1 Aralık 2023 Cuma

AKSA TUFANI SİYONİZM’İN YENİ ORTADOĞU PROJESİNİ ÇÖKERTME HAREKÂTIDIR

(Umran Dergisi)

                              “Gök kubbenin sahibi, demir kubbenin sahibinden daha kudretlidir!”

                                                                                                                         Ebu Ubeyde

 

Birleşmiş Milletler (BM) tarafından 1948 yılında kendi öz vatanlarında kurulması öngörülen Filistin devleti bugüne kadar kurdurulmamış ve her geçen gün kendi öz toprakları Siyonist İsrail tarafından işgal edilmiştir ve edilmektedir. İsrail, kurbağa haşlama stratejisi ile Filistinlilere uyguladığı zulmü dünyadan gizlemiştir. Dünyanın Filistinlilere uygulanan zulmü görmemesi, işitmemesi ve konuşmaması için en pis psikolojik savaş teknikleri kullanılmakta ve kamuoyu yanıltılmaktadır.

Aksa Tufanı harekâtı HAMAS’ın savunma stratejisi içerisinde taktik bir saldırı olarak bu pis psikolojik savaşı çökertme ve dünya kamuoyunun dikkatini Filistin’de olanlara çekebilme amaçlıdır. Harekât olmasaydı Filistin halkının çektikleri, İsrail’in yaptıkları hiç gündeme gelmeyecek; İslâm dünyası, Yüzyıl Antlaşması ve İbrahim Antlaşması ile narkozlanarak uyutulurken; Filistin halkı ‘haşlanmış kurbağa’ gibi ölüme terk edilecekti. Aksa Tufanı harekâtı, unutturulmak istenen bir davanın öne çekilmesi, dünyanın gündemine sokulması harekâtıdır. Geçen yazıda bu konu ele alınmıştı. Bu yazıda,  yeni Ortadoğu projesi kapsamında katil Benyamin Netanyahu’nun 22 Eylül 2023’te BM’de yaptığı konuşma, Batı Şeria’yı ilhak planı ve İbrahim Antlaşması gerek İslâm dünyasının gerekse dünyanın nasıl bir tehlike ile karşı karşıya olduğu olgusu ele alınıp değerlendirilecek, analiz edilecektir.

“Yeni Ortadoğu”

22 Eylül 2023 tarihinde İsrail Başbakanı Netanyahu 78. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Filistin’i yok sayan, yeni Ortadoğu merkezli bir konuşma yapmıştır. Netanyahu, BM’de Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Mısır, Sudan ve Ürdün’ün yeşil renkte gösterildiği yeni Ortadoğu haritası göstermiş ve İsrail’in öngördüğü “Yeni Ortadoğu Planı” haritasına göre Ortadoğu’nun şekillendirileceğini ifade etmiştir. (Şekil 1) Netanyahu’nun Yeni Ortadoğu haritasında Filistin diye bir devlet yoktur.

 

 Şekil 1: Netanyahu’ya Göre “Yeni Ortadoğu Haritası”[1]

Netanyahu’nun BM’deki konuşması ana hatları ile aşağıdaki gibi özetlenebilir: “Hindistan’dan Avrupa’ya uzanacak olan ve İsrail’den geçmesi planlanan yeni ekonomik koridor oluşturulacak.” “Riyad ile normalleşme antlaşması imzalanabilecek.” “İsrail ile Suudi Arabistan arasındaki barışın tarihî bir eşikte olduğuna inanıyorum.” “İsrail ve Suudi Arabistan arasındaki barış yeni bir Ortadoğu oluşturacak.” “İsrail’in 2020’de Arap ülkeleriyle imzaladığı antlaşmalarla normalleşme sürecine girilmiştir. İsrail’in daha fazla Arap ülkesiyle normalleşme antlaşması imzalaması sayesinde Filistinlilerle barış sağlanabilecektir.” “Yeni bir barış çağının başlangıcını müjdeliyorum.” “Filistinliler bu harekete karşı çıkmamaları gerekir.” “Böyle bir barış, Arap-İsrail çatışmalarının bitmesine katkı sağlayacaktır.” “Diğer Arap devletlerini de, İsrail ile ilişkilerini normalleştirmeye teşvik edecektir.” “Filistin lideri Mahmut Abbas’ın dünkü BM Genel Kurulu’ndaki konuşmasında, ‘Ortadoğu’da Filistin devleti olmadan barış olamayacağı’ yönündeki ısrarlı ifadesini reddediyorum.” “Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas, Yahudi Soykırımı’nı inkâr etmekte ve ‘antisemitik’ söylemde bulunmaktadır.” “Ben uzun zamandan beri Filistinlilerle bir barış antlaşmasını arzu ettim. Filistinlilere, İsrail’in Arap ülkeleriyle yeni barış antlaşmalarına karşı veto hakkı verilmemeli. Filistinliler bu süreci veto etmeden barışın genişletilmesinden yararlanabilir.”  “Hiçbir şey aynı olmayacak.” “Eski ABD Başkanı Donald Trump döneminde Arap ülkeleriyle İsrail normalleşme antlaşmaları imzalamıştır.” “ABD Başkanı Joe Biden’ın liderliğinde de Suudi Arabistan ile normalleşme antlaşması imzalayabileceklerdir.” “Uluslararası toplum, İran’ın saldırılarına karşı kayıtsız kalmıştır.” “İran’ın nükleer emellerini sürdürmesine rağmen yaptırımlar gevşetilmiştir.”  “İran’ın nükleer emellerine karşı ikna edici bir tehdit sunulmalı. Ben İsrail Başbakanı olduğum müddetçe, İran’ın nükleer silah elde etmemesi için elimden geleni yapacağım.”[2]

Sorulması gereken temel soru şudur: Netanyahu BM’de “Yeni Ortadoğu” başlıklı bir konuşma yapma cesaretini kimden, nasıl almıştır? “Yeni Ortadoğu” kavramı, ABD eski Başkanı Trump tarafından Yüzyıl Antlaşması ile başlatılan ve İbrahim Antlaşması ile devam ettirilen süreçte sıkça kullanılan bir kavram olmuştur. 15 Eylül 2020 tarihinde İbrahim Antlaşması’nın imzalanması töreninde ABD’de, Beyaz Saray’da, balkon konuşmasında “Yeni bir Ortadoğu’nun şafağındayız!” ifadesini kullanarak Ortadoğu’ya yeni bir şekil verileceğine vurgu yapmıştır: “Bölgedeki tüm ülkelerin barış ve refah içinde yaşaması için tarihi adım.” “On yıllardır devam eden bölünme ve çatışmanın ardından yeni bir Ortadoğu’nun şafağındayız. Bugün tarihin gidişatını değiştirmek için buradayız.” “Yeni bir Ortadoğu kurulmaktadır.” “25 yıldır ilk kez böyle bir antlaşma yapılıyor.”[3]

ABD eski Başkanı Trump’ın konuşmasına, Yüzyıl Antlaşması’na, İbrahim Antlaşması’na ve “bazı Arap ülkeleri ile yaptığı girişimlere” güvenerek Netanyahu, BM’de “yeni Ortadoğu planı” sunmuştur. Bu tutum densizliğin, kibrin, saldırganlığın zirveye tırmandığının, aynı zamanda yakın gelecekte yapacakları sessiz, pis operasyonların bir göstergesi idi.

Mevcut Ortadoğu’yu kastederek “Hiçbir şey aynı olmayacak!” tarzındaki tehdidini göz önüne aldığımızda Suriye-Lübnan-Irak-Türkiye hattında bazı provokasyonların ve operasyonların yapılabileceğini, buna doğru bir gidiş olduğunu söyleyebiliriz.

Türkiye’nin SİHA’sının ABD tarafından düşürülmesi, Suriye’de bazı bölgelere yapılan saldırılar, Batı Şeria’da “yerleşimci” adı altındaki işgaller, “yeni Ortadoğu haritası” çizme girişimlerinin birer parçası şeklinde değerlendirilmelidir. Özellikle bu son zamanlarda olanlar, “Büyük Ortadoğu”, “Büyük İsrail”, “Kaos”, “Şehir Devletleri”, “Tek Dünya Devleti” ve “3. Dünya Savaşı” projelerinin yürürlüğe sokulmaya çalışılmasının tezahürleri olarak da ayrıca analiz edilmelidir.

Netanyahu’nun hem “Filistin lideri Mahmut Abbas’ın ‘Ortadoğu’da Filistin devleti olmadan barış olamayacağı’ yönündeki ısrarlı ifadesini reddediyorum.” demesi hem de “Filistinlilere, İsrail’in Arap ülkeleriyle yeni barış antlaşmalarına karşı veto hakkı verilmemeli.” demesinin tek bir anlamı vardır. Bu yaklaşımı ile Netanyahu hem Filistin devletini hem de Filistinlilerin varlığını inkâr etmektedir.

Filistin Devlet Başkanlığı Sözcüsü Nebil Ebu Rudeyne, Netanyahu’nun BM Genel Kurulu’nda yaptığı bu fütursuz, ahlaksız konuşmasında planlanan pis oyundaki bazı ihtimalleri öne çekerek ciddi bir tepki göstermiştir: “Filistin halkının rızası olmadan, uluslararası kararlar ve Arap Barış Girişimi doğrultusundaki talepleri gerçekleşmeden bölgede barış ve istikrar olmayacak. Barış Filistin’le başlar. İstikrar, Filistin halkının meşru ulusal haklarını elde etmesi ve başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız Filistin devletini kurmasıyla sağlanır. O olmadan bölgede barış, güvenlik ve istikrar olmaz.”[4] 

Bu durumda Aksa Tufanı harekâtı, bu pis oyunu ve tezgâhı bozma, tüm İslâm dünyasını uyandırma operasyonu şeklinde değerlendirilmelidir. Aksa Tufanı harekâtı, 7 Ekim 2023 tarihinde gerçekleşmiştir. Bu tarih, İsrail için geleneksel olarak özel kutlamaların yapıldığı bir gündür. HAMAS böyle bir günü seçerek Aksa Tufanı harekâtıyla, İsrail’e çok önemli bir mesaj vermiştir. Kanaatimizce asıl mesaj, 22 Eylül 2023 tarihinde Netanyahu’nun 78. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Filistin’i yok sayan “yeni Ortadoğu” konuşması ile ilgilidir.

Aksa Tufanı, her türlü tehlikeyi ve sonucu göz önüne alarak Filistin’i satan Batı Şeria’yı ilhak projesini, İbrahim Antlaşması’nı ve Yüzyıl Antlaşması’nı parçalama, yürürlüğe girmesini engelleme, tüm dünyayı, özellikle de İslâm dünyasını uyandırma operasyonudur. Bu mesaj, tüm dünya insanlığına ulaşmış ki küresel bir intifada ile İsrail karşı karşıya gelmiştir. Aksa Tufanı, Filistinleri tamamen yok varsayan, topraklarından koparıp silecek olan antlaşmaların yaşayamayacağını, Filistinlerin hakkı verilmeden, Filistinsiz yeni bir Ortadoğu’nun olamayacağını gözler önüne serme operasyonudur. Ortadoğu’da Filistin yoksa barış da yoktur; İsrail de olamayacaktır.

Batı gözlerini, kulaklarını kapasa da, dilini bağlasa da sonuç değişmeyecektir.  Aksa Tufanı harekâtının amacını ve stratejisini daha iyi anlayabilmek için öncelikle İbrahim Antlaşması’nın ve antlaşma ile çizilen şeytani ittifakın “kurbağa haşlama stratejisinin” çok iyi analiz edilmesi gerekmektedir.

İbrahim Antlaşması

ABD eski Başkanı Trump, ABD’deki gelecek seçimleri kazanabilmek için ülkesindeki Siyonist mekanizmanın desteğini almak istiyordu. Bu amaçla dikkatini Ortadoğu coğrafyasına çevirerek mevcut sorunları burada en büyük sorun olan İsrail’i, İsrail’in lehine olacak tarzda çözmeyi ve Ortadoğu’da yeni bir yapılanmayı gerçekleştirmek istemiştir. Öncelikle Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan etmiş, ABD Büyükelçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’e taşımıştır.  Trump, damadı ve başdanışmanı Yahudi Jared Kushner’i görevlendirerek İsrail ile Ortadoğu’daki ülkeler arasında barış antlaşmaları yapılması için bir strateji geliştirilmesini istemiştir. Yüzyıl Antlaşması ile başlatılan süreç, İbrahim Antlaşması ile devam ettirilmiştir.

Trump’ın damadı, Ortadoğu’da önce Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve ardından da Bahreyn ile bir seri görüşme yaparak bir altyapı hazırlamıştır. Gelinen noktada İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn arasında, ABD’nin arabuluculuğunda adına İbrahim Antlaşması dedikleri bir antlaşma, 15 Eylül 2020 tarihinde ABD’de Beyaz Saray’da yapılan bir törenle, antlaşmanın İngilizce, İbranice ve Arapça nüshaları imzalanarak hayata geçirilmiştir. ABD Başkanı Trump’ın nezaretinde İsrail adına Başbakan Benyamin Netanyahu, BAE adına Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayed el-Nahyan ve Bahreyn adına Dışişleri Bakanı Abdullatif bin Raşid ez-Zayani antlaşmayı imzalamıştır. Dikkat çeken bir husus ise antlaşmanın imzalanmasında İsrail’in başbakan seviyesinde, BAE ve Bahreyn’in ise dışişleri bakanları seviyesinde temsil edilmesidir. Medyada yer aldığı şekliyle İsrail’in bu iki ülke ile ilgili yaptığı antlaşmalarda bazı farklı ifadelerin kullanılması dikkat çekmiştir. BAE ile ilgili metinde “Barış, diplomatik ilişkiler ve tam normalleşme”, Bahreyn ile ilgili olan metinde ise “tam diplomatik ilişki” ifadelerine yer verilmiştir. Bu, ülkelerin aralarındaki ilişki ve samimiyetin bir göstergesi şeklinde değerlendirilmelidir.

İbrahim Antlaşması ile ilgili gerek Beyaz Saray’da ve gerekse antlaşmanın öncesi ve sonrasında değişik yer ve zamanda yöneticilerin yaptıkları konuşmalar, İbrahim Antlaşması’nın amaçlarını, hedeflerini ve muhtevasını kısmen de olsa ortaya koymaktadır. Antlaşmanın muhtevası bütün boyutları ile açıklanmış değildir. Gizli maddelerin olup olmadığı bilinmemektedir. O nedenle antlaşmanın değerlendirilmesi, değişik zamanlardaki konuşmalar ve tartışmalar üzerinden yapılabilecektir. Bu konuşmalar ana hatları ile aşağıda verilmektedir.

Dönemin ABD Başkanı Trump şunları söylüyor:  “Bölgedeki tüm ülkelerin barış ve refah içinde yaşaması için tarihi adım…” “On yıllardır devam eden bölünme ve çatışmanın ardından yeni bir Ortadoğu’nun şafağındayız. Bugün tarihin gidişatını değiştirmek için buradayız.” “25 yıldır ilk kez böyle bir antlaşma yapılıyor. Daha önce iki ülke (Mısır ve Ürdün) imzalamıştı. Sadece bir ayda 2 ülke daha ekledik.” “İsrail’in artık izole olmadığını düşünüyorum.” “5-6 ülkenin daha İsrail’le ilişkileri normalleştirme antlaşmalarına katılabileceğini düşünüyorum…” 5-6 ülkenin daha çok süratle katılmasını sağlayacağız, hâlihazırda onlarla görüşüyoruz.” 

 “Tez zamanda başka ülkeler de katılacak.” “Bu antlaşmaların, bölgenin tamamı için kapsamlı Ortadoğu barış antlaşmasının temelini oluşturmasını umuyorum.” “Bu antlaşma, daha barışçıl ve müreffeh bir Ortadoğu için önemli bir adım. Şimdi buzlar çözüldü. Daha fazla Arap ve Müslüman ülkenin BAE’yi takip etmesini bekliyorum.” “İsrail ve BAE arasındaki ilişkilerin tamamen normalleşmesi için antlaşmaya varıldı.”  “Yahudilerle Arapların düşman olduğu ve Mescid-i Aksa’nın saldırı altında olduğu yalanlarının nesilden nesile aktarılması, bölgede ve tüm dünyada terör ve şiddetin yayılmasına yol açtı.”

 “Varılan bu antlaşmalar, bölgedeki halkların geçmişin başarısız yaklaşımlarından kurtulmalarını sağladı.” “İsrail, BAE ve Bahreyn karşılıklı büyükelçiler atayacaklar, turizmden ticarete, sağlıktan güvenliğe kadar geniş yelpazedeki sektörlerde güçlü iş birlikleri ve ortaklıklar kurmaya başlayacaklar... Onlar dostlar... Dubai ve Tel Aviv arasında uçuşlar açılacak.” “İbrahim Antlaşması, tüm dünyadaki Müslümanlara İsrail’deki kutsal mekânları ziyaret etme ve Mescid-i Aksa’da barış içinde ibadet etmenin de kapılarını açtı.” “Başkanlık görevine geldikten sonra ilk yurt dışı ziyaretim kapsamında, 54 Arap ve Müslüman ülkenin liderleriyle Suudi Arabistan’da bir araya gelmiş, oradaki konuşmamda söz konusu ülkelere birlik olma çağrısı yapmıştım...”  

“Bugünün dünyasında Ortadoğu ülkeleri iş birliğini, çatışmaya tercih ediyor. Bu ülkeler Araplar, İsrailliler, Müslümanlar, Yahudiler ve Hristiyanların uyum ve barış içinde birlikte yaşayabileceği, ibadet edebileceği, yan yana hayal kurabileceği bir geleceği seçiyor.” “Seçimi kazanırsak İran’la harika bir antlaşma yapacağımızı sanıyorum.”  “İran çok mutlu olacak.”  “3-4 antlaşma daha yapabiliriz. Sadece halletmemize bakar.”  “Suudi Arabistan Kralı ile konuştum ve harika bir sohbet ettik ve orada da olumlu şeyler olacağını düşünüyorum.”

İsrail Başbakanı Netanyahu şunları söylüyor: Hepimizin karşı karşıya olduğu çok sayıda meydan okuma ve zorluğa karşın, tüm bunlara rağmen, bir an durup bu kayda değer günü takdir edelim.”  “Tarihî dönüm noktasındayız, barış için yeni bir şafaktayız.” “Bu tarihî bir gün!” “Yahudi halkı binlerce yıl barış için dua etti, Yahudi devleti de onlarca yıldır barış için dua ediyordu.” “Ortadoğu’daki İsrail dostlarına Esselamualeyküm…” “Başkanı (Trump) duydunuz, daha pek çok ülke barış için sıraya giriyor.”  “Bu birkaç yıl önce hayal edilemezdi. Ancak kararlılık ve barışın nasıl yapılabileceğine yönelik yeni bir bakış açısıyla bu başarıldı.”  “Bölgeye yeni bir çehre getirdik, bunu başardınız. Teşekkürler Sayın Başkan.”

