24 Nisan 2014 Perşembe

30 Mart 2014 seçimlerinin ortaya çıkardığı gerçek - 3: Gülen hareketine karşı oluşan toplumsal şuur

 (Milli Gazete)

Giriş

Seçimler, oyu merkeze alan bir mücadele şeklidir. Oy niceliğe bağlı olarak bir ülkenin kaderinin tayın edilmesi demektir. Oy, bir halkın fikri, felsefi, duygu ve düşünce durumunun yönetime yansımasıdır. Bir açıdan Hz. Peygamber in (sas) Siz nasıl iseniz öyle yönetilirsiniz. sözünün bir tecellisidir. Ülkenin kabul ettiği sisteme bağlı olarak oyların, dağılımı, ağırlığı ve önemi değişmektedir. Seçilen seçim sistemi, oy ve milletvekili dağılımı arasında oransal bir ilişki kurulmasına mani bir özellikte olabilir. Lozan da Hayım Nahum Doktrinine göre kurulu Türkiye deki sistemi, istikrar adına koruma amaçlı olarak konan Baraj sistemi, halkın bir kısmının duygu, düşünce ve hayat görüşünün parlamentoya yansımasına mani olmakta ve istemediği partilere rey vermesine neden olmaktadır. Oy verdiği partiden olan memnuniyetsizlikler, zamanla büyümekte, genel olarak, gayrı memnunlar kitlesinin büyümesine ve yeni arayışların ortaya çıkmasına vücut vermektedir. 

Bununla beraber, bazı partilerin yol boyu (AP, ANAP, MSP, RP; AKP) yüksek rey alması ve bu başarısını ard arda sürdürmesi, seçimlerde daha başka faktörlerle birlikte toplumsal şuur altının çok önemli olduğu gerçeğini ortaya çıkarmaktadır. Hırsız - Hain düzleminde yürütülen kirli bir seçim kampanyasına, genel olarak, toplumun hangi açıdan baktığının birçok siyasi tarafından anlaşılamaması ve seçim kampanyalarını yol boyu değiştirmeyip sabitlemeleri, toplumsal şuuraltıyı okuyamamalarının sonucudur. O nedenle Mart 2014 seçimlerindeki kirli ve gerilimli bir mücadeleye rağmen elde edilen sonuçları yorumlayabilmek için toplumsal şuuraltı göz önüne alınmalıdır. Burada, 30 Mart 2014 seçimlerinde harekete geçen ya da geçirilen toplumsal şuuraltı konusu Gülen Hareketi çerçevesinde ele alınıp incelenecektir.

Gülen Hareketine Karşı Oluşan Toplumsal Şuuraltı

Gülen Hareketi, kamuoyunda konuşulmaya başlandığı günden itibaren hem diğer İslami cemaat/hareketlere karşı hem de Milli Görüş hareketine karşı mesafeli durmuştur. 28 Şubat Post Modern darbe sürecinde Fethullah Gülen, Refah Yol iktidarının düşürülmesinde aktif rol almış, 3 saat civarında Yalçın Doğan la Erbakan ın aleyhinde konuşmuş, iktidarı bırakması gerektiğini söylemiş , Ecevit, Çiller ve Demirel le görüşmesine rağmen, Erbakan la asla görüşmediğini, görüşmeyeceğini ifade etmiştir. Bu tavır, Gülen Hareketine karşı hem Milli Görüş Hareketinde hem de diğer İslami camialarda olumsuz bir şuuraltının ilk tohumlarının atılmasına sebebiyet vermiştir. 28 Şubat Postmodern darbe sürecinde üniversitelerdeki Başörtüsü direnişini, Başörtüsü Fürüattır diyerek ve Gülen Hareketine mensup gençlerin başlarını açıp okula gitmelerini söyleyerek büyük ve tarihi başörtüsü direnişini kırması, Gülen Hareketine karşı oluşan tepkinin derinleşmesini sağlamıştır. Ancak Okul-Dershane-Yurt-Ev eksenli yapılanışın meydana getirdiği güvenlik alanı, Gülen hareketine karşı oluşan tepkilerin düşmanlık boyutuna varmasını engellemiştir. 

