1 Mart 2001 Perşembe

FP'de Vuruşanların Tarihi Sorumluluğu

 (Umran Dergisi)

İç ve Dış Dinamiklerin Kesişimi

Geçen sayıda; FP’deki iç bunalımın perde arkasını, ulusal ve uluslararası sistem açısından incelemiştik. Özellikle 28 Şubat’ın ana gayesini ve bu gayeye ulaşmak için kurdukları ilişki ağını, ABD, İsrail ve PKK üçgenini, belgelerle gözler önüne sermeye çalıştık. FP’de bugün yaşanan süreci; geçen sayıda ortaya konan çerçevede ele almadan anlamak mümkün olmadığı gibi, çözüm de üretmek mümkün değildir.

FP’de yaşanan iç bunalımı, yalnızca partinin iç dinamikleri ile izaha kalkışmak gerçekçi olmaz, bizi sonuca da götürmez. Şüphesiz ki iç dinamiklerin bu oluşumda payı vardır. Bu gözardı edilmemelidir. Yönetim, politika, strateji ve taktiklerde yapılmış hatalar, gayrı memnunların oluşmasına sebebiyet vermiştir. Bu doğrudur. Eğer bir partide kongre sonuçları, yüzde elli, yüzde elli paylaşılıyorsa, ortada ciddi sorunlar var demektir. Öncelikle kongre sonuçlarının bu açıdan iyi okunması gerekir. Bununla beraber bunlar, FP gibi bir partiyi bölünme noktasına getirmeye yeter gözükmemektedir.

İç bunalımı, yalnızca dış dinamiklerle de açıklamak mümkün değildir. Dış dinamikler, çok önemlidir; ancak tek başına her şeyi açıklayamaz. Sağlam bir yapı, yalnızca dış tahrikler oldu diye, ciddi rahatsızlıklara dûçar olmaz. Eğer dış dinamiklerle iç dinamiklerin bir arakesiti, bir örtüşmesi yoksa dışardan yapılan müdahaleler etkili olamaz.

O zaman şu sorunun cevabını aramalıyız: Parti içi mücadele bugün niçin bu kadar sertleşmiştir? Niçin Erbakan sonrasında, üstelik de Erbakan sağken bu bunalım ortaya çıkmıştır? Bunun cevabı, uzun tahliller yapmayı gerektirir. Uzun analizler yapmadan, sorunun kısa ve öz olarak cevabı; ‘iç dinamiklerle dış dinamikler arasındaki arakesit, fazla büyümüştür’ olarak verilebilir. İşte bu noktadan sonra (geçen sayıda dile getirdiğimiz Türkiye’deki seçkinci elitin, burjuvazinin ve hatta ABD’nin görüşü diyebileceğimiz) ‘FP üzerine oyun sadece FP’lilere bırakılacak kadar gayrı ciddi bir iş’ olmaktan çıkmıştır. Bu olgu,taraflarca kabul edilmeden bunalıma çözüm bulmak imkansızlaşır.

FP’deki iç bunalıma çözüm bulabilmek için öncelikle tarafların olup biteni nasıl değerlendirdiğine bakmak gerekir. Hastalığa konulan teşhis nedir ve nasıl tedavi öngörülüyor? Bu nedenle tarafların, partideki bunalıma bakışlarını incelemek gerekir.

İddialar; Bir Şuuraltı Olayı

Genel merkez yanlılarının iç bunalıma bakışı; sorun iç dinamiklerden dolayı değil, dış dinamiklerden dolayı ortaya çıkmıştır, şeklindedir. Genel kanı, bu istikamettedir. Dışardan bazı merkezler, FP’de bir iç bunalımı bilerek, isteyerek ve de planlayarak çıkarmaktadır. İçerdekiler de bu oyuna gelmektedir. Sayın Kutan muhtemeldir ki şu sözleri bu amaçla söylemiş olmalıdır:

“Son günlerde partimizdeki gelişmelerin hangi mihraklarda ne şekilde ele alındığına kimin neyi, niye hangi amaçla desteklediğine dikkat edin. Bazı insanlar vardır, bilirsiniz ki bunlar sizi övüyorsa davanızda yanlış yapmaktasınızdır. Bilirsiniz ki üstünüze gelmeyi artırıyorlarsa doğru yoldasınızdır. Çekinmeye başlamışlardır, sizin başarınızdan. Derin konulardır bunlar. Kulağınıza bir yerlerden alkış sesi geldiği doğru. Hepimiz duyuyoruz alkış sesini. Ama kimlerin kimleri ne maksatla alkışladığını görmeye çalışın. Dikkat ederseniz bu alkışlar nasırlı ellerden, gariban ellerden gelmiyor. Bu alkışlar yıllardır milletin önünü kesmek isteyen, milleti engellemeye çalışan Faziletsiz düzenin sürmesinden çıkarı olan çevrelerden geliyor”1

