4 Nisan 2000 Salı

KÖKLERİNİ ARAYAN BİR NESİL-IV Anne Babaların Öncelikli Görevi: Bu Sistemi Değiştirmektir

GİRİŞ

Geçen sayılarda gençliğe kurulan tuzakları ve bu tuzakları kuranların kimler olduğunu incelemiştik. Gençlik  dönemi bir olgunlaşma, bir sorgulama ve bir kimlik  arayış dönemi olduğu için bir insan için en sancılı dönemdir. Bu dönemde yanlış istikametlere yöneltilen veya sapan bir gençlik gelecekte toplumun kanayan yarası olacaktır. O nedenle gençlik sorunu toplumun geleceği sorunudur. Varolup olmama sorunudur. Onurlu yaşayıp yaşamama sorunudur.

Bu açıdan soruna pansuman varı çarelerle yaklaşılmamalıdır. Gençliği içine çeken bataklık kurutulmalıdır. Soruna kısa vadeli çözümler arayarak yaklaşılmamalı uzun vadeli kalıcı ve köklü çözümler üretilmelidir. Kısa vadede boy salıp ve kısa vadede yok olup giden akasya mi dikmeye çalışmalıyız; yoksa uzun vadede dal budak salıp asırlara uzanan, görkemli duruşuyla herkesin saygı ve hayranlığını kazanan çınarlar mı dikmeliyiz? Türkiye’nin ana sorunlarından biri meselelere yaklaşım tarzında ki acullüğü. kısa vadeliliğidir.

Biz asırları kuşatacak bir yaklaşım tarzını benimsemeliyiz. Köklü, kalıcı inkılapçı bir yaklaşım tarzını.

Dokuz Kuvvetin Bileşkesi

Çocuk veya ergen üzerinde, aileden dışarıya doğru, yaş seviyesine bağlı olarak dokuz ana kuvvet/faktör/parametrenin etkili olduğu geçmiş sayılardaki incelemelerde ifade edilmişti. Bu dokuz ana kuvvet; Aile, arkadaş çevresi, öğretmen, uzak çevre (dini,siyası liderler, sporcular, müzisyenler aktörler...) okul, tarih, toplum, sistem ve medyadır. Gençliğin kimlik ve kişilik oluşumunu bu dokuz kuvvet belirlemektedir. Sağlam bir kimlik ve kişilik, bunların aynı istikamette etkili olması ile oluşabilir.

Ailede öğretilenle okulda öğretilen, medyada seslendirilen değerler örtüşmez ise hem toplum hem de gençlik bir anafora, bir zihinsel kaosa sürüklenir:

 “Şayet onlar da, sizin inandığınız gibi inanırlarsa, kuşkusuz doğru yolu bulmuşlardır; yok eğer yüz çevirirlerse, onlar elbette bir (çelişki ve) aykırılık içindedirler. Sana ise, onlara karşı Allah yeter. O, işitendir, bilendir.” [2/137]

Sadece gençleri değil genelde insanları şizofren, çifte standartlı davranış sergilemeye iten bu tezattır, farklı değerler karmaşasıdır. Bu tezat devam ettiği sürece, gerek gençlik, gerekse toplumsal bazda karmaşa ve bunalım devam edecek; gelecek endişesi, güven kaybı, göç etme duygusu şiddetlenecek, suç ve şiddet yaygınlaşma eğiliminde olacaktır. Eğer sistemin sunduğu değerler, kötülükleri, çirkin hayasızlıkları meşru gören ve besleyen değerler ise bu insanın iyilik cephesinden ziyade kötülük cephesini destekler, besler ve kuvvetlendirir.

Yaşlı Kızılderili reisi kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ötede birbiriyle boğuşup duran iki köpeği izliyordu.

Köpeklerden biri beyaz, diğeri siyahtı ve on iki yaşındaki çocuk kendini bildi bileli o köpekler Dedesinin kulübesinin önünde boğuşup duruyorlardı. Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki iri köpekti bunlar. Çocuk, kulübeyi korumak için biri yeterli gözükürken niye ötekinin de olduğunu, hem niye renklerinin ille de siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık.  O merakla sordu dedesine. Yaşlı reis, bilgece bir gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı.

      ‘Onlar’ dedi, ‘benim için iki simgedir.’

      ‘Neyin simgesi’? diye sordu çocuk.

‘İyilikle kötülüğün simgesi. Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları.’

Çocuk, sözün burasında , mücadele varsa, kazananı da olmalı diye düşündü ve her çocuğa has bitmeyen sorulara bir yenisini ekledi:

‘Peki, sence hangisi kazanır bu mücadeleyi?’

Bilge reis, derin bir gülümsemeyle baktı torununa:

      ‘Hangisi mi evlat? Ben hangisini daha iyi beslersem o’ ”(1)

İnsan bünyesinde iyilikle kötülüğün mücadelesi, İblisin isyan edip Hz.

Ademle eşine ve onun soyuna savaş ilan etmesi ile başlamış ve de kıyamete kadar da devam edecektir. Şeytan ve onun izini takip edenler, hangi görüntü altında olursa olsun, hangi örtüye bürünürse bürünsün daima insana kötülüğü, çirkin hayasızlığı, tefessüh ettiren bir yaşam tarzını ve  fıtratı bozacak bir anlayışı empoze ederek vesvese verirler:

"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) :

"Şeytan da, melek de insanoğluna sokularak onun kalbine birtakım şeyler atarlar. Şeytanın işi kötülüğe çağırmak, sonu fena ve zararlı olan şeylere teşvik etmek ve hakkı yalanlamak, haktan uzaklaştırmaktır.

Meleğin işi hak ve hayra, iyiliğe çağırmak ve kötülükten uzaklaştırmaktır.

Kim içinde hakka, hayıra, iyiliğe çağıran bir ses duyarsa bilsin ki bu Allah'tandır ve hemen Allahu Teala'ya hamdetsin.

Kim de içinde şerr ve inkâra çağıran bir fısıltı duyarsa ondan uzaklaşsın ve hemen şeytandan Allah'a sığınsın." ( Tirmizî, Tefsir, (2991), 507).

Genel bir ifade ile insanda bu kavga, nefs ile kalbin çatışması olarak da isimlendirilebilir. İnsan yapısında var olan mahiyeti henüz keşf edilememiş bu iki karar mekanizması  sürekli çatışma halinde olup değişme istidadındadırlar:

“Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) :

"Fitneler, tıpkı (kamışlardan örülen) hasır gibi, (insanların kalbine) çubuk çubuk atılır. Hangi kalbe bir fitne nüfuz ederse onda siyah bir leke hasıl olur. Hangi kalp de onu reddederse onda beyaz bir benek hasıl olur. Böylece iki ayrı kalp ortaya çıkar:

Biri cilalı taş gibi bembeyazdır; dünyalar durdukça buna hiçbir fitne zarar vermez.

Diğeri ise, alaca siyahtır. Tepetaklak duran testi gibidir; bu kalp, ne iyiyi iyi bilir, ne de kötüyü kötü. O, hevadan (beşeri değerlerden) kendisine ne yutturulmuşsa, onu (hak veya batıl) bilir."(Kuttub-u Sitte, 4733)

Gençlik Dönemi bir kimlik arama, sorgulama ve değer sistemine kavuşma dönemi olduğu için gençliğe etki eden tüm kuvvetlerin olumlu istikamette insanın iyilik cephesini kuvvetlendirecek tarzda etkili olması gerekir. Gençlik döneminde kazanılacak olan değerler sistemi, insan için bir güvenlik şemsiyesi meydana getirerek onu korur. Kuranı Kerimde Genç Öncü Hz.Yusuf’un başından geçen bir olay, değer sisteminin nasıl bir güvenlik duvarı meydana getirdiğinin çok ilginç bir örneğidir.  Yusuf süresinde bu olay belli bir ayrıntı ile anlatılır. Hz.Yusuf, Mısır’da köle pazarından vezir tarafından satın alınıp evde hizmetçi olarak çalıştırılmaktadır. Ergenlik döneminde çok yakışıklı bir delikanlı olmuştur. Bu dönemde vezirin karısı kendisi ile cinsel ilişki kurmak istemektedir. Hz.Yusuf biyolojik olarak kadını arzulamış olmasına rağmen sahip olduğu değer sisteminden dolayı kadının isteklerini ret etmekte ve baskılara boyun eğmemektedir:      

“Onun evinde kalmakta olduğu kadın, ondan murad almak istedi ve kapıları sımsıkı kapatarak: «İsteklerim senin içindir, gelsene» dedi. Dedi ki: «Allah'a sığınırım. Çünkü o benim efendimdir, yerimi güzel tutmuştur. Gerçek şu ki, zalimler kurtuluşa ermez.»

Andolsun kadın onu arzulamıştı, -eğer Rabbinin (zinayı yasaklayan) kesin kanıt (burhan)ını görmeseydi -o da onu arzulamıştı.

Böylelikle biz ondan kötülüğü ve fuhşu geri çevirmek için (ona delil gönderdik) . Çünkü o, muhlis kullarımızdandı.”(12/23-24)

Burada zinayı meşru gören bir değer sistemi ile haram gören bir değer sisteminin

çatışması vardır. Sağlam değerler sistemi, güçlü bir güvenlik şemsiyesi, duvarı oluşturur. Ancak bu güvenlik duvarının aşındırılmaması, devamlı beslenerek kuvvetlendirilmesi, sağlamlaştırılması gerekir. Aksi taktirde zayıflayan duvar, koruyuculuk görevini ifa edemez hale gelebilir. Hz. Yusuf olayında bunu görebilmekteyiz. Hz.Yusuf’un kadınla aynı evde bulunma mecburiyeti ve kadının arzularını gerçekleştirmedeki ısrar ve kararı, Hz.Yusuf’u kokutmuş, iradesinin çözülebileceği endişesine kapılmasına neden olmuştur:

“Şehirde (birtakım) kadınlar: «Aziz (Vezir') in karısı kendi uşağının nefsinden murad almak istiyormuş. Öyle ki sevgi onun bağrına sinmiş. Biz doğrusu onu açıkça bir sapıklık içinde görmekteyiz.» dedi.

(Kadın) Onların düzenlerini işitince, onlara (bir davetçi) yolladı, oturup dayanacakları yerler hazırladı ve her birinin eline (önlerindeki meyveleri soymaları için) bıçak verdi. (Yusuf'a da:) «Çık, onlara (görün) « dedi. Böylece onlar onu (olağanüstü güzellikte) görünce (insanüstü bir varlıkmış gibi gözlerinde) büyüttüler, (şaşkınlıklarından) ellerini kestiler ve: «Allah'ı tenzih ederiz; bu bir beşer değildir. Bu, ancak üstün bir melektir» dediler.

Kadın dedi ki: «Beni hakkında kınadığınız işte budur. Andolsun onun nefsinden ben murad istedim, o ise, (kendini) korudu. Ve andolsun, eğer o kendisine emrettiğimi yapmayacak olursa, mutlaka zindana atılacak ve mutlaka küçük düşürülenlerden olacak.»

(Yusuf) Dedi ki: «Rabbim, zindan, bunların beni kendisine çağırdıkları şeyden bana daha sevimlidir. Onların kurdukları düzeni benden uzaklaştırmazsan, onlara (korkarım) eğilim gösterir, (böylece) cahillerden olurum.»

Böylece Rabbi, onun duasını kabul etti ve onların hileli düzenlerini kendisinden uzaklaştırdı. Çünkü O, işitendir, bilendir.

Sonra onlara (Yusuf'un iffetine ilişkin) delilleri görmelerinin ardından, onu belli bir vakte kadar kaçınılmaz olarak zindana atmak (görüşü) belirdi.”(12/30-35)

Hz. Yusuf’un içinde yaşadığı ortam, nefsanı cepheyi(kötülük cephesi)

kuvvetlendirerek Hz.Yusuf’un iradesini zayıflatma ihtimalini ortaya çıkarmıştır. Bu durumda da kendi değerlerinin öngördüğü davranışı sergileyememe ihtimali söz konusudur. İşte bu tehlikeye karşı Hz.Yusuf içinde bulunduğu ortamdan uzaklaşmanın yolu olarak hapsi tercih etmiştir.

Ana Tezat ve Bunalım

Bu noktada sorulması gereken ana soru, gençler üzerinde etkili olan 9 kuvvetin gençlerin hangi yönlerini besleyip kuvvetlendirdiğidir. Bugün Türkiye’de bu dokuz kuvvetten Sistem ,okul, medya, uzak çevre ve sokak gençleri olumsuz yönde etkilemektedir. Ailelerle bunlar arasında ciddi bir çatışma ve gerilim yaşanmaktadır. Sokak güvenli değildir ve de aileler korkmaktadır. Çevre güvenli değildir ve aileler korkmaktadır. Okul güvenli değildir ve aileler korkmaktadır. Medya ve internetten dolayı evler de güvenli olmamaya başlamıştır. Onun için aileler, kendi tedbirlerini almak gençliği koruyacak organizasyonları kurmak ve var olanlara destek vermek zorundadırlar.

Genelde Sistem ve devlet millet için vardır. Yoksa millet, sistem ve devlet için var değildir. Türkiye’de teorik bazda bu doğrudur. Anayasanın 58. Maddesi gençliğin korunması görevini devlete yüklemiştir:

“Devlet gençleri alkol düşkünlüğünden, uyuşturucu maddelerden, suçluluk, kumar ve benzeri kötü alışkanlıklardan ve cehaletten korumak için gerekli tedbirleri alır”

Öyleyse devlet gençliğin önüne mayın döşeyen şer odaklarına karşı niçin gerekli mücadeleyi vermemektedir veya verememektedir? Bunun ana nedeni,  Türkiye’de iki halkın ve iki ağırlık merkezinin var olmuş olmasıdır. Bunlardan biri yaşayan halk, diğeri ise sanal halktır. Sistem sanal halkı temsil etmektedir.  Sistem, yabancı bir kültür ve medeniyetin ürünüdür ve yaşayan halka rağmen ayakta tutulmaktadır. Sistemin temsilcileri, halk derken %3’lük bir azınlığı kastederler. Bu azınlık, uluslar arası güçlerle işbirliği halindedir ve Türkiye’deki imkanların %80’nini kullanırlar.  Türkiye’nin kalkınmasını, sanayileşmesini ve ayakları üzerinde durmasını istemezler. Bunların  vatanları yoktur. Onların vatanı, karlarının katlandığı her yerdir. Türkiye’de ki iki ağırlık merkezinden biri milletin oluşturduğu ve varlığını parlamentoda gösterdiği ağırlık merkezi; diğeri sistemin oluşturduğu kendisini derin devlet diye tezahür ettiren ağırlık merkezidir.   

Refahtan şımarıp azan bu yönetici ve sermayedarlar, Türkiye’yi sömürebilmeleri için halkın uyuşturulmasını politika olarak benimsemişlerdir. Halkın uyanmasını istemezler. Halkın uyuşturulması, afyonlanması, değerlerinin dejenere edilip sürüleştirilmesi ve yalnızlaştırılıp bireyselleştirilmesi onlar için stratejik bir hedeftir. Onun için refahtan ‘şımarıp azan önde gelen’ bu müstekbirler topluluğu her türlü fesadın ana kaynağıdırlar:

Za'fa uğratılan (müstaz'af) lar, büyüklük taslayanlara derler ki: «Eğer sizler olmasaydınız, gerçekten bizler mü'min (kimse) ler olurduk.»

Büyüklük taslayanlar, za'fa uğratılan (müstaz'af) lara dediler ki: «Size hidayet geldikten sonra, sizi biz mi ondan alıkoyduk? Hayır, siz (zaten) suçlu günahkarlardınız.»

Za'fa uğratılanlar da büyüklük taslayanlara: «Hayır, siz gece ve gündüz hileli düzenler (kurup) bizim Allah'ı inkâr etmemizi ve O'na eşler koşmamızı bize emrediyordunuz» dediler.

…Biz hangi ülkeye bir uyarıcı-korkutucu gönderdikse, mutlaka oranın 'refah içinde şımaran önde gelenleri': «Gerçekten biz, sizin kendisiyle gönderildiğiniz şeyi tanımıyoruz» demişlerdir.

Ve: «Biz mallar ve evlatlar bakımından daha çoğunluktayız ve biz azaba uğratılacak da değiliz» de demişlerdir.”(34/31-35)

İşte Türkiye’nin ana sorunu, milletin değerleri ile sistemin ve medyanın değerlerinin örtüşmemesidir. Bu ana tezattır. Sistemin yabancı bir kültür ve medeniyetin  çürüyen,  insan fıtratına aykırı, insanı kendine yabancılaştıran ve insan nesline savaş açan değerlerini benimsemiş olması ve yaklaşık 200 yıldır ‘kanunen ve cebren’ bunu yaşanır kılmaya çalışması, Türkiye’deki gerilimin ana kaynağıdır. Bu değer kayması ve erozyonu, tarih anlayışıni, aile, eğitim, toplumsal yaşamı kökten etkilemektedir.

Aşağı da  dört yazardan yapılmış alıntılar var. Bunların ilk üç tanesi, 1995 yılına ait, sonuncusu ise 2007 yılına aittir. Makale sahipleri Türkiye deki toplumsal değişmeyi  dindarlıkları nedeniyle  dile getirmiş değillerdir. Gidişatın tehlikeli olduğunu görerek endişelerini seslendirmişlerdir. Okuyucunun 1995 yılından 2007 yılına kadar ki dönemde meydana gelen değişimi, iyi okuması uluslar arası sistemle işbirliği içerisinde ki sistemin yaptığı tahribatı iyi görmesi gerekir:  

1995 yılı

"Lezbiyenlik, travestilik, nonoşluk ve bütün bu cemaatin ilişkileri yaşantıları Türk toplumunun çok merak ettiği bir sorun mu? Ne yaş, ne baş herkes her şeyi bilmeli mi? Bu işin de bir adabı, kuralı yok mudur?

Efendim özgürlük! Böyle savunuyor­lar çirkinliklerini. Ama bu demokrasi de­ğildir!" (2)

"Manzara ürkütücü, gidişat tehlikeli. Emniyet sübabının ise eğlence olduğu sanılı­yor. Ama kitlelere sunulan kaçış adacıkları da hayal tacirlerince üretileli düşler de ye­terli olamıyor. Olduğu varsayılsa bile olamı­yor" (3).

“Türkiye hızla değişen bir toplum. Birbirini denetleyen kırsal çevre insanları büyük kente geçince bu yeni ortamda çok daha baskısız kalıyor. Televizyonlardaki şiddet, cinayet ve korku filmleri, gazetelerde benzeri konulardaki haberler, etkilenmeye  hazır bu kişilerin cüretlerini artırıyor.

Sevgi ve disiplinin denetlemediği ilgisiz, denetimsiz, sevgisiz ailelerde büyüyen gençler yukarıdaki etkenlerle buluşunca çok ciddi tehlikeler doğuyor. Cinayete varan olaylar gelişebiliyor.

Tüm dış etkenlere rağmen, dengeli, sağlıklı aile ilişkileri içinde yetişen insanların cinayet işleme olasılıklarının daha az olduğu görülüyor. Ama Türkiye’de aile belki de en güçsüz dönemini yaşıyor.

Bireysel suç, toplu suç, mafya; hepsini üretmeye müsait bir ortam var bugün Türkiye’de.

“Zirveden tabana bu ortam temizlenmedikçe, caydırıcılık ön plana alınmadıkça huzur yok demektir.” [4].

2007 yılı

“Üç ay kadar önce çaldıkları arabayla gezmeye çıkıp girdikleri birkaç benzincide yedi kişiyi öldüren ve yakalandıklarında bunu 'eğlenmek için yaptıklarını' söyleyen gençler vesilesiyle yazmıştım:

"Milli, dini, insani bütün değerlerin seremonik gösteriden öte anlam taşımadığı bir fotoğraf duruyor karşımızda. Ama çare yok, günün birinde gerçek yüzümüze en çıplak ve can yakıcı haliyle çarpacak... Ne üzerini havai fişek gösterisi, çelenk, resepsiyon, nutuk, minare, başörtüsü, sakal, sarık, şalvarla örtmek, ne ara ara sağından solundan fışkırıp çöp tenekesi gibi önümüze boşaldığında burnumuzu tıkayıp uzaklaşmak kurtarmayacak... Eninde sonunda yüz yüze geleceğiz hakiki çehremizle... Olacak bu; çünkü böyle gitmez!" (01.11.2006, Radikal)

...Hatırlayın yakın zamanda, sevgilisiyle buluşmasına izin vermedikleri için annesini, babasını, kardeşini öldürdü bir genç kız. Benzer binlerce örnek var. Üniversite öğrencileri arasında yapılan bir araştırma çoğunluğun ne denli yüksek oranda şiddete eğilimli olduğunu gösterdi.

Bunları önemsemedi Türkiye. Siyaset kendi derdindeydi, basın da üç-beş gün ayaklandı, vaveyla etti, sonra unuttu.

Oysa felaketin alarm ziliydi çalan.”(5)

11Y Formülü İle Yürütülen Savaş

1995’den 2007 yılına gelinceye kadar durumun gittikçe kötüleşmesinin ana nedeni, Gençlik üzerinde etkili olan 9 kuvvetin olumlu istikamette etkili olamamasını sağlayan tezatlı yapıdır. Zorla ayakta tutulmaya çalışılan bir zihniyettir. Bütün bunalımların ana kaynağı budur. Bu sistem bir bataklıktır ve devamlı mikrop üretmektedir.

Millete tuzak kuran uluslar arası güçler ve yerli işbirlikçileri, Türkiye’nin hiçbir zaman kalkınmasını, kuvvetlenmesini istemedikleri için sistemin 11Y formülüne sadık kalarak işletilmesinde çaba sarf etmektedirler. 11Y Formülü;


      • Yalan
      • Yağma
      • Yoksulluk
      • Yolsuzluk
      • Yozlaşma
      • Yabancılaşma
      • Yüzeysellik
      • Yüzsüzlük
      • Yalnızlık
      • Yobazlık
      • Yasaklamadır.

Bu gün bu işbirlikçi zihniyet Küreselleşme hareketi ile bütünleşerek, aileyi parçalayarak evrensel sürüleşmiş bir genç tipi meydana getirebilmek için  işbirlikçi medya aracılığıyla bir savaş yürütmektedir. Küreselleşme, bir gençlik değil, bir gençler topluluğu istemektedir. 28 Şubat Postmodern darbesiyle halka dayatılan 8 yıllık kesintisiz eğitimle yapılmak istenen 13-14 yaşına kadar çocukların herhangi bir alt yapıya sahip olmadan yalnızca medya kültürü ile yetişmesi, kendi dinine, kendi tarihine, ve kendi kültür ve medeniyetine sahip hiçbir duygu ve düşünceye sahip olmamasıdır.

Bu savaşın hedefi, aileyi yıkmaktır.

Bu savaşın hedefi, kadını ticari bir meta haline getirip pazarlamak ve annelik duygusunu yok etmektir. Birlikte yaşamı meşru hale getirmektir.

Bu savaşın hedefi, kaos meydana getirip milleti düşman kamplara bölerek yorgun düşürüp parçalamaktır.

Bu savaşın hedefi, hırsızlık ve yolsuzluk, çalma-çırpma ve şans oyunları  ile zengin olmayı meşru hale getirip köklü kalıcı her türlü ekonomik yapılaşmayı engellemektir.

Bu savaşın hedefi, kapkaç, tinercilik, soygun ve şiddeti yaygınlaştırarak güven bunalımı meydana getirmektir.

Bu savaşın hedefi, gençliği dininden, tarihinden, kültür ve medeniyetinden kopararak köksüz hale getirmektir, kendine ve toplumuna yabancılaştırmaktır.

Bu savaşın hedefi, insan fıtratını bozmaktır.

Bu savaşın hedefi, Serbest Piyasa Şirk Dini Değerlerini bu ülkeye yerleştirerek bir tüketim toplumu meydana getirmektir.

Serbest Piyasa Şirk Dini

Serbest piyasa şirk dininin kutsalı tüketimdir. Bu dinde insan tüketebildiği kadar kıymetlidir. Bu dinde tüketerek kimlik kazanılır. Olumsuzluklara karşı tepki tüketerek protestodur. Her şeyde geçicilik ve güvenilmezlik esastır. Serbest piyasa şirk dini insanlara anı yaşamayı emreder. İnsanlar, kuşku duyma ve kötümser olmak, anı yaşayıp tüketmek için teşvik edilir.

Serbest piyasa şirk dininde ‘İnsan Yoktur müşteri vardır’. ‘Sevgi yoktur şirin görünmek vardır’. ‘Saygı yoktur sayar görünmek vardır.’ ‘Dayanışma yoktur üstün olmak vardır.’ ‘Emeğe değer yoktur paraya değer verme vardır’. Bu dinde her şey parayla alınır ve satılır. ‘Yararlı olma değer değildir. Sahip olma bir değerdir’. Sahip olabilmek için her şey meşrudur.

Serbest piyasa şirk dini, tüketim kültürü, kağıt eşya kültürüdür, kullan at kültürüdür, teşhir kültürüdür.  Hayal gördürme kültürüdür. Televole ve pob star programları bunun en güzel örnekleridir.

Serbest piyasa şirk dininde  cinsel teşhir esastır. Bu yolla cinsellik,  metalaştırılıp piyasa değeri haline getirilmektedir. Haz kültürüdür. Onun için baştan çıkarıcı klipler, uyarıcı filimler, çıplaklık kokan reklamlar, cinsellik dolu diziler medyayı işgal etmiştir. Bu dinde karşı cins, geleceğin annesi veya babası değildir;bir seks nesnesidir. Bu din  aynı zamanda cinselliği, Endüstrileştirerek yapaylaştırmış/sanallaştırmıştır.

Küreselleşme Hareketine ve Onun Yerli işbirlikçilerine Karşı Mücadele

Özelleştirme ile Türkiye’ye daha köklü yerleşmeye çalışan Serbest piyasa şirk dini, bu ülkenin kutsal tüm değerlerine daha geniş çaplı savaş açacaktır. Değerlerin değişmesi ile her şeyin değişeceğini çok iyi bilmektedirler. İnsanda önce  değerler değişir sonra hayata, insana ve topluma bakış değişir. Amaçlar, hedefler,davranışlar ilişkiler,acı, sıkıntı,sevinç ve hazlar değişir.

 Bilgi üniversitesinde ilk kez bir öğrenci kulübü olarak ‘İbneler Kulübünün’ kurulması, bunun da dünya bankası tarafından finanse edilmesi tesadüf değildir(6). ‘Birlikte yaşamı’, Serbest piyasa şirk dinin bir değeri olarak topluma benimsetilebilmek için alıştırma girişimi olarak görülmelidir.  Fahişe yerine seks işçisi kavramının kullanılmaya başlanması da aynı amaçlıdır.(7)

Dolayısıyla sistemin ağırlık merkezi ile Milletin ağırlık merkezi arasında ki mücadele daha da sertleşecektir. Sistemin değerleri ile toplumun değerleri arasında ki tezat her geçen gün daha da derinleşerek ciddi bir fay hattı oluşacaktır.   Bunalımların son bulması için bu tezadın milletin lehine ortadan kaldırılması şarttır.

O nedenle gençliğin gidişatından endişe duyan ana babaların öncelikle bu tezadın ortadan kalkması için uzun vadeli bir mücadeleyi göz önüne almaları, seslerini yükseltmeleri, susmamaları ve tarafsızlık afyonunu içmemeleri gerekir. Şeytanı değerlerin küreselleşmesine karşı verilecek bir mücadelede tarafsızlık, zulme ortak olmak zalimlerin safında yer almaktır. Allah’a iman eden herkesin böylesi bir suskunluğun hükmünün ne olduğunu  görebilmeleri için Araf süresine bakmaları yeterlidir:

“Bir de onlara deniz kıyısındaki şehri (n uğradığı sonucu) sor. Hani onlar cumartesi (yasağını çiğneyerek) haddi aşmışlardı. 'Cumartesi günü iş yapma yasağına uyduklarında', balıkları onlara açıktan akın akın geliyor, 'cumartesi günü iş yapma yasağına uymadıklarında' ise, gelmiyorlardı. İşte biz, fıska sapmaları dolayısıyla onları böyle imtihan ediyorduk.

Onlardan bir topluluk: «Allah'ın kendilerini yıkıma uğratmak veya şiddetli bir azaba uğratmak istediği bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz?» dediğinde «Rabbinize karşı bir özür için ve bir ihtimal sakınabilirler, diye» dediler.

Kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında ise, biz de kötülükten sakındıranları kurtardık. Zulme sapanları yaptıkları fısk dolayısıyla pek zorlu bir azab ile yakalayıverdik.

Onlar, kendisinden sakındırıldıkları 'şeyi yapmada ısrar edip başkaldırınca' onlara: «Aşağılık maymunlar olunuz» dedik.”(7/163-166)

Kötülüklerin yaygınlaştığı toplumlarda kötülüğe karşı 3 farklı tavır alan insan

unsuru bulunur: Kötülüğü icra edenler, Kötülüğe karşı çıkanlar ve neme lazımcılar. İlahi adalette kötülüğü icra edenlerle neme lazımcılar aynı statüde değerlendirilip cezalandırılmaktadır.

Sonuç: Parlamento Dışı Siyaset Kuvvetlendirilmelidir

Anne babalar dert yanmayı bırakıp tavır almayı benimsemeleri gerekir. Bu tezadın tahribatını yakın çevreden dışarıya doğru genişleyen bir yelpazede anlatmaları ve bunu sürekli gündemde tutmaları her zeminde bunu seslendirmeleri lazımdır. Rey verdiği siyaset erbabından bunun hesabını sormalıdır. Siyasetçilerden sadece iş ve aş değil, sağlam bir nesil, sağlam bir gelecek de talep etmelidir.

Türkiye’de Sistemin ağırlık merkezinin gücü milletin ağırlık merkezinin  gücü tarafından dengelenemediği için  salt parlamento içi siyasetle Türkiye’nin sorunlarının aşılamayacağı, var olan tezadın milletin lehine çözüme kavuşturulamayacağı cunta ve çetelerin Batı ile işbirliği içerisinde yaptığı darbelerden anlaşılmaktadır. Ayrıca Büyük Ortadoğu ve Büyük İsrail projeleri çerçevesinde tüm İslam coğrafyası paramparça yapılmak istenmektedir.  Bundan en fazla etkilenecek ülkelerin başında Türkiye gelmektedir.  Kaos meydana getirerek Milletlerin ve ülkelerin parçalanmak istendiğini göz önüne aldığımızda büyük bir tavır alış, parlamento dışı siyasetin daha önceden oluşturacağı toplumsal dayanışma ile sağlanabilir.

Burada parlamento dışı siyasetle, seçimlerde parlamento dışında kalmış siyası partilerin verdiği mücadele kast edilmemektedir. Parlamento dışı siyaset ile sivil toplum örgütlerinin ve cemaatlerin, toplumsal değerleri koruma, inşa etme ve yayma konusunda verdikleri mücadele kast edilmektedir. Burada Parlamento içi mücadelenin gereksiz olduğu iddia edilmemektedir. Yukarıda ki nedenlerden dolayı tek başına yetersiz kaldığı anlatılmak istenmektedir.

Türkiye’deki Parlamento içi siyaset, mantık ve yapılanış olarak ne yazık ki kavga , hakaret, suçlama, karalama ve aşırı vaat üzerine kurulmuş durumdadır.  Aşırı vaatlerle tahrik edilen toplumsal istekler, siyaset tarafından gerçekleştirilmediği/gerçekleştirilemediği zaman toplumun zihin dünyasında kırılmalar olmaktadır. Ayrıca söylenen sözlerin arkasında durulmaması, dün söylenenlerin bugün ret edilmesi, aynı şartlar devam ettiği halde ‘Dün başka bugün başka’ anlayışının sürdürülmesi, toplumu olumsuz etkileyen bir başka boyuttur. İktidar muhalefet ilişkilerinin kavga, hakaret ve suçlama ekseninde gelişmesi toplumda gerilimi artırmakta, birbirini anlama için enerji sarf etmeyi gereksiz kılmaktadır. Geçmiştekilerin veya mevcut olanların yaptığı tüm iyi işleri yok varsayma, nankörlük duygusunu pekiştirmekte, bir değer haline getirmektedir. Parlamenterlerin iş takibi yapmaları, ihalelerdeki yolsuzluklarla anılmaları ve aşk hikayeleri siyaset ve siyasetçiyi yıprattığı gibi özellikle gençliğin zihninde olumsuz kodlamalara neden olmaktadır. Bu boyutları ile Parlamento içi siyaset toplumun kirlenmesine, dayanışmanın yıkılmasına, güven bunalımına ve toplumun alt katmanlara ayrılmasına sebebiyet vermektedir:

            Ey iman edenler, yapmayacağınız şeyi neden söylersiniz?

Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah katında bir gazab (konusu olması) bakımından (büyüdükçe) büyüdü (büyük bir suç teşkil etti) .

Hiç şüphesiz Allah, kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever.”(61/2-4)

Burada  ahdine, vaadine ve verdiği sözde durmamanın neden olduğu tehlike konusunda Allah iman edenleri uyarmaktadır. Ancak bu tehlikenin, tüm sistemler organizasyonlar ve yapılar için geçerli olduğu unutulmamalıdır.

Serbest Piyasa Şirk dinin milletimizin bazı kesimlerinde ve de gençlik üzerinde meydana getirdiği kısmı tahribat ve kalp kirlenmesi, yukarıda ki nedenlerden dolayı Parlamento içi siyaset tarafından tedavi edilememektedir. Bu tahribat Parlamento dışı siyasetin kalıcı, kararlı ve uzun vadeli bir toplumsal değişim projesi çerçevesinde vereceği mücadele ile engellenebilir. Aynı zamanda Parlamento dışı siyaset, adil bir tutum ve tavır sergileyebildiği taktirde; Parlamento içi siyaset üzerinde baskı kurarak toplumun kirlenmesine neden olabilecek tutum, tavır ve söylemleri tamamen engelleyemeyebilse bile alanını daraltabilir.

Uzun vadeli büyük bir toplumsal değişim  projesi olmadan toplum kirlerden arındırılmadan alınacak her türlü tedbir, yaranın kangrenleşmesine sebebiyet verecektir. Yapılacak tercih; sivrisinekleri  yakalayıp öldürmek mi yoksa sivrisineklerin üremesine ve beslenmesine sebebiyet veren bataklığı kurutmaktan hangisinin etkili, kalıcı ve sonuç alıcı olduğu ile ilgilidir. Elbetteki bataklığı kurutmak yapılması gereken bir tercih olmalıdır. İşte onun için mikrop üreten, toplumu kirleterek bağışıklık sistemini bozan bir sistem ve bir zihniyet değiştirilmelidir. Bunun başarılabilmesi için öncelikle yapılması gereken genelde toplumda, özelde gençlikte meydana getirilen  kirlilik yok edilmeli, tahribat tedavi edilmeli ve toplumun bütünü kucaklanmalıdır. Kalplerin temizlenerek arınmanın sağlanması, İlahi yasanın bir gereğidir:

“Nedeni şu: Bir kavim (toplum), kendinde olanı değiştirinceye kadar Allah, ona nimet olarak bağışladığını değiştirici değildir. Allah şüphesiz işitendir, bilendir.”(8/53)

“Gerçekten Allah, kendi nefis (öz)lerinde olanı değiştirip bozuncaya kadar, bir toplulukta olanı değiştirip-bozmaz. Allah bir topluluğa kötülük istedi mi, artık onu geri çevirmeye hiç bir (biçimde imkân) yoktur; onlar için O'ndan başka bir veli yoktur.”(13/11)

Allah, murdar olanı, temiz olandan ayırd edinceye kadar mü'minleri, sizin kendisi üzerinde bulunduğunuz durumda bırakacak değildir.”(3/179)

Ancak böyle bir değişim ve arınma hareketinden sonra Allah’ın lütfü ve yardımı gelebilir. Yardıma mahzar olma, Allah’a iman edip salih amellerde bulunmakla mümkündür. En büyük Salih amel ise kirlenen kalplerin temizlenmesidir:

“Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va'detmiştir:

Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir.

Onlar, yalnızca bana ibadet ederler ve bana hiç bir şeyi ortak koşmazlar.”

(24 Nur 55)

Kaynaklar

1- Alıcı A., Hayata Yön Veren Öyküler, Epsilon  Yayınları, İstanbul.

2-Yılmaz Çetiner, 12.1.1995 Mil­liyet

3- 0ktay, Ahmet; ''Toplumsal Çökün­tü" Milliyet Gazetesi, 12 Ocak 1995.

4- Heper, D., “Bu Ortam Mikrop Üretiyor”, Milliyet, 2.6.1995.

5- Özgürel A., Radikal, 24.01.2007

6- 20 Mart 2007 Sabah Gazetesi,    25 Mart 2007 Milliyet Gazetesi.

7-  20 Mart 2007 Radikal Gazetesi.

2 Nisan 2000 Pazar

KÖKLERİNİ ARAYAN BİR NESİL-II Gençliğin Çığlığı

 “Ancak  sağır olanlar,

Uyarıldıklarında çağrıyı işitmezler”

(21/45)

Giriş

Geçen sayıda gençlerin gençlik dönemi özelliklerini incelemiştik. Bu dönemde gençler, biyolojik, psikolojik ve sosyolojik olmak üzere üç temel eksende ciddi bir değişim geçirmektedirler. Bu değişim sürecinde gençlik, aile, arkadaş/arkadaş grubu, okul, sistemin öngördüğü yaşam biçimi(ortam), medya ve tarih olmak üzere 6 faktör tarafından şekillendirilmektedir. Bu 6 faktörün öngördüğü insan ve genç tipi ayni olmadıkça, bu 6 faktör aynı hedefe, aynı yöne yönlendirilmedikçe gençliğin bir değer ve kimlik arayışında kaosa düşeceği, bunalım yaşayacağı çok açık bir gerçektir.

Türkiye’de bu 6 faktör, farklı istikametlere genci yöneltmiş olmasından dolayı bir istikamet kaybı ve bunun doğal sonucu ortaya çıkan bir bunalım vardır. Bu sayıda gençliğin içine sürüklendiği bunalım ve verdiği tehlike sinyalleri incelenecektir.

Sorunlar Yumağı

Gençlik döneminde birey, biyolojik, psikolojik ve sosyolojik boyutlarda bir değişim geçirmektedir. Bu değişim bir arayış, bir gelgit ve bir kimlik bulma dönemidir. Bu arayış 6 faktör uyumlu bir etki yapmadığında bunalıma sebebiyet vermekte, genci altından kalkamayacağı sorunlar yumağının anaforuna yuvarlayabilmektedir.  Bu sorunlar; 1-eğitim, 2- işsizlik, 3- özgürlük, 4- iletişim,    5- güven, 6- kimlik, 7- cinsel 8- gelecek kaygısı, 9-sevgi,10- mutluluk, 11- ekonomik, 12- siyasal, 13- uyuşturucu, 14 psikolojik olarak sınıflandırılabilir(1,2).

Bu sorunlar, bir döneme ilişkin geçici bir hal olsaydı üzerinde  fazlaca durulmayabilirdi. Ancak yapılan araştırmalar, sorunlar yumağının bir çiğ oluşumu gibi katlanarak büyüdüğünü ve bir nesil problemi haline geldiğini göstermektedir. Burada bütün bu sorunların tamamı değil, bir kısmı ele alınıp incelenecektir.

Değer Kayması yada Kimlik Krizi

Gençlikle ilgili gelişmelerde korkutucu olan, gençliğimizde kalıcı hale gelmeye başlayan bir değer kayması, bir değer erozyonunun şiddetlenmesidir. Tablo-1’de gençlikte ki değer kaymasının yıllara göre değişimi görülmektedir.

Tablo-1:Gençlerin hayatta Ençok Değer Verdiği Olgular(3)

Sıra

80’ler Gençliği

90’lar Gençliği

21. Yüzyıl Gençliği

1979-1980

1997-1998

2001-2002

2003-2004

1

Sevgi

Para

Para

Para

2

Özgürlük

Sevgi

Sevgi

Sevgi

3

Eşitlik

Bilim

Eğitim

Sağlik

4

Eğitim

Eğitim

Sağlik

Özgürlük

5

Bilim

İnanç

İnanç

Eğitim

6

Aile

Aile

Özgürlük

Bilim

7

Teknoloji

Özgürlük

Eşitlik

Aile

8

Para

Eşitlik

Aile

Eşitlik

9

İnanç

Teknoloji

Teknoloji

İnanç

            80 sonrasında gençlikte, paranın birinci derecede bir değer haline geldiği görülmektedir. Tüketim toplumuna dönüştürülmek istenen Türkiye’de tüketebilmek için doğal olarak para önem kazanmış durumdadır.  Ancak para bir değer olarak gençlerin kafasında birinci derecede öneme haiz olurken ona sahip olmada da ki değer ölçülerinde ciddi kırılmalar var olduğu görülmektedir. 80 öncesinde para kazanmak, kaliteli bir eğitim ile bağlantılı görülürken; 97’den sonra zahmetsiz, eziyetsiz ve emeksiz bir para kazanma yolunun tercih edildiği görülmektedir.  O eziyetsiz yol, Miras, politika ve  şans oyunları olarak kabul görmektedir. Siyasette meydana gelen büyük kirlenmeye bağlı olarak gençler, siyaseti bir para kazanma aracı olarak görmeye başlamışlardır,Tablo-2.


Tablo-2: Gençlere Göre Para Kazanmanın/Zengin Olmanın Yolları(3)

 

Sıra

80’ler Gençliği

90’lar Gençliği

           21. Yüzyıl Gençliği

1979-1980 

1997-1998 

2001-2002

2003-2004

1

Eğitim

Miras

Politika

Miras

2

Ticaret

Şans Oyunları

Şans Oyunları

Politika

3

Memurluk

Politika

Miras

Şans Oyunları

4

Miras

Ticaret

Ticaret

Ticaret

5

Şans Oyunları

Eğitim

Eğitim

Eğitim

6

Politika

Memurluk

Memurluk

Memurluk


Ankara Genç İş Adamları Derneği (ANGİAD)’nin 2005 yılında yaptığı ankette, benzer bir karamsarlığı görebilmekteyiz. İyi bir iş bulabilmek için gençlerin %47,83’ü önemli yerlerde etkili tanıdıklarının var olması gerektiğini düşünürken; ancak %22,45’i iyi bir okuldan, üniversiteden mezun olmanın yeterli olduğunu düşünmektedir(4). Böyle bir anlayış,  iyi bir eğitim almayı ve bunun için enerji sarf etmeyi ve ter dökmeyi anlamsız  kılmaktadır. Gençlerin zihninde eğitimin böylesi önemsiz hale gelmesi, eğitim sürecini olumsuz yönde etkilemekte, kaliteli eğitim alma, kendi yeteneklerini geliştirme yerine; nasıl olursa olsun mezun olup diploma almak amaç haline gelmektedir.  Diploma alda nasıl alırsan al anlayışı yaygınlaşmaktadır. Dışarıda yüz binler üniversiteye girmek için uğraşırken üniversitede okuyanların, kaliteyi önemsememeleri eğitim kalitesini etkileyen çok ciddi bir sorundur. Bu eğitimde meydana gelen olumsuz bir geri beslemedir

Güven Kaybı ve Gelecek Korkusu

UPSAM(Uluslararası Politik ve Stratejik Araştırmalar Merkezi)’nin “Gençler Hayatı Nasıl Algılıyor” adlı 2006 yılı araştırmasında gençlerin, en çok ÖSS’den korktuğunu ve %79’unun sınav kaygısı yaşadığını ortaya koymaktadır(5). Gençlerin %33’unun, sınav kaygısının gelecek kaygısından kaynaklandığını söylemeleri, gençliğin ana sorunlarından birinin gelecek kaygısı olduğunu göstermektedir.

ANGİAD’ın araştırmasında gençlerin %56,91’nın geleceğe umutla bakmadığı belirlenmiştir(4). %15,35’nin de soruyu cevaplamadığı göz önüne alınırsa, ümitsizlik ve gelecek kaygısının gençlerde çok ciddi bir sorun olarak karşımıza çıktığını görebiliriz. Türkiye’nin sıkıntılarını aşabileceğine inanalar, %16,25 iken aşamayacağına inananlar %55,10, bilmeyenler ise %28,65’dir. Böyle bir dağılımın var olması, gençlikte gelecek kaygısının hangi boyutlara doğru seyretmeye başladığının bir göstergesidir.

Sabah Gazetesinin TNS PİAR şirketine 2006 yılında yaptırdığı “Gençliğin Sesi Anketi”nde de, gençlerin %46’sınin gelecekle ilgili endişeli olduğu olgusuna ulaşılmıştır(6).   Gençlerin büyük bir çoğunluğunun ekonomik kaygıları vardır. İşsiz kalmaktan korkmaktadırlar. TNS PİAR’ın yaptığı saha çalışmasında dikkat çeken önemli bir nokta da, gençlerin %65’nın insanlara güvenmediğidir.

Süleyman Demirel Üniversitesinde Haziran 2006’da, 18 ilde ve 30 üniversitede yüz yüze görüşme tekniği kullanılarak yapılan  daha geniş bir çalışma, Üniversite gençliğinin  Türkiyede ki pekçok kuruma güvenmediğini ortaya koymuştur,Tablo-3,(7).

Tablo-3:  Gençliğin Kurumlara Olan Güveni (7)

 

Güven

Derecesi

Hükümet

 

Muhalefet

 

Parlamento

 

Politikacılar

 

Medya

 

Çok

12,24

4,08

7,07

1,02

1,03

Biraz

40,82

30,61

46,46

22,45

21,65

Hiç

43,88

60,20

36,36

71,43

74,23

Fikrim Yok

3,06

5,10

10,10

5,10

3,09

 

Gençlerde İnsanlara  ve kurumlara güven kaybının böyle bir düzeye ulaşmış olması, bir taraftan içinde yaşanılan ortamın neden olduğu bir zihinsel kırılma ile ilgili iken; diğer taraftan da toplumsal bağların zayıflayıp bireyselleşmenin yaygınlaşması ile ilgilidir.

Üniversiteye girememenin hayatlarını karartacağı inancında iken mezuniyet sonrasında iş bulabilmeyi torpile bağlamaları bir başka gerçeği ortaya koymaktadır.  Bu gençliğin içinde yaşadıkları sistemden kaynaklanan kaotik bir düşünceye sahip olduklarını göstermektedir.

Üniversiteyi kazanmak ne her şeydir nede kazanamamak dünyanın sonudur. Toplumsal bir kargaşa, bir zihniyet kırılması olarak makam ve unvanlara atfedilen önem, gençleri böylesi bir kaosa sürüklemektedir. Her işin önemli ve kutsal olduğu, her işin toplumsal yaşamda bir boşluğu doldurduğu ve bir rolü olduğu, o olmadan hayatın çekilmez olabileceği iyi anlatılabilmelidir. Herkesin yeteneği farklıdır. Her yetenek ilgili alanda önemli, kıymetli ve verimlidir. Dolayısıyla her meslek kıymetli, onurlu ve değerlidir. O işi yapan da hak ettiği ücreti almalıdır ve ona hak ettiği değer de verilmelidir. Eğitim maalesef gençlerimize böyle bir anlayışı verememektedir. Bu da toplumsal tatminsizlikleri ve olumsuzlukları besleyerek ciddi bir zihinsel karmaşaya gençliği sürüklemektedir.

Mutsuzluk

Bütün bu olumsuzluklar, gençliği mutsuz kılmaktadır. Bir de buna inanç boşluğu eklenince mutsuzluk bunalıma dönüşmektedir. Tablo-1’de gençliğin değerleri arasında ki İnanç, 2003’den sonra 80 öncesinde olduğu gibi en alt sıraya düştüğü görülmektedir. Bu ilginç bir durumdur. Sebepleri ayrıca araştırılmalıdır.  80 öncesi estirilen sol rüzgar, dinin  gençler indinde itibarını sarsmıştı. O yıllar sol gençlikte “Din afyon” olarak algılanmaktaydı ve her yerde dine savaş açılmıştı.

28 şubat sonrası estirilen baskı, Kalkancılı, Müslümlü, Fadime Şahinli  yıpratma kampanyası ve eş zamanlı medyada yürütülen dejenerasyon, inancın gençler indinde değer kaybetmesine sebebiyet vermiş olabilir.  Bu yıpratma kampanyasının sonucunda doğan inanç boşluğu, gençliğin diğer sorunları ile birleşince, bir kimlik krizi ortaya çıkarmıştır. Ne olduğunu, kimlere ait olduğunu, nereden gelip nereye gideceğini bir türlü konumlandıramayan genç, davranışlarında uyumsuzluk, zihninde karmaşa ve düşüncelerinde gelgitler yaşayarak mutmain olmayan bir ruh haline girerek mutsuz olmaktadır. Tablo-4, genel olarak, gençlerin mutluluk durumlarının yıllara göre dağılımını göstermektedir.

Tablo-4: Gençliğin Mutluluk Durumu(3,4*)

 

Dönem

80’ler

Gençliği %

90’lar

 Gençliği %

21. Yüzyıl  Gençliği %

 

1979-1980 

1997-1998 

2001-2002

2003-2004

 

2005*

MUTLU

65,4

41,80

23,8

39,76

23,93

MUTSUZ

23,25

41,12

61,90

43,13

 

47,23

KARARSIZ

11,35

14,08

14,27

17,10

28,82

 

 

 

 

 

 

 

 

ANGİAD’ın araştırması Gençlerin, %47,23’u hayatından memnun olmadığını, %28,82’sinin mutluluğu konusunda karar veremediğini ve %61,83’nun gelecek on yılda durumlarında bir değişiklik olmayacağı inancında olduğunu ortaya koymuştur.

Genel olarak gençliğin %47’si mutsuz %29’u karardır. Özel olarak ve daha şanslı sayılan Üniversite gençlerinin benzer bir durumda olması,%48’i mutlu(8), karşı karşıya kalınan sorunun çok ciddi olduğunu göstermektedir.

Ege Üniversitesinde yapılan bir çalışmada, Üniversite gençlerinin Üniversitede ki sistemden memnun olmadıklarını ortaya koymaktadır(8):

Üniversite Gençliğinin %70’ı YÖK Sisteminden memnun değil, %85’İ  Eğitim düzeyini yetersiz bulmaktadır.  %73’ü verilen bilgilerin çağdışı olduğuna inanmaktadır.  %68’ı üniversite yöneticileri ile diyalog kuramamaktan şikayetçidir. %60’i üniversite yönetiminden öğrencilerin tamamıyle dışlandığı kanaatındedirler. Öğretim üyeleri İle sağlıklı diyalog kuramamadan şikayetçiler (%39). Eğitimde uygulama eksikliğinin varlığına inanmaktalar  (%37), Öğretim üyelerini yetersiz bulmaktalar (%30). Öğrencilerin büyük çoğunluğu ekonomik sıkıntılarının var olduğunu ve  de Harçların Yüksekliğinden şikayetçidirler.”

Süleyman Demirel Üniversitesinde yapılan çalışmada da benzer bulgular elde edilmiştir.  Buna göre Üniversite gençliğinin kahir ekseriyeti, YÖK sisteminden memnun değildir. Öğrencilerin %77,78’si YÖK’ü bugünkü yapısı ve işleyişi ile başarılı bulmamaktadır. %77,55’ı ÖSYM sistemini başarılı görmemektedir. Öğrençilerin %63,64 Meslek liselerine uygulanan Kısıtlayıcı puan sisteminin doğruluğuna inanmamaktadır(7).

Kazananı ve kazanmayanı mutsuz eden bir Yüksek Öğretim Sisteminin bu hali ile kalması kimin işine yaramaktadır? Ne gençliğin, ne halkın ve ne de Parlamentonun sesine kulak vermeyen bu sistem, kime ve niçin hizmet etmektedir? Bu günün en can alıcı ve en acıl cevaplandırılması gereken sorusu budur.

Beyin Göçü

Ülkedeki adaletsizliklerden, vurdumduymazlıktan şikayetçi olan gençlik, kendi ülkesinde kendisine değer verilmediği, yalnızlaştırıldığı, dışlandığı, baskı altında tutulduğu, varlığının bu ülke için bir anlam ifade etmediği psikolojisi içerisinde, ülkesinde  aradığı mutluluğu bulamadığından,  yurt dışına göç etmeyi istemektedir. Tablo-5, bu eğilimin yıllara göre dağılımını göstermektedir.  Gençlerde göç etme isteğinin %70 gibi bir seviyede olmuş olması gerçekten ürkütücüdür.


Tablo-5: Gençliğin Yurt Dışına Göçme Eğilimi (%)(3,4*)

Dönem

80’ler

 Gençliği

90’lar

Gençliği

           21. Yüzyıl Gençliği

1979-1980 

1997-1998 

2001-2002

2003-2004

2005*

Evet

16,7

43,52

85,1

72,2

58,23

Hayır

68,12

39,13

9,36

15,33

16,80

Başka

15,18

17,34

5,54

12,45

24,97


ANGİAD’in 2005 yılında yaptığı ankette yurt dışına gitmek isteyenlerin oranı bir önceki yıla nazaran azalmış olmasına rağmen, gitmek istemeyenlerin oranında ciddi bir artma olmaması; buna karşılık karar veremeyenlerin oranında ciddi bir artış olması, gençliğin düşüncelerinde ciddi denecek gelgitler yaşadığını göstermektedir.

Ancak genelden özele, Üniversite Gençliğine, gelindiğinde durumun daha da vahimleştiği görülmektedir. Ege Üniversitesinin Ankara, İzmir, İstanbul Devlet Üniversitelerinde yaptığı ankette; Üniversite gençliğinin %83’ü yurt dışına gitmek istemektedir. İyi eğitim gören her 100 gençten 59’u yurt dışına gitmektedir(9). BM kaynaklarına göre dünyada en çok beyin göçü olan 32 ülke içerisinde Türkiye 24. sırada bulunmaktadır.

Bunun temel nedenleri, iş bulamama korkusu, ekonomik bozukluk,  adaletsizlik, gelir dağılımında ki dengesizlik, eğitim sisteminin yetersizliği, Sistem tarafından  uygulanan baskı ,özgürlüklerin kısıtlanması, Üniversiteye girememe korkusu, üniversite sonrası iş bulamama korkusu, Devlet kurumları arasında ki kavga, medyanın yaydığı kaos ortamı, uluslar arası sistemin Türkiye üzerine uyguladığı baskıların toplumda meydana getirdiği anomali  olarak değerlendirilebilir.

Gençliğe Alkol-Uyuşturucu Tuzağı

Güven kaybı, gelecek endişesi,  değer kaybı, kimlik bunalımı, gençliği yalnızlığa, bireyselleşmeye, arkadaşlığı ve dostluğu sanal ortamda aramaya itmektedir. Sanal arkadaşlık ve dostluklar ise gençte hayatı anlamsızlaştırmakta ve ruhsal boşluğa düşürmektedir. Bu ruhsal boşluktan kurtulmak için farklı arayışlar içerisine girmektedir

Genç ya çeteleşme, şiddet, eğlence, fuhuş, alkol ve uyuşturucu kullanımına yönelmekte yada felsefi bir arayışa girmektedir. Genelde felsefi arayış, ortamın etkisine bağlı olarak İslam, Satanızm, nihilizm, Hıristiyanlık’tan birisi ile sonuçlanmaktadır. Bu arayışta sağlam yol tutturamayanlar intiharı tercih etmektedir. 

Son yıllarda gençlik üzerinde yapılan çalışmalar ve devletin ilgili birimlerinin verdiği bilgiler, gençler arasında madde bağımlılığının gittikçe artan bir eğilimde olduğunu göstermektedir. Batı gençliğini kasıp kavuran bir bela, şimdi ülkemiz kapısını zorlamakta, gençliği esir almaya çalışmaktadır. Hem içerden hem de dışardan alkol ve madde bağımlılığı teşvik edilmektedir. Sovyetler birliğinin çöküşünde votka bağımlılığının, kadife darbelerin yapımında alkol kullanımının yaptığı etkiyi göz önüne aldığımızda, Ülkemizin ve Milletimizin karşı karşıya kaldığı tehlikenin boyutları daha iyi anlaşılabilecektir. Tinerci çocukların zaman zaman saldığı dehşet hafızalarımızda diriliğini korumaktadır.

Türkiye çok genç bir nüfusa sahiptir.  Çalışmalarda gözüken yüzdeler, okuyucuya küçük gelebilir. Genç nüfusun yüksekliğinden dolayı yüzdelere tekabül eden rakamlar büyük olmaktadır. Okuyucunun bu noktaya dikkat etmesinde fayda vardır. Diğer önemli bir noktada bu madde kullanımında ki eğilimin artma istidadı göstermiş olmasıdır.

Sigara ve Alkol Kullanma Oranları ve Nedenleri

Celal Bayar Üniversitesi Manısa Sağlık Yüksek okulu öğrencilerinin  alkol ve madde kullanımı üzerine gerçekleştirilen bir çalışma, gençliğin alkol kullanım eğiliminin yaygınlaşma istikametinde oladuğunu göstermektedir(10).  Yüksek okula devam eden Öğrencilerin %11.9’i alkol kullanmaktadır. İlginç olan kız öğrencilerin  erkeklere nazaran  sayı ve yüzde olarak daha çok alkol kullanıyor olmasıdır. Alkol kullanma sıklığı oranları ise  ayda bir %32, özel günlerde %28 ve haftada bir %20 şeklinde bir dağılım göstermektedir. En çok kullanılan alkoller, sırasıyla,  bira (%40), bira ve rakı (%36), bira ve şarap(%24)’dır(10).

Süleyman Demirel Üniversitesinin yaptığı çalışmada ki bulgular, yukarıdakilerle benzerlik arz etmektedir,Tablo-6.

 

Tablo- 6: Öğrencilerin Alkol,  Sigara... Alışkanlıkları(7)

 

Alışkanlıklar

%

Sigara

48,88

Alkol

15,03

Kahvehane

12,36

Diğer

23,73

 

Tablo-7: Alkole Başlama Nedenleri (10)

 

Başlama Nedeni

%

Özenti + Merak 

48;  

Arkadaşa Eşlik

32

Sorunlardan Uzaklaşmak

20

 

 

           

 

 

 

Alkole başlama nedenleri, arkadaş, özenti-merak ve sorunlardan uzaklaşmak olarak tespit edilmiştir,Tablo-7.

İstanbulda ki Kız meslek liseleri  öğrencilerinin sigara-alkol kullanımına ilişkin yapılan çalışmalarda, yukarıdakilere benzer sonuçlara ulaşılmıştır,Tablo-8, Tablo-9(11,12, 13).


Tablo-8: Öğrencilerin Sıgara İçme nedenleri(13)

 

Nedenler

%

 Arkadaş

7,9

Stres

40,2

Özenti

18,6

Merak

4,9

Kabul Görme İsteği

2,9

Yanıtsız

25,5


Tablo-9: Öğrencilerin Alkol İçme nedenleri(13)

 

Nedenler

%

Ebeveynden Örnek

28,1

Arkadaş Ortamı

12,5

Duygusal ilişki ve ayrılma

40,6

Merak

6,3

Yanıtsız

12,5

 

            

Madde Kullanma Oranları ve Nedenleri

 

 

 

Eskiden Batıda 12 olan uyuşturucu kullanma yaşı, bu gün Türkiye’de de 12 olmuştur. Uyuşturucu kullanımı ilköğretim düzeyine inmiştir(14). Bu çok ciddi bir tehlikedir.

