(Milli Gazete)
"Sen onların dinlerine uymadıkça, Yahudi ve Hıristiyanlar senden kesinlikle hoşnut olacak değillerdir. De ki: «Kuşkusuz doğru yol, Allahın (gösterdiği) dosdoğru yoldur.» Eğer sana gelen bunca ilimden sonra onların hevalarına uyacak olursan, senin için Allahtan ne bir dost vardır, ne de bir yardımcı." (2 Bakara 120)
Suriyedeki olaylar, 1-Suriye iç dinamikleri, 2-bölgesel
dinamikler ve 3-küresel dinamikler olmak üzere 3 ana eksene bağlı olarak
gelişmekte ve şekillenmektedir. Geçen haftalardaki yazılarda, Suriye üzerinde
etkili olan ABD- Siyonizm-İngiltere-Küresel Sermaye (Şer Ekseni), Çin, Rus,
İran ve Türkiye dış dinamiklerini incelemiştik. Burada, Suriyede çatışan
güçlerden biri olan Vatikan faktörünü ele alıp inceleyeceğiz.
"100 Yıl Sürecek Haçlı Savaşı" ve "Vatikanın
3. Bin Yıl Projesi"
Laik-Seküler değerler merkezli bir Küreselleşmeye ve ABDnin
patronluğuna en ciddi muhalefet, İslam dünyasından gelmektedir. İslam dünyası,
sadece mevcut hegemonyaya baş kaldırmıyor, aynı zamanda insanlara ayrı bir
yaşam tarzı ve ayrı bir dünya görüşü de sunuyor. Müslümanlar; tüketime, lüks ve
israfa, sınıfsal ayırıma karşı olan bir düşünce ve hayat tarzını, alternatif
olarak dünya insanlığına sunuyorlar. Batı toplumlarında insanlar, Batı türü
yaşam tarzına karşı ciddi bir tepki göstererek İslamı benimsiyorlar. Batı
yönetimleri için en tehlikeli durum, İslamın bir yaşam tarzı olarak 21. asırda
ilgi görmüş olmasıdır.
1990lı yılların ortalarına doğru ABDde yapılan birçok
filimde dünyanın doğal afetler dâhil büyük tehlikelerle karşı karşıya kalacağı
işlenmeye başlanmıştır. Bu filmlerde, imalı bir şekilde düşmanın Müslümanlar
olduğu; kurtarıcıların da, Evanjelik Hıristiyanlar ile Yahudi koalisyonu olduğu
açık bir şekilde anlatılmaktadır. Oysa daha önceki yıllarda, çevrilen bu tür
filmlerde kurtarıcılar, yalnızca Hıristiyanlar idi.(1) Bu, yeni bir dönemin
başlayacağının ifadesi idi. Geniş kapsamlı olarak yürütülen özel Psikolojik
savaşın sonucunda, ABDde, Evanjelik Hıristiyan(Neocon)- Yahudi ittifakı
gerçekleştirilmiştir.
Hıristiyanlık açısından dikkat edilmesi gereken nokta, biri
ABDde, diğeri Vatikanda olan iki ayrı ağırlık merkezinin var olmuş olmasıdır.
ABD merkezi, Yahudilerle işbirliği halinde ya da Yahudilerin kontrolündedir.
Vatikan ise, böyle bir ittifaka şimdilik mesafeli durmaktadır. İsanın Çilesi
filminin piyasaya sürülmesi, ABDdeki koalisyonu çözmeye dönük, Vatikanın bir
karşı hamlesidir.
Diğer taraftan gene 1990lı yılların başında, Avrupadaki
Müslümanların batı toplumlarından ayrı bir "ulus" meydana
getirdikleri ve bunlarla hesaplaşmanın kaçınılmaz olduğu üzerinde kamuoyu
oluşturma çalışmaları yapılmıştır. 1992 yılında, New Perspectives Quarterlyde
Joel Kotkin, bu durumun Batı için ciddi bir korku kaynağı olduğuna dikkat
çekmiştir:
"Batıdaki Müslümanların çoğalmasıyla birlikte Avrupada
on üçüncü ulus ortaya çıktı... Bunun yarattığı korku giderek bütün Batıyı
sarıyor... Batı ile Avrupadaki on üçüncü ulus arasındaki sürtüşmenin bundan
sonraki aşaması tarihi bir hesaplaşmaya kadar varabilir."(3)
18 Temmuz 1998de, İngilterenin Canterbury katedralinde
dünyadaki Anglikan kiliselerinin üst düzey yöneticilerinin katıldığı 14.
Lambeth toplantısında, Hıristiyanlığın yeni hedefi, Türki cumhuriyetler, Ortadoğu
halkları ve Müslüman ülkelerde Hıristiyanlığın yaygınlaştırılması olarak
belirlenmiştir. Bu toplantıdan 2 yıl sonra, 24 Aralık 2000de de Papa,
"Birinci Bin Yılda Avrupa Hıristiyanlaştırıldı. İkinci Bin Yılda Afrika ve
Amerika Hıristiyanlaştırıldı. Üçüncü Bin Yılda Asya
Hıristiyanlaştırılacak" tarzında bir açıklamada bulunmuştur(2).
3. bin yılda Asyanın Hıristiyanlaştırılması hedefi,
Vatikanın yeni misyon ve vizyonunu belirlemektedir. Dolayısıyla Büyük Ortadoğu
coğrafyasının Hıristiyanlaştırılması, Vatikanın en önemli hedefleri
arasındadır.
Papanın bu açıklamasından yaklaşık bir yıl sonra, 11 Eylül
2001, ABDde, İkiz Kuleler vurulmuştur ve suçlular da Müslümanlar ilan
edilmiştir. Olay sonrasında, ABD başkanı Bush, "100 yıl sürecek haçlı
seferleri başlatılmıştır." ifadesini kullanmıştır. Keza 19 Nisan 2004
tarihinde, ABDdeki seçim kampanyasında Bush, kendisinin 100 yıl sürecek bir
haçlı seferinin içinde olduğunu açık bir şekilde tekrarlamıştır. Diğer
taraftan, Huntingtonun medeniyetler çatışması tezinde, "asıl düşman
İslamiyetle hesaplaşmanın kaçınılmaz olduğunu" ifade edilmektedir.(4) ABDli
Senatör Joseph Lieberman; "teolojik demir perde artık inmiştir ve yeni bir
soğuk savaş başlamıştır." (5) demiştir.
Bütün bunları göz önüne aldığımızda, Hıristiyanlığın her iki
merkezinin İslam coğrafyasını Hıristiyanlaştırmak için ittifak içerisinde olduklarını
söyleyebiliriz.
Büyük Ortadoğu Coğrafyasının Hıristiyanlaştırılması ve
Vatikanın Dinler Arası Diyalog Projesi
2. Vatikan Konsili Hıristiyan Olmayanlar Sekretaryasının
1973 yılındaki sekreteri Pietro Rossano, Sekretaryanın yayın organı Bulletindeki
yazısında, Dinler arası Diyalogdan amacın, Hıristiyanlığı yaymak olduğunu ifade
etmektedir (2):
"Diyalogdan söz ettiğimizde, açıktır ki bu faaliyeti,
Kilise şartları çerçevesinde misyoner ve İncili öğreten bir cemaat olarak
yapıyoruz. Kilisenin bütün faaliyetleri, üzerinde taşıdığı şeyleri yani Mesihin
sevgisini ve Mesihin sözlerini nakletmeye yöneliktir. Bu sebeple diyalog,
Kilisenin İncili yayma amaçlı misyonunun çerçevesi içinde yer alır."
Papa II. John Paul, 1991 yılında, "Kurtarıcı Misyon
(Redemptoris Missio)" isimli genelgesinde, diyalogdan ne anlaşılması
gerektiğini aşağıdaki şekilde açıklamaktadır (2):
"Dinler arası diyalog, Kilisenin bütün insanları
Kiliseye döndürme amaçlı misyonunun bir parçasıdır... Bu misyon aslında Mesihi
ve İncili bilmeyenlere ve diğer dinlere mensup olanlara yöneliktir.
Tanrı, Mesih vasıtasıyla bütün insanları kendine çağırmakta,
vahyinin ve sevgisinin mükemmelliğini onlarla paylaşmak istemektedir... Bu
açıklamalar yapılırken, kurtuluşun Mesihten geldiği ve diyalogun evangelizasyon
(misyon)dan ayrılmadığı gerçeği göz ardı edilmemiştir"
Bu çalışmalara katılmış olan Bulgaristan Müftüsü Mustafa
Hacı, Dinler Arası Diyalogla ilgili, "Hıristiyanlar kendi dinlerini
muhafaza edemeyince, Müslümanları da Hak Dinden saptırmaya çalışıyorlar."
şeklinde yaptığı açıklama, projenin asıl amacını ortaya koymaktadır.
Dolayısıyla Dinler arası Diyalog Projesi, Vatikanın Üçüncü Bin Yıl Projesinin
Truva atıdır.
Vatikan Ve Suriye Denklemi
Büyük Ortadoğu Projesi, İslam coğrafyasının etnik ve
mezhepsel parçalara ayrılarak, 100 yıl sürecek bir kaos döneminin ortaya
çıkmasını; Vatikanın 3. Bin Yıl Projesi de, bu coğrafyada ki insanların
Hıristiyanlaştırılmasını hedeflemektedir. Bu iki Proje, İslam coğrafyasında
uygulamaya sokulmuştur. İslam coğrafyasında var olan Hıristiyan topluluklar,
Arap Baharı denilen süreç içerisinde, hem Vatikan hem de ABD tarafından
örgütlendirilmektedir. Hedef, Hıristiyanların bir arada toplu olarak
bulundukları ülkelerde, parçalanma sürecinde ayrı birer devlet olarak ortaya
çıkmalarını sağlamaktır. Zaman zaman Mısırda meydana gelen Müslüman Hıristiyan
çatışmasının arkasında, batının kirli elleri vardır. Osmanlıya aynı tuzak
kurulmuştur. Bugün Suriyede benzer oyun sahnelenmek istenmektedir.
Suriyenin etnik ve mezhepsel durumunu niceliksel olarak
ortaya koymak çok zordur. 40 yıldır diktatörlükle yöneltilmiş bir ülkede,
sağlam istatistiksel verilere ulaşmak mümkün değildir. Araplaştırma ve
laikleştirme politikasının sonucu olarak elde sağlam veriler bulunmamaktadır.
Bununla birlikte değişik kaynaklarda tahmini veriler yer almaktadır. Bu
kaynaklara göre, Suriyenin 22 milyon nüfusu bulunmaktadır. Suriye nüfusunun
dini ve mezhepsel dağılımı; % 3 Dürzî, Hıristiyan, Şii/Nusayrı,% 74 Sünni ve %
1 diğer şeklindedir. Suriye nüfusunun etnik dağılımı ise; % 1 Çerkez, % 2
Ermeni, % 4 Türkmen, % 9 Kürt, x Arap ve % 6 diğer şeklindedir(6, 7).
Dini dağılımı göz önüne aldığımızda Hıristiyan nüfusun % 10
civarında olmuş olması, Vatikanın ve Batının iştahını kabartmaktadır. Ayrıca
Suriye meselesini daha da karmaşıklaştırmaktadır. Suriyedeki Ortodokslar,
"ibadette Ortodoks ama idarede Vatikana bağlılar" (8). Suriyeli
Hıristiyanların ibadet dili, Latince değil Arapçadır. İdari olarak Vatıkana
bağlı oldukları için Papa, üç ay önce, Suriyedeki Hıristiyanların başı, Esadın
çok yakınında olup Türkiye türü laikliği savunan İzidor Baktiyayı Arjantine
gönderip hapse attırmıştır. Vatikan, İslam coğrafyasında Arapça konuşan
Hıristiyanların gönlünü kazanabilmek için, Arapçayı Vatikanın resmi hitap
dilleri arasına almıştır. Bunun yanı sıra Papa, haftalık konuşmasında ilk kez
Arapça dua etmiştir(8).
Suriyedeki karmaşa, Vatikana sürece müdahil olma fırsatı
vermektedir. Bu nedenle Vatikan, her fırsatta, Suriyeli Hıristiyanların baskı
altında olduğunu dile getirerek Suriyede rol almaya çalışmaktadır. Papa 16.
Benedikt, Lübnan ziyaretinde Suriyeye silah gönderilmemesi gerektiğini
söyleyerek sürece müdahale etmiştir.
Sonuç: Suriyenin Geleceği ve Vatikan
Vatikan faktörünü göz önüne alarak Suriyenin geleceği ile
ilgili muhtemel gelişmeleri, aşağıdaki gibi, sınıflandırabiliriz:
1- Laik-Seküler Beşir Esed Yönetiminin hâkim olduğu bütün
bir Suriye,
2- İç Savaşın uzun yıllar devam ettiği bir Suriye,
3- Sistemin tüm güçleri ile hâkim olduğu ve fakat
Müslümanların yönettiği bir Suriye( Mısır Modeli/1950 Türkiye Modeli).
4- Sistemin değiştirilip Müslümanların tamamen hâkim olduğu,
Anti Siyonist, Anti Kapitalist bütün bir Suriye
5- Esed Sonrası, Batı yanlılarının hâkim olduğu, Batı
İşbirlikçisi Laik-Seküler bütün bir Suriye
6- En az üçe bölünmüş(Sünni Devleti, Nusayri Devleti, Kürt
Devleti, ) bir Suriye
7- En az dörde bölünmüş(Sünni Devleti, Nusayri Devleti,
Hıristiyan Devleti, Kürt Devleti, ) bir Suriye.
Başta Vatikan olmak üzere Hıristiyanlar, genel olarak,
Müslüman kardeşler hareketinin hâkim olduğu bir Suriye
istememektedirler(dördüncü ve üçüncü ihtimaller). Bunun yerine Laik-Seküler bir
yönetimi, bir sistemi tercih edebilirler. Batı yanlısı laik-seküler ve liberal
bir yönetim garantisi olmadığı surece, Suriyeli Hıristiyanlar, Baas
yönetiminden yana tavır alabilirler(Birinci ve Beşinci İhtimaller). Vatikan,
kolları kanatları kırılmış bir Baas yönetimini, misyonerlik faaliyetlerine
imkân tanıması açısından tercih edebilir.
Dikkate alınması gereken bir nokta da, Hıristiyan,
Şii/Nusayrı, Dürzî yerleşim bölgelerinin birbiri ile komşu olmuş olmasıdır.
Genellikle de Hıristiyanlar, Lazkiye-İdlip bölgesinde bulunmaktadırlar. Nüfusun
coğrafi olarak böylesi bir dağılımı, Batı müdahalesi sonucunda Küçük bir
Hıristiyan devletin ortaya çıkmasına sebebiyet verebilir. Bu, Vatikan için en
arzulanan durum, fakat Türkiye için en istenmeyen bir durumdur (Yedinci
İhtimal). Bunun gerçekleşmemesi durumunda Hıristiyanlar, Nusayri devleti
içerisinde yaşamayı tercih edilebilirler (Altıncı İhtimal).
Suriye denkleminde Vatikan, önemli bir parametre olup
Türkiyenin Suriyeye ilişkin geliştirdiği politikada, mutlaka göz önüne alınması
gerekmektedir.
Kaynaklar
1- Turgut S., Kaos ve Savaşa Götüren Şifreler, Akşam
Gazetesi, 20.04.2004.
2- Turgut S., Gizli Tarikatlar ve Savaş, Akşam Gazetesi,
21.04.2004.
3- Kotkin, J., Dünya Ekonomisine Yön Veren Kabileler, NPQ,
c.1/3, 1992, s. 50-55.
4- Huntington S., Medeniyetler Çatışması, Vadi Yayınları,
Ankara, 1997, S:15-45.
5- Kayapınar M.A. "Büyük Orta Doğu Kurtlar
Sofrasında", Anlayış, Mart 2004 Sayı:10 S:70-71.
6- Dinçer, O.B. Suriyede Kürtler, PKK ve Türkiye, Analist,
Sayı: 18, Ağustos 2012, S: 44-47.
7- Dinçer, O.B.; Boz, G., İhmal Edilen Eksen: Suriye
Türkleri ve Türkiye, Analist, Sayı: 19, Eylül, 2012, S: 38-41.
8- www.iyibilgi.com , 12 Ekim 2012.