Sayın Kutan, parti kadrolarının bütününü uyarmak için böyle konuşuyorsa, doğru yapıyordur. Teşhisi de doğrudur. Yok eğer tek yönlü bir değerlendirme ise ve sadece alkışlananları hedefliyorsa doğru olmakla beraber, eksik bir tavır, yanlış bir çözüm arayışıdır. Bu alkışlar; belki birilerini tahrik etmek, oyuna getirmek, aceleci davranmaya itmek için yapılmış olabilir. Bu doğrudur. Ancak bir başka gerçek daha vardır ki; böyle bir ortamı el birlik hazırlandığı için bu alkışlar, gerçekte herkesedir. Gelecek nesiller arada olup biten, söylenip kaybolan sözleri hatırlamayacaklardır. Sadece sonuçlar, tarihe intikal edecek ve bundan dolayı da herkesi suçlayacaklardır.

Genel merkez muhalefet hareketine bu temel varsayım çerçevesinde bakıyor. Söylemler de buna göre şekilleniyor: “Parti bölünmek isteniyor’, ‘Partinin kapatılmasını istiyorlar’, ‘İhraç edilmek istiyorlar’, ‘Disiplini bozuyorlar’, ’Partiyi saptırmak istiyorlar’,’ ‘Merkez sağdaki boşluğu doldurmak istiyorlar’,’ ‘Parti için çalışmıyorlar’, ‘Partiye zarar veriyorlar’, ‘Vefasızlık ediyorlar’, ‘Sorunları dile getirme zamanları yanlış’, ‘Onlar da yönetimde idiler, sorumlulukları niçin yok’...

Görüldüğü gibi hem kullanılan dil, hem de iddialar oldukça ağır.

Genel merkezin bu söylemine karşı, yönetim karşıtlarının iddiaları ve de kullandıkları dil genel merkezinkinden pek de farklı değil: ‘Partide lider sultası var’, ‘Parti içi demokrasi yok, konuşamıyoruz, tartışamıyoruz’, ‘Emanetçilik olmamalı’, ‘Hoca müdahale etmemeli’, ‘Yaşlılar parti yönetiminden çekilmeli’, ‘Parti kötü yönetiliyor’, ‘Politikalarda tutarsızlık var, ilkeli davranılmıyor’, ‘Hazine yardımı yanlış kullanılıyor’, ‘Parti halkın şikayetleri ile ilgilenmiyor, sadece Erbakan’ı düşünüyor’, ‘Partinin projeleri yok...’

Burada, tarafların bu iddialarının doğru veya yanlışlığını ele alıp ayrı ayrı tartışmayacağız. Tarafların bugün yüksek sesle dile getirdikleri konuların, aniden ortaya çıkmış olabileceğini düşünmek yanlış olur. Söylenenlerin muhteva ve şiddetinden bir şuur altı olayı ile karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz. İfadelerden; bugün yaşananların geçmişteki birikimin bir sonucu olduğu anlaşılmaktadır. Tarafların öncelikle mutabakata varmaları gereken önemli noktalardan birisi budur.

Fakat geçmişe dönülüp bakıldığında ise tarafların, partiyi beraber yönettiği görülmektedir. Birileri genel başkan idiyse, diğerleri genel başkan yardımcısı, genel idare kurulu üyesi, grup başkanı, parti sözcüsü, teşkilatlanma başkanı idiler. Geçmişte birbirlerinden herhangi bir şikayetleri olmadığına göre, bugün birbirlerinden, geçmişten dolayı, şikayet etmede hangi haklılıkları olabilir? Bugünün meyvelerinin tohumlarını, dün kendi elleri ile birlikte atmamışlar mıdır? Hasat zamanı elde edilen, kendi ellerinin ürünüdür:

“İki misline uğrattığınız bir musibet size isabet edince mi; ‘Bu nereden’ dediniz? De ki; ‘O, sizin kendinizdendir.’ İki topluluğun karşı karşıya geldiği gün size isabet eden Allah’ın izniyle idi. Bu Allah’ın müminleri ayırdetmesi; münafıklık yapanları da belirtmesi içindi.”(3 Ali İmran, 165-167)

Eğer birlikte, yanlış zamanda, yanlış ortama, yanlış tohum atılmışsa; bunun sorumluluğunun da ortak paylaşılması gerekmez mi? Bu nedenle gelinen noktada tüm tarafların ortak sorumlulukları vardır. Taraflar bunu kabul edebildikleri anda, karşı karşıya kalınan sorun rahatça çözülebilecektir. Nefsin vesveselerine yenilmeden, birbirlerine bağyetmeden kavgayı durdurabilirler.

Unutulmaması gereken bir başka gerçek de; 28 Şubat’ın bir darbe olarak RP’nin üzerine geldiğidir. Bunu yok sayarak alınan mağlubiyeti, çekilen çileyi ve ödenen bedeli açıklamak ne mümkündür, ne adildir, ne de gerçekçidir. Genel merkeze muhalif olan arkadaşlarımızın bu noktada çok iyi düşünmesi gerekir. 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül’den çok daha kapsamlı ve uzun vadeli bir proje olan 28 Şubat’ı gözönüne almadan yaşananları açıklamak imkansızdır.

Her şeyin partice ve de liderce en iyi bilindiği ana varsayımı üzerine kurulu, dışarıya bu bağlamda kapalı bir sistem, zafer ve mağlubiyeti ardarda yaşayınca bunalım kaçınılmazdır. Bu doğaldır da. Bir mücadelenin seyri, daima düzgün yükselen bir grafik çizmez. Mücadelede inişler, çıkışlar daima olacaktır. Arzu edilen bunun en az oranda gerçekleşmiş olmasıdır.

Eğer bugün tartışılması gereken bir şey varsa; partinin yığınla sivil toplum örgütü var olmasına karşın ciddi bir şey üretememiş olmasıdır. Herkes her şeyle uğraşmıştır ve fakat gerçekte hiçbir şeyle ciddi olarak ilgilenilmemiştir. Parti bir bütün olarak yalnızca oy toplamaya endekslenmiş, toplumu ve müntesiplerini daha iyiye, daha güzele götürmek için proje geliştirilmemiştir. Bunun bir bedeli olmalıydı. İşte bugün ödenen bedel, kanımızca bu bedeldir.

FP’deki tarafların asıl üzerinde düşünmeleri gereken konu budur. Bugün; yanlış zamanda, yanlış ortamda ve yanlış şeylerle uğraşıyorlar. Bugün karşı karşıya kalınan durum, ne abartılmalı ne de küçümsenmelidir; yalnızca ders alınarak daha iyiye gitmenin bir aracı olarak değerlendirilmelidir:

“Kendilerine yara isabet ettikten sonra, Allah ve Resul’ünün çağrısına icabet edenler, içlerinden iyilik yapanlar ve sakınanlar için büyük bir ecir vardır. Onlar, kendilerine insanlar: ‘size karşı insanlar toplandılar, artık onlardan korkun ‘dedikleri halde, buna rağmen imanları artanlar ve ‘Allah bize yeter, O ne güzel vekildir’ diyenlerdir. (3 Ali İmran 172, 173)

Üslup: Söz Vardır Keser Savaşı Söz Vardır Kestirir Başı

Bu bunalıma hayırlı bir çözüm üretilebilmesi için dikkat edilmesi gereken önemli bir konu da kullanılması gereken üsluptur. Tarafların kullandığı üslubu genel bir çerçevede ele alacak, isimler üzerinde durmayacağız.

Genel merkez yanlılarının medyaya yansıyan; ‘Erdoğan’ı medya allayıp pulluyor’, ‘merkez sağdaki boşluğu doldurmak istiyorlar’, ‘FP merkezli bir çıkış istemiyorlar’, ‘partiyi bombalıyorlar’, ‘partinin kapatılmasını istiyorlar’, ‘maşa olarak kullanılıyorlar’, ‘kendilerinde üstün meziyet vehm ediyorlar’, ‘bunlar çete’, ‘ya istifa edin yada susun’, ‘partinin içini boşaltarak büyütmek istiyorlar’, ‘revizyonistler’, ‘Özalvari düşünenlerin yeri burası değil’, ‘yabancılaşmayı temsil ediyorlar’, ‘neyin yenilikçisi’, ‘Hocaya vefasızlık ediyorlar’, ‘yaptıkları ahlaksızlık’, ‘Allah akıl versin’, ‘ilçelere gidip çalışmayanlar kendi işlerine baksınlar’, ‘onlar arkadan eleştirirler, yüzden eleştiremezler’, ‘ABD’nin Gülü’, ‘Demirel’in peşkircisi...’ gibi beyanlarından kullanılan üslubun, sert, kırıcı, incitici ve küçümseyici olduğunu söyleyebiliriz. Öfke dolu bir üslup. Ancak genel başkan sayın Kutan, bu noktada ayrı bir tavır sergilemektedir; üslup konusunda hassasiyet göstermekte, yumuşak davranmakta ve aile içi sorunların medyada konuşulmasına ısrarla karşı çıkmaktadır.

Genel merkeze karşı olanlar; sayın Bülent Arınç haricindekiler, genel merkezdekilerin üslubuna benzer olarak kırıcı, suçlayıcı ve itham edici bir dil kullanıyorlar: ‘Partide tutarsızlık ve ilkesizlik var’, ‘parti içi demokrasi, yok lider sultası var’, ‘hocanın müdahaleleri partiyi bu duruma getirdi’, ‘emanetçilik olmamalı’, ‘parti kötü yönetiliyor’, ‘Hoca dinlensin, karışmasın’, ‘partiler kara para aklama şirketleri oldular’, ‘yüzde on beş önemli değildir’, ‘65 yaş üstündekilere siyaset yasağı konmalı’, ‘antika saraylarında otursunlar’, ‘kol kırılır yen içinde kalmaz’, ‘parti kapatılıyorsa iki parti çıkar, biz kendi partimizi kurarız’, ‘donu hazırlayın’, ‘Hoca içeri girseydi, katiller dışarı çıkmazdı’, ‘Asiltürk entrikacı’.

Tarafların birbirleri ile ilgili kullandıkları dilin tasvip edilmesi mümkün değildir. Yıllarca aynı çatı altında yaşamış, nimet ve külfeti beraber paylaşmış olan insanların, bugün birbirlerine karşı kullandıkları üslup, düşündürücüdür. Tarafların birbirine karşı kullandığı sözcüklerden iç gerilimin şiddetini anlamamız mümkündür. Ortak bir çözüme ulaşabilmek için taraflar, kendi inançlarının gerektirdiği bir üslubu kullanmaları gerekir.

Tarafların kullandıkları dil, İslami değildir, mümince bir tarz değildir. Eğer iyi sonuç alınmak isteniyor, Allah’ın rahmeti, bereketi arzulanıyor ve ayakların üzerinde dimdik durulmak isteniyorsa birbirlerine karşı kullanılan üslubun iyileştirilmesi, güzelleştirilmesi ve düzeltilmesi gerekir:

“ Görmedin mi ki, Allah nasıl bir örnek vermiştir: Güzel bir söz, güzel bir ağaç gibidir ki, onun kökü sabit, dalı ise göklerdedir. Rabb’inin izniyle her zaman yemişini verir. Allah insanlar için örnekler verir; umulur ki onlar öğüt alır düşünürler.

Kötü-murdar bir kelimenin örneği ise, kötü murdar bir ağaç gibidir: Onun kökü yerin üstünden koparılmış, kararı kalmamıştır”. (14 İbrahim 24-26)

Eğer hevalar ilahlaştırılmayıp Allah ve Resul’üne iman ediliyorsa, kullanılan dil güzelleştirilmelidir:

“De ki: bu benim yolumdur. Bir basiret üzere Allah’a davet ederim; ben ve bana uyanlar da.” (12 Yusuf 108)

Eğer, 21. yüzyılın şeytanlarına fırsat verilmek istenmiyorsa, dosdoğru bir lisan kullanılmalıdır.

“Kullarıma, sözün en güzel olanını söylemelerini, söyle. Çünkü şeytan aralarını açıp bozmaktadır. Şüphesiz şeytan insanın açıkça bir düşmanıdır. (17 İsra 53)

Eğer bunalımdan çıkmak, kırgınlıkların ebediyen yok olup gitmesi, samimiyetle isteniyorsa, iyilik ve güzellik yolu seçilmeli ve de sabredilmelidir:

“İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda kötülüğü uzaklaştır; o zaman, görürsün ki seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dostun oluvermiştir. Buna da, sabredenlerden başkası kavuşturulamaz. Ve buna, büyük bir pay sahibi olanlardan başkası da kavuşturulamaz.” (41 Fussilet, 34-35)

Modern şeytanların tahriklerine, allayıp pullamalarına ve vesveselerine karşı yalnızca Allah’a güvenilip dayanılmalı ve de sığınılmalıdır:

“Şayet sana şeytandan yana bir kışkırtma (vesvese) gelecek olursa, hemen Allah’a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir”. (41 Fussilet, 36)

Bölünerek Büyümek

Genelde Müslümanlara, özelde FP’ye karşı yürütülen mücadele, uluslararası bir projenin sonucudur. Yeni Dünya Düzeninde Müslümanlara ve Türkiye’ye biçilen rolle ilgilidir. Bu projenin bugünkü ortamda kullandığı mücadele şekli, psikolojik savaş, aracı da medyadır. Müslümanlaşan bir halkın önünün kesilmesi, suçluluk psikolojisine sokularak, iradesinin çözülerek teslim alınması ve yeniden sisteme entegre edilmesi bu mücadelenin nirengi noktasını oluşturur. Bunu için bazı medya gurupları FP ile aşırı ilgilenmektedir.

Hegemonyasını yıkacak ya da zayıflatacak bir halk uyanışına burjuvazi, tahammül edemez. Bunun için bu uyanışın durdurulması gerekir. Çözüm yolu, karalama, tehdit, şiddet ve baskıdır.

Bu uyanışta rol alan tüm yapı ve organizasyonlar ya parçalanarak etkisizleştirilmeli, ya da yok edilmelidir. RP/FP’nin başına gelenler bundandır. Nevzat Yalçıntaş oyunun bu boyutuna dikkat çekmektedir:

“Anayasa Mahkemesi’ndeki dava uzuyor. Partide çözülme emareleri görüldükçe de daha çok uzatılıyor. Maksat bölmek! Fazilet’i, Refah’ı, Milli Görüş Hareketi’ni, ne derseniz deyin, ufaltıp un yapmak! Bütün bunlar Ankara’da bazı odaklarda hazırlanıyor.”2

Ne yazık ki FP’de vuruşanların bir kısmı, oyunun bu boyutunu ya görmüyorlar, ya da görmek istemiyorlar. Milliyet gazetesinden Hasan Cemal’ın sorduğu sorulara verdikleri cevaplarda bunu görmek mümkündür:

(X şahsı): “Siyasi partilerin nerede ise hepsi kara para aklama şirketleri haline geldiler... Parti kendi içinde zaten bölünmüş durumda. Bugüne kadar bir çok konuda ayrıştık, ters düştük birbirimize. Af konusunda... Çilleri, Yılmaz’ı aklama operasyonlarında... Küskünler hareketinde... Demirel’in görev süresinin uzatılmasını öngören 5+5 Anayasa değişikliğinde... Bütün partiler huzursuz. Hepsinin içinde sorgulama var. Fazilet dahil hepsi dökülüyor. Araştırmalarda hemen hepsi yüzde onlarda dolaşıyorlar. Bunlardan ne olur ki?.. Böyle giderse halk bütün partileri taşlayacak...

Fazilet kapatılırsa, iki parti çıkar bundan. Biz kendi partimizi kurarız. Çünkü bir parti kapatılmak için kurulmaz...(Ya kapatılmazsa sorusuna)

Sade vatandaşın düz bir mantığı vardır.’ Haklısın ama parti içinde kalıp mücadele verseniz daha doğru olur’ der bu düz mantık. Yani yeni partiyi hareketin bölünmesi olarak görüp tasvip etmeyebilir.”

(Y şahsı): “Fazilet kapatılırsa, yeni bir parti kesin olarak gündeme gelir. Gelenekçi ağabeylerimiz yenilikçi arkadaşların partiden gitmelerini zaten bir süredir kapalı toplantılarda açıkça istiyorlar. Bu nedenle, Anayasa Mahkemesi’nden kapatma çıkarsa, ikinci parti de kesinleşmiş olur... (Ya kapatılmazsa sorusuna )

...O zaman doğru olan, Fazilet’te yeni bir büyük kongrenin toplanması ve yeni bir yönetim arayışına girilmesidir.. (İkinci parti nasıl bir parti olmalı sorusuna ?)

..MHP’de, ANAP’ta, DYP’de gayri- memnunlar var. Onların da kurulacak yeni partiye dahil edilmesinde fayda var.”2

Farklı zamanlarda; “Ben Menderes-Özal misyonunu savunuyorum”, “% 15’in sorunlarını değil, %100 sorunlarını tartışalım”, “%15 radikal oylar önemli değil, % 15’le değil % 85 ile iktidara talibim” tarzındaki söylemleri de benzer kategoride değerlendirilebilir.

Özetle, bir taraf, ‘FP’nin tek parça olarak devamı mümkün değildir, Parti kapatılsın ya da bizi ihraç etsinler de partimizi kuralım, yeni parti, merkezin partisi olacaktır’ derken; diğer taraf, ‘gitseler de kurtulsak, ihraç edilmek istiyorlar’ demektedir. Zengin aile reisinin bir an önce ölmesi için dua eden varislerin ruh haline benzer bir ruh hali söz konusudur, ortada. Ölüm haberini ivedilikle bekliyorlar. Arkasından gelecek mirası paylaşma kavgasında nelerin kırılıp döküleceğini düşünmeden. Şeytan, kavganın kızışması için nifak tohumlarını ekmeye, kalplere vesvese vermeye gayret sarf ederken; onlar da şeytanın işi kolaylaşsın diye savaş baltalarını biletiyorlar. Yılların dava arkadaşları, birbirlerinin eleştirilerine bugün tahammül edemezken; yarın başkalarının alay ve hakaretlerine karşı hiç bir şey olmamış gibi nasıl davranabilecekler. Oysa onlardan beklenen “Kafirlere karşı güçlü ve onurlu, müminlere karşı şefkatli, alçak gönüllü ve hiçbir kınayıcının kınamasından korkmayan” insanlardan olmaktı.

Parti içi mücadelenin bu boyutlara varmış olması acıdır. Başkalarının yok etmek istediği bir partinin, kendi müntesipleri tarafından parçalanarak budanmasının kimin işine yaradığını anlamak zor değildir. Bunun için gazetelerdeki satır aralarına bakmak yeterlidir. FP’de vuruşanlar; gözlerindeki gözlükleri çıkararak medyayı daha iyi okusunlar. Tarihe dönüp tekrar ve tekrar baksınlar. O zaman şeytana yardımcı olduklarını göreceklerdir.

Şeytanî vesveselere karşı, karar vermeden önce, herkesin bir kez daha düşünmesinde yarar vardır:

“Eğer sana şeytandan yana bir vesvese gelirse, hemen Allah’a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir. Allah’tan sakınanlara şeytandan bir vesvese eriştiğinde önce iyice bir düşünürler, sonra hemen bakarsın ki görüp bilmişlerdir.

Şeytanın kardeşleri ise, onları sapıklığa sürüklerler, sonra da peşlerini bırakmazlar.” (7 Araf 200-202)

FP’de vuruşanlar, Türkiye’deki siyasî tarihe iyi bakmalıdırlar. Orada isimleri unutulan pek çok parti ile karşılaşacaklardır: CHP’den ayrılan CKMP, eski ve yeni MP, AP’den ayrılan DP (Demokratik Parti), ANAP’tan ayrılan YDP, ANAP’tan ayrılan YP, CHP’den ayrılan Güven Partisi, DYP’den ayrılan DTP, Aydın Menderes’in kurduğu parti, Cem Boyner’in kurduğu parti, Dalan’ın kurduğu parti, MDP.

Ana gövdeden ayrılan veya tepki ile kurulan partilerin çoğunluğu ya yaşayamamış ya da varlık gösterememişlerdir. Ancak bu noktada istisna olan iki parti vardır; DSP ve BBP. Seksen sonrasında Ecevit, DSP ile uzun vadeli ve çileli bir yol seçtiğini açıklayarak yola çıkmıştır. Yüksek popülaritesine rağmen başlangıçta varlık gösterememiştir. Burası önemlidir. Ancak bugün iktidardadır. Bu da önemli olan bir başka noktadır. BBP ise kendi içerisinde tutarlı ve ilkeli olarak uzun, ince ve çile dolu bir yolda sabırla yapılanmakta ve yol almaktadır. Rahmetli Türkeş’in sıfırdan başlamış hareketi, MHP kurucu liderinin iktidar olmayı görememesine rağmen, bugün Türkiye’nin ikinci partisidir.

Eğer FP’de vuruşanlar, kısa zamanda etkili olmayı düşünmeyip, RP/FP’nin hatalarından arınmış, daha donanımlı, daha uzun vadeli ve bir düşüncenin ihyası için siyasî mücadeleyi öngörüyorlarsa buna söylenecek bir söz yoktur.

Kısa zamanda % 85’le iktidara gelmeyi düşünenler, kitlelerin kısa zamanda düşünce ve parti değiştirip değiştirmeyeceğini iyi ölçüp biçmelidirler. Büyük bir medya ve sermaye desteğine rağmen Yazar, Dalan, Erez ve Boyner’in durumu önemli siyası bir vaka olarak değerlendirilmeye değerdir. Yok eğer birileri tarafından kendilerine altın tepsi içerisinde iktidar sunulacaksa; o zaman bu neyin karşılığında olacaktır? Bu durumda da Ufuk Güldemir’in ‘Çevik Kuvvetin Gölgesinde Türkiye’ kitabı okunmaya değer önemli bir kaynaktır. Hz. Muhammed’e:“Davandan vazgeçmek şartı ile buyur geç başımıza yönet bizi.” teklifinin ve verilen cevabın hatırlanmasında da yarar vardır.

