“Eğer Peygamber bize atfen bazı sözler uydurmuş olsaydı, elbette onu kıskıvrak yakalardık. Sonra onun can damarını koparırdık. Hiçbiriniz de buna mâni olamazdınız.” (69/44-47)
Türkiye’de her darbeden sonra
tarihte yapılmış ne kadar küllenmiş tartışma veya ihtilaf konusu varsa gündeme
taşınıp İslâmî camia çatıştırılmak, düşman kamplara bölünmek ve çatışmanın
sonunda da yorgun savaşçı durumuna
düşürülmek istenmiştir. Bunun en canlı örneği 12 Eylül 1980 Darbesi’nden sonra
yaşanmıştır. O gün tartışmaya samimiyetle dalanlar, her nedense sorunları
açıklığa kavuşturamamışlar, tartışmanın çözüme kavuşturulmadan gündemden
düşmesine de tepki vermemişlerdir. Bu tecrübeyi çok canlı yaşayan, birbirine
küsen, kırılan bir nesil bugün yaşamaktadır.
15 Temmuz 2016 FETÖ Askerî Darbe
teşebbüsünden sonra da benzer bir durum yaşanmaktadır. FETÖ’nün özel durumundan
dolayı, tartışma, tarikatlar, cemaatler ve fertler bazına indirgenmiştir. Bir
taraftan her geçen gün tartışma Allah,
Cebrail, Kur’ân ve Peygamber düzleminde yapılarak, insanların deizme, hatta ateizme kaymasına,
yönelmesine sebebiyet verecek bir zemin hazırlanırken; diğer taraftan
sorumluluk sahibi ve önder konumunda olan birileri de değişik ihbar, tehdit,
karalama ve söylemleri ile camia arasında kin, nefret, düşmanlık yaymakta ve
güven bunalımına sebebiyet vermektedirler.
Özellikle
son günlerde “Özel bir kayıt ortamında özel bir gruba yapılan bir konuşmanın”
(40-45 dakika civarında) aradan belli bir zaman, 1-1,5 yıl geçtikten sonra, “Allah,
Kur’ân ve Peygamber muhtevalı belli bir bölümünün” alınarak (1-2 dakika ve
9 dakika civarında” iki ayrı kayıt) medya, sosyal medya ve özel sosyal medya
platformlarında servis edilmesi, çok ciddi, sert ve kaba tartışmaların
başlatılmasına neden olmuştur. Medya, sosyal medya platformlarında genellikle
konuşmanın muhtevasından ziyade, ilgili şahsa karşı gösterilen tepkiler
üzerinden, itici ve sert tartışmaların yapılmış olması son derece yanlıştır.
Bu tür durumların öncelikle şu
boyutlarda ele alınıp değerlendirilmesi daha doğru ve yararlıdır:
1.
Amaç Nedir?
2.
Muhteva Nedir?
3.
Zaman ve Mekân Uygun mudur?
4.
Kime/Neye Fayda ve Zarar Vermektedir?
5.
Doğal mı yoksa Bir Şer İttifakının Strateji ve Taktiklerinin Sonucu mudur?
11 Eylül 2001’de ABD’deki İkiz Kulelerin, ABD derin devleti tarafından
vurulmasından sonra, el-Kaide’den dolayı önce Afganistan ardından Irak’ın işgal
edilmesi ile birlikte “21. Asır ABD Asrı Olacak”, “Büyük Ortadoğu
Projesi”, “Büyük İsrail Projesi”, “Küresel Siyonist Devlet Projesi”, “Toplumsal
Cinsiyet Eşitliği Projesi”, “Dünya Nüfusunun Azaltılması Projesi”, “Kaos
Teorisi Projesi” ve “İslâm’ın İslâm’la Savaşması Projesi” gibi
projeler, öncelikli olmak üzere yürürlüğe sokulmuştur. Ayrıca el-Kaide
üzerinden ‘Cihat’ ile ‘Kıtal’ kavramları özdeş kılınarak “Kur’ân’ın
Yeniden Yorumlanması (!)” hatta “Kur’ân’ın Tarihselliği (!)” tartışması
başlatılmıştır. Aynı zamanda, bu amaçla, değişik İslâm ülkelerinden “50
civarında ilahiyatçı ABD’ye davet edilerek Kur’ân üzerinde özel bir çalışma
grubu oluşturulmuştur.”
Samuel P. Huntington’ın “Medeniyetler
Çatışması” tezinde ABD için 1. “Askerî ve ekonomik bakımdan Çin”, 2. “Değer
sistemi, kültür ve medeniyet kodları ve hayat tarzı açısından İslâm”
düşman/rakip ilan edilip “hedef tahtasına” konmuştur.
Siyonizm’in, “tek din, tek
devlet, tek hükümet, tek hukuk, tek para sistemi, tek ordu ve tek merkez
bankası olan bir küresel sistem kurma projesini” göz önüne aldığımızda
İslâm, İslâmî düşünce, Siyonizm’in ana hedeflerinden biridir. Koronavirüs
üzerinden başlatılıp yürütülen biyolojik savaş, Siyonizm’in “küresel bir sistem
kurma” aracı olarak kullanılmak istenmektedir. Böyle bir dönemde Türkiye’de
değişik şahıslar üzerinden dinî merkezli başlayan veya başlatılan tartışmalar
rastgele değildir.
Son bir iki ay içerisinde
(Kasım-Aralık 2020) Fransa Cumhurbaşkanı, Emmanuel Macron’un “İslâm’ın
yeniden yapılandırılması, bazı Kur’ân ayetlerinin yeniden yazılması gerekir.”
sözlerini bu bağlamda değerlendirmek gerekmektedir.
Bütün bu proje ve çalışmaların
ortak hedefi, alternatif bir değer sistemi ve hayat tarzı sunan İslâm’ın
itibarsızlaştırılarak gözden düşürülmesidir. Buna hizmet edebilecek her
malzemeyi alıp kullanmaktan çekinmemektedirler. Dün hadislere saldırarak
yapmak istediklerini, bugün Kur’ân’a saldırarak yapmak istemektedirler.
Bunların kullanabileceği
malzemeyi üretenler, üretilmesine farkına varmadan yardımcı olanlar, üretilen
malzeme üzerinden olumlu ya da olumsuz boyutları şekil olarak ve çok kötü bir
dil-üslupla tartışanlar samimi olabilirler. Şer ittifakı ile hiçbir ilişkisi
olmayabilir; hatta ona karşı savaş da açmış olabilirler. Bu, şer ittifakı için
önemli değildir. Önemli olan, tartışmanın seviyesiz ve zamansız bir şekilde
yapılması, derinleşmesi, kin ve nefretin etrafa yayılması, insanların kafasının
karma karışık edilip şüphe denizine düşmesidir. Onlar için önemli olan budur. Şer
ittifakının çizdiği stratejinin ana hedefi budur.
İslâmî camiada bu konuların
rastgele tartışılması ve tartışma boyutunu aşarak sonucunda kırgınlıkların
meydana gelmesi, şer ittifakının satranç tahtasında kurulan oyuna hizmet mi
ediyor yoksa kurulan oyunu bozuyor mu buna dikkat edilmelidir. Bu konuda ne
kadar hassasiyet gösterilse azdır. Çünkü şer ittifakının saflarına itilen
her şahıs, bizim için bir kayıptır.
Bu yazıda üzerinde durulan konu, “Allah, Cebrail, Kur’ân, Vahiy ve Peygamber” ile ilgili farklı görüşler söyleyenlerin ve bunu çeşitli sosyal medya platformlarında tartışmaya açanların samimiyetlerini sorgulamak değildir. Dikkat çekmek istediğimiz husus, bu malzemenin, bu tartışmaların ve tartışmalardaki dilin ne gibi sonuçlar doğuracağı ve kimin işine yarayacağı olgusunun göz önüne alınmasıdır.
Mustafa Öztürk’ün Videolarındaki Dil ve Muhteva
İlahiyatçı, akademisyen Mustafa
Öztürk’ün tartışmaya konu olan konuşması, [1-1,5 yıl önce 40-45 dakika süren] “özel
bir insan unsuruna” özel olarak, [daha önce “video kayıtlarının yapıldığı bir
mekânda”] gerçekleştirilmiştir. Bu konuşmadan 1-1,5 dakikalık bir bölümü
alınarak komuoyuna servis edilmiş ve bir tartışma başlatılmıştır. Bu tartışma
sürecinde Ruşen Çakır ile yaptığı 40-45 dakikalık röportajda, “kendisinin
tahrik edildiğini, galeyana gelip o sözleri söylediğini” beyan etmektedir. Kullandığı
kaba ve kırıcı dil için özür dilerken “Allah, Kur’ân, Vahiy ve Hz. Peygamber
ile ilgili” muhtevada yanlışlık yaptığını söylememekte ve sözlerinin arkasında
olduğuna vurgu yapmaktadır.
Mustafa Öztürk’ün söz konusu iki
ana videosundaki (1. 40-45 dakikalık orijinal video konuşması, 2. Ruşen
Çakır’la yapılan röportaj) konuşmaları ve konuşmalar üzerinden
başlayan/başlatılan tartışmalar hem dil hem de muhteva açısından
değerlendirilmesi gerekmektedir.
Konuşmasında dil açısından
iki boyut vardır:
1.
Allah- Kur’ân- Vahiy-Peygamber
ile ilgili kullandığı ifadeler
2.
Bazı kişiler ile ilgili
kullandığı ifadeler
Mustafa Öztürk konuşmasında kullandığı dilden dolayı özür dilemiştir. Ancak dil açısından hangi boyut ile ilgili özür dilemektedir belli değildir? Bugüne kadar, buna da bir açıklık getirmemiştir. Mustafa Öztürk’ün söz konusu iki videosundaki muhteva genel hatlarıyla aşağıda özetlenmiştir:
1.
Mustafa
Öztürk’ün konuşmalarına göre “Kur’ân’ın manası Allah’ın, lafzı ise Peygamber’indir:
“Kur’ân Allah kelamı olamaz!”
·
“Mana
vahiydir”, “Allah’ın soyut mesajıdır”. “Mana vahyi tevhiddir.”
·
“Peygamber
Allah adına konuşmuştur.” “O andaki psikolojiye uygun olarak halka
aktarmıştır.” “Birileri Allah adına konuşmuştur.”
·
“Resûlüllah
Allah’a tercümandır.”
·
“Allah’ın
soyut mesajlarını kendi zihin süzgecinden geçirerek tanrıyı kendi idrak
sınırları içerisinde aktarmış, kendi algısı içerisinde anlatmıştır.”
·
“Allah
bir kişiye ‘piç’ der mi, ‘nesepsiz’ der mi? Bu Allah dili olabilir mi?”
·
“İnsani
dil olamaz mı? Olabilir, yanmış canı. Feverandır, olabilir üstadım, olabilir.”
· “Kalem suresine bakın ‘piç’ diyor. Zenîm, piç demektir.” “Hem kel hem fodul ve piç”.
2.
Mustafa
Öztürk’e göre “Allah’a yakışmayan sıfatlar” Peygamber tarafından O’na
atfedilmiştir.”
§ “Allah insana gazaplanmaz!”,
“hiddetlenmez!”
§ “Allah insanı lanetlemez”.
§ “Allah intikam almaz!”
§ “Allah beddua etmez”. “Resûlüllah
amcasına beddua etmiyor, Allah ediyor.” “Resûlüllah Allah’a tercüman oluyor.” “Hz.
peygamber, amcasına bedduayı Allah üzerinden yapmıştır.” “Söz Allah’a ait
değildir.”
§
“Acıma
duygusu olmayan bir Allah olamaz.” “Derileri yandıkça azabı tatmaları için onlara
yeniden deri geçireceğiz.” “Bu ifadeler Allah’a ait olamaz.”
§
“Allah
alıngan olabilir mi?”
§
“Allah’ı
arşa oturtmayı içlerine sindirdiler. Fakat Allah’ın gazaplanmamasını,
öfkelenmemesini, lanet etmemesini içlerine sindiremiyorlar.”
§ “Acıma duygusu olmayan”, “kızan, öfkelenen, lanetleyen, gazaplanan bir tanrı olamaz.” “Bu sıfatlandırma tanrı adına konuşan birine aittir, o da Peygamber’dir.”
3. Mustafa Öztürk’e göre “Ha babam de babam
Allah Kur’ân’da övülmüş”, “Allah’ın övülmeye ihtiyacı mı var?” “Bırak da biz
övelim seni.”
§
“Bir,
on değil, yüz değil, iki yüz elli-üç yüz civarında” Allah kendini niçin övsün?”
§
“Fatiha’da
Allah niçin kendisini bu kadar övüyor?” “Bu Allah’ın sözü olabilir mi?”
§ “Peygamber bu cümleleri kullanıyor.” Peygamber Fatiha’yı bu sözlerle şöyle yorumlamıştır”: “Eğer biri övülecek ve hamdedilecekse o tanrıdır.” şeklindedir.
§ “Mekke’de ehli kitaba sıcak el
uzatılıyor.” “Medine’de başlangıçta bu muhafaza ediliyor.” “Dün dündür, bugün
bugündür denmiyor ama Medine döneminde Tevbe suresinde strateji değişiyor.
§ “Ehli kitap olup Allahsız nasıl
olunur mu”? “Söylenmek istenen ‘bizim
gibi inanacaksınız.’”
§ “Tanrıyı bu kadar güncele niçin
sokuyorlar?”
§ “İsrâ suresinde Allah abanın altından sopa gösteriyor. Bu Allah’a yakışmaz.” (İsrâ 4)
5. Mustafa Öztürk’e göre Kur’ân’ın
mesajının çapını/kadrajını Hicaz-Taif-Medine’ye sıkıştırmışlar.
·
“Kur’ân’da
23 sene Velid bin Muğire aşağı Âs b. Vâil yukarı deyip bütün kadrajını
Hicaz-Taif-Medine’ye sıkıştırmış.”
· İnsanlığa son söyleyeceği sözün çapı 3-5 lavuk müşrik”
6. Mustafa Öztürk’e göre “tanrıyı
da ehli sünnet yaptılar.”
7. Mustafa Öztürk’e göre “kabir
azabını hiç tartışmıyorum, bunun bugün bir faydası yok.”
8. Mustafa Öztürk’e göre
“gelenekle hesaplaşmalıyız.”
9. Mustafa Öztürk’e göre “Öküz
gibi inanmak zorunda değilim.”
10. Mustafa Öztürk’e göre “Yazılanların, söylenenlerin niçin önüne ve arkasına bakılmıyor? 40-45 dakikalık bir konuşma var.”
Genel Bir Değerlendirme
Son yıllarda Kur’ân ile ilgili
dikkat çekici tartışmalar yapılmaktadır. Bu tartışmaların samimiyeti, niyeti
üzerinde bir yorum ve değerlendirme yapmak amacımız değildir. Herkes yaptığının
hesabını, öte âlemde, kurulacak olan yüce mahkemede verecektir. O nedenle biz
kişilerden ziyade yapılanlar ve söylenenler üzerinde duracağız. Bu tartışma ve
yaklaşımların ne getirip ne götürdüğüne, kimin ya da kimlerin işine yaradığına
dikkat çekmek istemekteyiz.
Bu tartışmalarla ilgili genel
değerlendirmemizi aşağıda özetlemekteyiz:
1)
Meselenin
sadece Mustafa Öztürk bazında ele alınıp değerlendirilmesi yanlıştır. Mesele, bir
anlayış, bir yaklaşım, bir düşünce tarzı ve metot düzleminde ele
alınmalıdır.
2)
İhtilaf
konuları ele alınırken, itici, hakaret edici, aşağılayıcı bir dil
kullanılmamalıdır.
3)
İnsan
kaybetmek değil, insan kazanmak amaç ve hedef olmalıdır.
4)
Hadisler
üzerinden başlatılıp sürdürülen ve her geçen gün derinleştirilen ya da
derinleşen bir tartışma, bugün Kur’ân
üzerinden ölçüsü kaçmış bir boyutta yapılmaktadır. Bu en güzel tarz mücadele anlayışı içerisinde sorgulanmalıdır.
5)
Kur’ân
üzerinden yapılan tartışmalarda toplumsal reaksiyon, tepki bir noktaya gelince
tartışmayı açıp, başlatıp derinleştirenler, “Bunlar geçmişte de konuşuldu,
tartışıldı, ben yeni bir şey söylemiyorum.” şeklinde bir gerekçe ileri
sürerek, geri adım atarak kendilerini savunmaktadırlar. Bu, işin
değerlendirilmesi gereken bir boyutudur.
6)
Geçmişte
özellikle ulema arasında tartışılan, halka pek fazla yansımayan, yansısa da
etkisi kısa olan, sonra da rafa kaldırılan konuların, iletişim, internet,
dijital çağında, kamuoyuna açılmasının, taşınmasının yapacağı etki, özellikle
genç nesiller üzerinde yapacağı etki göz önüne alınmamaktadır. Tartışmayı
başlatanlar süreci kontrol edememekte, inisiyatif başkalarının eline geçmekte,
camia içinde tartışma, atışma ve gerilim derinleştirilip ciddi fay hatları
meydana getirilmektedir. Bu nedenle ‘bunlar,
geçmişte de konuşuldu, tartışıldı, ben yeni bir şey söylemiyorum.’ savunması,
doğru, adil ve gerçekçi değildir.
7)
Tartışmayı
açıp derinleştirenlerin kendilerini savunmak için geçmişte atıfta bulunduğu
ulemanın kitaplarında konunun hangi kapsam ve boyut ile yer aldığına açıklık
getirmeden “…Falancanın şu kitabında
geçmektedir.” demeleri, yanlış ve tehlikeli bir yaklaşımdır. Çünkü
bir konunun söz konusu şahsın kitabında yer alması ile onu onaylayıp
onaylamadığı, kabul edip etmediği, destekleyip desteklemediği, tasvip edip
etmediği belirtilmemektedir. Kendine destek bulma anlayışı ile söz konusu
şahısların sadece isminin kullanılması, camiaya büyük bir zarar vermekte, söz
konusu şahsa da iftira edilmektedir. Onun da itibarı zedelenmekte olduğundan
kul hakkına tecavüz edilmiş olmaktadır. Bu tutum ve tavırlar, çok ciddi
sorumsuzluk göstergesidir.
8)
Geçmişteki
ulema hata yapmaktan münezzeh değildir. Onların da hata yapma ve hatalarından
dönme hakları vardır.
9)
Kur’ân
merkezli tartışılıp derinleştirilen önemli bir konu ise Kur’ân’da anlatılan
bazı olayların, kıssaların, “sembolik olduğu (!)”, “gerçekte olmadığı
(!)” olgusudur. Bu konu da derinlemesine irdelenmesi gereken bir sorundur.
10)
Son
zamanlardaki bazı yaklaşım ve tartışmalarda en ciddi zaaf, meselenin bütüncül
ele alınmaması, olaya, vakaya, konuya etki eden bütün faktörlerin,
etkenlerin, parametrelerin dikkate alınmadan, genellikle tek boyuta
indirgenerek yorumlanması, değerlendirilmesi ve tartışılmasıdır. Kafada oluşan
bir fikre ya da varsayıma/kabule Kur’ân’dan delil aramada Kur’ân’ın bütünlüklü ele
alınıp değerlendirilememesi ya da Kur’ân’a bütüncül yaklaşılmamasıdır.
Kendine delil gibi gözüken bir ayet ele alınıp bir teori inşa edilmek
istenmektedir.
11)
Kur’ân’da
insanı en iyi bilen olarak Allah, yarattığı varlığa/insana hitap etmektedir.
İnsana etki eden zıt kuvvetlerin varlığı göz önüne alınarak onun fıtrat yönünü
kuvvetlendirecek şekilde, öte dünya, cennet ve cehennem hatırlatılarak,
İblis’e, İblis’in yoluna uymaması için insan uyarılmaktadır. Hak ve batıl
çatışmasında istikamet kaybına mâni olmak için yapılan uyarıları dikkate
almayıp İblis’e tâbi olursa, başına geleceklerin fotoğrafı en açık bir şekilde
kendisine hatırlatılmaktadır. Öte dünyada karşılaşabilecekleri tablo
kendilerine hatırlatılarak gittikleri yoldan dönmeleri, insanlara
zulmetmemeleri kendilerine hatırlatılarak uyarılmaktadırlar. Niyet yok etmek
değil, ıslah etmektir. Kur’ân üzerinden tartışma açanlar, “Bu Allah dili olabilir mi?, “Allah intikamcı,
…lanetçi olabilir mi?” diyenler bu denklemi görememekte ya da görmek
istememektedirler.
12)
Peygamberler
insandırlar ve Allah’a göre mükemmel değillerdir. Hata yapma durumları,
ihtimalleri vardır. Yapmış oldukları hatalar anında Allah tarafından uyarılarak
düzeltilmiştir. Hz. Peygamber, 3-5 müşrike kendisi “piç” diyemiyor, ama bunu
Allah’a söyletiyor. Allah da bu konuda ikaz ve uyarı yapmıyor. Bu yaklaşımın
bir ilmi delili var mı, varsa nedir? Belli değildir. Bu durumda Peygamber
yalancı (!), iftiracı (!) olmuyor mu? Yalanda da ortağı (!) onu uyarmayan, ikaz
etmeyen Allah değil midir? Bu durumda Kur’ân iftiralarla, yalanlarla dolu bir
kitap (!) olmuş olmuyor mu? Bu yaklaşım nasıl bir imanın sonucudur? İman
etmiş olduğunu söyleyenlerin, böyle bir mantığı inşa etmeye çalışmalarında amaç
nedir?
13)
Genelde ilahiyat camiası, Kur’ân’da zaman zaman
atıfta bulunulan, tıp, mühendislik, psikoloji, sosyoloji, fen bilimleri, jeoloji,
astronomi, parçacık fiziği, evrenin oluşumu ve değişik hayvanlarla ilgili
ayetlerle genellikle ilgilenmemektedir. Allah’ın bazılarında “bunda Allah’ın
varlığını ve birliğini gösteren ayetler vardır.” ifadesine dikkat
edilmemektedir. “Biz size enfüste ve âfâkta ayetlerimizi göstereceğiz”
ayetinde verilen büyük mesajla genellikle ilgilenilmemektedir.
14)
Bazıları,
söz konusu alanlarla ilgili ayetlerin bir kısmını kendi başlarına izah
edemediklerinden, alanla ilgili ilim erbabına da sormadıklarından, bu ayetlerin
sembolik olduğunu ifade ederek ayetleri devre dışı bırakmaktadırlar
(akıllarınca ayetleri işlevsiz kılmaktadırlar).
15)
İlahiyat
camiasında Kur’ân’ın tefsirinde genel açıdan tehlikeli olan bir yaklaşım da söz
konusu alanlarla ilgili ayetlere ilişkin yapılacak bir tefsirin “ilmî
tefsir” olduğu kavramsallaştırmasıdır. “İlmî yaklaşım”, “bugün böyle der,
yarın başka bir şey derse, bu çok tehlikeli olur, Kur’ân’dan şüpheye düşülür.”
Tıp, mühendislik, temel bilimler gibi alanlarla ilgili yapılan tefsire “ilmî
tefsir” dendiğine göre akaid, hukuk, ekonomi, ahlak, aile ve toplum bilimleri
vb. gibi alanlarla ilgili yapılan tefsirlere ne demek gerekir? Oysa Kur’ân’da
üzerinde durulan konulardan biri de ‘zan’ ve ‘ilim’ ilişkisidir. Kaldı ki
geçmiş âlimlerin tefsirlerinde, yaptıkları değerlendirmelerden sonra genellikle
düştükleri not, “En doğrusunu Allah bilir.” ibaresidir.
16)
Allah,
Cebrail, Vahiy, Kur’ân, Kitap ve Peygamber ile ilgili
tartışmalarda, fikirlerin çok kötü bir dil kullanılarak
tartışmaya açılması, işin bir başka boyutudur. İşin diğer boyutu ise bunlara
karşı çıkanların da çok daha kötü bir dil
kullanmaları, kazanmak yerine kaybetmek, yok etmek, tekfir etmek yaklaşımını
sergilemeleridir.
17)
Bu
tartışmalarda çok ciddi bir tehlike de tartışmayı açanların Kur’ân’da geçen ve
çok anlamlı olan bazı kavramları esas bağlamından koparıp tali 3., 4.
derecedeki anlamlarını kullanarak ayetleri yorumlayıp değerlendirmeleridir. Amacın
dışına taşan, aşırı kavramsal analiz yapılmaktadır
18) Son dönemde Allah, Cibril,
Vahiy, Kur’ân, Kitap ve Peygamber üzerinde tartışma yapanların, İblis’le Hz.
Âdem arasında geçen ve Kur’ân’da yaklaşık 15 ayrı surede yer verilen ve her surede
ayrı bir boyutuna dikkat çekilen mücadelenin, İblis’in kurduğu satranç
tahtasının ve insanlığı saptırmak için yaptığı yeminin, İblis ve Şeytan
kavramlarının geçtiği ayetlerin bir bütün olarak göz önüne alınmamasıdır.
19) Kur’ân ayetlerinin tarihsel olduğunu söylemek, o
günkü toplumun ihtiyaçlarına cevap vermiştir; bugünü ve yarını kapsamak demek, Kur’ân’ın
muhtevasına karşı çıkmak ve Kur’ân ahkâmını tasfiye etmektir.
Ayrıca Kur’ân’da
geçen bazı ifadelerle ilgili “Allah bunu söyler mi?” şeklinde bir
sorgulama, Kur’ân’ın ayetleri üzerinde şüphe uyandırmak ve onların ilahi
makamdan gelmediğini söyleyip birçok ayetin Kur’ân’dan çıkarılmasını istemek
demektir. Bu da Kur’ân’da geçen “Kitab’ı parçalamak” ve “dini parçalamak”tan
başka bir anlama gelmez.
20) Üzerinde durulması gereken en temel konulardan biri, ortaya atılan bir iddianın, 21. asrın dünyasında, küresel hâkimiyet savaşlarında ne getirip ne götürdüğüne, kime ne fayda sağladığına dikkat edilmemesidir.
“Enfüste ve Âfâkta Allah’ın Ayetleri”
Bütünlüklü şekilde bakıldığında, Kur’ân’ın
bu dünyadaki hayat tarzının fıtrat merkezli tanzim edilmesi için yol göstermek,
öteki dünyaya hazırlamak gayesiyle her konuda, gelecekle de ilgili çok şey
söylediği çok rahat bir şekilde görülebilir. İnsanlara yol göstermek amaçlı
olarak Allah, ayetlerini hem insanların kendi bünyelerinde hem de insanın dışındaki
evrende insana göstereceğini Kur’ân’da açık bir şekilde ifade etmektedir:
“Biz ayetlerimizi hem âfâkta hem de kendi nefislerinde onlara göstereceğiz; öyle ki, şüphesiz onun hak olduğu kendilerine açıkça belli olsun. Her şeyin üzerinde senin Rabbinin şahit olması yetmez mi?” (41 Fussilet 53)
Ayetlerin insanlara
gösterilmesindeki amaç, onları İblis’in ve İblis’in yolunda gidenlerin
şerrinden korumak, hak yola ulaşmalarını sağlayarak öteki dünyada
cezalandırılmalarına mâni olmaktır. Bu nedenle Kur’ân toplumda farklı insan
unsurlarına farklı örnekler vererek hitap edip onları uyarmak istemektedir:
“O ölüden diriyi çıkarır, diriden de ölüyü çıkarır, ölümünden sonra da geri diriltir. İşte siz de böyle çıkarılacaksınız.” (30 Rûm 19)
“Sizi topraktan yaratmış bulunması,
onun ayetlerindendir; sonra siz, (yeryüzünün her yanına) yayılmakta olan
bir beşer (türü) oldunuz.” (30
Rûm 20)
“'sükûn bulup-durulmanız'
için, size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve
merhamet kılması da O’nun ayetlerindendir. Hiç şüphe yok bunda düşünebilmekte
olan bir kavim için gerçekten ayetler vardır.” (30 Rûm 21)
“Göklerin ve yerin yaratılması
ile dillerinizin ve renklerinizin ayrı (farklı ve değişik) olması da O’nun
ayetlerindendir. Hiç şüphe yok bunda âlimler için gerçekten ayetler vardır.” (30 Rûm 22)
“Geceleyin ve gündüzün uyumanız
ile onun lütfundan (geçiminizi temin için rızkınızı) aramanız, O’nun
ayetlerindendir. Şüphesiz ki bunda işitebilen bir kavim için gerçekten
ayetler vardır.” (30
Rûm 23)
“Size bir korku ve umut (unsuru)
olarak şimşeği göstermesi ile gökten su indirmek suretiyle ölümünden
sonra yeri onunla diriltmesi de O’nun ayetlerindendir. Hiç şüphe yok bunda aklını
kullanabilecek bir kavim için gerçekten ayetler vardır.” (30 Rûm 24)
“Göğün ve yerin onun emriyle
(hareketten kesilip olduğu yerde veya bu düzen içinde) durması da O’nun
ayetlerindendir.
Sonra sizi yerden (toprağın altından) bir (kere) çağırma ile çağırdığı zaman
hemencecik siz (bir de bakarsınız ki) çıkarılmışsınız.” (30 Rûm 25)
“Göklerde ve yerde bulunanlar onundur;
hepsi ona 'gönülden boyun eğmiş' bulunmaktadırlar.” (30 Rûm 26)
“Yaratmayı başlatan, sonra onu
iade edecek olan O’dur; bu O’na göre pek kolaydır. Göklerde ve yerde en yüce
misal O’nundur. O, güçlü ve üstün olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.” (30 Rûm 27)
“Size kendi nefislerinizden bir örnek verdi: Size rızık olarak verdiğimiz şeylerde, sağ ellerinizin malik olduklarınızdan, sizinle eşit olup kendi kendinizden korktuğunuz gibi kendilerinden de korkmakta olduğunuz (veya çekinip saygı duyduğunuz) ortaklar var mıdır? İşte biz, aklını kullanabilen bir kavim için ayetleri böyle birer birer açıklarız.” (30 Rûm 28)
19 ve 20. ayetlerde dikkat
çekilen konular üzerinden herkese hitap edilmektedir. 21. ayette, 'sükûn
bulup-durulma' için “eşler yaratılması” ve “aralarına bir “sevgi ve merhamet
konması”, “düşünebilmekte olan bir kavim için”; 22. ayette “göklerin ve
yerin yaratılması ile dillerin ve renklerin farklı ve değişik olması”, “âlimler
için”; 23. ayette “gece ve gündüzün varlığı”, “işitebilen bir kavim için”;
24-28. ayetlerde “şimşek” ve “gökten su indirmek suretiyle ölümünden sonra yeri
diriltmek”, “göğün ve yerin bir düzen içinde durması”, “göklerde ve yerde
bulunanların Allah’a 'gönülden boyun eğmiş' olması, “insanın nefsinden örnekler
verilmesi”, “aklını kullanabilen bir kavim için” “ayetler”
verilmektedir.
Bu ayetlerden sonra Kur’ân, “hiçbir
bilgiye dayanmaksızın kendi heva(istek ve tutku) larına uymuşlardır.”
diyerek zalimlerin tutum ve tavrına dikkat çekmektedir:
“Hayır, zulmetmekte olanlar, hiçbir
bilgiye dayanmaksızın kendi heva (istek ve tutku)larına uymuşlardır.
Allah'ın saptırdığını kim hidayete erdirebilir? Onların hiçbir yardımcıları
yoktur.” (30/29)
Dikkat çekici olan nokta,
zalimlerin bu tavrına karşılık Allah fıtrata, fıtrat yasalarına ve “insanların
çoğunun bunu bilmediğine” vurgu yaparak Peygamber’i uyarmasıdır:
“O hâlde (ey Peygamber ve
Peygamber'e uyanlar) yüzünü samimiyetle ve tamamen bu dine çevir, Allah'ın
fıtratına çevir ki o insanları bu fıtrat üzerine yaratmıştır. Allah'ın
yaratması değiştirilemez. İşte doğru din (budur) fakat insanların çoğu
bilmezler.” (30/30)
O nedenle Kur’ân’ın “insanlığa
son söyleyeceği sözün çapı oradaki 3-5 tane lavuk müşrik.” değildi ve
değildir. Bazı ayetler için “tarihseldir (!)” veya “semboliktir (!)”
diyenlerin, farklı insan unsurlarını ve farklı coğrafyaları göz önüne alarak
düşüncelerini gözden geçirmelerinde fayda vardır.
Meselenin daha iyi anlaşılabilmesi için Hz. Âdem ile eşinin yaratılması, İblis’in isyanı ve insan nesline savaş açması ile başlayan sürecin iyi analiz edilmesi, gerekmektedir.
İnsanın Yaratılışı, İblisin İsyanı ve İnsanlığa Açtığı Sınırsız-Topyekûn Savaş
Son dönem Allah, Kur’ân, Vahiy, Cebrail
ve Peygamber üzerinden tartışma yapanların tartışma noktalarında girdikleri
sarp yokuşu daha iyi anlayabilmek için Kur’ân’da yer alan ayetlere göre şu iki
konunun hatırlanmasında fayda vardır:
1.
İnsanın yaratılışı ve yaratılış sonrasında İblisin
isyanı ve cennette İblis ile Hz. Âdem arasında vuku bulan mücadele, İblisin insanlığa
açtığı savaş (2/30-39;
7/11-31; 15/26-48; 17/61-65; 18/50; 20/115-127; 23/12; 32/7; 35/11; 37/11;
38/71-85; 40/67; 53/32; 55/14-15; 71/19),
2.
İnsan bünyesinde var olan ve birbiri ile sürekli
çatışan heva ve fıtrat yapısı.
Son
derece kapsamlı olan bu iki konu hakkında burada bir kesit sunulacaktır.
Kur’ân’daki ayetlere göre evrenin
ve insanın yaratılış amacı, aşağıdaki şekilde özetlenebilir:
1.
Kâinatın
Yaratılması:
“Boşuna yaratılmadı.” (38/27), “Oyuncak olarak yaratılmadı.” (21/16, 17), “Oyun
konusu olarak yaratılmadı.”( 44/38) ve “Hak ile yaratıldı.”(10/5; 14/19; 16/3;
29/44; 30/8; 44/39; 45/22).
2.
İnsanın
Yaratılması:
“Boşuna yaratılmadı.” (23/115), “İbadet etsin diye yaratıldı.” (51/56-58),
“Yeryüzüne egemen kılmak için yaratıldı.” (27/62; 35/39), “Yeryüzünde halife
olarak yaratıldı.” (38/26-27; 6/165; 2/30; 7/69, 74; 10/14, 73). “Emaneti
yüklenmeyi kabul etti.” (33/72; 59/21) ve “Sorumsuz değildir.” (75/36)
İnsanın topraktan yaratılma ile
ilgili olarak “Toprak safhası (turab)” (3/59; 18/37; 22/5; 30/20;
35/11; 40/67), “Çamur safhası (toprak+su)(tîn): ” (38/71; 6/2; 7/12; 17/61; 32/7; 38/76), “Yapışkan Çamur (min tînin
lâzib)”(37/11), “Kuru bir çamur, şekillenmiş balçık (min salsâlin
min hemein mesnûn)” (15/26, 28, 33), “Ateşte pişmiş kuru bir
çamur (min salsâlin ke’l-fehhâr)” (55/14,
15), "Süzme bir çamur (min sülâletin
min tîn)” (23/12), "Su (mâ)” (21/30; 25/54) ifadeler
kullanılmaktadır.
Kur’ân’da maddi yapı ile ilgili
bu kadar farklı kavramların, farklı surelerde kullanılmasının özel bir mesajı
olmalıdır. Bu kavramların içerisinde Periyodik Tabloda yer alan
elementlerin bir şekilde elde edilip kullanılmasına dikkat çekilmektedir. Yapı
taşı periyodik tablodaki elementler olan bir yapının şekillendirilmesine vurgu
yapılırken maden-metalürji-malzeme mühendisliğinin alanına giren farklı teknolojilere
dikkat çekilmek istendiği kanaatindeyiz. Bu nedenle tefsircilerin ilgili
mühendislik alanlarındaki ilim insanları ile ilişki içerisinde olması, onların
bilgilerini alıp değerlendirmesinde fayda vardır. Hattâ bu bir zorunluluktur.
O zaman Kur’ân’ın “İnsanlığa
son söyleyeceği sözün çapı oradaki 3-5 tane lavuk müşrik (!)” olmadığı çok
daha iyi görülebilecektir.
İlk yaratılışta insanın bu maddi
yapısının içine yerleştirilen, entegre edilen çok önemli bir yapı daha vardır: manevi
yapı. En dikkat çekici ve bilinmez alan manevi yapı ile ilgili olan
alandır. Allah, topraktan biçimlendirip şekil verdiği Hz. Âdem’e “ruhundan
üflemiştir.” (15/29; 32/9; 38/72). Bu nokta da en ciddi ve zor konu, ruh
nedir, mahiyeti nedir? konusu olmaktadır. Kur’ân’da bu konuda çok açıklayıcı
bir bilgi yoktur. Ancak ruh kavramı Kur’ân’da, ‘’Hz. Meryem’e
ruhun üflenmesi’’ (21/91; 66/12), “Hz. Peygamber’e bir ruh
vahyedilmesi” (42/52, 16/2), “Ruh Allah’ın emrindendir/emrindedir”
(17/85) şeklinde geçmektedir. Ruh ile ilgili sorulan sorular üzerine
gelen ayet, insanlara verilen ilmin kapsam alanının çok az olduğunu ifade
ederek ruh ile ilgili yapılacak tartışmalara bir sınır koymuştur: “Sana
ruh'tan sorarlar; de ki: ‘Ruh, Rabbimin emrindendir/emrindedir, size ilimden yalnızca
az bir şey verilmiştir.’” (17/85)
Allah, melek topluluğuna, “Yeryüzünde
bir halife yaratacağım.” dediğinde, melek topluluğunun, “Biz seni övüp-yüceltir ve
(sürekli) takdis edip dururken, orada fesat çıkaracak ve orada kanlar
akıtacak birini mi var edeceksin?” tarzında serzenişleri
olmuştur. (2/30) Bu serzenişle ilgili Allah’ın verdiği cevaplarda, ruhun
kapsamı ile ilgili bir miktar bilgi elde edilebilir:
“Rabbin meleklere söyle demişti:
“Ben çamurdan bir insan yaratacağım. Onu yapıp ruhumdan ona üflediğim zaman ona
secdeye kapanın.” (38/
71-72; 15/28-29)
Ayette dikkat edilmesi gereken
nokta, periyodik tablodaki elementler kullanılarak (topraktan yaratılma) Hz. Âdem’e
son şekli verildikten sonra ona ruhun üflenmiş olmasıdır. Ruhun üflenmesinden
sonra da melekler topluluğunun ona secde etmesi istenmektedir. Muhtemelen
ruhun üflenmesi ile Hz. Âdem’e can denilen bir enerji ile birlikte vücut
organlarının tüm fonksiyonlarını yerine getirmesini sağlayabilecek olan bir de
yazılım, işletim sistemi ve onu geliştirme yeteneği yüklenmiştir.
Allah’ın yeryüzü için bir beşer
yaratacağını, davranış olarak melekler olan topluluğuna bildirdiğinde onların
ortaya koyduğu tavır sonrasında, melekler ve cinler topluluğuna öğretmediği,
vermediği bir bilgiyi Hz. Âdem’e vermiş; sonra da hepsini imtihana tâbi tutmuş,
“eşyayı göstererek isimlerini söylemelerini” istemiştir. Davranış açısından
melekler olan topluluk, istenene cevap verememiş, Hz. Âdem ise hepsini isimleri
ile söyleyerek cevaplamış ve farklılığını ortaya koymuştur. Bunun üzerine
Allah, melekler topluluğuna saygı bağlamında Âdem’e secde etmesini istemiş,
İblis hariç geri kalanlar Allah’ın emrini yerine getirmişlerdir. (2/30-34)
İlk yaradılışla birlikte Allah insana
ruhundan üflemekle muhtemelen, hayat enerjisi, her bir hücre dâhil olmak üzere
vücudun tüm organlarının icra edeceği görev ve sorumluluğu belirleyen bir
işletim sistemi ve bir yazılım paketi bünyesine yerleştirilmiştir.
Her bir hücrenin ve her bir
organın icra ettiği paket programlar (komutlar zinciri) olmakla birlikte insandaki
ana işletim sisteminin merkezi beyindir. Bütün organlardan beyne sinir
sistemleri gitmektedir. Göz, kulak, deri, el, ayak ve dilin çok özel bir konumu
vardır. Bütün organlardan bu organlara bilgi gitmektedir. O nedenle de bu
organlar öte dünyada yüce mahkemede şahitlik yapacaklardır. (41/20-22;
24/24)
Yaratılışla
ilgili ayetleri göz önüne aldığımızda Hz. Âdem’in yapısında üç ana unsur ortaya
çıkmaktadır. Bugünkü robot ve bilgisayar teknolojisini göz önüne aldığımızda; donanım
(periyodik tablodaki elementlerden), yazılım (işletim sistemi
ve program geliştirme yeteneği) ve enerji (can). Elektrik enerjisi
olmadığı takdirde ne robot ne de bilgisayar bir işe yaramaz. Keza işletim
sistemi olmayan bir robot ve bilgisayar da bir anlam ifade etmez. İnsanda da
durum benzerdir.
Hz. Âdem’in yaratılması ile
ilgili Kur’ân ayetlerini göz önüne aldığımızda yapıtaşları farklı 3 ayrı varlık
söz konusudur: 1. Nurdan yaratılmış melekler, 2. Nardan yaratılmış cinler ve
3. Topraktan yaratılmış Hz. Âdem.
Allah cennete yerleştirilmiş olan
Hz. Âdem ile eşine cennette yaşamanın hukukunu belirtmiştir. Yasak ağaç hariç,
geri kalan tüm nimetlerin emrine verildiği (2/35; 7/19), “acıkmaması”,
“çıplak kalmaması”, susamaması” ve “güneş altında yanmaması”, yasağa riayet
etmeye bağlanmış (20/118-119) ve İblis’in de düşmanı olduğu, ondan sakınması
gerektiği kendisine bildirilmiştir. (20/117)
Allah, Hz. Âdem ile eşine cennette
yaşama hukukunu tayın edip kendilerine açık bir şekilde bildirmiş olmasına
rağmen; onlar İblisin yasak ağaçla ilgili kendilerine söylediği “iki melek
olma”, “ebedi yaşayanlardan olma”, “yok olmayacak mülke, sonsuzluk ağacına
sahip olma” vaatlerine (7/20; 20/120) uyarak yasak ağaçtan
yemişlerdir. Allah’ın emrine karşı gelip çıplak kalmışlardır. (7/22; 20/121)
Kendilerine tayin edilen, çizilen
hukuku çiğnedikleri için, “zalim olarak nitelendirilerek” (2/36-37) cennetten
çıkarılıp yeryüzüne gönderilmişlerdir.
Hz. Âdem cennette kalma hukukunu ihlal ettikleri için cennetten çıkarılma kararına karşı, “nefislerine zulmettiklerini”, “hata ettiklerini” beyan ederek afedilmelerini istemiştir. (7/23). Âdem rabbinden aldığı birtakım kelimelerle tevbe etmiş ve Allah da tevbelerini kabul etmiştir. (2/37; 20/122) Yeryüzüne gönderilecek olan Hz. Âdem ile eşine, nesillerine hidayetçiler, yol göstericiler göndereceği müjdesini vermiş, “onlara tâbi olanların kurtuluşa ereceği”; “onlara tâbi olmayanların ise hüsrana uğrayacağı”, çok açık bir şekilde kendilerine bildirilmiştir. (2/38-39; 20/123)
İblis’in İnsanlığa Savaş İlanı
Hz. Âdem’in yaratılışı sonrasında
Allah’ın “saygı ve üstünlük bağlamında”, davranış olarak melekler olan
topluluğa (“nurdan yaratılmış melekler” ve “nardan yaratılmış cinler”), “topraktan
yaratılmış” Hz. Âdem’e secde etmelerini emrettiğinde, nardan yaratılmış
olan cinlerden İblis hariç melekler topluluğunun hepsi secde etmişlerdir.”
İblis secde etmeyerek Allah’ın emrine karşı gelmiş ve isyan etmiştir.
İblis’in Allah’ın emrine
isyandaki gerekçesi, “ateşten yaratılanın” “topraktan yaratılandan daha
üstün olduğu” yaklaşımıdır (17/12; 15/32-33; 17/61; 18/50; 38/75-76). Bu
tavır sonrasında İblis kovulmuş, Hz. Âdem ile eşi cennete yerleştirilmiştir.
İblis, Allah katından kovulduktan sonra Allah’tan kıyamete kadar yaşama izni
istemiş ve bu yaşama izni kendisine verilmiştir.
Yaşama izni alan İblis, Hz.
Âdem’e ve onun izinde olanlara sınırsız ve topyekûn bir savaş ilan
etmiştir (2/30-39; 7/11-31; 15/26-48; 17/61-65; 18/50; 20/115-127; 23/12; 32/7;
35/11; 37/11; 38/71-85; 40/67; 53/32; 55/14-15; 71/19). Bu savaş ilanından
sonra tarih şekillenmiş ve birbirinin zıddı olan ve fakat her biri kendi
içerisinde farklı renkler ihtiva eden ikili bir genel yapı, hak-batıl
şeklinde ikili değer sistemi ortaya çıkmıştır (2/42, 119; 3/3; 4/105-171;
6/57; 7/8, 43; 8/7; 9/33; 10/32-55-82; 21/24; 23/ 71; 31/33; 43/78; 48/28;
53/28; 103/3).
Allah, İblis’in bu savaş ilanına
karşılık insanları uyarmak, doğru yola sevk etmek için Hidayetçiler,
Peygamberler, Resûller göndereceğini, bunlara tâbi olanların kurtuluşa
ereceklerini; tâbi olmayıp isyan edenlerin ise helâk olacaklarını bildirmiştir
(2/38-39).
Hz. Âdem ile İblis arasında cennette
başlayan mücadele Hz. Âdem ile eşinin yeryüzüne gönderilmesi ile son bulmamış;
İblis, Hz. Âdem’in tüm neslini, Allah’ın yolundan saptıracağına dair yemin
ederek sınırsız ve topyekûn bir savaş ilanı yaparak şiddetin her türünü
insanlık tarihine sokmuştur:
“(İblis)Dedi ki: “Madem öyle,
beni azdırdığından dolayı onlar(ı insanları saptırmak) için mutlaka senin dosdoğru
yolunda pusu kurup oturacağım.
Sonra da onlara önlerinden,
arkalarından, sağlarından ve sollarından kendilerine sokulacağım. Onların
çoğunu şükrediciler bulmayacaksın.” (7
A’râf 16, 17)
“(İblis)Dedi ki: “Rabbim, beni
kışkırttığın şeye karşılık, andolsun, ben de yeryüzünde onlara, (sana
başkaldırmayı ve dünya tutkularını) süsleyip-çekici göstereceğim ve onların
tümünü mutlaka kışkırtıp-saptıracağım.”
“Ancak onlardan muhlis olan
kulların müstesna.” (15
Hicr 39-40).
“(Allah): ‘Onlardan güç yetirdiklerini sesinle sarsıntıya uğrat, atlıların ve yayalarınla onların üstüne yaygarayı kopar, mallarda ve çocuklarda onlara ortak ol ve onlara çeşitli vaatlerde bulun.’ Şeytan, onlara aldatmadan başka bir şey vadetmez.” (17 İsrâ 64)
“Kur’ân’ın Manası da Lafzı da Allah’a Aittir: “Kur’ân Allah Kelamıdır”
Hz. Âdem’in yaratılış olayını ele
almamızın sebebi insan yapısında var olan, donanım, yazılım ve enerji (can) faktörüne
dikkat çekmek içindi. Hz. Âdem’e “ruhun üflenmesi”, “eşyanın isimlerinin
öğretilmesi”, cennete yerleştirilip kendisine cennette yaşama
hukukunun bildirilmesi, hukuku ihlal ettiği takdirde cennetten çıkarılacağı,
İblisin ise düşmanı olduğu ve hukuku ihlal ettikten sonra cennetten çıkarılıp
yeryüzüne gönderilmesi, yeryüzüne gönderilirken de bilgilendirilmesi olgusu,
Kur’ân’ın mana ve lafzı ile ilgili tartışmalara açıklık getireceğinden
dolayıdır.
Allah
insanı önce bilgilendiriyor, hukuk tayını yapıyor, hukuka uymadığı takdirde
başına neler geleceğini söylüyor, düşmanına karşı da uyarıyor. Bu ilahi
sünnettir ve değişmezdir. Burada mana ve lafız birliktedir, aksi beyan
edilmemektedir.
İnsan
bünyesindeki donanım ve yazılım arasındaki ilişki henüz çözülememiş bir gizeme
sahiptir. Ancak her geçen gün biraz daha aydınlanmaktadır.
Bütün bilgiler, bilgisayar ve
robotlarda olduğu gibi hücrelere kaydedilmektedir. Vücuttaki her bir hücrenin
komutları icra etme kapasitesi vardır; bazı hücreler bir komut, bazı hücreler
ise bir milyon komut icra edebilmektedirler. Bilgisayarlar, 0-1 ikili kod
sistemine göre yapılandırılmıştır. İnsanların bilgisayarları kolay
kullanabilmeleri için yüksek seviyeli programlama dilleri geliştirmişlerdir (Fortan,
C++, Java Python, vb.) . Klavye üzerinde bulunan bütün sembollerin ikili
sistemde 1 ve 0’lardan oluşan bir kelime (Word)/kelimeler karşılığı vardır.
İnsanda ana kontrol ve hafıza
mekanizması beyinde bulunmaktadır. Beyin yapısı bu anlamda çok karmaşıktır;
şimdilik muammalarla doludur[1]:
“İnsan beyninde yüz milyar nöron (esas iş gören, esas düşünen hücre) var, yani esas düşünen, işlem yapan nöronlar, bir de bunların hizmetkârlığını yapan, lojistik hizmet veren, bir trilyon, glia dediğimiz hücreler var. Bir hücrenin zarında yetmiş milivoltluk enerji var. Bir hücrenin on üzeri on sekiz bağlantısı var (1018 ) saniyede beyinde bir hücre on üzeri on altı (1016 ) işlem yapıyor. On milyon kere yüz milyar, yanı onu on altı defa kendi içerisinde, saniyede yapıyor, saniyedeki işlem süresi… Beyin, bütün organlarımızı idare eden ve içerisinde büyük sırları saklayan bir organ.”
Beyinde kelimelerin manaları ile
lafızları birlikte kaydedilmektedir. Hz. Adem’e isimlerin öğretilmesinde,
kendilerine cennette kalma şartlarının bildirilmesinde, cennetten
çıkarıldıkların da Allah’tan birtakım kelimeler alarak tövbe etmesinde
beyindeki kayıt mekanizması, devreye girmektedir. Bu süreçte mana ile lafzın farklı
olduğunu belirten bir işaret, bir ima söz konusu değildir.
Hz. Âdem ile eşi tayin edilen
hukuku çiğnediklerinde, Allah’ın kendilerine “Ben sizi bu ağaçtan menetmemiş
miydim? Ve şeytanın da sizin gerçekten apaçık bir düşmanınız olduğunu
söylememiş miydim?” (7/22) demiştir. Onlar bize söylediklerinin (sözlerinizin)
manasını öyle anlamadık dememiş, kendilerine söylenenleri çok iyi anladıkları bağlamında
Allah’a şu cevabı vermişlerdir:
“Rabbimiz, biz nefislerimize zulmettik, eğer bizi bağışlamazsan ve esirgemezsen, gerçekten hüsrana uğrayanlardan olacağız.” (7/23)
“Göklerin ve yerin yaratılması
ile dillerinizin ve renklerinizin ayrı (farklı ve değişik) olması da, Onun
ayetlerindendir. Hiç şüphe yok bunda, âlimler için gerçekten ayetler vardır.” (30/22) ayetine göre dillerimizin
farklı olması Allah’ın bir ayeti olduğuna göre Allah muhatapları ile onların anlayabileceği
mana ve lafız bütünlüğünü ihtiva edecek bir tarzda konuşması olması gerekendir,
doğal olandır. Nitekim Allah, Hz. Âdem’i
yaratmadan önce melekler topluluğu ile konuşmuştur. Hz. Âdem’i yarattıktan
sonra melekler topluluğu (nurdan yaratılmış melekler, nardan yaratılmış İblis) ve
Hz. Âdem ile aynı anda konuşmuş, onlara gösterdiği eşyanın isimlerini
sormuştur. Melekler topluluğu cevap verememiş, Hz. Âdem ise sorunun cevabını
vermiştir. Bu konuşmalarda hangi dil kullanıldığı, taraflar arasında iletişimin
nasıl sağlandığı belli değildir. “Gerçek şu ki, biz emanetleri göklere, yere
ve dağlara sunduk da onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya
kapıldılar; onu insan yüklendi. Çünkü o, çok zalim, çok cahildir.” (33/72)
ayetine göre evren bizim henüz sırını çözemediğimiz bir canlılığa sahip
olup Allah ile konuşmaktadır/iletişim kurabilmektedir. Hz. Davud ile dağlar ve
kuşlar konuşmakta / iletişim hâlinde bulunmuşlardır. (21/79, 34/10-11) Hz.
Süleyman cinlerden, insanlardan ve kuşlardan oluşan ordulara sahip olup her
kesimle konuşabilmiştir (27/17-41). Allah, Hz. Musa ile konuşmuştur. (20/83-85;
19/52; 28/30-36)
Allah (c.c.), Hz. Âdem’den
itibaren insanlığa peygamberler göndermiş, hepsine de mesajı anlayabilmeleri için
kendi dillerinde mana-lafız bütünlüğü içerisinde vahiy indirmiştir.
Tevrat’ın, Hz. Musa’ya (a.s.) İbranice; İncil’in, Hz. İsa’ya (a.s.) Aramice; Kur’ân’ın
da Hz. Peygamber’e (s.) Arapça indirilmiş olmasının sebebi, peygamber gönderilen
toplumların bu dilleri konuşmalarından dolayıdır. Bu kanuniyet, Hz. Muhammed (s.)
için de geçerlidir. Allah Hz. Muhammed’e elçilik, risalet görevi vermiş ve
onunla Cebrail vasıtasıyla iletişim kurmuştur. Bu iletişim vahiydir. İletişimin
dili ise Arapçadır:
“Şüphesiz biz onların "Kur’ân'ı ona ancak bir
insan öğretiyor" dediklerini biliyoruz. Kendisine nispet ettikleri şahsın
dili yabancıdır. Hâlbuki bu (Kur’ân), apaçık bir Arapça’dır.” (16/103)
“Anlayabilesiniz diye biz onu Arapça bir Kur’ân olarak indirdik.” (12/2)
“Kur’ân-ı Kerim’in okunuşu ve
telaffuz edilişiyle ilgili Kur’ân/kıraat, tilavet, tertîl, kelam ve kavl
kelimeleri”, Kur’ân’da geçmektedir. İlki Kur’ân’da okumak anlamındadır (75/16-19). “Tertîl, öncelikle
[bazı şeyleri] görünür şekilde, en uygun bir düzen içinde ve acele etmeden bir
araya getirmek anlamına gelir. (…) Bir metnin okunuşu ile ilgili olarak
kullanıldığında, anlamını düşünce süzgecinden geçirerek sakin ve ölçülü okumayı
anlatır.”[2] (73/4, 25/32), “Tilavet, lafız
ve manadan oluşan bir metnin veya sözün telaffuz edilmesi” demektir.[3](3/58).
“Kelam, söz, deyiş, cümle, hat ve işaret anlamına gelmektedir. Sesle
ifade edildiğinde lafz veya kavl; yazıyla ifade edildiğinde hat veya kitabet;
işaretle ifade edildiğinde ise remz veya resm adını alır. (9/6); kavl de
söz anlamına gelmektedir”[4]
(73/5). Bu kelimelerin geçtiği ayetler
göz önüne alındığında, “Kur’ân’ı okuma ve okutma işinin de mana ve
lafzının da esas itibariyle yüce Allah’a ait olduğunu göstermektedir.” “Bir
metin ya da sözde lafız ve mana, kesinlikle bir arada
bulunması gereken iki unsurdur; bir metnin okunabilmesi için, lafız ve mana
unsurları olmazsa olmazdır.” Kur’ân’ın okunuşu için de durum böyledir.[5]
Kur’ân-ı Kerim’in Cibril
vasıtasıyla Hz. Peygamber’in kalbine (beynine) indirilmesi/yerleştirilmesi,
lafız ve mana bütünlüğü içerisinde gerçekleşmektedir. Ortada bir kayıt sistemi
vardır. Hz. Âdem’e isimlerin öğretilmesi, Hz. Musa’ya, Tevrat, Hz. İsa’ya İncil
ve Hz. Peygambere Kur’ân mana ve lafız bütünlüğü içerisinde verilmiş,
indirilmiş ve öğretilmiştir. İlahiyatçı
camianın beyindeki kayıt sistemini incelemelerinde fayda vardır.
Hz. Peygamber’e vahiy geldiği zaman acele ile onu
okumaya kalktığında ikaz edilmesinin sebebi, kayıt etme sorumluluğunun Allaha
ait olduğu, unutma endişesi ile telaşlanmaması gerçeğidir:
“Onu (Kur’ân'ı, kavrayıp belletmek için) aceleye kapılıp dilini onunla hareket ettirip-durma. Hiç şüphesiz, onu (kalbinden) toplamak ve onu (sana) okutmak bize ait (bir iş) tir. Şu hâlde, biz onu okuduğumuz zaman, sen de onun okunuşunu izle. Sonra muhakkak onu açıklamak bize ait (bir iş) tir.” (75/16-19)
Ayetlerde
şu noktalara dikkat çekilmektedir: 1- Vahyi
Peygamberin kalbine/hafızasına yerleştirmek, ona bellettirmek, onu açıklamak ve
Onu peygambere okutturmak Allaha ait bir iştir. 2- Vahiy
geldiğinde unutma endişesi ile telaşlanıp okumaya kalkma, acele etme, okunuşu
izle.
Dikkat
edilmesi gereken bir nokta da vahyi kalbe
yerleştirme ile okutmanın birarada zikrediliyor olmasıdır. Benzer bir vurgulama Furkân 32’de yapılmaktadır:
“Küfredenler dediler ki: ‘Kur’ân
ona tek bir defada, toplu olarak indirilmeli değil miydi?’ Biz onunla senin
kalbini sağlamlaştırıp-pekiştirmek için onu böylece (ayet ayet indirdik) ve onu 'belli
bir okuma düzeniyle (tertil üzere) düzene koyup' okuduk.” (25/32) (Bak:
2/97)
Bu ayette ayrıca topluca indirmemenin sebebine
vurgu yapılmaktadır. Ayette aynı zamanda toplumsal değişim süreci ve yasalarına
dikkat çekilmektedir. Vakalar üzerine ayetlerin gelmesinin insanlar üzerinde
yapacağı etkinin, çok daha anlamlı büyük olacağı gerçeğine vurgu yapılmaktadır.
Aynı zamanda İblis’in yolundan gidenlere karşı bir strateji geliştirme imkân ve
fırsatı müminlere sunulmaktadır. Müşriklerin Kur’ân’la ilgili başlatıp
yürüttükleri psikolojik savaşta “başka bir Kur’ân getir, bunu değiştir.” tarzında
yaptıkları saldırılara karşı Allah’ın verdiği cevap, Kur’ân’ın mana ve lafız
bütünlüğüne ilişkin en önemli belgedir, delildir:
“Kendilerine ayetlerimiz açıkça okunup anlatılınca bizimle karşılaşacaklarına inanmayanlar, ‘Bundan başka bir Kur’ân getir veya bunu değiştir.’ dediler. Onlara şöyle de: ‘Onu kendiliğimden değiştirmeye hak ve yetkim yoktur, ben ancak bana vahyedilene uyuyorum. Eğer Rabbime itaatsizlik edersem şüphesiz dehşetli bir günün azabından korkarım. Yine de ki: ‘Allah (öyle) dileseydi ne ben onu size okuyabilirdim ne de siz onu anlayabilirdiniz” (10/15-16) (Bkz.7/203)
Bu konuda her türlü yorum,
değerlendirme ve tartışmaya Kur’ân’da Hâkka suresinde çok açık ve sert bir
cevap verilmektedir:
[69.40] “Hiç şüphesiz o (Kur’ân),
şerefli bir elçinin kesin sözüdür.
[69.41] O, bir şairin sözü
değildir. Ne kadar az inanıyorsunuz?
[69.42] Bir kâhinin de sözü
değildir. Ne kadar az öğüt alıp-düşünüyorsunuz?
[69.43] Âlemlerin Rabbinden bir
indirilmedir.
[69.44] Eğer o, bize karşı bazı
sözleri uydurup-söylemiş olsaydı,
[69.45] Biz onu kuvvetle yakalardık,
[69.46] Sonra onun can damarını
elbette keserdik.
[69.47] O zaman, sizden hiç kimse
araya girerek bunu kendisinden engelleyip-uzaklaştıramazdı.”
Diğer taraftan her türlü spekülasyona meydan vermeyecek bir korumanın, Kur’ân üzerinde olduğuna özel bir vurgu yapılmaktadır.
“Doğrusu sana vahyedilen bu
Kitap, Levh-i Mahfuz'da bulunan şanlı bir Kur’ân'dır.” (85/21-22)
Sonuç: Kur'an'ı Mana ve Lafız Olarak Ayırmak Kitabı ve Dini Parçalamak Demektir
Bu aşamada Mustafa Öztürk’ün “Vahiy
manası Allah’a lafzı Peygamber’e aittir.” “Kur’ân Allah kelâmı değildir.” “Hz. Peygamber
kendisine mana olarak indirilen vahyin tercümanlığını Kur’ân aracılığıyla
yapmıştır.” ifadelerine bakmakta fayda vardır:
Aç. adres vereyim aç. Ferrâ’nın Me’âni’l-Kur’ân’ını aç. İbni Kuteybe’yi aç! Nereyi açarsan aç! Nesebi bilinmeyen, onun bunun çocuğuna 'zenîm' denir Arapçada. Bu Allah dili olabilir mi? İnsani dil olamaz mı? Olabilir. Yanmış canı. Feverandır, olabilir. Olabilir üstadım, olabilir.”
“…Tanrı, merhametin katsayısı belli değil, engin merhamet ve şefkat sahibi, dilinden lanet eksik olmuyor. Şimdi üstadım ben bunu Tanrı’ya nasıl yakıştırayım? Tanrı niçin bu kadar hiddetli? Acaba diyorum gazabı olsun. Kendisini övmesi/övünmesi olsun. Laneti olsun. Ve sairesi olsun. Acaba Resûlüllah bir tür Hermes gibi, hani Hermes'i biliyorsunuz, mitolojide tanrının mesajının insan idraki tarafından kuşatılamayacağı için, o mesajın insan diline çevirisini/aktarımını Hermes üstlenir. Bir tür elçilik yapar. Peygamber de Allah'ın soyut mesajlarını muhatap olduğu insan kitlesine kendi zihin süzgecinden geçirerek aktarıyor olabilir mi?”
“[Peygamber] bu aktarımda Tanrı’yla ontolojik bir yakınlığı olmadığı için, Tanrı gibi düşünemeyeceği, Tanrı gibi davranamayacağı için insanca davranacaktır ve ister istemez hem dilinin kısıtlılıkları hem de insan olma özellikleri itibarıyla Tanrı’yı da kendi idrak sınırları içinde tanımlayacaktır. Mesela Tanrı’yı memnun etmeyi rahmet ile, mükafat ile anlatacaktır, Tanrı’nın sözünü tutmamayı, ‘Bakın kızdırırsınız, gazaba getirirsiniz, öfkelendirirsiniz, size bağırır çağırır, hatta ceza verir!’ şeklinde, yine insan algısı üzerinden Tanrı’ya bir sıfat atfedecektir.”
Yukarıdaki ifadeleri göz önüne
aldığımızda, Mustafa Öztürk’e göre Allah’ın emrine karşı gelen İblis ve Hz. Âdem
cezalandırılmamalıydı. Böyle bir cezalandırma Allah’a yakışmaz. Ya da ilk
yaratılış olayını, Hz. Âdem ile İblisin mücadelesini anlatan ayetler gerçekten
yok, Hz. Peygamber kitleleri etkileyebilmek için bunları bu şekilde aktarmıştır
mı demek istiyor?
Mustafa Öztürk’e göre Hz.
Peygamber (s.) Kur’ân ayetlerini değiştirmiş, kendi söyleyemediklerini Allah’a
söylettirmiştir. Bu durumda 69/40-57; 10/15-16; 7/203 ayetlerinin gereğini
Allah’ın yerine getirmesi gerekmez miydi? Onları da Peygamber uydurdu deniyor
ve Allah ’da buna sessiz kaldı deniyorsa; o zaman Allah’a, Ahiret gününe,
Peygamberlere, Kitaplara iman etmekten ne kastedildiğidir?
Allah Kur’ân’da Abese suresinde, âmâya
karşı tavrından dolayı, Hz. Peygamber’i sert bir şekilde uyarmıştır (80/1-10).
Çok daha sert bir uyarı İsrâ suresi 73-75’de yer almaktadır: “Onlar
neredeyse, sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı düzüp uydurman için seni
fitneye düşüreceklerdi; o zaman da seni dost edineceklerdi. Eğer biz seni
sağlamlaştırmasaydık, and olsun, sen onlara az bir şey (de olsa) eğilim
gösterecektin. Bu durumda, biz sana, hayatın da kat kat, ölümün de kat kat
(acısını) tattırırdık; sonra bize karşı bir yardımcı bulamazdın.” (17/73-75)
Allah’ın Hz. İsa üzerinden
verdiği mesaj, son derece anlamlı ve uyarıcıdır. Çünkü soru Hz. İsa’ya yöneltilmiştir:
“Allah, ‘Ey Meryem oğlu İsa! Sen mi insanlara ‘Beni ve annemi Allah'tan
başka iki ilah olarak benimseyin dedin?’ demişti de, ‘Hâşâ, hak olmayan sözü
söylemek bana yaraşmaz; eğer söylemişsem, şüphesiz Sen onu bilirsin; Sen, benim
içimde olanı bilirsin; ben Senin içinde olanı bilmem; doğrusu görülmeyeni bilen
ancak Sensin’ demişti. ‘Ben onlara sadece 'Rabbim ve Rabbiniz olan Allah'a
kulluk edin' diye bana emrettiğini söyledim. Aralarında bulunduğum müddetçe
onlar hakkında şahittim, beni aralarından aldığında onları Sen gözlüyordun. Sen
her şeye şahitsin.’” (5/116-117)
Mustafa Öztürk’ün iddiasını göz
önüne aldığımızda yani “Hz. Peygamber gelen vahyi değiştirmiş (!)”, “kendi
söyleyemediklerini Allah’a söylettirmiştir.” ifadesini göz önüne aldığımızda;
Hz. Peygamberin çok sert bir şekilde cezalandırılması gerekirdi. Böyle bir şey
olmadığına göre Mustafa Öztürk kardeşimizin, düşüncelerini bir kez daha
gözden geçirmesinde fayda vardır.
[003.019] Hiç şüphesiz din, Allah
katında İslâm'dır. Kendilerine kitap verilenler, ancak kendilerine ilim
geldikten sonra, aralarındaki 'kıskançlık ve hakka başkaldırma' (buğz) yüzünden
ayrılığa düştüler. Kim Allah'ın ayetlerine küfrederse, gerçekten Allah, hesabı
pek çabuk görendir.
[006.070] Dinlerini bir oyun ve
eğlence (konusu) edinenleri ve dünya hayatı kendilerini mağrur kılanları bırak.
Onunla (Kur’ân'la) hatırlat ki, bir nefis, kendi kazandıklarıyla helâka
düşmesin; (böylesinin) Allah'tan başka ne bir velisi, ne de bir şefaatçisi vardır;
her türlü fidyeyi verse de kabul olunmaz. İşte onlar, kazandıkları nedeniyle
helake uğrayanlardır; küfre saptıklarından dolayı onlar için çılgınca kaynar
sular ve acıklı bir azap vardır.
[042.014] Onlar, kendilerine ilim geldikten sonra,
yalnızca aralarındaki 'tecavüz ve haksızlık' dolayısıyla ayrılığa düştüler.
Eğer senin Rabbinden, adı konulmuş bir ecele kadar geçmiş (verilmiş) bir söz
olmasaydı, muhakkak aralarında hüküm verilmişti (iş bitirilmiş). Şüphesiz
onların ardından Kitaba mirasçı olanlar ise, herhâlde ona karşı kuşku verici
bir tereddüt içindedirler.
[025.030] Ve Peygamber dedi ki: ‘Rabbim gerçekten benim kavmim, bu Kur’ân'ı terkedilmiş (bir kitap) olarak bıraktılar.’
KAYNAKLAR
Muhammed Esed, Kur’ân Mesajı, çev. Cahit Koytak-Ahmet
Ertürk, İşaret Yayınları, İstanbul, 1997.
Celil Kiraz, “Kur'ân Vahyinde
Lafız-Mana Bütünlüğü”, https://gurbettekierzurum.com.tr/haber/5845614/prof-dr-celil-kiraz-mustafa-ozturk-e-cevap-verdi
Diyanet İşleri Başkanlığı, Dini Kavramlar Sözlüğü, DİB Yayınları,
Ankara, 2006.
İsmail Hakkı Aydın, Beyin Sizsiniz, Girdap Kitap, 2018.
[1] İsmail Hakkı Aydın, Beyin Sizsiniz, Girdap Kitap, 2018, s.
52, 55
[2] Muhammed Esed, Kur’ân Mesajı, çev. Cahit Koytak-Ahmet
Ertürk, İşaret Yayınları, İstanbul, 1997,
s.1200.
[3] Celil Kiraz, “Kur’ân Vahyinde
Lafız-Mana Bütünlüğü” https://gurbettekierzurum.com.tr/haber/5845614/prof-dr-celil-kiraz-mustafa-ozturk-e-cevap-verdi
[4] Diyanet İşleri Başkanlığı, Dini Kavramlar Sözlüğü, DİB yayınları,
Ankara, 2006.