Türkiyede en çok esrar kullanılmaktadır.  İlk öğretim Öğrencilerinin %1.2, Orta öğretim öğrencilerinin %4 esrar kullanıyor. Esrar deneme yaşı, ilk öğretimde 12.8 ortaöğretimde 13.8’dur. Erkeklerın oranı kızlara nazaran 3 kat fazladır. Özel okullarda ise diğer okullara nazaran esrar kullanımı 2 kat fazladır.  Madde kullanan çevre,  ilköğretim öğrencilerinde 2 kat ortaöğretimde 7 kat fazladır. İlköğretimde  kullananların %36.6’sı kullanmayı bırakmakta veya azaltmakta ve  %15.1 bırakmayı düşünmemektedir.  Bu oranlar, Ortaöğretimde, sırasıyla, %45.6 ve %17.7’dır. Esrara ulaşmanın kolaylığı İlköğretimde %13.2, Ortaöğretimde %51.9’dur(15). Uyuşturucu hapları, ortaokul lise ve üniversite kapılarında rahatlıkla satılmaktadır.

1996 yılında Esrarı enaz bir kez kullanma oranı, öğrenciler arasında %4.6 iken

2000 yılında bu oran %7’ye yükselmiştir. Genellikle Hiperaktif Çocuklarda kullanma eğilimi daha fazladır. Madde kullanımında  sıralama: esrar, ecstasy, uyuşturucu ilaçlar, eroin ve  kokain  şeklindedir(14) Uyuşturucu kullanımı Büyük Şehirlerde daha çok görülmektedir.

Değişik Tıp fakültesi ve hastanede görevli bilim adamları tarafından 2003 yılında Adana, Dıyarbakır, Eskişehir, Mersin, İstanbul, İzmir, Kocaeli, Sivas ve Trabzon illerinde Lise 2. sınıf öğrencileri arasında yapılan anket çalışmasında çarpıcı  ve ürkütücü sonuçlar elde edilmiştir(16):

Ecstasy kullanımında özel okul öğrencileri  %9.1 gibi bir oranla başı çekmektedir. Ortaöğretimde okuyanların %2.5’u yaşam boyu enaz bir kez Ecstasy kullanmıştır.  Bu oran Erkeklerde %4.1 iken kızlarda %0.8 olmaktadır.  En sık kullanım yaşı 20 ve üzeridir. Ecstasy deneme yaş ortalaması13.4’dur. İllere göre dağılım Tablo-10’ görülmektedir.

Emniyet genel müdürlüğünün Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığının 2002-2003  Kayıtlarına  göre ele geçen uyuşturucu, uyarıcı ve benzeri maddelere ilişkin dağılımTablo-11’da görülmektedir:


Tablo-10:  Lise 2 Öğrencileri Arasında Ecstasy Kullanımının İllere Göre Dağılımı(16) 

 

İller

%

İzmir

4

Adana

3,5

Diyarbakır

2,7

İstanbul

2,6

Eskişehir

2,3

Trabzon

2,2

Mersin

2

Kocaeli

1,3

Sivas

0,8

 

Tablo-11: Yakalanan Uyuşturucu,uyarıcı ve Benzeri Maddeler(14)

 

Madde

 

yıl

2002   

2003

Esrar

3292           kg

2406           kg

Eroin

2124           kg

3394           kg

Baz morfin

230             kg

419             kg

Afyon sakızı

86               kg

183             kg

Kokain

8                 kg

2.5              kg

Asetik anhidrik

18023         kg

4520           kg

Sentetik Uyuşturucu

18549        Adet

9082         Adet

Coptagon

6713493    Adet

2243244   Adet

Ecstasy

94007        Adet

206000     Adet

 

 

 

 

 

 

 

 


Bazı maddelerin yakalanmasında olumlu gelişme varken, bazılarında da gerilemeler olmuştur. Genelde suçlu yakalamada 2002 yılına(8360) nazaran 2003 yılında(7801) bir gerileme olduğu görülmektedir(14).

Emniyet Genel Müdürlüğünün 2002 raporuna göre  erkekler kadınlara nazaran daha fazla uyuşturucu kullanmaktadır. Bu rapora göre gençlerin uyuşturucuya başlama nedenleri arasında arkadaş grupları, merak ve sorunları çözememenın etkili olduğu görülmektedir, Tablo-12,(14).

Tablo-12:  Gençlerin Uyuşturucu Kullanımına Başlama Nedenleri% (14)

Arkadaş gruplarının etkisi 

41.7

Merak

40,7

Eğlence

3,3

Sorunları Çözememe

14,3

 

Tablo-13 Öğrencilerin Madde Bağımlılığı Nedenleri(13)

 

Nedenler

%

Arkadaş ortamı

31,2

Kendi isteği

25

Özenti

25

Okul-Aile Sorunları

18,8

 

 

    

  

 

 


Tablo-14 Öğrencilerin Yakınlarının

Madde Kullanma Durumları(13)

 

Yakınlık Derecesi

%

Arkadaş

47,1

Anne- Baba

26,5

Kardeş

9,8

Teyze-Hala

15,7

Amca-Dayı

23,5

Sevgil

14,7

 

Tablo-15 Öğrencilerin Arkadaşlarının

Kullandıkları Maddelere Göre

Dağılım(13)

 

Maddeler

%

Sıgara

68,7

Alkol

2,1

Esrar

4,2

Ecstasy

18,8

Hap

6,2

 

 

 

 

 

 

 


Madde kullanımında Hedef Kitle, 16-30 yaş grubudur. 2002 verilerine göre  madde kullananların % 72.7 bu yaş grubundadır(14). 2003 verilerine göre madde kullanımı eğitim düzeyine bağlı olarak değişmektedir: Ilkokul % 57.1, Ortaokul %15.7, Lise %11.3, Yüksekokul %1.9.  Madde bağımlılarının %57.3 evli olup ekonomik sıkıntılar nedeni ile başladıklarını  ifade etmektedirler(14).Yakalananların yaşlara göre dağılımı Tablo-17’de görülmektedir

Tablo-17: 2002-2003 Yıllarında Yakalananların yaş Durumu(14)

Yaş

%

15 yaşın altı

0,7

16-17

2,14

18-20

8,75

21-25

20,04

26-30

18,97

31-35

13,17

36-40

10,75

41-45

10,04

46-50

7,59

51-55

4,74

56-60

2,16

61-65

0,84

65 üstü

0,1

           

Tablo-16 Öğrencilerin Duygusal İlişkide Oldukları Kışının  Kullandıkları Maddelere Göre Dağılımı(13)

 

Maddeler

%

Sigara

73,2

Alkol

6,7

Esrar

6,7

Ecstasy

6,7

Hap

6,7

                       

 

 

 

 

 

 


Araştırmalarda en dikkat çeken sonuç, alkol, sigara ve madde kullanımında arkadaş çevresinin birinci derecede rol oynadığıdır. Aile ortamı, stres ve özenti diğer etki eden parametrelerdir. Aile çözüldükçe, stresli ortamlar artıkça, sorunlar çözümsüzlüğe terk edildikçe ve tebliğ unutuldukça, madde ve alkol kullanımının artacağı bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır. Bütün bu sonuçlar gençler üzerine etkili olan 6 faktörün aynı istikametli olmamasından kaynaklanmaktadır.

Nitekim Lise öğrencileri arasında alkol ve madde kullanımına ilişkin yapılan değişik çalışmaları birleştirerek  yıllara göre karşılaştırma yaptığımızda bu gidişatı görebilmekteyiz ,Tablo-18(17,18).

Tütün ve alkol kullanımında son yıllarda bir düşme olduğu  ve fakat diğer maddelerin kullanımında, farklılık olmakla birlikte genelde bir artış olduğu gözlenmektedir. Yapılan çalışmalarda gerek kız ve gerekse erkeklerde, kullanımında en yüksek artışın olduğu maddenin Ecstasy olduğu tespit edilmiştir. Artış erkeklerde %221,5 iken Kızlarda %650’dır.  15 yaş üstü öğrenci gruplarında madde kullanımında ki artışlar Ecstasy % 377,7 Flunitrazepam %308,3 esrar %120 eroin %100 Ucucularda %55,5 gibi bir atış olmuştur. Ekonomik düzeyleri düşük ve yüksek olan öğrencilerde kullanımında en yüksek artış olan madde ecstasydir. Bunu Düşük ekonomik düzeyde %454,5 ile Flunitrazepam, Yüksek ekonomik düzeyde ise %88,2 ile esrar takip etmektedir. Dolayısıyla madde kullanım bağımlılığı farklı ekonomik düzeyde ki öğrenciler için paralel bir artış izlemektedir.


Tablo-18:  Lise Öğrencileri arasında yaşam boyu madde kullanım yaygınlığının  yıllara göre değişimi(17,18)

 

 

1991

%

1995

%

1996

%

1998

%

2001

%

2003

%

2004

%

Tütün

15,7

68

30

64,9

59

48,3

34,1

Alkol

27,6

61

34,2

17,9

57,7

38,6

49,5

Esrar

-

4

4,2

3,5

4,8

5,1

5,8

Uçucu

-

4

4

8,6

4,4

5,2

5,9

Ecstasy

-

1

0,9

-

1,2

3,2

3,1

Benzodiazepin

-

7

5

3,2

4,1

5,4

4,4

Eroin

-

1

0,7

1,6

1,1

2,8

1,6

Flunitrazepam

-

-

-

-

1,3

3,1

3,7

  

          Çok farklı sosyo ekonomik kesimlerde yıllara bağlı olarak madde kullanımında benzer bir artış olması, çok ciddi bir hastalığın dışa vurumu olarak algılanmalıdır. Oran veya rakamların miktarlarından ziyade düzenli bir artış trendinin olması asıl ürkütücü olandır.

Sonuç: Gençliğin Çiğliği Depremin Öncül Dalgalarıdır

Yukarıdaki araştırmalardan ortaya çıkan gerçek, Gençlerin çok ciddi bir güven bunalımı içerisinde olup gelecek endişesi içerisinde yaşadıklarıdır.  Bunun tezahür şekli, kötümserlik, anı yaşamak, hiçbir şeye değer vermemek, her  şeyi geçici olarak görmek, tüketerek tavır alma, protesto etmedir. Biz yerine ben önceliklidir. Paylaşım, kardeşlik arkadaşlık duyguları gittikçe zayıflamaktadır.

Anı yaşama, tüketerek yaşama her şeyi anlamsızlaştırarak genci bir anlam krizine sürüklemektedir. Anı yaşayabilmek için özgür olunması gerektiğine inanmaktadır. Özgürlük ise her istediğini yapmak ve tüketmek olarak anlaşılmaktadır. Anı yaşamak, daima hep başka şeylerin özlemini getirmektedir. Her şeye sahip olmak ve fakat hiç bir şeyin değerini, kıymetini bilmemek, sahip oldukları ile tatmin olmamak günümüz gençliğinde gittikçe yaygınlaşan bir eğilimdir. Sahip olmadıklarını da ne pahasına olursa olsun elde etmek ve fakat hiç eziyet çekmeden zengin olmak, üretmeden tüketmek. Bunun için  zengin olmanın aracı olarak mirası, siyaseti, şans oyunlarını görmektedir. Bu yolla elde edemediklerini ise, şiddete ve  hırsızlığa baş vurarak sahip olmak eğilimi mevcuttur.

Gençliğin üzerine etki eden 6 faktörün farklı istikametlerde etkili olması, gençliği bir bunalıma adım adım götürmektedir. Fay hattı üzerinde enerji birikimi olmakta, deprem öncesi dalgaların yüze vurması gibi düşük düzeyde sinyaller vermeye başlamaktadır. Bu durum ne abartılmalı nede görmemezlikten gelinmelidir. Gençlik tıpkı depremin  öncül dalgaları gibi sosyal bir patlamaya delalet eden tehlike sinyallerini göndererek, bizi dinleyin, bize anlayın, bizimle ilgilenin ve sorunlarımıza bir çare arayın mesajları göndermektedir.  Bu mesajları ancak;

 “Kalbleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler.”(7/179)

 “Onlar, Allah'ın, kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği kimselerdir. Gafil olanlar da onların ta kendileridir.”(16/108)

ayetlerinde belirtilen kimseler algılayamaz ve anlayamaz.

         Eğer bu mesajlar, doğru anlaşılmaz, doğru okunmazsa gençliğimiz, bir müddet sonra, Batının 1960’lı yıllarda ki ‘kayıp kuşağına’ dönüşecektir. O kayıp kuşak ki:

“Hiçbir değer yargısına sahip olmamak herşeye olabilir veya olamaz diyebilmek farketmez sözcüğü anahtar

Hiçbir kişiye kuruma kavrama ideye karşı sorumluluk duymamak.

Kendini hiçbir şeyle  yükümlü saymamak. Sorumluluk ve yükümlülük duygusu ile alay etmek

Herşeye sahip olma hakkını kendisinde görmek. Buna Hakkım varmı gibi bir soruyu hiçbir zaman hiçbir şey için sormamak

Hiçbir şeye sahip olmadığı için herşeyi bir anda kaybetmeye sahip olmak. Bunun içinde sahip olduğu şeylerin kiymetini bilmemek ve umursamamak.

Ne istediğini, ne istemediğini, neden isteyip istemediğini bilmemek, düşünmemek umursamamak.

Güdüleriyle ve dürtüleriyle yaşamak. Bunları kontrol etmeye çalışmayı küçümsemek ve alaycılıkla karşılamak.

Uyuşturucuya ve Bağımlılığa yatkın olmak Bunları meşru bulmaya yatkın olamak.

Sınırsız bir tüketici ve kullanıcı özelliği sergilemek.

Birlikte yaşadıklarını kendine mecbur saymak, kendini kimseye karşı mecbur saymamak.

Hayatı intihar ve intikam çizgisinde yaşamak, iniş çıkışlı bir hayat

Günlük ve anlık yaşamak. Hiçbir hedefe yönelik plan yapmamak bunu bir yaşam biçimi haline getirmek.

Hiç kimseye karşı sorumluluk duymamak. Tersine çevresini kendisine karşı sorumlu saymak.

Hiç bir şeyi bilmeye meraklı olmamak, bilenleri önemsememek, bilgiye sadece kendi çıkarı için ilgi duymak.

Bencil ve çıkarcı ilgi ekseni hayatın temel belirleyici çizgisi olmak.

Elde etmek istedikleri ile haklı olmak arasında hiçbir ilişki kurmamak. Elde etmek istediklerinde kendini haklı saymak.”(19)

Gençliği Seks, Şiddet alkol ve madde bağımlılığı sarmalından kurtarmak başta devletin en tabii bir görevidir. Anayasanın 58. Maddesi Devlete böyle bir görevi yüklemektedir:

 “Devlet gençleri alkol düşkünlüğünden, uyuşturucu maddelerden, suçluluk, kumar ve benzeri kötü alışkanlıklardan ve cehaletten korumak için gerekli tedbirleri alır”

Eski emekli genel kurmay başkanı Org. Hilmi Özkök, “ Gençliğin düşmanın beşinci kol faaliyetlerinin boy hedefi haline geldiğini” ifade etmesini de göz önüne alarak devleti temsil eden tüm üst düzey yöneticiler, bu konuyu masaya yatırıp bir an önce çözüm aramaları gerekmez mi?

Eğer ‘Gençlik Düşmanın Beşinci kol faaliyetlerinin boy hedefi’ ise bu milli güvenliği  ilgilendiren bir konu olarak değerlendirilmesi gerekmez mi?.

Milli Güvenlik kurulu, gençliğin kaybını bir tehlike olarak görmüyor mu ki gündemlerine bu konuyu almamaktadır.         

Gece gündüz ibadetleri kısıtlamaya çalışan bir Cumhurbaşkanın bu konuda ki suskunluğu ve gençliğin heba edilmesine seyirci kalması gerçekten de düşündürücü değimlidir?

Halkın Temsilcileri milletvekilleri, hükümet erkanı, Başbakan bir neslin kaybına seyirci mi kalmak istemektedirler.

“Meyhane, kahvehane, bar ve elektronik oyun merkezleri gibi yerlerle bazı eğitim-öğretim kurumları arasında en az 200 metre uzaklık bulunması koşulunu kapıdan kapıya 100 metreye indiren ve okullar haricindeki özel öğretim kurumları için bu şartı kaldıran yasa tasarısı, Genel Kurulu’nda kabul eden.”(19-26)

TBMM ne yapmaktadır?

Yoksa bir basiret ve feraset kararması mı vardır. Yoksa kalpler ve kulaklar mühürlenmiş ve gözlere de perde mi çekilmiştir:

 “Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir; gözlerinin üzerinde de perdeler vardır. Ve büyük azab onlarındır.”(2/7)

         ”... Gerçek şu ki, gözler kör olmaz, ancak sinelerdeki kalpler körelir.”(22/46)

         Gençlikten gelen mesajları iyi algılamalıyız. Gençler Seks, şiddet, suç, alkol, madde bağımlılığı, satanızm ve Hıristiyanlaştırma  eksenli bir tuzağın içine  çekildiklerinin bir bütün olarak farkında değiller. Ancak bir kumpasın içerisine ağır ağır çekildiklerini hissetmekteler.

         Bu tuzak ve Kumpas beşinci kol faaliyeti olup iç destekli uluslar arası boyutludur.  Bol sayıda yerli işbirlikçileri vardır. 

         Bu tuzak, bu ülkede bir ‘kayıp kuşak’ oluşturma ve nesiller arası kavgayı meydana getirip derinleştirme ve gelecek kuşakları sürüleştirip teslim alma amaçlıdır.

         Bu tuzak, Gençliğimizi mankurtlaştırılmaya (Hafızasını Kaybetmiş Köle) dönüktür.

         Bu Tezgahı Kuranlar Kim? (Gelecek sayıda)

Kaynaklar

1-      Armağan İ. , Gençlik Gözüyle Gençlik, Kırkısraklılar Vakfı, USADEM

Yayınları, İstanbul, 2004, S: 50-60

2- Göka E., Gençlik Dönemi Sorunları,  Ankara Üniversitesi Psikiyatri Kiliniği Şefi,

            http://www.sosyalhizmetuzmani.org/gençlikdonemleri.htm

3-  Armağan İ., Age. S: 303

4-      Ankara Genç İşadamları derneği, Gençlik 2005 Araştırması, Mayıs -2005

5-      Uluslararası Politik ve Stratejik Araştırmalar Merkezi,Gençler Hayati Nasil Algılıyor, Anket , 2006.

6- TNS PİAR Araştırma Şirketi, Gençliğin Sesi Anketi,2006

7-  Suleyman Demirel Üniversitesinde  Gençlik Üzerine Çalışma Anket ,2006

8- Armağan İ., Age. S: 23-27

9- D.B Tercuman   18.11.2003 Gençler Türkiyeden Umutlarini Kesmişler.

10-  Ay S. , Kizlar Erkeklerden Sarhoş,  Sabah 1.1.2004

11- Ögel,K., ve Arkadaşları,İstanbulda Alkollu İçki Kullanma Sıklığı, PAREM

12- Ögel,K., ve Arkadaşları, İstanbul Örnekleminde Tütün (sıgara) Kullanım Yaygınlığı, PAREM,

13- Taşçı E., ve Arkadaşları, Kız Meslek Lisesi Öğrencilerinin Madde Kullanım Durumları,

                        Bağımlılık Dergisi,2005,S: 122-128.

14- D.B Tercuman  8.12.2003   Uyuşturucu Alarmi

15-  Milliyet 26.8. 2003 İlkokul Yaşinda Esrar Tehlikesi

16- Hürriyet 7.10 2003 Orta Öğretimde Ecstasy Şoku

17- Ögel,K., ve Arkadaşları, Lise Gençleri Arasında Sigara, Alkol ve Madde Yaygınlığı Kullanım,  Türk Psikiyatrı Dergisi, 2001, 12(I), S:47-52.

 18- Ögel K.  Ve Arkadaşları, İstanbulda Onuncu Sınıf Öğrencileri Arasında Tütün, Alkol ve Madde

            Kullanım Yaygınlığı Raporu, Yeniden Yayın n0: 15, İstanbul, 2005

19- Atabek E.,  Modern Dünyada Değer Kayması ve Gençlik, alkım yayınevi, İstanbul 2003, S:

 182-182.

20- Nedim M. Hazar  Zaman  04.12.2003  Selen Ve Elif’e Dair.

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...