Diğer taraftan ‘bunlar gitse de kurtulsak veya bunları ihraç edelim de bu iş bitsin’ diyenler, bölünmüş partilerin, AP, ANAP, CHP, durumlarını incelesinler. Demirel, 1968-1969’da AP’ den 41 kişiyi atarak, (‘41’ler Olayı’), o gün için iç sorununu çözmüştür. Ama, ‘41’ler olayından sonra AP tek başına iktidar olamamış, kendini bir daha toparlayamamıştır. DYP’den yapılan ihraçlar, DYP’yi; ANAP’tan yapılan ihraçlar, ANAP’ı bugünkü duruma getirmiştir. Sayın Çiller şimdi, herkese barış mesajları göndererek kırıp döktüklerini yeniden toparlamaya çalışıyor. FP’de ‘gitmeye zorlama’ veya ‘ihraç yolunu’ düşünenler testiyi kırmadan önce çok ama çok düşünmeli, fıkh etmeli, tezekkür ve de tedebbür etmelidirler.

Merkez Sağ: Bir Çıkmaz Sokak

Türkiye’de siyasî yapı; merkez sağ, merkez sol ve çevre partiler gibi bir dağılım göstermektedir. DP, AP, ANAP ve DYP merkez sağ partilerdir. AP, ANAP ve DYP darbelerden sonra kurulmuştur. Bütün darbeler, merkez sağ partilerin lider kadrolarının yenilenmesini beraberinde getirmiştir. 1980 sonrasında meydana gelen yapılanışla merkez sağ ve sol parçalanmıştır. Bu dağınıklık bugün hala devam etmektedir. 28 Şubat Postmodern darbesi, parlamento ve siyaseti kıskaca alıp etkisizleştirirken büyük bir siyasi kaosu da beraberinde getirmiştir. Halkın partilerden soğumasını sağlamıştır. Anketlerde kararsız oyların %40’lara tırmanmış olması, bir çok kesimin iştahını kabartmaktadır.. Karasızların çoğalması, lider kadroların yıpranması, FP ’nin kapatılma davası, Ecevit’in sağlık sorunları, hem merkez sağda hem de merkez solda yeniden yapılanmayı gündeme getirmiştir. 10 yıllığına merkeze (Yeni Merkez Sağ Projesi), kitlelerin ilgi ve sempatisini çekecek yıpranmamış isim veya isimler aranmaktadır.

FP’deki bunalım, Yeni Merkez Sağ Proje açısından önemlidir. Tam da bu esnada FP içindeki olup bitenler, yalnızca FP’lilere bırakılamayacak kadar, bazı çevreler için, önemli hale gelmiştir. Acaba bazı merkezler, FP’deki bir grubu gerçekten merkez sağa çekmeye mi çalışmaktadır. Yoksa böyle bir görüntü verip iç bunalımı daha da derinleştirmek mi istiyorlar? Bu da oyunun daha karmaşık bir kuralıdır belki de. ‘Merkez sağ lider çıkaramıyor’ aldatmacası ile FP’deki bazı arkadaşlar merkez sağ denilen bir kara deliğe sokulmak istenebilirler.

Merkez Sağ denilen çıkmaz sokak nedir?

“Merkez sağ partiler muhafazakardırlar. Ama mevcut sistemi, mevcut statükoyu, mevcut siyasal ilişkiler türünü eleştirilerden uzak tutmak manasında muhafazakardırlar. Dini, tarihi, kültürel sembolleri sık kullanırlar. Muhafazakarlık, bir dini, kültürel değeri muhafaza ediyor gibi gözükür; fakat bir bakarsınız bunların hiçbiri muhafaza filan edilmemiş. Muhafaza edilen sadece iktidar ilişkileri ve statükodur. Merkez sağ partilere bakın, dini değerlere en fazla onlar atıfta bulunurlar, yani dini en fazla onlar siyasete alet ederler; çünkü çok ihtiyaçları vardır. Sosyal adaletsizliğin doruk noktada olduğu, hiçbir zaman sosyal devletin gerçekleşmediği toplumda bu düzeni sürdürmek öyle kolay değil. Merkez sağ, hep yaptığı şeyleri dini sembollerle besliyor. O sembolleri ön planda tutuyor, arkadan her şey değişiyor, bütün toplum alt üst oluyor. Son 50 senede merkez sağ politikalarla olan budur.”3

Bu anlayışın en canlı bir temsilcisi olarak sayın Demirel ve arkadaşlarının tutum ve tavrı ortadadır. Demirel, halkın reyine ihtiyacı olmadığı andan itibaren söylemlerini yüzde yüz değiştirmiştir. Darbelerden şikayetçi olmuştur, fakat 28 Şubat darbesinin yanında yer almıştır. Bu, merkez sağın psikolojidir. Merkezdekiler, dini söylemi kullanır, ama dindarların yönetimine tahammül edemezler. Özal’ın özel konumu hariç merkezde dindar bir lider olmamıştır. AP’nin güçlü ismi koca reis Sadettin Bilgiç, bir gecelik paraşüt operasyonu ile, kendinden en emin olduğu bir anda, liderlikten tepe taklak edilerek götürülmüştür. Sonra da kurucusu olduğu partiden gitmek durumunda kalmıştır. Özal sonrası ANAP’ta da liberaller ani bir darbe ile partinin kurucularının bir çoğunu partiden göndermişlerdir. ‘Başörtülü öğrencilerin okumasına tahammül edemeyen bir merkez sağ; hanımının başı kapalı olan birinin, merkez sağda lider olmasına’ rıza gösterir mi?

İşte böyle bir anlayışı on yıl suni teneffüsle yaşatacak insanlar aranıyor; bunları lider olarak değil, stepne, payanda olarak arıyorlar. Dileğimiz 1970’lerin meşhur Demokratik Parti denemesinin yeniden yaşanmamasıdır.

Sonuç

Bilge Kağan’ın Orhun kitabelerinde yer alan bir konuşması, Orta Asya steplerinden 21. Yüzyıl Türkiye’sine gönderilmiş tarihi bir mesaj özelliğindedir:

“Çin milletinin sözü tatlı, ipek kumaşı yumuşak imiş. Tatlı sözle, yumuşak ipek kumaşla aldatıp uzak milleti öylece yaklaştırırmış. Yaklaştırıp konduktan sonra, kötü şeyleri o zaman düzenlermiş. Tatlı sözüne, yumuşak ipek kumaşına aldanıp Türk milleti çok çok öldün; Türk milleti öleceksin! Orada kötü kişi şöyle öğretiyormuş: Uzak ise kötü mal verir, yakın ise iyi mal verir deyip öyle öğretiyormuş. Bilgi bilmez kişi o sözü alıp, yakına gidip, çok insan öldün! O yere doğru gidersen, Türk milleti öleceksin! Ötüken yerinde oturup kervan, kafile gönderirsen hiçbir sıkıntı yoktur. Ötüken ormanında oturursan ebediyen il tutarak oturacaksın.”4

 Merkez sağ liderliğine soyunanlar; Çin milleti yerine merkez sağı, mal yerine iktidarı ve Ötüken yerine düşünce yapısı ve inanç sistemini yerleştirerek Kağan’ın konuşmasını bir kez daha okusunlar.

 ‘Gitseler de kurtulsak’ diyenler de Şeyh Edebali’nin Osman Gazi’ye vasiyetini okusunlar:

“Ey oğul, beysin!

 Bundan sonra öfke bize, uysallık sana!

Güceniklik bize, katlanmak sana!

Suçlamak bize, katlanmak sana!

Acizlik, yanılgı bize,

Hoş görmek sana!

Ey oğul!

Bundan sonra bölmek bize, bütünlemek sana.”

Ve tüm Müslümanlar

“Rabbimiz, bizi ve iman ile daha önce bizi geçmiş olan kardeşlerimizi bağışla ve kalplerimizde iman etmiş olanlara karşı bir kin bırakma..” (59 Haşr 10)

“Rabbimiz, katından bize bir rahmet ver ve işimizden bize doğru olanı kolaylaştır.” (18 Kehf 10)

diye dua etsinler.     

Kaynaklar

1.         Kutan, R. Alkışlara Dikkat. 15.5.2000, Hürriyet Gazetesi.

2.         Cemal H., Fazilet’te Yenilikçilerin Yol Haritası., 5.1.2001, Milliyet Gazetesi

3.         Mert, N., Pazar Sohbeti, Röportaj, 14.1 2001, Zaman Gazetesi.

4.         Ergin, M., Orhun Abideleri, MEB yayınları, İstanbul, 1997., s.2

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...