1 Ocak 1999 Cuma

Zihinsel Kirlenme -II: Zihin Dondurma Hareketinin Temel Varsayımları

 (Umran Dergisi)

“...Sözden dış yüzü çekici olana mı kanmaktasınız? Hayır, küfre sapanlara kendi hileli düzenleri süslü-çekici gösterilmiştir” (13 Rad 33)

 

Dünyada başta ABD olmak üzere batının patronajında kurulu sömürü düzeninin devam edebilmesi için, ülkelerin yönetim ve halklarının sürekli baskı altında tutulması gerekmektedir. Gerek yerel, gerekse uluslararası güçlerin toplumlar üzerindeki baskısı, kaba kuvvetle uzun süre sürdürülemez. Toplumlar şiddet karşısında, görünürde geriler, suskunluğa bürünür. Bu, teslim olduğu anlamına gelmez. Yakın tarih, pek çok diktatörün ve despot rejimin yıkılıp gittiğine şahitlik etmektedir. Yeni Dünya düzeninin toplum mühendisleri, bu gerçeği görerek halkların zulme karşı bu direnişini kırabilmek için çalışmalarını, insan zihni üzerine yoğunlaştırdılar. İnsan zihninin fıtri davranışını bozarak, -buna geçen sayıda zihinsel kirletme demiştik- insanın sıhhatli, tutarlı ve bütünü kavrayabilecek tarzda düşünmesine mani olmayı yöntem olarak seçmişlerdir.

Yeni Dünya Düzeni’nin veya dünyadaki globalleşmenin getirdiği yaşam biçiminin, kötülüklerin standartlaşmasını ve değer haline gelmesini sağladığını halkların kabul etmesi gerekir. Globalleşme hareketinin yerli ve uluslararası toplum mühendisleri, önerilen modeli doğruluğu tartışılmaz veya tartışılamaz belli temel varsayımlar (aksiyomlar) üzerine inşa etmişlerdir. Bu toplumsal mühendislik çalışması, dünyanın her yerinde insanlara, bu temel varsayımların doğru olduğunu kabul ettirme gayretindedir. Eğer insanlık bunların doğruluğunu benimserse tartışma kendiliğinden bitecektir. İnsanlığın üzerine çöreklenmiş sömürü ve zulüm mekanizması, ciddi bir kuvvet kullanımına gereksinim duymadan devam edip gidecektir.

Temel Varsayımlar (Aksiyom)

Bugün büyük medya ve iletişim aygıtları ile yürütülen kampanya, bu varsayımların kabul ettirilmesine dönüktür. Medyanın yayın felsefesinin temellerini oluşturan bu varsayımları aşağıdaki gibi sınıflandırabiliriz.

1- İnsan fıtratının gereği.

2- Çağın, zamanın gereği.

3- Bireysel tercih hakkının dokunulmazlığı.

4- Sosyal çatışmaların mevcut olmadığı.

5- Kurumların tarafsızlığı.

6- Çoğulculuk.

7- Tartışılmaz kavramlar.

8- İdeolojiler bitti.

9- Sürekli tehlike hali.

Mutlak doğru olarak kabul edilen bu varsayımları, daha da genişletmek mümkündür. Ancak yukarıdakiler kurulmak istenen veya korunmak istenen sömürü düzeni için en etkin olanlardır. Propaganda daha ziyade bunların üzerine yoğunlaştırılmıştır. Bu aksiyomlar, cazip bir görüntüye büründürülmüştür. Aksiyomların ifade ettiği anlam bakış açısına bağlı olarak farklılaşır. Çifte standart kullanmaya müsait hale getirilmişlerdir. Halkın penceresinden bakıldığında anlaşılan anlam farklı, zalimlerin penceresinden bakıldığında anlaşılan anlam farklıdır. Halk için tehlikeli olan nokta da burasıdır. Halk yaldızlı sözlerle, enformasyon aygıtları aracılığıyla sürekli aldatılmaktadır. Onun için bu aksiyomların daha ayrıntılı tartışılmasında fayda vardır.

İnsan Fıtratının Gereği

Zihin manipülatörlerinin kullandığı en büyük silah, insan nefsi ve insan nefsinde var olan menfaat duygusudur. İletişim aygıtları ile bu duygu alabildiğine tahrik edilmekte, erdemli bir dünyanın olamayacağı bireye kabul ettirilmektedir. Halk arasında yerleşen “bu dünya menfaat dünyasıdır” anlayışı, toplum mühendislerinin arzuladıkları bir sonuçtur.

İnsanın “ekonomik hayvan” olarak tanımlanması tesadüfi değildir. Bunun arkasından gelecek olan sav, insan tabiatının değişmezliği ve mevcut akışın normal oluşudur. İnsanla hayvan arasında kurulan bu ilişki toplumun yönlendirilmesine ve baskı altında tutulmasına hizmet etmektedir. Bir azınlıkta görülebilecek kusurlu davranışları, insanlığın tümüne özgü olarak genelleştirmek, kurulmak veya korunmak istenen statüko için şarttır.1

İnsana karamsar gözle bakmak, statükonun sürdürülmesine hizmet etmek demektir. Kötümserlik zenginler için bir lüks, siyasete karışmayıp pasif kalmayı yeğleyenler için bir gönül tesellisi, imtiyazlı olmanın keyfini sürdürenler için bir konfordur. Kötümserlik, haklarından yoksun bırakılmış kimseler için çok pahalıya malolmaktadır, bedelini kurtuluşlarından vazgeçmek suretiyle ödemektedirler.

İnsanın hayvanlaştırılması veya insana devamlı “karamsar bir gözle” bakılması, değişen koşullarda birbirine zıt iki farklı propagandanın ortaya konmasına imkan veriyor. Zalimlerin hakim olduğu yerlerde, bölgelerde, yaşanan düzenden şikayet edilmesi gereklidir. Sonuçlar; insan fıtratındaki kötülükler arzular ve ihtiraslardan dolayı doğal karşılanmalıdır. İnsanı rahatsız eden durumlara, insanın bunları doğal karşılayarak benimsemesi ile ayak uydurması gerekir. Huzursuzluktan kurtulmanın, mutluluğa ulaşmanın yolu; var olanları, olması gereken olarak kabul etmektedir. Bu dolambaçlı söylemin en yakın ve en açık manası, kötülükleri temel değer sistemi olarak kabul edin, demektir. Bu, kötülüklerin bir yaşam standardı olarak sunulmasıdır. Bu, zalimlerin hakim olduğu bölgelerde statükonun korunması ve güvence altına alınması demektir.

Zalimlerin hakim olmadığı, globalleşmenin, yeni dünya düzeninin kontrolü tam olarak ele geçiremediği bölgelerde ise, topluma ve yönetime devamlı değişim önerilir. Batının bilim ve teknolojisinin göz kamaştırıcı üstünlüğü gösterilerek batı tarzı düşünme ve yaşam şekli çare olarak sunulur. Dikkatler, batının bilim ve teknolojisinden ziyade batının yaşam tarzına yönlendirilir. Böylelikle batılı değer sistemi, mevcut toplumun değer sistemi içine, bünye kabul etsin veya etmesin enjekte edilir. Bir zihinde; iki farklı dünyanın iki farklı değer sistemi çatışır durur ve şizofren bir toplum meydana gelir. 3. Dünyadaki batılılaşma hareketlerinin ortak sonucu hep bu olmuştur:2

Marjinal insan, iki dünyada yaşamaktaysa da hiçbirine ait değildir. Stonequist’in “en tipik marjinal insan”lara verdiği diğer örnekler ise “batılılaşmış”, “misyoner” veya “kavim bağları koparılmış” yerlilerdir. Bu gibi insanlar, ne geleneksel yaşam tarzını devam ettirebilmekte, ne de Batı kültürüne tam olarak uyum sağlayabilmektedir. Bu nedenle de marjinal insan, değişime ayak uyduramamış insandır.

Batılı değer sistemini benimseyen toplumlarda, statüko savunulurken; 3. dünya ülkeleri denilen toplumlarda ne pahasına olursa olsun değişim savunulur. Bunun bayraktarlığını genellikle medya ve batılılaşmış aydınlar yaparlar. Globalleşmenin kontrolüne giren toplumlarda ise istenen değişiklikler, fizikseldir. Sosyal ilişkilerin değişimi istenmez. Toplumun değişik kesimlerinin arzu ve ihtiyacı olan köklü değişim, sosyal ilişkiler bazındaki değişim, tüketim toplumundaki mevcut statükoyu bozacağından karşı çıkılır ve son derece tehlikeli addedilir.

Zihinsel kirletme operasyonunun dayandığı, insan fıtrat olarak menfaatperesttir varsayımı; insan ve insanlığa karşı yapılmış bir iftiradır. İnsanda menfaat veya kötülük duygularının var olmuş olması demek, onun mutlaka eylem planına dönüşmesi anlamına gelmez. Gerçekte insanda, birbirine zıt iki farklı yapı mevcuttur. Bunlar, insanın iyilik ve kötülük cepheleridir. Nitekim yaratıcı olan Allah yarattığı mahluku insanı “Doğrusu, biz insanı en güzel bir biçimde yarattık; sonra da aşağıların aşağısına çevirdik” (95 Tin 4-5) diyerek tanımlamaktadır.

Allah, yarattığı varlığın bu zıt ikilemli yapısından dolayı ona kurtuluş yollarını göstermiştir:

Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene andolsun.

Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur. Ve onu isyanla, günahla, bozulmalarla örtüye saran da elbette yıkıma uğramıştır (91 Şems, 8-10)

İnsanın erdemli yönünü görmezlikten gelip, yalnızca kötülük yönünü ön plana çıkarma ve yalnızca kötülük yönüne dayalı bir yaşam standardı oluşturma; globalleşme hareketinin, batılılaşma hareketinin, yeni dünya düzeninin en büyük çıkmazıdır. Bugünkü bunalımın nedeni de budur. Yeni Dünya düzenin de en zayıf noktası burasıdır. İnsanın kötülük yönünün bu denli tahrik edilip ön plana çıkarılması, ayette de ifade edildiği gibi, insanda hüsrana ve yıkıma neden olmaktadır. Hiçbir insan, bir bütün olarak tamamıyle kötü değildir. Her insanda şu veya bu şekilde, şu veya bu miktarda bir erdem vardır. Uygun koşullarda, erdemlilik hali tezahür eder. Özellikle, kötülüklerin katmerleştiği ortamlarda, hiç ümit edilmeyen insanlarda umulmadık bir tarzda kötülüklere karşı çıkabilirler. Tarihte bunun örnekleri çoktur. Bu aşamada sorun; erdem duygularını harekete geçirebilecek, zulme karşı tepkileri kanalize edebilecek örnek ve önder insanların cesurca ortaya çıkıp, çıkmamasıdır. Zulüm mekanizmalarının korkulu rüyası, böyle insanların çıkıp topluma önderlik etmesidir. Bu nedenle  toplumsal uyanışı durdurabilecek daha başka doğruluğu tartışılamaz (!) varsayımları, topluma kabul ettirmek gerekir. Toplum her yönden kuşatılmalı ve baskı altına alınmalıdır. Toplumun düşünmesine, analiz ve sentez yapmasına fırsat verilmemelidir.

ÇAĞIN GEREĞİ

İnsan nefsinde var olan bir takım kötü duyguların, hayatın mihveri haline getirilmesi ve bunların birer yaşam standardına dönüştürülmesi durumunda yükselen bireysel veya toplumsal tepkilere verilen cevap; bunlar çağın gereğidir, zamanın gereğidir olmaktadır. Bu tarihsel bir akıştır. Değiştirilemez ve durdurulamaz.

“Zaman sana uymazsa, sen zamana uy” ve “Devir ahir zaman” “Dünyanın çivisi çıktı, bir tekme de sen vur” veya “Dünyanın çivisi çıktı sen mi kurtaracaksın” tarzındaki deyişler; zihinsel kirlenmenin en güzel örneklerini teşkil ederler. Kötülükler karşısında insanlara susmayı, yalnız kalmayı öğütleyen; direnmenin gereksizliğini vurgulayan bu sözler, tarihin belli dönemlerinde zalimler tarafından sloganlaştırılmış ve vecize haline dönüştürülmüştür.

Bir dönem marksist teorisyenlerin “tarihin kaçınılmaz akışı olarak komünizm gelecektir” tarzındaki propagandalarına benzer bir propagandayı, yeni dünya düzeninin efendileri yapmaktadırlar. İnsanları, adeta Roma’nın asillerinin emrinde köle olmaya davet etmektedirler. Tarihin zorunlu akışı olarak komünizm gelmedi ama, tarihin zorunlu akışı olarak en koyu bir zulüm mekanizması olan komünizm yıkıldı gitti. Benzer bir akıbet batı emperyalizmini, yeni dünya düzenini beklemektedir.

Televizyonlarda nine-anne-çocuk-torun’larla yapılan ortak programlarda, yaşlıların dile getirdiği sorunların çağın gereği olarak yorumlanması, böyle bir zihinsel kirletme operasyonunun sonucudur. Bu, bilerek veya bilmeyerek yapılsın sonuç değişmemektedir. İnsanlığın tarih boyunca biriktirdiği değerler vardır. Bu değerler insan olmanın koşullarıdır, mutlu olmanın, huzurlu olmanın ön koşullarıdır. Bunların, nerede ve ne zaman ve kim tarafından söylendiği önemli değildir. Bir şeyin doğruluğu veya önemi mahiyetinden ortaya çıkar; nerede ve ne zaman veya kim tarafından söylenmiş olmasından değil. Zamanın akıp gitmesi doğrunun mahiyetini, kutsal’ın özünü değiştirmez. Ancak doğru ve kutsalın iktidar olmasından, yaşam standardı olmasından sömürü çarkı bozulanlar rahatsız olurlar. Yeni dünya düzeninin efendileri ile Roma zulüm mekanizmasının efendileri arasında bu açıdan bir fark yoktur.

Kötülüğün yaşam biçimi haline geldiği tüm toplumların ortak karakteri, sömürü ve zulümdür. Bundan dolayı da hep kaybetmişlerdir. Bunun için Allah,

Asra andolsun; Gerçekten insan, kesin olarak bir kayıp içindedir.

Ancak iman edip de salih amellerde bulunanlar, birbirlerine hakkı ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler hariç.  (103 Asr, 1-3)

diyerek çağın gereği deyip yalanı, dolanı, vurgunu, soygunu ve her türlü ahlaksızlığı meşru görüp zulüm yapanların kayıpta, zararda olduğunu açıklamaktadır.

Böyle dönemlerde kazançta olanlar kurtulanlar 4 kutsal görevi yerine getirenlerdir. “İman etmek”, “salih amellerde bulunmak,” hakkı tavsiye etmek” ve “sabrı tavsiye etmek”. Dünyanın içine battığı zihinsel kirlenme bataklığından insanlığı çekip çıkaracak olanlar da bunlardır.

BİREYSEL ÖZGÜRLÜK VE BİREYSEL TERCİH HAKKI

Batı toplumlarında özellikle ABD’de sistem, tamamen birey tabanlı olarak kurulmuştur. Bireyin tercih hakkı, bireyin özgürlükleri kutsal bir öneme haiz olmuş, toplum 2. plana itilmiştir. Özellikle, bireysel özgürlüğün insan yeteneğini geliştirip ekonomi ve teknolojide büyük bir atılıma neden olması, bireyin hayatın mihveri olmasına neden olmuştur. Teoride son derece cazip bir fikir olmasına karşın; pratikte, güçlülerin her istediğini yapabilme imkanına sahip olduğu bir mekanizma, bir yapı ortaya çıkmıştır.

Komünist sistemde herşeyin devletin, daha doğrusu devleti kontrol eden partinin elinde olması, bireyin yeteneklerinin körelmesine neden olmuştur. Kendine mülk edinemeyen ve çocuklarına mal ve mülk bırakmayan fertler, yeteneklerini bir bütün olarak ortaya koymamışlardır. Bunun sonucu olarak da hantal bir ekonomi ve hantal bir teknoloji ortaya çıkmıştır. Bu zulümle birleşince komünizmin çöküşü kaçınılmaz olmuştur.

Komünizm düzeninde yaşayan toplumların içinde bulundukları acıklı durumun, dünya kamuoyuna biraz da abartılı bir şekilde sunulması; batı düşüncesinin dayandığı bireysel mülkiyet, bireysel teşebbüs  düşüncesinin, daha da önem kazanmasını sağlamıştır. Kamusal mülkiyet yada kamusal girişimciliğe karşı her geçen gün dozajı gittikçe artan bir propaganda başlatılmıştır. Kamusal mülkiyetin olduğu birçok ülkede özelleştirme, ne pahasına olursa olsun özelleştirme, ekonomik buyümenin yegane reçetesi addedilmiştir. Türkiye’deki özelleştirme kampanyasını bu çerçevede ele alıp değerlendirmek mümkündür.

Özel mülkiyetin, bireysel tercih hakkının insandaki yetenekleri harekete geçirdiği ve verimi artırdığı bir gerçektir. Ancak bu özgürlük anlayışı, insanların hayatta yalnızca birey olarak değil, toplumsal bir vakıa olarak bir arada yaşadığı gerçeğini reddetmemelidir. Bireysel tercihleri ön plana çıkararak, kişisel hakların toplumsal hakların önüne çıkarılması, toplumun çözülmesi ve dayanışmanın bozulmasına neden olacaktır. Böylesi toplumlarda kişisel özgürlükler ve tercih hakkı kutsaldır bayrağı altında, devlet aygıtı; yalnızca güçlü şahısların, ailelerin ve grupların emrine hizmet edecektir.

Kişisel özgürlük ve tercih hakkının kutsallığı, görünürde son derece cazip bir fikirdi. Herkesin menfaatine gözükmektedir. Bu cazibe, toplumları başlangıçta ve görünür şekliyle etkilemiştir. Kişisel özgürlük ve tercih hakkı, kutsallık zırhına büründüğü andan itibaren tartışılmaz ve sınırlandırılmaz da olur. O andan itibaren zihin manipülatörleri, toplum mühendisleri; bu kavramı, toplumu baskı altında tutma, yalnızca güçlülerin her istediğini yapabilme aracı olarak kullanırlar. Fırsat eşitliği, güçlülerin arzuladıklarını yapabilme hakkıdır. Son yıllarda Türkiye’deki ihalelerde yaşananlar; fırsat eşitliği, kişisel özgürlük ve kişisel tercih hakkının kimler tarafından ve ne şekilde kullanıldığının açık kanıtıdır.

Bir medya grubuna ilişkin bir band dinleme olayı, kişisel özgürlüklere yapılmış  bir tecavüz olarak kabul edilmiş ve büyük bir karşı propaganda başlatılmıştır. Oysa aynı medya grubu başkalarının özel hayatının içine girip, tuzaklar kurup gizli kameralar ile operasyonlar gerçekleştirmiş ve bunu ekranlarından kamuoyuna duyurmuştu. Bir başka medya grubu, bir başka telefon görüşmesinin bandını gazete eki olarak vermekte bir sakınca görmemiştir. Demekki kişisel özgürlük ve kişisel tercih hakkı bütün bir topluma değil yalnızca güçlülere özgü bir hak olarak kabul edilmektedir. Topluma cazip gelen ve toplum tarafından tartışılmayan ve fakat güçlülere hizmet eden bu slogan, zihinsel kirlenmede önemli bir rol oynamaktadır. Şuurun dondurulmasına, belli kalıplar içerisine paketlenmesine sebebiyet vermektedir.

Diğer taraftan bireysel tercih hakkı, toplumsal hayatın parçalanması, insanların birey olarak kalması için bir araç olarak da kullanılmaktadır. Devlet karşısında, yönetenler karşısında, holdingler karşısında, kısaca etkin ve hakim güç karşısında yalnız bir fert istenmektedir. Direnmesi, haklarını araması mümkün olmayan, yalnızlığa itilmiş bir fert. Baudrillard’ın Amerikan toplumuna ilişkin gözlemleri bu açıdan ilginçtir:3

New York’ta kentin topaç gibi fırıl fırıl dönmesi öylesine şiddetli, merkezkaç gücü de öylesine büyükki, iki kişi olarak birlikte yaşamayı, bir kişinin yaşamını  paylaşmayı düşünmek insanüstü bir şey. Yalnızca kabileler sokak çeteleri,mafya, gizli dernekler yada sapkın toplulukların üyeleri birlikte yaşamayı sürdürebilirler, çiftler değil. Burası, içine hayvanların cinslerini tufandan kurtarmak için ikişer ikişer bindikleri Nuh’un gemisi karşıtı bir gemi. Burada şaşılası ikinci Nuh’un gemisine herkes, erkek ya da kadın tek başına binmiş; her akşam son “parti” için hayatta kalanları bulmak o erkek yada kadına düşüyor.

Nuh tufanında cinslerini korumak için hayvanlar, gemiye eşleri ile binme basiretini, iradesini göstermişlerdir. Bugünkü dünyada oluşturulmak istenen bireysel bir toplumda; “ikinci Nuh’un gemisine” nesillerini kurtarma fedakarlığını göstermeyecek tarzda, parçalanmış aileler olarak, birey olarak binme isteği, tehlikenin büyüklüğünü ortaya koymuyor mu?

Bu yeni dünya düzeninin yönetim felsefesidir. Bu düzende hiçbir ülke ABD yönetimine, hiçbir toplum da ABD ile özdeşleşmiş yerel yönetimlere karşı duramaz; karşı durmamalıdır. Bunun için ülkelerin ve halkların zulme ve sömürüye karşı çıkması yeni dünya düzeni veya globalleşmenin tahammül edebileceği bir durum değildir.4

Amerikan türü demokrasinin karakteristiklerinden biri, tecrit edilmiş bireylerin, devletin ve özel sektörün konsantre olmuş gücünü tek başına karşılamaya mahkum edilmiş olmasıdır. Kendisini düşünmesini veya anlamlı politik aksiyonlar içerisinde yer almasını sağlayacak organize olmuş kurumların yardımından yoksundur. Cari dokrinle çelişecek neticeler üretecek analizlerin yapılabilmesi için yok denecek kadar dar bir alan mevcuttur. Düşünceyi kontrol altında tutmak suretiyle elde edilen başarıların önemi, özellikle sosyal dokusu seyrek toplumlarda yaşananlardan edinilen tecrübelerde kanıtlanmış bulunmaktadır.

Bir taraftan bireysel özgürlük ve bireysel tercih hakkını kutsarken; diğer taraftan halkın veya bireyin neye inanacağına ve nasıl düşüneceğine karar vermek hakim güçlerin yetki ve sorumluluğuna bırakılıyor. İnançların çerçevesi bile hakim güçler tarafından son derece ustaca çiziliyor, şekillendiriliyor. Hakim, bütün bunları, kendi kişisel tercih hakkı olarak kabul ediyor.5

Ülke halkını, devletin bir numaralı düşman olarak görmesi, saf dışı bırakmaya çalışması, baskı altına alıp kontrol etmesi ve tüm işleri seçkinlerin çıkarı için yapması normaldir.

Bireysel özgürlük ve tercih hakkının çifte standartçı bir mantıkla kullanılması, ülke halkını bile düşman görme gibi bir zihinsel kirlenmeye sebep olmaktadır. Bugün ülkenin içine düştüğü en büyük zihinsel kirlenme de, herkesin düşman olarak addedilmesidir. İlahi kanuniyete ve insan fıtratına aykırı sistem uygulamalarının doğal sonucu budur:

Onların kalpleri parçalanmadıkça, kurdukları bina kalplerinde bir kuşku olarak sürüp gidecektir.” (9 Tevbe 110)

Devam edecek

Kaynaklar

1- Schiller H., Zihin Yönlendirenler, Pınar Yayınları, İstanbul, 1993 s. 29.

2- Füredi, F., Emperyalizmin Yeni İdeolojisi, Pınar Yayınları, İstanbul 1998, s.77.

3- Baudrillard, J., Amerika, Ayrıntı Yayınları, 1996,s. 29.

4- Chomsky, N., ABD Terörü, Pınar Yayınları, 1991, s. 30.

5- Chomsky, N., Age. s.50.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...