1 Haziran 2004 Salı

21. Yüzyılın Haçlı Savaşlarında Yeni Bir Truva Atı: Büyük Ortadoğu Projesi

 (Umran Dergisi)

‘Her gecenin bir gündüzü vardır.’

 

‘Yeni NATO ve Yeni Misyon’

ABD yönetimi ‘Büyük Ortadoğu Projesi’ diye adlandırdığı ve 11 Eylül provokasyonu ile uygulamaya sokmaya çalıştığı bir projeyi, önce G-8’lere, sonra İstanbul’daki NATO zirvesine ve daha sonra da AB’ye getirecektir. ABD’nin patronluğunda dünyanın 3. büyük paylaşımı gerçekleştirilmeye çalışılacaktır. Bu nedenle başta Müslümanlar olmak üzere tüm insanlık için her üç toplantı da tarihi önemi haizdir.

İstanbul’da Haziran ayında yapılacak NATO toplantısında, eğer pastanın paylaşılmasında anlaşabilirlerse, NATO’ya yüklenecek yeni misyon tartışılacaktır. Daha doğrusu ABD yönetimi, ‘Büyük Ortadoğu’ diye isimlendirdiği müslüman coğrafyayı en az zararla işgal edebilmek için NATO’ya yüklediği yeni misyonu diğer NATO ülkelerine kabul ettirmeye çalışacaktır.

ABD’nin NATO’ya yüklemeye çalıştığı yeni misyonu, ABD’yi temsil eden yetkili şahısların yaptığı konuşmalardan ve yazdığı yazılardan anlamamız mümkündür. 24 Ekim 2003’ Prag’da gerçekleştirilen ‘NATO ve Büyük Ortadoğu’ adlı konferansta NATO Konseyi Daimi Üyesi R. Nicholas Burns’ün yaptığı ‘Yeni NATO ve Büyük Ortadoğu’ adlı konuşmasından NATO İstanbul Zirvesinin kabaca hangi konular etrafında şekilleneceği anlaşılabilmektedir. Burns, bir savunma örgütü olan NATO’nun Büyük Ortadoğu’da konuşlanmasının zorunlu olduğunu söylemektedir:

“Soğuk Savaş boyunca Batı Avrupa’yı koruma adına Batı Avrupa’da devasa bir kıta ordusu yapılandırdık. Avrupa ve Kuzey Amerika hâlâ NATO’nun güvencesi (mandate) altındadır. Fakat Batı veya Orta Avrupa’da ya da Kuzey Amerika’da oturarak bu işi yapabileceğimize inanmıyoruz. Hem kavramsal yönelimimizle hem de askeri gücümüzle doğuya ve güneye konuşlanmak zorundayız. NATO’nun geleceğinin doğu’da ve güneyde olduğuna inanıyoruz. Bu da Büyük Ortadoğu’dur.”1

Ayrıca NATO Askeri Komitesi Başkanı General Naumann NATO’nun yeni döneme ilişkin fonksiyonunu, Burns’e benzer şekilde tanımlamaktadır:

“NATO artık eskiden olduğu gibi bölgesel bir savunma örgütü olarak kalamaz: üye ülkelerin çıkarlarını nerede olursa olsun koruyabilecek ve gelecekte kurulabilecek koalısyonların temelini oluşturacak küresel bir ittifak haline gelmelidir. NATO komuta ve kuvvet yapılarını bu doğrultuda uyarlamalı ve yeni şartlara mukabele edebilecek yetenekleri kazanmalıdır.”2

Burns’e göre NATO’nun Büyük Ortadoğuya konuşlanmasının nedeni, bu müslüman coğrafyanın NATO ülkeleri için tehlikeli olmuş olması ve NATO ülkelerine asıl tehdidin bu coğrafyadan gelecek olmasıdır. NATO’nun yeni misyonu bu olguya göre şekillenmelidir:

“NATO’nun gelecekteki misyonu, krizleri önleme ve söz konusu krizlere karşılık verme şeklinde olacaktır. Krizlere verilecek karşılık ya bir savaş görevi veya bir rehine kurtarma operasyonu ya da Fransa, İspanya, Çek Cumhuriyeti ve Birleşik Devletler’e yönelecek tehdidin kaynağı olabilecek Orta ve Güney Asya, Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde gerçekleştirilecek barış gücü operasyonları şeklinde olacaktır. Bu tehdit, hepimizin bildiği üzere, Başkan Bush’un 11 Eylül 2001’den bu yana dile getirdiği üzere kitlesel imha silahlarıyla küresel terörizmle eş anlamlıdır. Söz konusu küresel tehdit Amerikan halkını ve aynı zamanda, NATO içinde yer alan bir süre sonra sayısı yirmialtıya çıkacak olan- ondokuz ülke halkının tamamını da etkileyen en büyük tehdittir. Bu, temel bir değişim işaretidir.”1

Ayrıca Burns, bu konuda Cumhuriyetçiler ile Demokratların aynı fikirde olduğunu söyleyip diğer NATO ülkelerine kibarca bir uyarıda bulunmuştur. Büyük Ortadoğu Projesi, ABD’deki hakim güçlerin projesi olup parti politikalarının üstündedir:

“Birleşik Devletler’de siyasal partiler arasında bu konuda partizanca bir ayrım olduğunu zannetmiyorum. Bununla ilgili olarak, Demokrat bir dostum olan Ron Asmus’un bir süre önce Foreign Affairs’de yayımlanan çalışmasının okunmasını tavsiye ediyorum. Ron’un argümanının temel noktası NATO’nun değişime olan ihtiyacını ortaya koymaktadır. NATO’nun görev alanıyla ilgili bu değişim Büyük Ortadoğu’dur. Sanırım, Birleşik Devletler’de Demokratlarla Cumhuriyetçilerin hem fikir olabilecekleri pek çok ortak nokta vardır.”1

Aralarındaki fark kullanılacak yöntemin, izlenecek politikaların uygulanmasına ilişkindir; öze dönük bir ayrılık yoktur. Tüm müslüman dünyanın bu gerçeği görmesinde, ABD’ de yapılacak seçimlerin sonuçlarına ümit bağlamamasında fayda vardır.

ABD, Büyük Ortadoğu Projesini en az zayiatla uygulayabilmesi için pek çok ülkeyi projeye taşeron olarak dahil etmeye çalışmaktadır. Bu nedenle NATO’nun kademeli bir şekilde genişletilmesini istemektedir. Aynı zamanda farklı girişim ve organizasyonlarla nüfuz alanını genişletmeye, gelebilecek muhalefeti engellemeye ve karşısındaki bloğu bölmeye çalışmaktadır. ‘Akdeniz Diyaloğu’ bunlardan biridir:

“Söz konusu Büyük Ortadoğu’daki bu stratejiyle ilgili bir başka boyut ise şudur: NATO 1995 yılından bu yana, İsrail’in yanısıra Mısır ve Ürdün’le birlikte Kuzey Afrika’daki Arap ülkelerinin yer aldığı toplam altı Arap ülkesinin bulunduğu, “Akdeniz Diyaloğu” adıyla anılan bir program geliştirmiştir. Akdeniz projesi bağlamında Arap ülkeleri ve İsrail arasında siyasal diyaloğu geliştirme konusunda görüşmeler devam etmektedir. Akdeniz diyaloğunu önemsiyoruz ve belki de katılımcı ülkeler arasında askeri tatbikatlarında yer aldığı daha fazla askeri içerikli bir yapı kazanmasını arzuluyoruz.

...Hükümetimiz, bir başka adım daha atmamız gerektiğine inanıyor. Bu yıl İstanbul Zirve’sini dört gözle bekliyoruz. İstanbul, zirve için son derece uygun bir mekân. Sadece NATO’nun Akdeniz Diyaloğu’yla ilişkisini geliştirmeyi değil, aynı zamanda Kafkasya ve Orta Asya ile de bu ilişkiyi geliştirmeyi düşünmeliyiz. Söz konusu bu bölgelerdeki ülkeler Afganistan’da sergilenen çabalar için son derece büyük önem arz etmektedir. Bu ülkeler bizimle yani NATO ittifakındaki ülkelerle demokratik değerlerin tümünü paylaşmıyorlar. Fakat bu ülkeler, barışın korunmasında bizimle birlikte hareket etmek ve çatışmayı önlemede bizimle birlikte olmayı arzuladıkları stratejik bir perspektifi paylaşmaktadırlar. Bu ülkeler bizim ortaklarımızdır ve bu ülkelerle ortaklığı geliştirmeliyiz.”1

Dikkat edilirse bu ülkelerin, ABD ile aynı değerleri paylaşıp paylaşmamaları önemli değildir; önemli olan ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında yapacağı işgal hareketine yardımcı olması, ses çıkarmamasıdır. Nasıl olsa sıra bir gün onlara da gelecektir. Saddam’a yapılan budur. Suud Kralına yapılmak istenen de bundan başkası olmayacaktır.

Baba Bush döneminde Ulusal Güvenlik Konseyi üyeliği yapan ve ABD nin Askeri duruşunu belirleyen taslağın hazırlayıcısı Richard N. Haass 1997 yılında yayınlanan kitabında (The Reluctant Şheriff) ABD’yi şerif, yandaşlarını da ‘İstekliler Koalisyonu’ olarak tanımlamıştır. ABD kademeli olarak yaptığı organızasyonlarla bütün ülkeleri şerifin gönüllüler ordusuna dahil etmeye çalışmaktadır. İşte ABD’nin NATO’ya yüklemeye çalıştığı yeni misyon, ABD-İsrail-İngiltere menfaatleri istikametinde yeni bir işgal gücü olmasıdır. Savunma amaçlı bir kuruluş, yavaş yavaş Şeytanî ittifakın askeri kanadını oluşturmaya dönüştürülmektedir. Burns’a göre eski NATO öldü, yaşasın yeni NATO:

“Yeni ortaklar, yeni üyeler, yeni askeri güç ve yeni stratejik görev bir arada ele alındığında yeni bir NATO’ya sahip olduğumuz ortaya çıkıyor. En azından, mecazi anlamda, Soğuk Savaş döneminde gerçekleştirdiği başarılardan ötürü eski NATO’yu şerefli bir emekliliğe sevk ettik; fakat şu an çok farklı tehditler karşısında çok farklı bir zaman dilimi için yeni bir NATO inşa etmekteyiz.”1

ABD, Dünya için öngördüğü yönetim piramidinin tepesine kendisini yerleştirmekte; diğer tüm ülkeleri ve oluşumları NATO ile ilişkilendirmektedir. Bu bağlamda NATO ile AB’yi bir alt düzlemde birbirine eşdeğer olarak konumlandırmaktadır. Oysa AB, ABD’nin karşılığıdır, NATO’nun değil. Fakat ABD, NATO ile AB’yi karşılaştırarak AB’ye kendisine nazaran bir alt konum vermek çabası içerisinde bulunmaktadır:  

“Bu ülkelerin aynı zamanda Avrupa Birliği üyesi olmak ve bu iki kurum arasında seçim yapmak zorunda oldukları yönünde Washington hükümetine büyük bir güvenimiz söz konusudur. NATO ve Avrupa Birliği arasındaki sadakati test etmemiz gerekmiyor. Bu ülkeler her iki kurumun da üyesi olmalıdırlar. Böylece her iki kuruma da güç katmış olacaklardır. Söz konusu bu iki kurumun birlikte genişleme göstermesi Avrupa’da demokrasiyi güçlendirmede tarihi bir fark yaratacaktır.”1

ABD, NATO ile AB’yi böyle bir konumlandırmaya tabi tuttuktan sonra, AB’nin kendisine bağlı ayrı bir askeri birim kurmasına şiddetle karşı çıkmaktadır:

“…Özellikle, “Berlin Plus” anlaşmasıyla NATO’nun, bir savunma ve güvenlik gücü olarak gelişmesine katkıda bulunarak Avrupa Birliği’ne yardımcı olacağı ifade edilmiştir. Elbette Avrupa Birliği Avrupalıların ve Amerikalıların geçen elli yıl boyunca gerçekleştirdikleri şeyleri motamot kopya etmeyecektir. Bu bağlamda NATO’yla rekabet halinde ne yeni bir askeri karargâh ne de SHAPE ile mücadele edecek yeni bir plânlama birimi kurulacaktır. Bir ay sonra, Fransa, Almanya, Belçika ve Lüksemburg liderleri Brüksel’de buluştuklarında, yeni bir Avrupa Birliği askeri karargâhı yaratma; yeni bir plânlama birimi kurma; Avrupa anayasası için ortak savunma şartı oluşturma; bir Avrupa Kalesi ya da bir Atlantik karşıtı savunma ticareti haline gelmediği sürece itiraz edilemeyecek olan silahlanmadan sorumlu bir örgüt (agency) oluşturma konusundaki isteklerini dile getirdiklerinde şaşkınlığımızı hayal ediniz. Bu durum, birlikte çalışmak zorunda olduğumuz NATO, Avrupa Birliği ilişkilerinde önemli bir konudur. “1

Burns konuşmasında ABD nin görüşlerini yansıtmış olup AB’yi ikaz etmiştir.

ABD, Sovyetlerin yıkılışı ile meydana gelen tek kutuplu dünyayı, yeni dünya düzeni adı ile kendi patronluğunda yeniden düzenlemek istemektedir. Bu amaca hizmet edecek tarzda NATO’yu bir truva atı olarak kullanmak niyetindedir.

Huntington’un Medeniyetler çatışması tezi, salt bu amaca hizmet etmek için ortaya atılmış,3 11 Eylül provokasyonu bunun için icra edilmiş,4 Afganistan ve Irak bunun için işgal edilmiştir. NATO’ya yüklenmek istenen yeni misyon da bu amaçlıdır.

NATO’nun yeniden yapılandırılma isteğine bu zaviyeden bakmadığımız sürece bundan sonra olabilecekleri anlayamayacağımız gibi tedbir alma, karşı tavır belirleme imkanına da sahip olamayacağız.

Şeytan İmparatorluğu

ABD, Sovyetlerin yıkılışı ile ortaya çıkan boşluğu, bir ABD imparatorluğuna dönüştürmeye çalışmaktadır. Sahip olduğu ekonomik, askeri ve teknolojik üstünlüğü bir dünya imparatorluğu kurma noktasında harekete geçirmiştir. ABD’deki iktidar odakları, sahip oldukları gücü, hem kendi halkının hemde insanlığın rızası hilafına kullanmak kararındadırlar:

“ABD, bugün dünyadaki ezici askeri güçtür. Askeri gücünün menzili / etki alanı ve etkisi dikkate alındığında tarihte bilinen en güçlü devletlerin bir kısmını geçmektedir... ABD, dünyanın ondan önce gördüğü büyük devletlerden daha korkulacak güçler topluluğuna sahip. Küresel bir etki alanı var. Savaş sanatında ustalaşmış profesyoneller tarafından kullanılan en gelişmiş teknolojik silahları bulundururyor… Bu şartlar altında, eskilerden gelen dayanılmaz bir istek -emperyalizm cazibesi- ABD için zorlayıcı bir hal alabilir... ABD ulusu, geçmişin sömürgeci devletlerini harekete geçiren hayallerden pek de etkilenmiş gözükmüyor; bununla birlikte kendisini emperyalist yönetimin klasik görevlerini yerine getirmek zorunda bırakmayacak bir hayali pekala çekici bulabilir.”5

Burada söylenmek istenen, kapıtalizmin doğasından kaynaklanan emperyalist bir sürecin, tüm dünyayı içine alacak tarzda genişletilmesi arzusudur. İfadelerden anlaşıldığı kadarı ile böyle bir sürece ABD halkı, sıcak bakmamaktadır. Ancak onlara bunu cazip hale getirip sunmak, bir yönetim sorunu olarak değerlendirilmektedir. Provokasyonlar, terör ve şiddet kullanımının bir boyutu da ABD halkını yapılanlara ikna etmek içindir.

ABD stratejisini, gelecekte karşısına hiçbir gücün çıkmaması esası üzerine kurmuştur. Baba Bush’un zamanında (1992) Paul Wolfowitz’in başkanlığında savunma bölümü tarafından hazırlanan gizli bir belgede (Defens Planning Guidance) bu noktaya özel bir vurgu yapılmıştır:

“Stratejimiz şimdi (Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra), gelecekte potansiyel bir küresel rakibin ortaya çıkışına meydan vermeyecek şekilde yeniden ayarlanmalıdır (New York Times, 8 Mart 1992)”5

17 Eylül 2002’de kabul edilen ve 20 Eylül 2002’de kamuoyuna duyurulan ABD’nin Ulusal Güvenlik Stratejisi (Bush Doktrini) belgesi ile ilgili Kongrede yaptığı konuşmasında Bush, tam 10 yıl sonra, aynı konuyu tekrarlamıştır:

“ABD, kendisi üzerinde, müttefikleri ya da dost ülkeler üzerinde kendi isteklerini gerçekleştirmek isteyen bir düşmandan gelen girişimleri alt edecek güce sahip olmalıdır ve gelecekte de sahip olacaktır... Gücümüz, ABD’nin gücünü aşma yada ona denk olma ümidiyle yeniden askeri yapılanmaya giden potansiyel düşmanları caydıracak kuvvette olmalıdır.”5

ABD, tehlikelerin üstesinden gelebilmek için dost ve müttefiklerinin askeri gücünü birlikte artırmayı değil, yalnızca kendi gücünü artırmayı öngörmektedir. İşte bunun için Burns, AB’nin NATO’nun dışında bir askeri güce sahip olmasına karşı çıkmış ve üstü kapalı bir şekilde AB’yi tehdit etmiştir.

21.Yüzyılın ABD yüzyılı olması için hazırladıkları ‘Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi’ (PNAC), ABD’nin tek başına dünya hakimiyeti kurması için daha önce hazırlanmış projelerin birleştirilmesi ile elde edilmiş bir projedir. ABD politikalarında etkili olan stratejist Brzezinski’ye göre ABD’nin dünya hakimiyetinin yolu Avrasya’nın kontrolünden geçer. Brzezinski bu bölgenin önemini, jeopolitik analizci Harold Mackinder’e atıfta bulunarak seslendirir:

“Doğu Avrupa’yı yöneten Merkez bölgeye kumanda eder;

Merkez bölgeyi yöneten Dünya adasına kumanda eder;

Dünya adasını yöneten, Dünyaya kumanda eder.”6

Brzezinski, ABD’nin Avrasya Stratejisini biçimlendirmek için yazdığı ‘Büyük Satranç Tahtası’ adlı kitabında, ABD yönetimini bu bölgeyi kontrol edebilecek bir gücün ortaya çıkmaması konusunda uyarır:

“Amerikan politikasının nihai hedefi, iyi huylu ve uzun vadeli eğilimlerle ve insanlığın çıkarları ile uyum halinde, ortaklaşa küresel bir topluluk oluşturma hayaline sahip olmalıdır. Fakat bu arada, Avrasya’ya egemen olan ve böylece Amerika’ya meydan okuma yeterliğine sahip bir rakibin ortaya çıkmaması şarttır.”6

Diğer taraftan Avrasya’nın kontrolü ise Büyük Ortadoğu diye isimlendirilen bölgenin kontrolünden geçmektedir.

Büyük Ortadoğu

Fas ve Moritanya’dan başlayıp Afrika’nın kuzeyi, Ortadoğu’nun tamamı, Kafkaslar, Kazakistan, Türki Cumhuriyetler, Orta Asya, Afganistan, Pakistan ve Bengaldeş’e kadar uzanan tüm bölge, Büyük Ortadoğu diye isimlendirilmektedir. Brzezinski’nin Büyük Satranç Tahtası’nda ve S.B. Cohen’in ‘Dünya Sisteminin Jeopolitiği’ kitabında7 bu bölgenin önemi üzerinde ısrarla durulmaktadır.

Bu bölge İslam, Çin ve Hint gibi üç büyük medeniyetin birbirleri ile arakesit oluşturdukları, buluştukları bir bölgedir. Batı medeniyetinin burada ciddi bir varlığı yoktur.

Bu coğrafya, kara, deniz ve hava ulaşımında stratejik geçitlere sahiptir. Dünyanın en zengin petrol ve doğal gaz kaynakları bu bölgededir. Alternatif enerji kaynakları bulunamadığı taktirde gelecekte de bu üstünlüğü devam edecektir. Enerji açısından Japonya tamamen, Batı Avrupa ise %60 civarında bu bölgeye bağımlıdır. ABD’nin enerji ihtiyacının çok küçük bir bölümü bu bölgeden sağlanmaktadır.

Bu bölge bugüne kadar ABD’nin giremediği, kontrol edemediği bir bölgedir. Bölgenin neredeyse tamamında müslümanlar yaşamaktadır. Bu coğrafyada İsrail, Siyonist bir Yahudi devleti olarak bulunmaktadır. Filistin halkına karşı soykırım uygulamakta ve tam bir katliam yapmaktadır. Siyonist İsrailin ‘Büyük İsrail Hedefi’ bölgeyi daha büyük bir kaosa sürüklemektedir.

Diğer taraftan ABD ve İngiltere’nin Irak’ta Müslüman bir halka karşı uyguladığı işkence ve katliam, ABD-İsrail-İngiltere’ye karşı korkunç bir düşmanlığın ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Amerikan düşmanlığı her geçen gün artmaktadır. ABD böyle bir gelişmeden ciddi bir rahatsızlık duymakta ve korkmaktadır. Bu gelişimin büyük bir güç haline dönüşmeden kontrol edilmesini arzu etmektedir. Brzezinski 1997’de yazdığı Büyük Satranç Tahtası adlı kitabında bu tehlikeye özellikle dikkat çekmiştir:

“Amerikan önceliğine İslamcı köktendincilikten gelebilecek olası bir meydan okuma, bu istikrarsız bölgedeki sorunun bir parçası olabilir. İslamcı köktendincilik, dinsel düşmanlığı Amerikan yaşam biçimine karşı istismar ederek ve Arap- İsrail anlaşmazlığından yararlanarak çeşitli batı yanlısı Ortadoğu hükümetlerine zarar verebilir ve nihayet özellikle Basra Körfezinde Amerikanın bölgesel çıkarlarını tehlikeye atabilirdi. Ne var ki, siyasal bağlılık olmadan ve gerçekten güçlü tek bir İslamî devletin yokluğu durumunda, İslamcı köktendincilikten gelecek bir meydan okuma, bir jeopolitik merkezden yoksun olacak ve bu nedenle kendisini yaygın şiddet olayları ile ifade edecektir.”8

1997 yılında Brzezinski, bir taraftan İslamî gelişmelerin tehlikesine dikkat çekerken; diğer taraftan güçlü bir İslam devletinin olmamasından şikayet etmektedir. Üstü kapalı olarak adı İslam olan ve fakat İslam’la alakası olmayan bir İslam devleti(!) kurulmasını, güçlendirilmesini ve bunun aracılığı ile anti-amerikancılığın önlenmesini, sömürüye karşı çıkabilecek tüm İslam eksenli direnişlerin bizzat böyle bir devlet tarafından tasfiye edilmesini önermektedir. Nitekim Başkan Clinton, kendi döneminde ‘Müslümanların sorunlarının çözümü için kendisi ile görüşülebilecek bir halifeleri olamayışından’ yakınmış; Türkiye’de Rahmi Koç da bunu seslendirmiştir. Bu gün de ABD Dışişleri Bakanı Powell ‘Ilımlı İslam Cumhuriyeti’ kavramını kullanarak konuyu gündeme taşımıştır. (Bu konu, Umran’ın geçen sayısında ayrıntılı bir şekilde incelenmiştir.)

Büyük Ortadoğu denilen bu müslüman coğrafyadaki yönetimlerin çoğu, batı yanlısı ve hatta batı işbirlikçisi olup halktan kopuklar. Halka zulmetmekte, kendileri lüks ve israf içerisinde yaşarken halk açlığa ve sefalete mahkum edilmektedir. Vurgun, soygun ve yolsuzluk en yaygın olan bir şeydir. Bilimsel ve teknolojik alt yapı hemen hemen yok gibidir. Yönetimler, hem İsrail’in hem de ABD’nin bölgede yaptığı zulme ses çıkaramamakta; bu da her geçen gün halkla aralarının açılmasına sebebiyet vermektedir. Bütün bunlardan dolayı İslamî uyanış, çığ gibi büyümekte ve bütün bu coğrafyayı bir ucundan diğer ucuna kadar kuşatmaktadır. ABD-İsrail-İngiltere kendi elleri ile uyuyan bir devi uyandırdıklarının farkında değillerdir.

Büyük Ortadoğu Projesi

Büyük Ortadoğu diye anılan bölge, yukarıda ifade edilen önemine binaen tarih boyu dünyayı kontrol etmek isteyen güçlerin hep ilgisini çekmiş ve bütün büyük güçlerin çatışma alanı haline gelmiştir. Sovyetlerin çöküşü ile ABD’nin buraları kontrol edebilmek için gelip yerleşmesi ve buralarda üsler kurması daima stratejik hedefleri arasında olmuştur. Normal şartlar altında da buraya gelip yerleşebilmesi sözkonusu değildi. Olağanüstü bir durum oluşturulmadan veya Batı medeniyeti için büyük bir tehlike ve tehdidin bu bölgeden gelebileceğini ortaya koymadan ABD’nin buralara girmesi de mümkün gözükmemekteydi. 11 Eylülle yapılmak istenen bu olağanüstü durumu yaratmaktı. Nitekim 11 Eylülün ertesinde eylemcilerle ilgili ortalıkta dolaştırılmaya başlayan liste bu amaca dönüktü. Akabinde ABD, Büyük Ortadoğu denilen coğrafyanın en stratejik iki bölgesini işgal etmiştir.

Afganistan olayında dünya kamuoyundan büyük bir destek gören ABD, aynı desteği Irak işgalinde görememiştir. Dünyanın ABD’nin gerçek niyetini anlaması çok uzun sürmemiş, BM ve NATO’nun işgalde kullanılması engellenmiştir. ABD-İngiltere-İsrail şer ittifakının gerek Afganistan ve gerekse Irakta batağa saplanması, Büyük Ortadoğu projesini tek başlarına icra etmenin zorluğunu görmelerine neden olmuştur. Şimdi ABD, G-8, NATO ve AB’yi ikna etmek için ‘Büyük Ortadoğu Projesine’(BOP) ayrı bir elbise giydirip sunmaya çalışmaktadır.

BOP Nedir?

ABD tarafından BOP’a ilişkin yayınlanmış resmi bir belge bulunmamaktadır. Bu konudaki bütün değerlendirmeler, ‘NNSS 02’ olarak kodlanan ‘Ortadoğuda ABD’nin Yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi: Bir 11 Eylül Sonrası Analizi’ (New National Security Strategy of The USA in the Middle East Apost September 11 Analysis) adlı belgeye dayandırılmaktadır.9 Bu belgenin içeriğinde ne var tam olarak belli değildir. Bununla beraber ABD politıkasını şekillendiren stratejistlerin ve yönetimde bulunan yetkili kişilerin yaptıkları açıklamalar, projenin mahiyeti hakkında önemli bilgilerin elde edilmesini sağlamaktadır. Yazılanlar ve konuşulanlar derlenip üzerinde analiz ve sentez yapıldığında projenin amacı, kapsamı ve işleyişinin nasıl olabileceği anlaşılabilmektedir.

Yukarıda ifade edildiği gibi ABD yönetimi, 21. Yüzyılı bir Amerikan Yüzyılı olarak düşünmekte ve stratejilerini buna göre şekillendirmektedir. O nedenle bütün projeler, PNAC ana projesinin alt projeleri olarak ele alınmaktadır. BOP da ABD’nin Avrasya hakimiyeti için geliştirdiği bir alt projedir. Başlangıcı 1990’lı yıllara uzanır. Kamuoyuna ilk kez Joint Forces Quarterly dergisinin (ABD Silahlı Kuvvetler dergisi) Sonbahar 1995 sayısında ‘The Greater Middle East’ ismi ile duyurulmuştur.

26 Şubat 2003’te Amerikan Girişim Enstitüsünde ABD Başkanı Bush tarafından ‘Ortadoğuda Demokratik Değerlerin Yayılmasını Öngören Plan’ açıklanırken ‘Büyük Ortadoğu Projesi’nden bahsedilmiştir. Bush ayrıca 9 Mayıs 2003’ yaptığı bir konuşmada 10 yıl içerisinde ‘ABD- Ortadoğu Serbest Ticaret Bölgesinin’ kurulacağını açıklayarak projenin hedeflerinden birini dile getirmiştir.

Bush’un Ulusal Güvenlik Danışmanı Condolezza Rice, 7 Ağustos 2003’te The Washington Post gazetesinde ki yazısında, BOP kapsamında 22 ülkenin hedef tahtasına konulup yeniden yapılandırılacaklarını ifade etmiş, projenin kapsamı hakkında daha ayrıntılı bilgi edinilmesine imkan vermiştir.

Ulusal Demokrasi Vakfında 6 Kasım 2003’te Bush, ‘Ortadoğuyu Özgürleştirme Stratejisini’ açıklayarak BOP’ta nelerin sloganlaştırılması gerektiği mesajini vermiştir.

Başkan yardımcısı Dick Cheney, Davos’ta Dünya Ekonomik Forumunda ‘Büyük Ortadoğu’ya Reform’ projesini açıklamıştır.

Dişişleri Bakanı Colin Powell, değişik zamanlarda yaptığı konuşmalarda İslam coğrafyasının siyasal olarak değiştirileceğini belirtmiştir.9

ABD NATO Konseyi Daimi üyesi Nicholas Burns 24 Ekim 2003’te ‘NATO ve Büyük Ortadoğu’ adlı bir toplantıdaki konuşmasında, NATO’ya yeni bir misyon biçilip Büyük Ortadoğu’da konuşlanmasını istemiştir.1

Londra’da yayınlanan El Hayat gazetesi 13 Şubat 2004’te, ABD’nin G-8 zirvesi için hazırlatıp üye ülkelere dağıttığı taslak metni yayınlamıştır.10

Bütün bunlar incelendiğinde BOP’un birbiri ile iç içe geçmiş biri görünür, diğeri gizli olan iki amacı olduğu anlaşılmaktadır.

BOP’un Görünür Amaçları

ABD yönetiminin kamuoyuna dönük yaptığı yazılı ve sözlü açıklamalardan BOP’un görünür amaçları aşağıdaki gibi özetlenebilir:

          Bölgedeki Kitle İmha Silahlarının (KİS) kontrol edilmesi, üretiminin ve yaygınlaştırılmasının engellenmesi,

          Bölgedeki terör odaklarının kurutulması, terörle mücadelenin sürekli hale getirilmesi,

          Totaliter rejimlerin demokratikleştirilmesi,

          Serbest piyasa ekonomisinin yaygınlaştırılması ve gerekli mekanizmaların kurulması,

          Bölgenin modernleştirilmesi,

          İnsan haklarının ve özgürlüklerin geliştirilmesi, yaygınlaştırılması,

          Kadınlara eşit haklar tanınması,

          Radikal İslami unsurların temizlenmesi,

          Dini eğitimde reform yapılması.

 Yukarıdaki gerekçelerin bir kısmı ABD yönetiminin bölgedeki politıkasının bir ürünüdür.

           

Kitle İmha Silahları 

Bölgeye kitle imha silahlarını sokan bizzat ABD’dir. İran-Irak savaşında Saddam savaşı kaybetmek üzere iken bizzat Donald Rumsfeld tarafından Irak’a kitle imha silahları verilmiştir. Fao adasında binlerce İran askerinin ölümüne ve Halepçe’de beşbin civarında sivil Kürt’ün ölümüne neden olan KİS’ler ABD markalıdır. Diğer taraftan Büyük Ortadoğu coğrafyasında gerçek anlamda Kitle İmha Silahlarına sahip olan tek ülke İsraildir. BM’in bölgenin kitle imha sılahlarından arındırılmasına ilişkin kararına rağmen İsrail’e bir yaptırım uygulanamamış, sadece Irak’ın üzerine gidilmiş ve fakat orada da herhangi bir kitle imha silahı bulunamamıştır. Bununla beraber KİS’ler Irak işgalinin gerekçesi yapılarak dünya kamuoyu ABD-İsrail-İngiltere tarafından aldatılmıştır.

Gerçekte sürekli silahlanma içerisinde bulunan ABD’dir ve bu konuda hiçbir kısıtlama kabul etmemektedir. ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld Foreign Affairs dergisinin Mayıs/ Haziran 2002 sayısında yer alan ifadelerinde, dehşet verici yeni silahlara sahip olmanın zorunluluğundan bahsetmektedir:

“Biz öyle değişik yeni varlıklar geliştirmeliyiz ki, sırf bunlara sahip olmamız bile düşmanı rekabete girişmekten alıkoysun. Örneğin bizim etkili füze savunması konuşlandırmamız karşı tarafı balistik füze satın almak için harcama yapmaktan vazgeçirebilir. Çünkü bu füzeler onlara istediklerini, yani ABD ve müttefiklerinin şehirlerine karşı nükleer şantaj yapabilme imkanını sağlamayacaktır.”11

Diğer taraftan ABD, Rusya ile yaptıkları antibalistik füze anlaşmasını tek taraflı terk etmiştir. BM kararlarını hiçbir zaman önemsemeyip nükleer silah denemeleri ve kara mayınları konusundaki ek kısıtlamalara karşı çıkmaktadır.

Demokrasi           

‘Bölgeye demokrasiyi getirmek’, ‘totaliter rejimleri değiştirmek’ gibi bir söylem, bölgedeki baskıcı sistemlerden bunalan müslüman halkın ağzına bir parmak bal çalmak ve dünya kamuoyunu yanıltmak için kullanılmaktadır. Çünkü bugüne kadar bu bölgede diktatörklükleri besleyen ve koruyan başta ABD olmak üzere batıdır. Cezayir örneği ortadadır. Türkiye’deki tüm darbelerin arkasında ABD vardır. Seçimle işbaşına gelen Venezuella Devlet başkanı Chavez, ABD destekli darbe ile düşürülmek istenmiştir. Ayrıca Haiti devlet başkanı Aristide, Amerikan askerlerinin bizzat iştirak ettiği bir darbe ile düşürülüp sürgüne gönderilmiştir. Zimbabve ve Ekvator Ginesi’nde ABD destekli darbeler engellenmiştir.12 Dolayısıyla ABD’nin derdi demokrasiyi yaymak değil, onu bir Truva atı olarak kullanmaktır.

İnsan Hakları ve Özgürlükler

ABD’nin niyeti, bu coğrafyaya özgürlükleri, insan haklarını, hukukun üstünlüğünü getirmek değildir. ABD bugüne kadar nereye insan hak ve özgürlüklerini getirmiştir ki Büyük Ortadoğuya da getirmiş olsun. Tarihteki en büyük soykırım ABD tarafından yapılmıştır. Kızılderililerin neredeyse tümünü yok etmişlerdir. Zencilere daha yakın tarihe kadar reva gördükleri davranışlar ortadadır. Irak’ta ABD askerlerinin komutanlarının direktifleri istikametinde icra ettikleri zulüm ve kadınlara yaptıkları tecavüz, ne tür bir hak ve özgürlük getirmek istediklerinin en açık örnekleridir. Kendilerini savunurken Saddam döneminde yapılanlara sarılmaları, aralarında fark olmadığının bir göstergesidir.

Daha da önemlisi, ABD’nin uluslararası İnsan Hakları Sözleşmesine katılmış olmaması, küresel ısınma konusundaki Kyoto Protokolünü kabul etmemiş olmasıdır. Saddam’ın Kürt halkının üzerine Halepçe’de attığı kimyasal silahları ona veren ABD yönetimiydi ve yapılan katliama ses çıkarmamıştır. Fao’da İran askerlerinin üzerine atılan kimyasal silahı veren de ABD idi ve yüz bine yakın İran askerinin kimyasal silah kullanımı sonucu ölmesine seyirci kalmışlardı.

Doğrusu ABD insanlık için bu güne kadar ne yaptı ki, bugün insan hakları adına bayrak açıp müslümanların üzerine yürümektedir. Bu kavramları kullanmadaki niyeti, yerli işbirlikçi diktatörlüklerden çok çekmiş bir halka şirin görünüp bu kavramların yarattığı cazibeden yararlanarak halkın direnişini kırmaktır.

Terör

Bu coğrafyada baştan beri terörü besleyip büyüten ABD olmuştur. PKK’nın arkasında ABD vardır. Molla Mustafa Barzani’yi kandırıp silahlı mücadeleye iten ABD’dir. Molla Mustafa Barzani’nin dönemin ABD başkanlarına yazdığı mektuplar ortadadır. Dileyenler bunları Erbil Tuşalp’ın Zehir Yüklü Bulutlar adlı kitabından okuyabilir.13 İsrail Filistin’de, ABD, Irak ve Afganistan’da tam bir devlet terörü uygulamaktadır. Başta Latin Amerika olmak üzere dünyanın her tarafındaki terörün arkasında ABD vardır.14 Meşhur 11 Eylül, ABD derin güçlerinin ürünüdür.4 Dolayısıyla ABD-İsrail-İngiltere terörün aslî unsurlarıdır.

BOP’un amaçları arasında yer alan ‘Serbest Piyasa Ekonomisinin’ bölgede yaygınlaştırılması ve bölgenin modernleştirilmesi konusunda ABD samimidir. Serbest piyasa ekonomisinin yayginlaştırılmasındaki arka plan aşağıda incelenecektir.

ABD bölgenin modernleşmesini ABD yaşam biçiminin bölgeye getirilmesi ile toplumsal bağların çözüleceği ve bireyselleşen insanların, ABD işgaline karşı herhangi bir direnç gösteremeyeceği düşüncesi ile istemektedir.

Özet olarak BOP’un asıl amacı bunların bir kısmını da içeren gizli amaçlarda saklıdır.

BOP’un Gizli Amaçları

Bop’un gizli amaçları 4 başlık altında toplanabilir:

1-         Müslümanlardan ABD’ye karşı meydana gelebilecek olan bir meydan  okumayı kırmak; Ilımlı İslam adında yeni bir din inşa ederek kaos meydana getirmek. Bununla eş zamanlı olarak etnik temele dayalı yeni uluslar inşa edip bölgedeki karışıklığı ve çatışmayı sürekli kılmak.

2-         Devletlerin Uluslararası Sermayeye göre yapılandırılması.

3-       Bölgedeki enerji kaynaklarını ve ulaşım yollarını kontrol ederek enerji nedeniyle buralara bağımlı olan ve gelecekte ABD’ye rakip olabilecek güçleri frenlemek. Bölgede var olan stratejik madenlere el koymak.

4- İsrail’in güvenliğini sağlamak ve Büyük İsrail’i kurmak.

Yeni Din ve Ulus İnşası İle Bölgeyi Sürekli Çatışma İçerisinde Tutmak 

ABD’li bir çok stratejistin ısrarla üzerinde durduğu en önemli nokta, gelecekte ABD’ye karşı değerler sistemi bazında kafa tutacak ve ABD yayılmayıcılığını durduracak yegane gücün İslam medeniyeti olacağıdır.3,6 Bu nedenle Müslümanların kendilerini toparlamalarına imkan verilmemeli; iç çatışmaya sürüklenerek enerjilerini kendi içlerinde harcamalıdırlar. Bunun için bölgede yapılan dini eğitimler yeniden yapılandırılarak ismi İslam olan ve fakat kendisi İslam olmayan yeni bir din inşa edilmelidir, Ilımlı İslam.15 Hatta mümkünse İslam toptan tasfiye edilmelidir. ABD’de yönetimde bulunan ‘Yeni Muhafazakarların’ önemli isimlerinden Richard Perle’un yazdığı ‘Şerre Son’ (An End to Evil) adlı kitapta işlenen ana tema, budur (İlter Türkmen’in özetlemesi ile):

“Batı ya İslam’a karşı zafer kazanır veya soykırımına uğrar. Müslümanların gazabının kökü İslam’ın kendisindedir. Suudi Arbistan teröre karşı ya batı ile tam işbirliği yapar veya zengin petrol kaynaklarının bulunduğu Doğu eyaleti ondan kuvvet zoru ile koparılır. İsrail- Filistin ihtilafına gelince, Washington’un bir Filistin kurulması fikrinden vaz geçmesi gerekir. 11 Eylülün ortaya çıkardığı İslam dünyasındaki marazı Judea tepelerinde 23.’üncü Arap devletini kurarak tedavi edemeyiz. Tahran’da ki rejim mutlaka yıkılmalı ve bu maksatla İranlı muhaliflere her türlü yardım yapılmalıdır. Müslüman gazabı Arap kültürü ile özdeşleşmiştir. Ortadoğu’daki kötendinciler ve laik militanlar, Sünniler ve Şiiler, Komünistler ve Faşistler birbiri ile kaynaşmışlardır. Hepsi patlamaya hazır gazabın haznesinden fışkırıyorlar. Bu durumun çaresi demokrasi değil demokratikleşmedir. Demokratikleşme derhal seçimlere gidilerek sonra onun sonuçlarına katlanmak anlamına gelmez. Seçimler 1995’te Cezayir’de denenmiştir. Orada yozlaşmış statükonun yerini az daha köktendinciler alıyorlardı. Böyle bir sonuç kabul edilemez. Reform süreci güdümlü ve tedrici olmalıdır.”16

ABD’de Ulusal Demokrası Vakfı Başkanı Carl Gershman bölgeye ilşkin demokrasi Stratejisini anlatırken ‘Özgürlükler ve hukukun üstünlüğü garantiye alındıktan sonra yönetim biçiminin krallık ya da cumhuriyet olması önemli değildir’ derken,17 asıl niyetlerini ifşa etmiş olmaktadırlar.

Anlaşılan onlar özgürlük derken, uluslararası sermayenin serbest piyasa adı altında bölgeyi serbestçe işgal etmesi; hukukun üstünlüğü derken de, bu sermayeyi koruyacak uluslararası tahkimin kabul edilmesini kastediyorlardır.

ABD imparatorluğunu genişletebilmek için hedef aldığı ülkeleri alt etnik gruplara bölüp yeni uluslar oluşturmayı bir strateji olarak benimsemiştir. Mevcut yönetimde danışmanlık yapan ve Afganistan’ın geleceğinde Amerikan Politikası Koordinatörlüğü görevini üstlenen Richard Haass, ‘Karışıklık’ adlı kitabında yeni bir ulus inşa etmeyi, ABD’nin işgal edeceği bölgelerde hakimiyet kurabilmesi için şart olarak görür:

“…Güç politik değişiklik olayı ise, fazla bir zeka gerektirmeden ve birazda iyi şansla işe yarayabilir. Aksi halde tek başına güç kullanımı politik değişikler için yeterli değildir. Bu şekilde bir değişiklik için en etkili yol değişik şekillerde karışıklık yaratmaktır. ‘Ulus inşa etmek’ bu yollardan biridir. İlk önce tüm karşı çıkanları yok edeceksin ve daha sonra başka bir topluluk yaratma işiyle meşgul olacaksın.”18

Diğer taraftan 2003 yılında RAND Corperation tarafından hazırlanan ‘Sivil Demokratik İslam: Ortaklar, Kaynaklar ve Stratejiler’ adlı raporda, Türk İslamı, Alman İslamı, Arap İslamı, Mısır İslamı, Köktendinciler, Gelenekçiler, Modernist Müslümanlar ve Iımlı İslam gibi kavramlaştırmalara gidilmesi, Büyük Ortadoğu coğrafyasında yeni ulus inşasının yanı sıra yeni dinler inşa edilmek istendiğini göstermektedir.15

Bugün ABD, Irak ve Afganistan’da buna benzer bir politika izlemektedir. Büyük Ortadoğu projesinin gizli amaçlarından en önemlisi bölgeyi etnik ve dini eksenli olarak paramparça edecek tarzda yeni uluslar ve yeni dinler ortaya çıkarmaktır.

Müslümanların BOP’a bu boyutu ile bakmaları ve ona göre çözümler üretmeleri gerekir. ABD’nin bu bölgede tutunamaması için öncelikle bizim olaylara bakışımızın berraklaşması şarttır.

Devletlerin Uluslararası Sermayeye Göre Yapılandırılması 

BOP’un gizli amaçlarından biri de, uluslararası sermayenin tam olarak giremediği bu bölgeye girip yerleşmesini sağlamak ve bunu güvence altına almaktır. Onun için bu bölgede yer alan devletler uluslararası şirketlerin menfaatına uygun bir şekilde yeniden yapılandırılmak istenmektedir. Başta Türkiye olmak üzere Büyük Ortadoğuda bulunan ülkelere uluslararası tahkimi kabul etmeleri konusunda baskı yapılması, işgal hareketine hukuki bir boyut kazandırmak içindir. Bu arada NATO Konseptinin, iç karışıklıklar, ekonomik krizler ve doğal felaketler gibi esnek bir alana doğru genişletildiğini hatırlamakta fayda vardır.19 Bütün özelleştirmelerde yabancı ortak şartının istenmesi, yabancıların hisse edinmeleri ile ilgili limitlerin kaldırılması noktasında baskı yapılması ve halkın yönetimdeki etkisini kıracak tarzda üst kurullar denilen dokunulamaz mekanizmalar oluşturulması20 ABD’nin yeni sömürgecilik anlayışının en temel karakteristiğidir:

“Sömürgecilik, doğrudan askeri ve politik gücün uygulanması olarak algılanır. Aslında bağımlı ülkelerin sosyal ve ekonomik kurumlarının metropolitan merkezlerin ihtiyaçlarına göre tekrar şekillendirilmesi gereklidir. Bir kez bu yeniden şekillendirme başarıya ulaşırsa, ekonomik güçler (uluslar arası fiyatlandırma, pazarlama ve finansal sistemler), devam etmek ve aslında ana ülke ve sömürü arasındaki hakimiyet-sömürülme ilişkisini güçlendirmek için tek başlarına yeterlidirler. Bu koşullar altında sömürgeye esas olan hiçbir şey değiştirilmeden resmi politik bağımsızlığı verilecek ve sömürgeye gerçek işgal nedeni olan konularda ciddi bir biçimde karışılmayacaktır.’18

İşte BOP’un gizli amacından biri de, ABD menfaatleri istikametinde Büyük Ortadoğu denilen müslüman coğrafyadaki devlet yapılarını post modern sömürgeciliğe uygun olarak yeniden yapılandırmak, uluslararası sermayenin emrinde çalışacak işbirlikçi, kukla ve şirket hükümetleri kurmaktır. Türkiye’de Derviş’le beraber başlatılan Üst Kurullar Cumhuriyeti uygulamasına bir kez de bu gözle dönüp bakmakta fayda vardır.20 Ekonomik kriz çıkartılarak Türkiye’ye dayatılan yapılanma ile Büyük Ortadoğuya şiddet uygulanarak kabul ettirilmeye çalışılan yapı aynıdır.

Uluslar arası şirketlerin serbest piyasa ekonomisi adı altında bölgeye gelip yerleşmesi ve milli ekonomilerin tümünü çökertmesi asıl amaçtır.

Enerji Kaynakları ve Ulaşım Yollarının Kontrolü 

Büyük Ortadoğu Projesinin gizli amaçlarından bir diğeri de, bölgenin sahip olduğu enerji kaynakları ve bunun uluslararası camiaya ulaştırılma yollarının kontrol altına alınmasıdır. Yukarıda Büyük Ortadoğu bölgesinin önemini incelerken, bölgenin dünyanın en büyük petrol ve doğal gaz rezervlerine sahip olduğunu, AB ve Japonya’nın buraya neredeyse tam bağımlı olduğunu ifade etmiştik. Bu bölgeye enerji bakımından en az bağımlı olan ABD’dir. Üstelikte bu bölgedeki petrollerin işletilmesinin büyük bir kısmı Gulf, Exxon, Chevron ve Texaco gibi dev ABD petrol şirketleri tarafından işletilmektedir. Dolayısıyla ABD’nin kendi ihtiyacı olan petrol veya doğal gaz ihtiyacını bu bölgeden temin etme konusunda herhangi bir sıkıntısı yoktur. Bundan dolayı BOP kapsamında Enerji kaynaklarını ve yollarını güvenliğe almak bu projenin amacı olamaz. Öyleyse amaç başkadır. Enerji bakımından bu bölgeye bağımlı olan ve gelecekte ABD ye rakip olabilecek güçleri, enerji vanalarını kontrol ederek terbiye etmek BOP’un gizli amacı olmalıdır. ABD rakiplerini devre dışı bırakabilmek için bu bölgede ki enerji kaynaklarını rakiplerine karşı bir silah olarak kullanmak istemektedir. Brzezinski National Interest dergisindeki(Kış 2003) ‘Hegemonik Bataklık’(Hegemonic quicsand) adlı makalesinde bunu ifşa etmektedir:

“(Bölgenin enerji kaynaklarına ilişkin) veriler, ABD’ye buraya egemen olmaktan başka bir alternatif bırakmamaktadır. O nedenle ABD, Global Balkanları(Büyük Ortadoğu) kendi stratejik çıkarlarına uygun olarak şekillendirmelidir. Bu bölgeye egemen olmak ABD’ye başka bir stratejik manivela da sağlamaktadır: Ekonomileri bölgeden güvenli petrol akışına bağımlı Avrupa ve Asya ekonomilerini denetim altında tutma gücü. Bu bölge okadar önemlidir ki, ABD herhangi bir bölgesel gücün beklenti ve önceliklerini buraya dayatmasına izin vermemelidir.”21

İsrailin Güvenliği ve Büyük İsrail’in Kurulması 

BOP’un gizli amaçlarından biri, İsrail’in güvenliğinin sağlanması ve Siyonizmin ‘Büyük İsrail Projesinin’ hayata geçirilmesidir. Bugünkü ABD yönetiminde Yahudilerin büyük bir etkinliği vardır. Yönetimin şahinler kanadını Yahudiler oluşturmaktdır. Necati Doğru’nun analizine göre ABD’yi İsrail egemenleri ve Yahudi sermayesi ile bağlantıları olan 400 Amerikan zengini yönetmektedir.22

Diğer tarftan Emekli Orgeneral Kemal Yavuz’un ABD’de de iken bir ABD’li generalle aralarında geçen konuşmayı, BOP kapsamında iyi okumak gerekir:

“(İsrail’in Ortadoğu politikaları ile ilgili eleştirilerinizde) Tamamen haklısınız. Ama, ABD’nin bu konudaki bir gerçeğini de bilmelisiniz. Amerika’da, devlette ve hatta özel sektörde hiç kimse, Başkan dahil(bunu iki defa tekrarladı), İsrail’in politikalarını körü körüne desteklemedikçe, sandalyesinde kalamaz. Çünkü, Amerika’da insanları yöneten iki güç odağı mevcuttur; paranın ve medyanın(yazılı ve görsel basın ve sinema) patronları. Bu iki güç odağı da Yahudilerin denetimindedir.”23

(ABD’deki Yahudi etkinliğini daha iyi anlayabilmek için ABD’de İsrail Lobisi kitabı mutlaka okunmalıdır24

Büyük Ortadoğuyu terörden arındıracağını söyleyen ABD’nin İsrail’in yaptığı devlet terörünü kayıtsız şartsız desteklemesi, ABD’deki yahudi nüfuzunun bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. Ama aynı zamanda da ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında ileri sürdüğü argümanlar konusundaki samimiyetsizliğini ve Projenin, öne sürülen amaçlarından, daha başka gizli amaçlarının var olduğunu gösterir.

ABD’de Yahudiler Evanjelik Hıristiyanlarla şu an ittifak halindedirler. Ancak bu durumdan Katolikler şikayetçidir ve aralarında büyük bir çekişme vardır. ‘İsa’nın Çilesi/ Tutku’ filminin yapılmış olması, ‘İsa’yı Yahudiler öldürdü’ tarzında bir iddianın seslendirilmesi ve arkasından Mel Gibson’un babasının WSNR radyo programına çıkıp ‘Musevilerin, tek bir dünya dini ve tek bir dünya hükümeti yaratmaya çalıştığını, bu işin içinde Yahudi bankerler ve ABD Merkez bankasının bulunduğunu’ söylemesi,25 içerdeki bir kavganın büyüklüğünün somut göstergesidir. Müslümanlar bu çatışmadan yararlanmasını bilmelidirler.

Sonuç: Türkiye Büyük Ortadoğu Projesinin Truva Atı Olmamalıdır 

Bu ülkenin en büyük şanssızlığı, Müslüman insan unsurunun Kur’an eksenli olarak kazandığı basiret ve ferasete, aydınların ve yönetici kadroların sahip olmamış olmasıdır. Müslümanların büyük bir basiret ve ferasetle Siyonizm ve Batı hakında söyledikleri herşeyin birer birer vuku bulması ve fakat bunu İhsan Sabri Çağlayangil’den Kamuran İnan’a, Kemal Yavuz’dan Güler Kömürcü’ye kadar Batı yanlısı aydın ve yöneticilerin anlayamamış olmasıdır. Türkiye’deki sorunun ana kaynağı kafa karışıklığıdır. O nedenle Müslümanlara düşen en büyük görev, bu aydın ve yönetici kesiminin kafasının aydınlatılmasıdır. Bu durum bugün daha da aciliyet kazanmıştır.

Diğer taraftan Türkiye’nin elinde ABD-İsrail-İngiltere ittifakına karşı tutum belirleyecek imkanlar vardır. Türkiye’nin potansiyeli buna müsaittir. Türkiye kendi gücünün farkına varmalı, iç çekişmelerle potansiyel enerjisini harcamamalıdır. Türkiye kendi içinde bütünleşmeyi sağlayacak yeni bir sosyal mukavele hazırlamalıdır. Böyle bir mutabakata her zamankinden daha fazla bugün ihtiyaç vardır.

BOP, bu coğrafyayı unufak etme projesidir. 21. asrın firavunları olarak ABD’nin Irak’ta; İsrail’in Filistin’de yaptıkları, Büyük Ortadoğuya yerleştikleri taktirde yapacaklarının bir göstergesidir. Komünisti, faşisti, sağcısı, solcusu, milliyetçisi, liberali, laiki ve Müslümanı ile hepimizi aynı kefeye koyduklarının farkına varmalıyız. O nedenle de, asgari müştereklerde, bir üst kimlik altında toplumsal bir uzlaşı sağlamalıyız.

Saddam gibi bir gün fırlatılıp atılacaklarını düşünerek hiç kimse ve fakat özellikle hiçbir Müslüman, Şer ittifakının işbirlikçisi durumuna düşmemelidir. Bu zilleti ne kendisi yaşamalı ve ne de çocuklarına yaşatmalıdır.

Filistin temsilcisinin, ‘Osmanlıya yaptığımız ihanetin bedelini ödüyoruz’ tarzında bir açıklama yapmış olması, bugün için Türkiye’ye nasıl bakıldığını ve ondan nasıl bir beklenti içerisinde olunduğunu göstermektedir. Türkiye atacağı adımlarda Büyük Ortadoğu coğrafyasındaki müslüman halklardan, (yönetimlerden değil) tecrit olmamalıdır. Türkiye bu coğrafyadaki Müslüman halkın gönlünü kazanarak onlarla bütünleşmenin çarelerini aramalıdır.

Türkiye’ye rağmen BOP’u bu coğrafyada uygulamaları mümkün değildir. Türkiye yapılan katliamlara, uygulanan şiddete karşı çıkmalı, dik durmalı ve sesini yükseltmelidir.

Türkiye, ABD’deki Hıristiyan –Yahudi ihtilafından ve ABD-AB, ABD-Rusya, ABD-Çin, ABD-Hindistan ihtilaflarından yararlanmalıdır. NATO içerisinde yaşanacak olan ABD-AB çekişmesinde NATO’nun Büyük Ortadoğu’da konuşlandırılmasına karşı çıkmalıdır. Türkiye, ABD’nin taşeronluğuna, jandarmalığına soyunmamalı ve Truva atı olmamalıdır. BOP’un hedefe yerleştirdiği Çin, Hindistan, Rusya, İran, Suriye, Mısır başta olmak üzere Büyük Ortadoğu’daki tüm ülkelerle ilişkileri geliştirmelidir. İdarei maslahatçı politikaları terk etmelidir.

Şer ittifakının sahip olduğu askeri ve ekonomik güce dayanarak Filistin’de ve Irak’ta yaptıkları, Allah’a iman edenleri paniğe, yese ve korkuya kaptırmamalıdır. Müslümanlar, Moğol istilasından Haçlı seferlerine kadar yığınla badireyi atlatmış, hepsinden alınlarının akı ile çıkmışlardır. Şimdi de Şer İttifakının Müslüman coğrafyayı işgale kalkmak istemesi, dünyanın sonu değildir. Bu tür dönemleri müslümanlar birer arınma olarak görmüşler, Allah’a imanın, sadakatin, sabır ve sebatın bir ölçüsü olarak anlamış ve gerekli bedeli ödemeyi peşinen kabullenmişlerdir. Bu iman edenlerin Kur’an’da geçen en temel vasıflarından biridir:

“Onlar, kendilerine insanlar: «Size karşı insanlar topla(n) dılar, artık onlardan korkun» dedikleri halde, (buna rağmen) imanları artanlar ve: «Allah bize yeter, O ne güzel vekildir» diyenlerdir.” (3.173)

Unutmamak gerekir ki zalimler, zulümlerini katmerleştirdikleri anlarda yıkılır giderler. İsrail Filistin’de, ABD Irak’ta zulümlerini katmerleştirmektedirler. O nedenle de güçleri ne olursa olsun Firavunlar gibi, Moğollar gibi Romalılar gibi yıkılıp gideceklerdir:

“Zulmetmekte olanlar, nasıl bir inkılaba uğrayıp-devrileceklerini pek yakında bileceklerdir.” (26/227)

Bu ilahi bir sünnettir. Allah’ın sünnetinde bir değişiklik olmaz. Zalimler, sahip oldukları gücün, sürekli var olacağını varsayarak müstağnileşirler. Kendilerinin ebedi olacaklarını, kimsenin kendilerine güç yetiremeyeceğini vehme ederler. Onun için de fütursuz davranırlar. Başta Müslümanlar olmak üzere tüm insanlığa karşı tuzak kurarlar. Bilmezler ki kurdukları her tuzak, ayaklarına dolanacak ve onları mukadder akıbetlerine doğru sürükleyip götürecektir:

“Gerçek şu ki, onlar hileli-düzenler kurdular. Oysa onların düzenleri, dağları yerlerinden oynatacak da olsa, Allah katında onlara hazırlanmış bir tuzak, bir düzen vardır.” (14/46)

İşte BOP böyle bir tuzaktır.               

Kaynaklar

1.         R. Nicholas Burns (NATO Konseyi Daimi Üyesi) Yeni Nato Ve Büyük Ortadoğu 24 Ekim, 2003

2.         Naumann K., NATO Yeni Karar Zamanı, NATO Review, Yaz 2002, S:1-6

3.         Huntıngton S., Medeniyetler Çatışması, Vadi Yayınları, Ankara, 1997.

4.         Canoğlu, Y., ‘Küresel Derin Devletin Düşük Yoğunluklu Savaşı , Umran, Ekim

5.         2001, S:18-26

6.         Foster, J.B., ‘ Emperyalizmin Yeni Çağı’, Cosmo Politik, Sayı:6, Sonbahar 2003, S: 12-22

7.         Brzezinski, Z., Büyük Satranç Tahtası, Sabah Yayınları, İstanbul,1997, S: VI ,38

8.         Törüner Y., Büyük Ortadoğu Projesi, Milliyet Gazetesi, 26.02.2004

9.         Brzezinski, Z., Büyük Satranç Tahtası, Sabah Yayınları, İstanbul,1997, S: 51

10.       Buze Ö., ‘Büyük Ortadoğu Projesi ve Yeni NATO’, Teori, İstanbul, Mayıs 2004, S:3-19

11.       ‘Büyük Ortadoğu Girişimi’ Taslak Metni, Kudüs Dergisi, El Hayat Gazetesinden Çeviri, Kış 2004, Sayı 4 S: 112-121

12.       Yost D.S., ‘ABD Güvenlik Stratejileri’, NATO Review, Kış 2003, S:1-8

13.       Karagül, İ. Chavez, Gizemli Uçak, BOP: Petrol, Senaryo, ortak Kader, Yeni şafak, 11.03.2004

14.       Tuşalp E., Zehir Yüklü Bulutlar, Bilgi Yayınevi,Ankara, 1989

15.       Chomsky N., ABD Terörü- Terörizm Kültürü, Pınar Yayınları, İstanbul, 1991

16.       Canoğlu, y., 21. Yüzyıl Haçlı Savaşlarında yeni Bir Tuzak: Ilımlı İslam Cumhuriyeti, Umran Dergisi, Sayı:117, 2004, S:15-25

17.       Türkmen İ., Ortadoğu Vizyonları, Hürriyet, 28.02.2004

18.       Bilici, A., Amerika Ortadoğu’ya Demokrasi Getirir mi?(2), Zaman Gazetesi, 25.02.2004

19.       Foster J.B. ‘Emperyal Amerika ve Savaş’, Cosmo Politik, Sayı:6, Sonbahar 2003, S: 39-45

20.       NATO Strateji Belgeleri, Umran Dergisi, Ağustos 1999

21.       Canoğlu, Y., ‘Sürekli Bürokratik Post Modern Darbeler Dönemi’, Umran Dergisi, Sayı:102, S:31-43

22.       Brzezinski, Z., ‘ Hegemonic Quicksand’, The National Interest-Winter 2003/04 5 P: 1-15

23.       Doğru N. , Sabah Gazetesi, 2.2.2003

24.       Yavuz K., Büyük Ortadoğu ve ABD, Akşam Gazetesi, 10.03.2004

25.       Findley P., ABD’de İsrail Lobisi, Pınar Yayınları, İstanbul, 1994

26.       Kömürcü G., Yahudi- Katolik Savaşımı?!, Akşam Gazetesi, 27.02.2004

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...