1 Ekim 2003 Çarşamba

ÜMMETİN UZUN YÜRÜYÜŞÜ VE TUZAKLAR: YENİDEN ANLAMLANDIRMACILIK (REVİZYONİZM)

 (Umran Dergisi)

“Batıl her zaman batıldır, Asıl tehlike onun hak suretinde görünmesindedir.” Baki

 

Bugün ABD-İngiltere-İsrail şeytan ittifakı, dünyayı işgale karar vermiş ve buna İslâm coğrafyasından başlamıştır. İslâm coğrafyasından başlamış olmalarının ana nedeni, batının şuuraltındaki İslâm düşmanlığını harekete geçirerek lojistik destek sağlamak ve ABD’nin dünya imparatorluğu hedefini gözlerden, hiç olmazsa belli bir müddet için uzak tutmaktır. 11 Eylül sonrasında ‘Haçlı seferi’ tabirinin kullanılması, ‘Bunlar bizim yaşam tarzımızı benimsemiyorlar; bunlar bizim yaşam tarzımıza karşılar’ denmesi ABD’nin globalleşme adına dünyaya sunduğu değerlere ana muhalefetin İslâm’dan geldiğinin görülmesinden dolayıdır. Dünyanın her yerinde Müslümanlar ABD’nin insanı yozlaştıran ve yabancılaştıran değerlerine karşı muhalefet ediyorlar. Şeytanî ittifak, bu muhalefeti kırmak için İslâm coğrafyasını yeniden şekillendirmek istiyor. Bunun için yeni işbirlikçilere ve yeni sapma hareketlerine ihtiyacı vardır.

‘İdare i maslahatçılık(oportünizm)’ ve ‘yeniden gözden geçirmecilik ve anlamlandırmacılık(revizyonizm)’, birer sapma hareketidir ve birbirinden bağımsız değildir. Her iki hareket, birbirini doğurma potansiyeline sahiptir, çoğu kez at başı giderler. İdare i maslahatçılık, hareket metoduna ilişkin bir sapma hareketi iken; revizyonizm, düşünce metoduna ilişkin bir sapma hareketi olarak değerlendirilebilir.

Geçen yazıda idare i maslahatçılık incelendi. Bu sayıda ise ‘yeniden gözden geçirmecilik ve yeniden anlamlandırmacılık (revizyonizm)’ incelenecektir.

Yeniden Gözden Geçirmecilik ve Anlamlandırmacılık (Revizyonizm) 

Revizyonizm, genel olarak, bir düşünce sisteminin temel varsayımlarından, temel ilkelerinden, genel bakış açılarından bir kısmının değiştirilmesinin ve düzeltilmesinin istenmesi, bir kısım kavramların kendi değer sistemi içindeki anlamlarının çarpıtılması, başka anlamlar yükletilmesi, anlam alanlarının kısıtlanması ve var olan gerçeklerin üstünün örtülmesidir. Hayatın bütününe ilişkin bir tanzimden vazgeçilmesidir. Bir düşünce sisteminin, bir felsefenin, bir dinin veya bir ideolojinin hayatın tümüne ilişkin öngördüğü modelin temel varsayımlarından bir kısmının, tarihin belli bir dönemi için geçerli olduğunun iddia edilmesidir

Yukarıdaki tanımlamadan revizyonizmin , ana hatları ile, beş farklı tezahür şeklinin olduğunu söyleyebiliriz:

1- Bir kısım değerlerin atılması, ret edilmesi ile Değerler Sisteminin parçalanması.

2- Var olan değerlere, bu değerlerle uyuşmayan başka düşünce sisteminin değerlerinin eklemlenmesi.

3- Değerler sistemini bozacak tarzda anahtar kavramların anlamlarının çarpıtılması

4- Değerler sistemini bozacak tarzda anahtar kavramların anlam sahalarının daraltılması.

5-  Bazı değerlerin gizlenmesi ile sistemin bütünlüğünün bozulması.

Revizyonist Harekette Üç Grup İnsan Unsuru

Revizyonist hareketlerin içinde genelde üç grup insan unsuru bulunur. Bunları aşağıda ki gibi sınıflandırabiliriz:

1.Grup: Bunlar, o düşüncenin samimi müntesipleri olup sorunlara çözüm ararken yanlış istikamete sapanlardır.

2.Grup: Bunlar, o düşüncenin samimi müntesibi olmayıp ve fakat o düşünce sistemi içinde gözüken ve her durumdan menfaat elde etmek isteyenlerdir.

3.Grup: Bunlar, o düşüncenin açık aleni düşmanlarıdır.

Bir düşüncenin düşmanları(3.Grup), İlgili düşünceyi yıkmak için belli bir strateji içerisinde uzun vadeli bir çalışma içerisindedirler. Psikolojik savaş uzmanları, istihbaratçılar, bilim adamları, din adamları ve propagandistler ile birlikte çalışırlar. Geniş bir ilişki ağları vardır. Diğer iki grupla daima temas imkanlarını ararlar. Bunlar, tehlikeli gördükleri düşünce akımını etkisiz hale getirebilmek için kafa karışıklığı oluşturup halkın güveninin yıkılmasını sağlamak isterler. Aynı zamanda ilgili düşünce sisteminin mensupları arasında sürekli teorik tartışma çıkartarak ihtilafları körüklemeye çalışırlar. Hedef alınan düşünce sisteminin mensuplarını başarısızlığa uğratarak veya onlara aşırı baskı ve şiddet uygulayarak veya son derece makul kabul edilebilir teklifler yaparak etrafa şüphe yaymak, her zaman kullandıkları usûllerdir. Kur’ân-ı Kerîm, mücadele ortamının böyle bir kaoslu döneminde Hz. Muhammed’in(s) psikolojisini tasvir ederken; samimi insanların farkına varmadan saptırılabileceğine dikkat çekmektedir:

“Onlar neredeyse, sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı düzüp uydurman için seni fitneye düşüreceklerdi; o zaman da seni dost edineceklerdi.

Eğer biz seni sağlamlaştırmasaydık, andolsun, sen onlara az bir şey de olsa eğilim gösterecektin... (17 İsra 73-75)

Burada, sıradan bir insanın saptırılabilmesi tehlikesi sözkonusu edilmiyor; sözkonusu edilen, Allah’ın denetimi ve desteği altında ki bir peygamberdir. Bu, nasıl sinsi ve tahripkâr bir tehlike ile karşı karşıya olduğumuz/olacağımızın bir ölçüsü olarak ele alınmalıdır. Buradaki hitabı, tüm Müslümanlar için genelleştirirsek, o taktirde samimi arayış içerisinde olan Müslümanların, revizyonist akımlar içerisinde farkına varmadan yer alabilmeleri ihtimalini daha rahat görür ve anlarız. Bunlar bilerek, inanarak ve kasıtlı olarak değerleri terkediyor değillerdir. Bunlar bunalım dönemlerinde sorunlara çözüm ararken istikametini, farkına varmadan istemeyerek kaybedenlerdir. O nedenle bu gruptaki insanları, değerlerin bir kısmını bilinçli bir şekilde reddeden 2. gruptaki insanlarla bir tutmamak gerekir. Aksi taktirde büyük bir stratejik hata yapılmış olur.

2. gruptakiler, söz konusu değerler sistemi (İslâm’da iman edenler) kümesine mensup olmadıkları halde, o değerler sistemi(iman edenler) kümesi içerisinde gözükme gayretindedirler. Bunların en belirgin özelliği, Değerler Sisteminin (İslâm’da Kitab’ın) tamamına inanmamış olmaları, gerçekte değerler sistemine inananlara (iman edenlere) her türlü kötülüğü reva görmeleri ve devamlı tuzak kurmada rol almalarıdır:

“Ey iman edenler, kendinizden olmayanı sırdaş edinmeyin. Onlar size kötülük ve zarar vermekte kusur etmezler, size zorlu bir sıkıntı verecek şeyden hoşlanırlar. Buğz ve düşmanlıkları ağızlarından dışa vurmuştur, sinelerinin gizli tuttukları ise daha büyüktür. Size ayetlerimizi açıkladık; belki akıl erdirirsiniz... Sizler işte böylesiniz; onları seversiniz, oysa onlar sizi sevmezler. Siz Kitab’ın tümüne inanırsınız, onlar, sizinle karşılaştıklarında ‘inandık’ derler, kendi başlarına kaldıklarında ise, size karşı olan kin ve öfkelerinden dolayı parmak uçlarını ısırırlar. Size bir iyilik dokununca onları tasalandırır, size bir kötülük isabet edince ise onunla sevinirler. Eğer siz sabreder ve sakınırsanız, onların ‘hileli düzenleri’ size hiçbir şeyle zarar veremez.” (3 Ali İmran 118-120)

Değerler sisteminin parçalanmasını isteyen 2. gruptaki insan unsuru, menfaat saiki ile hareket eden dünyevileşme hastalığına yakalanıp ahiret hayatını unutanlardır:

“İşte bunlar, ahirete karşılık dünya hayatını satın alanlardır; bundan dolayı azapları hafifletilmez ve kendilerine yardımda edilmez.” (2 Bakara 86)

Bunlar, her türlü kötülüğü, iyilik maske veya makyajı altında sunarlar. Hz. Peygamber(s) zamanında Mescid-i Dırar’ı yaparak İslâm’ı yok etmek isteyenlerin görünürde ki gerekçesi, ‘iyilik olsun diye’ olmuştur:

“Zarar vermek, küfrü pekiştirmek, müminlerin arasını ayırmak ve daha önce Allah’a ve Resulüne karşı savaşanı gözlemek için mescit edinenler ve ‘Biz iyilikten başka bir şey istemedik’ diye yemin edenler var ya, Allah onların mutlaka yalancı olduklarına şahitlik etmektedir...”( 9 Tevbe 107-108)

Revizyonist hareketlerde, genelde, 3. grup insan unsuru ile 2. gruptakiler beraber çalışırlar. 3. gruptakilerin açığa çıkmaları uygun olmadığı için; 3. gruptakilerin çizdiği strateji ve politikalar, 2. gruptakiler aracılığıyla uygulanır. Bunlar aynı zamanda doğal olarak istihbarat görevini de üstlenirler:

“Ey Peygamber! Kalpleri inanmadığı halde ağızlarıyla ‘inandık’ diyenlerle Yahudilerden küfür içinde çaba harcayanlar seni üzmesin. Onlar, yalana kulak tutanlar, sana gelmeyen diğer bir topluluk adına haber toplayanlardır. Onlar, kelimeleri yerlerine konulduktan sonra saptırırlar. Size bu verilirse onu alın, o verilmezse ondan kaçının derler...” (5 Maide 41)

Asıl tehlike, bu 2 grubun(2. ve 3. grup) varlığı veya çalışması değildir. Bu iki gruptan gelebilecek tehlike, doğal olarak beklenmesi gerekendir. Böyle bir saldırı ve tahrip hareketinin beklenmemiş olması yanlıştır. Asıl tehlike, 2. ve 3. grupta olanların 1. gruptakilerle bağlantı kurarak birlikte çalışmalarıdır. 1. gruptakilerin böyle bir işbirliğinin farkına varmamış olmaları, meydana gelebilecek tahribatı engellemez.

Revizyonist akımlara karşı verilecek mücadelede bu 3 grup insan unsurunun varlığı gözönüne alınmalı ve bunlar arsındaki işbirliğini engelleyecek politikalar geliştirilmelidir.

Diğer taraftan revizyonist hareketlerin öncülerinin, sıradan insanlar olmadıklarına dikkat edilmelidir. Bunlar; genel olarak aydınlar, din adamları ve bilim adamları içinden çıkarlar. Takipçileri halktan her kesim olabilir. Kur’ân-ı Kerim, geçmişte Ehli Kitap alimlerinin ve din adamlarının toplumu saptırmada oynadıkları role dikkat çekerek Müslümanları uyarmaktadır:

“Onlar, Allah’ı bırakıp da bilginlerini ve rahiplerini rablar (ilahlar) edindiler... Oysa onlar, tek olan bir İlah’a ibadet etmekten başkasıyla emrolunmadılar.” (9 Tevbe 31)

Hz. Peygamber; alimlerin ve din adamlarının, helâlle haramı karıştırarak halkı saptırdıklarını belirterek bu ayeti açıklamıştır:

“Onların rahipleri ve bilginleri, helali haram, haramı da helal kılıyor, halk da onlara uyuyordu. İşte halkın din adamlarına ve bilginlerine ibadeti budur.”1

28 Şubat postmodern darbe sürecinde İslâm’la ilgili pek çok konuda kafa karışıklığı yapanlar, bazı din adamları ile alimler değil miydi?

Değerler Sisteminden Şüphe Etmek

Revizyonizmin beslenme kaynağı kaostur, mağlubiyetlerdir. Sorunlara çözüm üretilmemiş olmasıdır. Mağlupların psikolojileri, sapma hareketlerini besleyip büyütebilir. Galiplerin taklit edilmesi ve onların izinden gidilmesi gibi yanlış bir çözüm şeklinin benimsenmesi cazip hale gelebilir. Bu konuda İbni Haldun mağlupların galipleri hem davranış, hem de düşünce olarak taklit ettiği kanaatindedir:

“Nefs ve kalb, daima kavimlerine galebe çalmış ve kendi kavmine boyun eğdirmiş olanların olgunluk ve üstünlüklerine inanır. Yenilen kimse buna inandıktan sonra, bütün iş ve hareketlerinde kendisini yeneni örnek edinir ve ona benzemeye çalışır. Yahut kendisine üstün gelen kimsenin galebesinin, adet, mezhep ve mesleğinden ileri geldiği vehmine kapılır, bunu galebenin sebepleri ile karıştırır. İşte bu yanılgılardan dolayı yenilgiye uğrayan kimse giyim ve kuşam, hayvana binmek, silahlanmak ve bütün diğer hal ve işlerinde kendisini yeneni örnek edinir... Aynı şekilde komşu kavimlerden biri ötekine üstün ise, mağlup olan, büyük ölçüde kendisine üstün olan komşu kavme benzemeye ve onu kendisine örnek almaya çalışır. O kavmin hali ve adeti bu yolla onlara sirayet eder.”2

Bu sonuç; fert veya toplumun kendi değer sisteminin, hayatın sorunlarına çözüm getirip getiremediği/getiremeyeceği noktasında kuşku içerisine girmesinden dolayıdır. Kur’ân-ı Kerim böyle bir neslin varlığından bahsetmektedir:

“...Şüphesiz onların ardından Kitaba mirasçı olanlar ise, herhalde ona karşı kuşku verici bir tereddüt içindedirler.” (42 Şura 14)

Kuşku, mücadelede daima karşılaşılabilen psikolojik bir durumdur ve bir düşünce sistemi için en tehlikeli olandır. Bundan dolayı olsa gerek Allah, psikolojik savaşın yoğun bir şekilde muhatabı olmuş olan Hz. Muhammed’i, kuşkuya kapılmaması için uyarmıştır:

 “Sana indirdiğimizden eğer kuşkudaysan, senden önce kitabı okuyanlara sor.

Andolsun, Rabbinden sana gerçek gelmiştir; şu halde kuşkuya kapılanlardan olma. Ve Allah’ın ayetlerini yalan sayanlardan da olma; yoksa kayba uğrayanlardan olursun”(10 Yunus 94,95)

Değerlere karşı duyulan kuşku, revizyonist akımları besler; tedbir alınmazsa da büyütür. Psikolojik savaş uzmanlarının, son zamanlarda ‘niçin Müslüman ülkeler geri kalmıştır’ tarzında açtığı sorgulamanın amacı da budur. İktidara gelen dindar insanların muktedir olmamaları için önlerine yığınla engel konması, ‘başarısızlığın İslâmileştirilmesi’ diye tabir edilen bir psikolojiyi hakim kılarak güven bunalımı meydana getirmek içindir.

Değerler Sistemini Parçalayarak Tahrif Etmek

Değerler sisteminden şüphe, o sistemin toptan inkar edilip ret edilmesi yada bazı değerlerin atılarak yerlerine başka değer sistemlerinden yeni değerler eklenmesi sonucunu doğurabilir. Revizyonist hareketler, ikinci seçenekle ilgilidir. Çünkü, geniş kitlelere mal olmuş felsefi ve dini düşüncelerin toptan reddedilmesi, o kadar kolay bir hadise değildir. O nedenle var olan değer sisteminin bir kısmının değiştirilmesini teklif etmek daha kolay ve uygundur.

 Değer sistemleri üzerinde bu yolla yapılmak istenen tahribatı daha iyi anlayabilmek için aşağıdaki iki belgeyi incelemek yeterli olacaktır.

 4 Nisan 1926’da yayınlanan Türk Medeni Kanunu’nun gerekçesinde Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, dini değer sisteminin parçalanmasının gerekliliğini savunmaktadır:

“Hayat yürür; ihtiyacât sürekli değişir; din kanunları mutlaka ilerleyen hayatın huzurunda şekilden ve ölü kelimelerden fazla bir kıymet, bir mânâ ifade etmezler. Değişmemek dinler için bir zarurettir. Bu itibarla dinlerin sadece bir vicdan işi olarak kalması, asrı hazır medeniyetin esasatından ve eski medeniyetle yeni medeniyetin en mühim farikalarından birisidir. Esaslarını dinlerden alan kanunlar tatbik edilmekte oldukları iptidai devirlere bağlarlar ve terakkiyata mâni belli başlı müessir medeniyeti kendisine değil, kendisini muasır medeniyetin icabatına her ne bahaya olursa olsun ayak uydurmak mecburiyetindedir.”3

Eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, 28 Şubat 1997 postmodern darbesi sonrasında, 1926 yılındaki terminolojiyi kullanarak dinde revizyonun gerekliliğini savunmuştur:

“Bugün Türkiye’nin %99’u Müslüman’dır. Müslümanlığın gereklerini rahatlıkla yerine getirmektedir. Bundan daha fazlasını, Şeriatı isteyen vatandaşıma sorarım: ‘Sen daha ne istiyorsun?’ Onun istediği şudur: Kur’an-ı Kerim’de 6665 ayet vardır. Bunların 230’u ahkama ilişkindir; hayatın tanzimine ilişkindir. Geri kalan 6435 ayet ise imana, ahlaka, ibadete ilişkindir. 6435 ayeti benim vatandaşım rahatlıkla uygulamaktadır. Buna kimse mani olmamaktadır. 230 ayete gelince, çağdaş hukukta bunların da karşılıkları vardır; fakat farklıdır. İşte Şeriat isteyen, bu 230 ayetin de uygulanmasını istemektedir. Bu 230 ayeti uygulayamayız. Çünkü Atatürk bizden çağdaş medeniyet seviyesine çıkmamızı istemiştir. Çağdaş medeniyet seviyesine bunları uygulayarak çıkamayız. Çünkü dinin özünde durağanlık vardır. Değişen dünyada durağan kurallarla gelişmeyi yapamazsınız. Yüzyıl önceki hukuk, Şeriat hukukuydu; buna tekrar geri dönüş olamaz. İşte, irtica, yüzyıl öncenin hukukuna Şeriat hukukuna dönmedir. Şeriat hukuku, Kur’ân-ı Kerim’deki günlük hayatı, dünyayı düzenleyen hükümlerin uygulamasıdır. Osmanlı İmparatorluğu, Şeriat hukukunu uyguluyordu. Batı karşısında geri kalmıştı. Bunun için Cumhuriyet, din-devlet ayırımı olan laikliği getirmiştir.”4

19. yüzyıldan itibaren Halkı Müslüman olan ülkelerin değişik yörelerinde, değişik şahıslar tarafından bu ve buna benzer iddia ve tezler söylenegelmiştir. Bu coğrafya, Millileşmek, İslâmlaşmak ve Batılılaşmak gibi üç ana ekolün yoğun tartışmalarına sahne olmuştur. Halkı Müslüman olan coğrafyada yönetimi ele geçirenlerin büyük bir çoğunluğu batılılaşmayı amaç olarak benimsemiş, kendi ülkelerinde şok uygulamalar yapmış, halka her türlü karalama, baskı ve şiddeti uygulamış olmalarına rağmen ne istedikleri batılılaşmayı gerçekleştirebilmişler, ne de muasır medeniyet düzeyine gelebilmişler ve ne de bilim ve teknolojiyi üretmeyi başarabilmişlerdir. Oysa bu süreçte, ne din ve ne de dindarlar yönetimdedir. Buna rağmen, geri kalmışlığın sebebi olarak dinin ve dindarların gösterilmek istenmesi, nasıl bir zihinsel çarpıklığın olduğunu ve ne denli çirkin bir psikolojik savaşın yürütüldüğünü göstermeye yeter de artar bile.

Böyle bir psikolojik savaşın hedefi; Müslümanları baskı altına alıp iradelerini çözerek, bunaltarak kendi değerlerinin en azından bir kısmına karşı güvensizlik oluşturup terk edilmesini sağlamaktır. Kur’ân, böyle bir psikolojik ruh halinin oluşabileceğine dikkat çekmektedir:

“Şimdi onların: ‘Ona bir hazine indirilmeli ya da onunla birlikte bir melek gelmeli değil miydi?’ demeleri dolayısıyla göğsün daralıp sana vahy olunanlardan bir kısmını mı terk edeceksin?..”(11 Hud 12)

Yukarıda ki ayette ‘göğsü daralıp değerlerin bir kısmını terkedebileceği söylenen şahıs’, bir peygamberdir. Beşer, psikolojik baskı altında böyle bir düşünceye kapılabilmektedir. Tehlike, vahyedilenlerin tümünün terk edilmesi değil, bir kısmının terk edilebilmesidir:

“Aralarında Allah’ın indirdiği ile de hükmet ve onların hevâlarına uyma. Allahın sana indirdiklerinin bir kısmından seni şaşırtırlar diye onlardan sakın.”(5Maide 49)(Ayrıca bkz. Ali İmran 118-120, Bakara 85-86 ve Hicr 90-95 )

Revizyonist hareketler, değerlerin bir kısmını hedef aldığı için sinsidir, çok tehlikeli ve tahripkârdır.

Melezleşme: Değerler Sisteminin Harmanlanması yada Hakla Batılın Karıştırılması ile Tahrif

Revizyonist hareketler, reddettikleri, attıkları değerlerin yerine bir başka düşünce sisteminin değerlerini -genelde revizyonist harekette yer alan 3. grubun öngördüğü değerleri- yerleştirmeye çalışırlar. Böylelikle kendi içinde tutarlı olmayan melez bir değerler sistemi ortaya çıkar. Bu bir harmanlamadır; İslâmî açıdan bakıldığında, hakla batıl birbirine karıştırılarak değerlerin tahrif edilmesidir.

Melez değerler sistemi oluşturma veya değerleri tahrif etmenin yolları revizyonizmin tanımı kısmında verilmişti. Burada bunlar, ana hatları ile ele alınıp incelenecektir. Ancak buna girmeden önce bir noktanın daha altının çizilmesinde fayda vardır: Harmanlama, farklı düşünce sistemlerini birbirine yakınlaştırıp çatışmayı, hakim güçlerin lehine sonlandırmak için başvurulan yollardan biri olarak da kullanılmaktadır. Bazen buna, ‘yakınlaştırma yaklaşımı’, ‘uzlaştırma hareketi’ de denir.

Eklemleme Yaparak Tahrif

Bu tahrif, bir düşünce sisteminde var olan değerlere; o değerler sisteminin bütünlüğü ile uyuşmayan, bazı yabancı değerlerin ilavesi ile yapılır.

İslâm tarihinde müşriklerin kendi putlarının Müslümanların Allah’ı indinde bir yetkileri bulunduğu ve şefaatçi olabileceklerinin kabul edilmesini teklif etmeleri, eklemlemeye bir örnek olarak ele alınabilir. İslâm tarihinde “Garanik Hadisesi” diye anılan olay, var olan değerlere, var olanı çarpıtacak şekilde yeni bir eklemleme yaparak İslâm’ı yozlaştırma ve uzlaştırma girişimidir.

Müşrikler, “Gördünüz mü Uzza’yı, Lat’ı. Ve ötekini, üçüncüsü olan Menat’ı” şeklinde olan Necm suresinin 19 ve 20. ayetlerinin sonuna ‘Bunlar yüce yaratıklardır, bunların şefaati kabul olunur’ ibaresini ekleyerek; “Gördünüz mü Uzza’yı, Lat’ı. Ve ötekini, üçüncüsü olan Menat’ı Bunlar yüce yaratıklardır, bunların şefaati kabul olunur” şeklinde okuyup etrafa yaymaya kalkmışlardır. Ve arkasından, “Biz de, Allah’ın yaşattığını ve öldürdüğünü, yarattığını ve beslediğini biliyoruz. Fakat bu ilahlarımız da O’nun nezdinde bize şefaat ederler. Mademki onların payını veriyorsun, biz de seninle beraberiz.”(5) diyerek aradaki kavganın son bulduğunu ilan etmişlerdir. Burada eklemleme yaparak âyetin anlam sahasını değiştirdiler. İşte bu, revizyonist hareketlerin önemli bir özelliğidir:

“Ama zulmedenler, kendilerine söylenen sözü bir başkasıyla değiştirdiler..” (2 Bakara 59)

Eğer Müslümanlar bu teklifi kabul etmiş olsaydı, aralarındaki kavga bitmiş olacaktı. Bu olayın devamında gelen ayetler (Necm 21-23), böyle bir eklemlemeye, bu yolla bir uzlaşmaya şiddetle karşı çıkmış ve yol göstermenin Allah’a ait olduğunu açık bir şekilde beyan etmiştir:

“Erkek size, dişi O’na mı? İşte bu insafsızca bir bölüştürme.

Bunlar, sizin ve atalarınızın taktığı isimlerden başka bir şey değildir. Onlar hakkında Allah bir delil indirmemiştir. Onlar, sadece zanna ve nefislerininin heva olarak arzu ettiklerine uymaktadırlar. Andolsun, onlara Rablerinden yol gösterici gelmiştir.”(53 Necm 21-23)

Burada, kendi değerlerini vahiyden bir parça imiş gibi gösterip kabulünü kolaylaştırmak istediler. Bu da revizyonist hareketlerin halkı saptırabilmek ve zalimlerin buyruğuna sokabilmek için genelde tüm dini metinleri, özelde Kur’ân-ı Kerim’i nasıl istismar edebileceklerinin bir ölçüsüdür:

 “Onlardan öyleleri vardır ki, dillerini kitaba doğru eğip bükerler, siz onu kitaptan sanasınız diye. Oysa o kitaptan değildir. ‘Bu Allah katındandır’ derler. Oysa o Allah katından değildir. Ve onlar kendileri de bildikleri halde Allah’a karşı yalan söylerler.” (3 Al-i İmran 78)

Kelimelerin Anlamlarını Çarpıtmak Suretiyle Tahrif Etme

İslâm’ın değerleri ve dinamizmi karşısında tutunamayanlar, İslâm’ı bulandırarak tasfiye etmek için kelimeler üzerinde oynarlar. Onları anlamlarını çarpıtmak için onları bulundukları anlam ağından, semantik alandan koparmak isterler:

 “Onlar, kelimeleri konuldukları yerlerinden saptırırlar. Sık sık kendilerine hatırlatılan şeyden pay almayı unuttular. İçlerinden birazı dışında, onlardan sürekli ihanet görür durursun.”(5 Maide 13, 41)

Gerçeklerin Üzerini Örterek Tahrif Etme

Bazı durumlarda Kitapta var olan bazı değerleri, eklemleme yaparak veya anlam sahalarını kısıtlayarak çarpıtmak mümkün olamayabilir. Bu durumda revizyonistler, kendi savundukları fikirlere karşı olan bu değerlerin gündeme gelmemesi için gayret sarfederler. Onlar için bunların üzerlerinin örtülmesi, tartışılmasından daha yararlı olabilir:

“Allah’ın indirdiği Kitaptan bir şeyi gözardı edip saklayanlar ve onunla değeri az bir karşılığı satın alanlar; onların yedikleri karınlarında ateşten başkası değildir...” (2 Bakara 174)

Âyet, gizleme işleminin bir menfaat karşılığı yapıldığına dikkat çekiyor. Kendilerine sağlanan bir menfaat karşılığında bir düşünce sistemini tahrip etmeye kalkışılabilmeleri, revizyonistlerin ne kadar tehlikeli olabileceğinin bir ölçüsü olarak değerlendirilmelidir.

İslâm tarihinde Mekke Şehir Meclisinin temsilcisi Utbe’nin Hz. Peygambere ‘susma’ karşılığında para, kadın, hükümet başkanlığını teklif etmesi konumuzla ilgili çok ilginç bir örnektir:

“Utbe: Muhammed, biz seni ezelden beri akıllı, hamiyetli ve sevimli bir adam olarak tanırız. Kimseye kötülük ettiğini görmedik. Senin vaazlarının halk arasında ne gibi tahriklere sebep olduğunu söylemeye lüzum görmüyorum. Bana açıkça söyle bütün bunların sebebi nedir? Para mı istiyorsun? Sana teminat veriyorum ki şehir istediğin kadar parayı sana toplayacaktır. Arzun kadında mı? Şehrin en güzel kızlarını kendine zevce olarak al ve seni temin ederim ki seni memnun etmek için hepimiz mutabıkız. Hükümet başkanı mı olmak istiyorsun? Bir tek şartla, hepimiz seni en yüksek başkanımız olarak kabule hazırız. Bundan sonra bizim dini hissiyatımızla, amme vicdanımızla oynama; putlarımızı, biz ve atalarımız arasında onlara tapanların ebedi cehennem ateşinde kalacaklarını söyleme.”6

Böyle bir teklifin peygambere yapılabilmesi başlı başına üzerinde dikkatlice ve önemle durulmasını gerektirir. Yapılan teklifin anlamı şudur: Davanı bırak, bizim rahatımızı kaçırma; bunun karşılığında ne istiyorsan senin olsun. Öyle ki geç başımıza bizi, bizim değerlerimizle yönet. Sen evinde, mabedinde ve vicdanında nasıl inanırsan inan ve yaşa. Ama halkın önünde, kamusal alanda bizim değerlerimizi kullan, seninkileri örtbas et.

Bugün de aynı yöntemin uygulanmaya çalışıldığını görmekteyiz. Siyasî mücadele içinde ılımlı İslâm, modern İslâm, liberal İslâm, muhafazakar demokrasi vb. gibi terminolojinin kullanılması ile verilmek istenen mesaj, Utbe’nin yaptığı teklifin kapsamı ile aynıdır. Müslümanlara, ‘önce sapın, sonra gelin uzlaşalım’ demektedirler:

“Onlar, senin kendilerine yaranıp-onlarla uzlaşmanı arzu ettiler; o zaman onlar da sana yaranıp, uzlaşacaklardı.” (68 Kalem, 9)

 “Onlar neredeyse, sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı düzüp uydurman için seni fitneye düşüreceklerdi; o zamanda seni dost edineceklerdi. (17 İsra 73)

‘Size Verilenlerle Yetinin, Yoksa Öcüler Yer Sizi!’

Revizyonistler değer sistemleri üzerindeki tahribatlarını daima doğal zeminlerde yapmak isterler. Her şeyin tabii seyrinde vuku bulduğu intibaının uyanması onların işine gelir. Ancak işler her zaman bu şekilde sinsice yürümeyebilir. O zaman da üstü kapalı yumuşak tehdit yoluna başvururlar. Yukarıda alıntı yaptığımız S. Demirel’in konuşmasında geçen ‘Bundan daha fazlasını, Şeriat’ı isteyen vatandaşıma sorarım: ‘Sen daha ne istiyorsun?’ ifadeleri, nasihatle karışık tehdit içermektedir.

‘Siz daha başka ne istiyorsunuz, belanızı mı arıyorsunuz; size ne verilirse onunla yetinin, bu size yapılmış bir lütuftur, nankörlük yapmayın’ tarzındaki bir söylem; hakkını arayanları susturmada benimsenmiş bir usûldür:

“...Onlar, kelimeleri yerlerine konulduktan sonra saptırırlar. Size bu verilirse onu alın, o verilmezse ondan kaçının derler...” (5 Maide 41)

Revizyonizmin Doğal Sonucu: Şizofren Fert-Toplum ve Parçalanmış Din

Değer sisteminin tahrif edilmesi ile zihnî dünyada başlayan çatışma, hayatın pratiğine yansıyıp günlük hayatta işlerin parçalanmasını kaçınılmaz kılar(21 Enbiya 93).

Hem imanî, hem de amelî hayatı, birbiri ile çelişen, birbirini reddeden farklı inanç sistemlerinin etki alanları içine giren bir ferdin davranışları tutarlı olamayacaktır:

“Onlardan sonra hayırsız bir nesil geldi ki, bunlar Kitab’a varis oldular, ama ayetleri tahrif etme karşılığında şu değersiz dünya metaını alıp ‘Nasılsa affa nail oluruz!’ düşüncesiyle hareket ettiler. Af umarken bile, öbür yandan yine gayr-ı meşrû bir meta, bir rüşvet zuhûr etse, onu da alırlar. Peki onlardan, Allah hakkında hak ve gerçek olandan başka bir şey söylemeyeceklerine dair Kitab’ta mevcut hükümler uyarınca söz alınmamış mıydı? Ve Kitab’ın içindekileri ders edinip okumamışlar mıydı?” (7 Araf 169)

Melez değer sisteminin uygulanması sonucunda; söyledikleri ile yaptıkları birbirini tutmayan, kendi iç dünyasında barışık olmayan, şizofren davranışlar sergileyen tezatlar abidesi yeni bir insan unsuru ve toplum ortaya çıkar:

“Şayet onlar da, sizin inandığınız gibi inanırlarsa kuşkusuz doğru yolu bulmuşlardır; yok eğer yüz çevirirlerse, onlar elbet bir çelişki ve aykırılık içerisindedirler...” (2 Bakara 137)

Şahsiyetini, istikametini, kıblesini ve değerlerine güvenini kaybetmiş bir ferde veya topluma kimsenin saygı duyması ve değer vermesi mümkün değildir. Bunlar, sürekli bir yalpalama ve yaltaklanma içerisinde olurlar; tüm yaşamları zillet ve rezilliktir:

“Yoksa siz, kitabın bir bölümüne inanıp da bir bölümünü inkar mı ediyorsunuz? İçinizden bunu yapanların cezası, dünya hayatında rezil-rüsva olmaktan başka bir şey değildir. Kıyamet gününde ise azabın en şiddetlisi vardır.” (2 Bakara 85)

İslâm dünyasının son 200 yıllık döneminde yaşadığı rezilliğe ve içine düştüğü zillete bir de bu açıdan bakmakta fayda vardır.

Değerler sistemi parçalanmış ve tahrif edilmiş bir dinin kendisinin bütünlüğünden bahsedilmesi mümkün müdür? Bunca tahribattan sonra din de elbette paramparça olmuş olacaktır. Bütün bu tahribattan sonra, önüne veya arkasına ekledikleri sıfatlarla tanımladıkları İslâm; Allah’ın Kur’ân’da tanımladığı İslâm değildir:

“Şüphesiz, dinlerini parça parça edip kendileri de gruplaşanlar, sen hiçbir şeyde onlardan değilsin...” (6 Enam 159)

Sonuç

İslâm doğası gereği tüm insanlığa yeni bir hayat tarzı, yeni bir insan ve toplum tipi önermekte ve insanlar arası ilişkiyi yeniden tanzim etmektedir. Tüm hayatın yeni normlara, yeni değerlere uygun olarak yeniden tanzimi, ABD’nin Globalleşme adı altında insanlığa sunmağa çalıştığı nizama topyekün karşı çıkış anlamına gelmektedir. Dünyanın refahtan şımarıp azan önde gelenleri, hayatın adalet merkezli olarak yeniden tanzim edilmesine karşıdırlar.

11 Eylül ABD komplosu; Müslümanlar için, uzun vadeli, yorucu, engebeli ve tuzaklarla dolu bir mücadele sürecini başlatmıştır. Bu süreçte sadece Müslümanları değil, tüm dünya insanlığını kurtaracak yeni bir insan, yeni bir toplum ve yeni bir dünya inşâ ve ihyâ edilmelidir. O nedenle bu dönem iyi okunmalı, ona göre hazırlıklı olunmalıdır. Sadece pratik hareketler yapılmamalı; aynı zamanda teori pratikle beraber inşa edilmelidir. Teorinin öncülüğü ve önderliğinde bir pratik söz konusudur.

Revizyonist hareketlere karşı verilecek mücadelede yapılması gerekenler, Kur’ân-ı Kerim’in konuya ilişkin ayetlerinin öncesi ve sonrasında açıkça belirtilmektedir. Okuyucuların, bu ayetleri bir kez de bu gözle okumalarında fayda vardır. Bununla beraber alınması gereken tedbirler aşağıdaki gibi özetlenebilir:

1- Saptırma hareketleri baskın güçlerin güdümünde ve korumasındadır. Revizyonistlere ve oportünistlere karşı verilecek mücadele, işgal ve sömürgeciliğe karşı verilecek olan genel mücadelenin bir parçası olmalıdır. Her iki mücadele birbiri ile koordineli olarak yürütülmelidir.

2- Saptırma hareketleri, psikolojik savaş zemininde oluşur; o nedenle psikolojik savunma, karşı psikolojik saldırı birlikte yürütülmelidir.

3- Sapma hareketleri içerisinde ki üç grup insan unsuru arasındaki ittifakın bozulması için çalışılmalıdır ve 1. gruptakiler ikna yolu ile kazanılmalıdır.

4- 1. grupta yer alan insanlarımızın; emin olmadıkları, yarın değiştirebilecekleri düşüncelerini yazıya döküp tartışmaya açmamaları kendilerinden istenmelidir. Belli bir aydın, düşünür, alim veya din adamı grubu arasında yapılması gereken tartışmaların, henüz olgunlaşmadan kamuoyu önünde tartışıldığında; halkın fikri dünyasını kolayca tahrip edebileceği ve fakat tamirinin çok uzun bir süre alacağı gözönünde tutulmalıdır.

5- Sapma hareketleri içerisinde yer alanlar deşifre edilmeli, veli, dost, sırdaş olarak kabul edilmemelidir; onlara güvenilmemelidir.

6- Ümmetin sorunlarını çözmek için grup çalışmaları yapılmalı, teorik bir alt yapı oluşturulmalıdır. Bu zeminde ki çalışmalar kesin sonuca kavuşturulmadan ve uzlaşma sağlanmadan kamuoyu önünde tartışılmamalıdır. 1980 sonrasında Müslümanlar arasında yaşanan ve enerjilerinin boşa harcanmasına yol açan tartışma oyununa tekrar düşülmemelidir.

7- Bu ölümlü dünyadan bir gün göç edeceğimiz ve burada yaptıklarımızdan hesaba çekileceğimiz asla unutulmamalıdır.

8- “Allah’ı unutan ve bu yüzden Allah’ın da onlara nefislerini (kendileri) unutturduğu kimseler gibi” (59 Haşr 19) olunmamalıdır.

9- “Hakkı batılın yerine geçirmeyin ve sizce de bilinirken hakkı gizlemeyin.” (2 Bakara 42, 3 Ali İmran 71) emri her zaman hatırlanmalıdır.

10- “Şu halde, sen bundan dolayı davet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru bir istikamet tuttur. Onların hevâlarına uyma...” (42 Şura 15) âyetinde ifadesini bulan görevi yerine getirmek için toplam enerji harekete geçirilmelidir.

11- Unutmayalım: ‘Biz yolumuzu dosdoğru tutarsak yoldan sapan bize zarar veremez.’ (5 Maide 105) 

Kaynaklar

1-Kandehlevi. M.Y., Hadislerle Hz. Peygamber ve Ashabının Yaşadığı Müslümanlık, Kalem yayınevi, İstanbul c. 1, s. 288, (1979)

2- Haldun. İ, Mukaddime, MEB. Ankara, c-I, s. 374

3- Vatandaş, C., “Resmi İdeoloji ve İslâm’ın Yeniden Tanımı” Umran, sayı 37, 1997 s. 21-27.

4- Süleyman Demirel’in ATV-Siyaset Meydanı, Kanal D-Durum programlarındaki konuşması, Umran 1997/37,

5-         Berki, A.H., Keskioğlu, O., Hz.Muhammed ve Hayatı, Ankara, 1974, s. 96.

6-         Hamidullah, M., İslâm Peygamberi, s.81.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...