“Bu antlaşmanın diğer Arap ülkelerine de yayılacağını ve nihayetinde Arap-İsrail çatışmasını kalıcı olarak bitireceğini umuyorum.” “Antlaşmanın faydaları tüm ülkelerin yurttaşlarına ulaşacak, bu halklar arasında bir barıştır.”  “İsrail’i güçlü yapmak için çalıştım. Tarih bize gücün güvenlik getirdiğini, gücün müttefikler getirdiğini ve Sayın Başkan sizin de her zaman dediğiniz gibi nihayetinde gücün barış getirdiğini öğretti.”

BAE Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayed el-Nahyan şunları söylüyor: “Barışı seçtiği ve Filistin topraklarının ilhakını durdurduğu için Netanyahu’ya teşekkür…” “Bugün Ortadoğu için daha iyi bir yol yaratacak yeni bir eğilime tanıklık ediyoruz. Yansımaları bölgenin tamamında yankılanacak. Herkes daha müreffeh ve güvenli bir gelecek için can atıyor.” “Barış bizim kılavuz ilkemiz. Barıştan başka her yol, yıkım ve fakirlik olacaktır.” “Bu antlaşma Filistin halkının yanında durmaya devam etmemizi sağlayacak, istikrarlı ve huzurlu bir bölgede bağımsız bir devlet kurma umutlarını gerçekleştirmelerini sağlayacaktır.”  “Bu antlaşma, daha önce Arap ülkelerinin İsrail ile imzaladığı antlaşmalarla uyumlu. Ortadoğu’nun tamamına yayılmasını ve bölgeye barış getirmesini bekliyoruz.”

Bahreyn Dışişleri Bakanı Abdullatif bin Raşid ez-Zayani şunları söylüyor: “Bahreyn, Netanyahu ile hükûmetinin barışa yönelik adımlarını memnuniyetle karşılıyor.” “Ortadoğu çok uzun zamandır çatışma ve karşılıklı güvensizlik yüzünden geri kaldı. Artık bunu değiştirme fırsatı elde ettiğimize ikna oldum.” “Bugün Washington’da imzalanan antlaşma, Ortadoğu için bir umuttur. İsrail-Filistin çatışmasına adil, kapsamlı ve iki devletli bir çözüm kalıcı bir barışın temeli olabilir. Bugün böyle bir yolun mümkün olabileceğini ve gerçekçi olduğunu gösterdik.[5]

Konuya ilişkin sorumluların konuşmalarını ana hatları ile yukarıya almamızın sebebi, okuyucuya meseleye farklı açılardan bakabilme imkânını sunabilmektir. Yukarıdaki konuşmaların her birini ele alıp yorumlama ve değerlendirme imkânımız ve yerimiz yoktur. Genel bir değerlendirme yapacağız.

Yukarıdaki konuşmalarda satır aralarında zikredilen ve fakat tehlikeli olan bazı noktaları öne çekerek Aksa Tufanı harekâtının ana amacını ortaya koymaya çalışacağız.

Yapılan antlaşmaya İbrahim Antlaşması denmesinin özel bir anlamı ve mesajı vardır.  İbrahim Antlaşması, Filistin meselesini unutturma ve Filistin’i ilhak ederek işgal etme ve Filistin devletini yok etme operasyonunun kilometre taşıdır. “Yeni Ortadoğu”da Kudüs ve Mescid-i Aksa İsrail’indir. Arap Birliği kendi içinde parçalanmış, bir ve bütün hareket edememektedir. İsrail’le imzalanan antlaşmaların ana hedeflerinden biri, Türkiye ve İran’a karşı bir cephe oluşturmaktır. Antlaşmaların ana hedefi “Yeni Ortadoğu”da “Arap-İsrail-NATO Projesini” hayata geçirerek Büyük Ortadoğu Projesine (BOP) ve Büyük İsrail Projesine (BİP) altyapı hazırlamaktır. İbrahim Antlaşması silah sektörünün ekmeğine yağ sürmüştür. 

Antlaşmada üç semavi dinde ortak payda olarak yer alan Hz. İbrahim peygamberin isminin kullanılması, kurbağa haşlama stratejisinin önemli bir boyutudur. Bu psikolojik savaş taktiği ile, antlaşmaya karşı çıkmak isteyen Müslümanların ve Hristiyanların önü kesilmek istenmiştir. İbrahim peygambere Yahudi inancında yüklenen anlam ile Kur’ân’da yüklenen anlam birbirinden farklıdır. Bu konunun Yeşaya Kehanetleri de göz önüne alınarak ayrıca incelenmesi gerekmektedir.

İbrahim Antlaşması, Filistin meselesini unutturma, Filistin’i ilhak ederek işgal etme ve Filistin devletini yok etme operasyonunun kilometre taşıdır. Yüzyıl Antlaşması ve ardından gelen İbrahim Antlaşması ile ilgili sürece, yapılan konuşmalara ve girişimlere bakıldığı zaman bu antlaşmaların bir diğer boyutu da Filistin meselesini unutturup kurbağa haşlama stratejisine uygun olarak zamanla Filistin devletini ve halkını tasfiye etmek, başta Filistin toprakları olmak üzere “Nil’den Fırat’a kadar olan coğrafyayı” işgal etmektir.

İbrahim Antlaşması ile ilgili Trump’ın damadı Jared Kushner ile yaptıkları görüşmelerde Netanyahu, Batı Şeria’daki İsrail yerleşimlerini ve Ürdün Vadisini 1 Temmuz 2020’ye kadar ilhak etmek istediğini açık bir şekilde söylemiştir. Böylece “İsrail yerleşimlerinin olduğu Batı Şeria’nın yaklaşık 3’te 1’lik bölümünü İsrail ilhak edecekti.”

Madrid Konferansı’nda (1991) Mısır’ın/Ürdün’ün İsrail’le yapacağı antlaşmada “barış olabilmesi için İsrail’in işgal ettiği topraklardan çekilmesi gerekir” fikri, nirengi noktası olmuştu. Bu yaklaşım tarihe, “barış karşılığı toprak” ilkesi diye geçmiştir. Bu ilkeye göre, “İsrail’in 1967’de işgal ettiği topraklardan çekilmesi, başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız Filistin devleti kurulması öngörülmüştü.”[6]

Madrid Konferansı’ndaki “barış karşılığı toprak” ilkesini göz önüne alan Kushner, ilhak olayına Mısır, Ürdün ve Körfez ülkelerinin karşı çıkacağını, bunun da BAE ve Bahreyn gibi Arap ülkelerini olumsuz etkileyeceğini ifade ederek karşı çıkmış ve Trump’ı devreye sokarak Netanyahu’nun ilhak isteğini erteletmiştir.[7] Netanyahu İbrahim Antlaşması’nın imzalanabilmesi için ilhak isteğinden vaz geçmemiş ve fakat ilhak isteğini belirsiz bir zamana ertelemiştir. Yol boyu bunu söylemekten de geri kalmamıştır.[8] İlginç olan BAE ve Bahreyn’in İbrahim Antlaşması’nı imzalamalarının temel nedenlerinden birinin, “İsrail’in daha önce ilan ettiği Batı Şeria’daki İsrail yerleşimlerini ve Ürdün vadisini ilhaktan vazgeçirmek” olduğudur. BAE hükûmetinin yaptığı açıklamada, “İsrail Batı Şeria’da bazı bölgeleri ilhak planından derhal vazgeçecek (immediately stops)” ifadesi kullanılırken; İsrail tarafının yaptığı açıklamada “ilhak geçici olarak durdurulacak (suspend)” tabiri kullanılmıştır.[9]

Netanyahu, “Batı Şeria topraklarına yönelik ilhak planında bir değişiklik olmamış; sadece Trump’ın ricası üzerine bazı bölgelerin ilhakını geçici olarak askıya aldığını, dondurduğunu” açıklamıştır.[10] Netanyahu daha da ileri giderek, bölgedeki çözüm sürecinin temel aldığı “barış karşılığında toprak” ilkesinin Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile imzalanan normalleşme antlaşmasıyla ortadan kalktığını; Batı Şeria’daki bazı toprakların  ilhak edilmesi planından vazgeçmediğini açık bir şekilde söylemekten de çekinmemiştir:  “İlhak meselesinin plana (ABD’nin Yüzyılın Antlaşması Planı) dâhil edilmesi konusunda ısrar eden benim. Bu planda da hiçbir değişiklik olmadı. Başkan Donald Trump da bu plana bağlı. Ben de müzakerelerin bu temelde olması konusunda kararlıyım.” “Barışın topraklardan çekilmeyle (barış karşılığı toprak) tesis edilebileceği inancı artık yok, öldü. Bu inanç, gerçek barış, barış karşılığı barış, güçten doğan barış inancıyla değiştirildi. Artık bunu geçerli kabul ediyoruz.”[11]

ABD Başkanı Donald Trump, Netanyahu’nun yaptığı bu açıklamanın ardından yaptığı açıklamada, “İlhak planının ertelendiğini ancak planda bir değişiklik olmadığını” belirtmiştir.[12]

Netanyahu, “Bugünün atılımları yarının standartları olacak ve diğer ülkelerin İsrail’le ilişkilerini normalleştirmelerinin yolunu açacak.” “Filistinlileri beklemek zorunda kalsaydık, sonsuza kadar beklerdik.”[13] tarzında yaptığı konuşma ile tavrında, düşüncesinde bir değişiklik olmadığına ısrarla vurgu yapmıştır.

İlginç olan, bütün bu tartışmalar yapılırken taraflardan hiçbirinin, İbrahim Antlaşması’nda konuya ilişkin herhangi bir maddenin olup olmadığını resmen açıklamamasıdır. Ancak medyadaki bilgilere göre İbrahim Antlaşması’nın herhangi bir yerinde “İsrail’in, Batı Şeria’yı hukuken ilhak etmeyi iptal ettiğine, hatta ertelediğine ilişkin hiçbir hüküm bulunmamaktadır.” Dahası İbrahim Antlaşması’nda, “İsraillilerin Filistinlilerin durumunu iyileştirmek için yapması gerekenlerle” ilgili hiçbir hüküm de mevcut değildir.[14] “İsrail’in daha önce ilan ettiği Batı Şeria’daki İsrail yerleşimlerini ve Ürdün Vadisini ilhak” etmekten Netanyahu vazgeçmiş değildir. Ertelenmesinin de İbrahim Antlaşması ile ilgisi yoktur. Sebepleri çok daha farklıdır.[15]

İbrahim Antlaşması, İsrail’in Filistinlilere karşı tavizde bulunmama kabiliyetini daha da güçlendirmiş, hatta zulüm yapmada elini kuvvetlendirmiştir. Bu dönemde İsrail’in zulüm mekanizması, kurbağa haşlama stratejisine uygun şekilde hayata geçirilmiştir. İsrail yönetimi zulmüne; “yerleşimci” adı altında getirdiği göçmenleri silahlandırarak Filistinlilerin mallarına, mülklerine el koyarak, onları göç ettirerek, İsrailli göçmenlere yeni yerleşim bölgeleri inşa ederek Batı Şeria’yı paramparça ederek; işgal altındaki ve mülteci kamplarındaki Filistinlileri vatandaşlık haklarından, özgürlüklerinden mahrum bırakarak ilhaka gayri resmî bir şekilde devam etmiştir.  Aksa Tufanı adaletsizliğe, zulme dur deme ve arka planda yapılan zulmü ve bu zulmün işbirlikçilerini ifşa etme ve çökertme harekâtıdır. 

“Yeni Ortadoğu”da Küdüs ve Mescid-i Aksa İsrail’in Olacak

Trump ve ABD Dışişleri Bakanlığı Bölge Sözcüsü Geraldine Griffith’in konuya ilişkin yaptığı açıklamaları değerlendirmek gerekmektedir. Trump şöyle diyor: “Barışçıl Müslümanlar, Kudüs’teki Mescid-i Aksa dâhil olmak üzere İsrail’deki tarihî mekânları ziyaret edebilecek.” ABD Dışişleri Bakanlığı Bölge Sözcüsü Geraldine Griffith ise “Bu antlaşmayla birlikte radikallerin artık mazereti kalmadı. Çünkü antlaşma, Dubai ve Abu Dabi’deki Müslümanların gelmesine, İsrail’i barış içinde ziyaret etmesine ve aynı şekilde Mescid-i Aksa’da namaz kılmasına izin verecek.” diyor.

Bu ifadeler Kudüs ve Mescid-i Aksa’nın İsrail’e ait olduğunun çok açık beyanı olup İbrahim Antlaşması’nı imzalayanların yüzüne baka baka söylenmiştir. Onlar da bunu kabul etmişlerdir.

Her ikisinin ifadelerinde, Filistinlilerin isminin geçmemesi dikkat çekicidir. Şu an Filistinli Müslümanlar, Mescid-i Aksa’ya izin verildiği sürece gidebilmekte, ezan okuyabilmekte ve namaz kılabilmektedirler. Fiilen Kudüs ve Mescid-i Aksa İsrail işgali altındadır. Trump ABD Büyükelçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’e taşımakla işgal hareketini onaylamış ve desteklemiştir. Bunu yapan Trump, İbrahim Antlaşması için “Bölgedeki tüm ülkelerin barış ve refah içinde yaşaması için tarihî adım” derken yüzü hiç kızarmamış ve utanmamıştır. Başta Suriye, Yemen ve Libya olmak üzere tüm Ortadoğu’da dökülen kanların müsebbibi bizzat kendileridir. Nitekim bundan dolayıdır ki bu coğrafyada işlenen cinayetlerden, dökülen kanlardan hiç bahsetmemekte, durmasını da istememektedir. 

Yüzyıl ve İbrahim Antlaşmalarına Göre Filistinli Mülteciler Vatanlarına Dönemeyecek

“13 Eylül 1993’te, ABD Başkanı Bill Clinton’ın arabuluculuğunda dönemin İsrail Başbakanı İzhak Rabin ve Filistin Kurtuluş Örgütü müzakerecisi Mahmut Abbas arasında Oslo Mutabakatı imzalanmıştır.”[16] Filistin Yönetimi, Oslo Antlaşması’nı imzalayarak hem İsrail’i tanımış, ona meşruiyet kazandırmış hem de İsrail’in Filistin toprağının yüzde 78’i üzerindeki hâkimiyetini kabul edip kendisine Filistin topraklarının %22’sini yeterli görmüştür.[17] Bugün İsrail “yerleşimci projesi” adı altında bir işgal hareketini başlatmış, Batı Şeria’da 15 yerleşim bölgesi kurarak fiilen işgal etmiş; Filistin’e ait %22 olan toprakların bir kısmını böylece kendine mal etmiştir. Ayrıca 20 civarında yeni yerleşim bölgeleri inşa etme projesini yürürlüğe sokmuştur.  Oslo Antlaşması’nın kabul ettiği 2 devletli çözüm bugüne kadar gerçek anlamda hayata geçirilememiştir. İsrail, Arap Birliği’nin 2002’de ortaya koyduğu “Barış İnisiyatifi”ni de kabul etmemiştir.

Yüzyıl ve İbrahim antlaşmaları kapsamında yabancı ülkelerde yaşayan mültecilerin kendi vatanlarına dönmesi engellenmektedir. Bu konuda Trump’ın planı, sığınmacıların, bulundukları ülkelerde yerleştirilmesi şeklindedir. Söz konusu ülkelerin bunu kabul etmesi durumunda kendilerine parasal destek verilecektir. Bu bağlamda “Ürdün’e 6 milyar, Mısır’a 7 milyar, Lübnan’a da 3,5 milyar dolar” yardım öngörülmektedir.[18]

BAE ve Bahreyn’in İsrail ile İlişkileri

BAE ve Bahreyn İbrahim Antlaşması’nı İsrail’in Filistin topraklarını ilhak etmesini engellemek için imzaladıklarını yol boyu seslendirmişler ve ilhakı engellediklerini hep iddia etmişlerdir. İsrail’in ilhak projesinin iptal edildiği olgusunun doğru olmadığı yukarıda ele alınmıştır. Bu olgu tamamen yanlıştır. İptal ile ertelemeyi aynı bağlamda değerlendirerek kendilerini savunmuşlardır.

Asıl sorun, bu ülkelerin İsrail ile ilişkileri gerçekten de İbrahim Antlaşması sürecinde mi başlayıp devam etmiştir yoksa bir arka planı var mıdır? 1991’de Madrid’de yapılan Arap-İsrail görüşmelerinin başlangıcında bazı Körfez ülkeleri bulunmuşlardır. İsrail ile Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) arasındaki Oslo sürecinde masada yer almışlardır. “1990’lı yıllardan bu yana İsrail ile Birleşik Arap Emirlikleri, çoğunluğu gizli olmakla beraber pek çok çalışma yapmışlardır.” 2011 “Arap Baharı” sürecinde ortak hareket etmişlerdir. İsrail BAE’yi, Bahreyn Mısır’daki 2013 darbesini desteklemişlerdir. BAE, yaklaşık on yıldır doğrudan İsrail’den, “askerî malzeme” satın almaktadır. Özellikle bölgede etkin olabilmek için “en son teknolojilere sahip casusluk teçhizatları” almak için çalışmalar yapmaktadır.

Netanyahu’nun Likud Partisi’nden en az üç İsrailli bakan 2014 yılında kamuoyunun gözü önünde BAE’ye resmî ziyarette bulunmuştur. İsrail, 2015’te BAE’nin başkenti Abu Dabi’de Uluslararası Yenilenebilir Enerji Ajansı’na bağlı bir diplomatik büro açmıştır.[19] BAE ve İsrail, 2016 yılında ortak askerî tatbikatlar düzenlemişlerdir.[20] İsrail Körfez ülkeleri ile ekonomik ve kültürel ilişkileri geliştirmeyi 2018 yılında başlatmıştır.[21] İlk defa İsrail’i tanımayan bir Arap ülkesine, BAE’ye İsrail Kültür ve Spor Bakanı Miri Regev, İsrail Judo Millî Takımı ile gitmiştir. Abu Dabi’yi ve Şeyh Zayed Cami-i Kebir’ini gezmiştir. İsrailli sporcunun birinci gelmesinden dolayı, daha önce yasaklanmış olan, “İsrail Millî Marşı HaTikva okunmuş ve İsrail bayrağı spor salonunda sergilenmiştir.”[22]

Dolayısıyla, İbrahim Antlaşması böyle bir sürecin sonucudur. Antlaşma kapsamında, “Karşılıklı olarak büyükelçiliklerin açılması, ekonomik, bilimsel ve kültürel alanlarda iş birliği yapılması” öngörülmektedir. İsrail, İbrahim Antlaşması’nı Ortadoğu’daki başka ülkelere de girebilmenin sıçrama tahtası yapmak istemiştir. Zamanlaması ABD ve İsrail’deki seçimlerle ilgili olabilir. Gerçekte bir “uyutma, uyuşturma ve haşlama” harekâtıdır. Aksa Tufanı ise, böyle bir ihanet hareketinin ifşa edilmesi ve çökertilmesi harekâtıdır.

