(Umran Dergisi)
“Şehvetleri ardınca gidenler, sizin büyük bir sapma ile sapmanızı isterler.” (4 Nisa 27)
GİRİŞ
III. Selim’den günümüze dek kılık-kıyafet konusunda
yoğun tartışmalar yapılmaktadır. Belli dönemlerde yasalar çıkarılıp topluma
tepeden şekil verilmeye çalışılmıştır. Toplumun direnmesi karşısında, şiddete
başvurulmuş, sorun “kanunen ve cebren” çözülmek istenmiştir. Yaklaşık 200
yıllık bir mücedele döneminde, ülkeye hakim zihniyetler, sorunu istedikleri
yönde çözememişlerdir. Hatta sorunu daha da karmaşık hale getirip
kangrenleştirmişlerdir. Bu anlamdaki toplumsal mühendislik uygulamaları, iflas
etmiştir.
Genelde toplumsal yapımızda örtünmeye (tesettür) karşı
tüm yasal değişiklik ve uygulamalar, tek bir yöneticinin hakim olduğu, ya
sultanlık ya şeflik ya da ihtilalin getirdiği liderlik dönemlerine aittir. Gene
sivillerin hükümet olduğu dönemlerde bu yasalar, uygulamaya genellikle
konulmamıştır. Sivillerin bu olaya soğuk bakmasının nedeni, halkın tepkisinden
çekinme veya örtünmeye ilişkin yasaların gerekliliğine inanmama olabilir.
Halkın tepkisinden çekinme, kendi meşruiyetini kaybetme korkusudur.
Bu ülkede bazıları, halkı rencide ettiklerini bile
bile, niçin halkın temel inançları ve genel giyim tarzları ile uğraşırlar?
Meşruiyetlerini yasal düzenlemelerle kazanmak tarzında yanlış bir yola
saparlar. Niçin hem kendilerine, hem de ülkeye bile bile zarar verirler?
Bu sorunun asıl cevabı ilk yaratılış olayında gizlidir. İlk yaratılış olayında İblis’in Hz. Adem ve onun yolundan gidenlere açtığı savaş gerçek boyutuyla kavranmadan günümüzün olayları anlaşılmayacaktır. Toplumsal mühendisliğe özenenler öncelikle, insan fıtratını ve bu bağlamda ilk yaratılış olayını iyi incelemeli ve üzerinde iyi düşünmelidirler. Aksi takdirde kendilerine, ülkeye ve halka çok kötülük yapmış olacaklardır.
SINIRSIZ VE TOPYEKÜN MÜCADELE SÜRECİ
Allah, Hz. Adem’i yaratıp meleklerin ve İblis’in Hz. Adem’e secde etmesini emrettiğinde İblis emre uymayarak isyan etmiştir.1 İblis, isyanının sonucunda cennetten çıkarılmıştır ve bunun sonucunda Hz. Adem ile eşine düşman olmuştur. Ancak İblis “İnsanların dirilecekleri güne kadar yaşama izni” istemiş ve bu izni de Allah’tan almıştır.2 Kıyamete değin yaşama izni almanın akabinde İblis’in yaptığı yemin konumuz açısından son derece önemlidir:
“De ki: “Madem öyle, beni
azdırdığından dolayı onları (saptırmak) için mutlaka senin dosdoğru yolunda
pusu kurup oturacağım” Sonra da muhakkak onlara önlerinden, arkalarından,
sağlarından ve sollarından sokulacağım.
Onların çoğunu şükrediciler bulamayacaksın” (7 Araf 16-17)
“Dedi ki: “Rabbim, beni
kışkırttığın şeye karşılık, andolsun, ben de yeryüzünde onlara, sana
başkaldırmayı ve dünya tutkularını süsleyip çekici göstereceğim ve onların
tümünü mutlaka kışkırtıp-saptıracağım. Ancak onlardan muhlis olan kulların
müstesna.” (15 Hicr
39-40)
“.... Onun soyunu -pek azı dışında- kuşkusuz kendime bağlı kılacağım.” (17 İsra 62)
Yukarıdaki Kur’an ayetlerinden görülebileceği gibi
İblis, Allah’ın dosdoğru yolu üzerinde pusu kurarak, insanları azdırmaya,
saptırmaya, dünya tutkularını ve isyanı süslü göstermeye, onlara vesvese
vermeye çalışacağına yemin etmektedir. İblis bu işi kıyamete dek yapacağına ve
tüm imkanları kullanacağına yemin ettiğine göre İblis, insanlığa sınırsız ve
topyekün bir savaş açmış demektir. Bu nokta yol boyu hiç unutulmamalıdır.
Allah, İblis’in yaptığı bu yemin üzerine insanlığı, İblis’in mücadelesinde kullanabileceği vasıtalar konusunda uyarmaktadır:
“Onlardan güç yetirdiklerini sesinle sarsıntıya uğrat, atlıların ve yayalarınla onların üstüne yaygarayı kopar, mallarda ve çocuklarda onlara ortak ol ve onlara vaadlerde bulun.” Şeytan, onlara aldatmadan başka bir şey vadetmez. Benim kullarım; senin onlar üzerinde hiçbir zorlayıcı gücün yoktur. Vekil olarak rabbin yeter.” (17 İsra 64-65)
İNSANIN ALLAH’A İTAATSİZLİĞİNİN İLK TEZAHÜR ŞEKLİ: ÇIPLAKLIK
İlk yaratılış olayında İblis’in kovulmasından sonra
Allah Hz. Adem’le eşinin cennette yerleşmesini ve bir tek yasak ağaç hariç
diğerlerinden diledikleri gibi yiyebileceklerini buyurmuştur. Ayrıca İblis’in
düşmanları olduğunu, ondan sakınmaları gerektiğini cennette kalmaları,
acıkmamaları, susamamaları ve çıplak kalmamalarının bu yasağa bağlı olduğunu
söylemiştir.1-3 İnsanoğlu için ilk
hukuk böylece oluşur. Tüm şartlar ve tüm tehlikeler açıkça ortaya konmuştur.
Allah Hz. Adem’le eşine, kendilerini bekleyen
tehlikeleri bütün açıklığı ile zikretmiş olmasına karşılık; İblis, yasak ağaçla
ilgili yanlış açıklamalar yaparak, gerçeği çarpıtarak onları kandırır:
“Şeytan, kendilerinden
örtülüp gizlenen çirkin yerlerini açığa çıkarmak için onlara vesvese verdi ve
dedi ki: “Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek
olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir.” Ve “Gerçekten ben
size öğüt verenlerdenim” diye yemin etti.” (7 Araf 20-21)
“Sonunda şeytan ona vesvese verdi; dedi ki: “Sana sonsuzluk ağacını ve yok olmayacak bir mülkü haber vereyim mi?” (20 Taha 120)
İblis, yasak ağaçla ilgili
gerçeği bilmesine karşılık gerçekleri çarpıtarak Hz. Adem’le eşine, melek
olmayı, ölümsüzlüğü vaat ederek suça teşvik etmiştir. Bugünkü şeytanların da,
moda, modernizm, çağdaşlık ve bilimsellik gibi cazip kavramlarla yapmak
istedikleri farklı bir şey değildir. Yeri geldiğinde vaad, yeri geldiğinde öğüt, yeri
geldiğinde yalan ve kandırma, yeri geldiğinde tehdit, şeytanın yolunda
gidenlerin ortak özelliğidir.
İblis’in Hz. Adem’le eşini, Allah’ın tayin ettiği hukuk sınırlarına, onları kandırarak, onlara vesvese vererek, vaadlerde bulunarak tecavüz ettirmesinin ilk tezahürü çıplaklık olmuştur.
“Böylece aldatma ile onları düşürdü. Ağacı tattıkları anda ise, ayıp yerleri kendilerine beliriverdi ve üzerlerini cennet yapraklarından yamayıp-örtmeye başladılar. (O zaman) Rableri kendilerine seslendi:
“Ben sizi bu
ağaçtan menetmemiş miydim? Ve Şeytanın da sizin gerçekten apaçık bir düşmanınız
olduğunu söylememiş miydim?
Dediler ki: “Rabbimiz, biz nefislerimize zulmettik, eğer bizi bağışlamazsan ve esirgemezsen gerçekten kayba uğrayanlardan olacağız” (7 Araf 22-23)
İblis’in mahiyetini bilip de, Hz. Adem ve eşinin
mahiyetini bilmediği yasak ağaçtan yenince Hz. Adem ve eşi çıplak kalmışlardır.
Allah hükmü ve düşmanlarını açıkça bildirmiş olmasına rağmen; İblis’in vaadlerinin
daha cazip gelmesi suçun icra edilmesine sebebiyet vermiştir.
Buradan çıkarılacak önemli derslerden biri, bilmenin suçun icra edilmesini her zaman engelleyemediğidir. Suçu icra etmeme yalnızca bilginin değil, aynı zamanda iradenin de bir fonksiyonudur. İblis yaptığı vaadlerle, muhataplarının iradelerini zayıflatmıştır. Bugün de suçu engellemenin yollarından biri insanları suç işlemeye itecek ortamları ortadan kaldırmaktır. İnsan iradesini kuvvetlendirecek ortamlar olmadıkça, oluşturulmadıkça suç ve suçlular artacaktır. İnsan iradesini zayıflatarak suç işlemeye eğilim meydana getiren bir sistem, suçun bizatihi kaynağıdır ve asıl suçludur.
ÖRTÜNME FITRÎ BİR OLAYDIR
Yukarıdaki ayetlerden çıkarılacak önemli bir ders de,
örtünme olayının fıtri bir olay olmasıdır. Hz. Adem ve eşinin, çıplak kalır
kalmaz herhangi bir dış etki olmadan, gayrı iradi olarak üstlerini yapraklarla
örtmeye çalışmaları, fıtratın tezahüründen başka birşey değildir.
Tıpkı yeni doğan bir bebeğin annesinin memesine; tıpkı
yumurtadan çıkan su kablumbağası yavrularının suya yönelmesi gibi bir olaydır
bu. Allah’ın insan bünyesine yerleştirdiği ilahi programın en doğal bir
tezahürü. Herhangi bir hanımın bir toplulukta eteğinin açılması üzerine
eteklerini örtme konusunda gösterdiği gayrı iradi tepki, böyle bir yazılımın
sonucudur. Yazılımda var olan haya duygusunun harekete geçmesi ile gösterilen
bir tepki olmuştur. Bu olay, insanî ilişkilere haya duygusunun girdiği andır.
Halkın deyişi ile “ar damarı patlamamış” olanların
normal giysileri ne olursa olsun gösterdikleri ilk tepki örtünme istikametinde
olmaktadır.
Bu olaydan çıkarılabilecek diğer bir ders de Hz.
Adem’le eşinin hata yaptıklarını, suç işlediklerini kabul edip tevbe etmiş
olmalarıdır. İblis gibi büyüklenip suçlarını inkar etmemişlerdir. Bir suç
karşısında İblis’in kibirlenip isyanı, Hz. Adem’in kabul edip tevbe etmesi, iki
farklı davranış biçimidir. Birinin helaki, diğerinin kurtuluşu söz konusudur.
Nitekim Allah Hz. Adem’in tevbesini kabul etmiş, onu doğru yola iletmiş ve onu
görevlendirmiştir.
Bugün de hangi suçu işlemiş olursa olsun insanların,
hulûs-i kalp ile tevbe etme hakları vardır. Şeytanların tuzakları ile dolu bir
dünyada yapılacak bir tevbe Allah indinde, kimbilir, çok kıymetli olabilir.
Onun için “Ey Allah’ın kulları Allah’ın
rahmetinden ümit kesmeyin” çağrısı, Allah’ın insanlara bir lütfudur. Bugün
için insanların ençok muhtaç oldukları çok temel bir olgudur bu.
Hz. Adem ve eşi Allah tarafından cennetten çıkarılarak affedilmişlerdir. Onlar bir başka koordinat sistemine, bir başka uzaya, dünyaya, İblis’le düşman kılınarak gönderilmişlerdir:
“Dedi ki: “Bir kısmınız bir kısmınıza düşman olarak, hepiniz ordan inin. Artık size benden bir yol gösterici gelecektir: Kim benim yol göstermeme uyarsa artık o şaşırıp sapmaz ve mutsuz da olmaz. Kim de benim zikrimden yüz çevirirse, artık onun için de sıkıntılı bir geçim vardır ve biz onu kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz.” (20 Taha 123-124)
Dünyaya gönderilen insanoğlu başı boş bırakılmamış, kendisini şeytanların iğva ve vesveselerine karşı uyarıp korkutacak, onlara doğru yolu gösterecek hidayetçiler gönderilmiştir. Gönderilen hidayetçilere uyulması istenmiştir. Bu; İblis’le Hz. Adem arasında vuku bulan çıplak kalma ve örtünme olayını yalnızca cennete özgü bir vaka olmaktan çıkarıp tüm insanlık tarihi boyunca sürüp gidecek bir mücadele haline sokar. Hidayetçilerin yolundan gidenlerle Şeytan’ın yolundan gidenler arasında bir örtünme- çıplak kalma mücadelesi hep var olacaktır.
“Ey Ademoğulları; şeytan anne ve babanızın çirkin yerlerini kendilerine göstermek için, elbiselerini sıyırtarak, onları cennetten çıkardığı gibi sakın sizi de bir belaya uğratmasın. Çünkü o ve taraftarları sizleri görmektedir. Biz gerçekten şeytanları, inanmayacakların velileri kıldık. Onlar çirkin bir hayasızlık işlediklerinde; biz atalarımızı bunun üzerinde bulduk. Allah da bunu bize emretti derler....” (7 Araf 27-28)
Buradaki hitapla konu umumileşir, tüm insanlığı ve
insanlık tarihini kapsayacak bir boyuta çekilir. Çıplaklık insanın cennetten
çıkmasına neden olan bir bela olarak nitelendirilerek Şeytan ve taraftarlarının
çıplaklık konusunda katı oldukları ve bunu tarihsel süreç içerisinde hep teşvik
edecekleri açıkça ifade edilmektedir. Bu nedenle örtünme ve çıplaklık
arasındaki mücadele, insanlık tarihi ile başlar ve bu mücadele kıyamete kadar
da sürecektir. Bunun bilim, teknoloji ve zamanla da alâkası yoktur.
Örtünme fıtri bir olaydır. Allah’ın yolundan gidenlerin yerine getirmeleri gereken ilahi bir buyruktur. O açıdan inancın dışa, şekle yansıyan bir görüntüsüdür. İnsanlar örf ve adetler gereği örtünmüş olsalar dahi, o örf ve adetlerin temelinde insanlık tarihi ile başlayan inancın izleri bulunmaktadır.
