(Umran Dergisi)
“...Sözden dış yüzü çekici olana mı kanmaktasınız?
Hayır, küfre sapanlara kendi hileli düzenleri süslü-çekici gösterilmiştir” (13
Rad 33)
Dünyada
başta ABD olmak üzere batının patronajında kurulu sömürü düzeninin devam
edebilmesi için, ülkelerin yönetim ve halklarının sürekli baskı altında tutulması
gerekmektedir. Gerek yerel, gerekse uluslararası güçlerin toplumlar üzerindeki
baskısı, kaba kuvvetle uzun süre sürdürülemez. Toplumlar şiddet karşısında,
görünürde geriler, suskunluğa bürünür. Bu, teslim olduğu anlamına gelmez. Yakın
tarih, pek çok diktatörün ve despot rejimin yıkılıp gittiğine şahitlik
etmektedir. Yeni Dünya düzeninin toplum mühendisleri, bu gerçeği görerek
halkların zulme karşı bu direnişini kırabilmek için çalışmalarını, insan zihni
üzerine yoğunlaştırdılar. İnsan zihninin fıtri davranışını bozarak, -buna geçen
sayıda zihinsel kirletme demiştik- insanın sıhhatli, tutarlı ve bütünü
kavrayabilecek tarzda düşünmesine mani olmayı yöntem olarak seçmişlerdir.
Yeni Dünya Düzeni’nin veya dünyadaki globalleşmenin getirdiği yaşam biçiminin, kötülüklerin standartlaşmasını ve değer haline gelmesini sağladığını halkların kabul etmesi gerekir. Globalleşme hareketinin yerli ve uluslararası toplum mühendisleri, önerilen modeli doğruluğu tartışılmaz veya tartışılamaz belli temel varsayımlar (aksiyomlar) üzerine inşa etmişlerdir. Bu toplumsal mühendislik çalışması, dünyanın her yerinde insanlara, bu temel varsayımların doğru olduğunu kabul ettirme gayretindedir. Eğer insanlık bunların doğruluğunu benimserse tartışma kendiliğinden bitecektir. İnsanlığın üzerine çöreklenmiş sömürü ve zulüm mekanizması, ciddi bir kuvvet kullanımına gereksinim duymadan devam edip gidecektir.
Temel Varsayımlar (Aksiyom)
Bugün büyük
medya ve iletişim aygıtları ile yürütülen kampanya, bu varsayımların kabul
ettirilmesine dönüktür. Medyanın yayın felsefesinin temellerini oluşturan bu
varsayımları aşağıdaki gibi sınıflandırabiliriz.
1- İnsan
fıtratının gereği.
2- Çağın,
zamanın gereği.
3- Bireysel
tercih hakkının dokunulmazlığı.
4- Sosyal
çatışmaların mevcut olmadığı.
5- Kurumların
tarafsızlığı.
6- Çoğulculuk.
7- Tartışılmaz
kavramlar.
8- İdeolojiler
bitti.
9- Sürekli tehlike hali.
Mutlak doğru olarak kabul edilen bu varsayımları, daha da genişletmek mümkündür. Ancak yukarıdakiler kurulmak istenen veya korunmak istenen sömürü düzeni için en etkin olanlardır. Propaganda daha ziyade bunların üzerine yoğunlaştırılmıştır. Bu aksiyomlar, cazip bir görüntüye büründürülmüştür. Aksiyomların ifade ettiği anlam bakış açısına bağlı olarak farklılaşır. Çifte standart kullanmaya müsait hale getirilmişlerdir. Halkın penceresinden bakıldığında anlaşılan anlam farklı, zalimlerin penceresinden bakıldığında anlaşılan anlam farklıdır. Halk için tehlikeli olan nokta da burasıdır. Halk yaldızlı sözlerle, enformasyon aygıtları aracılığıyla sürekli aldatılmaktadır. Onun için bu aksiyomların daha ayrıntılı tartışılmasında fayda vardır.
İnsan Fıtratının Gereği
Zihin
manipülatörlerinin kullandığı en büyük silah, insan nefsi ve insan nefsinde var
olan menfaat duygusudur. İletişim aygıtları ile bu duygu alabildiğine tahrik
edilmekte, erdemli bir dünyanın olamayacağı bireye kabul ettirilmektedir. Halk
arasında yerleşen “bu dünya menfaat dünyasıdır” anlayışı, toplum
mühendislerinin arzuladıkları bir sonuçtur.
İnsanın
“ekonomik hayvan” olarak tanımlanması tesadüfi değildir. Bunun arkasından
gelecek olan sav, insan tabiatının değişmezliği ve mevcut akışın normal
oluşudur. İnsanla hayvan arasında kurulan bu ilişki toplumun yönlendirilmesine
ve baskı altında tutulmasına hizmet etmektedir. Bir azınlıkta görülebilecek
kusurlu davranışları, insanlığın tümüne özgü olarak genelleştirmek, kurulmak
veya korunmak istenen statüko için şarttır.1
İnsana karamsar
gözle bakmak, statükonun sürdürülmesine hizmet etmek demektir. Kötümserlik
zenginler için bir lüks, siyasete karışmayıp pasif kalmayı yeğleyenler için bir
gönül tesellisi, imtiyazlı olmanın keyfini sürdürenler için bir konfordur. Kötümserlik, haklarından yoksun bırakılmış
kimseler için çok pahalıya malolmaktadır, bedelini kurtuluşlarından vazgeçmek
suretiyle ödemektedirler.
İnsanın
hayvanlaştırılması veya insana devamlı “karamsar bir gözle” bakılması, değişen
koşullarda birbirine zıt iki farklı propagandanın ortaya konmasına imkan
veriyor. Zalimlerin hakim olduğu yerlerde, bölgelerde, yaşanan düzenden şikayet
edilmesi gereklidir. Sonuçlar; insan fıtratındaki kötülükler arzular ve
ihtiraslardan dolayı doğal karşılanmalıdır. İnsanı rahatsız eden durumlara,
insanın bunları doğal karşılayarak benimsemesi ile ayak uydurması gerekir.
Huzursuzluktan kurtulmanın, mutluluğa ulaşmanın yolu; var olanları, olması
gereken olarak kabul etmektedir. Bu dolambaçlı söylemin en yakın ve en açık
manası, kötülükleri temel değer sistemi olarak kabul edin, demektir. Bu,
kötülüklerin bir yaşam standardı olarak sunulmasıdır. Bu, zalimlerin hakim
olduğu bölgelerde statükonun korunması ve güvence altına alınması demektir.
Zalimlerin hakim
olmadığı, globalleşmenin, yeni dünya düzeninin kontrolü tam olarak ele
geçiremediği bölgelerde ise, topluma ve yönetime devamlı değişim önerilir.
Batının bilim ve teknolojisinin göz kamaştırıcı üstünlüğü gösterilerek batı
tarzı düşünme ve yaşam şekli çare olarak sunulur. Dikkatler, batının bilim ve
teknolojisinden ziyade batının yaşam tarzına yönlendirilir. Böylelikle batılı
değer sistemi, mevcut toplumun değer sistemi içine, bünye kabul etsin veya
etmesin enjekte edilir. Bir zihinde; iki farklı dünyanın iki farklı değer
sistemi çatışır durur ve şizofren bir toplum meydana gelir. 3. Dünyadaki
batılılaşma hareketlerinin ortak sonucu hep bu olmuştur:2
Marjinal insan,
iki dünyada yaşamaktaysa da hiçbirine ait değildir. Stonequist’in “en tipik
marjinal insan”lara verdiği diğer örnekler ise “batılılaşmış”, “misyoner” veya
“kavim bağları koparılmış” yerlilerdir. Bu gibi insanlar, ne geleneksel yaşam
tarzını devam ettirebilmekte, ne de Batı kültürüne tam olarak uyum
sağlayabilmektedir. Bu nedenle de marjinal insan, değişime ayak uyduramamış
insandır.
Batılı değer
sistemini benimseyen toplumlarda, statüko savunulurken; 3. dünya ülkeleri
denilen toplumlarda ne pahasına olursa olsun değişim savunulur. Bunun
bayraktarlığını genellikle medya ve batılılaşmış aydınlar yaparlar.
Globalleşmenin kontrolüne giren toplumlarda ise istenen değişiklikler,
fizikseldir. Sosyal ilişkilerin değişimi istenmez. Toplumun değişik
kesimlerinin arzu ve ihtiyacı olan köklü değişim, sosyal ilişkiler bazındaki
değişim, tüketim toplumundaki mevcut statükoyu bozacağından karşı çıkılır ve
son derece tehlikeli addedilir.
Zihinsel
kirletme operasyonunun dayandığı, insan fıtrat olarak menfaatperesttir
varsayımı; insan ve insanlığa karşı yapılmış bir iftiradır. İnsanda menfaat
veya kötülük duygularının var olmuş olması demek, onun mutlaka eylem planına
dönüşmesi anlamına gelmez. Gerçekte insanda, birbirine zıt iki farklı yapı
mevcuttur. Bunlar, insanın iyilik ve kötülük cepheleridir. Nitekim yaratıcı
olan Allah yarattığı mahluku insanı “Doğrusu, biz insanı en güzel bir biçimde
yarattık; sonra da aşağıların aşağısına çevirdik” (95 Tin 4-5) diyerek tanımlamaktadır.
Allah, yarattığı
varlığın bu zıt ikilemli yapısından dolayı ona kurtuluş yollarını göstermiştir:
Sonra ona
fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene
andolsun.
Onu
arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur. Ve onu isyanla, günahla,
bozulmalarla örtüye saran da elbette yıkıma uğramıştır (91 Şems, 8-10)
İnsanın erdemli yönünü görmezlikten gelip, yalnızca kötülük yönünü ön plana çıkarma ve yalnızca kötülük yönüne dayalı bir yaşam standardı oluşturma; globalleşme hareketinin, batılılaşma hareketinin, yeni dünya düzeninin en büyük çıkmazıdır. Bugünkü bunalımın nedeni de budur. Yeni Dünya düzenin de en zayıf noktası burasıdır. İnsanın kötülük yönünün bu denli tahrik edilip ön plana çıkarılması, ayette de ifade edildiği gibi, insanda hüsrana ve yıkıma neden olmaktadır. Hiçbir insan, bir bütün olarak tamamıyle kötü değildir. Her insanda şu veya bu şekilde, şu veya bu miktarda bir erdem vardır. Uygun koşullarda, erdemlilik hali tezahür eder. Özellikle, kötülüklerin katmerleştiği ortamlarda, hiç ümit edilmeyen insanlarda umulmadık bir tarzda kötülüklere karşı çıkabilirler. Tarihte bunun örnekleri çoktur. Bu aşamada sorun; erdem duygularını harekete geçirebilecek, zulme karşı tepkileri kanalize edebilecek örnek ve önder insanların cesurca ortaya çıkıp, çıkmamasıdır. Zulüm mekanizmalarının korkulu rüyası, böyle insanların çıkıp topluma önderlik etmesidir. Bu nedenle toplumsal uyanışı durdurabilecek daha başka doğruluğu tartışılamaz (!) varsayımları, topluma kabul ettirmek gerekir. Toplum her yönden kuşatılmalı ve baskı altına alınmalıdır. Toplumun düşünmesine, analiz ve sentez yapmasına fırsat verilmemelidir.
ÇAĞIN GEREĞİ
İnsan nefsinde
var olan bir takım kötü duyguların, hayatın mihveri haline getirilmesi ve
bunların birer yaşam standardına dönüştürülmesi durumunda yükselen bireysel
veya toplumsal tepkilere verilen cevap; bunlar çağın gereğidir, zamanın
gereğidir olmaktadır. Bu tarihsel bir akıştır. Değiştirilemez ve durdurulamaz.
“Zaman sana
uymazsa, sen zamana uy” ve “Devir ahir zaman” “Dünyanın çivisi çıktı, bir tekme
de sen vur” veya “Dünyanın çivisi çıktı sen mi kurtaracaksın” tarzındaki
deyişler; zihinsel kirlenmenin en güzel örneklerini teşkil ederler. Kötülükler
karşısında insanlara susmayı, yalnız kalmayı öğütleyen; direnmenin
gereksizliğini vurgulayan bu sözler, tarihin belli dönemlerinde zalimler
tarafından sloganlaştırılmış ve vecize haline dönüştürülmüştür.
Bir dönem
marksist teorisyenlerin “tarihin kaçınılmaz akışı olarak komünizm gelecektir”
tarzındaki propagandalarına benzer bir propagandayı, yeni dünya düzeninin
efendileri yapmaktadırlar. İnsanları, adeta Roma’nın asillerinin emrinde köle
olmaya davet etmektedirler. Tarihin zorunlu akışı olarak komünizm gelmedi ama,
tarihin zorunlu akışı olarak en koyu bir zulüm mekanizması olan komünizm
yıkıldı gitti. Benzer bir akıbet batı emperyalizmini, yeni dünya düzenini
beklemektedir.
Televizyonlarda
nine-anne-çocuk-torun’larla yapılan ortak programlarda, yaşlıların dile getirdiği
sorunların çağın gereği olarak yorumlanması, böyle bir zihinsel kirletme
operasyonunun sonucudur. Bu, bilerek veya bilmeyerek yapılsın sonuç
değişmemektedir. İnsanlığın tarih boyunca biriktirdiği değerler vardır. Bu
değerler insan olmanın koşullarıdır, mutlu olmanın, huzurlu olmanın ön
koşullarıdır. Bunların, nerede ve ne zaman ve kim tarafından söylendiği önemli
değildir. Bir şeyin doğruluğu veya önemi mahiyetinden ortaya çıkar; nerede ve
ne zaman veya kim tarafından söylenmiş olmasından değil. Zamanın akıp gitmesi
doğrunun mahiyetini, kutsal’ın özünü değiştirmez. Ancak doğru ve kutsalın
iktidar olmasından, yaşam standardı olmasından sömürü çarkı bozulanlar rahatsız
olurlar. Yeni dünya düzeninin efendileri ile Roma zulüm mekanizmasının
efendileri arasında bu açıdan bir fark yoktur.
Kötülüğün yaşam
biçimi haline geldiği tüm toplumların ortak karakteri, sömürü ve zulümdür.
Bundan dolayı da hep kaybetmişlerdir. Bunun için Allah,
Asra andolsun;
Gerçekten insan, kesin olarak bir kayıp içindedir.
Ancak iman edip
de salih amellerde bulunanlar, birbirlerine hakkı ve birbirlerine sabrı tavsiye
edenler hariç. (103 Asr, 1-3)
diyerek çağın
gereği deyip yalanı, dolanı, vurgunu, soygunu ve her türlü ahlaksızlığı meşru
görüp zulüm yapanların kayıpta, zararda olduğunu açıklamaktadır.
Böyle dönemlerde kazançta olanlar kurtulanlar 4 kutsal görevi yerine getirenlerdir. “İman etmek”, “salih amellerde bulunmak,” hakkı tavsiye etmek” ve “sabrı tavsiye etmek”. Dünyanın içine battığı zihinsel kirlenme bataklığından insanlığı çekip çıkaracak olanlar da bunlardır.
BİREYSEL ÖZGÜRLÜK VE BİREYSEL TERCİH HAKKI
Batı
toplumlarında özellikle ABD’de sistem, tamamen birey tabanlı olarak
kurulmuştur. Bireyin tercih hakkı, bireyin özgürlükleri kutsal bir öneme haiz
olmuş, toplum 2. plana itilmiştir. Özellikle, bireysel özgürlüğün insan
yeteneğini geliştirip ekonomi ve teknolojide büyük bir atılıma neden olması,
bireyin hayatın mihveri olmasına neden olmuştur. Teoride son derece cazip bir
fikir olmasına karşın; pratikte, güçlülerin her istediğini yapabilme imkanına
sahip olduğu bir mekanizma, bir yapı ortaya çıkmıştır.
Komünist
sistemde herşeyin devletin, daha doğrusu devleti kontrol eden partinin elinde
olması, bireyin yeteneklerinin körelmesine neden olmuştur. Kendine mülk
edinemeyen ve çocuklarına mal ve mülk bırakmayan fertler, yeteneklerini bir
bütün olarak ortaya koymamışlardır. Bunun sonucu olarak da hantal bir ekonomi
ve hantal bir teknoloji ortaya çıkmıştır. Bu zulümle birleşince komünizmin
çöküşü kaçınılmaz olmuştur.
Komünizm düzeninde
yaşayan toplumların içinde bulundukları acıklı durumun, dünya kamuoyuna biraz
da abartılı bir şekilde sunulması; batı düşüncesinin dayandığı bireysel
mülkiyet, bireysel teşebbüs
düşüncesinin, daha da önem kazanmasını sağlamıştır. Kamusal mülkiyet
yada kamusal girişimciliğe karşı her geçen gün dozajı gittikçe artan bir
propaganda başlatılmıştır. Kamusal mülkiyetin olduğu birçok ülkede
özelleştirme, ne pahasına olursa olsun özelleştirme, ekonomik buyümenin yegane
reçetesi addedilmiştir. Türkiye’deki özelleştirme kampanyasını bu çerçevede ele
alıp değerlendirmek mümkündür.
Özel mülkiyetin,
bireysel tercih hakkının insandaki yetenekleri harekete geçirdiği ve verimi
artırdığı bir gerçektir. Ancak bu özgürlük anlayışı, insanların hayatta
yalnızca birey olarak değil, toplumsal bir vakıa olarak bir arada yaşadığı
gerçeğini reddetmemelidir. Bireysel tercihleri ön plana çıkararak, kişisel
hakların toplumsal hakların önüne çıkarılması, toplumun çözülmesi ve
dayanışmanın bozulmasına neden olacaktır. Böylesi toplumlarda kişisel
özgürlükler ve tercih hakkı kutsaldır bayrağı altında, devlet aygıtı; yalnızca
güçlü şahısların, ailelerin ve grupların emrine hizmet edecektir.
Kişisel özgürlük
ve tercih hakkının kutsallığı, görünürde son derece cazip bir fikirdi. Herkesin
menfaatine gözükmektedir. Bu cazibe, toplumları başlangıçta ve görünür şekliyle
etkilemiştir. Kişisel özgürlük ve tercih hakkı, kutsallık zırhına büründüğü
andan itibaren tartışılmaz ve sınırlandırılmaz da olur. O andan itibaren zihin
manipülatörleri, toplum mühendisleri; bu kavramı, toplumu baskı altında tutma,
yalnızca güçlülerin her istediğini yapabilme aracı olarak kullanırlar. Fırsat
eşitliği, güçlülerin arzuladıklarını yapabilme hakkıdır. Son yıllarda Türkiye’deki
ihalelerde yaşananlar; fırsat eşitliği, kişisel özgürlük ve kişisel tercih
hakkının kimler tarafından ve ne şekilde kullanıldığının açık kanıtıdır.
Bir medya
grubuna ilişkin bir band dinleme olayı, kişisel özgürlüklere yapılmış bir tecavüz olarak kabul edilmiş ve büyük bir
karşı propaganda başlatılmıştır. Oysa aynı medya grubu başkalarının özel
hayatının içine girip, tuzaklar kurup gizli kameralar ile operasyonlar
gerçekleştirmiş ve bunu ekranlarından kamuoyuna duyurmuştu. Bir başka medya grubu,
bir başka telefon görüşmesinin bandını gazete eki olarak vermekte bir sakınca
görmemiştir. Demekki kişisel özgürlük ve kişisel tercih hakkı bütün bir topluma
değil yalnızca güçlülere özgü bir hak olarak kabul edilmektedir. Topluma cazip
gelen ve toplum tarafından tartışılmayan ve fakat güçlülere hizmet eden bu
slogan, zihinsel kirlenmede önemli bir rol oynamaktadır. Şuurun dondurulmasına,
belli kalıplar içerisine paketlenmesine sebebiyet vermektedir.
Diğer taraftan
bireysel tercih hakkı, toplumsal hayatın parçalanması, insanların birey olarak
kalması için bir araç olarak da kullanılmaktadır. Devlet karşısında, yönetenler
karşısında, holdingler karşısında, kısaca etkin ve hakim güç karşısında yalnız
bir fert istenmektedir. Direnmesi, haklarını araması mümkün olmayan, yalnızlığa
itilmiş bir fert. Baudrillard’ın Amerikan toplumuna ilişkin gözlemleri bu
açıdan ilginçtir:3
New York’ta
kentin topaç gibi fırıl fırıl dönmesi öylesine şiddetli, merkezkaç gücü de
öylesine büyükki, iki kişi olarak birlikte yaşamayı, bir kişinin yaşamını paylaşmayı düşünmek insanüstü bir şey.
Yalnızca kabileler sokak çeteleri,mafya, gizli dernekler yada sapkın
toplulukların üyeleri birlikte yaşamayı sürdürebilirler, çiftler değil. Burası,
içine hayvanların cinslerini tufandan kurtarmak için ikişer ikişer bindikleri
Nuh’un gemisi karşıtı bir gemi. Burada şaşılası ikinci Nuh’un gemisine herkes,
erkek ya da kadın tek başına binmiş; her akşam son “parti” için hayatta
kalanları bulmak o erkek yada kadına düşüyor.
Nuh tufanında
cinslerini korumak için hayvanlar, gemiye eşleri ile binme basiretini,
iradesini göstermişlerdir. Bugünkü dünyada oluşturulmak istenen bireysel bir
toplumda; “ikinci Nuh’un gemisine” nesillerini kurtarma fedakarlığını
göstermeyecek tarzda, parçalanmış aileler olarak, birey olarak binme isteği,
tehlikenin büyüklüğünü ortaya koymuyor mu?
Bu yeni dünya
düzeninin yönetim felsefesidir. Bu düzende hiçbir ülke ABD yönetimine, hiçbir
toplum da ABD ile özdeşleşmiş yerel yönetimlere karşı duramaz; karşı
durmamalıdır. Bunun için ülkelerin ve halkların zulme ve sömürüye karşı çıkması
yeni dünya düzeni veya globalleşmenin tahammül edebileceği bir durum değildir.4
Amerikan türü
demokrasinin karakteristiklerinden biri, tecrit edilmiş bireylerin, devletin ve
özel sektörün konsantre olmuş gücünü tek başına karşılamaya mahkum edilmiş
olmasıdır. Kendisini düşünmesini veya anlamlı politik aksiyonlar içerisinde yer
almasını sağlayacak organize olmuş kurumların yardımından yoksundur. Cari
dokrinle çelişecek neticeler üretecek analizlerin yapılabilmesi için yok
denecek kadar dar bir alan mevcuttur. Düşünceyi kontrol altında tutmak
suretiyle elde edilen başarıların önemi, özellikle sosyal dokusu seyrek
toplumlarda yaşananlardan edinilen tecrübelerde kanıtlanmış bulunmaktadır.
Bir taraftan
bireysel özgürlük ve bireysel tercih hakkını kutsarken; diğer taraftan halkın
veya bireyin neye inanacağına ve nasıl düşüneceğine karar vermek hakim güçlerin
yetki ve sorumluluğuna bırakılıyor. İnançların çerçevesi bile hakim güçler
tarafından son derece ustaca çiziliyor, şekillendiriliyor. Hakim, bütün
bunları, kendi kişisel tercih hakkı olarak kabul ediyor.5
Ülke halkını,
devletin bir numaralı düşman olarak görmesi, saf dışı bırakmaya çalışması,
baskı altına alıp kontrol etmesi ve tüm işleri seçkinlerin çıkarı için yapması
normaldir.
Bireysel
özgürlük ve tercih hakkının çifte standartçı bir mantıkla kullanılması, ülke
halkını bile düşman görme gibi bir zihinsel kirlenmeye sebep olmaktadır. Bugün
ülkenin içine düştüğü en büyük zihinsel kirlenme de, herkesin düşman olarak
addedilmesidir. İlahi kanuniyete ve insan fıtratına aykırı sistem
uygulamalarının doğal sonucu budur:
Onların kalpleri
parçalanmadıkça, kurdukları bina kalplerinde bir kuşku olarak sürüp
gidecektir.” (9 Tevbe 110)
Devam edecek
Kaynaklar
1- Schiller H.,
Zihin Yönlendirenler, Pınar Yayınları, İstanbul, 1993 s. 29.
2- Füredi, F.,
Emperyalizmin Yeni İdeolojisi, Pınar Yayınları, İstanbul 1998, s.77.
3- Baudrillard,
J., Amerika, Ayrıntı Yayınları, 1996,s. 29.
4- Chomsky, N.,
ABD Terörü, Pınar Yayınları, 1991, s. 30.
5- Chomsky, N., Age. s.50.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder