GİRİŞ
“Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve
Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi” -İstanbul Sözleşmesi-
Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan’ın, 19 Mart 2021 tarih ve 3718 sayılı Kararı
ile -Türkiye açısından- feshedilmiştir.
Bu bağlamda İstanbul Sözleşmesi’ni fesheden Sayın
Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ve bu konuda Toplumsal Cinsiyet Eşitliği (TCE) projesi
uygulamaya konulduğu andan itibaren hem TCE projesi hem de İstanbul
Sözleşmesi’nin feshedilmesi için mücadele eden herkese, her yayın organına, her
STK / Vakıf / Cemaate, her platforma teşekkür ediyor, Allah razı olsun diyoruz.
Bundan sonraki mücadelelerinde başarılar diliyoruz.
Kadına karşı şiddeti önlemek amacıyla imzalandığı söylenen,
“Feminist felsefenin” ve LGBTIQ+’nın ruhuna uygun olarak hazırlanan, hiçbir
maddesine şerh konulmadan oy birliği ile yaklaşık 30 dakika içerisinde, Mayıs
2011 yılında kabul edilen İstanbul Sözleşmesi, uygulanmaya konulduğu 2014
tarihinden itibaren kadına karşı şiddeti azaltmamış, aksine, aile içi şiddeti
çok ciddi bir şekilde artırmış ve aileyi adeta savaş alanına çevirmiştir. Bu
durum, istatistik verilerinde çok açık şekilde görülebilmektedir.
Diğer taraftan amacı, Batı kültür ve Medeniyeti kodlarına
göre “bir Avrupa yaratmak” olan bir sözleşmenin, İslâm Kültür ve Medeniyet
kodlarına göre şekillenmiş bir toplumda inşa edici olması mümkün değildir.
Nitekim Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi, İstanbul Sözleşmesi ve bunları
referans alarak hazırlanan iç yasalar, uygulamaya konuldukları andan itibaren;
1. İnsanımıza, 2. Aile yapımıza, 3. Toplumsal yapımıza, 4. Değer sistemimize,
5. Kültür ve medeniyet kodlarımıza çok ciddi zarar verilmiştir.
Karşılaştığımız her türlü soruya ve sorunlara cevap ararken
öncelikle varlık nedenimizi (misyon) ve gayemizi (vizyon) göz önüne almalıyız.
Hangi değer sisteminin, hangi kültür ve medeniyetin insanı olduğumuzu
düşünmemiz gerekir. Değer sistemimiz, kültür ve medeniyet kodlarımız ve ahlak
sistemimiz bize yol gösterir, neyi yapıp neyi yapamayacağımızı söyler.
Toplumsal Cinsiyet Eşitliği projesi ve İstanbul
Sözleşmesi’ne karşı çıkıp sürekli mücadele etmemizin nedeni, inşa ettiği
zihinsel yapı ve yaptığı büyük tahribattır.
Bugün İstanbul Sözleşmesi, yaptığı bu tahribatlardan dolayı
feshedilmiştir.
İstanbul Sözleşmesi’nin tek başına feshedilmiş olması, bütün
sorunları çözmüş olacak mıdır? sorusunun cevabı son derece önemlidir.
İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesi gerekir, gerek şarttır,
fakat yetmez, yeter şart değildir. Çünkü Türkiye’de, 7 Mayıs 2004 yılında
Uluslararası sözleşmelerin iç hukuktan üstün ve bağlayıcı olduğu kabul
edilmiştir. Bu tarihten itibaren Türkiye iç yasal mevzuatı uluslararası
sözleşmelere uygun hale getirecek değişiklikleri yapmıştır. Nitekim İstanbul
Sözleşmesi, uluslararası bir sözleşme olarak kabul edilmesinin doğal sonucu
olarak kapsam alanına giren tüm yasalar, İstanbul Sözleşmesi’nin muhtevasına
uygun hale getirilme mecburiyetinden dolayı, iç yasal mevzuatta ciddi
düzenlemeler yapılmıştır. Çünkü, İstanbul Sözleşmesi’nin hemen hemen her
maddesinde, “Taraflar gerekli olan yasal ve diğer tedbirleri alacaklardır.”
hüküm cümlesi yer almaktadır. Bu bağlamda 6284 sayılı Aileyi Koruma Kanunu,
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu, birçok genelge,
yönetmelik ve proje İstanbul Sözleşmesi’ne ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği
projesine göre düzenlenmiştir.
İstanbul Sözleşmesi’nin tek başına feshedilmiş olması, bu
nedenle istenen ve beklenen sonucu vermeyecektir.
Bu yazıda yukarıda ifade edilen beş alanın korunması için
sadece İstanbul Sözleşmesi’nin iptal edilmiş olmasının yeterli olmadığı, onu
referans alarak hazırlanan yasal düzenlemelerin de feshedilip kendi kültür ve
medeniyet kodlarımıza göre yeni yasal düzenlemelerin yapılmasının gerek ve
yeter şart olduğu konusu ele alınıp değerlendirilecektir.
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ ve ONU REFERANS ALARAK HAZIRLANAN
YASALARDA KAVRAMSAL KAOS
Osmanlı’daki Tanzimat ve Islahat Fermanlarını ve Cumhuriyet
tarihi boyunca yapılan hukuksal icraatları göz önüne aldığımızda, bu ülkede son “İki
yüz yıllık süreçte hem resepsiyon hem de rehabilitasyon yapılmıştır.”[1] diyebiliriz.
Türkiye’de yapılan resepsiyon (Yabancı bir ülkenin
kanunlarını olduğu gibi alıp uygulamak) ve resepsiyon destekli rehabilitasyon
hareketleri, kanunların / yasaların / hukukun diline yansımış, kullanılan kavramlar buna
uygun seçilerek ithal edilmiştir. Genel olarak, hukuk sistemi ve hukuk
sisteminde kullanılan dil ve kavramlar üzerinden toplumsal bir değişim ve
dönüşüm stratejisi öngörülmektedir.[2]
Batı toplumsal yapısında ortaya çıkan ve Osmanlının meselesi
olmayan ve o günün Osmanlısı için çözüm de olmayan birçok kavramı Avrupa’dan
ithal edenler / etmek isteyenler, Jöntürkler, kavramların
muhtevasına vakıf değildiler ve ne getirip ne götüreceğinden bihaberlerdiler.[3] 30 dakika
içerisinde Mecliste İstanbul Sözleşmesi’ni kabul edenler de İstanbul
Sözleşmesi’ndeki kavramlardan ve muhtevadan bihaberdiler.
Eski milletvekili, Kamu Başdenetçisi Şeref Malkoç’un,
"Eşler tartıştığında kadın, karakola telefon açıp şikâyette bulunduğunda
koca evden uzaklaştırma alıyor. Bu da öfkeyi ve kadına şiddeti körüklüyor. Biz
eşleri barıştırmak yerine ayrılsın diye kanun çıkarmışız."[4] demiş
olması, konumuz bağlamında, çıkarılan yasaların ve uygulanan politikaların
temel kavram ve muhtevalarına, çıkaranların vakıf olmadığı anlamına gelmektedir.
Türkiye, bu kavramların muhtevalarını, dayandığı temel
felsefeyi tartışmadan, kendi inanç sistemine, kültür ve medeniyet kodlarına
uygun olup olmadığına bakmadan bütün bu kavramları, tercüme ederek kendi
yasalarına aktarmıştır.
Çerçevesi açıkça belirlenmemiş, Batı kültür ve medeniyeti
kodları göz önüne alınarak tanımlanmış pek çok kavram, İstanbul Sözleşmesi ve
6284 sayılı Yasa, 4721 sayılı Yasa ve 5237 sayılı Yasalar üzerinden hukuk
sistemimize ithal edilmiştir. İstanbul Sözleşmesi’ne ve 6284 sayılı Yasaya
göre aile bir savaş ortamıdır, bir arenadır. Muğlak, çerçevesi
açıkça belirlenmemiş pek çok kavram, aileyi bir arena ortamına sokmaktadır.[5]
İstanbul Sözleşmesi’nde yer alan şiddet ile ilgili kavramlar
şunlardır: “Kadına Karşı Şiddet”, “Aile İçi Şiddet”, “Kadınlara Karşı
Toplumsal Cinsiyete Dayalı Şiddet”, “Toplumsal Cinsiyet Ayırımcılığı”,
“Psikolojik Şiddet”, “Fiziksel Şiddet”, “Cinsel Şiddet”, “Cinsel Taciz”, “Taciz
Amaçlı Takip”, “Irza Geçme de Dahil Olmak Üzere Cinsel Şiddet Eylemleri”,
“Zorla Yapılan Evlilikler”, “Kadın Sünneti”, “Kürtaja ve Kısırlaştırmaya
Zorlama”, “Kadına Karşı Şiddetin Yapısal Özelliğinin Toplumsal Cinsiyete
Dayandığı”, “Toplumsal Cinsiyete Dayalı Şiddet”, “Toplumsal Cinsiyet Temelli
Bir Şiddet Eylemi Anlayışıyla”, “Toplumsal Cinsiyete Dayalı Şiddetin Kadın Mağdurları”,
“Kadın Olduğu İçin Yöneltilen Şiddet”, “Sözde “Namus” Adına İşlenen Suçlar”,
“Kadınlara Karşı Ayrımcılık Yapan Yasa ve Uygulamalar”, “Kadınların
Güçlendirilmesine İlişkin Politikalar”, “Kadınların Daha Aşağı Düzeyde Olduğu
Düşüncesi”, “Kadınların ve Erkeklerin Toplumsal Olarak Klişeleşmiş Rollerine
Dayalı Ön Yargıların, Törelerin, Geleneklerin ve Diğer Uygulamaların Kökünün
Kazınması”, “Toplumsal Klişelerden Arındırılmış Toplumsal Cinsiyet Rolleri”,
“Kadınların ve Erkeklerin Sosyal ve Kültürel Davranış Kalıplarının
Değiştirilmesi”, “Kadınlara Karşı Şiddetin ve Aile İçi Şiddetin Toplumsal
Cinsiyet Boyutlu Bir Anlayışa Dayalı Olması”, “Arabuluculuk ve Uzlaştırma da
Dahil Olmak Üzere, Zorunlu Anlaşmazlık Giderme Alternatif Süreçlerini
Yasaklamak”.
6284 sayılı Yasa ve yönetmeliğinde yer alan şiddet ile
ilgili kavramlar şunlardır: “Şiddet”, “Ev İçi şiddet” / “Aile İçi
Şiddet”, “Kadına Yönelik Şiddet”, “Şiddet Mağduru”, “Şiddet Önleme ve İzleme
Merkezleri”, “Şiddet Uygulayan”, “Tedbir Kararı”, “Gecikmesinde Sakınca Bulunan
Hal”, “Önleyici Tedbir Kararı”, “Geçici Koruma”, “Hayati Tehlike”, “Korunan
Kişi”, “Fiziksel, Cinsel, Psikolojik, Sözlü veya Ekonomik Her Türlü Tutum ve
Davranış”, “Şiddetin Uygulandığı Hususunda Delil veya Belge Aranmaz”, “Bu Kanun
Kapsamındaki Şiddetin Sonlandırılması İçin Çalışan İlgili Sivil Toplum
Kuruluşlarıyla İşbirliği Yapmak”, “Fiziksel, Duygusal, Cinsel, Ekonomik veya
Sözlü İstismara veya Şiddete Uğrayanların”, “Korunan Kişinin Talebi”,
“Çocuklarına Yaklaşmaması”.
2011 İstanbul Sözleşmesi’nin 1. Maddesi Sözleşmenin
maksatlarını ifade etmektedir. 1. Maddede tam 9 kez şiddet kavramı
kullanılmaktadır. Şiddet kavramının bu kadar bol kullanıldığı bir
sözleşmede ya da yasada beklenti, şiddeti ve türlerini kendi içinde tutarlı ve
fakat teferruattan arı olacak tarzda tanımlamak olmalıydı ve tüm maddelerde bu
tanımla uyumlu bir şekilde şiddet kavramı kullanılmalıydı. Yukarıda
belirtilen kavramların tanımlandığı ya da geçtiği yerlere bakıldığı zaman
kavramlarda bir muğlaklığın olduğu görülmektedir.
İstanbul Sözleşmesi, 6284 sayılı Yasa ve
yönetmeliğinde “kadına karşı şiddet”, “aile içi şiddet”,
“ev içi şiddet” tanımları yapılmaktadır:
“ İstanbul Sözleşmesi Madde 3 – Bu Sözleşme
maksatlarıyla: a- “kadına karşı şiddetten”, kadınlara karşı
bir insan hakları ihlali ve ayrımcılık
anlaşılacak ve bu terim, ister kamu ister özel yaşamda meydana
gelsinler, söz konusu eylemlerde bulunma tehdidi, zorlama veya özgürlüğün
rastgele bir biçimde kısıtlanması da dahil olmak üzere, kadınlara
fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik zarar ve acı verilmesi sonucunu
doğuracak toplumsal cinsiyete dayalı tüm şiddet
eylemleri olarak anlaşılacaktır;
Madde 3-b- “aile içi şiddet”, eylemi
gerçekleştiren, mağdurla aynı ikametgâhı paylaşmakta olsun veya olmasın veya
daha önce paylaşmış olsun veya olmasın, aile içinde veya aile
biriminde veya mevcut veya daha önceki
eşler veya birlikte yaşayan bireyler arasında meydana
gelen fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik şiddet
eylemleri olarak anlaşılacaktır;
d- “kadınlara karşı toplumsal cinsiyete dayalı
şiddet”, bir kadına karşı, kadın olduğu için yöneltilen veya kadınları
orantısız bir biçimde etkileyen şiddet olarak anlaşılacaktır;”
Benzer şekilde Sözleşmenin Giriş kısmında “Kadına
karşı şiddetin yapısal özelliğinin toplumsal cinsiyete dayandığını ve kadına
karşı şiddetin, kadınların erkeklere nazaran daha ast bir konuma
zorlandıkları en önemli sosyal mekanizmalardan biri olduğunun
bilincinde olarak;” cümlesinde “Kadına karşı şiddetin
yapısal özelliği”, “toplumsal cinsiyet” ile irtibatlandırılırken hangi veriler
esas alınmıştır? Böyle veriler elde mevcut mudur? Elde sağlam veriler yok ise
bu bağlantı hangi amaçla ve niçin kurulmuştur?
İstanbul Sözleşmesi’ni referans alan 6284 sayılı Aileyi
Koruma (Yıkma) Yasasında benzer bir yaklaşımın olduğunu görmekteyiz:
“6284 sayılı Yasa Madde 2 – 1 b) Ev
içi şiddet: Şiddet mağduru ve şiddet uygulayanla aynı
haneyi paylaşmasa da aile veya hanede ya da aile mensubu sayılan diğer kişiler
arasında meydana gelen her türlü fiziksel, cinsel, psikolojik
ve ekonomik şiddeti,
-1ç) Kadına yönelik şiddet: Kadınlara,
yalnızca kadın oldukları için uygulanan veya kadınları etkileyen
cinsiyete dayalı bir ayrımcılık ile
Kadının insan hakları ihlaline yol açan ve bu
Kanunda şiddet olarak tanımlanan her türlü tutum ve
davranışı,”
-1d) Şiddet: Kişinin, fiziksel, cinsel,
psikolojik veya ekonomik açıdan “zarar görmesiyle veya acı
çekmesiyle sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel
hareketleri, buna yönelik tehdit ve baskıyı ya
da özgürlüğün keyfî engellenmesini de içeren, toplumsal,
kamusal veya özel alanda meydana gelen fiziksel, cinsel,
psikolojik, sözlü veya ekonomik her türlü tutum ve davranışı,”
(6284 sayılı Yasa Yönetmelik Madde 3-m’deki şiddet tanımı aynıdır.)
Bu maddelerde yer alan ““kadına karşı şiddetten”, kadınlara
karşı bir insan hakları ihlali ve ayrımcılık
anlaşılacak" cümlesinde şiddetin ayrımcılıkla ilişkilendirilmesi
ve Sözleşmede ayrımcılığın tanımlanmamış olması, uygulamada keyfilikler
getirecek, yargıca göre cezai müeyyideler değişecektir. Ayrıca “özgürlüğün
rastgele bir biçimde kısıtlanması” ifadesinde “rastgele
kısıtlama” kavramsallaşmasında “rastgeleliği” tayın edecek
etken nedir? Rastgele olmakla olmamak arasındaki sınır nasıl belirlenmektedir?
“Kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik
zarar ve acı verilmesi sonucunu doğuracak toplumsal
cinsiyete dayalı tüm şiddet eylemleri olarak
anlaşılacaktır.” ifadesinde, kadınlara uygulanan bir şiddetin “toplumsal
cinsiyete dayalı” olup olmadığının ölçüsü nedir? Bu ayırım neye göre ve kim
tarafından yapılmaktadır ya da yapılacaktır?
Beşerî zaaflardan dolayı ortaya konan her türlü tepki ya
da şiddeti, toplumsal cinsiyete dayandırmakta ki amaç nedir?
“Kadınlara karşı toplumsal cinsiyete dayalı şiddet”,
“kadınları orantısız bir biçimde etkileyen şiddet olarak anlaşılacaktır.” ifadesinde “orantısız
bir biçimde etkileyen şiddet” ifadesinin “toplumsal
cinsiyetle” bağı nasıl ve niçin kurulmuştur? anlaşılamamaktadır.
Bu soruların cevapları ne Sözleşmede ne de iç mevzuatta
bulunmamaktadır.
Psikolojik savaş açısından meseleye yaklaştığımızda İstanbul
Sözleşmesi ve onu referans alan yasalarda pek çok önemli kavram
itibarsızlaştırılmakta ve gözden düşürülmeye çalışılmaktadır. En ciddi
tahribata uğrayan kavramlardan biri de nikâh kavramıdır. Nikâh
kavramı, “nikâh”, “medeni nikâh”, “evlenme akdi", “evlenme
merasimi veya töreni” şeklinde yasalarda yer almaktadır. 743
sayılı eski Medenî Kanun’da var olan nikâh kavramı, 4721
sayılı yeni Medenî Kanun’da “evlenme merasimi veya töreni” şeklinde
geçer. Dolayısıyla nikâh kavramı, yeni medeni kanundan çıkarılmıştır. 2011
İstanbul Sözleşmesi’nde ve aileyi koruma yasalarının her ikisinde de nikâh
kavramı kullanılmamaktadır. Daha da önemli olan “nötr cinsiyet
hareketinin” stratejisinde nikâh kavramının daha da itibarsızlaştırıp
hayattan silinmesi vardır. Günlük hayatta metres hayatını meşrulaştırmak
için bu kesimin başlangıçta kullandığı kavram, “nikâhsız
birliktelik” idi. Şimdi “nikâhsız birliktelik” yerine “seviyeli
birliktelik” kavramı kullanılmaktadır. Psikolojik savaş açısından
bakılırsa, “nikâh kıyanlar”ın seviyesiz olduğu söylenmektedir.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda, daha önceki yasada ve
diğer yasalarda olmayan “medeni nikâh” tabiri
kullanılmaktadır. Medenî nikâh tabiri ile dini nikâh itibarsızlaştırılmaktadır.
Nitekim ele aldığımız yasaların hiçbirinde “dini nikâh” tabiri
kullanılmamakta, onun yerine “evlenme merasimi veya töreni” tabiri
kullanılarak dini nikâh kavramı itibarsızlaştırılıp gözden düşürülmek
istenmektedir.
Etkisizleştiriler hatta unutturulmaya çalışılan
kavramlardan biri de “Karı-Koca” kavramlarıdır. Son yapılan yasal
değişikliklerle bu kavramların yerine genellikle, “eş”, “aile bireyi”, “aile
geçimini / masraflarını sağlayan kişi”, “aynı çatı / dam altında yaşayan kişi”,
“birlikte yaşayan bireyler” kavramları kullanılmaktadır.
“Birlikte yaşayan birey” tabiri, son derece
esnek bir tabir olarak gelecekte Türkiye’de ciddi bir sorun
oluşturacaktır. İstanbul Sözleşmesi’nin İngilizce
metninde bu kelime “partner” olarak geçmektedir. Türkiye, İstanbul
Sözleşmesi’ni kabul etmiş olmakla, “Dost / metres hayatını” yasal
güvenceye almış olmaktadır. Bizim inanç sistemimizde “gayrimeşru”, “zina” veya “fuhuş” olarak
kabul edilen bu hayat tarzı, bu yolla meşruiyet kazanmaktadır. Dahası İstanbul
Sözleşmesi tarafından kabul edilen “cinsel özgürlük” ve “cinsel
yönelim”, Türkiye yargı sistemini bağladığından “eşcinsel
birliktelikler”, hatta “evlilikler (!)”, “pedofili”,
“zoofili”, “grup seksi”, “eş değiştirme” gibi tüm en adı cinsel
sapkınlıklar, geleceğin Türkiye’sinde yaşanır olabilecektir. Anadolu
kültüründe konuşma dilinde geçen “ib…” yerine “eşcinsel”
ve “cinsel yönelim”, “fahişe” /or…” kavramları
yerine “seks işçisi” denmekle, “ib…liğe”, “fahişeliğe”
/ “or…luğa” bir masumiyet, değer ve meşruiyet kazandırılmak
istenmektedir.
Kültür ve medeniyetimizde ağırlığı olan ahlak,
edep, iffet, ar, haya, şeref, haysiyet, namus, ırz, ayıp gibi pek çok
kavram yasalardan çıkarılmış, bazılarına özel sıfatlar eklenerek, ‘sözde
namus’ kavramında olduğu gibi, itibarsızlaştırılmıştır.
Ayrıca, 2004 tarihinde, 5237 sayılı Yeni Türk Ceza
Kanunu'nda (TCK) yapılan değişikler ile «evlilik içi tecavüz» kavramı
getirilmiş; “ırz”, “namus”, “ahlak”, “ayıp”, “edebe aykırı davranış” gibi
kavramlar yasadan çıkarılmıştır. Ayrıca “bakire olan”,
“bakire olmayan” ayrımı, İstanbul Sözleşmesi 3. Maddesindeki “kadın” terimi, 18
yaşından küçük kızları da kapsayacaktır.” ifadesi referans
alınarak “kadın-kız ayrımı” yasadan kaldırılmıştır.
Kadının küçük yaşta kendi rızası ile evlenmesi (17
yaşın altında), “zorla alıkoyma ve tecavüz” kapsamında değerlendirilmiş, bu
durumda olanlar hapis cezası ile cezalandırılmışlardır. Fakat “15-18 yaş
arasındaki gençlerin karşılıklı rızaya dayalı cinsel ilişkilerini üçüncü kişilerin
şikâyeti ile cezalandırılmasını” öngören madde yasadan çıkarılmıştır.
Ayrıca yasalarda “toplum”, “din”, “kültür”,
“örf”, “adet”, “gelenek”, “görenek”, “töre”, “ahlak” ve “aile” gibi
“anahtar” hatta “odak” olan kavramlar,
basitleştirilerek, sıradanlaştırılarak bir psikolojik harekât yürütülmektedir.
Toplumsal Cinsiyet Eşitliği kapsamında çok öne çekilen, “cinsel
yönelim”, eşik seviyesi son derece düşürülmüş “şiddet”, “farklı
aile modelleri” ve “farklı partnerler” gibi
kavramlarla ciddi bir zihniyet değişimi ve dönüşümü yapılmak istenmekte;
toplumlara bir merkez tarafından “kurbağa deneyi” uygulanmakta
ve çok sinsi bir “sosyolojik savaş” icra edilmektedir.
O nedenle sadece İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesi yetmez, onu referans alan tüm yasalar feshedilmeli; kendi Kültür ve Medeniyet kodlarımıza göre insanı, aileyi ve toplumu koruyan yeni yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ ve ONU REFERANS ALAN İÇ YASAL MEVZUAT
“NÖTR CİNSİYET HAREKETİ”Nİ HAYATA GEÇİRMENİN BİR ARACI OLARAK KULLANILMAKTADIR
Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ile ilgili yapılan çalışmaların
sonucunda oluşan kavramsal alt yapı çok genişlemiş ve çeşitlenmiştir. Mesele
kadın ve erkek eşitliğinin çok dışına taşmış, insanlığın geleceğini
ilgilendiren “çocuksuz aile”, “ailesiz toplum” modeline uygun
bir serüven izlemeye başlamıştır.
Cinsel Yönelim, bir kişinin, cinsel
arzusunun, hemcinsine, karşı cinse, her ikisine birden ya da diğer canlılara
yönelebileceğini anlatmak için kullanılan ve meşruiyetini savunan bir
kavram olup İstanbul Sözleşmesi'nin 4. Maddesi tarafından
yasal güvence altına alınmıştır.[6] 6284
sayılı Kanun'un 2. Maddesinde de, 6284 sayılı Yasanın İstanbul
Sözleşmesi'ni esas aldığı belirtilmektedir. Dolayısıyla cinsel yönelim 6284
sayılı Yasa tarafından meşru olarak tanınıp koruma altına alınmıştır.
Cinsel yönelim kavramının kapsam alanına; "Heteroseksüel”
( Cinsel arzunun diğer cinse yönelmesi), "Homoseksüel” /
"Modern Eşcinsel" (Cinsel arzunun aynı cinse yönelmesi), "Gey"
(G) ( erkek eşcinsel, , "Lezbiyen" (L) (Kadın
Eşcinsel), "Biseksüel" (B) (Her iki cinse
cinsel yönelimi olan), "Transseksüel" (T) (operasyon
geçirerek bedenlerini karşı cinsiyetin bedenine dönüştüren), "Travesti" (diğer
cinsiyetin giyim ve tavırlarını benimseyen ), “İnterseks”
(İ) (bedenleri ve üreme sistemleri tam olarak erkek ya da kadın üreme
sistemi olmayan), “Queer” (Q) (Heteroseksüel olmayan ve
azınlıkta kalan cinsiyet ve cinsel yönelimlerin hepsini içine alan bir şemsiye
terim, her renge giren, her şekli alan akışkan cinsel kimlik), + (Kendini
herhangi bir cinsiyet kimliğinde tanımlamayanlar), "Aseksüel", “Pedofili”(çocuklara
cinsel yönelim), “Zoofili”(hayvanlara cinsel yönelim), "Ensest” (aile
içi yasak olan ilişki), “nekrofili” (ölü ile seks), “Robotlarla
seks”, “Grup Seksi” (Kadın ve veya erkeklerin birlikte cinsel ilişkiye
girmesi), “Sado-mazoşizm” (cinsel edimde acı vermek ve acı
çekmekten haz alma), “Partner” (Kadın veya erkeğin nikâhsız
birlikte yaşadığı kimse) gibi pek çok kavram girmektedir[7] (Şekil-1).
Dolayısıyla söz konusu yasalarda, bu kavramsallaştırmalara
yer verilmekle bu eylem türleri yasal koruma altına alınmıştır. Böylece her
türlü cinsel sapkınlık yasal güvenceye kavuşturulmuştur.
Ayrıca Psikiyatride cinsel davranış bozuklarını
ifade eden çok sayıda terim vardır. Cinsel yönelim kavramının yasal
güvence altına alınması ile birlikte bütün bu psikiyatrik hastalıklar da,
zamanla hastalık olma statüsünden çıkarılıp normalleştirilecektir. Bu
tehlikenin şimdiden görülmesi gerekmektedir.
İlahi yasaya göre karşı cinsler arasında bir
cazibe, çekim kuvveti; aynı cinsler arasında ise itme kuvveti vardır. Karşıt
cinsler arasında bir çekimin olması normal durum iken; aynı cinsler arasında
çekimin olması anormal bir durumdur ve bir hastalık halıdır, fıtratın
bozulmasıdır.
Bundan dolayı yukarıdaki cinsel sapmalar doğal bir durum
değil anormal bir durumdur, bir hastalık halidir, vücudun dengesinin
bozulmasıdır. Bu anormal durumun genlerle alakası yoktur. Bugüne kadar bunu
ispatlayan hiçbir bilimsel tez yoktur. Dolayısıyla kişi eşcinsel olarak
doğmamaktadır:
Psikiyatrist Nevzat Tarhan: “Eşcinsellik insanda doğal
olarak var olan bir yönelim değildir. Sosyal öğrenme ile ve yanlış eğitimle
gelişmiş bir durumdur. Biyolojik doğaya uymayan bir sapmadır.
Heteroseksüelliğin geni vardır ancak eşcinselliğin geni yoktur.”
“…Zoofili ve fetişizm ne kadar legal ise eşcinsellik
de o kadar legaldir.”
“…Esrar kullanımı ne kadar sosyal olarak onaylanırsa
eşcinsellik ancak o kadar sosyal olarak onaylanmalıdır. Bu sebeple gelecek
kuşaklar arasında eşcinsellerin artmaması için sağlık ve eğitim politikalarında
doğru duruş gösterilmelidir.”[8]
Bu anormal durum, çocuk doğduktan sonra 3-4 yıllık süre
içerisinde çocuğun yaşadığı sosyokültürel ve sosyoekonomik ortamda aldığı terbiye,
yetişme tarzı ve şartları ile alakalıdır. Allah tarafından saf ve
temiz olarak yaratılan çocuğun, aile ve sosyal çevresi tarafından dengesinin
bozulması ile ilgilidir.
Bizim karşı olduğumuz, tavır aldığımız durum cinsel
sapkınlıkları normal, doğal bir durum olarak görüp yaşam tarzı olarak
benimsenmesidir. Mücadelemiz bunlara karşıdır. Kendilerini bir hastalığa
yakalanmış olarak görenlerin tedavi edilerek topluma kazandırılması hem
toplumun hem de devletin en önemli görevleri arasında olmalıdır. Bu
gerçeğin, altının çizilmesinde fayda vardır. Ancak İstanbul Sözleşmesi ve bunu
referans alan iç yasal mevzuat, bunu doğal bir durum olarak değerlendirmekte ve
yaygınlaşması için yasal koruma altına almaktadır. O nedenle sadece
İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesi yetmez, onu referans alan tüm yasalar
feshedilmeli; kendi Kültür ve Medeniyet Kodlarımıza göre insanı, aileyi ve
toplumu koruyan yeni yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
İstanbul Sözleşmesi’ne göre kadınla erkeğin sosyal rol
ve davranışlarının sebebi doğuştan getirdiği farklılıklar değildir. Bunlar
toplumsal yapı tarafından sonradan kurgulanmış olduğundan yeniden kurgulanıp
değiştirilebilir. Bu anlayışa göre kadın ve erkeklere bugün yüklenen
geleneksel anlamdaki roller, yer değiştirilebilir. Yani kadınlar erkeklerin,
erkekler de kadınların rollerini üstlenebilir. Cinsiyete dayalı rol
ayrımcılığı, doğumla başlayıp yol boyu farklı “isim verme”, “giysi
giydirme”, “oyuncak verme”, “oda düzenleme”, “hitap etme” ve farklı “davranış
ve sevgi tarzları” ile şekillenen bir sürecin sonucu ise, “bu
süreç ortadan kaldırılmalı (!)”; “her şey cinsiyet açısından tekleştirilmeli
(!)”, “homojenleştirilmelidir (!)” “Doğan çocukların kız mı veya erkek mi
olacaklarına ergenlik dönemine geldikleri zaman kendileri karar vermelidir
(!)” “Doğumdan itibaren kızları kız olarak, erkekleri de erkek olarak
yetiştirmek, onlara özel ve farklı roller atfetmek, onların ileride kendi özgür
iradeleriyle yapacakları tercihe müdahale etmek demektir (!)” Anne ve babalar, “kızlarına
erkek oyuncakları (!)”, “oğullarına kız oyuncakları almalı (!)”; “Kız
çocuklarına erkek isimleri (!)”, “erkek çocuklarına kız isimleri vermelidirler
(!)”; “Tuvaletler dâhil değişik mekânlar cinsiyete göre ayrılmamalıdır(!)”;
“Aile için ‘anne ve baba’, ‘karı ve koca’ kavramları kaldırılmalı” yerine
‘ebeveyn 1, ebeveyn 2’, ‘ebeveyn 3’ gibi kavramları getirilmelidir (!); “eş”
yerine “arkadaş” tabiri kullanılmalıdır; “Farklı aile modelleri (!)”, “farklı
partnerler (!)”, “nikâhsız beraberlikler(!)”, “eşcinsel evlilikler (!)”,
“pedofili (çocuklarla seks)”, “zoofili (hayvanlarla seks)(!)”,
“Ensest (aile içi seks)(!)”, “gurup seksi (!), “nekrofili (ölülerle
seks)(!)” serbest olmalıdır (!)[9] Burada
ifade edilenlerin hepsi Batı’da, bir kısmı da Türkiye’de fiilen
uygulanmaktadır. Bütün bu gelişmeler, “Nötr cinsiyet hareketi” olarak
adlandırılmaktadır.[10]
Eğer İstanbul Sözleşmesi’ni referans alan iç
yasal mevzuat feshedilmezse, Türkiye’de “Ebeveynin çocuğuna ‘Sen
kızsın!’ ya da ‘Erkeklere bu davranış yakışmaz!’ vb. demesi; namus, şeref,
edep, hayâ, utanma tavsiyesinde bulunması; pembe bisiklet, bez bir bebek,
oyuncak asker alması; etek giydirmesi cinsel rol yükleme ve yönlendirme olarak”
değerlendirilecektir. Eğer, “Sen kızsın!” kelimesi ikaz maksadıyla söylenmiş ya
da ses tonu veya yüz ifadesi sertleşmişse konu, ‘çocuğa şiddet’ kapsamına”
girebilecektir.
Evet, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği İstanbul Sözleşmesi ve
bunları referans alan iç yasal mevzuat, insan doğasına / genetiğine / fıtratına
açılmış bir savaştır.
İstanbul Sözleşmesi’nin dayandığı Toplumsal
Cinsiyet Eşitliği dünya için, “tek devlet”, “tek hükümet”, “tek
ekonomi”, “tek güvenlik gücü”, “tek hukuk”, “tek ahlak”, “tek din”, “tek banka
ve para sisteminin olması” gerektiğini seslendirenlerin küresel
boyutlu, sinsi ve karanlık bir projesidir. İnsan nefsinin hoşuna
giden, görünüşü cezbedici, özü tahrip edici bu projenin ana hedefi, tüm
insanlığı ifsad edip sürüleştirerek kolayca yönetmektir.
O nedenle İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesi gerek şarttır fakat yeter şart değildir. Yeter şart, İstanbul Sözleşmesi referans alınarak düzenlenen tüm yasal mevzuatın kendi kültür ve medeniyet kodlarımıza göre, insanı, aileyi ve toplumu koruyan yeni yasal düzenlemelerin yapılmasıdır.
2011 İSTANBUL SÖZLEŞMESİ ve 6284 SAYILI YASADA AHLAK
SİSTEMİNE AÇILMIŞ BİR SAVAŞ VAR
2011 İstanbul Sözleşmesi’nin ve buna dayanarak hazırlanan
6284 sayılı Aile Yıkım Yasasının bir asimilasyon projesi olduğunun en güzel
göstergesi, ahlak sisteminin öngördüğü müeyyideleri (yumuşak
güç kullanmayı) şiddet kavramının kapsam alanına almış olmasıdır.[11]
Ahlâk: Bir değer sisteminin ön gördüğü hayat tarzını,
kültür ve medeniyeti koruyan, ferdin etkileşim içerisinde olduğu kişi / toplum
/ kurum / tabiat / çevre / meslek / iş ile arasındaki ilişkilerini değer
sistemine göre tanzim eden, fert ve toplum tarafından içselleştirilen,
kendiliğinden dışa vurup tepki gösteren, kanun gücü, fiziksel ve cinsel şiddet
içermeyen yumuşak güç (Soft Power) kullanan ve insan tabiatına yerleşmiş özel
bir melekedir.
Değer sistemi, insanın ilişki kurduğu tüm alanlarla ilgili
kurallar ve hükümler koyar. Bunlara ahlâk kuralları denilmektedir.
Ahlakın temel fonksiyonu, değerler sisteminin öngördüğü
hayat tarzının korunmasıdır. Ahlakın öngördüğü koruma, herhangi bir kanun gücü
içermemektedir. Sergilenen bir söz, davranış ve bir fiil karşısında fertlerin
içselleştirilmiş olarak kendiliğinden olumlu ya da olumsuz bir tarzda tepkisini
ortaya koyması ahlakın kullandığı güçtür. Burada yergi ya da övgü vardır.
‘Ayıp’, ‘utan’, ‘Allah’tan kork kullardan utan’, ‘terbiyesiz herif’, ‘ahlaksız’
gibi ifadelerin kullanılması ile meydana getirilen bir baskı söz konusudur.
Toplum tarafından içselleştirilme ve kendiliğindenlik, ahlakı etkili kılan ana
unsurdur.
Toplumun ya da bireylerin böylesi bir tepki verebilmesi,
ortak bir tavır belirlemesi, toplumun bireyleri arasında değerlere
dayanan güçlü ortak paydaların olması ile mümkündür. Zaten
ortak payda yoksa toplum kimliğini kaybetmekte, sürüleşmekte
ve kalabalıklara dönmektedir.
Ahlak sistemini oluşturan unsurları değer
sistemi, niyet, görev ve sorumluluk, müeyyide, fiil ve
içselleşme-kendiliğindenlik olarak ifade edebiliriz.
Değer sistemleri içerisinde kural koyucu üst otoriteden
gelen değerler ile o toplumun yüzyıllar içerisinde oluşturduğu örf, adet,
gelenek, görenek ve töreler vardır. Örf, adet, gelenek, görenek ve törelerin
yöresel özellikler içerebilmesi durumunda, ana iskelet sabit kalmak şartıyla
ahlakı kurallar, yöreden yöreye değişiklik gösterebilir.
Değer sistemi, toplumun bütününü kuşatan emir ve yasakları
ihtiva ettiği gibi, toplumdaki farklı yapılara, birimlere ilişkin bazı özel
emir ve yasakları da ihtiva eder. Bu da, genel görev ve sorumluluklara ilave
olarak daha özel görev ve sorumlulukların varlığını öngörür. Ferdin farklı
görev ve sorumluluk alanlarını, ana değer sistemini ihdas eden yüksek otoriteye
karşı, kendine karşı, ailesine karşı, akrabasına karşı, komşusuna karşı,
topluma karşı, tabiat ve diğer canlılara karşı ve ferdin yöneticilere,
yöneticilerin de topluma karşı görev ve sorumlulukları olarak
sınıflandırabiliriz. Bu farklı, özel görev ve sorumluluk alanları, özel ahlak
kurallarının ortaya çıkmasına sebebiyet vermiştir.[12]
İslâm âlimlerine göre İslâm dininin en önemli gayesi, beş
temel esası koruma altına almaktır: Dinî, nefsi, aklı, nesli, malı.
Bu beş temel esasın, ahlakı ilgilendiren tüm alt alanlarla
doğrudan ya da dolaylı bir ilişkisi vardır. O nedenle güzel ahlakın ana gayesi
bu beş temel alanın korunmasıdır. Bu beş temel esasın korunması için tevhidi
değerler birçok emir ve yasak ihtiva etmektedir. O nedenle İslâm âlimleri,
İslâm ahlakının bir görev ve sorumluluk ahlakı olduğunu belirtirler.
Herhangi bir suç ve kötülük karşısında olaya ya da olguya
ilk müdahale eden değer sistemidir. Değer sistemi engel olamıyorsa ahlak
sistemi devreye girer; o da engel olamıyorsa hukuk sistemi devreye girer (Şekil
2). Bu etkileşimin en güzel örneği Hz. Yusuf’un başına gelen
olayda rahatlıkla görülebilir (12 Yusuf 22-35).
2011 İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı Yasanın muhtevası
ile Ahlak sisteminin muhtevası arasındaki çatışmayı daha doğrusu savaşı daha
iyi görebilmek için öncelikle bu iki yasada yer alan şiddet tanım ve
çeşitlerini göz önüne almamızda fayda vardır. Çünkü İstanbul
Sözleşmesi’nin temel dayanağı şiddet olgusudur. Sözleşmede fiziksel, ekonomik,
cinsel, psikolojik ve sözel şiddet olmak üzere beş farklı şiddet türü yer
almaktadır. Sözleşmede şiddet kavramı ya tanımlanmamış ya da tanımların çok
muğlak ve esnek olarak tanımlanmış olmasıdır.
Oysa İstanbul Sözleşmesi’nin 3. Maddesi, tanımlara
ayrılmıştır ve bu şiddet türlerinin hiçbiri orada tanımlanmamaktadır.
Ancak İstanbul Sözleşmesi’nin 33. 35-40. Maddelerinde psikolojik,
fiziksel ve cinsel şiddet tanımları gereği gibi yapılmadan bu
kavramlara yer verilmektedir:
“İstanbul Sözleşmesi Madde 33 – Psikolojik şiddet
Taraflar bir şahsın psikolojik bütünlüğünü
zorlamayla veya tehditlerle
ciddi bir şekilde bozmaya yönelik kasıtlı
girişimlerin cezalandırılmasını temin edecek gerekli yasal
veya diğer tedbirleri alacaklardır.”
“İstanbul Sözleşmesi Madde 35 – Fiziksel şiddet
Taraflar başka bir şahsa karşı kasten
fiziksel şiddet eylemlerinde bulunmanın cezalandırılmasını temin edecek gerekli
yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır.”
“İstanbul Sözleşmesi Madde 36 – Irza geçme de dahil olmak
üzere cinsel şiddet eylemleri
1- Taraflar aşağıdaki kasten
gerçekleştirilen eylemlerin cezalandırılmasını sağlamak üzere
gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır:
a- başka bir insanla, rızası
olmaksızın*, herhangi bir vücut parçasını veya cismi kullanarak, cinsel
nitelikli bir vajinal, anal veya oral penetrasyon gerçekleştirmek;
b- bir insanla, rızası olmaksızın*, cinsel
nitelikli diğer eylemlere girişmek;
c- Başka bir insanın, rızası olmaksızın*,
üçüncü bir insanla cinsel nitelikli eylemlere girmesine neden olmak.
2- Rıza, mevcut koşullar bağlamında
değerlendirilmek üzere, şahsın özgür iradesi sonucunda gönüllü
olarak verilmelidir.
3- Taraflar 1. fıkrada yer alan hükümlerin
aynı zamanda iç hukukta kabul edilmiş olan, eski veya mevcut eşlere
veya birlikte yaşayan bireylere karşı gerçekleştirilmiş
eylemler için de geçerli olmasının temin edilmesi için
gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır.”
“İstanbul Sözleşmesi Madde 40 – Cinsel taciz
Taraflar bir şahsın onurunu ihlal etme etkisi
yaratan veya bu maksatla gerçekleştirilen ve özellikle de aşağılayıcı,
düşmanca, hakaretamiz, küçük düşürücü veya saldırgan bir ortam yaratırken, her
türlü istenmeyen, cinsel mahiyette sözlü veya sözlü olmayan veya Fiziksel
davranışın cezai veya diğer yasal yaptırıma tabi olmasını temin etmek üzere
gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır.”
Bu maddelerin tümü bir şekilde ahlak sistemi ile
alakalıdır. Cinsel şiddet ve cinsel taciz ile ilgili maddelerde ayrıntı
verildiği için bu maddelerin öne çekilerek ahlak sistemi ile olan ilişkilerini
değerlendirmek yararlı olacaktır. Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için
İstanbul Sözleşmesi’nin 4. Maddesinin 3. fıkrasını hatırlamakta fayda vardır:
“İstanbul Sözleşmesi Madde 4-3- Taraflar, bu
Sözleşme hükümlerinin, özellikle de mağdurların haklarını korumaya
yönelik tedbirlerin cinsiyet, toplumsal cinsiyet, ırk,
renk, dil, din, siyasi veya başka tür görüş, ulusal veya sosyal köken, bir
ulusal azınlıkla bağlantılı olma, mülk, doğum, cinsel yönelim,
toplumsal cinsiyet kimliği, sağlık durumu, engellilik, medeni hal,
göçmen veya mülteci statüsü veya başka bir statü gibi, herhangi bir temele
dayalı olarak ayrımcılık yapılmaksızın uygulanmasını temin
edeceklerdir.”
Bu maddede “cinsel yönelim” denilen bünyesinde her türlü cinsel sapma hareketini barındıran bir kavrama (Şekil 1), üstü kapalı bir şekilde meşruiyet kazandırılmış ve her türlü ahlaki müeyyidenin uygulanmasından muaf tutulmuştur.
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ VE ONU REFERANS ALAN İÇ YASAL MEVZUAT
ZİNA, FUHUŞ DÂHİL HER TÜRLÜ CİNSEL SAPKINLIĞI YASAL KORUMA ALTINA ALARAK
YAYGINLAŞMASINA İMKÂN SAĞLAYAN BİR ZEMİN HAZIRLAMIŞLARDIR
İstanbul Sözleşmesi’nin 36. Maddesi ve buna uygun yapılan
yasal düzenlemeler, “rıza temelli” her türlü cinsel
ilişkiye cevaz vererek zinayı, fuhşu ve eş cinsel yaşam tarzını suç olmaktan
çıkarmakta ve yaygınlaşmalarını yasal güvence altına almaktadır. Sözleşmenin
36. 46. ve 59. maddelerinde “birlikte yaşanan birey” (partner) kavramsallaştırılması
ile “nikâhsız birliktelikler” / “metres hayatı yaşamak” hem
aile olarak kabul edilmekte hem de zina /fuhuş meşrulaştırılmaktadır.
Böylece aile kavramı, fuhuş hayatı ile iç içe geçirilerek
kutsiyeti tahrip edilmektedir. Bu maddelere uygun yapılan iç yasal
düzenlemelerle “nikâhsız birlikteliklere” / “hayat tarzlarına” karşı
en basit ahlakı bir müeyyidenin dahi uygulanması suçtur. Çünkü
sözel ve psikolojik şiddet tanımları ile ahlakı müeyyide uygulanması
imkânsızlaştırılmıştır.
İstanbul Sözleşmesi’nin 36. Maddesine ve buna uygun
yapılan yasal düzenlemelere göre “rıza” olduktan sonra
bizim dinimize, kültür ve medeniyet kodlarımıza göre “sapkınlık”,
“çirkin hayasızlık” ve “gayrimeşru” olan her şey meşrudur, yapılabilir
ve bunları yapanlara hiçbir ahlakı ve de hukuki müeyyide uygulanamaz. Böylece
Kur’an-i Kerim’de var olan zina ile ilgili tüm ayetler[13] ve
hadisler feshedilmiş olmaktadır.
Oysa Kur’an-ı Kerim’e ve hadisler göre “zina
günahtır”, “suçtur” ve hem ahlakı hem de hukuki “müeyyidesi vardır”. Bu
ayet ve hadislere göre konuşmak ve hareket etmek, İstanbul Sözleşmesi ve 6284
sayılı Yasaya göre suçtur.
O nedenle sadece İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesi
yetmez, onu referans alan tüm yasalar feshedilmeli; kendi Kültür ve Medeniyet
Kodlarımıza göre insanı, aileyi ve toplumu koruyan yeni yasal düzenlemeler
yapılmalıdır.
İstanbul Sözleşmesi’nin dördüncü maddesinde yer
alan “cinsel yönelim” kavramsallaştırılması ile her
türlü cinsel sapkınlık yasal koruma altına alınmıştır (Madde
4 – 3). Gelecek nesiller için en büyük tehlikelerden biri, iç
yasal mevzuat tarafından koruma altına alınmış olan bu cinsel
sapkınlıkların yaygınlaşması olacaktır.
İstanbul Sözleşmesi’nin dördüncü maddesine göre
Kur’an-ı Kerim’de var olan eşcinsellikle (Lût Kavminin
Yaşam Tarzı) ilgili tüm ayetler ve hadisler [14] iptal
edilmiş (mülga) olmaktadır. Bizim inanç sistemimiz, kültür ve
medeniyet kodlarımıza göre “çirkin hayasızlık”, “fahşanın en pis ve
çirkin şekli” olan “eşcinsel yaşam tarzına” hukuki bir
meşruiyet kazandırılmıştır. Oysa Kur’an-ı Kerim’e ve hadislere göre eşcinsellik
en ağır suçlardan ve eylemlerden biridir ve toplumların helak nedenidir. İlgili
ayet ve hadislerde geçen “Hayasızlığı mı yapıyorsunuz?”, “Çok aşırı
giden bir milletsiniz”, “Suçlu-günahkârların uğradıkları sona bir bak”, “Bunlar
zalimlerden hiçbir zaman uzak olmayacaktır”, “bozulmaya uğrayan kötü bir
kavim”, “sarhoşlukları içinde kör-sersem”, “sınırı aşmış (sapık) bir kavim”,
çirkin utanmazlık yapmak”, “zalim”, “fasıklık yapmak”,
“gökten iğrenç bir azap indirmek, “işaretli olarak yığın yığın sert taş
yağdırmak”, ”yerle bir ettik”, ”üzerlerine bir yağmur yağdırdık”,
“uyarılıp-korkutulanların yağmuru ne kadar da kötü”, “akıllanmayacak
mısınız?” ve “Lût kavminin iğrenç fiilini işleyen mel'undur.” ifadeleri, 2011
İstanbul Sözleşmesi’ne ve 6284 sayılı Yasa ve yönetmeliğine göre sözlü
şiddet ve psikolojik şiddet kapsamına girmektedir. Dolayısıyla bu
kavramların geçtiği hiçbir ayet ve hadis kullanılamaz. Bunlar gibi olan ya da
bunlara benzeyen ayet ve hadisler 2011 İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı Yasa
tarafından feshedilmiştir (mülga).
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın 2020’de Ramazan ayında
okuduğu bir Cuma hutbesinde Lût Kavmi ile ilgili kullandığı bir ayetten dolayı
kendisine ve İslâm’a, Barolar üzerinden açılan savaşın; Boğaziçi Kadife Darbe
Sürecinin başlangıç aşamasında Kabe resminin üzerine LGBT sembollerinin
konularak yere serilmesi ile birlikte Kadife Darbenin Boğaziçi aşamasında
taşeron örgüt görevini LGBT’nin icra ettiğini, LGBT ile ilgili yöneticilerin
kullandığı bazı ifadelerden dolayı ABD, AB ve BM’nin LGBT’ye sahip çıkan
beyanatlar verdiklerini bu noktada hatırlamakta fayda vardır.
Rıza merkezli cinsel özgürlük ve cinsel yönelim
kavramsallaştırılmaları ile ahlaka, nikaha, namusa, edebe, hayâya, vakara,
şerefe, iffete, aileye, nesle ve insan fıtratına yoğun şiddetli bir psikolojik
savaş açılmıştır. Bu gerçek görülmelidir.
Toplumun ifsadı, gelecek nesillerin feda edilmesi, neslin
yaşlanması, değişik hastalıkların ortaya çıkması ile sağlıksız bir neslin zuhur
etmesi, cinsel tatminin gayrimeşru bir şekilde sağlanmasının sonuçlarıdır.
Yaratılış kanunlarına aykırı, insan fıtratına zıt, zararlı ve toplumun
geleceğini, neslin devamı yasasını ihlal ederek tehlikeye sokan hiçbir düşünce
ve yaşam tarzı meşru kabul edilemez, edilmemelidir.
Bütün bunlardan dolayı, cinsel özgürlük ve cinsel yönelim
kapsamında eşcinselliğe, zinaya, fuhşa, nikâhsız beraberliklere insan hakkı
olarak bakılamaz; ifade özgürlüğü kapsamına da sokulamaz.
O nedenle sadece İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesi yetmez, onu referans alan tüm yasalar feshedilmeli; kendi Kültür ve Medeniyet Kodlarımıza göre insanı, aileyi ve toplumu koruyan yeni yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ ve ONU REFERANS ALAN İÇ YASAL MEVZUAT
AİLE İÇİ İHTİLAFLARIN ÇÖZÜMÜNDE MAHREMİYETİ YIKMAKTA VE AİLELERİN ARABULUCULUK
YAPMASINA KARŞI ÇIKMAKTADIR
Aile hayatında zaman zaman değişik nedenlerle istenmeyen
durumlar meydana gelebilir. Genel olarak da ilk ortaya çıkan durum, aile
fertlerinin birbirlerine bağırıp çağırmasıdır. Süreç iyi yönetilebilirse bunlar
geçici durumlardır. Fakat polise telefon edildikten sonra geçici hal olma
ihtimali olan bu durumun, sürekli bir hal olma ihtimali artmaktadır. Belli bir
seviyenin altında kaldığı sürece beşerî bir durum olarak
değerlendirilmesi gereken bu olgu, İstanbul Sözleşmesi’ne göre suçtur. Bizim
kültür ve medeniyet kodlarımıza göre kadın ve erkeğin aile tarafları, hakem
heyeti oluşturarak sürece müdahil olmak ve sorunu çözmeye çalışmak
isterler ve de zorundadırlar (4 Nisa Süresi 35).
İstanbul Sözleşmesi’nin 48. Maddesi, bu
tür hakemlik müessesinin sürece müdahil olmasına karşı olup taraf
ülkelerin böyle bir yaklaşımı engelleyecek tedbirleri almasını istemektedir:
“Madde 48 – 1- Taraflar bu
Sözleşme kapsamında yer alan her türlü şiddet olayıyla ilgili olarak, arabuluculuk
ve uzlaştırma da dâhil olmak üzere, zorunlu anlaşmazlık giderme alternatif
süreçlerini yasaklamak üzere gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır.”
Ayrıca İstanbul Sözleşmesi’ne göre mağdur, bir kez şikâyet
yapmış ise şikâyetini geri çekme hakkına sahip değildir. Kendileri
şikâyetlerini geri çekse bile açılan dava, bu istekten bağımsız olarak devam
ettirilecektir:
“Madde 55 –1- Taraflar, … mağdurun
ifadesine veya şikâyetine bağlı olmaksızın ve Mağdurun ifadesini veya
şikâyetini geri çekmesi durumunda dahi devam edebilmesini temin edeceklerdir.”
İstanbul Sözleşmesi ve onu referans alan iç yasal mevzuat,
akrabalık ilişkilerini koparmak istemekte ve aile içinde barışı değil
savaşı isteyen bir mekanizma inşa etmektedir.
O nedenle sadece İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesi yetmez, onu referans alan tüm yasalar feshedilmeli; kendi kültür ve medeniyet kodlarımıza göre insanı, aileyi ve toplumu koruyan yeni yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
DELİL / BELGE ARAMAYAN 6284 SAYILI YASA VE UYGULAMA
YÖNETMELİĞİ AİLE YAPISINA BİR SAVAŞ İLANIDIR
Hukukun temel mantığında, iddia sahibinin iddiasını
ispatlamak mecburiyeti vardır. Suçlayan insan, suçlamaya ilişkin veya kendinin
haklı olduğuna ilişkin bilgi ve belgeleri / delilleri ortaya koymak zorundadır.
Bu, hukuk sistemlerinin olmazsa olmaz ilkesidir. Bu hukuk yasası ya da
ilkesi, 6284 sayılı Aileyi Koruma Yasası (!) ve uygulama yönetmeliği için
geçerli değildir. Bu yasa ve uygulama yönetmeliğinde şikâyet edip mağdur
olduğunu ifade edenlerin, iddiaları ile ilgili hiçbir delil veya belge sunma
mecburiyeti bulunmamaktadır:
“(6284 sayılı Yasa) MADDE 8 – (3) Koruyucu tedbir kararı
verilebilmesi için, şiddetin uygulandığı hususunda delil veya belge
aranmaz.” (Bak: 6284 sayılı Yasanın Uygulama Yönetmeliği
MADDE 6–1,12-1 ve 30-3).
Bu maddelerde şikâyet edenin beyanı esas olup suçlananın söz
hakkı olmadığı görülmektedir.
Bir kadının kendisine şiddet uygulandı ihbarını
yapmasının ardından muhataplar dinlenmeden, sorgulanmadan, iddianın doğru
olup olmadığı araştırılmadan babaların polis zoruyla evlerinden, bağlarından,
bahçelerinden alınıp sürgüne gönderilmesi, bize Kur’an’daki Hz.
Davud’un “İki Davalı Kardeş Kıssasını” hatırlatmaktadır (38 Sad
18-29).
Hz. Davud, davalı iki kardeşten tek koyun sahibi olan
kardeşin iddialarını dinlemiş ve fakat 99 koyun sahibi olan şikâyet edilen
kardeşi dinlemeden kararını vermiştir:
“(Davud) Dedi ki: «Andolsun senin koyununu, kendi
koyunlarına (katmak) istemekle sana zulmetmiştir. Doğrusu, (emek ve
mali güçlerini) birleştirip katanlardan (ortak) çoğu, birbirlerine karşı
tecavüz ederler; ancak iman edip de salih amellerde bulunanlar
başka. Onlar da ne kadar azdır.»” (38 Sad 24).
Ancak Hz. Davud hata yaptığını anlamış, hemen secdeye
kapanarak Allah’tan kendisini affetmesini, bağışlamasını istemiştir. Allah da
onu bağışlamıştır. Bununla beraber Hz. Davud uyarılmış, hak, hukuk ve adalet
konularında nasıl davranması gerektiği kendisine belirtilerek yol
gösterilmiştir:
“Ey Davud, gerçek şu ki, biz seni yeryüzünde
bir halife kıldık. Öyleyse insanlar arasında hak ile
hükmet, istek ve tutkulara (hevaya) uyma; sonra seni Allah'ın yolundan saptırır.
Şüphesiz Allah'ın yolundan sapanlar, hesap gününü unutmalarından dolayı
onlar için şiddetli bir azap vardır.” (38 Sad 26)
Aile ilgili T.C. Hukuk Sisteminde de, İstanbul
Sözleşmesi ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Küresel Projesini referans alan
yasalara göre bir kadın (pratikteki durum) kocasının kendisine şiddet
uyguladığı ihbarını yaptığı takdirde, kadının söylediklerinin doğru olup
olmadığı erkeğe sorulmadan, araştırma yapılmadan erkek evinden alınıp sürgüne
gönderilmektedir. T.C. Yargı Sistemi, Hz. Davud gibi tek yanlı bir dinleme yaparak
kararını vermekle Hz. Davud’un düştüğü hataya düşmektedir. Delilsiz ve belgesiz
yargılama sistemi, adaleti değil adaletsizliği getirir.
O nedenle sadece İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesi yetmez, onu referans alan tüm yasalar feshedilmeli; kendi kültür ve medeniyet kodlarımıza göre insanı, aileyi ve toplumu koruyan yeni yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ BİR ASİMİLASYON PROJESİDİR
İstanbul Sözleşmesi’nin Giriş bölümünde
Sözleşmenin amacı, “Kadına karşı şiddet ve aile içi şiddetten arınmış bir
Avrupa yaratmayı hedef edinmek”, olarak ifade edilmektedir. Batı
kültür medeniyet kodlarına göre şekillenmiş bir Avrupa meydana getirebilmek
için Sözleşmeyi kabul eden ülkelerin doğal olarak kendi kültür ve
medeniyetinden soyutlanması, arınması gerekir. Bunu açıktan ve doğrudan
ülkelerden istemek mümkün olmadığına göre bir maske takılması gerekmektedir. O
maske de kadına şiddet kavramsallaşması olarak belirlenmiştir.
Yukarıda ifade ettiğimiz gibi çerçevesi, muhtevası belli olmayan Toplumsal Cinsiyete
dayalı bir şiddet teorisi üzerinden tüm ülkelerin değerleri, kültür ve
medeniyet kodları, dinleri, örf, adet, gelenek ve görenekleri kötülenmekte,
aşağılanmakta ve oluşturulan psikolojik ortamda tasfiye edilmek istenmektedir.
İstanbul Sözleşmesi üzerinden tüm ülkelerin kendi kendilerini
asimile etmesi, sömürgeleştirmesi ve bireyselleştirmesi amaçlanmaktadır.
Nitekim Sözleşmenin 12. ve 42. Maddelerinde, Batının
öngördüğü kültürel normlar hariç, diğer milletlerin kabul ettiği,
benimsediği, asırların birikimi olarak meydana gelen, zenginleşen din, kültür,
adet, gelenek ve törenin “kökünün kazınması” için
gerekli iç yasal düzenlenmenin yapılması taraflardan
istenmektedir:
“İstanbul Sözleşmesi Madde 12–1- Taraflar …kadınların
ve erkeklerin toplumsal olarak klişeleşmiş rollerine dayalı ön
yargıların, törelerin, geleneklerin ve diğer uygulamaların kökünün
kazınması amacıyla kadınların ve erkeklerin sosyal ve
kültürel davranış kalıplarının değiştirilmesine yardımcı olacak tedbirleri
alacaklardır.”
“Madde 12-5--Taraflar kültür, töre, din, gelenek veya
sözde “namus” gibi kavramların bu Sözleşme kapsamındaki herhangi
bir şiddet eylemine gerekçe olarak kullanılmamasını temin
edeceklerdir.”
“İstanbul Sözleşmesi Madde 42–1- Taraflar bu Sözleşme
kapsamında kalan şiddet eylemlerinin gerçekleştirilmesinden sonra başlatılan
ceza davalarında kültür, töre, din, gelenek veya sözde
“namus”un gerekçe olarak öne sürülmesinin önlenmesini temin etmek
üzere, gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır.”
2011 İstanbul Sözleşmesi, “kadınların ve erkeklerin
toplumsal olarak klişeleşmiş rollerine dayalı ön yargıların, törelerin,
geleneklerin ve diğer uygulamaların kökünün kazınması”, “kadınların
ve erkeklerin sosyal ve kültürel davranış kalıplarının
değiştirilmesi” ifadelerinde yer alan farklı kültür, din, adet,
gelenek, töre ve namus gibi kavramların “kökünü kazımak” istemekle,
bir asimilasyon hareketi amaçladığı anlaşılmaktadır. Fakat
dikkat çekici olan bunun taraflar eliyle gerçekleştirilmek istenmesidir.
Yukarıdaki maddelerde geçen kavramları göz önüne
aldığımızda Batının niyeti, bu ve buna benzer sözleşmelerle muhatap
ülkeleri kültürel olarak çözerek asimile etmektir. “Kadına
karşı şiddet” ve “aile içi şiddet” kavramları bu amacı gizlemek için
kullanılmıştır / kullanılmaktadır. Burada, bir zamanlar Sovyetler
Birliği’nin dünyadaki şartların değişimini göz önüne alarak “Barış
içinde bir arada yaşama” tezini (Brejnev Doktrini), komünizmi
yayma stratejisinin temel dayanağı yapmasına benzer bir durum söz konusudur.
İstanbul Sözleşmesi’nde “Kadına
karşı şiddet” ve “aile içi şiddet” ve benzer kavramsallaştırmalarla ve bu
kavramsallaştırmalara yüklenen anlamlarla diğer milletler, dinlerinden
koparılarak Ateizme, Deizme ve Agnostisizme yönlendirilerek, kültür ve medeniyetleri
tahrip edilerek kültürel olarak bir asimilasyona tabi tutulmak istenmektedir. O
nedenle 2011 İstanbul Sözleşmesi gizli bir sömürgeleştirme metnidir. İstanbul
Sözleşmesi, Batılı olmayan ülkelerin kendi kendilerini sömürgeleştirme aracı
olarak kullanılmaktadır.
O nedenle sadece İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesi yetmez, onu referans alan tüm yasalar feshedilmeli; kendi kültür ve medeniyet kodlarımıza göre insanı, aileyi ve toplumu koruyan yeni yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ VE ONU REFERANS ALAN İÇ YASAL MEVZUT
İLE TÜRKİYE, AB’NİN GÖZETİMİ VE DENETİMİ ALTINA SOKULMUŞTUR
2011 İstanbul Sözleşmesi, yukarıda ifade ettiğimiz
muhtevasından dolayı gizli bir sömürgeleştirme metnidir.
Sözleşmeyi İmzalayanlar, İstanbul Sözleşmesi’nin 9. Bölümünde yer alan üye
ülkelerin izlenmesi ve denetlenmesine ilişkin “özel bir İzleme ve denetleme
biriminin (GREVIO)” varlığını kabul etmektedirler (Madde 66).
Sözleşmenin 66’dan 70’e kadar olan maddeleri GREVIO’nun çalışma esaslarını
yetkilerini ve sorumluluklarını tanımlamaktadır. GREVIO izlenecek
tüm ülkeleri belli bir soru formuna uygun olarak izleme ve denetleme hakkına
sahiptir. Sözleşmeyi imzalayanlar, elde ettikleri sonuçları,
GREVIO’nun hazırladığı bir soru formunu referans alarak Avrupa
Konseyi Genel Sekreterine rapor etmek zorundadırlar (Madde 68).
GREVIO’nun hazırlayacağı anketlere ve “GREVIO’dan gelecek bütün bilgi
taleplerine taraflar cevap vermek” zorundadırlar. GREVIO, Sözleşmenin
uygulamasına ilişkin bilgileri, “…sivil toplum kuruluşlarından ve sivil
toplumdan da” edinme hakkına sahiptir.
“GREVIO’ya, Sözleşmenin geniş çapta veya defalarca
ihlalinin önlemesi veya sınırlanması amacıyla derhal müdahale gerektiren
sorunların bulunduğunu gösteren güvenilir bilgiler ulaştığında, ...taraflarca
alınan tedbirlere ilişkin özel bir raporun acilen sunulmasını talep
edebilir.” “GREVIO, söz konusu tarafın verdiği bilgileri ve kendisine
ulaşan diğer güvenilir bilgileri göz önüne alarak bir veya daha fazla
üyesini, bir soruşturma yapıp acilen GREVIO’ya rapor etmek üzere tayin
edebilir.” Elde edilen raporu gerek görürse, “Taraflar
Komitesine ve Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesine” iletir (Madde
68). GREVIO, “Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesini, bu
Sözleşmenin uygulamalarını düzenli aralıklarla değerlendirmeye davet
etmek” zorundadır (Madde 70).
İstanbul Sözleşmesinin 66’dan 70 kadar olan Maddelerinden
alıntıladığımız yukarıdaki ifadeler, bu Sözleşmeyi imzalayan bir Türkiye’nin
bağımsız bir ülke olarak davranmasına imkân vermekte midir?
Türkiye İstanbul Sözleşmesi’ni feshetmekle sadece
ellerine takılmış zincirleri kırmıştır. Ayaklarındaki zincirleri de
koparabilmesi için AB uyum yasalarının tümünü ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği
Projesi ile İstanbul Sözleşmesi’ni referans alan tüm iç yasal mevzuatı
feshetmesi gerekmektedir.
O nedenle sadece İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesi
yetmez, onu referans alan tüm yasalar feshedilmeli; kendi kültür ve medeniyet
kodlarımıza göre insanı, aileyi ve toplumu koruyan yeni yasal düzenlemeler
yapılmalıdır.
Ayrıca tüm Uluslararası Sözleşmeler yeniden değerlendirilmeli ve kendi kültür ve medeniyet kodlarımıza uymayan tüm Uluslararası Sözleşmeler iptal edilmelidir.
SONUÇ: İSTANBUL SÖZLEŞMESİ’NİN FESH EDİLMESİ GEREK ŞARTTIR, YETER ŞART ONU REFERANS ALAN TÜM YASALARIN FESHEDİLMESİDİR
Hukuk; toplumun benimseyip içselleştirdiği bir değer
sistemi, bir kimlik ve bir kültür ve medeniyetin sağlıklı sıhhatli yaşanabilir
olması için ferdin kendisi, yaratıcısı, ailesi, komşusu, akrabası, toplumu,
devleti ve diğer toplumlarla, insanlık âlemiyle olan ilişkilerini, toplumsal
kimliğe, değer sistemine ve kültür ve medeniyet kodlarına göre düzenleyen güçle
donanmış bir kurallar, kaideler ve normlar bütünüdür.
Bu nedenle hukukun kullandığı dil ve kavramlar, toplumsal
kimlik, değer sistemi ve kültür ve medeniyet kodlarının öngördüğü dil ve
kavramlar olmalıdır. Bu şekilde yapılanan bir hukuk sistemi, toplumun
kimliğini, değer sistemini, kültür ve medeniyet kodlarını kuvvetlendirir; hukuk
sistemine olan toplumsal güveni sağlar. Bu ilişki, hukuk sistemi ile ahlak
sisteminin birbirini desteklemesini ve kuvvetlendirmesini temin eder. Değer
sistemi, ahlak sistemi ve hukuk sisteminin bütünleşmesi, birbirine
destek olması, suç ve ceza oranlarının azalmasına sebebiyet verir; fert ve
toplum korunur. Kendisi ile ailesi ile akrabası ile komşusu ile toplumu ile
devleti ile gelecek nesillerle ve geçmiş nesillerle barışık şahsiyetli bir
insan unsuru ortaya çıkar. Aksi durum ferdi, toplumsal ve sistemsel bunalımdır
ve krizdir.
“Kanunlaştırma hareketleri”, her ülke ve millet
için gereklidir, hâttâ zorunludur. Önemli olan, kanunlaştırmanın nasıl, hangi
temel unsurlara, hangi değer sistemine, kültür ve medeniyet kodlarına göre
yapılacağı ve nasıl bir dil ve kavramlar kullanılacağıdır.
Bugüne kadarki uygulamalardan, tecrübelerden
“Kanunlaştırmaların 3 farklı şekilde yapıldığı” görülmektedir:
“1. Islah/ Rehabilitasyon: Var olan hukuk
kurallarının yeniden tanzimi ve yeni ihtiyaçları karşılar hale getirilmesi.
2. Resepsiyon: Yabancı bir hukuk sisteminin ülke
hukuk sistemi olarak kabul edilmesi ve düzenlenmesi.
3. Expansiyon: Sömürgeci devletlerin kendi
hukuklarını sömürgelerine, gerektiğinde zor kullanarak taşımaları.” [15]
İstanbul Sözleşmesi’nin bağlayıcılığı, yapılan işin
bir resepsiyon olduğunu göstermektedir. İstanbul Sözleşmesi ve
bunu referans alarak hazırlanan tüm yasalar, bizim kültür ve medeniyet
kodlarımıza, değer sistemimize hem aykırı hem de ona karşı savaş açmış
vaziyettedir.
İstanbul Sözleşmesi’ni hazırlayanlar, kendi öngördükleri,
kültürel değerlerin dışındaki her şeyi (Din, kültür, ahlak, örf, adet, gelenek,
görenek, töre) tasfiye edecek şekilde bir şiddet anlayışı ve tanımı inşa
etmişlerdir. Bu ana sorundur, temel sorundur. Bu gerçeğin görülmesi olmazsa
olmazdır.
“2011 İstanbul Sözleşmesi’nin” ve onu referans alan
yasaların dayandığı zihniyet, Hz. Yusuf’u hapse götüren zihniyetin günümüze bir
yansımasıdır. Her iki zihniyetin atası İblis’tir ve aynı kaynaktan
beslenmektedirler.
Dolayısıyla İstanbul Sözleşmesi ve onu referans
alan tüm yasalar, Türkiye’de bir zülüm sistemi inşa etmekte; çok ciddi, ahlakı
çürümeye, tefessühe, sebep olmaktadır; boşanmaları hızlandırmaktadır.
TUİK verilerine göre Toplumsal Cinsiyet Eşitliği, İstanbul
Sözleşmesi ve bunlar referans alınarak hazırlanan yasalar uygulamaya
sokulduktan sonra aile yapısında iyileşme değil kötüleşme olmuştur. Sorunlar
azalmamış bilakis artmıştır. Babalar delilsiz, belgesiz evlerinden
uzaklaştırılmış, 18 yaşın altında evlenip çoluk çocuk sahibi olan babalar
hapsedilmiştir. İki milyon civarında baba evinden uzaklaştırılmış pek çok baba
ömür boyu nafakaya mahkûm edilmiştir.
Karşılıklı güven üzerine kurulu olması gereken aile
yapısının yasalar üzerinden güvensizliğe doğru çekilmesi, evliliğe karşı olan
ilgiyi azaltmakta, gençleri evlilikten soğutmakta ve de uzaklaştırmaktadır. Gençler
evlenmekten korkmaktadır.
Bu gelecek açısından çok ciddi bir sorundur.
O nedenle işlenen cinayetler ve meydana gelen şiddet
vakaları, cinsiyet ayırımı yapılmadan bir bütün olarak ortaya konmalı, gerçek
sebepleri araştırılmalı, doğru tespit ve doğru teşhis konmalıdır ki doğru
tedavi yapılıp doğru tedbir alınabilsin. Toplumsal hastalıkların önü ancak bu
şekilde alınabilir.
Türkiye’deki şiddet vakaları gerçekçi, doğru, adil ve ilmi
bir yaklaşımla ele alınmalıdır. Şiddet kullananların psikolojik yapıları,
alkol, uyuşturucu ve kumar bağımlılıkları, ekonomik bunalım içerisinde olup olmadıkları,
şiddet uygulayanların kocası mı dostumu olduğu, karşılıklı tahrik ve tahkir
unsurları ortaya konmalıdır. Mahkeme ve polis tutanakları adil ve ilmi bir
şekilde değerlendirilip sorun gerçekçi bir şekilde tespit ve teşhis
edilmelidir.
O nedenle Cumhurbaşkanlığı uhdesinde aileyi korumak,
kurtarmak ve geliştirip sağlamlaştırmak için disiplinler arası çok özel bir
insan unsurunu bünyesinde bulunduran özel bir birim kurulmalıdır.
Aşağıdaki soruların cevapları, çok doğru, adil ve ilmi bir
şekilde araştırılıp verilmelidir:
- “Kadına
karşı şiddetin yapısal özelliğinin toplumsal cinsiyete dayandığı”,
“Toplumsal cinsiyete dayalı şiddet”, “Toplumsal cinsiyet temelli bir
şiddet eylemi anlayışıyla”, “Toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin kadın
mağdurları” ifadelerinde geçen şiddeti, “toplumsal cinsiyete”
bağlayan kriter nedir, ölçüt nedir?
- Kadına
yöneltilen her şiddet, niçin toplumsal cinsiyet merkezli olmaktadır?
- Kadına
yöneltilen her şiddet, toplumsal cinsiyet merkezli olurken, erkek ve
çocuklara uygulanan şiddet niçin toplumsal cinsiyet merkezli olmamaktadır?
Aradaki fark nasıl belirlenmektedir?
- Kadına
yönelik şiddet toplumsal cinsiyet merkezlidir iddiasını, bilimsel bulgular
ne oranda desteklenmektedir?
- Genel
olarak şiddete sebebiyet veren alkol, uyuşturucu, kumar gibi diğer risk
faktörleri yok mudur?
- Şiddet
sadece ve sadece toplumsal cinsiyet tanımlamasındaki din, kültür,
örf adet, gelenek merkezli midir?
- Niçin
şiddet kadın, erkek ve çocukları ihtiva edecek şekilde bütüncül olarak ele
alınmayıp sadece kadın merkezli ele alınması istenmektedir?
- “Kadın
olduğu için yöneltilen şiddet” ifadesinde, uygulanan şiddetin kadın
cinsinden dolayı uygulandığının ölçütü nedir? Bir hukuk metninde böylesine
ön şartlı ifadelerin yer almış olmasının sebebi hikmeti nedir?
- “Sözde
“namus” adına işlenen suçlar” ifadesinde namus kavramının
önüne eklenen “sözde” sıfatı ile namus kavramının
aşağılanması, değersizleştirilmesinin amacı nedir? Uluslararası bir
metinde böyle bir aşağılama ifadesinin yer alması, namus kavramına önem veren
toplumları, kültürleri, dinleri aşağılamak manasına gelmemekte midir? Bu
TBMM’de nasıl kabul edildi?
- Namus
cinayetleri sadece erkekler tarafından mı icra edilmektedir?
Kadınlar da “namus cinayeti” işlemekte midirler? Veriler
bize neyi göstermektedir? Bu veriler halka niçin sunulmamaktadır?
- “Kadınların
daha aşağı düzeyde olduğu düşüncesi” ile şiddet
uygulandığının ölçütü nedir? Gerçekten kadınlara şiddet uygulayanlar,
kadın cinsinin ikinci sınıf oluşundan dolayı mı yoksa başka bir nedenle mi
şiddet uygulamaktadırlar; aradaki fark nasıl ortaya konmaktadır?
- “Kadınların
ve erkeklerin toplumsal olarak klişeleşmiş rollerine dayalı ön yargıların,
törelerin, geleneklerin ve diğer uygulamaların kökünün kazınması” ifadesinde
“toplumsal olarak klişeleşmiş roller” ifadesi ile
mevcut tüm toplumların kendi kültür ve medeniyet kodlarına göre ihdas
ettiği roller aşağılanmaktadır. Aşağılanan bu rollerin yerine yeni roller
ihdas edecek olan kültür ve medeniyet kodları kime aittir? Onların
gerçekten doğru, adil, insanı ve hak olduğunun garantisi nedir?
- Aile
içi şiddet, ev içi şiddet diyenler evin, ailenin dışındaki mekânlarda
erkeğe, kadına ve çocuğa yöneltilen şiddeti niçin görmezler, görmek
istemezler?
- Barlarda,
pavyonlarda, diskoteklerde ve randevu evlerinde çalışmak / çalıştırılmak
zorunda bırakılan kadınların karşı karşıya kaldığı durum, cinsel taciz,
tecavüz, cinsel şiddet kapsamına niçin girmemektedir? Bu kadınları
aşağılamak değil midir? Kadın haklarını savunanlar, kadına şiddeti
toplumsal cinsiyete dayalı şiddet olarak yorumlayanlar, bazı erkeklerin
şehvetini en pis şekilde tatmin etmek zorunda bırakılan bu kadınları, bu
bataklıktan kurtarmak için niçin ses çıkarmamakta ve “üç maymunları”
oynamaktadırlar?
- Bu
kadınların karşı karşıya bırakıldığı cinsel şiddet, hangi toplumsal
cinsiyete dayanmaktadır?
- Hangi
inancın, dinin ve kültürün eseridir?
- İstanbul
Sözleşmesi “Şiddet Atlıkarıncasını” döndüren mekanizma nedir ve kime
hizmet etmektedir?
2011 İstanbul Sözleşmesi ve onu referans alan iç
yasaların tüm mağdurlarının mağduriyetleri giderilmeli; özellikle 18 yaşın
altında evlendiğinden dolayı hapse atılan tüm mağdurlar, serbest
bırakılmalıdır.
Mısır’da Hz. Yusuf’un masum olduğuna inanıp onu
hapisten çıkaran Mısır Kralının yaptığı gibi bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan,
sürece müdahale etmeli, salt 18 yaşın altında evlendikleri için hapis yatan
mağdurları serbest bıraktırmalıdır.
Sağlam bir aile ve toplum yapısı için sadece İstanbul
Sözleşmesi’nin feshedilmesi yetmez, onu referans alan tüm yasalar feshedilmeli;
kendi kültür ve medeniyet kodlarımıza göre insanı, aileyi ve toplumu koruyan
yeni yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
Ayrıca Tüm Uluslararası Sözleşmeler yeniden
değerlendirilmeli ve kendi kültür ve medeniyet kodlarımıza uymayan tüm
Uluslararası Sözleşmeler iptal edilmelidir.
Dikkat edilmesi gereken çok önemli bir nokta da İstanbul
Sözleşmesi’nin feshedilmesini engellemek için açılmış bir karşı kampanyanın
varlığıdır. İmzalar toplanmakta, Danıştay’a İstanbul Sözleşmesi’nin
feshinin iptali için başvurulmaktadır. ABD ve AB sözcülerinin açıklamalarına
baktığımızda Türkiye’nin bir iç karmaşaya çekilmek istendiğini söyleyebiliriz.
Görebildiğimiz kadarı ile de camianın kafası oldukça karışıktır. Boğaziçi
Kadife darbe sürecine katkı sağlayacak bir kaos ortamı oluşturulmak
istenmektedir.
O nedenle, özelde STK’ların, cemaatlerin,
hareketlerin, teşkilatların, aydınların, akademisyenlerin, kanaat önderlerinin,
siyasilerin; genelde toplumun tümünün gelinen noktada sorumluluk üstlenmesi,
üzerlerine düşen görev ve sorumlulukları, “En Güzel Tarzda Mücadele”
kanuniyetine uygun bir şekilde, hep birlikte, kardeşçe, dostça yapması tarihi
bir sorumluluktur.
Ve;
“Şu halde sen bundan dolayı davet et ve emrolunduğun
gibi dosdoğru bir istikamet tuttur. Onların hevalarına (istek ve tutku) uyma.”
(42 Şura 15)
HENÜZ VAKİT VARKEN, YARIN ÇOK GEÇ OLABİLİR!
[1] Balcı, M.,
Tanzimat’tan Ulusal Programa Yeniden Yapılanmanın Hukuki Gelişim Süreci,, Genç
Hukukçular Hukuk Okumaları, Birikimler, C:1, S: 16-57, İstanbul, 2003.
Gündoğan, K., Koç, C., Ünlü, H.N., Türk Hukuk Sisteminde
Kast ve Taksir, Bilge Yayınevi, S: Sunuş Kısmı, Ankara, 2010.
[2] Balcı, M.,
Tanzimat’tan Ulusal Programa Yeniden Yapılanmanın Hukuki Gelişim Süreci,, Genç
Hukukçular Hukuk Okumaları, Birikimler, C:1, S: 16-57, İstanbul, 2003.
Gündoğan, K., Koç, C., Ünlü, H.N., Türk Hukuk Sisteminde
Kast ve Taksir, Bilge Yayınevi, S: Sunuş Kısmı, Ankara, 2010.
[3] Ramsaur,
E., E., Jöntürkler 1908 İhtilalinin Doğuşu, Pınar Yayınları, İstanbul,
2011, S: 18-24.
[4] 10- 16.01.2019
Sputnik; https://tr.sputniknews.com/amp/turkiye/201901161037117860-kamu-basdenetcisi-malkoc-esler-ayrilsin-diye-kanun-cikarmisiz/?__twitter_impression=true
[5] -Can, B., Bir
İfsad Hareketi Olarak Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi-1: Cinsiyet,
Toplumsal Cinsiyet ve Cinsiyet Rollerinin Kapsam Alanı, Mart 2019, Umran.
-Can, B., Bir İfsad Hareketi Olarak Toplumsal Cinsiyet
Eşitliği Projesi-2: “Nötr Cinsiyet Hareketinin” Üç Aşamalı Savaş Stratejisi,
Nisan 2019 Umran.
-Can, B., Bir İfsad Hareketi Olarak Toplumsal Cinsiyet
Eşitliği Projesi-3:
“Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” Projesi” “Dünya Nüfusunun 500 Milyonun Altında
Tutulması” Projesinin Bir Alt Projesidir, Mayıs 2019 Umran.
-Can, B., Bir İfsad Hareketi Olarak Toplumsal Cinsiyet
Eşitliği Projesi-4:
“İstanbul Sözleşmesi”, 6284 Sayılı Yasa ve “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği
Projesi”
Hz. Yusuf’u Hapse Attıran Bir Zihniyetin 21. Yüzyıla Yansımasıdır, Ağustos 2019
Umran.
-Can, B., Bir İfsad Hareketi Olarak Toplumsal Cinsiyet
Eşitliği Projesi-5:
2011 İstanbul Sözleşmesi ve 6284 Sayılı Yasadaki Kavramlar
Üzerinden Yürütülen Psikolojik Savaş, Eylül 2019 Umran.
-Can, B., Bir İfsad Hareketi Olarak Toplumsal Cinsiyet
Eşitliği Projesi-6:
2011 İstanbul Sözleşmesi ve 6284 Sayılı Yasa Bir Asimilasyon ve Kendi Kendini
Sömürgeleştirme” (Resepsiyon) Projesidir, Ekim 2019 Umran.
-Can, B., Bir İfsad Hareketi Olarak Toplumsal Cinsiyet
Eşitliği Projesi-7:
2011 İstanbul Sözleşmesi ve Onu Referans Alan Tüm Yasalar Fesh Edilmelidir,
Aralık 2019 Umran.
-Can, B., Bir İfsad Hareketi Olarak Toplumsal Cinsiyet
Eşitliği Projesi-8:
2011 İstanbul Sözleşmesi ve 6284 Sayılı Yasa Aileye ve
Mahremiyete Açılan Bir Savaş İlanıdır, Ocak 2020 Umran.
[6] -Meryem Şahin,
Mücahit Gültekin, Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine Dayalı Politika Uygulayan
Ülkelerde Kadın ve Aile, SEKAM, İstanbul 2015.
- Mücahit Gültekin, Batı Tarafından Hacklenmek: 2053'te
Türkiye Nasıl Bir Ülke Olacak?
-Can B., Bir İfsad Hareketi Olarak Toplumsal Cinsiyet
Eşitliği Projesi-2: “Nötr Cinsiyet Hareketinin” Üç Aşamalı Savaş Stratejisi,
Nisan 2019 Umran.
[7] - Mücahit
Gültekin, Algı Yönetimi ve Manipülasyon, Pınar Yayınları, İstanbul, 5. Baskı,
2018, S: 153-212.
-Ufuk Coşkun, Ailesiz Toplum Projesi, 18 Ekim
2018, https://www.milatgazetesi.com/ufuk-coskun/ailesiz-toplum-projesi/haber-182566;
-Ümit ŞİMŞEK, Bilim Tarihinin En Ahlâksız Deneyi ve
Günümüzdeki Sonuçları, 24 Ekim 2018;
https://yazarumit.com/bilim-tarihinin-en-ahlaksiz-deneyi-ve-gunumuzdeki-sonuclari/
-http://www.cocukaile.net/cinsel-istismarin-tarihi/
-Can, B., Bir İfsad Hareketi Olarak Toplumsal Cinsiyet
Eşitliği Projesi-1: Cinsiyet, Toplumsal Cinsiyet ve Cinsiyet Rollerinin Kapsam
Alanı, Mart 2019, Umran
-Can, B., Bir İfsad Hareketi Olarak Toplumsal Cinsiyet
Eşitliği Projesi-2: “Nötr Cinsiyet Hareketinin” Üç Aşamalı Savaş Stratejisi,
Nisan 2019 Umran
[8] - Haber 7
10.03.2010
[9] -Can, B., Bir
İfsad Hareketi Olarak Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi-1: Cinsiyet,
Toplumsal Cinsiyet ve Cinsiyet Rollerinin Kapsam Alanı, Mart 2019
Umran.
[10] - https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-45917808
[11] -Can, B.,
Bir İfsad Hareketi Olarak Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi-6:
2011 İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı Yasa Bir Asimilasyon
ve Kendi Kendini Sömürgeleştirme” (Resepsiyon) Projesidir, Ekim 2019 Umran.
[12] -Can, B.,
Bir İfsad Hareketi Olarak Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi-6:
2011 İstanbul Sözleşmesi ve 6284 Sayılı Yasa Bir Asimilasyon
ve Kendi Kendini Sömürgeleştirme” (Resepsiyon) Projesidir, Ekim 2019 Umran.
[13] -4/15,
25; 17/32; 24/2-9; 25/68; 33/30; 60/12; 65/1.
[14] -6/86;
7/80-84; 11/70-89; 15/59-77; 21/74-75; 26/160-175; 27/56-59; 29/25-35; 37/133-138; 38/13; 50/13; 54/33-39.
-Deylemi, Müsnedü’l-Firdevs; [1:266, Hadîs No: 402].
-Taberânî Evsaf; [3:130, Hadîs No: 2924].
- Müslim, Edahi 43, (1978); Nesâî, Dahaya 34, (7, 232).
[15] Balcı, M., Tanzimat’tan Ulusal Programa Yeniden Yapılanmanın Hukuki Gelişim Süreci, Genç Hukukçular Hukuk Okumaları, Birikimler, C:1, S: 16-57, İstanbul, 2003.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder