16 Kasım 2012 Cuma

Çatışan güçler açısından Suriye meselesi -5: Vatikan faktörü

 (Milli Gazete)

"Sen onların dinlerine uymadıkça, Yahudi ve Hıristiyanlar senden kesinlikle hoşnut olacak değillerdir. De ki: «Kuşkusuz doğru yol, Allahın (gösterdiği) dosdoğru yoldur.» Eğer sana gelen bunca ilimden sonra onların hevalarına uyacak olursan, senin için Allahtan ne bir dost vardır, ne de bir yardımcı." (2 Bakara 120)

Suriyedeki olaylar, 1-Suriye iç dinamikleri, 2-bölgesel dinamikler ve 3-küresel dinamikler olmak üzere 3 ana eksene bağlı olarak gelişmekte ve şekillenmektedir. Geçen haftalardaki yazılarda, Suriye üzerinde etkili olan ABD- Siyonizm-İngiltere-Küresel Sermaye (Şer Ekseni), Çin, Rus, İran ve Türkiye dış dinamiklerini incelemiştik. Burada, Suriyede çatışan güçlerden biri olan Vatikan faktörünü ele alıp inceleyeceğiz.

"100 Yıl Sürecek Haçlı Savaşı" ve "Vatikanın 3. Bin Yıl Projesi"

Laik-Seküler değerler merkezli bir Küreselleşmeye ve ABDnin patronluğuna en ciddi muhalefet, İslam dünyasından gelmektedir. İslam dünyası, sadece mevcut hegemonyaya baş kaldırmıyor, aynı zamanda insanlara ayrı bir yaşam tarzı ve ayrı bir dünya görüşü de sunuyor. Müslümanlar; tüketime, lüks ve israfa, sınıfsal ayırıma karşı olan bir düşünce ve hayat tarzını, alternatif olarak dünya insanlığına sunuyorlar. Batı toplumlarında insanlar, Batı türü yaşam tarzına karşı ciddi bir tepki göstererek İslamı benimsiyorlar. Batı yönetimleri için en tehlikeli durum, İslamın bir yaşam tarzı olarak 21. asırda ilgi görmüş olmasıdır.

1990lı yılların ortalarına doğru ABDde yapılan birçok filimde dünyanın doğal afetler dâhil büyük tehlikelerle karşı karşıya kalacağı işlenmeye başlanmıştır. Bu filmlerde, imalı bir şekilde düşmanın Müslümanlar olduğu; kurtarıcıların da, Evanjelik Hıristiyanlar ile Yahudi koalisyonu olduğu açık bir şekilde anlatılmaktadır. Oysa daha önceki yıllarda, çevrilen bu tür filmlerde kurtarıcılar, yalnızca Hıristiyanlar idi.(1) Bu, yeni bir dönemin başlayacağının ifadesi idi. Geniş kapsamlı olarak yürütülen özel Psikolojik savaşın sonucunda, ABDde, Evanjelik Hıristiyan(Neocon)- Yahudi ittifakı gerçekleştirilmiştir.

Hıristiyanlık açısından dikkat edilmesi gereken nokta, biri ABDde, diğeri Vatikanda olan iki ayrı ağırlık merkezinin var olmuş olmasıdır. ABD merkezi, Yahudilerle işbirliği halinde ya da Yahudilerin kontrolündedir. Vatikan ise, böyle bir ittifaka şimdilik mesafeli durmaktadır. İsanın Çilesi filminin piyasaya sürülmesi, ABDdeki koalisyonu çözmeye dönük, Vatikanın bir karşı hamlesidir.

Diğer taraftan gene 1990lı yılların başında, Avrupadaki Müslümanların batı toplumlarından ayrı bir "ulus" meydana getirdikleri ve bunlarla hesaplaşmanın kaçınılmaz olduğu üzerinde kamuoyu oluşturma çalışmaları yapılmıştır. 1992 yılında, New Perspectives Quarterlyde Joel Kotkin, bu durumun Batı için ciddi bir korku kaynağı olduğuna dikkat çekmiştir:

"Batıdaki Müslümanların çoğalmasıyla birlikte Avrupada on üçüncü ulus ortaya çıktı... Bunun yarattığı korku giderek bütün Batıyı sarıyor... Batı ile Avrupadaki on üçüncü ulus arasındaki sürtüşmenin bundan sonraki aşaması tarihi bir hesaplaşmaya kadar varabilir."(3)

18 Temmuz 1998de, İngilterenin Canterbury katedralinde dünyadaki Anglikan kiliselerinin üst düzey yöneticilerinin katıldığı 14. Lambeth toplantısında, Hıristiyanlığın yeni hedefi, Türki cumhuriyetler, Ortadoğu halkları ve Müslüman ülkelerde Hıristiyanlığın yaygınlaştırılması olarak belirlenmiştir. Bu toplantıdan 2 yıl sonra, 24 Aralık 2000de de Papa, "Birinci Bin Yılda Avrupa Hıristiyanlaştırıldı. İkinci Bin Yılda Afrika ve Amerika Hıristiyanlaştırıldı. Üçüncü Bin Yılda Asya Hıristiyanlaştırılacak" tarzında bir açıklamada bulunmuştur(2).

3. bin yılda Asyanın Hıristiyanlaştırılması hedefi, Vatikanın yeni misyon ve vizyonunu belirlemektedir. Dolayısıyla Büyük Ortadoğu coğrafyasının Hıristiyanlaştırılması, Vatikanın en önemli hedefleri arasındadır.

Papanın bu açıklamasından yaklaşık bir yıl sonra, 11 Eylül 2001, ABDde, İkiz Kuleler vurulmuştur ve suçlular da Müslümanlar ilan edilmiştir. Olay sonrasında, ABD başkanı Bush, "100 yıl sürecek haçlı seferleri başlatılmıştır." ifadesini kullanmıştır. Keza 19 Nisan 2004 tarihinde, ABDdeki seçim kampanyasında Bush, kendisinin 100 yıl sürecek bir haçlı seferinin içinde olduğunu açık bir şekilde tekrarlamıştır. Diğer taraftan, Huntingtonun medeniyetler çatışması tezinde, "asıl düşman İslamiyetle hesaplaşmanın kaçınılmaz olduğunu" ifade edilmektedir.(4) ABDli Senatör Joseph Lieberman; "teolojik demir perde artık inmiştir ve yeni bir soğuk savaş başlamıştır." (5) demiştir.

Bütün bunları göz önüne aldığımızda, Hıristiyanlığın her iki merkezinin İslam coğrafyasını Hıristiyanlaştırmak için ittifak içerisinde olduklarını söyleyebiliriz.

Büyük Ortadoğu Coğrafyasının Hıristiyanlaştırılması ve Vatikanın Dinler Arası Diyalog Projesi

2. Vatikan Konsili Hıristiyan Olmayanlar Sekretaryasının 1973 yılındaki sekreteri Pietro Rossano, Sekretaryanın yayın organı Bulletindeki yazısında, Dinler arası Diyalogdan amacın, Hıristiyanlığı yaymak olduğunu ifade etmektedir (2):

"Diyalogdan söz ettiğimizde, açıktır ki bu faaliyeti, Kilise şartları çerçevesinde misyoner ve İncili öğreten bir cemaat olarak yapıyoruz. Kilisenin bütün faaliyetleri, üzerinde taşıdığı şeyleri yani Mesihin sevgisini ve Mesihin sözlerini nakletmeye yöneliktir. Bu sebeple diyalog, Kilisenin İncili yayma amaçlı misyonunun çerçevesi içinde yer alır."

Papa II. John Paul, 1991 yılında, "Kurtarıcı Misyon (Redemptoris Missio)" isimli genelgesinde, diyalogdan ne anlaşılması gerektiğini aşağıdaki şekilde açıklamaktadır (2):

"Dinler arası diyalog, Kilisenin bütün insanları Kiliseye döndürme amaçlı misyonunun bir parçasıdır... Bu misyon aslında Mesihi ve İncili bilmeyenlere ve diğer dinlere mensup olanlara yöneliktir.

Tanrı, Mesih vasıtasıyla bütün insanları kendine çağırmakta, vahyinin ve sevgisinin mükemmelliğini onlarla paylaşmak istemektedir... Bu açıklamalar yapılırken, kurtuluşun Mesihten geldiği ve diyalogun evangelizasyon (misyon)dan ayrılmadığı gerçeği göz ardı edilmemiştir"

Bu çalışmalara katılmış olan Bulgaristan Müftüsü Mustafa Hacı, Dinler Arası Diyalogla ilgili, "Hıristiyanlar kendi dinlerini muhafaza edemeyince, Müslümanları da Hak Dinden saptırmaya çalışıyorlar." şeklinde yaptığı açıklama, projenin asıl amacını ortaya koymaktadır. Dolayısıyla Dinler arası Diyalog Projesi, Vatikanın Üçüncü Bin Yıl Projesinin Truva atıdır.

Vatikan Ve Suriye Denklemi

Büyük Ortadoğu Projesi, İslam coğrafyasının etnik ve mezhepsel parçalara ayrılarak, 100 yıl sürecek bir kaos döneminin ortaya çıkmasını; Vatikanın 3. Bin Yıl Projesi de, bu coğrafyada ki insanların Hıristiyanlaştırılmasını hedeflemektedir. Bu iki Proje, İslam coğrafyasında uygulamaya sokulmuştur. İslam coğrafyasında var olan Hıristiyan topluluklar, Arap Baharı denilen süreç içerisinde, hem Vatikan hem de ABD tarafından örgütlendirilmektedir. Hedef, Hıristiyanların bir arada toplu olarak bulundukları ülkelerde, parçalanma sürecinde ayrı birer devlet olarak ortaya çıkmalarını sağlamaktır. Zaman zaman Mısırda meydana gelen Müslüman Hıristiyan çatışmasının arkasında, batının kirli elleri vardır. Osmanlıya aynı tuzak kurulmuştur. Bugün Suriyede benzer oyun sahnelenmek istenmektedir.

Suriyenin etnik ve mezhepsel durumunu niceliksel olarak ortaya koymak çok zordur. 40 yıldır diktatörlükle yöneltilmiş bir ülkede, sağlam istatistiksel verilere ulaşmak mümkün değildir. Araplaştırma ve laikleştirme politikasının sonucu olarak elde sağlam veriler bulunmamaktadır. Bununla birlikte değişik kaynaklarda tahmini veriler yer almaktadır. Bu kaynaklara göre, Suriyenin 22 milyon nüfusu bulunmaktadır. Suriye nüfusunun dini ve mezhepsel dağılımı; % 3 Dürzî,  Hıristiyan,  Şii/Nusayrı,% 74 Sünni ve % 1 diğer şeklindedir. Suriye nüfusunun etnik dağılımı ise; % 1 Çerkez, % 2 Ermeni, % 4 Türkmen, % 9 Kürt, x Arap ve % 6 diğer şeklindedir(6, 7).

Dini dağılımı göz önüne aldığımızda Hıristiyan nüfusun % 10 civarında olmuş olması, Vatikanın ve Batının iştahını kabartmaktadır. Ayrıca Suriye meselesini daha da karmaşıklaştırmaktadır. Suriyedeki Ortodokslar, "ibadette Ortodoks ama idarede Vatikana bağlılar" (8). Suriyeli Hıristiyanların ibadet dili, Latince değil Arapçadır. İdari olarak Vatıkana bağlı oldukları için Papa, üç ay önce, Suriyedeki Hıristiyanların başı, Esadın çok yakınında olup Türkiye türü laikliği savunan İzidor Baktiyayı Arjantine gönderip hapse attırmıştır. Vatikan, İslam coğrafyasında Arapça konuşan Hıristiyanların gönlünü kazanabilmek için, Arapçayı Vatikanın resmi hitap dilleri arasına almıştır. Bunun yanı sıra Papa, haftalık konuşmasında ilk kez Arapça dua etmiştir(8).

Suriyedeki karmaşa, Vatikana sürece müdahil olma fırsatı vermektedir. Bu nedenle Vatikan, her fırsatta, Suriyeli Hıristiyanların baskı altında olduğunu dile getirerek Suriyede rol almaya çalışmaktadır. Papa 16. Benedikt, Lübnan ziyaretinde Suriyeye silah gönderilmemesi gerektiğini söyleyerek sürece müdahale etmiştir.

Sonuç: Suriyenin Geleceği ve Vatikan

Vatikan faktörünü göz önüne alarak Suriyenin geleceği ile ilgili muhtemel gelişmeleri, aşağıdaki gibi, sınıflandırabiliriz:

1- Laik-Seküler Beşir Esed Yönetiminin hâkim olduğu bütün bir Suriye,

2- İç Savaşın uzun yıllar devam ettiği bir Suriye,

3- Sistemin tüm güçleri ile hâkim olduğu ve fakat Müslümanların yönettiği bir Suriye( Mısır Modeli/1950 Türkiye Modeli).

4- Sistemin değiştirilip Müslümanların tamamen hâkim olduğu, Anti Siyonist, Anti Kapitalist bütün bir Suriye

5- Esed Sonrası, Batı yanlılarının hâkim olduğu, Batı İşbirlikçisi Laik-Seküler bütün bir Suriye

6- En az üçe bölünmüş(Sünni Devleti, Nusayri Devleti, Kürt Devleti, ) bir Suriye

7- En az dörde bölünmüş(Sünni Devleti, Nusayri Devleti, Hıristiyan Devleti, Kürt Devleti, ) bir Suriye.

Başta Vatikan olmak üzere Hıristiyanlar, genel olarak, Müslüman kardeşler hareketinin hâkim olduğu bir Suriye istememektedirler(dördüncü ve üçüncü ihtimaller). Bunun yerine Laik-Seküler bir yönetimi, bir sistemi tercih edebilirler. Batı yanlısı laik-seküler ve liberal bir yönetim garantisi olmadığı surece, Suriyeli Hıristiyanlar, Baas yönetiminden yana tavır alabilirler(Birinci ve Beşinci İhtimaller). Vatikan, kolları kanatları kırılmış bir Baas yönetimini, misyonerlik faaliyetlerine imkân tanıması açısından tercih edebilir.

Dikkate alınması gereken bir nokta da, Hıristiyan, Şii/Nusayrı, Dürzî yerleşim bölgelerinin birbiri ile komşu olmuş olmasıdır. Genellikle de Hıristiyanlar, Lazkiye-İdlip bölgesinde bulunmaktadırlar. Nüfusun coğrafi olarak böylesi bir dağılımı, Batı müdahalesi sonucunda Küçük bir Hıristiyan devletin ortaya çıkmasına sebebiyet verebilir. Bu, Vatikan için en arzulanan durum, fakat Türkiye için en istenmeyen bir durumdur (Yedinci İhtimal). Bunun gerçekleşmemesi durumunda Hıristiyanlar, Nusayri devleti içerisinde yaşamayı tercih edilebilirler (Altıncı İhtimal).

Suriye denkleminde Vatikan, önemli bir parametre olup Türkiyenin Suriyeye ilişkin geliştirdiği politikada, mutlaka göz önüne alınması gerekmektedir.

Kaynaklar

1- Turgut S., Kaos ve Savaşa Götüren Şifreler, Akşam Gazetesi, 20.04.2004.

2- Turgut S., Gizli Tarikatlar ve Savaş, Akşam Gazetesi, 21.04.2004.

3- Kotkin, J., Dünya Ekonomisine Yön Veren Kabileler, NPQ, c.1/3, 1992, s. 50-55.

4- Huntington S., Medeniyetler Çatışması, Vadi Yayınları, Ankara, 1997, S:15-45.

5- Kayapınar M.A. "Büyük Orta Doğu Kurtlar Sofrasında", Anlayış, Mart 2004 Sayı:10 S:70-71.

6- Dinçer, O.B. Suriyede Kürtler, PKK ve Türkiye, Analist, Sayı: 18, Ağustos 2012, S: 44-47.

7- Dinçer, O.B.; Boz, G., İhmal Edilen Eksen: Suriye Türkleri ve Türkiye, Analist, Sayı: 19, Eylül, 2012, S: 38-41.

8- www.iyibilgi.com , 12 Ekim 2012.

9 Kasım 2012 Cuma

Çatışan güçler açısından Suriye meselesi - 4: Türkiye faktörü

 (Milli Gazete)

"O, akıl erdiremeyenlerin üzerine iğrenç bir pislik kılar." (10 Yunus 100)

Suriyedeki olaylar, 1-Suriye iç dinamikleri, 2- Bölgesel dinamikler ve 3- Küresel dinamikler olmak üzere 3 ana eksene bağlı olarak gelişmekte ve şekillenmektedir. Geçen haftalardaki yazılarda, Suriye üzerinde etkili olan ABD- Siyonizm- Küresel Sermaye- Vatikan(Şer Ekseni), Çin, Rus ve İran dış dinamiklerini incelemiştik. Burada, Suriyede çatışan önemli güçlerden biri olan Türkiye faktörünü ele alıp inceleyeceğiz.

Türkiye'nin Dış Politikası ve Ortadoğu

1950'ye gelinceye kadar Türkiye Cumhuriyetinin Ortadoğu politikası, Müslüman bir milletin Kültür - medeniyeti ve coğrafyası ile olan bütün bağlarını koparmak üzerine kurulmuştur. Alfabenin değiştirilmesi, laikliğin getirilmesi, halifeliğin kaldırılması, ezanın Türkçeleştirilmesi, dini eğitimin yasaklanması ve Türkleştirme politikasının benimsenmesi ve Arap düşmanlığının işlenmesi ile yüz yıllar boyu birlikte yaşamış bir ümmetin arasına büyük bir fitne sokulmuştur. Özellikle Laikliğin getirilmesi ve halifeliğin kaldırılması ile, İslam coğrafyası ile olan ilişkilere öldürücü bir darbe vurulmuştur. Menderesle birlikte İslam ülkeleri ile bir yakınlaşma başlamıştır. ABDnin müsaade ettiği oranda ilişkiler geliştirilmiş, anlaşmalar yapılmış organizasyonlar kurulmuştur. Yeşil Kuşak yaklaşımı ile Sovyet yayılmacılığının güneyden kuşatılma projesi, İslam ülkelerine olan ilginin artmasına sebebiyet vermiştir.

Özal döneminde, Ortadoğu ile daha yakın ilişkiler kurulmaya başlanmıştır. Türkiyenin İslam coğrafyasına çok ciddi bir şekilde yönelmesi Rahmetli Erbakan Hoca zamanıdır. Milli Görüş hareketi olarak kurduğu ilişkiler, hükümet olduğu zaman çok işe yaramış, yarım yamalak bir hükümet döneminde, D-8leri kurmuş ve ilişkilerin geliştirilmesi için yoğun bir çaba harcamıştır. Rahmetli Erbakan Hocanın "İslam NATOsu", "İslam Dinarı", "İslam Birleşmiş Milletleri", "İslam Ortak Pazarı" düşüncesi, hep "Lider ülke Türkiye" temel varsayımına dayandırılarak seslendirilmiştir. "ABde 3. Sınıf vatandaş olmaktansa İslam coğrafyasında lider olmak", Erbakanın temel tezi olmuştur. Birinci AKP hükümeti zamanında, İslam ülkeleri ile daha yakın ilişki kurulma gayreti içerisinde olunmuştur. Fakat Erbakan Hocanın bütün fikirlerine karşı çıkılmıştır. D-8lere sahip çıkılmamıştır. İslam coğrafyası ile olan ilgi, daha ziyade "demokratikleşme", "kadın hakları", "insan hakları" ve "laiklik" konularının dikte edilmesi şeklindedir.

Başbakan Erdoğan ve Dışişleri bakanı Davutoğlu döneminde, Türkiyenin Ortadoğu politikasında yoğun bir değişim olduğu görülmektedir. Çok yönlü, çok boyutlu aktif bir dış politika dönemi başlatılmıştır. "Monşerlere" savaş açılmış dışlanmışlardır. Sıfır Sorunlu Dış Politika bu dönemin en belirgin özelliğidir. Sorunlu olduğumuz tüm ülkelerle sorunları sıfırlamak ve ilişkileri iyileştirmek, dış politikada ana yaklaşımdır. Arap Baharı denen sürece kadar komşularla yaşanan bahar, böyle bir yaklaşımın ürünüdür. Bu dönemde, gözlemleye bildiğimiz kadar, Türkiye, ABDye rağmen değil ABD ile birlikte her iki tarafın menfaatine yarayacak bir dış politika benimsemiştir. "Laiklikle, Demokrasi ile İslami birleştiren Model Ülke", "Model Ortaklık", "Yeni Osmanlıcılık", "Büyük Ortadoğu Projesinde Eş Başkanlık" ve "İran-Rusya-Çin Ekseninin Büyük Ortadoğu Coğrafyasında Yayılmasının Engellenmesi" konuları etrafında, ABD ile Ortak payda oluşturulmuştur. İki ülkenin politikaları arasında oluşan ortak payda ya da yol kesişimi, var oldukça, iki ülke ilişkileri iyi gitmekte; kavşaktan ayrılma durumunda, iki ülke arasında çatışma başlamaktadır. Erdoğanın "Büyük Ortadoğu Projesinde eş başkan" olarak yer alması ile, kendi ifadelerine göre, üstlendiği rol, Büyük Ortadoğu coğrafyasına "Demokrasiyi", "laikliği", "insan hakları" ile "kadın haklarını" getirmek şeklindedir. Bunlar, Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) açık olan hedefleridir. Arap Baharı sürecinde Başbakan Erdoğanın bu ülkelere giderek demokrasi, laikliği teklif etmesi ve Türkiyeyi model ülke olarak sunması ve ABD-AB ekseninden hiç tepki almaması, ortak payda nedeniyledir.

Laikliği, bu coğrafyaya empoze etmeye kalkması, Erdoğanın yaptığı en büyük hatadır. Laiklik, İslam dininin hayattan tasfiye edilmesidir. Ilımlı İslam projesinin bir uygulamasıdır. İnkılâpçı İslami hareketlerin önünü kesmek için Büyük Ortadoğu Projesinin kullandığı bir kalkandır Arap Baharı denilen süreçte ortaya çıkan krizler, kavşaktan ayrılmakla bağlantılıdır. Libyanın NATO tarafından bombalanmasına Başbakan Erdoğanın "NATOnun Libyada ne işi var" diyerek karşı çıkması ve ardından geri adım atması, kavşak noktasını muhafaza etme amaçlıdır. Benzer ayrışma, Suriyede yaşanmaktadır. Türkiyenin Suriye meselesinde Batı tarafından yalnız bırakılmasının sebebi, Türkiyenin izlediği politikanın, BOPun gizli amaçları ile uyuşmamasıdır. BOPun gizli olan hedeflerinden biri, "İslam coğrafyasının parçalanması" ve "yeni sömürgecilik döneminin" başlatılmasıdır. Eski Dış İşleri Bakanı Ricein, "Büyük Ortadoğuda 22 ülkenin sınırlarının değişme zamanı gelmiştir" demesi bundandır.

Diğer taraftan Türkiye, ABD içindeki WASPçılarla Neocon-Siyonist ittifakı arasında olan kavgada, WASPçılarla birlikte yol almaktadır. ABD içi hâkimiyet mücadelesinin aldığı şekil, Türkiyenin durumunu etkilemektedir. Hudson Enstitüsünde hazırlanan senaryoların, Neocon-Siyonistler tarafından organize edildiği hatırlanmalıdır. Türkiye, ayrıca ABDyi dengelemek amacıyla Rusya, İran ve Çin ile ilişkileri geliştirme noktasında yoğun bir çaba harcamaktadır. Erdoğanın Rusya devlet başkanı Putine, "Şanghay Beşlisine bizi de alın" teklifini yapması, ABDye bir mesajdi ve ABDyi dengeleme isteğindendi.

Türkiye- Suriye Denklemi

Türkiyenin Suriye politikasına, son yıllarda izlediği, aktif, girişimci, çok yönlü ve açılımcı politikanın bir sonucu olarak bakmak gerekmektedir. Halk hareketleri başlayana kadar, Türkiye Suriye ilişkileri, tarihte hiç olmadık tarzda iyileşmişti. Erdoğanla Esad birbirlerine "kardeşim" diye hitap etmekteydiler. Ortak askeri tatbikat, bakanlar kurulu toplantısı, açılışlar yapmışlardır. Suriyede çok partili seçim sistemine geçilmesi için reformlar yapılması çalışmalarına, Türkiye, destek ve yardımcı oluyordu. Tunusda başlayan halk hareketleri, Suriyeye ulaştığında Türkiye, Suriye ilişkileri tam bir bahar havasında idi. Olayların başlaması ile Türkiyenin Suriye üzerindeki, "reformları bir an önce yap" baskısı, artmaya başlamıştır. Esadın gösterilere müsaade etmemesi, gösterileri dağıtmak için güç kullanması, Türkiyenin üslubunu sertleştirmesine sebep olmuştur. Erdoğan, Esada, "yap", "et" gibi emir sığaları içeren ifadelerle hitap etmeye başlamıştır. Suriyedeki halk hareketinde silahların patlaması ile kullanılan ifadeler, "çekil git", bırak git" şeklini almıştır. Bundan sonra Türkiye, Suriye ile bütün köprüleri bıçak gibi kesip atmıştır. 

Türkiyenin Suriyedeki mazlum halkın yanında yer alması, çok haklı ve yerinde bir tavır olup doğrudur. Bununla beraber yönetimle bütün ilişkilerin kesilip atılması yanlış olmuştur. Türkiye, Suriyedeki her kesimle ilişki kuracak bir konumda tutulmalıydı. Cumhurbaşkanı, başbakan ve dışişleri bakanı dâhil bütün makamlar, çok sert tavır almışlardır. Bütün makamların bu sürece dahil edilmesi ile diyalog kuracak herhangi bir makamın olmaması, Türkiye yönetiminin yaptığı en ciddi hatadır. Erdoğanın ve Davudoğlunun bu denli sert tavır almalarına, gösterdikleri gerekçe, "aldatıldık", "oyalandık" şeklindedir. Bu ifadeler, Suriye yönetiminin iyi analiz edilmediği ve dış politikada duygusal davranıldığı anlamına gelir ki bu, daha büyük bir hatadır. Türkiyenin Suriye ile bu denli hızlı yakınlaşması ne derece hatalı idiyse, köprüleri hızlıca bıçak gibi kesip atması da, o denli hatalı olmuştur. Türkiye, Suriye yönetimi ile yeniden diyalog kuracak kanalları oluşturmalıdır. Buna da, şu an için en müsait makam, Cumhurbaşkanlığı ve Meclis başkanlığı gözükmektedir.

40 yıllık diktatörlük döneminin oluşturduğu kemikleşmiş bir yapının, çok hızlı bir şekilde, bugünden yarına değiştirilmesi mümkün değildir. Türkiye, 1950 yılından bu yana kurulmuş bir baskı, korku imparatorluğunu ıslah etmeye, değiştirmeye çalışmaktadır. Alınan yol bellidir. Sadece son on yılda, AKP döneminde, Ergenekoncular tarafından kaç darbe teşebbüsünde bulunulduğu ortadadır. Ergenekonun yer altında kalan yapıları, hala temizlenmiş değildir. Türkiye bütün bunları yaşamışken/yaşarken, Suriyeden bu kadar hızlı bir değişim beklemesi, yanlış olmuştur. Türkiyenin Suriye politikasında yaptığı hatalardan biri de budur. Hem Türkiye hem de NATO, Libyada Fransanın emrivakisi sonucu sürece dahil olmuşlardır. Muhtemeldir ki, benzer bir durumla Suriyede karşılaşmamak için Türkiye inisiyatif almak ve süreci yönlendirmek istemiştir. Ya da buna, ABD tarafından destek sözü verilerek zorlanmıştır. Erdoğanın sık sık,"Libyada ölenler insan da Suriyede ölenler insan değimli " şeklinde ki serzenişi, NATO ittifakı tarafından ihanete uğradığı anlamında yorumlanabilir. ABDnin Erdoğana verdiği sözlerin arkasında durulmamış, Türkiye, Suriye meselesinde yalnızlaştırılmıştır.

"Tampon Bölge" oluşturulmasına, NATOnun müdahale etmesine ve Türkiyenin Suriyenin kuzeyine yerleşen PKK-PYD güçlerine karşı askeri müdahale etmesine, ABD ve AB karşı çıkmaktadır. Bunun anlamı nedir ABD ve ABnin Suriyedeki olaylara paralel olarak tavrına baktığımızda, Büyük Ortadoğu Projesinin gizli amaçlarının devreye sokulduğunu, yanı Suriyenin parçalanmasının istendiğini söyleyebiliriz. Muhtemelen Erdoğan ve Davutoğlu, Tunus, Mısır ve Libyada iktidarların çok hızlı bir şekilde değiştirilmesini göz önüne alarak, Suriyede de benzer bir durumun yaşanacağını hesaplamışlardır. Bu kadar hızlı ve aceleci davranmış olmalarının sebebi bu da olabilir. Göz ardı edilen nokta, Suriyenin iç dinamikleri, Suriye üzerinde etkili bölgesel ve küresel güçlerin, aktörlerin tutum ve tavrının ne olacağı olmuştur. Suriye üzerinde, ABD-İsrail-AB ekseni ile İran-Rusya-Çin ekseninin menfaatleri çatışmaktadır. O nedenle İran-Rusya-Çin ekseni Türkiyenin uygulamak istediği politikalara karşı çıkmaktadır. Dahası, ABD-İsrail-AB ekseninin öngördüğü Suriye ile Erdoğanın öngördüğü Suriye farklıdır. O nedenle de Türkiyenin menfaatleri ile ABD-İsrail-AB ekseninin menfaatleri çatışmaktadır. Dolayısıyla her iki eksen, Türkiyenin politikalarına karşı çıkmakta ve Türkiyeyi durdurmaktadır. Laik Türkiye Cumhuriyeti devleti, laik Suriye devletinin yanında değil de, Müslüman halkın yanında yer alınca, Türkiyenin içinde de bir kırılma meydana gelmiş ve kamuoyu bölünmüştür. Süreç uzadıkça, iç kamuoyundan daha olumsuz sesler yükselecektir. Zaman Zaman Erdoğan ve Davutoğlu, İranın ve CHPnin Suriye politikasının mezhepsel olduğu şeklinde yaptıkları açıklamalar, Türkiye iç kamuoyu açısından sakıncalı ve tehlikelidir. Bu, Türkiyede, Alevi/Şii-Sünni geriliminin oluşmasına sebebiyet verebilir.

Türkiye- Suriye- İran Denklemi

İslam coğrafyasında etkili olan üç büyük rakip devlet, Türkiye, Mısır ve İrandır. Her üç ülkenin jeopolitik, jeostratejik ve jeoekonomik çıkarları, Suriyede çatışmaktadır. Özellikle bu çatışma bu günlerde Türkiye ile İran arasında yaşanmaktadır. Türkiyenin jeopolitik, jeoekonomik ve jeostratejik çıkarları, Suriye ve Irak üzerinden İslam coğrafyasına açılmayı gerektirirken; İranın menfaatleri de, Suriye üzerinden Lübnan ve Akdenize açılmayı gerektirmektedir. Bu tezat, Türkiye ile İranı karşı karşıya getirmiştir. Suriye yönetiminin Türkiyeye karşı uyguladığı taktik bir hamle ile kuzey bölgesini boşaltarak, oraya PKK-PYD güçlerini yerleştirmesi ve ardından Barzaninin bu bölgeye asker yerleştirmeye kalkması, Özerk Suriye Kürt bölgesi tezinin tartışılıyor olması, Türkiyenin aleyhine olan ciddi bir gelişmedir. 

Türkiyeyi istikrarsızlaştırmak ve kendi içine kapatmak için, Rusya-İran-Suriye ekseni tarafından, Türkiyenin her tarafında gerilla hareketleri yapması için PKK desteklenip teşvik edilebilir. Suriyede son zamanlarda, medyada yer alanlar doğru ise, PKK-PYD eksenli olarak Arap- Kürt çatışması meydana gelmiştir. Bu yaygınlaşırsa, Suriyedeki muhalefet arasında ciddi fay hatları meydana gelip bölünmeler yaşanabilir. Muhalefet cephesinde yer alan bir kısım aşiretler/gruplar saf değiştirip Esad güçleri yanına geçebilir. Türkiyeyi yönetenler bütün bu ihtimalleri düşünmek zorundadır. 

Sonuç: Suriyenin Geleceği ve Türkiye 

Bu nedenle Türkiye, bölgede ki istikrarsızlığı sona erdirecek tarzda daha yüksek bir strateji uygulayıp, İran ve Mısır ile birlikte ortak bir girişim başlatmalı, ortak hareket etmelidir. Suriyedeki yönetimle muhalefet cephesi masaya oturtulmalıdır. Rusyaya menfaatlerinin korunacağı noktasında güvence verilmelidir.

Suriyenin geleceği ile ilgili muhtemel gelişmeleri, aşağıdaki gibi sınıflandırabiliriz:

1- Beşir Esad Yönetiminin hâkim olduğu bütün bir Suriye

2- İç Savaşın uzun yıllar devam ettiği bir Suriye

3- Sistemin Tüm Güçleri ile hakim olduğu ve fakat Müslümanların yönettiği bir Suriye, Mısır Modeli, 1950 Türkiye Modeli.

4- Sistemin değiştirilip Müslümanların tamamen hâkim olduğu, Anti Siyonist, Anti Kapitalist bütün bir Suriye

5- Batı yanlılarının hâkim olduğu, Batı İşbirlikçisi bütün bir Suriye

6- En az üçe bölünmüş(Sünni Devleti, Nusayri Devleti, Kürt Devleti) bir Suriye

Birinci ve ikinci ihtimaller, Türkiyenin aleyhinedir. Üçüncü ihtimal, Baas güçlerinin devlete hakim olması nedeniyle Türkiye için kısa vadede yararlı olmayabilir. Ama ilk iki duruma göre kötünün iyisidir.

Dördüncü ihtimal, hem Türkiyenin hem de ümmetin lehine olan en iyi bir durumdur. Böyle bir durum Türkiyedeki laik, batıcı İsrail yanlısı derin mekanizmaları çok rahatsız edeceği unutulmamalıdır. ABD-AB-İsrail ekseni böyle bir yapıya şiddetle karşı çıkmaktadır. Bu ekseninin şu an Suriyeye müdahale etmemesi ve Türkiyeyi yalnız bırakmasının en önemli sebeplerinden birisi, Baas sonrası dönemde İslami bir gücün iş başına gelme ihtimalinin var olmasıdır. Şer ekseni, Suriyede yapılacak genel seçimler sonunda, Irak ve Mısırdakine benzer bir sonuçla karşılaşmayı istememektedir. Beşinci ihtimalin ortaya çıkması durumunda, İktidar bundan yıpranacaktır. Türkiyedeki laik mekanizmalar, bundan çok mutlu olacaklardır.

Altıncı ihtimal, kan davası olan üç küçük devletin Suriyede ortaya çıkması, Bölgeyi daha da istikrarsız yapacaktır. Kürt sorununu kendi içinde çözememiş bir Türkiye için sürekli tehdit ve istikrarsızlık kaynağı olacaktır. Siyasi iktidar, ağır ithamlar altında kalacak ve aşırı yıpratılacaktır. Suriye için altıncı ihtimal, en son çözüm ve ilginç bir rastlantı olarak, İranının, Rusyanın, ABD-AB-İsrailin işine gelmektedir. Ancak Kürt sorununun çözmüş bir Türkiyenin de işine gelebilir.

ŞER İTTİFAKI ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI İÇİN İKİ ANA EKSEN OLUŞTURMAYA ÇALIŞMAKTADIR

(Umran Dergisi)   Şer İttifakı (Siyonizm-ABD-İngiltere-İsrail, AB) 21. yüzyılı “dijital dönüşüm” yüzyılı olarak öngörmekte, bu nedenle “büyü...