İbrahim Antlaşması, Arap Birliği’nin Parçalanması Girişimidir

BAE ve Bahreyn’in İsrail ile imzaladıkları İbrahim Antlaşması ile başta Arap dünyası olmak üzere İslâm dünyası antlaşmayı uygun bulanlar ile ihanet sayanlar olmak üzere iki ayrı bloka ayrılmıştır. Trump’ın yukarıda verdiğimiz açıklamalarına göre “5-6 ülke daha İsrail’le ilişkileri normalleştirme antlaşmalarına katılabilecektir.” Antlaşmanın imzalandığı günlerde bu ülkelerin içinde Umman, Sudan, Suudi Arabistan’ın olabileceği sıkça seslendirilmiştir.

Ramallah’taki Filistin Ulusal Yönetimi ve Gazze merkezli HAMAS yönetimi, yaptıkları açıklamalarla İbrahim Antlaşması’nı “Filistin davasına ihanet” görmüşlerdir. Filistin Dışişleri Bakanlığı şöyle demiştir: “ABD, İsrail ve BAE’den yapılan İsrail-BAE normalleşme açıklamasının ardından Devlet Başkanı Mahmut Abbas’ın talimatları doğrultusunda, Filistin’in Abu Dabi Büyükelçisi derhal geri çekildi.” Ürdün Dışişleri Bakanı Eymen es-Safedi şunları diyor: “İsrail, eğer antlaşmayı, işgalin sona erdirilmesi ve Filistin halkının özgürlük ve 1967 sınırlarında başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız devletini kurma hakkının iadesinde teşvik edici bir unsur olarak görürse bölge adil barışa doğru ilerleyecektir. Ancak İsrail bunu yapmazsa çatışma daha da derinleşecek ve bütün bölgeyi tehdit eder hâle gelecektir.”[23] Ürdün Dışişleri Bakanı Eymen es-Safedi’nin yukarıda verilen konuşmasında, “Ancak İsrail bunu yapmazsa çatışma daha da derinleşecek ve bütün bölgeyi tehdit eder hâle gelecektir.” ifadesi bugünlerin öngörüsü şeklinde değerlendirilmelidir.

Geçmiş yıllarda Arap ülkeleri arasında Filistin sorunu çözülmeden veya bu konuda ciddi adımlar atılmadan İsrail ile ilişkiler kurulmayacağına ilişkin bir mutabakat vardı. Bunun sonucu olarak Mısır İsrail’le, 1979 yılında barış antlaşması imzaladığı için “Arap Birliği’nden atılmış ve Kahire’de bulunan bu uluslararası örgütün merkezi Tunus’a taşınmıştır.”[24]  Çok sonraları Mısır tekrar Arap Birliği’ne alınmıştır.

İsrail, kurulduğu 1948 yılından itibaren, bir taraftan Şer İttifakı’nın (ABD-İsrail-İngiltere-Siyonizm-AB) desteği ile Filistin topraklarını işgal ederken diğer taraftan çevresindeki Arap ülkelerini savaşın içine çekmiştir. Arap devletleri ile yaklaşık en az altı savaş yapmıştır.[25] Filistin’de yapılan intifadalara karşı da tam bir katliam gerçekleştirmiştir. Bu nedenle İsrail savaşların sebebi ve suçlusudur; İsrail bir işgalcidir.

İbrahim Antlaşması’nı savunanlar, 1978 (Camp David Antlaşması) ve 1979 yılında Mısır, 1994 yılında da Ürdün ile yapılan antlaşmalara atıfta bulunarak kendilerini savunmaya çalışmışlardır. Mısır ve Ürdün geçmişte İsrail ile savaşmışlar ve yenilmişlerdir. Bu yenilginin uzantısında İsrail’in, işgal ettiği toprakları geri vermesi şartıyla “barış için toprak” ilkesi kapsamında birer antlaşma yapmışlardır.[26] Ancak aralarındaki soğuk savaş devam etmiş, sivil toplum kuruluşları ve halk düzleminde İsrail ile ilişki kurulamamıştır. Bu açıdan İbrahim Antlaşması’nı imzalayanların geçmişte İsrail’in Mısır ve Ürdün ile yaptıkları antlaşmalara atıfta bulunup onları örnek saymaları yanlıştır.

İbrahim Antlaşması’nı imzalayanların hiçbiri, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn İsrail ile hiçbir zaman savaşmamışlardır.[27] Mısır, Ürdün ve Lübnan’ın İsrail ile sınır anlaşmazlığı vardır. Oysa BAE ve Bahreyn gibi ülkelerin İsrail’le herhangi bir sınır anlaşmazlığı veya başka bir ihtilafı yoktur. Herhangi bir sınır anlaşmazlığı olması mümkün de değildir. Çünkü Kudüs ile BAE’nin başkenti arasında 2030 kilometre, Bahreyn’in başkenti ile arasında 1610 kilometre mesafe var.[28]

Ayrıca İsrail ile Mısır ve Ürdün arasında imzalanan sadece bir “saldırmazlık” antlaşmasıdırOysa BAE ve Bahreyn ile imzalanan antlaşma saldırmazlık antlaşması olmayıp kültürel, ekonomik, hukuki, siyasi ve teknolojik iş birliği merkezlidir. “Finans ve yatırım; sivil havacılık; vize ve konsolosluk servisleri; inovasyon, ticaret ve ekonomik ilişkiler; sağlık; bilim, teknoloji ve uzayın barışçıl amaçlarla kullanımı; turizm, kültür ve spor; enerji; çevre; eğitim; deniz alanları düzenlemeleri; telekomünikasyon ve posta; ziraat ve gıda güvenliği; su ve hukuk alanında işbirliği.”[29]

BAE’nin İbrahim Antlaşması’nı kabul etmekteki amaçlarından birisi, ABD ile daha yakın ilişki kurarak uzun zamandır istediği ve fakat alamadığı gelişmiş silahları ABD’den satın alma imkânına sahip olmaktır. BAE’nin istediği “Gelişmiş silahlar arasında F-35 savaş uçakları, reaper dronelar ve EA-18G Growler adı verilen düşman ülkenin hava savunma sisteminin sinyalini bozarak gizli saldırı imkânı veren elektronik savaş uçağı” da bulunmaktadır.[30]

Aksa Tufanı harekâtına kadar, kurbağa haşlama stratejisi çok başarılı bir şekilde yürütülmüştür. Bu kapsamda 1979 yılında İsrail ile yaptığı antlaşmadan dolayı Arap dünyasından Mısır’a konulan tavır, onu Arap Birliği’nden çıkarmak gibi son derece ağır bir tepkiydi. Oysa bugün ise İbrahim Antlaşması’nı İsrail ile imzalayarak İsrail’i meşrulaştırdıklarından dolayı BAE ve Bahreyn’e ciddi hiçbir bir tavır konmamıştır.

BAE ve İsrail iş birliği içerisinde, Arap Birliği’nin üyesi olan en az on ülkenin (Yemen, Libya, Irak, Suriye, Lübnan, Mısır, Filistin, Sudan, Tunus, Bahreyn ve muhtemelen de Katar) topraklarına askerî saldırılar düzenlemişler, darbeleri desteklemişlerdir.[31] O nedenle BAE’nin İbrahim Antlaşması’nı imzalaması bir sürpriz değildir. Bu antlaşma BAE ve Bahreyn’in iddia ettiğinin aksine Filistin davasına hiçbir katkı sağlamamıştır. Batı Şeria’daki işgalleri de durdurmamış, durdurmak için de hiçbir atılım, girişim yapmamıştır. Bunlar Arap dünyasının parçalanmışlığının bir göstergesidir. Dolayısıyla İbrahim Antlaşması’nı imzalayanlar, Şer İttifakı ile tam bir iş birliği içerisine girerek İsrail karşısında bir güç olan Arap Birliği’ni parçalayarak İsrail’in önünü açmışlardır.

İbrahim Antlaşması, İslâm Birliği’nin Parçalanması Girişimidir

Tehlikeyi gören Türkiye ve İran İbrahim Antlaşması’na gerekli tepkiyi zamanında vermişlerdir. BAE ve Bahreyn’i, ABD ve Siyonizm ile iş birliği içerisinde, özelde Kudüs, Filistin ve Arap dünyasına, genelde İslâm dünyasına ihanet etmekle suçlamışlardır. Türkiye Dışişleri Bakanlığı “Zaten ölü doğan ve hiçbir geçerliliği olmayan ABD planı üzerinden gizli hesaplar yapmaya çalışan BAE, bu şekilde Filistin’in iradesini de yok saymaktadır. BAE liderliğinin, Filistin halkının ve yönetiminin rızası hilafına Filistin adına İsrail ile müzakereler yürütme ve Filistin açısından hayati önem taşıyan konularda taviz verme yetkisi hiçbir şekilde yoktur. Kendi dar çıkarları uğruna Filistin davasına ihanet ederken, bunu âdeta Filistin için yapılan bir özveri gibi takdim etmeye çalışan BAE’nin bu riyakâr davranışını tarih de bölge halklarının vicdanı da unutmayacak ve asla affetmeyecektir. Bahreyn’in Birleşik Arap Emirlikleri’nin peşine takılarak Arap Barış Girişimi ve İslâm İşbirliği Teşkilatı çerçevesindeki taahhütlerin hilafına İsrail’le diplomatik ilişki tesis etme kararı almasını endişeyle karşılıyor ve kınıyoruz.”[32] açıklamasını yapmıştır.

Hamaney “Birleşik Arap Emirlikleri hem İslâm dünyasına hem Arap ve bölge ülkelerine hem de Filistin’e ihanet etti. Elbette bu ihanet uzun sürmeyecek ancak bu utanç lekesi onların üzerinde kalacaktır. Siyonistlerin bölgeye girişine izin verdiler. Bir ülkenin gasp edilmesi meselesi olan Filistin meselesini unuttular ve normalleştirdiler. Filistin halkı her yönden şiddetli baskılara maruz kalıyorken onlar, İsrailliler ve (ABD Başkanı Donald) Trump’ın ailesindeki Yahudi (Trump’ın damadı ve danışmanı Jared Kushner) Amerikalılarla birlikte İslâm dünyasının çıkarları aleyhinde iş yapıyor ve İslâm dünyasına zulmediyorlar. Umarım yakında uyanır ve yaptıklarını telafi ederler.” demiştir.

İran Meclis Başkanı Muhammed Bakır Kalibaf’ın Uluslararası İlişkilerden Sorumlu Özel Yardımcısı Hüseyin Emir Abdullahiyan ise “BAE’nin, sahte ve suçlu İsrail rejimiyle ilişkileri normalleştirme adına yeni yaklaşımı barış ve güvenliği sağlamaz, yalnızca Siyonistlerin suçlarının devam etmesine hizmet eder. BAE yönetimi, Filistin ve Kudüs davasına sırtını dönmüştür ve bu tutumunun hiçbir gerekçesi yoktur. BAE, bu stratejik hata ile Siyonizm ateşine yakalanacaktır.” demiştir.

Yüzyıl ve İbrahim antlaşmalarının arka planındaki dolaylı hedef açıkça söylenmemesine rağmen, özelde Türkiye ve İran, genelde ise İslâm İşbirliği’dir. Başta BAE ve Bahreyn olmak üzere Körfez ülkeleri, genelde İran’ı, özelde de Türkiye’yi düşman görüyorlardı. Şer İttifakı da her fırsatta bunu dile getirerek var olan fay hatlarına enerji yüklüyordu. Nitekim ABD Dışişleri Bakanlığı Bölge Sözcüsü Geraldine Griffith, yapılan antlaşmalarda önemli bir hedefin İran olduğunu açık bir şekilde beyan etmiştir: “İran’ın saldırganlığı, Körfez’den İsrail’e kadar bütün bölge tarafından biliniyor. Aynı zamanda Körfez İşbirliği Konseyi’nin (KİK) Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden (BMGK) İran’a yönelik silah ambargosunun uzatılmasını istediğini biliyoruz. Ortadoğu ülkeleri şu an tek bir ağızdan konuşuyor ve talepleri aynı, o da silahların İran için yasaklanmasıdır.”[33]

Washington Enstitüsü’nün Ortadoğu uzmanlarından David Makovsky, İsrail ve Birleşik Arap Emirlikleri arasındaki antlaşmayı İran ve Türkiye’ye karşı yapılan “rakipsiz bir birleşim”  şeklinde değerlendirmiştir: “İran’ın bölgedeki nüfuzundan rahatsız olan İsrail ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi iki ülkenin bir araya gelmesi inanılmaz bir birleşim. Birleşik Arap Emirlikleri elbette bunun İran’a karşı yapıldığını söylemekten dikkatle kaçınacaktır. Ancak her iki ülke de İran’ın nüfuzundan rahatsız ve her iki ülkenin de İran’la nükleer antlaşma konusundaki duruşları son derece net. Her iki ülke, Türkiye’nin destek verdiği siyasal İslâm ve Katar’ın finanse ettiği Müslüman Kardeşler’den rahatsız. Bu antlaşma bölgedeki aşırıcıları dışlamak isteyen iki ülkenin ittifakıdır.”[34]

BAE, İran’ı gerekçe göstererek Amerika’dan F-35 savaş uçakları ve İsrail’den de çok özel savunma ve siber saldırı sistemleri satın almak için harekete geçmiştir. İran, Filistin ve Türkiye için yasak olan silahlar İsrail için meşrudur. İran ve Türkiye atom bombasına sahip olamaz ve fakat İsrail olabilir. Hatta “HAMAS’ı atom bombası atarak yok etmekle” tehdit edebilir, o anlı şanlı uluslararası kuruluşlar (BM vb.) başta olmak üzere ABD, İngiltere, AB bu tehdide hiç ses çıkarmaz, 3 maymunları oynar dururlar.

İbrahim Antlaşması’ndan sonra “Yerli Arap nüfusu ancak bir milyon kadar olan BAE”[35], “Şer İttifakı tarafından Libya’dan Somali ve Yemen’e, Mısır’dan Suriye ve Katar’a uzanan coğrafyada” tam bir Truva Atı olarak kullanılmıştır. Suriye, Somali ve Libya’da Türkiye karşıtı bir cephede saf tutmuş olması bunun en canlı göstergesidir. İbrahim Antlaşması’nın imzalanmasından sonra hem BAE hem de Bahreyn kapılarını İsrail’e açmış, gelen ilk uçağı yönetim temsilcileri karşılamışlardır. Buna Filistin ve HAMAS yönetimleri ciddi bir tepki göstermişlerdir. Filistin Başbakanı Muhammed Iştiyye şöyle diyor: “İsrail’e ait bir uçağın bugün BAE’ye inmesi bizi derinden üzmektedir. Bu, Arap-İsrail çekişmesine ilişkin Arap tutumunun açık şekilde ihlal edilmesidir.” HAMAS yönetimi ise şu açıklamayı yaptı: “İsrail’e ait uçağın, Suudi Arabistan hava sahasını kullanarak BAE’de karşılanması Filistin halkının sırtına saplanmış bir hançerdir. Bu durum Filistin mücadelesine ve direnişine ihanettir. Abu Dabi yöneticileri, Siyonist oluşumla bir utanç Antlaşması yaparak normalleşme suçunu sürdürmekte ısrarcı davranıyor.”[36]

İbrahim Antlaşması’nı imzalayanlar İran’ın Ortadoğu’da bir güç merkezi hâline gelmesi ve kendilerini tehdit etmesi gerekçesine dayanmaktaydılar. Bu anlayışın sonucunda “İran’a karşı birlik Filistin davasından daha önemlidir.”[37] şeklindeki bir ilke benimsenmiştir. Bu yaklaşımın sonucunda İsrail ile iş birliğine girerek Filistin davasına, Arap Birliği’ne ve İslâm Birliği’ne ihanet etmişlerdir. 

Türkiye ve İran’ın bölgede daha etkin olmaması için İbrahim Antlaşması ile ABD-İsrail- BAE-Bahreyn eksenli bir fay hattı meydana getirilerek Ortadoğu düzleminde jeopolitik bir depremin meydana gelmesi için bir altyapı oluşturulmuştur. Bu jeopolitik depremde kaybedenler sınıfında İran ve Türkiye’nin de var olduğu ifade edilmiştir. Thomas Friedman New York Times gazetesinde şunu yazmıştır: “Jeopolitik açıdan antlaşmanın en büyük kaybedenleri İran ve müttefikleri Hizbullah, Iraklı milisler, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed, Filistin’deki İslâmî direniş grupları HAMAS hareketi ve İslâmî Cihad hareketi, Yemen’deki Husiler ile Türkiye oldu.”[38]  Ne yazık ki ne Arap Birliği ne de İslâm İşbirliği Teşkilatı İsrail’e karşı güçlü bir cephe oluşturamamışlardır.

İbrahim Antlaşması’nın Stratejik Hedeflerinden Biri Arap-İsrail NATO’su Kurmaktır

Rahmetli Erbakan’ın D-8’leri kurarken çok önemli hedeflerinden biri de “İslâm Ordusu”/“İslâm NATO’su” kurmak, ortak para birimi olarak da “İslâm Dinarı” kullanmaktı. Ömür boyu bu düşüncelerini sürekli tekrarlamıştır. İslâm ülkeleri yönetimine bu fikrini götürmüş ve kurulması için çok ısrarcı olmuştur. Şer İttifakı’nın durdurulup yok edilebilmesi için “D-8’ler ile başlatılan süreci önce D-60 sonra da D-160’a çıkartmak istemiştir.” 28 Şubat ile başlatılan süreç bu fikirlerin hayata geçirilmesine mâni olmuştur.

Yıllar sonra Türkiye, Pakistan, Suudi Arabistan ve Katar ile “İslâm Ordusu” adlı bir projeyi, hayata geçirmek için çalışmaya ve ilgili ülkelerle görüşmelere başlamıştır. Bu projede İran’ın da yer alması öngörülmekteydi. Böyle bir zamanda Trump Suudi Arabistan’da 54 Arap ülkesi liderleri ile bir toplantı yapmış, ardından da Yüzyıl ve İbrahim antlaşmalarını Arap ülkeleri ile imzalayarak hayata geçirmiştir. ABD Başkanı Trump’ın, Yüzyıl ve İbrahim antlaşmaları çalışmalarını başlattığı süreçte gündeme gelen, öne çekilen ve tartışılan bir konu da “Arap-İsrail NATO’su”, “Bölgesel NATO’lardır.”[39] Trump, Mayıs 2017’de Suudi Arabistan’ı ziyaret ederek 54 Arap ve Müslüman ülkenin liderleriyle bir araya gelmiştir. Bu toplantı sürecinde Trump Suudi Kralı Abdülaziz ile birlikte “Kılıç dansı” gerçekleştirmiş ve dünya küresi etrafında ABD, Suudi Arabistan, Mısır, BAE, Bahreyn liderleri ile birlikte resim çektirmiştir. Bu resim, literatüre “Küre İttifakı” şeklinde girmiştir.[40] Küre İttifakı, bölgede ve de dünyada yeni bir yapılanmanın işaretiydi.

Nitekim Suudi yönetimi Yemen’deki iç savaşta İran’ın bölge için ciddi bir tehdit olduğunu ileri sürerek bir “Arap Ordusu/Arap NATO’su” veya “İslam Ordusu/İslâm NATO’su” kurulması fikrini[41] dile getirmiş ve ilgili ülkelere çağrıda bulunmuştur. Dolayısıyla böyle bir yapılanma ile İran ve İran’la ittifak içerisinde olan ülkeler devre dışı bırakılmıştır. Bu yaklaşım ile “İslâm İç Savaşı” projesi yürürlüğe sokulmak istenmiştir. Suudi Arabistan’ın bu hamlesi ile Türkiye’nin tüm İslâm dünyasını kuşatacak olan İslâm Ordusu projesi engellenmiştir.

Trump Yönetimi Suudi Arabistan üzerinden bu hamleyi yapmış ve Türkiye’nin ve karşılarına çıkabilecek büyük bir stratejik gücün önünü kesmiştir. Trump bu sonucu elde ettikten sonra muhtemeldir ki Suudi yönetiminin önerdiği “Arap Ordusu/Arap NATO’su” yerine yeni bir bölgesel yapılanma olarak “Arap-İsrail NATO’su” fikrini öne çekmiş ve Ortadoğu’da başta Suudi Arabistan olmak üzere iş birliği içerisinde olduğu ülke yönetimlerine bu teklifi götürmüştür. Bunu hayata geçirebilmek için İsrail’i merkeze koyarak, Ortadoğu’daki değişik ülkelerle antlaşmalar yaparak bu fikrin alt yapısını oluşturmak istemiştir ve oluşturmuştur.

O yıllarda Trump, “küreselcilere karşı” BM ve NATO başta olmak üzere küresel örgütlere karşı çıkmakta; bunun yerine yerel yapılanmaların oluşturulması gerektiğini öne sürmekteydi. Suudi yönetiminin seslendirdiği “Arap Ordusu/Arap NATO’su”, onun bu fikrini kolaylaştırmıştır. “Arap Ordusu/Arap NATO’su” yerine “Arap-İsrail Ordusu”/“Arap-İsrail NATO’su” kurulması fikri etkin hâle getirilmiştir.

Anlaşılan o ki, hem Trump’ın hem de Netanyahu’nun “Yeni Ortadoğu” projesi, “Arap-İsrail Ordusu”/“Arap-İsrail NATO’su” merkeze alınarak şekillendirilecekti. Şer ittifakı Türkiye ve İran karşıtlığı üzerine kurulu bir “Arap-İsrail NATO’su” inşa ederek Ortadoğu’yu paramparça edecek bir savaşı başlatmak istiyordu. Yüzyıl Antlaşması’nın ana hedefinin bu olduğu unutulmamalıdır. Trump bunu başaramamıştır. O nedenle ABD, bu coğrafyadan ayrılıp Asya Pasifik bölgesine gerekli ağırlığı verememektedir. Çin, çok başarılı karşı bir hamle yaparak Suud-i Arabistan ve İran’ı masaya oturtup barıştırmıştır. Böylelikle “Arap-İsrail Ordusu”/“Arap-İsrail NATO’su” fikri tasfiye edilmiştir.

Sonuç: Aksa Tufanı Çifte Standart Kullanan Zalimlerin Teşhiri Hareketidir

Ortadoğu, sahip olduğu enerji kaynakları, yer altı zenginlikleri, tarım alanları, temiz su kaynakları, farklı din ve mezheplerin varlığı, kritik geçiş yollarına sahip olması ve 3 kıtanın arakesitinde bulunmasından dolayı son derece stratejik bir öneme sahiptir. Bölgesel güçler Rusya, Türkiye, İran, İngiltere ve AB, küresel güçler olarak da ABD-Siyonizm ve Çin bu coğrafyada etkin bir şekilde bulunmak ve hâkimiyet kurmak istemektedirler. O nedenle birbiri ile çatışan yaklaşık 15 proje bu coğrafya ile ilgilidir.

Yüzyıl ve İbrahim antlaşmaları ile ilgili eski ABD Başkanı Trump, “Yeni Ortadoğu” kavramsallaştırması yapmış, Netanyahu da 22 Eylül 2023 tarihinde BM’de yeni Ortadoğu haritasını göstererek bir konuşma yapmıştır. “Yeni Ortadoğu” kavramsallaştırması, Ortadoğu ile ilgili gizli bir projenin dışa yansıyan boyutudur. Bu yaklaşım, 21. yüzyılda Ortadoğu merkezli birçok olayın vuku bulacağının çok önemli bir işaretidir. 3. Dünya Savaşı’nı tetikleyecek bölgesel savaşların yaygınlaştırılması stratejisi bağlamında ayrıca değerlendirilmesi gerekmektedir.

Şer İttifakı’nın (ABD, İsrail, Siyonizm, İngiltere, AB) Filistin’de, Suriye’de, Libya’da ve Yemen’de uyguladığı bölme, parçalama, işgal etme, yönetme, ilhak etme ve göç ettirme stratejisini, yeni Ortadoğu projesi kapsamında değerlendirmek gerekmektedir. Bu nedenle yeni Ortadoğu projesi, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ve Büyük İsrail Projesi (BİP) kapsamında ele alınıp değerlendirilmelidir. Yeni Ortadoğu isimlendirmesi, kurbağa haşlama stratejisi ile tamamen örtüşmektedir.

Türkiye’nin İslâm Ordusu, Suudi Arabistan’ın Arap Ordusu, ABD ve İsrail’in “Arap-İsrail NATO’su” yaklaşımları, bu bölgenin öneminin göstergeleridir. Hepsi bölgede etkin olma amaçlıdır. Aksa Tufanı vuku bulduğunda Rusya’nın, ani bir kararla Karadeniz’de askerî tatbikat yapıp füzelerinin menzilinin İsrail-Filistin topraklarına ulaşabilecek bir yetenekte olduğunu söylemesi; Çin’in büyük bir donanmayla Umman Körfezi’ne gelip yerleşmesi; ABD’nin iki uçak gemisi ve nükleer denizaltı ile birlikte birçok savaş gemisi göndermesi; İngiltere, Fransa ve Almanya’nın savaş gemilerini bölgeye göndermesi bölgenin sahip olduğu stratejik önemin tezahüründen başka bir şey değildir.

Şer İttifakı’nın son yıllarda Yüzyıl, İbrahim antlaşmaları ile uygulamaya soktuğu kurbağa haşlama stratejisi, HAMAS’ın Aksa Tufanı operasyonu ile deşifre edilip işlevsiz hâle getirilmiştir. Aksa Tufanı operasyonu, başta İsrail olmak üzere tüm dünyada şok etkisi meydana getirmiş, tüm dünyanın dikkatini Gazze’ye yöneltmiştir.

Yenilmez, dokunulamaz kabul edilen İsrail Ordusu ve MOSSAD istihbaratına Kassam Tugayları sadece dokunmamış, tüm dengelerini bozarak Şer İttifakı’nı şoka sokmuştur. Aksa Tufanı’nın meydana getirdiği etkiden dolayı Şer İttifakı, hiç olmadık bir biçimde Akdeniz’e askeri güçlerini yığmak durumunda kalmışlardır. Bu durum kurbağa haşlama stratejisinin deşifre edilip çöktüğü anlamına gelmektedir.

Yüzyıl ve İbrahim antlaşmaları ile Şer İttifakı’nın aldığı mesafe, Aksa Tufanı harekâtıyla tarumar edilmiş; Arap ülkeleri İsrail’le yaptıkları antlaşmaları askıya almak zorunda kalmışlardır. O nedenle Aksa Tufanı harekâtı, gözlerden saklanan Filistin topraklarını “yerleşimciler” adı altında gasp etme projesini, “Kudüs ve Mescid-i Aksa İsrail’indir” projesini, Arap-İsrail NATO’su projesini, yeni Ortadoğu haritası projesini ve Filistin halkını ve mültecilerini yok sayan tüm yaklaşım ve projeleri, tarihin çöplüğüne atmıştır.

İsrail’in Gazze’de hiçbir hukuk tanımaz pervasızlığı, Batı dünyası yönetimlerinin ve küresel organizasyonların katliamlar karşısında sessiz kalışı, tüm dünyada tepki ile karşılanmıştır. Aksa Tufanı harekâtı bir turnusol kâğıdı özelliği taşıyarak kimin ne olduğunu ortaya çıkarıp teşhir etmiştir. Bugüne kadar kendi dışındakileri “İnsan hakları, çocuk hakları, kadın hakları, hayvan hakları” diyerek suçlayanların, yargılayanların günlerce sivil halkı bombalayan İsrail’e karşı tek söz etmemeleri, nasıl bir çifte standart kullandıklarını göstererek yüzlerindeki maskelerin düşmesine sebebiyet vermiştir. “Kadın hakları, çocuk hakları, hayvan hakları” diyerek yeri göğü inletenlerin sesi soluğu kesilerek zalimlerin işbirlikçisi oldukları ortaya çıkmıştır. BM, insan hakları örgütleri, DSÖ vb. yapıların zalimlerin yanında durdukları çok daha iyi görülmüş ve anlaşılmıştır.

Filistin halkını “atom bombası” ile tehdit ederek, Kur’ân’ın tabiriyle, “hayvandan da aşağı” olduklarını ve Yüzyıl ve İbrahim antlaşmalarının “böl, parçala, yut, yok et!” stratejisinin uygulama aşamalarından biri olduğunu gözler önüne sermiştir.  Yüzyıl ve İbrahim antlaşmaları, özünde Filistin davasını zayıflatan, Filistin içerisindeki iç ihtilafları derinleştirmeye götüren bir olgu olarak ortaya çıkmaya başlamıştır. Anlaşılan odur ki HAMAS hareketi 2020’den itibaren yaptığı çok özel çalışmalarla, sürecin değişik boyutlarını çok iyi analiz etmiş; Aksa Tufanı harekâtı ile arkadaki karanlık dehlizlerde yapılmış antlaşmaları ifşa edip dünya kamuoyuna duyurmak istemiştir. Başta İsrail olmak üzere Şer İttifakı’nın iğrenç yüzünü, çifte standart kullandıklarını tüm dünyaya göstermiştir.

Kassam Tugayları, Siyonist zalimlerin Aksa Tufanı harekâtına ne derece canice, gaddarca, zalimce cevap vereceklerini bilerek gerçekleştirmişlerdir. Aksa Tufanı harekâtı, Gazze’nin tamamen işgal edilmesi, çok büyük kayıpların verilmesi, Gazze’den halkın sürgün edilmesi ve hatta tamamının şehit edilmesi göze alınarak yapılmış büyük, fedakârca ve cesurca bir operasyondur.

Yüzyıl ve İbrahim antlaşmaları Ortadoğu’da sorunların çözümünü değil kangrenleşmesini, katmerleşmesini, derinleşmesini sağlamıştır. Yeni kamplaşmanın tohumlarını atmıştır. İsrail ve İsrail’e destek veren Arap ülkelerinin bu silahlanma yarışı, Filistin’de mücadele eden bazı hareketlerin mücadele anlayış ve stratejilerini yeniden gözden geçirmelerini sağlamıştır. Kendi başlarına ayakları üzerinde durabilme imkân ve şartlarını araştırmışlar ve stratejilerini de bunun üzerine kurmuşlardır. HAMAS’ın Gazze’de yaptığı tüneller, roket ve siber saldırı merkezli savunma sistemi bunun en canlı örneğidir. Aksa Tufanı harekâtındaki başarı böyle bir yaklaşımın doğal sonucudur. Öngörülen ilk hedeflere ulaşılmıştır. İsrail’in Arap ülkeleri ile yaptığı Yüzyıl ve İbrahim antlaşmaları şimdilik askıya alınmıştır. İsrail’in yeni Ortadoğu haritasının şimdilik hiçbir anlamı yoktur.

Hem Müslüman ülke halkları hem de dünya halkları ayağa kalkmış, kendi yönetimlerinin baskılarına rağmen Gazze’deki kitlesel katliamlara karşı tepkilerini ortaya koymuşlardır. Tüm dünyada vicdan sahibi insanlar ayağa kalkarak zalimlerin zulmüne karşı eylemler yapmışlar ve eylem yapmaya devam etmektedirler. Bu şiddete bulaşmayan başkaldırı harekâtını “küresel intifada” diye adlandırabiliriz. Küresel intifada, zalime karşı mazlumun yanında yer alma ve onu savunma harekâtıdır. İyi organize edilebilirse (edilmeli) 21. asrı şekillendirebilen çok önemli bir olgu olabilir. Türkiye, özellikle gönüllü kuruluşlar bu noktada çok ciddi bir sorumluluk üstlenmelidir.

Ya Rabbi, Siyonist İsrail’e ‘Ebabil Kuşlarını’ göndererek mazlum Filistinlilere ve onlar için Cihad edenlere yardım et, zalimleri “yenik ekin yaprağı gibi kıl!”: “Görmedin mi, Rabb’in fil sâhiplerine ne yaptı? Onların ‘tasarladıkları planlarını’ boşa çıkarmadı mı? Onların üzerine ebabil (sürü sürü) kuşlarını gönderdi. Onlara ‘pişirilip-sertleştirilmiş balçık taşları’ atıyorlardı; Sonunda onları, yenik ekin yaprağı gibi kıldı.” (105 Fil 1-5)

Ya Rabbi, “görünmez ordularınla mücahitlere yardım et!”: “Ey iman edenler; …Hani size ordular gelmişti; böylece biz de onların üzerine, bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik.” (33 Ahzâb 9)

Ya Rabbi, zalimlerin üzerine “özel taşlarını yağdır!”: “Emrimiz geldiği zaman, üstünü altına çevirdik ve üzerlerine balçıktan pişirilmiş, istif edilmiş taşlar yağdırdık.” (11 Hûd 82) Ve “Zulmetmekte olanlar, nasıl bir inkılaba uğrayıp-devrileceklerini pek yakında bileceklerdir.” (26 Şu’arâ 227)




[1] https://www.yenimesaj.com.tr/iste-israilin-yeni-ortadogu-plani-haritasi-H1499350.htm

[2] https://www.aydinlik.com.tr/haber/bmde-veto-hakki-vermemeliyiz-dedi-netenyahudan-filistinsiz-harita-420144  Orhan Bursalı, “Filistin’i silen Netanyahu’dan Yeni Ortadoğu Haritası”, Cumhuriyet, 17 Ekim 2023. Filiz Katman, “Arz-ı Mev’ud”, Star, 16 Ekim 2023.

[3] Tom Brenner, Reuters “Beyaz Saray'da İsrail-BAE-Bahreyn Normalleşme Antlaşmaları İmzalandı: Trump'a Göre 5-6 Ülke Daha Katılacak; ABD 16.09.2020. https://tr.sputniknews.com/abd/202009151042852930-beyaz-sarayda-israil-bae-bahreynden-tarihi-normallesme-anlasmalarina-imza-trumpa-gore-5-6-ulke-daha/ Umut Uzer, “Yeni Bir Ortadoğu: Hz. İbrahim Antlaşması”, Şalom, 30 Eylül 2020. Daniel Levy, “İbrahim Antlaşması’nın Eksik Barışı”  https://www.perspektif.online/ibrahim-anlasmasinin-eksik-barisi/   

https://www.indyturk.com/node/244941/yazarlar/bae-bahreyn-ve-israil-tarihi-bar%C4%B1%C5%9F-anla%C5%9Fmas%C4%B1n%C4%B1-imzalad%C4%B1

[4] https://www.aydinlik.com.tr/haber/filistinden-netanyahunun-bmdeki-konusmasina-tepki-420204

[5] Tom Brenner, agy.  Umut Uzer, agy. Daniel Levy, agy. https://www.birgun.net/haber/israil-birlesik-arap-emirlikleri-anlasmasi-neleri-kapsiyor-tepkiler-ne-oldu-311928 https://www.indyturk.com/node/244941/yazarlar/bae-bahreyn-ve-israil-tarihi-  Ola Karakurt, “İsrail'le Normalleşme Anlaşmaları Bölgeyi Yeniden Dizayn Etme Çabası”  https://www.trthaber.com/haber/dunya/israille-normallesme-anlasmalari-bolgeyi-yeniden-dizayn-etme-cabasi-517793.html Gordon Lubold ve Felicia Schwartz, “ABD, İsrail, BAE, Bahreyn Barış Antlaşması İmzaladı”, 15 Eylül 2020; https://www.wsj.com/articles/u-s-israel-u-a-e-bahrain-sign-peace-accord-11600191303Oren Liebermann , “İki Körfez Ülkesi Beyaz Saray'da İsrail'i Tanıdı” https://edition.cnn.com/2020/09/15/politics/israel-uae-bahrain-white-house-analysis-intl/index.html Mustafa el-Ensari, “İbrahim Antlaşması Neden Deprem Etkisi Yarattı?”, Şarku'l-Avsat,  16 Ağustos, 2020.

[6] https://tr.euronews.com/2020/08/16/bae-ile-anlasan-israil-basbakan-netanyahu-bar-s-kars-l-g-toprak-ilkesi-art-k-yok

[7] Özgür Dikmen, “İsrail ve BAE Arasındaki Normalleşme: Neden Şimdi?” https://www.perspektif.online/israil-ve-bae-arasindaki-normallesme-neden-simdi/

[8] Thomas L. Friedman, “Jeopolitik Deprem Orta Doğu’yu Vurdu” https://www.nytimes.com/2020/08/13/opinion/israel-uae.html David M. Halbfinger, “Kudüs'ten ve Lübnan, Beyrut'tan Ben Hubbard'dan haber yaptı” https://www.nytimes.com/2020/06/12/world/middleeast/west-bank-annexation-israel-uae.html

[9] Vehbi Baysan; “İbrahim Antlaşmaları, Körfez Ülkeleri ile İsrail Arasındaki Gerçek Barış Antlaşması mıdır?” Kriter, 2020, sayı: 50. 

[10] Kemal İnat , “Sözde İbrahim Antlaşması ve Türkiye’nin Tavrı”, https://www.setav.org/sozde-ibrahim-anlasmasi-ve-turkiyenin-tavri/ Velid Fares, “İbrahim Antlaşması ve gürleyen barış Anlaşmanın ilk kazananları Trump ve yönetimi, ardından yeni bir gerçeklik yarattığı için BAE’dir”, Şarku'l-Avsat 18 Ağustos, 2020.

[11] https://tr.euronews.com/2020/08/16/bae-ile-anlasan-israil-basbakan-netanyahu-bar-s-kars-l-g-toprak-ilkesi-art-k-yok

[12] https://tr.euronews.com/2020/08/16/bae-ile-anlasan-israil-basbakan-netanyahu-bar-s-kars-l-g-toprak-ilkesi-art-k-yok

[13] https://tr.euronews.com/2020/08/30/israil-basbakan-netanyahu-cok-say-da-arap-ve-musluman-ulkeyle-gizli-gorusmemiz-var

[14] Daniel Levy, agy.

[15] Kürşad Zorlu, “İsrail ve Birleşik Arap Emirlikleri Antlaşmasının Gerçek Yüzü” https://www.haberturk.com/yazarlar/prof-dr-kursad-zorlu/2772318-bize-dair-notlar

[16] Begüm Dönmez Ersöz, “Normalleşme Antlaşmasının İkinci Hedefi Türkiye” https://www.amerikaninsesi.com/a/israil-bae-normallesmesinin-ikinci-hedefi-turkiye/5584621.html

[17] Ola Karakurt, agy.

[18] Ola Karakurt, agy.

[19] Vehbi Baysan, agy.  

[20] Daniel Levy, agy.

[21] Özgür Dikmen, agy. Gordon Lubold ve Felicia Schwartz, agy.

[22] Umut Uzer, agy.

[23] https://www.birgun.net/haber/israil-birlesik-arap-emirlikleri-anlasmasi-neleri-kapsiyor-tepkiler-ne-oldu-311928

[24] Umut Uzer, agy.

[25] Daniel Levy, agy.

[26] Kemal İnatagy.

[27] Begüm Dönmez Ersözagy.

[28]Daniel Levy, agy. Ola Karakurt, agy.  

[29] Ceyda Karan,  “İbrahim/Abraham Antlaşması Mısır ve Ürdün ile Saldırmazlık Antlaşmasından Farklı, Halkları Barıştırma Hedefli Eksen” https://tr.sputniknews.com/ceyda_karan_eksen/202009171042875828-ibrahimabraham-anlasmasi-misir-ve-urdun-ile-saldirmazlik-anlasmasindan-farkli-halklari-baristirma/ Vehbi Baysan, agy.

[30] Begüm Dönmez Ersözagy.

[31] Daniel Levy, agy.

[32] https://tr.euronews.com/2020/09/01/iran-dini-lideri-hamaney-bae-siyonistlerin-bolgeye-girisine-izin-verdi- https://www.birgun.net/haber/israil-birlesik-arap-emirlikleri-anlasmasi-neleri-kapsiyor-tepkiler-ne-oldu-311928Begüm Dönmez Ersözagy.

[33] Mustafa el-Ensari, agy.

[34] Begüm Dönmez Ersözagy.

[35] Kemal İnatagy.

[36] https://tr.euronews.com/2020/09/01/iran-dini-lideri-hamaney-bae-siyonistlerin-bolgeye-girisine-izin-verdi-

[37] Tom Brenner, agy.

[38] Mustafa el-Ensari, agy.

[39] Mehmet Seyfettin Erol, “İbrahim Antlaşması BOP'un Türevi”, Aydınlık, 18 Eylül 2020.

[40] Mehmet Seyfettin Erol, ags.

[41] Mehmet Seyfettin Erol, ags.

 

1 Kasım 2023 Çarşamba

AKSA TUFANI HAREKÂTI İLE SİYONİZMİN “KURBAĞA HAŞLAMA” STRATEJİSİNİN İFŞA EDİLMESİ VE ÇÖKERTİLMESİ

(Umran Dergisi)

 

“Savaş, hoşunuza gitmediği hâlde üzerinize yazıldı (farz kılındı). Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey sizin için hayırlıdır. Ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz.” (2 Bakara 216)

 

Giriş

15 Mayıs 1948 yılında 9 bin 481 kilometrekarelik bir alanda Şer İttifakı (ABD-İngiltere-Fransa) İsrail’i kurmuş ve Filistin topraklarının %56,47’si İsrail’e, %43,53’ü de Filistin devletine bırakılmıştır. Kudüs ise uluslararası bir yönetime bırakılmıştır. 1948 yılında İsrail’in yüzölçümü 9 bin 481 kilometrekare iken bugün 22 bin 145 kilometrekaredir. 1948 yılında kendi öz vatanlarında kurulması öngörülen Filistin devleti bugüne kadar kurdurulmamış ve her geçen gün kendi öz toprakları İsrail tarafından işgal edilmiş ve edilmektedir. İsrail, “kurbağa haşlama” stratejisi ile Filistinlilere uyguladığı zulmü bütün dünyadan gizlemiştir. Dünya kamuoyunun Filistinlilere uygulanan zulmü görmemesi, işitmemesi ve konuşmaması için en pis psikolojik savaş teknikleri kullanılmakta ve dünya yanıltılmaktadır.

Aksa Tufanı Harekâtı HAMAS’ın savunma stratejisi içerisinde taktik bir saldırı olarak bu pis psikolojik savaşı çökertme ve dünya kamuoyunun dikkatini Filistin’de olanlara çekebilme amaçlıdır. İsrail; Gazze’ye 2008-2009 yıllarında “Dökme Kurşun”, 2012’de “Bulut Sütunu”, Temmuz 2014’te “Koruyucu Hat” ve 2023’de “Demir Kılıçlar” şeklinde adlandırdıkları saldırılarıyla uluslararası savaş hukukunda suç sayılan kitle imha silahlarını (seyreltilmiş uranyumlu bomba, beyaz fosfor bombası, misket bombası vb.) kullanarak tam bir soykırım girişiminde bulunmuştur.

Buna karşılık geçmişte olduğu gibi bugün de BM, NATO, ABD, AB, İngiltere, Almanya, Fransa ve özgür olduğu söylenip durulan uluslararası medya, İsrail’in saldırılarını onaylamakta ve destek vermektedir. Bu durum 11 Eylül 2001’de ABD Başkanı Bush’un “100 yıl sürecek haçlı seferleri başlatılmıştır.” stratejisinin bir uygulamasıdır. Nitekim ABD iki uçak gemisini, İngiltere ve Fransa savaş gemilerini İsrail’e destek vermek için Doğu Akdeniz’e göndermişlerdir. ABD Başkanı Biden, İsrail’i ziyaret ederek destek vermiştir. Ayrıca özel birlikler göndereceğini, çok yüksek düzeyde parasal yardım yapacağını da açıklamıştır.

Şer İttifakı, ahlaki endişe taşımadan Filistin halkını suçlamakta, Siyonistlerin Filistin topraklarındaki katliamlarına göz yummaktadırlar. Siyonizm’in emrindeki hâkim medya tüm gerçekleri çarpıtarak dünya kamuoyunu yanıltmakta, Filistin topraklarında yaptıkları katliamları örtbas etmekte, HAMAS üzerinden bir psikolojik harekât yürütmektedirler. Yaklaşık 27 gündür Gazze havadan, karadan ve denizden hastaneleri, ibadethaneleri, sivil yerleşim yerlerini bombalamakta, kadınları, çocukları, yaşlıları ve hastaları öldürmektedir. Siyonizm’in katil liderlerinden Moshe Dayan’ın dediği gibi tam bir “kudurmuş köpek” gibi saldırmaktadır.

Sadece İsrail’i değil başta ABD olmak üzere İngiltere, Fransa ve Almanya’yı bu derece rahatsız eden etken nedir? HAMAS’ın Aksa Tufanı Harekâtından niçin bu kadar rahatsız olmuşlardır?  Aksa Tufanı Harekâtının amacı neydi; neyin ifşa edilmesine neden oldu? Siyonizm’in hangi oyunu bozuldu/bozulmak istendi? Aksa Tufanı Harekâtı ile hangi büyü/efsane bozuldu? Aksa Tufanı İsrail’deki iç kavgayı ve temel dinamikleri nasıl etkileyecektir? İsrail’in girişeceği kara harekâtının Siyonizm’e bedeli ne olacaktır?  Bütün bu soruların cevaplarını gerçekçi bir şekilde verebilmek için Siyonizm’in dünya hâkimiyet projesini (tek devlet, tek hükümet, tek para, tek hukuk, tek banka ve iki sınıflı dünya) ve bunun İsrail merkezli strateji ve taktiklerini, Siyonizm’in ana felsefe ve yaklaşımını göz önüne almamız gerekmektedir.

Dünyada ve Büyük Ortadoğu coğrafyasında vuku bulan olayları, gerçek anlamda anlayabilmek, sonra da uygun alternatif çözüm ve politikalar geliştirebilmek için Siyonizm’in yapısını, zihniyetini, hedeflerini, plan, proje, taktik ve stratejilerini, duygusallıktan uzak bir şekilde çok iyi bilmekle, anlamakla mümkündür. Burada İsrail’in son yıllarda uygulamaya başladığı “kurbağa haşlama” stratejisi ana hatları ile ele alınıp incelenecektir.

4 Temel Dinamik ve 6 DT Yaklaşımı

Ulusal veya uluslararası olayları ele alıp incelerken olaylar üzerinde etkili olabilecek olan şu 4 temel dinamik mutlaka göz önüne alınmalıdır: 1. İlgili Ülkenin İç Dinamikleri, 2. Bölgesel Dış Dinamikler, 3. Küresel Dış Dinamikler, 4. İlahi İrade. Bütün olaylar, bu dört temel dinamiğin ara kesitinde oluşmakta ve şekillenmektedir. İlahi irade hak edildiği zaman iman edenlere Allah yardım etmekte, onları görünmez ordularla (9 Tevbe 26, 40; 33 Ahzâb 9; 48 Fetih 4, 7) desteklemekte ve var olan sayılarını/imkânlarını/gücünü 2 kat ya da 10 kat olarak düşmanlarına göstermektedir. (8 Enfâl 65-66)

Bütün bu yardımların gelmesi için mücadelenin/cihadın yasalarına uygun hareket edilmeli ve gerektiği gibi cihat yapılmalıdır: “Allah adına gerektiği gibi cihat edin.” (22 Hacc 78) Gerektiği gibi cihat edildiğinde de Allah cihat edenlere bütün çıkış yollarını gösterecektir: “Bizim uğrumuzda cihat edenlere, biz şüphesiz onlara yollarımızı gösteririz. Gerçek şu ki Allah, ihsan edenlerle beraberdir.” (29 Ankebût 69) Tüm bu yardımları alabilmemiz için düşünce ve hareket metodumuzu 6 DT yaklaşımına göre şekillendirmeli ve gereğini yapmalıyız:  1. Doğru Tespit, 2. Doğru Teşhis, 3. Doğru Tedavi, 4. Doğru Tedbir, 5. Doğru Terakki, 6. Doğru Terim (Kavram). Bu nedenle Aksa Tufanı Harekâtını 4 temel dinamik ve 6 DT yaklaşımına göre ele alıp değerlendirmeliyiz. Gerçekçi olmalı, duygusal olmamalıyız. Adil olmalıyız.

Taktik ve Strateji

Strateji, arzulanan amaca ulaşabilmek için zaman, mekân gibi değişik faktörleri ve düşman/rakip kuvvetlerin durumunu, uluslararası durumu, bölgesel ve küresel güçleri, kamuoyunu göz önüne alarak minimum zarar, maksimum fayda temelinde birbiri ile uyumlu ve eş güdüm içerisinde tüm kuvvetlerin (dost kuvvetler dâhil)/imkânların sevk ve idare edilmesi ilim, plan ve sanatıdır.

Strateji çare bulma ilim ve sanatıdır. Belirlenen amaca nasıl ulaşılacağının yol haritasıdır. Strateji imkânsız görüneni mümkün kılmakla uğraşma ilmidir. Strateji nihai amaçla ilgilenir. Bu amacı elde etmek için yığınla ara hedefin gerçekleşmesi için mücadele eder. Bir taraftan bu birbirinden ayrı mücadeleleri düzenlemek ve yönetmek, öte taraftan bunları ana amaç doğrultusunda koordine etmek gerekmektedir. Burada iç içe iki faaliyet söz konusudur.  Birincisi taktik, ikincisi ise stratejidir.

Taktik ara hedeflerle uğraşırken, strateji ana hedefle uğraşır. Taktik belli bir mücadele alanı ile ilgilenirken strateji bütün mücadele alanları ile uğraşır. Taktikte lider/komutan içinde bulunduğu anın, belli bir durumun gereklerini yerine getirmek zorundadır. Strateji ise sadece o anla değil gelecekle de uğraşır, uğraşmak zorundadır. Strateji sadece o andaki çatıştığı kuvvetlerle değil, gelecekte de çatışabileceği yeni kuvvetleri, güçleri hesaplamak durumundadır. Taktik de hızlı değişim olurken stratejide her şey çok daha yavaş hareket eder. Bu açıdan taktikte daha belirginlik varken stratejide çok daha fazla belirsizlik vardır.

Siz bir şeyler düşünüyorsunuz, rakipleriniz ya da düşmanlarınız da bir şeyler düşünüyor. Siz onun o da sizin düşünmediğinizi/düşünemediğinizi düşünebilir. Ana mesele rakiplerinizin ne düşündüğünü ya da ne düşünebileceğini düşünmek/düşünebilmektir. Buna karşılık da sizin ne düşündüğünüzü ya da düşünebileceğinizi düşünmesine imkân vermemek önemlidir. Bu açıdan strateji yığınla belirsizlikle karşı karşıyadır. Stratejide alternatifler geliştirmek ve şartların değişimine bağlı alternatifleri devreye sokmak zorunluluktur. Aynı stratejik safhada taktikler birbirine zıt şekiller alabilir. Taktik daha hızlı değişirken strateji daha durağandır. Burada en çok dikkat edilmesi gereken nokta, birbirinden ayrı, hatta bağımsız gibi gözüken mücadele alanlarının, mücadelelerin, arka planda stratejide bir bütün ve bileşke kuvvet oluşturmuş olmasıdır.

Strateji, mücadelenin yerini, zamanını ve gerekli kuvvet miktarını tayin ederek mücadeleyi ana amacın gerçekleşmesi istikametinde sevk ve idare eder. HAMAS’ın Aksa Tufanı Harekâtını savunma stratejisi içerisinde taktik bir saldırı olarak değerlendirmek gerekmektedir.  Siyonizm’in ‘amentüsünü’ ve “kudurmuş köpek” stratejisini göz önüne almadan, masaya yatırmadan, meydana gelen son olayları anlamamız ve gerçekçi bir şekilde analiz etmemiz mümkün değildir.

Siyonizm’in Temel Varsayımları

Siyonizm’in olmazsa olmazları onun amentüsü veya temel varsayımlarıdır. Bunlar bir Siyonist tarafından tartışılmadan doğru kabul edilir. Siyonizm’in olmazsa olmazları, amentüsü, temel kabulleri aşağıdaki gibi özetlenebilir:

1.                    Allah tarafından Yahudilere “vaat edilmiş topraklar (!)”

2.                    Yahudiler Allah tarafından “seçilmiş bir halktır”, “üstün bir ırktır (!)”

3.                    Yahudiler “arı ırktır”, “saf ırk olarak kalmalıdır.”

4.                    Yahudi olmayanlar için “etnik temizlik ya da soykırım” yapılacaktır.

5.                    “Dünya Yahudileri için bir tek devlet vardır: İsrail”

6.                    Yahudilerin “Dünya hâkimiyeti” için “Gizli Dünya Devleti”.

Siyonizm’in amentüsü burada özet şekilde verilecektir. Siyonistler, dindar olmamalarına karşın Yahudilerin dinî duygularını harekete geçirebilmek için dinî terminolojiyi çarpıtarak kullanmayı bir yöntem olarak benimsemişlerdir. En çok da Tevrat’taki Tekvin 15/18 ayetini istismar etmişlerdir: “Mısır ırmağından büyük ırmağa, Fırat nehrine kadar bu diyarı senin zürriyetine verdim.” (Tekvin, 15/18)

Siyonist liderler tarih boyu bu ve buna benzer ayetleri -“inanmadıkları hâlde”- çarpıtarak kullanmışlardır: “Golda Meir: Bu ülke bizzat Allah tarafından yapılmış bir vaadin gerçekleşmesi olarak mevcuttur. O yüzden bu ülkenin yasallığı konusunda hesap sormaya kalkışmak gülünç olur.”

 Menahem Beghin: “Bu toprak bize vaat edilmiştir ve bizim bu toprak üzerinde bir hakkımız vardır”, “…İsrail Peygamber’in toprağı İsrail halkına teslim edilecektir. Tamamı ve ilelebet.”

Moshe Dayan: “Bizler Tevrat’a sahipsek, kendimizi Tevrat ehli görüyorsak, Tevrat topraklarına da yani Hâkimler ve Hz. İbrahim’den Hz. Musa’ya kadarki peygamberlerin topraklarına, Kudüs’e, Halil’e, Eriha’ya ve daha başka yerlere sahip olmamız gerekecektir.” Dünya Yahudi Kongresi Başkanı Nahum Goldmann (1956)[1]: Ben bir Arap lideri olsaydım İsrail’le asla görüşmeler yapmazdım. Çünkü biz onların vatanlarını aldık. Şüphesiz bu toprakları Tanrı bize vaat etmişti, fakat bu onlar için ne ifade eder? Bizim Tanrımız, onların Tanrısı değil ki. Evet, biz İsrailoğullarından geliyoruz fakat iki bin yıl önce; onlar için bunun ne anlamı var? Evet, Naziler, Hitler ve Auschwitz kampı yaşandı, fakat bu Arapların suçu mudur? Araplar sadece bir şey görürler: Onların vatanlarını çaldık! Bunu niye kabul etsinler?”[2]

Bugün Ortadoğu’da olup biten birçok karanlık olayın arkasında bu temel varsayımın gerçekleşmesi için verilen kavga vardır. Genelde tüm Müslümanların özelde de Türkiye’yi yönetenlerin bu gerçeği görmeleri ve kabul etmelerinde fayda vardır. Siyonistler tarafından çarpıtılarak kullanılan diğer bir konu, Yahudilerin Allah tarafından “seçilmiş bir kavim”, “seçilmiş halk” olduğu fikridir. Bu, Siyonistler için ikinci ana varsayım olup Tevrat’a ve Talmud’a dayandırılmaktadır:  “Siz Tanrınız RAB için kutsal bir halksınız. Tanrınız RAB, öz halkı olmanız için, yeryüzündeki bütün halkların arasından sizi seçti…” (Tesniye 7/6-7) Haham Cohen, Talmud: “Dünya insanları, İsrail ve bir bütün olarak ele alınan diğer milletler şeklinde ikiye ayrılabilir. İsrail seçkin millettir. Bu, temel kabuldür.”[3]

İsrailliler seçilmiş üstün bir kavim olunca onun kanı, diğer “ikinci sınıf insanların” kanları ile karışıp ‘pislenmemelidir’. İkinci sınıftakilerle, Yahudi olmayanlarla, evlenme, etnik saflığı bozduğundan buna müsaade edilemez. Yabancılarla evlenme yasağı da diğer temel kabuller gibi, Tevrat’a dayandırılmaktadır:

“Kız alıp vermeyeceksiniz. Kızlarınızı oğullarına vermeyeceksiniz; oğullarınıza da onlardan kız almayacaksınız.” “Çünkü onlar oğullarınızı beni izlemekten saptıracak, başka ilahlara tapmalarına neden olacaklardır. O zaman RAB size öfkelenecek ve sizi çabucak yok edecek.” (Tesniye 7/3-4) (Bak: Ezra10/10-11; Nehemya 13/24-25, 30)

Siyonistler, insanları seçkinler ve seçkin olmayanlar diye iki kategoriye ayırmaktadır. Siyonistler, Yahudi olmayan tüm insanları ikinci sınıf, “İsrailoğullarının kölesi ve hizmetkârları” kabul ettiklerinden hizmette kusur edenlerin etnik temizliğe tabi tutulmalarını doğal bir hak görmektedirler. Onlara göre gerek Hz. Musa ve gerekse onun yerine geçen Yeşu soykırım için Allah tarafından görevlendirilmişlerdir: “…Musa kızdı. Onlara, bütün kadınları hayatta bıraktınız demek, dedi... Pekâlâ, şimdi, bütün erkek çocukları ve bir erkekle karı koca hayatı yaşamış bütün kadınları öldürün... Fakat bütün bakireleri... Kendinize saklayın.” (Sayılar 31/14-18) “Rab, senin Tanrın seni ülkeye soktuğu zaman... Ve senin önünde sayısız milletleri kovduğu zaman sen onların hepsini yok edeceksin” (Tesniye, 7/1-2, 24).

Bu yaklaşımın bir uzantısı olarak Siyonist Golda Meir 15 Haziran 1969 tarihli Sunday Times’a verdiği demecinde Filistin halkını yok varsayıyordu:  “Bir Filistin halkı yoktur... Bizler gelip de onları kapıya koyduğumuz ve ülkelerini ellerinden aldığımız için değil. Onlar mevcut değildir.”[4]

Bu etnik temizlik varsayımı doğrultusunda; “9 Nisan 1948’de Menahem Beghin, kendisine bağlı İrgun askerleriyle birlikte Deyr Yasin köyünün erkek, kadın ve çocuk 254 sakinini katliama tabi tutmuştur.”[5] 

İsrail’in büyük gazetesi Yediot Aharonoth’ta, 14 Temmuz 1972 tarihinde, Yoram Ben Portath, Filistin topraklarında bir etnik temizlik yapılması gerektiğini yazmıştır: “Zamanın unutturduğu birtakım vakıaları kamuoyuna açıkça ve cesaretle izah etmeleri İsrail yöneticilerinin görevidir. Bunlardan birincisi, Araplar bertaraf edilip toprakları müsadere edilmedikçe, Siyonizm’in, kolonileri yerleştirmenin, İsrail devletinin olmayacağı vakıasıdır.”[6]

21. asırda Siyonist yöneticilerde aynı mantık ve yaklaşımın var olduğunu görmekteyiz. Bugünkü İsrail’in savunma bakanının Filistin halkı için kullandığı “Biz hayvanlarla savaşıyoruz.” ifadesini[7] aynı bağlamda değerlendirmemiz gerekmektedir. Siyonist mantık tarih boyu hiç değişmemiştir. Sahip olduğu teknik imkânlarla insanlıktan uzaklaşmış, daha da vahşileşmiştir.

Bütün Siyonistlerin hepsinin ortak özelliği, arı bir ırk için tüm yabancıların mallarına el koymak, onları sürüp çıkarmak ya da toptan imha ederek ‘vaat edilmiş toprakların’ yegâne hâkimi olmaktırBu boyutu ile her biri birer Hitler’dir. Siyonist hareket, başlangıçtan beri dünyadaki tüm Yahudileri, İsrail idealine bağlı kalmaya ve ona her ne olursa olsun hizmet etmeye zorlamıştır. Başlangıçtan beri slogan şu olmuştur: “Bugün Yahudi olmak demek, İsrail’e bağlı olmaktır.”[8]

Dünya Siyonist Teşkilatı’nın 23. Kongresi’nde Ben Gurion, yabancı ülkelerdeki Yahudilerin görevlerinin İsrail’e kayıtsız şartsız destek vermek olduğunu açıklamıştır: “Çeşitli milletlerin bütün Siyonist örgütlerinin ortak görevi, Yahudi devletine, her hâlükârda, kayıtsız ve şartsız yardım etmektir. Hatta böyle bir davranış, içinde bulundukları milletlerin otoriteleriyle çelişse bile...”[9]

ABD Dışişleri Bakanı Blinken, Aksa Tufanı Harekâtından sonra İsrail’e geldiğinde “Ben buraya sadece ABD Dışişleri Bakanı olarak değil aynı zamanda bir Yahudi olarak geldim.”[10] sözünü hatırlamakta fayda vardır. Ayrıca ABD, AB ülkelerindeki medya ağalarının aynı anda harekete geçmesini ve ABD Başkanı Biden’ın iki uçak gemisi gönderdikten sonra bizzat İsrail’e gelmesini, İngiltere ve AB ülkelerinin katil İsrail’e verdikleri destekleri bu ana varsayım kapsamında değerlendirmek gerekmektedir.

İsrail’in “Kudurmuş Köpek” Stratejisi

Siyonist önderlerin ana amacı, Yahudilerin birinci sınıf, geri kalanların ikinci sınıf ve Yahudilerin kölesi olduğu bir dünyayı kurmaktır. Asırlar boyu Siyonist önderler bu amaca uygun bir stratejiyi uygulaya gelmişlerdir. Yol boyu görünürde tezat teşkil eden ve fakat stratejik açıdan kendi içerisinde tutarlı politikalar uygulamışlardır.

Dünya hâkimiyeti için her ülkede faaliyet gösterirlerken öncelikli hedefleri, Filistin’de bir İsrail devletinin kurulabilmesi ve de korunabilmesi olmuştur. Siyonizm’in ‘amentüsünde’ yer alan “vaat edilmiş toprakları” ele geçirmek için zamana yayılan ve kademeli bir geçişi esas alan bir strateji belirlenmiştir. Basel Kongresi’nde çizilen programa hep sadık kalınmıştır. Bu programın uygulanabilmesi için öngörülen strateji, korku, şiddet ve dehşet salma üzerine bina edilmiştir.

Siyonist stratejide, Moshe Dayan’ın öngördüğü; “İsrail kudurmuş bir köpek gibi olmalı, kimsenin dokunamayacağı kadar tehlikeli.”[11] ana ilke olarak benimsenmiştir. Bu “kudurmuş köpek” psikolojisini, Başbakan Yardımcısı Avigdor Lieberman’ın, 2009 yılı ocak ayında, Gazze olayları için kullandığı ifadelerde de görebilmekteyiz: “İsrail HAMAS’la mücadelesinde ABD’nin İkinci Dünya Savaşı’nda Japonlara uyguladığı yönteme başvurmalıdır…”[12] 

İsrail Eski Genelkurmay Başkanı Rafael Eytan’ın konuşmalarında “kudurmuş köpek stratejisinin” dayandığı vahşet boyutunu okumak mümkündür: “Siz iyi yürekli, yumuşak huylu insanlar şunu iyi bilin ki Adolf Hitler’in gaz odaları bile birer cennet sarayıdır… Topraklara yerleşmeyi tamamladığımızda, bütün Arapların yapabilecekleri tek şey, şişenin içindeki ilacı yemiş hamam böcekleri gibi panik hâlinde bir oraya bir buraya koşturmak olacaktır.”[13]

Şubat 2010’da “aşırı sağcı” Reut Enstitüsü, İsrail ordusu ve hükümetine sunduğu “Politik Bir Duvar Yaratmak” başlıklı özel raporda öngörülen taktikler, kullanılan ifadeler, “kudurmuş köpek gibi olmanın” ne anlama geldiğini açıklamaktadır. Rapor İsrail’in “düşmanları”nı iki ana sınıfa ayırmaktadır: “1. Direniş şebekesi: İran, Hizbullah, HAMAS. 2. Gayri meşrulaştırma şebekesi: Batılı solcular, insan hakları grupları, Arap ve Müslümanlar. Gazze ablukasını, işgali protesto edenler, Filistinliye eşit hak isteyenler.”[14]

Raporda ikinci gruptaki düşmanların (ki tümü sivillerden oluşmaktadır) askerî ve istihbarat yöntemleri ile susturulmaları öngörülmektedir: “Barışçı insan hakları savunucularına karşı gizli servisler ve silahlı kuvvetler aracılığıyla sabotaj ve saldırılar düzenlenmeli. İsrail, bunları ülke dışında da sindirmek için gizli servis kullanmalı.”[15]

İsrail 2009’da Dökme Kurşun Operasyonu ile beyaz fosfor bombası kullanarak Gazze’yi günlerce bombalamıştır. Bugün Demir Kılıçlar Operasyonu ile Gazze’de insanlık dışı, en vahşi katliamları yapmakta, hastaneleri, camileri ve kiliseleri, sivil halkın yaşadığı bölgeleri, göç eden insanları ve Refah Sınır Kapısını uluslararası antlaşmalarda yasaklanan silahlarla bombalamaktadır, vurmaktadır.

Uluslararası antlaşmalara aykırı bir şekilde dün olduğu gibi bugün de Gazze’de, yasak olan silahların kullanılmış olmasının sebebi, “kudurmuş köpek” gibi olma; hatta ondan da daha aşağı olmaktır: “…Kalpleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır.” (7 A’râf 179)

Siyonizm’in amentüsünü esas alan kudurmuş köpek stratejisinin dayandığı esasları, genel olarak aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:

·          Irkçı ve dinî temellere dayalı bir iç politika,

·          Devamlı korku ve tehdit altında olmaya dayalı iç politika,

·          İki yönlü göç ettirme politikası: Yahudilerin İsrail’e göç ettirilmesi, Yahudi olmayanların da Filistin topraklarından göç ettirilmesi,

·          “Büyük İsrail”in gerçekleşmesine yönelik sürekli genişlemeyi esas alan bir dış politika,

·          Savaşı ve devlet terörizmini esas alan bir strateji,

·          Yalan ve aldatmaya dayalı bir psikolojik savaş,

·          Her ülkede legal ve illegal örgütlenme ve lobicilikle yönetimler üzerinde baskı oluşturmak ve yönlendirmek,

·          Antisemitizm üzerinden yürütülen bir politika,

·          Makyavelci yaklaşım: Hedefe varmada her şey mubahtır anlayışı,

·          Kolektif cezalandırma: Sivil asker, suçlu suçsuz ayırımı yapmama,

·          Şantaj ve menfaat ile satın alarak işbirlikçi ihdas et veya yok et,

·          “Kurbağa haşlama” yaklaşımı ile zamana yayma, alıştırma, unutturma ve yok etme politikası,

·          Bölge ülkelerini bölmeye, parçalamaya ve yok etmeye dönük kaos politikası.

Aksa Tufanı Harekâtı Yapılış Şekli ve Taktik Hedefler

Filistin halkının kurtuluş mücadelesini veren İslâmî Direniş Hareketine (HAMAS) mensup İzzeddin Kassam Tugayları, Aksa Tufanı[16] adını verdikleri “son yılların en büyük saldırısı” diye nitelenen bir harekâtı, İsrail’e karşı 7 Ekim 2023’te saat, 6.30-7.00’de başlatmışlardır.  Aksa Tufanı, HAMAS’ın savunma stratejisi düzleminde taktik bir saldırı harekâtıdır. Zamanlaması ilginç olup psikolojik savaş kurallarına uygun gerçekleşmiştir. İsrail’in Araplara karşı zafer kazandığı Yom Kippur Savaşı’nın yıl dönümü, İsrailliler için kutsal bir gün ilan edilmişti. HAMAS, İsrail’in kutsal ilan ettiği böyle bir günde, “Aksa Tufanı” adını verdiği operasyonla İsrail’e saldırarak özel bir mesaj vermiş, imajını perişan etmiş ve yenilebilir olduğunu gözler önüne sermiştir.

HAMAS Askerî kanadının açıklamalarına göre Aksa Tufanı Harekâtı fikri, “2021 yılında ortaya çıkmış, 2021’den bugüne böyle bir harekâtın hazırlığı” yapılmıştır. Gerekli planlamaların ardından strateji ve taktikler belirlenmiş, harekâtta kullanılacak savaş malzemeleri elde edilmiş, HAMAS güçleri eğitilmiştir. HAMAS yöneticilerinin yaptığı açıklamalardan anlaşıldığı kadarıyla; HAMAS’ın yapacağı böyle bir harekâta karşı gerek İsrail’in gerek İsrail’i destekleyen dış güçlerin (özellikle ABD ve AB) ve halkı Müslüman ülkelerin yönetimlerinin muhtemel tepkileri hesaplanmış ve bu tepkilere karşı alınacak tedbirler, verilecek cevaplar ana strateji içerisinde değişik taktikler şeklinde belirlenmiştir.

HAMAS yöneticileri, İsrail’in bugün Gazze’de giriştiği katliamları öngördüklerinden Aksa Tufanı Harekâtının psikolojik savaş boyutunu çok öne çekmişlerdir. Harekâtla HAMAS güçleri bir taraftan çok yoğun füze saldırısı ile İsrail’in övünç kaynağı olan savunma sistemi “Demir Kubbe”yi[17] ve “bölgesel haberleşme ağını” çökertirken; diğer taraftan HAMAS askerî birlikleri roket atışlarıyla birlikte sınır hattında da İsrail’e kara saldırısında bulunmuşlar, İsrail’in içine 30 kilometre kadar girerek ona karşı geniş kapsamlı bir saldırı başlatmışlardır. Eş zamanlı olarak “havadan motorlu paraşütler”/“motorlu el planörleri” ve “denizden de botlarla” İsrail’e karşı saldırıya geçmiştir. Görülebileceği gibi Aksa Tufanı Harekâtı kara, hava ve denizden olmak üzere üç boyutlu bir şekilde başlatılmıştır.

HAMAS yetkililerinin yaptığı açıklamalara göre, “yoğun füze koruması altında” Kassam Tugayları, İsrail’in savunma hattını geçmişler, “Gazze Tümeni ve güney bölgesindeki 50’den fazla bölgeye eş zamanlı koordineli” bir şekilde saldırı gerçekleştirmişlerdir. İsrail güçleri ve HAMAS arasında “en az 14 farklı bölgede” çatışma meydana gelmiştir. “İsrail medyasının haberine göre HAMAS güçleri “an itibarıyla Gazze’de 7 yerleşim yerini kontrol altına” almışlardır. HAMAS, Gazze Şeridi’nin güneydoğusunda İsrail’e ait “Kerem Ebu Salim Sınır Kapısı”nı ve “çevresindeki askerî noktaları” ele geçirmiştir. HAMAS güçleri, ayrıca “Refah eksenindeki Sufa, Kibbutz Sufa, Holit, Yated bölgelerine de sızmışlardır.”

Çatışmalarda Gazze Şeridi’ne yakın Shaar Hanegev bölgesinin meclis başkanı/belediye başkanı Ofir Liechstein/Libstein öldürülmüştür. Polis ve askerî karakollar vurulmuştur. Gazze sınırına 1 kilometre mesafedeki Sderot şehrinde bir polis karakolu ele geçirilmiştir. Medyada yer alan haberlere göre HAMAS asker, polis ve siviller olmak üzere çok sayıda İsrailliyi rehin almıştır. Rehin alınanlar arasında üst düzey İsrailli komutanlar da vardır. ‘Sderot’ta 35’ten fazla İsrail askeri ve bazı siviller esir alınarak Gazze’ye götürülmüşlerdir.

 “İsrailli yetkililer yerleşimcileri bırakıp kaçmıştır.” İsrail ordusuna ait bazı tanklar imha edilmiş ve tankların içindeki askerler esir alınmıştır. Bölgedeki İsrail Savunma Kuvvetlerine ait tüm silah,  teçhizat ve araçlar alınıp Gazze’ye götürülmüştür. Genelde HAMAS saldırılarında havaalanları ve askerî tahkimatın olduğu Gazze çevresindeki yerler hedef alınmıştır. “Roketlerden bazıları Tel Aviv’in 50 kilometre güneyindeki Askalan ve 30 kilometre güneyindeki Usdud kentlerine isabet etmiştir.” “Sderot 100 roketle” vurulmuştur. “Roketlerin isabet ettiği güney İsrail’in bazı bölgelerinde büyük yangınlar” meydana gelmiştir. Tel Aviv dâhil birçok yerde alarm verilmiştir. Tel Aviv yakınlarında ve Gazze çevresinde patlamaların olması, İsrail genelinde, Kudüs çevresinde roket sirenlerinin duyulması, İsrail halkını çok rahatsız etmiştir. Netenyahu’ya karşı olanlar, gelişmeler karşısında Netenyahu yönetimini suçlamaya başlamışlardır. HAMAS, roketle vurmak istediği bölgelerde sivil halkın bölgeleri terk etmesi için kendilerine belli bir zaman tanımış, süre dolduktan sonra ilgili yerleri füzelerle vurmuştur. Bütün bu gelişmeler karşısında yabancı havacılık şirketleri İsrail’deki seferlerini iptal etmeye başlamışlardır.

Harekâtın Amacı ve Hedefleri

Gözlemlerimize göre HAMAS, savunma stratejisi içerisinde taktik saldırı gerçekleştirmiştir. Bugüne kadar, genelde saldıran, savaş çıkaran, etrafı bombalayan hep İsrail olmuştur. İlk kez İsrail, ani bir baskın harekâtıyla beklenmedik bir şekilde ters köşe yapılmış, bugüne kadar inşa ettikleri dokunulamaz psikolojisi yerle bir edilmiştir. Bu olgunun görülebilmesi için, yukarıda, Aksa Tufanı Harekâtının medyaya yansıyan boyutlarını ele alıp değerlendirdik. İsrail’in bugüne kadar var olan “dokunulamaz” imajını yerle bir eden, bütün algıları, kanaatleri yıkan böyle bir harekât, herkesin kafasını, algısını allak bullak etmiştir. Yazılanlarda ve yapılan tartışma ve konuşmalarda bunu görebilmekteyiz. Bu kafa karışıklığını göz önüne alarak yukarıda 4 Temel dinamiği ve 6 DT yaklaşımını ana hatları ile özetledik.   

Türkiye’de Aksa Tufanı Harekâtı farklı kesimlerde farklı değerlendirmelere tabi tutulmaktadır. Bu değerlendirmeleri ana hatları ile aşağıdaki gibi sınıflandırabiliriz:

“İsrail’in 11 Eylül”ü, HAMAS oyuna getirilmiştir. Netenyahu, son aylarda İsrail içinde yükselen muhalefet hareketini kırabilmek için dikkatleri dışarıya yönlendirmek amacıyla HAMAS’ı tahrik ederek önünü açmıştır. Netenyahu’ya karşı çıkan, Filistinlilerle savaşmak istemeyen İsrail içindeki bazı güçler HAMAS’ı tahrik ederek önünü açmıştır. 

İngiltere, küresel güç olabilmek için HAMAS’ın eylem yapmasına zemin hazırlamıştır. ABD, Çin ile iş birliği yapan Netenyahu yönetimini cezalandırmak için HAMAS’ın eylem yapmasına zemin hazırlamıştır.

Üçüncü Dünya Savaşı çıkarmak isteyen güçler HAMAS’ın eylem yapmasına zemin hazırlamıştır. Rusya ve Çin ekseni, ABD’yi Ortadoğu’da meşgul ederek, Asya pasifikle uğraşmamasını sağlamak ve Ukrayna meselesini gündemden düşürmek amacıyla HAMAS’ın eylem yapmasına zemin hazırlamışlardır.

Aksa Tufanı Harekâtı, bizzat İran-Hizbullah-HAMAS tarafından organize edilmiştir.  Liderlik elde etmek için HAMAS’ın intihar girişimidir. HAMAS duygusal davranarak yanlış zamanda, yanlış bir harekât yapmıştır. İsrail’in gücünü ve arkasındaki küresel güçleri göz önüne almadan durup dururken HAMAS’ın saldırı yapması yanlış olmuştur. Bedeli Filistinlilere ağır olacaktır.

HAMAS, İsrail’in “kurbağa haşlama”/“haşlanmış kurbağa” stratejisini ifşa etme ve çökertme amacıyla bu harekâtı yapmıştır. Daha başka ihtimaller de olabilir. Bana göre en güçlü ihtimal, İsrail’in “kurbağa haşlama” stratejisini ifşa etme ve çökertme operasyonu seçeneğidir.

Diğer ihtimaller, harekât sonrası tarafların mevcut durumdan nasıl yararlanmak isteyecekleri, istedikleri ile ilgilidir. İsrail içinde çatışan güçlerin Aksa Tufanı’nı kendi menfaatlerine göre değerlendirmek için her türlü eylemi yapmaları mümkündür. Netenyahu bu eylemden yararlanıp kuvvetli çıkmak isterken ona karşı olanların bu eylemden Netenyahu’nun yıpranarak çıkmasını isteyebilirler. Bu amaçla HAMAS’ın eylem yapmasına göz yummuş olabilirler.[18] Yazının kalan kısmında İsrail’in “kurbağa haşlama” stratejisini ifşa etme ve çökertme operasyonu ele alınıp değerlendirilecektir.

İsrail’in “Kurbağa Haşlama”/“Haşlanmış Kurbağa” Stratejisini İfşa Etme ve Çökertme Operasyonu

Aksa Tufanı Harekâtının ana amacının ne olduğunun anlaşılabilmesi için genellikle mecazi anlamda kullanılan haşlanmış kurbağa/kurbağa haşlama/kaynayan kurbağa sendromu diye literatüre geçen olayın ne olduğunun hatırlanmasında fayda vardır. 19. yüzyıldan itibaren kurbağalar üzerinde değişik deneyler yapılmıştır. Kurbağa haşlama deneylerinden elde edilen sonuç şöyle özetlenebilir: “Kaynayan suya bir kurbağa atarsanız, elbette ki haşlanmamak için kaptan çıkmaya çalışacaktır. Fakat eğer onu ılık suya koyar, suyu ağır ağır ısıtırsanız, uysalca orada oturacaktır. Su yavaşça ısındıkça, kurbağa rahat bir uyuşukluk hâline geçecektir, tıpkı sıcak bir banyo yapan insanların rehaveti gibi…  Kurbağa da çok geçmeden, karşı koyamadan kaynayarak ölecektir.”[19]

Kaynayan kurbağa olayı bilim dünyasında tartışmalı bir konudur. Ancak sosyal olayların değerlendirilmesinde yol boyu hep kullanılmıştır. İsrail’in son yıllarda Filistinlilere uyguladığı strateji tam da “haşlanmış kurbağa”/“kurbağa haşlama”/“kaynayan kurbağa” stratejisidir.  Aksa Tufanı Harekâtı ile başlayan süreci değerlendirebilmek için bu olgunun mutlaka göz önüne alınması gerekmektedir. Harekâtın ana amacını ve hedeflerini görebilmek için ABD Başkanı Trump’ın İsrail’le ilgili başlattığı süreci iyi değerlendirmek gerekmektedir. Trump döneminde Filistin’i çok yakından ilgilendiren iki önemli olay meydana gelmiştir: 1) Trump ABD’nin İsrail’deki büyükelçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’e taşımıştır.  2) Bazı İslâm ülkelerinin de içinde yer aldığı Filistin merkezli Yüzyılın Antlaşması ilan edilmiş ve Filistinlilere kabul etmesi için dört yıl tanınmıştır.

Yüzyılın Antlaşması projesinin açıklanmasından sonra İsrail, bazı İslâm ülkeleri ile Abraham/İbrahim Antlaşması’nı yaparak görünür de barış ilan etmiştir. İsrail her iki antlaşmayla kendi hareket kabiliyetini artırmaya, antlaşmaları imzalayan ülkeleri Filistin konusunda pasif kılmaya, tarafsızlaştırmaya çalışmaktadır/çalışacaktır da. Ortadoğu’da bu iki antlaşma ile birlikte Türkiye, İran, Lübnan, Suriye ve Irak yeni bir blokla karşı karşıya getirilmeye çalışılmaktadır.

Bu iki antlaşma ile birlikte Filistin’de bağımsız, şahsiyetli, özgür bir devlet mümkün olmayacaktır. Bunun daha iyi görülebilmesi için her iki antlaşmanın da incelenmesi gerekmektedir. İsrail bu iki antlaşmayı Ortadoğu’daki bazı ülkelerle imzaladıktan sonra Filistin topraklarında, Filistinlilere karşı tam bir kurbağayı haşlayarak öldürme, düşünme ve hareket kabiliyetlerini yok etme stratejisi uygulamaya başlamıştır. Aksa Tufanı Harekâtının ana amacı, bu oyunu deşifre etmek, İslâm dünyasının ve tüm dünyanın gündemine bunu sokmaktır. Aksa Tufanı Harekâtının stratejik amacı, “Filistin halkının yeniden devrim yaptığı ve bir devlet kurma projesine geri döndüğü”, “İsrail’in ihlallerine karşı bir çizgi çekme kararı aldık, İsrail’e karşı Aksa Tufanı operasyonunu başlattık!”, “(İsrail) işgalinin tüm suçlarına son vermeye karar verdik!” şeklinde yapılan açıklamalardan çok rahat görülebilir. 

Bu açıklamalara göre Aksa Tufanı Harekâtının ana amacının, unutturulmak istenen bir davanın Dünyanın gündemine sokulması, getirilmesidir. Çünkü dünya kamuoyunda ve ilgili uluslararası kuruluşlarda, Filistin topraklarında iki devletli çözüm hiç gündeme gelmemekte, gelmemesi için de Siyonist mekanizma küresel düzlemde çalışmaktadır. “1967 sınırlarına dönme ve iki devletli çözüm antlaşması” unutturulmaktadır. Bu konuda ilgili uluslararası mekanizmalara sürekli baskı uygulanmaktadır. İsrail’in güvenliğini, Filistin sorunu çözülmeden sağlamak mümkün değildir.

Hem İsrail’deki Yahudilerin bir kısmı hem de dünyanın değişik bölgelerindeki -özellikle- ABD’deki Yahudilerin bir kısmı İsrail’in Filistinlilere uyguladığı şiddete karşılar. Şiddetin durdurulmasını istemektedirler. ABD’de belli bir Yahudi kesimin savaşa karşı çıkıp Temsilciler Meclisi’nde oturma eylemi yapmaları anlamlıdır. İsrail’deki Yahudilerin belli bir kesimi savaşların, çatışmaların durdurulmasını istemektedir.

Yargı reformundan dolayı İsrail Cumhurbaşkanı Herzog’un ifadesiyle “İsrail ikiye bölünmüş” vaziyettedir. Herzog, Filistinlilerle diyalog kurma taraftarıdır. İki devletli çözümü destekler bir tavır sergilemektedir. Netanyahu, bunun tersine “yeni yerleşim birimleri politikasıyla” Batı Şeria’nın “yavaş yavaş”, “sessizce”, “Yahudileştirilmesini” öngörmektedir. Aksa Tufanı Harekâtı bir boyutu ile İsrail’in içindeki bu ihtilafları derinleştirmek amaçlı olabilir. ABD devreye girene kadar İsrail muhalefeti Netenyahu’nun başbakanlığında HAMAS’a karşı bir mücadele verilmesine karşı çıkmıştır. HAMAS’ın bu öngörüsünün tutup tutmayacağını zaman gösterecektir.

Aksa Tufanı Harekâtının bir amacı da son yıllarda İsrail’in, aşağıda özetlenen, Filistin topraklarında yaptığı zulmü, katliamı dünya kamuoyunun gündemine taşımaktır: Mayıs 2023’te İsrail, Gazze Şeridi’nde İslâmî Cihad’a karşı bir saldırı başlatmış ve savaş beş gün sürmüştür. Bu savaşta 34 Filistinli ve bir İsrailli kadın ölmüştür. Bu savaş dünya gündemine gelmemiş, BM kılını kıpırdatmamış, bugün konuşanlar o gün susmuşlardır. İsrail, HAMAS’ın Gazze’de kontrolü ele almasından bu yana Gazze Şeridi’ne her geçen gün daha sıkı bir abluka uygulamaktadır. Ocak 2023’ten bu yana İsrail, kademeli bir şekilde Batı Şeria’da şiddeti tırmandırarak en az 247 Filistinli, 33 İsrailli, bir Ukraynalı ve bir İtalyan’ın ölmesine sebebiyet vermiştir. Son aylarda Müslümanlar Mescid-i Aksa’da sabah ve öğle namazlarını kılamamaktadır. Dinin temeline şahitlik eden ezan Mescid-i Aksa’da okunamamaktadır.

Görevli onlarca Yahudi, İsrail askerlerinin koruması altında çeşitli bahanelerle Mescid-i Aksa’ya her gün baskın yapmaktadır. Mescid-i Aksa’ya giden Müslümanlara işkence etmekte, dövmektedirler. İsrail, Batı Şeria’da yeni yerleşim yerleri açmaya devam etmektedir. Yeni göçmen Yahudileri, “yerleşimciler” adı altında Filistinlilerin yaşadığı bölgelere yerleştirmektedir. Yahudi yerleşimciler, yerli halkın ellerinden evlerini, arazilerini almakta baskı, şiddet uygulamakta, hatta öldürmektedirler. Mallarına, mülklerine el koymalarına müsaade edilmektedir. Böylelikle Yerli Filistin halkı göçe zorlanmaktadır.

Siyonist Yahudi militanlar, gece gündüz demeden Filistin mahallelerine aralıklarla baskın düzenlemektedir. Öldürdükleri Filistinlilerin üzerine işemektedirler. Gazze etrafındaki kuşatmayı daraltarak Gazze’ye karadan ve denizden tam bir ekonomik ambargo uygulamaktadır.  Filistin topraklarındaki Hıristiyanlar da Siyonizm’in bu vahşi politikalarına karşılar ve kendilerini güvende hissetmemektedirler. Nitekim İsrail, Demir Kılıçlar operasyonunda Gazze’de bir Ortodoks kilisesini vurmuştur.

Siyonizm’in İki Yönlü Göç Ettirme Politikası

Bu politika Yahudilerin İsrail’e, Yahudi olmayanların da Filistin topraklarından göç ettirilmesine dayanır. Siyonist kadronun ön gördüğü stratejide önce Filistin’de tutunmak ve bir mekân elde etmek gerekiyordu. Bu amaçla Filistin’de bir Yahudi topluluğunun meydana getirilebilmesi için üç eksenli bir politika uygulamışlardır: Yahudilerin Filistin’e göç etmesi, Yerli Arapların/Filistinlilerin Filistin’den göç ettirilmesi, Yerli Arapların arazilerinin imha ve işgal edilmesi. Bu stratejinin kökenleri Siyonizm’in kurucusu Theodor Herzl’in 12 Haziran 1895’te yazdığı günlüklerde yer almaktadır: Usul usul istimlâk etmeliyiz… kendi ülkemizde onları işten yoksun bırakırken, geçmiş ülkelerinde onlara iş sağlayarak heveslendireceğiz… hem istimlak süreci hem de yoksulların (yerlilerin) ihracı, ihtiyatlı ve temkinli bir şekilde yürütülmelidir.”[20]

Londra’da 1920 yılında toplanan Siyonist Kongre, önce Filistin’e göçün hızlandırılabilmesini, böylelikle demografik yapının değiştirilmesini öngörmüştür. Bu amaçla “Filistin’deki Yahudi olmayan topluluklarla barış içerisinde bir arada yaşamayı” kamuoyuna ilan ederek, bir taraftan Filistin’den toprak alınmasını kolaylaştırmayı ve hızlandırmayı, diğer taraftan da Araplarla iş birliği yapan İngiltere ve Fransa gibi devletlere güvence vermeyi hedeflemişlerdir. Ancak bu bildirge sadece kâğıt üzerinde kalmış, fakat Siyonistlere zaman kazandırmıştır.

Arazi satın alıp göç işini organize edebilmek için de Yahudi Ulusal Fonunu kurmuşlardır. Gerek bildirge gerekse fon, öngörülen tedrici stratejinin birer parçasıydı.[21] David Ben Gurion, 1939 yılında “Yahudi göçünün hızlandırılması ve Yahudilerin ellerindeki toprakların genişletilmesinin öncelikli bir ana politika olarak benimsenmesinde” aşırı ısrarcı olmuştur.[22]

Siyonistlerin, göç olayında aceleci ve ısrarcı olmalarının, bunu çok öncelemelerinin nedeni, Yahudilerin yaşadıkları ülkelerde güvenlik sorunu yaşamalarından dolayı değildi. Yahudi toplulukların yaşadıkları ülkelerde güvenlik içerisinde olup olmamaları onları genellikle ilgilendirmemekteydi. Ancak güvenliklerinin olmaması, Siyonistlerin göçü hızlandırma politikasıyla örtüşmekteydi. Amaç, yersiz yurtsuz Yahudilere yalnızca bir toprak parçası aramak da değildi. Ana amaç, bir Siyonist Yahudi devletini Filistin’de kurmaktı. Bunun dışındaki arayışlar, “tehlikeli akıntılar” kabul edilmekteydi. Siyonist önderlerden Weizmann, Yahudi göçündeki ana amacın gözden kaçırılmamasına özellikle dikkat çekmekteydi: “Biz, bu akıntıyı yönlendirmek ve onun bizi hedefimizden başka yerlere alıp götürmesine izin vermemek için elimizden geleni yapmalıyız.”[23]  

Siyonist önderlerin önceliği, Yahudilerin kurtarılması olmadığı gibi dünyanın başka bir yerinde kurulabilecek bir İsrail devleti de değildi. Onların önceliği, Filistin’de bir İsrail kurmaktı. “Vaat edilmiş topraklar” varsayımına uygun olan buydu. Nitekim İsrail’in ilk yöneticisi olan Ben Gurion, 7 Aralık 1938’de Labour Siyonistlerinin önünde bu politikayı açık bir şekilde seslendirmiştir: “Eğer bilsem ki hepsini İngiltere’ye götürerek bütün Almanya (Yahudi) çocuklarının tamamını kurtaracağım ve İsrail toprağına götürerek de ancak yarısını kurtaracağım, ben ikinci çözümü tercih ederim. Zira bizler yalnızca bu çocukların hayatını değil, İsrail halkının tarihini de düşünmek zorundayız.”[24]       

Bu politika, tüm Siyonist yöneticiler tarafından benimsenip tatbik edilmiştir. Yahudi Ajansı’nın Kurtarma Komitesinin memorandumunda bu politikanın uygulanmasındaki kararlılığı görmek mümkündür: “Siyonist’in görevi, Avrupa’da bulunan İsrailoğulları’nın ‘geri kalanını’ kurtarmak değil, aksine Yahudi halkı için İsrail’in toprağını kurtarmaktır. […] Yahudi Ajansı’nın yöneticileri şu hususta mutabık kalmışlardı: Kurtarılabilecek olan azınlık, Filistin’deki Siyonist plânın ihtiyaçları göz önünde bulundurularak seçilmeliydi. […] Bize ihtiyacı olan herkese, her birinin niteliklerini hesaba katmadan yardım etmeli miyiz? Bu harekete Siyonist millî bir nitelik vermemeli ve İsrail toprağı ve Yahudilik için yararlı olabilecekleri öncelikle kurtarmaya çalışmamalı mıyız? Soruyu bu şekilde sormanın gaddarca olduğunu biliyorum, fakat maalesef açıkça ortaya koymalıyız ki, eğer biz 50 bin kişi arasından ülkenin inşasına ve millî yeniden doğuşuna katkıda bulunabilecek 10 bin kişi ile bizim için bir yük veya daha doğrusu ölü bir yük hâline gelecek olan bir milyon Yahudi arasında tercih yapacak olursak, -yüzüstü bırakılan milyonların ithamlarına ve çağrılarına rağmen- bizler kurtarılabilecek olan bu 10 bini kurtarmalı ve bunlarla sınırlı kalmalıyız.”[25]

“Siyonizm her şeyden önce gelir!” şiarına sıkı sıkıya bağlı olan Siyonist İzak Gruenbaum, 18 Ocak 1943’te, Avrupalı Yahudilere para yardımı yapmanın ihanet olduğu inancındaydı: “Onlar benim Yahudi düşmanı olduğumu, sürgündeki insanları kurtarmak istemediğimi, benim “a warm yiddish heart” taşımadığımı söyleyecekler. [...] Bırakalım istediklerini söylesinler. Ben Yahudi Ajansı’ndan Avrupa Yahudiliğine yardım için ne 300 bin ne de 100 bin Sterlin vermesini isteyeceğim. Ve ben bu tür şeylerin yapılmasını isteyen kimsenin Yahudi düşmanı (Anti Siyonist) bir davranış sergilediğini düşünüyorum.”[26]

İsaiah Trunk’ın, Judenrat adlı kitabında, İkinci Dünya Savaşı’nda Yahudilerin yüzde ellisinin kurtarılmamasının müsebbibi olarak Yahudi konseyleri gösterilmektedir: “Freudiger’in hesaplamalarına bakılırsa, eğer Yahudi konseylerinin talimatları dikkate alınmasaydı, Yahudilerin yüzde ellisi kurtarılabilecekti.”[27]

Bunu teyit eden ilginç bir olay da Kudüs’teki Eichmann Davası’nda, Başsavcı Haim Cohen’in Nazilerle iş birliği yapan Kastner’i savunmasıdır: “Eğer sizin felsefenizle örtüşmüyorsa, Kastner’i eleştirebilirsiniz... Fakat bunun iş birliği ile ne alakası var? Bizim Siyonist geleneğimizde, Filistin’e göçü düzenlemek için her zaman seçkin bir zümreyi ayırmak olagelmiştir... Kastner de bunun dışında bir şey yapmamıştır.”[28]

Diğer taraftan S.S Patria Gemisi olayı, amacın yersiz yurtsuz Yahudilere dünyanın herhangi bir bölgesinde güvenle yaşayacakları bir yer bulmak olmadığını göstermektedir. 1940’ta, Hitler’in tehdidi altındaki Yahudileri Maurice adasına kabul ederek, onları kurtarmaya karar vermiş olan İngiltere’yi Filistin’e göçe zorlamak için, bu Yahudileri taşıyan Patria adlı Fransız yük gemisine, 25 Aralık 1940’ta Hayfa limanında, Ben Gurion önderliğindeki Haganah Siyonistleri tarafından sabotaj yapılmıştır. 252 Yahudi ve geminin İngiliz mürettebatı ölmüştür. Bu olay üzerine İngiltere, geriye kalan Yahudilerin Filistin’de yerleşmesine müsaade etmek zorunda kalmıştır.[29] 

İki boyutlu göç ettirme stratejisi yol boyu hiç istikamet değiştirmemiştir. Bu stratejinin sonucu, Filistin coğrafyasında çok ciddi boyutlarda hem nüfus hem de toprak değişimi meydana gelmiştir. (Şekil 1) 

 


                   Şekil 1: Tarihî Süreçte Filistin Coğrafyasında Toprak ve Nüfus Değişimi[30]

 

“İsrail Devleti’nin nüfusu, Birleşmiş Milletler Nüfusa Göre Ülkeler ve Bağımlılıklar listesinde 2022 yılı itibariyle yaklaşık 9 milyon 506 bin 100’dür”. “İsrail nüfusunun %73,9’u her kökenden Yahudi, %21,1’i Yahudilik dışında herhangi bir dine mensup Arap, %5’i diğerleri olarak tanımlanmıştır.”[31] Gazze’de yaklaşık 2,1 milyon Filistin vardır; hiç Yahudi yoktur. Batı Şeria’da ise takriben 2,8 milyon Filistinli ve yaklaşık 460 bin Yahudi yerleşimci bulunmaktadır. Gazze Şeridi tüm bu bölgeler içerisinde doğurganlık hızı en yüksek bölgedir. “Filistinlilerin doğurganlık oranı Yahudilerin üzerindedir.” Özellikle Batı Şeria’daki doğum oranı İsraillilere göre çok yüksektir. “Seküler Yahudilerin doğum oranı düşüktür.”[32]

İsrail’deki Yahudilerin farklı kökenleri vardır. İsrail nüfusunun yaklaşık %73’ü İsrail doğumludur. Nüfusun ‘%18’i Kuzey Amerika ve Avrupa’dan, %9’u Afrika ve Asya’dan gelen göçmenlerden oluşmaktadır.’ 1970’lerde yaklaşık 163 bin Yahudi, 1989 ile 2006 arasında ise, yaklaşık 979 bin Yahudi eski Sovyetler Birliği’nden İsrail’e göç etmiştir. 2019-2020 döneminde İsrail’e yaklaşık 136 bin civarında göçmen gelmiştir.[33]

Göçmen unsurun, Yahudi nüfusun artışında önemli bir ağırlığı vardır. (Tablo1)



Tablo1: 1882-1998 Yılları Arasında Yahudi Nüfusu, Göçmen Sayısı Değişimi[34]

 

Bir taraftan göç oranı düşerken diğer taraftan doğum oranının düşmesi, Siyonistleri çok fazla rahatsız etmektedir. Dış göçü artırabilmek için görünür bir savaş hâlinin olmasını taktik bir yaklaşım olarak istememektedirler. Bu nedenle Arap yönetimleri ile Yüzyılın Antlaşması’nı ve İbrahim Antlaşması’nı imzalamışlardır. Bu antlaşmalarla İsrail huzur içerisinde olan bir ‘ülke’ görünümünü dışarıya vermek istemektedir. Böylece kurbağa haşlama tekniği ile Filistinlileri zamana yayarak göçe zorlamak istemiştir. Aksa Tufanı Harekâtı bu tezgâhı bozmuş; İslâm dünyasında unutulan, unutturulmak istenen Siyonist İsrail zulmünü gündeme taşımıştır.

Son yıllarda Ukrayna savaşından sonra Ukrayna’dan Yahudiler getirilip Filistinlilerin olduğu bölgelere “yerleşimciler” statüsüyle yerleştirilmişlerdir. Dışarıdan gelen bu insan unsurları, bizzat Siyonist mekanizma tarafından yönlendirilerek asker ve polis koruması altında yerli Filistin halkına baskı, işkence uygulayarak göç etmelerini sağlamaya çalışmaktadırlar: Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan bu bağlamda şöyle demiştir: “Birisinin toprağını işgal ediyorsunuz. İşgal etmekle kalmayıp evine el koyuyorsunuz, yıkıyorsunuz, dışarı atıyorsunuz, sonra bir başkasını getirip oraya koyuyorsunuz, sonra buna da bir terim buluyorsunuz ‘yerleşimci’ diyorsunuz. Bunun adı hırsızlıktır.”[35]

Hakan Fidan’ın İsrail’in Filistinlileri göç ettirme politikasının psikolojik savaşla maskelendiğini ifşa etmesi de son derece önemlidir. “İsrail uzun yıllardır hegemonik güçlerin elinde bulunan medya gücüyle oluşturdukları algıyla problemin gerçek tabiatını unutturduklarını hem kendilerine hem dünyanın geri kalanına büyük bir yalan söylediklerini ve bu yalanı da kurumsallaştırdıklarını görmekteyiz, artık buna bir son verme zamanı geldi. Bu yöntem ne İsraillilere ne Filistinlilere güvenlik ve barış getirmiyor, artık bu yalandan, yapılan haksızlıkların, zulmün kılıflara sokulmasından vazgeçilmesi lazım.”[36]

Hakan Fidan, İsrail’in şeytani göç ettirme politikasını “hırsızlık” şeklinde nitelendirmektedir. Ayrıca Siyonizm’in medya gücüyle Filistin meselesinin gerçek boyutlarını gizlediğini ve buna bir son vermek gerektiğini dile getirmesi son derece önemli bir olgudur.

Sonuç: Aksa Tufanı Harekâtı, Unutturulmak İstenen Bir Davanın Dünyanın Gündemine Sokulması Harekâtıdır

Aksa Tufanı Harekâtı olmasaydı Filistin halkının çektikleri, Siyonist İsrail’in yaptıkları hiç gündeme gelmeyecek; İslâm dünyası, Yüzyıl Antlaşması ve İbrahim Atnlaşması ile narkozla uyutulurken, Filistin halkı haşlanarak ölüme terk edilecekti. Hakan Fidan’ın açıklamalarında bu olguyu görebilmekteyiz: “Buna benzer yalanların artık kabul görmediği son olan olaylarda da ortaya çıktı. Bu yöntem ne İsraillilere ne de Filistinlilere güvenlik ve barış getirmiyor, bu yalandan, yapılan haksızlıkların, zulmün kılıflara sokulmasından artık vazgeçilmesi lazım. Bunların derhal son bulması lazım, bunlar İsraillilere de Filistinlilere de ve bölgeye de barış, güvenlik getirmiyor. Bunu uluslararası toplum biliyor. Bizim uluslararası topluma çağrımız; bildiğiniz gerçekle uyumlu politik davranış içinde bulunmanız ve bunun ne olduğunu sizler de biliyorsunuz, biz de biliyoruz.”[37]

Aksa Tufanı Harekâtı, unutturulmak istenen bir davanın öne çekilmesi, dünyanın gündemine sokulmasıdır. Harekât, duyarsızlaştırılan Müslüman ülkelerin yönetimlerini, uykudan uyandırma, geleceklerine sahip çıkma, karşı karşıya kaldıkları ana tehlikeyi gösterme olgusudur.  Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, çok büyük bir özgüven içerisinde, bu olguya özellikle dikkat çekmiştir: “Bir araya gelip yani diplomatik tavır alınabilecek çok ciddi diplomatik tavırlar var. Bu tavırları aşamalandırabiliriz, ortaya koyabiliriz ama bir yerden başlamak lazım.  Ama hep beraber başlanırsa bir yere gider, yoksa bugüne kadar yapıldığı gibi Amerika, İsrail adına gelir, bütün ülkelerle teker teker, ayrı ayrı konuşur. 8’iyle Amerika konuşur, 3’üyle İngiltere konuşur, 1’iyle Fransa konuşur. Herkesi bir hatta tutup, İsrail’i bulunduğu istikamette gemisini yürüttürmeye devam ederler. Yani oyun, bugüne kadar hep böyle kurgulandı, böyle gidiyor. Filistin meselesi, yani bu da işte herkesin birtakım kınama açıklamaları yaparak, insani yardım gitmesine izin vererek, herkesin herkesi aldattığı bir oyuna dönmüş durumdadır. Ama ahlaksızlığından ve fıtrata aykırılığından dolayı olayın gideceği bir yer kalmadı artık. Neredeyse uluslararası bir kabul hâline gelmiş, 1967 sınırlarına dayalı, iki devletli, Kudüs’ün başkent olduğu bir Filistin devletinin kurulması konusunda artık uluslararası toplumun ciddi bir adım atma zamanı gelmiştir.”[38]

Burada, Ortadoğu’da hatta tüm dünyada ana sorun, Siyonizm’in amacı, mantığı, örgütlenmesi ve çizdiği stratejidir. O nedenle Siyonizm’e karşı verilecek mücadelede Siyonizm’in temel varsayımları mutlaka masaya yatırılmalıdır. Siyonizm’in amentüsü, Siyonist hareketin hem gücü hem de en büyük zaafıdır. Çünkü Siyonizm, tüm insanlığa karşı açılmış gizli bir savaşın adıdır. Bu, Siyonizm’le insanlık arasındaki en ciddi, birincil tezattır.

Siyonizm’e karşı mücadele, bu tezadı derinleştirme ekseninde yapılmalıdır. Siyonizm’e karşı mücadele, Yahudileri de kurtarmayı amaçlayacak bir genişlik ve elastikiyette olmalıdır.   Kitab-ı Mukaddes’in bütünlüğünün gözden kaçırılarak, zahiri ve parçalanmış okunması, Siyonistleri böylesi yanlış ve tehlikeli bir noktaya sürüklemiştir. Kutsal metinleri tahrif ederek yorumlayan ve de anlatan bir zihniyete tabi olmuş, Garaudy’nin tabiriyle “Entegrist bir Yahudi (Siyonist), tam bir Nazi’dir.” İşte bu tezatlı duruş tüm Yahudilere iyi anlatılmalıdır.

Siyonizm’in yıkılışı, Yahudiliğin kurtuluşu olacaktır. Aksi takdirde Allah bugün icra ettikleri zulüm ve fesat yüzünden geçmişteki gibi kendilerini yine cezalandıracaktır: “Bütün bunlara karşın beni dinlemezseniz, günahlarınıza karşılık cezanızı yedi kat artıracağım. İnatçı gururunuzu kıracağım. Gök demir, yer bakır olacak. Gücünüz tükenecek...” (Leviller 26/13-30)

Unutmayalım: Siyonizm, bir terör ve ifsat hareketidir.  Siyonizm, makyavelist bir hareket olup hiçbir ahlaki ölçüsü yoktur. Siyonizm, yalan ve aldatma eksenli bir psikolojik savaş makinesidir. Siyonizm, yirmi birinci asrın Nazi hareketidir.  Siyonizm, bir zulüm makinesidir.  Bir zulüm hareketi olduğu için kendi sonunu hazırlamaktadır. Çünkü Allah zulmü sevmez, zalimi affetmez ve cezalandırır:

“Zulmetmekte olanlar, nasıl bir inkılaba uğrayıp-devrileceklerini pek yakında bileceklerdir.” (26 Şu’arâ 227)


[1] Taha Akyol, “İsrail ve İslâm”, Hürriyet 12 Temmuz 2014.

[2] Roger Garaudy,  Siyonizm Dosyası, çev. Nezih Uzel, Pınar Yayınları, İstanbul, s. 171-190.

[3] Roger Garaudy, age., s. 32-44.

[4] Roger Garaudy, age., s. 171-190.

[5] Roger Garaudy, age., s. 50-86.

[6] Roger Garaudy, age., s. 171-190.

[7] Fuat Bol, “Dünya Dilsiz Şeytan Kesildi-2”, Hürriyet,18 Ekim 2023.

[8] Roger Garaudy, age., s. 198-200

[9] Roger Garaudy, age., s. 198-200

[10] https://www.mepanews.com/abd-disisleri-bakani-blinken-israile-bir-yahudi-olarak-geldim-63053h.htm

[11] E. Aydın, “İsrail'in Türk Kanıyla Ulaşmak İstediği Nedir?”, Dünya Bülteni, 31 Mayıs 2010.

[12] Taha Kıvanç, Yeni Şafak, 1 Haziran 2010.

[13] Ertuğrul Bayramoğlu,  Yahudilik ve Siyonizm Tarihi, Pınar Yayınları, İstanbul, 2006, s. 62-67.

[14] Umur Talu, Habertürk, 1 Haziran 2010.

[15] Umur Talu, age.

[16] https://turkish.aawsat.com/arap-d%C3%BCnyasi/4591201-hamastan-i%CC%87sraile-tarihi-sald%C4%B1r%C4%B1-aksa-tufan%C4%B1-operasyonunda-%C5%9Fimdiye-dek

[17] Demir Kubbe, İsrailli Rafael Advanced Defense Systems şirketi ve İsrail Havacılık ve Uzay Endüstrisi tarafından geliştirilmiş, taşınabilir bir hava savunma sistemi. 

[18] Türkiye ve Osmanlı İmparatorluğu’nda bu konuda malzeme çoktur. Türkiye’deki darbelerin ve Balkan savaşlarının bu açıdan incelenmesi, çok ibret verici belge ve dokümanların ortaya çıkmasına sebebiyet verecektir.

[19]https://tr.wikipedia.org/wiki/Kaynayan_kurba%C4%9Fahttps://www.google.com/search?q=KURBA%C4%9EA+DENEYLER%C4%B0&oq=KURBA%C4%9EA+DENEYLER%C4%B0&gs_lcrp=EgZjaHJvbWUyCggAEEUYFhgeGDnSAQg5MTEzajBqNKgCALACAA&sourceid=chrome&ie=UTF-8

https://ilkha.com/guncel/haslanan-kurbaga-sendromu-ned

[20] Menderes Kurt, “Yahudi Nüfus Problemi ve İsrail Devleti’nin Yahudi Karakteri”, Mukaddime, 2021, 12(1), s. 194-219. Ö. Dikmen, (Nisan 2019). “Siyonist Güvenlik Tahayyülünde Demografi Unsuru”, Orsam Analiz, No: 228, 2-13.

[21] Roger Garaudy, age., s. 32-44.

[22] Roger Garaudy, age., s. 230-234.

[23] Roger Garaudy, age., s. 230-234.

[24] Roger Garaudy, age., s. 50-86.

[25] Roger Garaudy, age., s. 50-86.

[26] Roger Garaudy, age., s. 50-86.

[27] Roger Garaudy, age., s. 50-86.

[28] Roger Garaudy, age., s. 50-86.

[29] A.R. Taylor, İsrail’in Doğuşu, Pınar Yayınları, İstanbul,1992, s. 107.

[30] Anadolu Ajansı “Filistin nüfusunun yaklaşık yarısı mülteci durumunda; aktaran: Hebah Ahmad, Filistin Sorunun Tarihî Gelişimi ve Ürdün’deki Filistinli Mülteciler, Karabük Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, Uluslararası Politik Ekonomi Anabilim Dalında, Yüksek Lisans Tezi, Aralık 2021, s. 105.

[31] https://vizem.net/israil/yasam/nufus/

[32] https://www.mepanews.com/filistinlilerin-nufusu-1948den-bu-yana-ilk-kez-yahudileri-gecti-44782h.htm

[33] https://vizem.net/israil/yasam/nufus/

[34] Menderes Kurt, agy.

[35] https://www.sozcu.com.tr/2023/dunya/hakan-fidan-daha-buyuk-savaslar-cikabilir-7832640/

[36] https://www.sozcu.com.tr/2023/dunya/hakan-fidan-daha-buyuk-savaslar-cikabilir-7832640/

[37] https://www.ntv.com.tr/dunya/bakan-fidanislam-isbirligi-teskilatinin-disisleri-bakanlari-olaganustu-toplanacak,nqCUQBcqzECSMpq8DusisQ

[38] https://www.ntv.com.tr/dunya/bakan-fidanislam-isbirligi-teskilatinin-disisleri-bakanlari-olaganustu-toplanacak,nqCUQBcqzECSMpq8DusisQ

 

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...