CİNSLERİN AYRILIĞI VE BİRBİRLERİNİ BÜTÜNLEMELERİ
Hz. Adem’le eşi çıplaklıkla beraber aynı zamanda, o
zamana kadar hissetmedikleri yeni bir duyguyu, haya, hissederek yapraklarla
örtünmeye başlamışlardır. Böylece, beşeri ilişkilere haya sokulmuştur.
Toplumsal yaşamın belki de ilk kuralı haya olmuştur.
Gene bu olayla ilk elbise icad edilmiştir. Elbise, çıplaklığın
neden olduğu utanmayı örten bir kalkan olmuş, eşlerin rahat hareket etmesini
sağlamıştır.
Örtünme olayının psikolojik temellerini, fıtri
temellerini daha iyi anlayabilmek için karşılıklı cinslerin varlığına Allah’ın
verdiği anlamı daha iyi kavramalıyız.
Yaratılış olayında önce Hz. Adem, sonra da eşi yaratılmıştır. Özleri aynıdır. İkisi de tek bir nefisden var edilmişlerdir:
“Onda sükun bulup durulmanız için, size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet kılması da, O’nun ayetlerindendir. Hiç şüphe yok bunda, düşünebilmekte olan bir kavim için gerçekten ayetler vardır.” (30 Rum 21)
Karşı cinslerin varlığı, “Sükun bulma-durulma” diye
tabir edilen bir cazibe konumunun tabii sonucu, insan fıtratındaki programın
öngördüğü huzurlu ve mutlu bir dünyanın gerçekleşmesi içindir. “Biz herşeyi eş yarattık” diyen Allah’ın
insanoğlunun fıtratına yerleştirdiği ve neslin devamını sağlayan bir duygudur.
Bu duygu veya bu ihtiyaç hissedilmemiş olsaydı, hiçbir canlı neslini devam
ettiremezdi.
Bunun kadar önemli diğer bir duygu da, eşler arasında
“sevgi ve merhametin” bulunmasıdır. Sevgi ve merhamet de olmasa, keza neslin
devamı söz konusu edilemez. Nitekim ayetin sonunda “bunda düşünebilmekte olan
kavim için gerçekten ayetler vardır” denmesi
bu duyguların önemi ve büyüklüğünden dolayıdır. Bir taraftan cinslerin
farklılığı diğer taraftan cinslerin birbirlerini tamamladığı, bütünleştirdiği
ve o oranda da mükemmelleştirdiği ortaya konulmaktadır. Zıt yüklü protonlarla elektronların atomu oluşturmalarındaki
mükemmeliyete benzeyen bir mükemmeliyettir bu.
Cinslerin farklılığı ve birlikteliğini mükemmel kılan mekanizma, evlilik kurumudur. Ancak evlilik sayesinde cinsler, birbirleri için sevgi ve merhamet, sükun bulma ve durulma kaynağı olabilirler. Ancak evlilikle şeytanın iğva ve vesveselerine karşı korunabilirler. Kendilerini bazı kötülüklerden sakındırabilirler. Bunun için:
“Onlar (kadınlar) sizin için örtü, sizde onlar için örtüsünüz.” (2 Bakara 187) denerek eşlerin birbirleri için koruyucu rolleri olduğu hatırlatılıyor.
ÖRTÜ KORUYUCU BİR KALKANDIR
Ayetin gerek öncesi, gerekse sonrasındaki ifadelerden,
örtünün koruyuculuk fonksiyonu olduğu, bir güvenlik şeridi oluşturduğu
anlaşılmaktadır.
Örtü (elbise) cinslerin farklılığının en iyi ortaya
konulduğu bir semboldür. Kıyafet genel anlamda bir gruba dahil olmanın sembolik
bir ifadesidir. Askerin polisin elbiselerindeki farklılık, öğrenci
formalarındaki farklılık bir gruba ait olmanın açık beyanıdır. O açıdan kadın
erkek arasındaki kıyafet farklılığı, farklı cinslere ait olmanın bir göstergesi
olmalıdır. Nitekim Hz. Peygamber, kadınların erkeklere, erkeklerin kadınlara
benzer giyim-kuşam, tutum ve tavır içinde bulunmalarını yasaklamıştır.4
Elbise, bir taraftan cinslerin farklılığını ortaya koyarken; diğer taraftan da cinsleri korumak zorundadır. Onun için Allah:
“Ey Ademoğulları, biz sizin çirkin yerlerinizi örtecek bir elbise ve size süs kazandıracak bir giyim indirdik.” (7 Araf 26)
diyerek karşı cinsler arasında var olan cazibe
kuvvetini engelleyecek bir örtüyü insanlar için yarattığını açıklamaktadır.
Elbisenin bir mıknatısın çevresindeki demir tozlarını
kendisine çekmesi için araya konulan engelleyici malzeme gibi bir rolü vardır.
Bu rolü ile cinslerin birlikteliğini, birbirlerini rahatsız etmeden
gerçekleştirir. Bu rolü ile elbise, insanın içinde rahat ettiği, kendini özgür
hissettiği ve güzel hissettiği evi olur. Belki de ilk evidir. Nitekim Araf
26’da elbise ile ilgili hem örtme hem de süs kazandırma ifadeleri yer
almaktadır. Daha açıkçası elbisenin, hem koruyucu hem de güzelleştirici
fonksiyonları vardır.
Nitekim örtünmeye ilişkin önemli Kur’an ayetlerinden olan Ahzab Sûresi 59. ayeti kerimede bu nokta açıkça ifade edilmektedir:
“Ey peygamber, eşlerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına cilbablarından (dış elbiselerinden) üstlerine giymelerini söyle. Onların tanınmaları (özgür ve iffetli) ve eziyet görmemeleri için en uygun olan budur.” (33 Azhab 59)
Cilbab denen vücudu baştan aşağıya örten örtü
hakkındaki tartışmalar değişik kaynaklarda yapılmıştır.5-8
Burada üzerinde durulması gereken örtünün şeklinden
ziyade, nereleri örttüğü ve hangi amaca dönük olarak kullanıldığıdır. Zira, bir
hadiste ifade buyurulduğu gibi, “Dünyada
öyle örtülü kadınlar vardır ki, kıyamet gününde çıplaktır.”9 Yukarıdaki kaynaklarda ortak nokta
cilbab denen örtünün el yüz hariç vücudu kapladığıdır. Kadının vücut hatlarının
görülmesini engellediğidir. Böylelikle kadınların eziyet görmeleri, rahatsız
edilmeleri taciz edilmeleri engellenmiş olmaktadır.
Ayette eziyet görme kavramından önce ifade edilen
‘tanınmaları’ kavramı, giysinin bir gruba dahil
olma anlamında bir sembol özelliği taşıdığıdır. “Tanınıp taciz edilmeme” İslam’ın örtüye kazandırdığı en önemli
anlamlardan biridir. İslamî örtü gerek kadın gerekse erkeğin çevresinde bir
güvenlik kuşağı oluşturmaktadır. Kime karşı güvenlik kuşağı sorusunun cevabı
Ahzab 60’da bulunmaktadır: “Münafıklar,
kalplerinde hastalık bulunanlar ve şehirde kışkırtıcılık yapanlar”. Bugün
başta Laleli, Aksaray olmak üzere İstanbul’un değişik semtlerinde görülen taciz
olaylarının ayetle ifade edilenden farklı bir anlamı var mıdır?
Tanınıp taciz edilmemenin daha da genişletilmiş ifadesini, birbirlerine aid olma, birbirlerine yakışma olarak ele alırsak Allah’ın şu hükmünü daha da iyi kavramış oluruz.
“Kötü kadınlar, kötü erkeklere; kötü erkekler, kötü kadınlara; iyi ve temiz kadınlar, iyi ve temiz erkeklere; iyi ve temiz erkekler, iyi ve temiz kadınlara yaraşır.” (24 Nur 26)
Örtünmedeki sembolizmin bu boyutu önemlidir.
Taciz edilmemenin getirdiği serbestlik ve özgürlük adeta örtü ile özdeşleşmekte, bu bağlamda örtü, kadın serbestliğinin, özgürlüğünün, rahatlığının bir sembolü olmaktadır. Kadın ilk evi olan örtüsünün içinde serbest, bağımsız ve rahattır. Bu bağlamda ilginç bir görüş olarak Paul Gaugın’in anneannesi Flora Tristan’ın 1883 yılında Peru’daki gözlemleri zikredilebilir. Perulu kadınlar o yıllarda, İslam dünyasında çarşaf diye adlandırılan, Saya denilen bir giysi giyiyorlarmış. Flora Tristan, Saya’nın kadınlara sağladığı özgürlüğü şu şekilde özetlemektedir.
“Sayaları altında özgür olan, bağımsızlığının tadını çıkaran ve içinden gelen isteklere göre davranan her canlının sahip olduğu, kendine sonsuz güvenin gerçek huzuru içinde olan bu kadınların, çocukluklarından beri kanun, gelenek, adet, önyargı, moda, kısaca söylemek gerekirse, çevrelerindeki herşey tarafından bir köle durumuna getirilmiş olan Avrupalı kadınlardan, çok daha başka bir düşünce tarzına sahip oldukları kolayca anlaşılır.”10
1717 yıllarında benzer bir gözlemi Lady Nontaga, Osmanlı kadınlarının giydiği ferace için yapmıştır:
“Buradaki kadınların bizlerden daha fazla hürriyete
sahip oldukları kolayca görülecek bir şey.”10
Birbirlerinden kilometrelerce uzaktaki iki ayrı ülke,
iki ayrı toplumun kadınları benzer elbiseleri giymekte; bir başka ülkenin
kadınları ise, bu kadınların kendilerinden daha özgür ve daha rahat olduklarını
itiraf etmektedirler.
Örtünmenin temelinde, karşı cinsler arasındaki cazibe konusunda gayrı meşru yaşama mani olma, daha açık deyişle, zinadan, fuhuştan alıkoyarak toplumsal yapının bozulmasına, sosyal barış ve dayanışmanın yıkılmasına engel olma arzusu vardır. Örtünme bu konuda gerek şarttır, fakat yetmez.
ÖRTÜNME GEREK ŞARTTIR FAKAT YETMEZ
Örtünün yukarıdaki fonksiyonunu icra edebilmesi için
iki önemli şartın yerine getirilmesi gerekir. Bunlardan birincisi insanın
kendisine, iç dünyasına dönük olgunlaşma süreci, ikincisi insanın içinde
yaşadığı ortamın temizliği ve insan iradesini kuvvetlendirecek özelliğe sahip
olmasıdır.
Nitekim Allah, mümin erkek ve mümin kadınlara gözlerini zinadan sakındırmalarını emretmekle doğrudan doğruya müminlerin iç dünyalarına hitap etmekte, örtünün oluşturduğu güvenlik kuşağını zedelememelerini istemektedir.
“Mümin erkeklere şöyle: “Bakışlarını yere indirsinler. (harama çevirmekten kaçındırsınlar). Irzlarını, bellerini korusunlar. Bu onlar için daha arındırıcıdır...
“Mümin kadınlara da söyle: “Bakışlarını yere indirsinler. Irzlarını, eteklerini korusunlar. Süslerini, zinetlerini görünen kısımlar müstesna açmasınlar. Başörtülerini (humur, göğüs) yırtmaçlarının üstüne koysunlar. Süslerini şu kişilerden başkasına göstermesinler....” (24 Nur 30-31)
Allah önce erkeklere, sonra da kadınlara harama
bakmamayı ve ırzlarını korumayı emretmektedir. Demek ki bakma konusunda
erkekler, kadınlardan daha fazla zaafa sahiptirler. Ancak örtünme, süslerini
ortaya koyma konusunda, tersi olması gerekir ki, Allah örtünme ve süslerini
gizleme ile ilgili erkeklere değil de kadınlara hitap etmektedir.
Cazibe konularını kuvvetlendirici, örtü engelini aşıcı bakışlar için Hz. Peygamber sahabelerini uyarmıştır:
“Ey Ali, birbiri ardınca bakma. Birinci bakışın zararı
yoktur ama ikinci bakıştan sonra zararlıdır.”11
Böylelikle İslam, bakışları kontrol altına alıyor.
Dahası Hz. Peygamber, “Gözün zinası
bakıştır; dilin zinası sözdür; elin zinası dokunmaktır; ayağın zinası,
nefsimizin doğrultusunda yürümektir.” buyurarak, müslüman olmanın kendini
kontrol edebilmek olduğunu, müslüman olmanın bir içsel bütünlük olduğunu ortaya
koymaktadır. Müslüman olmak demek, tüm tutum ve davranışlarını kontrol
edebilmek demektir. Bu da Kur’an ve sünnetin tanımladığı bir imani düzeyle, bir
imani değişimle gerçekleşir.
Nitekim ilk yaratılış olayında, Hz. Adem’le eşinin yeryüzüne gönderilişinden sonra Allah’ın Ademoğullarına yaptığı hitapta bu olgunun önemi açıkça vurgulanmaktadır:
“Ey Ademoğulları, biz sizin çirkin yerlerinizi örtecek bir elbise ve size süs kazandıracak bir giyim indirdik. Takva ile kuşanıp-donanmak ise, bu daha hayırlıdır. Bu, Allah’ın ayetlerindendir. Umulur ki öğüt alıp düşünürler.” (7 Araf 26)
Örtünün oluşturduğu güvenlik kuşağının fonksiyonu icra edebilmesi için insanın içinde yaşadığı toplumsal şartların insan iradesini kuvvetlendirici istikamette etkili olması gerekir. İnsan iradesini, iç olgunlaşmayı, gelişmeyi engelleyici dış şartlar güvenlik kuşağını zayıflatabilir. Bunun için Hz. Peygamber:
“Her doğan çocuk, İslam fıtratı üzerine doğar. Ancak ebeveynleri onu Hıristiyan, Yahudi veya Putperest yapar.”
diyerek çevresel koşulların önemine dikkatimizi
çekmektedir.
İnsanın iman düzeyinin ve içinde yaşadığı şartların
insan davranışına etkisinin, iki faktörün etkisini içermesi anlamında, en güzel
örneklerinden biri de Kur’an-ı Kerim’de anlatılan Hz. Yusuf olayıdır.
Hz. Yusuf, evinde hizmetçi olarak çalıştığı Vezir’in karısının ilişki kurma isteklerini reddederek “Allah’a sığınırım. Çünkü O (Kocan), benim efendimdir” demesi konumuz açısından önemlidir. Gerçekte iki farklı cins birbirini arzulamaktadır:
“Andolsun kadın onu arzulamıştı, eğer Rabbinin (zinayı yasaklayan) kesin kanıtını görmeseydi -o da onu arzulamıştı. Böylelikle biz ondan kötülüğü ve fuhşu geri çevirmek için (ona delil gönderdik). Çünkü o, muhlis, gönülden katıksızca Allah’a bağlı, ihlasa erdirilmiş olan kullarımızdandı.” (12 Yusuf 24)
İki karşı cins, birbirini biyolojik olarak arzu etmiş
olmalarına karşılık; inançlarının farklılığı nedeniyle, iki farklı davranış
sergiliyorlar. Biri, zina ederek nefsi arzularını yerine getirmeye; diğeri de,
zinayı redderek imanının kemaline bir zarar vermemeye çalışıyor. Bu olay, iç
olgunluğun insan davranışlarına, güvenlik kuşağına olan etkisini
göstermektedir.
Vezir’in karısının isteklerinde ısrarlı olması, bu konuda Hz. Yusuf’u hapse atmakla tehdit etmesi üzerine; Hz. Yusuf’un endişesi, korkusu, içinde yaşanılan şartların insan davranışı üzerindeki etkisini göstermesi açısından anlamlıdır:
“Yusuf dedi ki: “Rabbim, zindan, bunların beni kendisine çağırdıkları şeyden bana daha sevimlidir. Onların kurdukları düzeni benden uzaklaştırmazsan, onlara eğilim gösterir, cahillerden olurum. Böylece Rabbi, onun duasını kabul etti ve onların hileli-düzenlerini kendisinden uzaklaştırdı. Çünkü o, işitendir, bilendir.” (12 Yusuf 33-34)
Hz. Yusuf,
kadının ısrarı ve baskısı karşısında iradesinin çözülebileceğinden
endişe ederek hapse girmeyi tercih etmiştir ve de girmiştir.
Bugün, Hz. Yusuf’un içinde bulunduğu şartlardan çok
daha kötü şartlar, insanların iradesi üzerine etki etmektedir. İnsanlar,
özellikle kadınlar kozmetik sanayiinin, moda sektörünün ve pazarlama sektörünün
adeta kölesi durumuna getirilmişlerdir. Kadın bir pazarlama, bir tüketim aracı
gibi düşünülmektedir. O sadece ürünlerin teşhiri için karşısındakileri “aşırı
uyarmakla” görevli bir beden, bir ciltten ibaret görülmektedir. Böylece her geçen
gün kadın daha da açıklığa itilmekte tahrik edebildiği, uyarabildiği oranda
itibar görmektedir. Bu da kadının köleleşmesinden başka birşey değildir.
Elbetteki bu köleleştirme hareketine başta kadınlar olmak üzere toplum tepki koyacaktır. Elbetteki bu psikolojik tacize karşı kadınlar, örtüneceklerdir. Seks, şiddet, uyuşturucu ve yolsuzluğun yaygınlaştığı bir ortamda insanların kendilerini korumak için çareler araması kaçınılmazdır. Tüm dünyadaki bu dört ‘baş belasına’ karşı insanların fıtrata, dine yönelmeleri tesadüfi değildir. Şartlar ağırlaştıkça dine yönelme daha da hızlanacaktır. Kadınların güvenlik kuşağı olarak örtüye sahip çıkmaları kaçınılmazdır. Bu fıtrattan gelen kendini korumaya ilişkin bir tepkidir. Bunu gözönüne almayan toplumsal mühendislik çalışmaları hüsranla sonuçlanacaktır.
BAŞÖRTÜ
Nur Sûresi’nin 30 ve 31. ayetlerindeki hitap tarzı,
insan fıtratına dikkatimizi çekmektedir. İstenenler de “Bakışlarını yere
indirmeleri”, “süslerini (zinetlerini), el yüz hariç göstermemeleri”,
“başörtülerini, baş-boyunlarını kapatacak biçimde koymaları” şeklinde yapılan
bir sıralama önemlidir. Bakışların etkisizliği veya bakışların tekrarlanmaması,
karşı cinsin süslerini göstermemesi ve örtünmesi ile bağlantılı olması gerekir.
Örtünme ile ilgili giysiler için, Ahzab 59’da Cilbab,
Nur 31’de Hımar (humur) kavramları
kullanılmaktadır. Ayrı kavramlar kullanılması bunların gördüğü fonksiyonlar
açısından önemlidir. Bu kavramlardan Hımar’ın asıl fonksiyonu baş ve boynu
örtmesidir.5.6.8 Her iki giysiden
beklenen özellik ise Nur 31’de geçen kadının zinetlerini göstermemesidir.
Dolayısıyla farklı coğrafyada, farklı toplumlarda farklı giysiler giyilebilir.
Önemli olan örtünmeden arzu edilen, beklenen güvenlik kuşağını
oluşturabilmesidir.
Gerek Ahzab 59, gerekse Nur 30-31 örtünme (cilbab ve
hımarın kuşattığı anlamındaki bir örtünme) ile ilgili hitabın müminlere olması,
bu anlamdaki örtüyü, müminin kimliğinin bir parçası haline getirir. Bu bağlamda
tesettür mümin bir kadının sembolü olur.
Hitabın mümin diye yapılması, tesettürün bir iç
değişim, kalbi bir dönüşümden sonra gerçekleştirilebileceği anlamına da gelir.
Nitekim tesettüre ilişkin yukarıdaki ayetler, hicretten sonra gelmiştir.
Toplumun imani değişimi; toplumun tutum, davranış, hal ve hareketlerine,
örtünmesine ve ihtiyaçlarını tatmin şekline yansıyacaktır.
Gene bu bağlamda başörtüsü, mümin kadının Rabbi olan
Allah’a bağlılığının ve itaatinin bir ifadesidir. Kutsal ve kutsallığa karşı
duyulan saygının bir sembolüdür.
Hıristiyan kadınların kiliseye giderken başlarını örtmeleri,
Allah’a karşı duyulan bir saygının ifadesi olsa gerekir. Keza ölümle ilgili
olarak ölü sahiplerinin başlarını kapatmaları, yaratıcı olan Allah’ın
affediciliğine, merhametine sığınma anlamında bir teslimiyetin göstergesidir.
Demek ki çok farklı kültür ve inanç sistemlerinde örtü, Allah’a sığınmanın
O’ndan af ve merhamet dilemenin bir işareti olarak kullanılmaktadır.
Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta da; müslüman
olmanın gerek şartını yerine getirenlerin, başörtüsü veya örtünme konusundaki eksikliklerinin onları İslam
dairesi dışına çıkarmadığı gerçeğidir. Bunların İslami terminolojideki
karşılığı kafir değil, günahkârdır. Öyleyse yapılması gereken bu kardeşlerimizi
dışlamamak, bunları kucaklamaktır. Toplumu kamplaştırmak isteyenlerin arzusunun
bunun tersi olduğu unutulmamalıdır. O açıdan böyle bir oyuna gelinmemelidir.
Müminin kimliği durumundaki kılık ve kıyafet, beşeri
mantıkla bakılarak değiştirilemez, tanzim edilemez. Örtünmeyi Kur’an ve
sünnetin tanımladığı bir çerçevenin dışına çekmeye çalışmak bu ülkeye sadece
zaman ve imkan kaybettirir.
Bir toplum, yukarıdan cebri yöntemlerle
şekillendirilemez. Toplumu yukarıdan “cebren ve kanunen” mantığıyla
şekillendirmeye çalışan tüm toplumsal mühendislik girişimleri başarısızlıkla
sonuçlanmıştır. Aksini iddia edenler, III. Selim’den bu yana toplumu
yukarıdan zorla yapılandırma
çalışmalarınınsonuçlarını incelesinler. Her
işi “cebren ve kanunen” halka rağmen yapacağını sananların tümü toprak olmuş;
ama din ve örtü varlığını her geçen gün güçlendirerek devam ettirmiştir.
O açıdan bugün yasalar çıkararak arzuladıkları
toplumsal mühendisliğin gerçekleşebileceğini sananların, tarihe tekrar tekrar
bakmalarında fayda vardır.
Bu toplumun bu kadar tahrik ve aşağılanmayı uzun süre kaldırması mümkün değildir. Toplumu; Hz. Yusuf gibi, “Rabbim, zindan da, ölüm de bunların bizi kendisine çağırdıkları şeylerden daha sevimlidir”, deme noktasına getirmeden toplum mühendisliğine soyunanlar akıllarını başlarına toplamalıdırlar. (Devam edecek)
KAYNAKLAR
1- 2 Bakara 30-38, 7 Araf 11-27
2- 7 Araf 14-15, Hicr 36-38, 17 İsra 62-63, 38 Sad
79-82
3- 20 Taha 117
4- Buhari
Cilt 13, Libas 5922. Bab: 61-62
5- Öztürk. Y.N, Kuran’daki
İslam, Yeni Boyut, İstanbul (1992) s. 529
6- Ateş, S., Kur’an-ı
Kerim Tefsiri, C:4 Milliyet Yayınları, İstanbul, (1995) s. 2089
7- Karaman, H., İslami Araştırmalar Dergisi, Ekim 1991
8- Beşer, F., Fıkıh Açısından Avret ve Örtünme, İslamda Kılık Kıyafet ve Örtünme, İSAV
Yayınları, İstanbul, (1987) s. 93-123.
9- Buhari, c.13, Libas, s. 5893.
10- Aktaş, C. Kılık
Kıyafet ve İktidar, Nehir yayınları, İstanbul (1989), S: 44-45.
11- Ebu Davud,
Nikâh 43.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder