1 Ekim 2005 Cumartesi

MEDENİYETLER ÇATIŞMASINDA MÜSLÜMANLARIN YOL HARİTASI-VI: ÖNCÜLERİN ÖNCELİKLİ GÖREVLERİ: SIRAT-I MÜSTAKİME ÇAĞRI

 (Umran Dergisi)

“Yol, ancak insanlara zulmeden ve  yeryüzünde haksız yere ‘tecavüz ve haksızlıkta bulunanların’  aleyhinedir. İşte bunlar için acıklı bir azab vardır”(42/42)

 

Çölleşen Bir Dünyada Dosdoğru Yolu Bulabilmek 

Hz. Adem’in İblis karşısında aldığı mağlubiyet sonucunda yeryüzüne indirilmesi ile insan neslinin dünyada başlayan yolculuğu, çöldeki kervanın yolculuğuna benzer.

Çöl, çölde seyahat etmek zorunda kalanların korkulu rüyasıdır. Çölde seyahat etmek bir kabustur. Çölde her taraf bir kum denizidir, her yer birbirine benzer. Zemin sürekli değişim halindedir. Tepeler ve çukurlar sürekli yer değiştirir. Bir anda koyduğunuz işaretler, kısa bir zaman içerisinde kum fırtınası ile yok olup gidebilir. Bulunduğunuz noktadan etrafa baktığınızda her yön ve yol, doğru veya yanlış olabilir. Hele çölün bazı bölgeleri vardır ki orda her yer aynı gözükür. Buralara yehma denir.1 Burada yön ve yol bulmak insan için neredeyse imkansızdır. Çölde kaybolma tehlikesinin yanı sıra kum fırtınası, çöl sıcaklığı, susuzluk, vahşi ve zehirli hayvanlardan oluşan bir tehlike çemberi vardır. Bütün bu tehlikelere karşı nasıl davranılacağını ve nasıl tedbir alınacağını bilen insanlara ihtiyaç vardır. Bunlara hâdî(rehber) denir. Bir hâdî, lalettayin bir yol gösterici değildir. “Hâdî, sıcaktan, kum fırtınalarından, susuzluktan ve vahşi hayvan saldırılarından ölmeye neden olacak sayısız çöl yollarının arasından doğru olanını bulup, böylelikle gereksiz sıkıntılara katlanmayı veya ölüme giden yanlışları engelleyerek hedefe varmayı sağlayan rehberlerin ismidir”1

Çölde seyahat etmek zorunda olan bir kervan, çölü çok iyi bilen rehberler, yol göstericiler(hâdî) olmadan yola çıkmaz/çıkamaz. Hâdîsiz yola çıkanların akıbeti çölde kaybolmaktır. Bununla beraber çölün yehma adı verilen bölgelerinde hâdîler de bir şey yapamaz.

Çölde seyahat eden bir kervanla insanoğlunun zaman içerisindeki yolculuğunun benzerliği yön ve yol tayin etme ve karşılaşılan tehlikeler açısındandır. Çölün tehlikesi, kendi doğallığındandır/yapısındandır. Yaşamın tehlikesi, İblisin/şeytanın varlığındandır. İnsanın yeryüzünde karşılaşacağı her türlü kaybolma, İblisin insanoğluna savaş açmasının doğal bir sonucu olarak vardır. Bu savaş ilanı, iyi okunmadan, iyi algılanmadan, iyi anlaşılmadan insanoğlunun tek başına doğru yolu bulması imkansız gibidir:

 “(İblis) Dedi ki: «Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onlar(ı / insanları saptırmak) için mutlaka senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım.» «Sonra da muhakkak onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Onların çoğunu şükredici bulmayacaksın.»”(7/16-17)

 “Dedi ki: «Rabbim, beni kışkırttığın şeye karşılık, andolsun, ben de yeryüzünde onlara, (sana başkaldırmayı ve dünya tutkularını) süsleyip-çekici göstereceğim ve onların tümünü mutlaka kışkırtıp-saptıracağım.» «Ancak onlardan muhlis olan kulların müstesna.»”(15/39-40)

İblis’in yemininde çalışma metot ve tekniklerinin ifşa edilmesi vardır: Pusu kurmak, gerçekleri çarpıtarak başkaldırmayı, isyanı, çirkinliği, hayasızlığı, haramı süslü ve doğru göstermek, vesvese vermek, insan iştihasını tahrik ederek azdırmak ve tüm yol ve istikametleri aynîleştirmek. Kum fırtınasının çölde bütün yön ve yolları aynîleştirerek yönü, yolu olmayan bir mekan meydana getirmesi ile; İblisin insan zihninde, zihniyetinde ve düşüncesinde doğru ile yanlışı, temizle pisi, helalle haramı, hakla batılı, güzelle çirkini ve meşrû olanla gayrı meşrû olanı bir karışım haline getirmek istemesi arasında bir fark yoktur.

Mahiyetini çok iyi bildiği bir ağacı, Hz. Adem’e son derece cazip hale getirerek, süslü göstererek ve mahiyetini değişik sunarak, hem gerçekleri çarpıtmış hem de Adem’e yalan söylemiştir. İnsan yapısında bulunan ihtirası, vesvese ile tahrik ederek azdırmıştır. Bütün bunları insanın istikametini tayin edememesi ve yolunu kaybetmesi için yapmıştır. Yaptığı yeminde, “onlar(ı insanları saptırmak) için mutlaka senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım.» demesi bundandır.

İblis’in ayrı zaman ve mekan boyutunda Hz. Adem’e ve onun şahsında insanoğluna açtığı savaş ile ilgili yaptığı yeminde; yol boyu insanlığın ruh dünyasında, zihinsel dünyasında ve düşünce yapısında nasıl bir çölleşme meydana getirmek istediği çok açıktır. İblis’le insan arasında ki kavga, bir yön ve yol bulma/saptırma kavgasıdır.

Bundan dolayı bu çalışmada yol kavramını ele alıp inceleyeceğiz.

Yol Anlamındaki Kelimeler

Yol, sözlükte değişik anlamlarda kullanılmaktadır: Yol bir noktadan/durumdan kalkıp bir başka noktaya/duruma ulaşmak için takip edilmesi gereken güzergâhtır. Bir amaca ulaşmak için başvurulması gereken çare. Davranış, tutum, gidiş veya davranış biçimi. Uyulan ilke, sistem, usûl, tarz. Gaye, uğur, maksat.

Kur’ân’da yol anlamında, ‘Tarik’, ‘Sebil’, ‘Sırat’, ‘Şeri‘at-Şir‘a’, ‘Minhac’, ‘Din’, ‘Millet’, ‘Selek’ gibi kavramlar kullanılmaktadır. Bu kavramların tümü, yol (maddi,manevi yol) anlamına gelmekle beraber aralarında önemli farklılıklar vardır. Biz burada yol kavramının yalnızca manevi boyutu ile ilgileneceğiz.

Tarîk

Tarîk, en genel anlamda her türlü yol anlamını ihtiva eden bir kavramdır. Kur’ân’da genellikle fiziki anlamdaki yollar için kullanılmıştır. Yoldan başka anlamları da bulunmaktadır.

Sebîl

Sebîl, üzerinde kolayca yürünen yol, işlek yol, çıkar yol anlamındadır. Bununla beraber Kur’ân’da çâre, imkan, delil, hüccet, güç, fırsat, yeterli araç, gerekli zaman ve bedenî yetenek anlamlarında da kullanılmaktadır.2     

Sebîl kelimesi yol anlamında, hem sapık yollar için hem de doğru yollar için kullanılmaktadır. Yolun niteliği, kendisine eklenen takı veya sıfatlarla belirlenmektedir. Genel olarak yolun doğru veya sapık oluşunu belirtmek için rüşd ve ğayy kelimeleri Kullanılmaktadır. Ğayy, İnsanın Allah’ın yolundan başka bir yola ayrılması demektir.

Rüşd ise, ra-şe-de fiilinden mastar olup ğayyin tam zıddıdır. Rüşd doğruluk, istikamet demektir. Rüşd, hak yolunda sağlam ve sabırlı ve tam bir isabetle dosdoğru gitmektir (3). Doğru yol anlamında , sebîl-ür- rüşd kullanılmaktadır. Ayrıca Kur’ân’da Allah’ın yolu anlamında es-Sebil şeklinde geçer. İbn’üs-sebil(yol oğlu) kavramı ise, yolda kalmış ilim, cihad, geçim, ibadet amaçlı yola çıkıp parasızlıktan dolayı yolda kalanlar anlamına gelmektedir.2-3

Sırât

Sırât, cadde, anayol, işlek büyük yol demektir(2,4). Allah’ın yolu, İblisin yolu anlamında kullanıldıkları zaman sebîl ile sırât eş anlamlıdır. Bu durumda sebîl tekildir. Bunun dışında sebîl ile sırât arasında belirli farklar vardır. Sebîl hem tekil, hem de çoğul(sübül) olabilirken; sırât yalnızca tekildir, çoğulu yoktur.2-4

Enam sûresinde sırât ve sebîl bir arada -sırât tekil sebîl çoğul olarak- kullanılmaktadır:

“Bu benim dosdoğru olan yolumdur(sıratı müstakim), şu halde ona uyun. Sizi O’nun yolundan(Sebil) ayıracak (başka) yollara(sübül) uymayın.”(6/153)

Sırât kelimesi, Kur’ân’da genel olarak Allah’a giden sebîl olarak geçer. Bir yerde de cehenneme giden sebil anlamında bulunur:

 «Zulmetmekte olanları, eşlerini ve tapmakta olduklarını bir araya getirip toplayın.»

«Allah’tan başka (taptıklarını); artık onları cehennemin yoluna(sırât) yöneltip götürün.» (37/22-23)

Doğru yol anlamında es-sırât’ül-müstakîm, zaman zaman da es-sırât’üs-seviyy deyimleri kullanılır.        

Maverdî’nin tefsirinde sırât için, ‘yemeğin geçiş yolundan türetilmiş bir kelimedir. Bu onun boğazdaki geçididir.’ denmektedir.

Enam Sûresi(6/153) ve Maverdi’nin tanımlaması göz önüne alındığında Sırat, içerisine girildikten sonra dönüşü olmayan, yalnızca bir giriş ve bir çıkışı olan bir yol, bir tünel, bir tüp geçit olarak değerlendirilebilir.

Şeri‘at

Şeri‘at , Şe-Ra-A fiilinden gelir. Bu fiilin mastarı: şer‘a, şir‘a’dır . Şe-Ra-A, yol açtı demektir. Şeri‘at ise geniş yol, su yolu demektir. Elmalılı, tefsirinde şer‘a, şir‘a ve şeri‘at arasındaki ilişkiyi özet olarak verir:

“Şir‘a, Şeri‘a, Meşra‘a, asıl lügatte bir ırmak veya herhangi bir su kaynağından su içmek veya almak için gidilen yol demektir. Bunda insanların ebedî hayata ve gerçek saadete ermesi için Allah Teâlâ’nın koyup teklif ettiği özel hükümlere ve doğru yola istiâre yoluyla isim verilmiştir ki din demektir. Ya kapalı bir şeyi yarıp açmak, beyan ve açıklamak mânâsına “şera‘a” mastarından veya bir şeye girmek mânâsına “şuru‘“dan alınmıştır. Birincisi şâri‘a (yol göstericiye), ikincisi sâlike (yola girene) göre münasebeti demek olur...”.5

Bu açıklamalar göz önüne alındığında Şeri‘at, ahkâmla belirlenmiş amel ve uygulamayı içeren hukuksal bir yol olarak ifade edilebilir.

Minhâc

Minhâc , suyun kaynağına denir. Bununla beraber geniş, açık yol anlamına da gelir. Minhâc ile şir‘a arasında bir ilişki vardır ve bu ilişki, Elmalılı tarafından şöyle izah edilmektedir:

“Müberred, “şir’a tarîkın (yolun) başlangıcı, minhâc da devamlı tarîktır(yol)” demiştir... Gerçek budur ki, âyette şir‘a ve minhâc bir mânâdan ibaret değildir. Şir‘a, zamanların ve zeminlerin, ahvâlin (durumlar) değişmesiyle değişebilen dinin fürûu (dalları); minhâc da daima sabit, açık ve devamlı olan dinin asıllarıdır ki, şir‘a bunun şubeleri ve çeşitleri demektir. Her milletin mensup olduğu peygambere indirilen özel hükümler birer şir‘a; Allah’a, peygamberlere, ahirete iman gibi bunların hepsinin müşterek ve birlik oldukları usûl (asıllar) da minhâcdır.”5

Görülebileceği gibi Minhac Hz. Adem’le başlayan insanlık tarihinde tarih boyu insanlık için elzem olan değişmeden kalan ve değişmeyecek olan, değiştirilmeye kalkılmaması gereken iman esasları ve temel değerlere göre şekillenmiş bir yol, bir güzergâh demektir.

Millet

Millet, sözlükte söyleyip yazdırmak veya ezbere yazmak manasına gelen imla masdarı ile ilgili bir isimdir. Bununla beraber millet; din ,şeriat, dinde gidilen yol, tarikat, sünnet , yol anlamlarına da gelmektedir. Elmalılı, millet kelimesinin sözlük anlamlarını verdikten sonra bu kavramın din ve şeriatla olan ilişkisini açıklar:6

“Millet: Zemahşerî’nin ‘Esas’ta beyanına göre; asıl mânâsı ‘tutulup gidilen yol’ demektir ki, eğri veya doğru olabilir. İşte bu anlamdan alınarak din ve şeriat mânâsında kullanılmıştır. Şehristanî’nin ‘el-Milel ve’n-Nihal’deki beyanına göre din, şeriat, millet denilen şeyler hadd-i zatında hep aynı şeylerdir. Ancak itibar edilen ve gözetilen mânâya göre, yine de her biri bir başka yönden diğerinden farklı bir anlam kazanır. İtikat ve iman bakımından din, amel ve tatbikat bakımından şeriat, sosyal bakımdan, yani sosyal realite bakımından millet denilir. Gerçekte itikad edilen ne ise, amel edilen de odur. Amel edilen ve uygulanan ne ise esas itibariyle üzerinde ittifak edilen şey de odur. Şu halde millet, bir cemiyetin etrafında toplandığı ve üzerinde yürüdüğü, diğer bir deyişle, içtimaî duygu ve telakkilerinin tabi olduğu ve kitlesinin bağlı bulunduğu hakim ilkeler ve takip edilen gidişâttır, sülûk edilen yoldur. Bu yolun hak olanı, hak olmayanı, eğri olanı, doğru olanı vardır. Şu kadar var ki, yolun hak olanı güzel sonuca, hak olmayanı da hüsrana ve kötü akıbete götürür. Demek ki millet, sosyal kurul dediğimiz toplumun kendisi değildir. Ona cemaat, kavim, ümmet veya ehl-i millet denilir. Mesela Yahudilik ve Hıristiyanlık birer millettir fakat Yahudiler ve Hıristiyanlar ehl-i millet, sahib-i millettirler, diğerleri de öyle... Bununla beraber “millet” kelimesi “ehl-i millet” mânâsına da mecaz olarak kullanılmaktadır.”

Özet olarak Kur’ânda; Tarîk, Sebîl, Sırât, Şeri‘at, Din, Minhâc ve Millet kelimeleri Yol anlamında kullanılmaktadır. Hepsi genel anlamda yol anlamına gelmekle beraber aralarında belli farklılıklar bulunmaktadır. Ayetlerde bu kavramlar bazen tek başına bazen de gruplar halinde bulunmaktadır. Ayetin öncesine ve sonrasına bakarak kavramı yorumlamak gerekir. Aksi taktirde ayetin vermek istediği asıl mesaj ve vurgu kaybolabilir.

Yol-Yolcu-Rehber-Bedel

Yol bir noktadan/durumdan kalkıp bir başka noktaya/duruma ulaşmak için takip edilmesi gereken güzergâhtır. Bir yerden kalkıp başka bir yere en kısa zamanda, en az enerji sarf ederek ve en az bedel ödeyerek gitmek esastır. Zaman, enerji ve bedel arasında en uygun ilişkinin (optimal) olduğu yol en uygun, en doğru yoldur; optimal yoldur. Ancak bu optimizasyon, yolun özelliklerinin yanı sıra yolcunun vücut yapısına, sıhhat derecesine ve ortama/hava durumuna da bağlıdır. İnsanın genç-yaşlı, sağlıklı-sağlıksız olması sonucu nasıl etkiliyorsa; açık, sisli, fırtınalı hava(ortam) koşulları da sonucu etkileyecektir. Yolcunun yol hakkındaki bilgisi(yolu bilip bilmemesi, rehber olup olmaması, yol haritasının bulunup bulunmaması), kullanacağı aracın cinsi, özellikleri, yetenekleri sonuca etki eden önemli parametrelerdir.

 İşte bunun gibi insanlığın değerler dünyasındaki yolculuğu da insanın fıtratına, düşüncesine, rehberine, elindeki haritaya ve kullanacağı vasıtalara ve ortama bağ(ım)lıdır.

Seçtiğiniz güzergâh, sizi istediğiniz noktaya çıkarırsa selamete ulaşmış olursunuz. Başka noktalara ulaştırırsa kaybolmuş olursunuz. Şaşkınca dolaşarak enerji, zaman harcarsınız, sıhhatinizi bozarsınız. Çok yanlış bir yol seçip uçuruma yuvarlanabilirsiniz. Haramilere, vahşi mahlukata yem olabilirsiniz.

Özetle bir yol seçmek demek aynı zamanda bir bedeli kabullenmek demektir. Bu bedel ödül veya cezadır; mutluluk veya bunalımdır.

İki Ana Yol ve Rehberler

21.asrın çölleşen dünyasında tutulacak yol, insan fıtratının gereklerine uygun olmalıdır. Edinilecek rehber, yolu ve yolcuyu bilmeli, tanımalıdır. Yolcunun girmek istediği her yolla ilgili bilgisi olmalı ve o yolda karşılaşabilecekleri tehlikelere karşı yolcuyu uyarmalı, uyarabilmelidir. Karşılaşabilecekleri tehlikelere karşı yolculara gerçek ve sağlıklı çözüm üretmeli, gerçek çıkış yollarını göstermeli, gösterebilmelidir. Yolculara, yollara ilişkin hakiki haritaları göstermeli, gösterebilmelidir. Yolculara bilerek veya bilmeyerek ihanet etmemelidir, onları satmamalıdır.

Ödenecek bedeli de göz önüne aldığımızda önümüze iki ana yol ve iki ana rehber çıkmaktadır:

          İnsanı kurtuluşa(Cennete) götüren Yol ve Rehberler

          İnsanı Helâka (Cehenneme) götüren Yol ve Rehberler

İnsanı kurtuluşa(Cennete) götüren Yol ve Rehberler

Ürünün özelliklerini ve yapısını en iyi bilen onun üreticisi/imalatçısı/yapıcısıdır. İnsanı da en iyi bilen, tanıyan doğal olarak onun yaratıcısı olan Allah’tır:

“Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından daha yakınız.”(50/16)

İnsan nefsinde vuku bulan vesvese fırtınası, kum fırtınasından da beterdir. Önlem alınmadığı taktirde İnsan zihninde, düşüncesinde ve kalbinde yehmalar oluşturur. Yehmaların içerisine düşen yolcuların ödeyecekleri bedel çok ağırdır. İnsan için dünya bir imtihan dünyasıdır. Bu nokta gözden ırak tutulduğunda insanda ki zıtların birlikteliğinin(olumlu-olumsuz, iyi-kötü, güzel-çirkin) nedeni tam anlamıyla anlaşılamaz. Allah, yarattığı varlığın yapısında ki bu iki cepheye hitap eden iki de yol yaratıp insan oğlunun önüne koymuştur:

“Nefse ve ona ‘bir düzen içinde biçim verene,’

Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun) .

Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur

Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır.”(91/7-10)

“Andolsun, biz insanı bir zorluk içinde yarattık…

Biz ona iki göz vermedik mi? Bir dil iki dudak vermedik mi?

Biz ona eğri ve doğru iki yolu da göstermedik mı.

…İşte bunlar, Ashab-ı Meymenedir .

Ayetlerimizi inkar edenler ise, Ashab-ı Meş’emedir.

‘Kapıları kilitlenmiş’ bir ateş onların üzerinedir.” (90/4-20)

Yukarıdaki ayetlerde yol, fıtrat(Yolcu), bedel ve rehber arasındaki ilişki, konunun karmaşıklığını ve bunları birbirinden bağımsız olarak ele alıp değerlendirmenin yanlışlığını göstermesi açısından önemlidir. Gene bu ayetlerde kendisine gösterilen yollarla ilgili seçim hakkının olduğu anlaşılmaktadır. Seçtiği yola bağlı olarak da bedel ödeme hakkı vardır. Ashab-ı Meymene ile Ashab-ı Meş’eme, gösterilen iki farklı yolu seçen insanların adlarıdır. Birinciler cennete, ikinciler ise cehenneme ulaşmaktadırlar. Bu noktaya dikkat edilmelidir.

İnsanın yaratıcısı olan Allah, insan için en sağlam, en güvenilir ana(birincil) yol gösterici, rehberdir:

“Doğru yolu göstermek Allah’a aittir. Onun eğrisi de vardır. Allah dileseydi, sizin hepinizi hidayete erdirirdi.”(16/9)

Kur’ân’da yolla ilgili ayetler incelendiğinde bu gruptaki rehberler, genel olarak, 4 alt grupta toplanabilirler:

          Allah(Ana Yol Gösterici:16/9 76/3, 80/20 33/4 5/16 29/69)

          Peygamberler(2/38 12/108 23/73 42/52 19/43)

          Kitaplar( 14/1 34/6 42/52 43/43,44)

          Müminler/Nimet verilenler(4/115, 1/7)

İnsanı Helaka (Cehenneme) götüren Yol ve Rehberler

İnsanları Sıratı Müstakim’den saptıran en büyük saptırıcı baş rehber İblis’tir. İblis’in yaptığı yeminde(7/16-17, 15/36-40) ve Allah’ın ona verdiği cevapta (17/64) İblis’in bu konudaki kararlılığını, kullanacağı vasıtaları ve çalışma şeklini öğrenmekteyiz. Saptırma işinde İblis baş aktördür. Ancak yalnız değildir. Ona tabi olanlar da saptırmada İblis’le birliktedirler. Bunların genel adı şeytan olup insanlardan ve cinlerden mürekkeptirler.

“Gerçekten bunlar (bu şeytanlar), onları yoldan alıkoyarlar; onlar ise, kendilerinin gerçekten hidayette olduklarını sanıp-sayarlar.”(43/37)

“...Onlara şeytan yapmakta olduklarını süslemiştir, böylece onları (doğru) yoldan alıkoymuştur; bundan dolayı onlar hidayet bulmuyorlar.”(27/24)

Şeytan kümesi, homojen özellikteki insanlardan oluşmaz. Bu ana küme içerisinde belli bazı ana özelliklerden dolayı meydana gelen alt kümeler vardır. Bu saptırıcıların alt kümelerini, Kur’ân âyetlerine dayanarak şöyle tasnif edebiliriz:

          İnkar edenler/Kafirler(16/88, 4/167-168 22/25 8/36,47)

          Müşrikler(9/8,9)

          Ehl-i Kitap/Yahudiler/ Hıristiyanlar( 3/99 4/44,51 ,160)

          Zalimler-Ahireti İnkar Edenler(7/45 11/19 42/41-46)

          Müfsitler(Bozguncular) (7/86)

          Haham ve Rahiplerin Bir çoğu(9/34)

          Dünya Hayatını Ahirete Tercih Edenler(14/3)

          Yeryüzünde Haksız Yere Kibirlenenler(7/145,146)

          Müstekbirler(10/88 40/37)

          İnsanların Bazıları(31/6)

          Yeryüzünde Bulunanların Çoğunluğu(6/116)

Son iki kümede yer alanların belirgin bir özelliği yoktur. Muhtemelen bunlar, tutum, davranış ve düşünceleri itibarıyla kesin bir amaç taşımadan, diğer kümelerdeki insanların gittiği yollardan giderek, farkında olmayarak insanların sapmasına vesile olmaktadırlar. Diğerlerinin tümü bile bile insana yalan söyleyerek ihanet etmektedirler.

Seçilen Yolda Ödenecek Bedel; Ya Cennet Ya da Cehennemdir

Gerek 4/115 ve gerekse 1/5-7’de yol, yolcu , rehber ve bedelin bir arada ifade edildiğine dikkat etmek gerekir. Âyetlerde tutulan yolun bir bedeli olduğu çok açık bir şekilde ifade ediliyor. O bedel ya Allah’ın rızası yada Allah’ın öfkesidir. Allah’ın rızasının mükafatı cennettir. Öfkesinin karşılığı da ateştir, cehennemdir. 4/115’de müminlerin yolundan başka yola tabi olanların sonunun cehennem olduğu ve çok kötü bir yatak olduğuna tüm iman edenlerin dikkat etmesi gerekir. Keza 90/4-20, 91/7-10 âyetlerinde yol, yolcu ve bedel arasındaki ilişki aynıdır.

Özet

İnsanın dünya hayatı bir imtihandır. Bu imtihan, insanın seçeceği yön ve yola bağlı olarak ya ödülle ya da ceza ile sonuçlanacaktır. Bu imtihan sürecinde insanın önüne konmuş iki anayol vardır. Bu yollar, Kur’ân’da, mahiyetine(doğru olup olmaması), bedeline, rehberine bağlı olarak isimlendirilmektedir:

Doğru Yol(90/10,16/9, 6/153,3/73 ) - Eğri Yol (90/10,16/9)/ Sapık Yol(25/34,42,44).

Aydınlık Yol (2/257, 5/16, 57/9) - Karanlık Yol (2/257, 5/16, 57/9)

Cennete Giden Yol (3/195, 9/111) - Cehenneme Giden Yol(4/169, 37/22-23)

 Nimet Verilenlerin Yolu(1/7) - Sapıkların Yolu(1/7) / Gazaba Uğrayanların yolu (1/7)

Allah’ın Yolu(16/9, 6/153,3/73) - Tağutun Yolu (4/75,76)

Peygamberlerin Yolu(25/27)  

Müminlerin Yolu(4/115) - Kafirlerin Yolu (4/42,5/12,29/12)

Suçluların Yolu (6/55)/ Bozguncuların Yolu(7/142) / Azgınların Yolu(7/145,146)/

 Bilmeyenlerin Yolu (10/89,7/148)

İman İle Küfür(Allah’ın Yolu ile Tâğût’un Yolu) Arasında Bir Yol Mümkün mü?

İnsan için gösterilen iki yol(yukarıda adı geçen yollar) birbirine zıttır. Bu yolların mensupları da birbirlerine karşıttırlar. İster istemez aralarında mücadele kaçınılmazdır. Bunun için bu ülkede bazıları, Batının değerlerini, kültür ve medeniyetini, gittiği yolu, kendi değerlerinden, kendi kültür ve medeniyetinden, kendi yolundan daha üstün ve doğru görmektedirler:

“Kendilerine Kitap’tan bir pay verilenleri görmedin mi? Onlar cibt ve tağuta inanıyorlar ve inkâr edenlere: «Bunlar iman edenlerden daha doğru yoldadır» diyorlar”(4/51)

Bunlar Batıya kayıtsız şartsız teslim olmak istemişlerdir/istemektedirler.

Gene bu ülkede bazıları da, bu yolları birbirine karıştırarak yeni bir yol (melez, hibrit) aramaktadır. ‘AB değerlerini üstün insanlık değerleri olarak’ görüp o değerleri benimseyerek melez bir medeniyet oluşturmak, ‘Bir medeniyetler buluşması’, ‘kaynaşması meydana getirmek’ istemektedirler.

Birinci kesimin kafası nettir. Bize ait ne varsa atılacak, yerine Batınınkiler konulacaktır. Ancak ikincilerin kafası karışıktır. Bu buluşmada, hangi yol ve hangi istikamet referans alınacak belli değildir.

Bu iki kesim şimdilik, Türkiye’nin AB serüvenine dört elle sarılmışlardır. Oysa aralarında ciddi tezatlar, kan uyuşmazlıkları vardır. Bunları şimdilik bir tarafa bırakmış gözüküyorlar. Ancak birinciler, istediklerini aldığında Batı ile birlikte ikincileri tasfiye edeceği göz ardı edilmemelidir. Çünkü bu işin kanuniyeti budur.

Melez bir yol arayışı gerçekte bir sapmadır. Bunun için de Kur’ân, böyle bir yol arayışına çok şiddetli ve sert bir şekilde karşı çıkmakta; böyle bir yaklaşım sergileyenlerin ödeyeceği bedelin, onur kırıcı bir azap olacağını belirtmektedir:

 “Allah’ı ve peygamberlerini inkar edenler, Allah ile peygamberleri arasında ayırım yaparak; ‘Buna inanır, fakat şuna inanmayız’ diyenler böylece, iman ile küfür arası bir yol tutturmak isteyenler var ya, işte onlar gerçek anlamı ile kafirdirler. Biz kafirler için onur kırıcı bir azap hazırladık.” (4/150,151)

Sırat-ı Müstakîm

Müstakim, hiçbir yerinde meyil ve eğrilik bulunmayan, dümdüz ve dosdoğru demektir. ‘Sırât da, yön de doğru ise de inişi, yokuşu bulunabileceğinden düzlük manasını da anlatmak için müstakim (dosdoğru)vasfı ile kaydolunmuştur’.4

Doğru Yol nedir hangi yola dosdoğru yol diyeceğiz? Bunu yol, yolcu, rehber ve bedel arasındaki ilişki tayin eder. Yolları en iyi bilen rehberler, yolcuların özelliklerine bağlı olarak yolun en doğrusunu, en uygun olanını ve ceza/ zarar-ziyan getirmeyenini seçerek yolculara gösterirler, önerirler. Dolayısıyla önerilen yolun doğruluğu, rehberin yol ve yolcu ile ilgili, bilgisi ve ödenecek bedel tarafından belirlenir.

İnsanı yaratan Allah, onu en iyi tanıyan olarak ona bedeli cennet olan bir yolu göstermektedir. Bir boyutu ile rehber, bedeli de tayin eden bir faktör olmaktadır. Bu açıdan Kur’ân, seçilen rehbere bağlı olarak da yol tasnifi yapmaktadır.

Buna göre Dosdoğru olan Yol, Allah’ın ve Peygamberlerinin üzerinde bulundukları yoldur:

“ …Muhakkak benim Rabbim, dosdoğru bir yol üzerindedir. ” (11/56)

“De ki: Hiç tartışmasız doğru olan yol Allah’ın dosdoğru yoludur.” (3/73)

“çünkü sen(Peygamber) dosdoğru olan bir yol üzerindesin.”(43/43, Bak 36/3,4)

Buna göre Dosdoğru Yol, müminlerin yoludur(sebîl):

“Kim de kendisine ‘dosdoğru yol’ apaçık belli olduktan sonra, peygambere muhalefet ederse ve mü’minlerin yolundan(Sebil) başka bir yola uyarsa, onu döndüğü şeyde bırakırız ve cehenneme sokarız. Ne kötü bir yataktır o!..”(4/115)

Buna göre Dosdoğru Yol, kendilerine nimet verilenlerin yoludur:

“Bizi Dosdoğru Yola(Sırat-ı Müstakîm) ilet, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna(sırât), gazaba uğrayanların ve sapıklarınkine değil.” (1/5-7)

Yol seçiminin ne kadar önemli olduğu, günde 5 kez kılınan namazın her bir rekatında okunan Fatiha’da yer almasından bellidir. En büyük rehber Alemlerin Rabbi olan Allah’tan Dosdoğru Yola iletilmek için yardım istenmektedir. Bu yol ‘nimet verdiklerinin yoludur’. Burada nimetten kast edilen herhangi bir nimet değil; Dosdoğru Yola iletilme nimetidir. ‘Bizi nimet verdiklerinin yoluna ilet, gazaba uğrayanların, sapmışların yoluna değil’ denirken kast edilen, yol gösterme nimetidir. Balık tutmayı öğretmekle balık alıp verme arasındaki ilişki neyse; nimet vermekle o nimeti elde etme yolunu gösterme arasındaki ilişki de odur. Buradaki asıl nimet gazaba uğramamak ve sapmamak nimetidir.

Bu nedenle ‘biz batı medeniyetini seçtik’, ‘biz çağdaşlığı seçtik’, ‘batıda ne varsa bizde de o olacak’, ‘biz medeniyetleri buluşturuyoruz’ gibi ifadeleri daha derinlemesine düşünerek söylemek ve değerlendirmek gerekir. Çünkü Batı medeniyeti, ‘Gazaba uğramışların ve sapmışların’ seçtiği yolun bir ürünüdür. O yolda Allah’a ve insan fıtratına açılmış bir savaş vardır. İnsanlığın bunalımının ana kaynağı bu savaştır. Bu gerçek unutulmamalıdır.

 ‘Nimet verilenlerin yoluna ilet, gazaba uğrayanların, sapmışların yoluna’ değil denirken tarihe, geçmişe bir atıf yapılmaktadır. Allah’ın dosdoğru yolundan sapanların sonlarına dikkat çekilmektedir. Müminler günde 5 kez namazda ve her rekatında Fatiha’yı okumakla; böyle bir durumu unutmadıklarını, böyle bir bilinç içerisinde olduklarını, Allah’ın dosdoğru yolunda olmak ve sapmamak için Allah’tan yardım istediklerini sürekli olarak kendi kendilerine hatırlatmış oluyorlar. İşte Kur’ân-ı Kerîm’in değişik âyetlerinde müminlerin özellikleri anlatılırken, ‘Onlar namazı dosdoğru kılarlar’ denmesindeki asıl maksat bu şuur, bu anlayıştır. Yoksa namazın şeklen dosdoğru îfa edilmesi değildir.

Allah’ın Dosdoğru Yolun ana karakteristikleri Kur’ân’ın değişik ayetlerinde ifade edilmektedir. Bunları aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:

          Allah’ı Rab kabul ederek yalnız O’na ibadet etmek, yalnız O’na kulluk etmek(3/51 19/36 36/60,61, 43/64),

          Allah’a hiç bir şeyi ortak koşmamak(6/151-152),

          Allah’a uymak(43/60,61),

          Sözün en güzeline, Kur’ân’a uymak(22/24),

          Kıyametten yana kuşkuya kapılmamak(43/60,61),

          Allah’ın ahdine vefa göstermek,

          İman edenlerden olmak,

          Birbirlerine sabrı tavsiye edenlerden olmak,

          Birbirlerine acımayı öğütleyenlerden olmak,

          Anne-babaya iyilik etmek,

          Yoksulluk-endişesiyle çocukları öldürmemek,

          Çirkin-kötülüklerin açığına da, gizli olanına da yaklaşmamak,

          Hakka dayalı olma dışında, Allah’ın (öldürülmesini) haram kıldığı kimseyi öldürmemek,

          Yetimin malına, en güzel şekilde yaklaşmak,

          Ölçüyü ve tartıyı doğru olarak yapmak,

          Adil olmak ve adaleti hakım kılmak,

          Köleliğe karşı çıkmak,

          Açlık günlerinde yetimleri, yoksulları ve yolda kalmışları doyurmak,

 (6/151-153 90/10-17)

Yol Başlarında Saptırıcı Rehberler

Sıratı Müstakimi anlatan âyetlere dikkat edilirse, yolu ve yönü doğru seçebilmek doğrudan doğruya Allah’a imanla alakalıdır. İşin özü nasıl bir Allah’a iman edildiğidir. (Geçen sayıda bu konu çok ayrıntılı bir şekilde ele alınıp incelenmiştir.) Kainatın ağırlık merkezinde Allah inancı bulunmaktadır. Ağırlık merkezinden bunu kaldırdığınız zaman evreni kum fırtınasına boğar ve çölleştirirsiniz. Yehmalar her tarafı kaplar. İnsanlığın karşı karşıya kalacağı tehlikeler, çölde kaybolmuş bir kervanın karşılaşacağı tehlikelerden çok daha vahimdir. Böyle bir dünyanın her tarafında mayınlar, tuzaklar vardır, kaos vardır bunalım vardır kan ve gözyaşı vardır. Böyle bir sonuca saptırıcı, aldatıcı rehberler sebep olmaktadır. Hz. Peygamber(s.) kendisine sorulan bir soruya verdiği cevapta bunu görebilmekteyiz:

“Bir Adam; “Sırat-ı Müstakim (Doğru Yol) nedir?” diye sordu.

Hz. Peygamber:

“Hz. Muhammed, bizi sırat-ı müstakimin bir başında bıraktı. Bunun öbür ucu ise cennete ulaşmaktır.

Bu ana yolun sağında ve solunda başka tali yollar da var.

Bunlardan her birinin başında bir kısım insanlar durmuş oradan geçenleri kendilerine çağırıyorlar.

Kim bu dış yollardan birine saparsa, yol onu ateşe götürecektir. Kim de Sırat-ı Müstakime giderse, o da cennete ulaşacaktır.”7

Keza Şuayb peygamber, Medyen halkını, insanları tehdit edici, aldatıcı rehberlikten  kaçınmaları bu amaçla yol başlarını tutmamaları hususunda uyarmıştır:

 “O’na iman edenleri tehdit ederek, Allah’ın yolundan alıkoymak ve onda çarpıklık arayarak (böyle) her yolun (başını) kesip-oturmayın... Bozgunculuk çıkaranların nasıl bir sona uğradıklarına bir bakın.”(7/86)

Bunlar ateşe ve helâka götüren rehberlerdir. Bunların ortak adı şeytandır. Bunlar önceki bölümde ifade edilmiştir. Bütün bu şeytanlar, birbiri ile organize bir vaziyette, birbirlerinin velisi olarak(8/73) insanları saptırabilmek için çalışmaktadırlar. Bunların çalışma metotlarını, politikalarını, stratejilerini ana hatları ile Kur’ân ifşa etmektedir. Bunun için İblis ve Şeytan’la ilgili âyetlerin ve hadîslerin incelenmesi yeterli olacaktır. Bu çalışmada İblis ve İblis’in yolundan gidenlerin düşünce ve hareket metodu ve politikalarını ayrıntılı incelemek amaç olmadığından konuya ilişkin belli kesitler vermekle yetineceğiz.

İblis ve onun yolundan giden şeytanların temel çalışma tarzı, yalana, aldatmaya, ihtiras ve doymazlıkları tahrike, vesvese vermeye dayalıdır. Tüm kötülükleri süsleyip cazip/çekici hale getirmek asıldır:

“Kendi yapmakta olduklarını şeytan onlara süsleyip-çekici kıldı, böylece  onları yoldan alıkoydu. Oysa onlar görebilen kimselerdi.”(29/38, 27/24)

Yolla ilgili âyetler incelendiğinde; şeytanların, Allah’a eş koşarak(39/8, 14/30), Allah hakkında tartışarak(22/9), Allah’ın ayetlerini yalanlayarak(7/145,146) Sıratı Müstakimi eğri göstermeye yeltenerek(3/99 7/45 11/19 14/3), insanları tehdit ederek, yolları keserek(7/86), mallarını harcayarak(8/36), gösteriş yaparak(8/47), insanlarla alay ederek(31/6), yeminlerini fesada araç ve kalkan yaparak(16/94 58/16 63/2), hevâ ve hevese uyarak ve uymayı tahrik ederek(38/26), insanları Allah’ın dosdoğru yolundan alıkoymaya çalışmakta oldukları görülmektedir.

Sonuç: Çölleşen Bir Dünyada İnsanları Sıratı Müstakime Ulaştıracak Bir Rehber Olmak

19.asırdan itibaren Batıdan esen kum fırtınası, şiddetini artırarak devam etmekte, insanlığın ruh, fikir, düşünce dünyasını çölleştirmektedir. Her yön ve yol aynîleşmekte, insan ne tarafa gideceğini bilememektedir. 11 Eylül’le birlikte başlayan yalan, aldatma, şaşırtma, saptırma fırtınası çölleşmiş bir dünyada korkunç kara delikler, yehmalar meydana getirmektedir. Büyük bir yalan ve psikolojik savaş makinesi medya üzerinden insan beynini dumûra uğratmak ve düşünce mekanizmalarını çalışamaz hale getirmek istemektedir. Sivil toplum örgütleri, siyasi partiler, medya, bilim dünyası ve sanat dünyası, nerede ise bir bütün olarak, bilerek veya bilmeyerek bu yalan makinesinin birer parçası haline gelmişlerdir. Hep birlikte insanlığın ruh ve düşünce dünyasını çölleştiriyorlar.

 İnsanlık aydınlığa, zehirlenmemeye, parçalanmamaya ve ateşte yanmamaya ulaşan bir çıkış yolunu büyük bir özlemle ve gayretle aramaktadır bugün. ABD ve İsrail’den bu kadar nefret edilmesinin, ABD ve İsrail’i dünya barışı için tehlikeli görmelerinin nedeni böyle bir arayıştır. İşte bu arayışta, insanlığı Dosdoğru Yola iletecek Dosdoğru Yolu bilen hâdîlere(öncülere, rehberlere) ihtiyaç vardır.

21.asrın kum fırtınalarında insanlara Dosdoğru Yolu göstermek ve bu uğurda yapılması gerekeni yapmak, müminlerin en temel görevlerinden biridir. Bunu yapanlar kalacak, yapmayanlar tasfiye olacaklardır:

 “Ey iman edenler, içinizden kim dininden geri döner(irtidat eder) se, Allah (yerine), kendisinin onları sevdiği, onların da kendisini sevdiği, mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı ise ‘güçlü ve onurlu,’ Allah yolunda cihad eden ve kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk getirir...”(5/54)

Allah’ı, peygamberi, Kur’ân’ı rehber edinenler, nimet verilenlerin yoluna tabi olanlar ve bunun gereğini yapanlar, ancak insanlara Dosdoğru Yolu, kurtuluş yollarını gösterebilir, insanları ateşten kurtarabilir, karanlıktan aydınlığa çıkarabilir:

“Allah, rızasına uyanları bununla kurtuluş yollarına ulaştırır ve onları kendi izniyle karanlıklardan nura çıkarır. Onları dosdoğru yola yöneltip-iletir.” (5/16)

Bunun için öncüler, (Geçen sayıda ele aldığımız anlamda) Allah’a sımsıkı tutunmalıdır:

“Kim Allah’a sımsıkı tutunursa, artık elbette o, dosdoğru olan bir yola iletilmiştir.” (3/101).

Bunun için öncüler, Kur’ân’a sımsıkı sarılmalıdırlar:

“Şu halde sen, sana vahyedilene sımsıkı-tutun; çünkü sen dosdoğru olan bir yol üzerindesin.” (43/43)

Bunun için öncüler, Allah’ın emrettiği gibi dosdoğru bir istikamet tutturup, hevâlara uymadan adaleti ikame etme mücadelesi vermelidir:

“Sen bütün insanlığa çağrıda bulun ve Allah tarafından emrolunduğun gibi dosdoğru ol; onların hevalarına uyma ve de ki: ’Ben, Allah’ın bütün vahyettiklerine inanırım: sizin değişik görüşleriniz arasında adaleti gözetmekle emrolundum. Allah benimde Rabbim, sizinde Rabbinizdir.”(42/15)

Bunun için öncüler, sürekli duâ halinde olmalı ve yaptıkları duâların şuuruna varmalıdırlar:

“Rabbimiz, tevbe edenlere ve senin yoluna tabi olanlara mağfiret et ve onları cehennem azabından koru.”(40/7)

“Bizi dosdoğru yola(sırat-i müstakim) ilet, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna, gazaba uğrayanların ve sapıklarınkine değil.” (1/5-7)   

Notlar:

1- Vatandaş C., Dosdoğru Yolun Rehberi ve Yolcuları, Umran Dergisi, İstanbul, Sayı: 32, 1996, S: 17-24

2- Ünal A., Kur’ânda Temel Kavramlar, Beyan Yayınları, İstanbul, 1990 S: 134-139

3- Elmalılı M.H.Y., Hak Dini Kur’ân Dili, Azim Dağıtım, İstanbul , Cilt: 7, S:198

4- Elmalılı M.H.Y., age, Cilt: 1, S: 122

5- Elmalılı M.H.Y., age, Cilt: 7, S: 88

6- Elmalılı M.H.Y., age, Cilt: 1 S: 399

7- Canan İ., Hâdîs Ansiklopedisi, Kütübi Sitte,

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...