bir siyasi dil, bugün normalleşip, sıradan kullanılan bir dil
haline gelmiştir. Seçim sathında söylenen bu sözler, halkı, özellikle gençliği
etkilemekte, toplumu hem kirletmekte hem de kamplaştırmaktadır.
Sonuç: Türkiye’nin Ve Siyasetin Arınma ihtiyacı
Hırsızlık ve vatan hainliği düzleminde yürütülen kirli bir
seçim kampanyası, geride kalırken, halkın zihinsel yapısı kirletilmiş,
kamplaştırılmış, siyasetçiye olan güveni yıkılmıştır. Bunun nihai etkileri,
gelecekte daha rahat görülecektir. İki Müslüman camiadan biri, diğerini
“hırsız”, “harami” olmakla; diğeri de karşıdakini, “ajan provokatör”,
“taşeron”, “hain”, “sapık” olmakla suçlamıştır. Her iki taraf Müslümandır ve
birbirlerini en üst düzeyden “Hırsız-Hain” düzleminde tanımlamaktadırlar.
Karşıdan bakan üçüncü şahıs ise, Müslümanlar için ne düşünecektir/ne düşünebilir
“Bu Müslümanlar, ya hain ya hırsız olurlar”(!) demeyecek midir Müslüman imajını
bu hale sokmaya hiç kimsenin hakkı yoktur; siyasetin hiç hakkı yoktur.
O nedenle öncelikle bu iki camia kendilerini aklamalıdır.
Seçimler geride kalırken AKP, CHP ve Gülen Hareketinin
yapması gereken şey, seçim sathında karşılıklı yaptıkları iddiaların
delillerini, mesnetlerini ortaya koymalarıdır.
Başbakan Erdoğan, Gülen hareketine yönelttiği “ajan
provokatörlük”, “taşeronluk”, “çetelik” ve “hainlikle” ilgili belgeleri ortaya
koyarak iddialarını ispatlaması, Gülen hareketine sızmış olanları deşifre
etmesi ve tasfiyelerini sağlaması gerekmektedir. Bunun ucu kime ve nereye
varırsa varsın, Başbakan Erdoğan, bunu yapmak zorundadır. Seçim sonrasında, bu
mesele, halının altına süpürülmemeli ve üzeri kapatılmamalıdır. Eğer başbakan
bunu yapmaz ise Gülen hareketi mensupları, mahkemelere başvurup Başbakandan
iddialarını ispat etmesini istemelidirler. Aksi takdirde bu şaibe Gülen
hareketinin üzerinde ömür boyu kalacaktır ve yeni bir İttihat Terakki vakası
olarak anılacaktır.
Başbakan Erdoğan’ın yapması gereken ikinci önemli iş, gerek
CHP’nin ve gerekse Gülen hareketinin Partisi ve bürokrasi ile ilgili rüşvet ve
yolsuzluk iddialarının üzerine, hangi kademe ile ilgili olursa olsun, giderek
bir temizlik hareketi yapmasıdır. Seçim sathında öne sürülen iddialar, çok
ciddidir. Kamuoyunda aklanılmadığı sürece, bu imaj gittikçe yaygınlaşacak ve
çok büyük bir töhmet altında kalacaklardır. Diğer taraftan CHP ve Gülen
hareketi mensupları, ellerindeki belgeleri, ilgili mercilere vererek sürece
yardımcı olmalıdırlar. Eğer başbakan Erdoğan, böyle bir temizlik hareketini
başlatmazsa, CHP ve Gülen Hareketi, iddialarını delillendirerek temizlik
hareketini başlatmak zorundadır. Eğer CHP ve Gülen hareketinin elinde hiçbir
ciddi belge bulunmadan bu iddialarda bulunmuşsa, Başbakan ve AKP yöneticileri
bu iki yapıya dava açmalıdırlar.
Başbakan Erdoğan’ın unutmaması gereken gerçek, bu seçimlerde
gelen oyların önemli bir kısmı, kerhen ve şerhli olan oylardır. Yukarıdaki
aklanma hareketi yapılmadığı zaman asli mecralarına döneceklerdir.
Bir temizlik, arınma hareketini, tüm Türkiye istemeli, baskı
uygulamalı ve bu konuda tarafgir davranmamalıdır. Çünkü bugünkü bu iç
çatışmanın temelinde sosyolojik bir gerçek ve ilahi bir kanuniyet vardır:
Kirlenme- Dünyevileşme.
Henry Kissenger’in “Bundan böyle savaş İslam’ın kendi içinde
olacaktır. Bu, İslam’ın İslam’la savaşıdır.” şeklinde öngördüğü strateji,
Türkiye’de denenmiş ve şimdilik başarılı da olmuştur. Acaba bugün karşı karşıya
kaldığımız bu iç çatışma, sadece düşman kategorisinde olanların mahareti olarak
görülebilir mi Bu çatışmada iç dinamiklerin, kendi hatalarımızın payını
görmemek, ilahi sünneti görmemek, anlamamak olur. Camiaların kirlenmesinin,
iman- amel düzleminde çok önemli bir yer işgal eden kardeşlik, velilik,
sırdaşlık gibi konuların derunileşmemesinin, zihinsel kirlenmenin,
dünyevileşmenin göz önüne alınmaması, fay hattının daha da derinleşmesine ve
yayılmasına sebebiyet vermektedir/verecektir. Eğer tedbir alınmazsa gelecek
ceza, Kur’an ve Sünnete göre,“ümmetin parçalanarak birbirlerine zulmetmeleri”
ve “birbiri ile savaşmaları” şeklinde olacaktır/olmaktadır (1).
Ümmetin içinde günahların çoğalması, yaygınlaşması helak
olma nedeni olarak gerek şarttır, ancak yeter şart değildir. Yeter şart,
günahların çoğalıp yaygınlaştığı bir toplumda, iyiliği emredip kötülükten alı
koyan, toplumu arındıran, temizleyen kişi/grup/teşkilat/cemaat/hareketin var
olmamış olmasıdır. Hz. Peygamber’in (sav); “Canımı gücü ve kudretiyle elinde
tutan Allah’a yemin ederim ki, ya iyilikleri emreder ve kötülüklerden
nehyedersiniz ya da Allah kendi katından yakın zamanda üzerinize bir azab
gönderir. (yâhut Allah şerirlerinizi hayırlılarınıza mutlaka musallat eder).
Sonra Allah’a yalvarıp dua edersiniz ama, duanız kabul edilmez.” (2) hadisi, bu
kanuniyetin en güzel şekilde ifadesidir.
Bu nedenle bugün Türkiye’de yaygınlaşan çirkin hayasızlıklar
karşısında, Müslümanların ne tavır takındığı sorgulanmalıdır.
Bütün bu toplumsal çalkantılar, bir değişimin habercisidir.
Doğru ile yanlış, hak ile batıl, iyi ile kötü, samimi olanla olmayan, inananla
inanmayan, bu mücadele sürecinde ayrılacak, tam bir arınma olacaktır.
Bu ilahi sünnet olarak böyledir:
“Bu, Allah’ın müminleri ayırdetmesi; münafıklık yapanları da
belirtmesi içindi....” (3 Âli İmran, 165-167)
Bu ilahi kanuniyet olarak böyledir:
“Bunu Allah sinelerinizdekini denemek ve kalplerinizdekini
arındırmak için yaptı.” (3 İmran 133-155)
Bu ilahi kanuniyet olarak böyledir:
“Bu, Allah’ın iman edenleri belirtip ayırması ve sizden
şahitler edinmesi içindir.
Yine bu Allah’ın, iman edenleri arındırması ve küfre
sapanları yok etmesi içindir.
Yoksa siz, Allah içinizden cihad edenleri belirtip,
ayırdetmeden ve sabredenleri de belirtip ayırtetmeden cennete girivereceğinizi
mi sandınız.”(3 Âli İmran 140-142)
Öyleyse bu seçimin ortaya koyduğu gerçek;
Müslümanlar arınmalıdır,
Siyaset arınmalıdır,
Türkiye arınmalıdır.
Ve Allah’ın izni ve yardımıyla önümüzdeki günlerde;
Müslümanlar arınacak,
Siyaset arınacak,
Türkiye arınacaktır.
Kaynaklar
1- Can, B., “Muhammed Ümmeti’nin Helak şekli: Parçalanıp
Birbirine Zulmetme, Birbiri ile Savaşma”, Umran dergisi, sayı 235, Mart 2014,
S:8-17.
2- Buharı H. No: 195; Buhârî, Fiten 19; Müslim, Sıfatu’l-Cenne
84, (2879). (5752)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder