1 Ocak 2008 Salı

TÜRKİYE’NİN DENGESİNİ BOZAN GİZLİ GÜÇ

(Umran Dergisi)

“Bence bütün mesele kendi kararımızı kendimizin uygulamasında.

Biz başkalarının kararlarını uyguluyoruz.”

Org. Necati Özgen

İttihat Terakki’den günümüze dek birçok sivil ve askeri bürokrat ile aydın, bilim adamı ve siyasetçinin hata yaptık şeklinde itiraflarına şahit olmaktayız. Bunca hayati hatanın yapılmasına ilişkin değişik zamanlarda yapılan bu hayati itirafların, niçin etkili olamadığı, bir sonraki neslin niçin gerekli dersi alamadığı, benzer hataları tekrarlayıp durduğu, bugün üzerinde en çok durulması ve düşünülmesi gereken bir nokta olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü hata yaptık diyenler, görünürde gücün ellerinde olduğu varsayılan insanlardır.

Bugün niçin siyasetçilerle askeri bürokrasi, birçok sorunun çözümüne ilişkin görüşlerini medya üzerinden birbirlerine iletmektedir? Türkiye şunu yapmalı, bunu yapmalı tarzında açıklanan konular, niçin ilgili kurullarda konuşulmamaktadır? Yapma gücünü elinde bulundurduğu varsayılanların, bilinmeyen, görünmeyen üçüncü şahıslara hitap ederek konuşmaları ne anlama gelmektedir? Görünenlerin ötesinde Türkiye’yi idare eden başka bir güç mü vardır? Diğer taraftan medyanın kurumları birbirine düşürücü ve zor durumda bırakıcı yayın yapmalarını nasıl okumalıyız?

Bu çalışmada amacımız, bu soruları ayrıntıya girmeden sorgulamak ve herkesi bu konuda düşünmeye ve cevap aramaya davet etmektir.

‘Taşıma Suyla Değirmen Döndürmek’

Irak operasyonu, değişik medya gruplarında değişik nitelemelerle verilmiştir. Bunlardan en dikkatimizi çekeni, ‘Savaşan Şahinler Kandil dağını yerle bir etti’ / ‘Komşularımız elimizin ne kadar ağır olduğunu gördüler’ şeklinde verilen haberlerdi. Bu habere, teröre karşı elde edilen başarı penceresinden bakıldığında sevinilmesi lazımdır. Ancak haberin içeriği açısından bakıldığında üzülmek gerekmektedir. Çünkü Savaşan Şahinler denilen F-16 ve F-4’ler Amerikan malıdır. Tanker uçaklar Amerikan malıdır. Gece görüş sistemleri Amerikan malıdır. Uydu sistemleri Amerikan malıdır. Bombalar Amerikan malıdır. İstihbarat Amerikan malıdır. Irak hava sahasına girme izni Amerikan malıdır. Bizden olan, yerli olan sadece planlar ve pilotlardır. Eğer anlık değil de geleceği düşünerek sorgulama yaparsak, sevinmek yerine üzülmemiz gerekmektedir. Halk arasında bu konuları en güzel açıklayan özlü bir deyiş vardır: ‘Taşıma suyla değirmen dönmez.’

Şu soruları sormak ve tartışmaya açmak hakkımız değil midir?

Amerikan silahları, Amerikan izni ve Amerikan istihbaratıyla operasyon yapmak sevinilecek bir durum mudur?

Niçin bizim yerli savunma sanayiimiz (harp sanayimiiz) yoktur?

Niçin var olanlar etkin bir şekilde çalıştırılmamakta ve geliştirilmemektedir?

ABD malı silah, araç ve gereçler ne derece güvenilirdir? İçlerinde uyuyan elektronik bombalar olmadığına emin miyiz?

ABD istihbaratı ne derece güvenilirdir? En merhametsiz alan istihbarat alanıdır? Verilen istihbaratla Türkiye’ye bir tuzak kurulup kurulmadığından emin miyiz?

Türkiye’nin kaç istihbarat örgütü vardır? Bunlar ne yaparlar? 30 yıldır savaştığınız ve yanı başınızda olan bir terör örgütüne karşı gerekli bilgi ve istihbaratı niçin toplayamamaktalar?

Bu ve buna benzer soruları çoğaltmak mümkündür. Amacımız sadece soru sormak değil, sebeplerini ortaya çıkarıp izale edilebilmesi için çalışmak, toplumsal duyarlılığı geliştirmektir. Toplumun kendi geleceğine sahip çıkması için gerekli duyarlılığı ortaya koymasını sağlamaktır. Sorunun bir parçası olmak değil çözümün bir parçası olmaktır.

Niçin Türkiye’nin  Harp Sanayii Yok

Türkiye’de 1940’larda, o günün koşullarında devletin elinde silah sanayinin ve özel sektörün elinde uçak sanayiinin olduğu bilinmektedir. Tarihi sürece bakıldığında ne devletin elindeki silah sanayii geliştirilmiş, ne de özel sektörün elindeki uçak sanayii, muhtemeldir ki devletçilik ilkesinden dolayı desteklenmiştir. Türkiye’yi yönetenler, İkinci Cihan Savaşı’na girmeme avantajını, savaş boyu geliştirilen silahları Türkiye’de üretebilmenin yollarını aramamakla kaybetmişlerdir. Yöneticiler, niçin ‘vatandaş yerli malı kullan’ derken, devletin kendisine yabancı uçakları ve silahları alıp yerli sanayiin kurulmasını ve gelişmesini engellemişlerdir?

Yoksa bunu gizli bir güç mü yapmıştır? Böyle bir güç varsa kimdir?

1940-1950 arasında genç subayların İnönü hükümetlerinden en önemli şikâyetlerinden birisi de askerin ekonomik durumu ile ordunun modernizasyonudur. Bu ve buna benzer sebeplerden dolayı genç subaylar İnönü iktidarına karşı içten içe örgütlenmişler ve hatta 1950 seçimlerine hile karıştırıldığı taktirde darbe yapmayı bile planlamışlardı1.

Menderes iktidarının ilk döneminde ordunun modernizasyonu üzerinde ciddi bir şekilde çalışma yapılmıştır. Milli Savunma Bakanı Albay Seyfi Kurtbek, ‘Ordu Reformu’ raporu hazırlayıp hem Cumhurbaşkanı Bayar’a hem de hükümete sunarak oy birliği ile kabulünü sağlamıştı. Albay Kurtbek, ordu reformunun gerekçesini, topyekün savunma esası üzerine oturtmuştu. Bayar, hazırlanan rapor için, Bu bir kati operasyon planıdır. Muhalefet edenler olsa da bu plan muvaffak kılınmalıdır.’ derken; Menderes ‘Bu bir İkinci Nizam-ı Cedit planıdır. Tahakkuk etmek, iktidarımızın şerefi olacaktır.’ demiştir. Böylesine önemsenmiş ve benimsenmiş bir reform programı (3 Mayıs 1953) aradan dört ay geçmeden açıklanmayan bir sebeple rafa kaldırılmıştır (27 Temmuz 1953). Neden?

Bu kadar önemsenen ve övgü kazanan bir reform programını, bilinmeyen, devletin derinlerine nüfuz etmiş bir güç mü engellemiştir? Böyle bir güç varsa kimdir?

Daha sonra NATO’ya girildiğinde ordunun elindeki silahlar, NATO tarafından, mevcuda nazaran daha gelişkin olan ve İkinci Cihan Savaşı’ndan kalan silahlar ile değiştirilerek iyileştirilmiştir. Soğuk savaşın oluşturduğu psikolojik ortamda NATO silahları ile yetinmenin yeterli olduğu anlayışı, hem siyasetçilerde hem de sivil ve askeri bürokraside hakim bir düşünce haline gelmiştir. Daha ekonomik olduğu gerekçesi ile yerli üretim yerine ithal etmek tercih edilmiştir. Alınan silahlar, satan ülkenin son teknolojisi ürünü olmaktan ziyade eski teknoloji ürünü silahlar olmuştur. Birçok hayatı birim, bütünün içerisine konmayıp ayrı bir paket olarak sunulmuştur. Ana birimi ucuza, yardımcı birimleri çok daha pahalıya satma şeklinde bir tuzak kurulmuş Türkiye’ye.

1960 sonrası İnönü hükümetinde Kıbrıs olayları patlak verdiğinde ABD başkanı Johnson’ın yazdığı meşhur mektupta, ‘bizim silahlarımızı kullanamazsınız’ hakaretinden Türkiye’yi yönetenler gerekli dersi alamamışlar, NATO silahlarına bağlı kalmayı sürdürmüşlerdir.

Demirel zamanında Kıbrıs’a müdahale edebilmek için çıkartma gemilerimizin olmamasının meydana getirdiği ciddi sıkıntıdan da gerekli ders alınamamıştır. Üç tarafı denizlerle çevrili bir ülkenin 1965’lerde çıkartma gemisinin olmaması, bunun düşünülmemesi, bunun görülmemesi nasıl mümkün olmuştur?

Bunun görülmesini engelleyen devletin derin katmanlarında başka bir güç mü vardır? Varsa kimdir?

Bu anlayışla 1990’lı yıllara gelindiğinde PKK terör örgütü karşısında demode silah ve teçhizata sahip bir ordu vardır ortada. Gerek dönemin Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Doğan Güreş’in gerekse o dönemde görev almış diğer komutanların şikâyetleri bu merkezdedir3-5.

Bu şikâyetleri yapmış olmalarına rağmen Erbakan hükümeti zamanında tankların modernizasyonu, askeri bürokrasi ile Erbakan hükümeti arasında ciddi sorun olmuştur. Erbakan modernizasyonun Türkiye’de ve Türkiye tarafından yapılmasını isterken; Çevik Bir’in başını çektiği bir cunta modernizasyonun İsrail tarafından yapılmasını istemiştir. Ayrıca D-8’ler kapsamında yapılması öngörülen zirai donatım uçakları projesi, Erbakan sonrasında Türkiye tarafından destek bulmamıştır. Böyle milli bir projenin rafa kaldırılmasını nasıl yorumlamak gerekir?

Türkiye’nin bu ve buna benzer projelerini gerçekleştirmesini engelleyen devletin derin katmanlarında bir güç mü vardır? Varsa kimdir?

Siyasi İktidarlara Yaptırtamadıklarını Askeri İktidarlara Yaptırtan Güç Kimdir?

Askeri bürokrasi, soğuk savaş yıllarında NATO’nun verdiği silahlardan ziyadeNATO ile ilişkilerden, genellikle, şikâyetçi olmuş ve sivil iktidarları eleştirmiş hatta bazıları bu ilişkileri darbe gerekçesi yapmaya bile kalkmıştır.

Siyasi iktidarların hem NATO’ya hem de ABD’ye tavizler verdiği doğrudur. Bugün birçok gizli antlaşmanın mahiyeti kamuoyu tarafından bilinmemektedir. Askeri bürokrasi, sadece NATO ile ilişkiler üzerinde değil, aynı zamanda da NATO silahları ile bir savunmanın imkânsızlığı üzerinde de durulmalıydı. Ayrıca şikayetçi olunan tavizleri, sadece siyasi iktidarlar değil; aynı zamanda askeri darbeciler/iktidarlar da vermiştir. 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül darbelerinden sonra darbecilerin, ABD’ye ve NATO’ya bağlı kalacaklarına dair güvence vererek işe başladıkları da unutulmamalıdır:

27 Mayıs 1960 Darbesi Bildirisi: Bütün ittifaklarımıza ve taahhütlerimize sadığız. NATO’ya inanıyoruz ve bağlıyız. CENTO’ya inanıyoruz ve bağlıyız.” 7

12 Eylül 1980 Darbesi Bildirisi:Türkiye Cumhuriyeti, NATO dahil tüm ittifak ve anlaşmalara bağlı kalarak başta komşularımız olmak üzere bütün ülkelerle8

Siyasi iktidarlar zamanında NATO’dan ve ABD’den şikâyetçi olup da askeri iktidarlar zamanında bağlılık yemini yapmak ne manaya gelmektedir?

Yoksa bunun böyle olmasını isteyen, devletin derin katmanlarında görülmeyen başka bir güç mü vardır? Varsa kimdir?

ABD ve NATO’nun sivil iktidarlara yaptıramadıklarını, askeri iktidarlara yaptırdığı da bir başka acı gerçektir. Menderes ABD baskısını Sovyetler Birliği ile dengelemeye çalışmış, bu amaçla Sovyetler Birliği’ne ziyaret öngörmüştür. Bu ziyaret ABD’de ciddi bir huzursuzluk meydana getirmiş ve NATO çevrelerini kaygılandırmıştır. Bu endişeleri gidermek için ABD Milli Güvenlik Danışmanlarından Oramiral E.B. Grantham 1959 Nisan ayında Kongre’de yaptığı bir konuşmada, Türkiye’de askere güvendiğini ifade ederek Kongre’yi sakinleştirmiştir:

Türk ordusunun son derece güvenilir olduğunu, siyasi düşüncelerle hareket etmediğini… ne olursa olsun, Türkiye’nin izlediği politikada herhangi bir değişiklik olmayacağını belirtmiştir.”

Menderes’in ABD’yi dengeleme açısından Sovyetlerle diyalog arayışı, 27 Mayıs darbesi ile sonlandırılmıştır. Benzer bir durumun 12 Mart muhtırasında yaşandığını görmekteyiz. 7 proje için batıda (Avrupa ve ABD) kredi arayan Demirel umduğunu bulamamış ve bu amaçla Sovyetler Birliği’ne başvurmuştur. Seydişehir Alüminyum Tesisleri, İskenderun Demir Çelik ve Ali Ağa Rafinerisi Sovyet kredisi ile yapılmıştır. Bunun bedeli, Demirel’e 12 Mart’tır. 12 Eylül öncesinde Yunanistan’ın NATO’ya dönüşüne siyasi iktidarlar yeşil ışık yakmamışlardır. 12 Eylül sonrasında askeri cuntanın; Yunanistan’ın NATO’ya dönmesine müsaade etmesi, bunun karşılığında istediklerini alamaması, bazı şeyleri NATO Genel Sekreteri genaral Rogers’in asker sözüne endeksleyerek yapması nasıl yorumlanmalıdır?

Sivillerin karşı çıktığı isteklere askeri bürokrasiye evet dedirten güç kimdir? Devletin derin katmanlarında bilinmeyen, görülmeyen bir güç mü vardır?

Ayrıca 27 Mayıs darbesi sonrasında MBK Başkanı Cemal Gürsel’in dönemin ABD Büyükelçisinden memur maaşlarını ödeyebilmek için para istemiş olmasının, askeri bürokrasinin ABD’ye bakışını göstermesi açısından önemli olduğu kanaatindeyiz:

“Gürsel bizi yalnız kabul etti. Kendisini daha önce görmüştüm ama iyi tanımıyordum.

Orgeneral Gürsel söyleşinin sonunda esas konuya girer. Sorumluluk taşımadığı geçmiş yönetimin cuntaya(komiteye) felaket bir mali miras bırakmış olduğunu söyler. Maliye bakanlığı müsteşarına 1 Haziran’da kaç paraya ihtiyaç olduğunu sorar, ‘elde 23 milyon var; fakat devlet memurlarının maaşını ödemek için 180 milyon lazım.’ Warren şu yanıtı verir: Bunun askeri idare ya da geçici hükümet açısından ne kadar önemli olduğunu anlıyorum ama mali yardımı ele almadan önce bazı hususların aydınlığa kavuşturulması gerekir. Bununla birlikte bana söylediklerinizi aklımda tutacağım ve zamanı geldiğinde bana verdiğiniz bilgileri kullanacağım.6

ABD ve NATO’dan şikâyetçi olan bir kadronun başının, bir büyükelçi ile ilişkisi bu düzeyde mi olmalıydı? Memur maaşları için ABD büyükelçisinden para talep etmek, akabinde ABD’den emir almayı beraberinde getireceği unutulmamalıydı. Bu mali yardım karşılığında ABD’ye verilen tavizler nelerdir?

Menderes İktidarının bir dönemine kadar MİT elemanlarının maaşları; keza Ecevit iktidarının bir dönemine kadar Özel Harp Dairesi’nin maaşları, hükümetlerden habersiz bir şekilde ABD tarafından doğrudan ödenmiştir.

Hükümetlerin haberi olmadan ABD ile bu denli içli dışlı olan güç kimdir? Ve Türkiye’de ne yapmak istemektedir?

Dördüncü Murat’ın, Rus Çarına da Lehistan Kralına da yardım edile. Yardım almaya alışanlar zamanla buyruk almaya alışırlar.’ öngörüsü, tarihin her döneminde geçerliliğini korumuştur. Nitekim Türkiye-ABD ilişkileri bu çerçevenin dışına çıkamamıştır.

ABD ve Avrupa, Türkiye’nin kendi ayakları üzerinde durmasını, bağımsız politikalar üretmesini hiç istememiştir.

Türkiye’de siyasi iktidarların bağımsız politika arayışları genellikle askeri cuntalar aracılığıyla engellenmiştir. Bu engellemeyi yaptıran Türkiye’deki gizli güç kimdir?

Uzun Vadeli Devlet Politikası Yapılmasını Engelleyen Güç Kimdir?

Bütün siyasi iktidarlar ile sivil ve askeri bürokrasi, bir önceki dönemde yapılanları hatalı, eksik ve hatta günübirlik olmakla eleştirmişlerdir. Siyaset neredeyse baştan beri bu mantık üzerinde yürümüştür. Bu tür eleştirilere, ‘siyasetten söylenmiş sözler’ olarak bakmak alışkanlığı geliştirilmiştir. Ancak son zamanlarda komutanların hem kendi dönemleri ile hem de eski dönemlerle ilgili ‘hata yaptık’ tarzındaki açıklamaları üzerinde özellikle düşünülmesi gerekmektedir. Fikret Bila’nın komutanlar ve Demirel’le yaptığı röportajlarda, Türkiye’nin değişik bir fotoğrafını yakalamak mümkündür. Bunları, ilgili şahısların sözlerinden alıntı yaparak verme yer darlığından mümkün olamamaktadır. (Fikret Bila’nın Komutanlar Cephesi kitabının okunması yararlı olacaktır.)

Yapılan bu açıklamalardan hareketle Türkiye’nin sıkıntılarını özet olarak ortaya koymak mümkündür.

•          Türkiye’nin sınırları zamanında yanlış çizilmiştir. Irak ile olan sınır düzeltilmelidir.

          Türkiye’nin uzun vadeli ve kalıcı politika ve stratejileri yoktur.

          Türkiye gücünün farkında değildir.

        Türkiye değişik şartlara ve ortamlara hazırlıklı değildir. Anında tepki verme yeteneği düşüktür. Soğuk Savaş döneminin bitip çok boyutlu çok eksenli politikaların uygulandığı bir dünyanın varlığını görememektedir.

          Türkiye’nin ekonomik, teknolojik alt yapısı zayıftır. Türkiye milli harp sanayiini kuramamıştır.

    Türkiye, çok ciddi istihbarat zaafı yaşamaktadır. Çok hızlı bir şekilde istihbarat yeniden yapılandırılmalıdır.

          Geleceğe dönük sıhhatli öngörüde bulunulamamaktadır.

       Birçok sorunu zamanında algılayamamaktadır. Sorunlara yanlış teşhis koymaktadır. Sosyal istekler bile yıkıcı faaliyet olarak değerlendirilmektedir.

          Askerin aldığı eğitim eksik ve yanlışlar içermektedir.

   NATO, AB ve ABD, Türkiye tarafından yanlış değerlendirilmiştir. Düşmanca tavırlar sergilemektedirler.

          Türkiye’nin dost-düşman ayırımı yapmakta sıkıntıları vardır.

       Kuzey Irak politikasında tutarlılık olmamıştır. Çekiç Güce ve 36. Enlem uygulamasına destek vermek yanlış olmuştur.

          Kuzey Irak’taki yönetimin oluşmasına önemli katkıda bulunarak hata yapmıştır.

          ‘Biz başkalarının kararlarını uyguluyoruz, kendi kararlarımızı değil.’

         Türkiye’de farklı kurumlar arasında koordinasyon yoktur. Kurumlar arasında bir güven bunalımı vardır.

•       Türkiye’de halkı hor ve hakir gören bir zümre vardır. Bu, ciddi kırılmalara ve fay hattı oluşmasına sebebiyet vermektedir.

Öncelikle askeri bürokrasinin böylesi bir değerlendirmeye gitmiş olmasının, biranlamda kendi özeleştirisini yapmış olmasının son derece yararlı olduğu kanaatindeyiz. Bu özeleştiri uzantısında sorunların çözümünde de gerçekçi olunmalıdır.

Son 150 yıldır nesilden nesile aktarılarak gelen hatalar yumağının iyi analiz edilmesi gerekmektedir. Bu hatalar, rastlantısal mıdır? Bunlar, Türkiye’yi yönetenlerin sadece şahsi kifayetsizliğinin bir ürünü müdür? Yoksa çok daha ciddi, büyük başka organizasyonların stratejilerinin, politikalarının bir ürünü müdür?

Görünürde devletin işleyişinden herkes şikâyetçidir. Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ, devletin bir bütün olarak hareket edemediğini yaşanılan sorunların kaynaklarından biri olarak görmektedir:

“Tabii önemli nedenlerden birisi ise, güvenlik, ekonomi, sosyokültürel ve psikolojik hareket alanlarında devletin paralel, eşzamanlı ve etkin bir mücadele anlayışına ve bu mücadeleyi koordineli ve etkin olarak yürütebilecek profesyonel bir yapılanmaya sahip olamamasıdır.”10

Burada sorulması gereken ana soru, niçin kurumlar bir ve bütün olarak çalışamamaktadır? Bu, kurumların birbirine güvenmemesinden mi, yoksa yapısal eksiklikten mi olamamaktadır? Yoksa kurumların birbiri ile uyumlu çalışmasını engelleyen içerde ve dışarıda görünmeyen başka bir güç mü vardır?

Sivil ve askeri bürokrasi ile siyasetçiye, bütün bu hataları yaptırtan, bütün kurumları birbirine düşüren ve hatta kurum içi kavgaları körükleyen gizli bir gücün var olup olmadığı açıklığa kavuşmadan, alınacak tedbirler ve gerçekleştirilecek yapılanmalar isteneni vermeyecektir. Hastalığa konan teşhis tam ve doğru olmalıdır ki tedavi de isabetli olmuş olsun. Bunun için Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt;

Bugün ürettiğimiz çözümler yarınlara sorun olarak yansıyacaksa, bu büyük bir yanılgıdır. Bugün karşımızda bulunan birçok sorunun, geçmişin yanlış çözümleri olduğuna inanıyorum.”10 derken haklıdır.

Türkiye’nin Kimyasını Bozan Gizli Güç kimdir?

27 Mayıs darbesini organize eden, başlatıp yürüten güçlü ekip (14’ler), ani bir operasyonla (13 Kasım operasyonu) daha başka bir güç tarafından yurt dışına gönderilerek tasfiye edildi:

“Talat Turhan: 13 Kasım’da gerçekleşen operasyon bir anlamda geriye kalan 23 Komite üyesini memur konumuna düşürmüştü; çünkü 14 MBK üyesini darbesel bir eylemle sürgüne gönderme kararı alabilen güç, arta kalanlar için de her zaman benzeri uygulamada bulunma cesaretini kendisinde bulabilirdi… 14’leri sürgüne gönderme kararını alan ve uygulamaya koyan politik ve askersel güçler, güçlü olma konumunu elde etmiş olmuyorlar mıydı?”11

Bu operasyon, cuntalar arası veya cunta içi bir operasyon muydu, yoksa daha derinde olan başka bir gücün, yeni mevziler kazanmak için yaptığı bir operasyon muydu? 27 Mayıs darbe sürecinde ‘6 Haziran olayı’ diye adlandırılan olayla ilgili Albay Talat Aydemir, arkadaşına yazdığı mektupta, gittikçe kuvvetlenen Masonik bir hâkimiyetten şikâyet etmektedir:

“Hava Kuvvetleri komutanının, emir subayının (Gürsel’in emir subayı Agasi Şen) marifetiyle tayininden sonra iş patlak verdi. Emir subayı Agasi Şen, Mason cemiyetine girmişti, diğerleri de onun izinden yürüyorlar, tesir altında kalıyorlardı. Bugün devletin beş bakanı da Masondur, sen hükmünü ver…”11

İttihat Terakki’nin kurucuları ve üyeleri içerisinde çok sayıda ve etkin masonlar vardı. İttihat Terakki ile masonlar ordunun içerisine sızarak imparatorluğun tasfiye edilmesinde çok etkin rol oynamışlardır. Bunlar bilinen gerçeklerdir. Osmanlı’da Emanuel Karasu ile başlayan hareketin, Cumhuriyet döneminde nasıl seyrettiği hakkında fazla bilgi bulunmamaktadır. Mustafa Kemal mason localarını kapatmıştır. Ancak bu Masonların faaliyetlerini bıraktıkları anlamına gelmemektedir. Legal alandan illegal alana faaliyetlerini kaydırarak çalışmalarına devam etmişlerdir. Burada amacımız, Masonluğun Türkiye’deki çalışmalarını, gücünü ve etkisini araştırmak değildir. Türkiye’de yönetimde gözüken insanların hata yapmasına sebebiyet veren, devletin bir bütün olarak hareketini engelleyen ve halkla devleti karşı karşıya getiren bir gizli gücün olup olmadığını dikkat çekmek ve bunun üzerine insanların düşünmesini sağlayabilmektir. Bu nedenle Talat Aydemir’in ifadelerini önemsiyoruz.

Masonlar, arka planda birbirlerinden haberli ön planda birbirleri ile mücadele, çatışma halinde görülmektedirler. Masonları tehlikeli kılan, birbirlerine zıt, karşıt olan cemiyetler, yapılar içerisinde kolaylıkla faaliyet gösterebilmedeki yetenekleridir:

Atilla İlhan:”… Atatürk masonluğu yasaklamıştı. Şimdi bakın, iki büyük Mason. Birisi Selanikli maliyeci Cavit Bey’dir. İttihatçılar zamanında Maşrık-ı Azam oydu. Yenildiler hepsi kaçtı, ama o İstanbul’da idi. İşgalciler geldiler, Hürriyet ve İtilafçıların içerisinde masonların en kıdemlisi de Filozof Rıza Tevfik Bey’di. İnanılmaz bir şey... Biri itilafçı, biri ittihatçı; birbirlerine kedi köpek gibi düşman olmaları lazım gelen bu adamlardan birincisi Maşrık-ı Azamdı. Maliyeci Cavit Bey İttihatçıların Avrupalı adamıydı, Avrupalıların menfaat ve fikirlerini savunuyordu. Filozof Rıza Bey de Sevr maddesini imzalayan adam. Masonlar bunlar. … Gazi bunlardan birini astı birini sürdü.”12

Türkiye’de ordu ile halkı en keskin bir şekilde karşı karşıya getiren ve halkın temel değerlerine doğrudan cephe alan bir darbe özelliğindeki 28 Şubat postmodern darbesi Atilla İlhan’a göre Sabetayist Masonik kadronun eseridir:

28 Şubat Sabetayist bir darbedir; ekonomiyi batırmak ve halkı devletten soğutmak için yapılmıştır. Bakın Çevik Bir Amerika’nın adamı, tasfiye edildi, onu tasfiye ettiler. Çevik Bir, Doğan Güreş olacaktı, onun için yetiştirilmişti. Bilmediğiniz bir şey de söyleyeyim; Sabatayisttir, dönmedir. Son zamanlarda dönmelere çok cesaret verdiler... Çevik Bir, Türk askerinden çok bir Amerikan subayına benziyordu. Amerika desteğiyle parlatıldı ama bir de baktı ki en önemli yer olan Genelkurmay Başkanlığı yolu kendisine kapalı… Amerika’nın kontrolü, Çevik Bir’in tasfiyesinden sonra kayboldu…”

Türkiye’deki kilit noktalarda masonların bulunmuş olması ve Türkiye’deki Sabetayist Masonik kadronun, ABD-İsrail ile içiçeliği Türkiye’nin ana sorunudur:

Atilla İlhan: “Bakın ben 28 Şubat sürecinde de yazdım, Türkiye’de hiç lafı edilmeyen bir takım başka tarikatlar da vardır, Silahlı Kuvvetler bunları görmüyor mu? Soru buydu. Ve isimlerini sıralamıştım; masonlar, rotaryenler, lionslar, bunların hepsi tarikat, bu tarikatların aynı şekilde ilişkileri servetleri, aynı şekilde fırıldakları vardır.”

O zaman ses çıkarılmıyordu bunun da iki sebebi vardı; birincisi yüksek kumanda kademesinde masonlar vardı. Öyle olunca tabii dokunulmaz oluyorlar. Demek ki biraz ondan oluyor… Bana sorarsanız, 12 Eylül yani Turgut Özal’dan İsmail Hakkı Karadayı’nın Genelkurmay Başkanlığına kadar olan dönem içerisinde yönetim tamamıyla dış merkezliydi.”(13)

Masonluğun gücü, sadece sivil ve askeri bürokrasi içerisinde kazandığı mevzilerden kaynaklanmamaktadır; aynı zamanda medya ve ekonomi üzerinde de önemli mevziler kazanmışlardır:

Atilla İlhan:..Çünkü büyük basının yarısından çoğu mason olduğu için bunları yazmadılar…Türkiye laiktir ama Türkiye’de laikliği din aleyhtarlığı, dine karşı gelme gibi yorumlayan bir kesim vardır. Bazı iş çevreleriyle masonlar ve farmasonlardır. Asıl ordadır bunların başı.”13

Büyük basın veya kartel medyası denilen medya gruplarının, belli zamanlarda yaptıkları yayınlara baktığımızda Atilla İlhan’a hak vermemek mümkün değildir. Tüm darbelerin öncesi ve sonrasında yaptıkları yayınların birbiri ile taban tabana zıt bir muhteva içermesi, Türkiye’nin kimyasını bozan gizli gücün kimliği hakkında bize bilgi vermektedir.

27 Mayıs darbesi için gerekli psikolojik ortamın hazırlanmasında çok önemli bir rol oynayan medya ile ilgili, 27 Mayıs’ın güçlü isimlerinden Orhan Erkanlı’nın İhtilal günlerinde yaptığı değerlendirme çok açıklayıcı olsa gerekir:

Yassıada sanıklarına hak veriyordum. Bizim basın dünyada eşi olmayan, bir gün alkışladığını ertesi gün taşlayan, beyaza siyah siyaha beyaz demekten hiç çekinmeyen, iktidarların dümen suyunu sadakatle takip eden bir tutum içindeydi. Neler yazdılar neler?”14

Bu, sadece 27 Mayıs’a özgü değildi. Bu, Türkiye’nin bütünleşmesinin ve kalkınmasının engellenmek istendiği bütün dönemlerde böyle olmuştur. 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat’ta benzer şeyler olmuştur. Ecevit’in DSP’sini bölerken Ecevit’e karşı açtıkları kampanya, hâlâ hafızalarda tazeliğini korumaktadır. Kenan Evren, bu oyunu zamanında görememiştir. Daha sonraları önce kendisini öven, sonra da yeren gazetecilerin yazdıklarını ibret-i âlem olsun diye bir kitapta toplamıştır.15

Çünkü kaos uluslararası gizli bir gücün özel bir politikasıdır; kaos içerisinde iradelerin çözülerek toplumların teslim alınması amaçtır.16

Sonuç: Türkiye’nin Vücut Kimyasını Bozan Gizli Güç Siyonizm’dir

Masonik medyanın ülkede kaos meydana getirecek bir politika uygulaması, sadece Türkiye medyasına özgü bir özellik olmayıp Siyon Önderlerinin Protokolleri’nde öngörülen genel bir hareket tarzıdır:

“Şimdiki zamanda bile, sadece Fransız basınını ele alın, parola ile işleyen masonik dayanışmayı açığa vuran haller vardır: Bütün basın organları mesleki gizlilik içinde birbirlerine bağlıdırlar. Onlardan hiçbirisi kendi malumat kaynaklarının sırrını bunların bildirilmesi kararlaştırılmadıkça dışarıya vermezler.

Gazetecilerin hiçbirisi kendi tüm mazisi içinde yüz kızartıcı bazı yaralar ve buna benzeyen şeyler bulunmadıkça basın mesleğine kabul edilmeyeceği için onlardan hiçbirisi bu sırrı ifşa etmek tehlikesine girmeyecektir. Çünkü bu yararlar derhal açıklanır. Bu sırlar birkaç kişi arasında kaldığı müddetçe gazetecinin şöhreti memleket çoğunluğunu çeker, avam onu şevkle takip eder.

… Bugünün basını tarafından oynanan rol nedir? O bizim için lüzumlu olan hisleri kamçılar ve alevlendirir veya partilerin egoistçe amaçlarına hizmet eder. O çok defa tatsız, haksız ve yalancıdır ve halkın çoğunluğu basının gerçekte hangi gayelere hizmet ettiğine dair en ufak fikir sahibi değildir.”(17)

(Burada yer alan basın yerine medya kavramı konularak değerlendirme yapılmalıdır.)

Orhan Erkanlı ile Kenan Evren’in göremedikleri bu boyuttur. Yapılan her şey gizli bir stratejiye göre icra edilmektedir. Yeri ve zamanı geldiğinde hedefe varmak için önceden alınan kararlar uygulanmaktadır. 27.1.1965 tarihli Latin Kilisesi Kurultayı’nda, Cizvit Tarikatı Papazı Peder Pedro Arrupe bu ince stratejiye dikkat çekmiştir:

Bu… Tanrısız cemiyet (komplo şebekesi) cemiyetin üst kademelerinde fevkalade etkili bir şekilde işlerini yürütmektedir. Bu cemiyet, elinde olan ilmi, sosyal ve ekonomik araçların hepsini kullanmaktadır. Bu cemiyet, ince dokunmuş bir strateji takip etmektedir. Bu cemiyet, uluslararası teşkilatlar, finans çevreleri üzerinde ve kitle iletişim sahasında (basın, sinema, radyo ve televizyon) neredeyse tam bir hâkimiyete sahipler.”18

İnsanlar bu kadar da olmaz derken onlar, karanlıkta, perde gerisinde ve fakat etkin kilit noktalarında bulunarak para ve medyanın gücü ile tüm dünya insanlığını ifsat etmeye devam etmekte, insan neslinin fıtratını bozarak kendine yabancılaştırmaya, yalnızlaştırmaya ve güdülmeye uygun sürü haline getirmeye çalışmaktadırlar:

“Şeytan ve müritleri yüzyıllar boyunca özellikle de 20. yüzyılda, insanların zihinlerini kontrol etmek için çok detaylı teknolojiler geliştirdiler. Şeytani ruhların, işbirlikçi aydınların ve medyanın yardımıyla bu amaçlarına ulaştılar (televizyon, filmler, gazeteler, dergiler, müzik, sanat).

“Toplumun görünmeyen mekanizmasını işleten kişiler, ülkemizin gerçek yönetici gücünü meydana getiren görünmeyen hükümeti oluşturuyorlar.

Adını hiç duymadığımız kişiler tarafından zihinlerimize şekil verildi, zevklerimiz biçimlendirildi, fikirlerimize etki edildi.”19

Evet, bunlar şeytanın yolundan gidenlerdir.

Mücadelemiz, şeytan ve şeytanın yolundan gidenlere karşı sınırsız ve topyekündür. Onun için bu mücadeleye, halkın bütün halinde iştirakinin sağlanması gerekir.

Müslümanlara düşen en temel görev; bu gizli şeytani şebekenin varlığını, bu ülkenin her kesimine anlatarak toplumsal uyanışı, toplumsal dayanışmayı sağlayıp topyekün bir mücadelenin ortaya çıkmasını temin etmektir.

Sabırla, Yılmadan, Bıkmadan ve En güzel bir tarzda.

KAYNAKLAR

1-Yavi, Ersal, İhtilalci Subaylar, Yazıcı yayınevi, İzmir, 2003.

2-Yavi, E., Age., S:173

3- Bila Fikret, Komutanlar Cephesi, Detay yayınları, İstanbul, S: 39

4- Bila F., Age., S: 55-65

5- Bila F., Age., S: 134

6- Yavi, E., age., S:50-70

7- Yavi, E., Age., S:275

8- Evren, Kenan, Kenan Evrenin Anıları, Milliyet yayınları, İstanbul, 1990 Cilt 1 S:553.

9-Sönmez, Köksal.,Milliyet, 23.11.2007

10- Bila, F., age., S: 298-315

11- Yavi, E., age., S:385

12- İlhan, Attila: 28 Şubat da, Son Operasyonlar da Cumhuriyet’in Savunma Refleksi, Yeni Şafak 24.04.2001

13- Coşkun, Muharrem – Çakmak, Necmettin, Attilâ İlhan’la Çeşitli Konulardan...

 Röportaj Milli Gazete 22-23-24.03.2003

14-Yavi, E., age.,S:359

15- Ardıç, Engin, ‘Hayır, Asla Güvenmiyorum!’ Akşam 22.09.2007

16- Mars, Texe, İllüminati, Entrika Çemberi, Timaş Yayınları, İstanbul, 2002,S:100-120

17- Varsden, Victor, Siyon Liderlerinin Protokolleri, Kum Saati Yayınları, İstanbul, S: 59-60

18- Gary Allen, Gizli Dünya Devleti, Milli Gazete, 1996 İstanbul, S: 8

19- Mars, Texe, age, S:175.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...