AKP döneminde, bürokraside girdikleri ve etkin oldukları bütün birim ve kurumlarda, Gülen hareketine mensup olmayan herkesi tasfiye etmeye kalktıklarına ve bunun için hiçbir ahlaki ölçü tanımayan metotlar kullandıklarına, atamalarda adaleti göz ardı edip hak hukuk tanımadan kendi mensuplarını yükselttiklerine ilişkin bir kanatın oluşması ve yaygın bir şekilde konuşulmaya başlanması, toplumsal zeminde, olumsuz ciddi bir şuuraltının oluşmasını sağlamıştır. İmzasız ya da sahte imzalı, iftiraya dayalı ihbar mektuplarının Gülen hareketi mensupları tarafından yapıldığına ilişkin bir kanaat, toplumsal şuuraltında daha da derin yaralar açmıştır. Ancak Ergenekon ve Balyoz hareketine karşı verdikleri mücadele, bu şuuraltının görünür bir şekilde dışa vurmasına mani olmuştur. Uluslararası sularda İsrail devletinin saldırısına muhatap olmuş ve dokuz evladının şehit olmasına neden olmuş Mavi Marmara olayında, Gülen in İsrail i kast ederek otoriteden izin alınmalıydı tarzında bir açıklama yaparak Türkiye de İsrail zulmüne ve terörüne karşı oluşan havayı kırması, Gülen Hareketinde ne oluyor sorgulamasının ilk kez ciddi bir şekilde yapılmasına sebebiyet vermiştir. Gülen Hareketinin Neocon- Siyonist ittifakı ile ittifak halinde olmasının sebebi, anlaşılamamış; İsrail in yanında yer alması, sorgulanmaya başlanmıştır. 

Gülen hareketi, Türkiye nin İsrail, Suriye ve Iran politikalarına hep karşı çıkmış, siyasi iktidarı çok ciddi bir şekilde eleştirmiştir/eleştirmektedir. Siyasi iktidarın politikalarına karşı çıkması, kendilerinin en doğal hakkıdır. Bundan dolayı eleştirilebilirler fakat suçlanamazlar. Ancak bu konuda olduğu gibi birçok konuda da İsrail ile aynı dili kullanmaları, Hakan Fidan ın MİT müsteşarı olmasına İsrail le birlikte karşı çıkmaları, hiçbir belge sunmadan onu Iran ajanı olarak göstermeleri, Gülen Hareketini ciddi töhmet altına bırakmıştır. Oslo görüşmeleri diye tarihe geçen Kürt meselesinin çözümü ile ilgili PKK yöneticilerinin de içinde bulunduğu gizli bir görüşmenin ses kaydını, önce medyaya servis edip sonra da Hakan Fidan ı tutuklamaya kalkmak ve ardından Başbakan a ulaşmak, Gülen Hareketi adına yapılan çok büyük bir operasyondu. Bu konuda, Gülen Hareketinin iddiaları ret etmemesi, tam tersine sürece sahip çıkması, Gülen hareketine karşı daha büyük bir kin ve öfkenin kabarmasına sebebiyet vermiştir. Bu tavırla birlikte Gülen hareketi ile AKP nin yolları, açıkça ifade edilmemiş olmasına rağmen, ayrılmıştır. Perde arkasında gizli bir mücadele, bütün şiddeti ile devam ettirilmiştir. Gülen hareketine mensup olduğu söylenen Polis-Yargı bürokrat hattı, siyasi iktidarın Çözüm sürecine karşı çıkmış, süreci engellemek için ellerinden geleni yapmış; 2009-2010 daki KCK tutuklamaları ile KCK nin bir MİT operasyonu olduğunu seslendirmiş ve böyle bir kanaatin oluşmasına yardımcı olmuştur. 

Gülen hareketine karşı görünür ciddi tepkilerin oluşması ve özellikle Gülen in medyada tartışılır hale gelmesi, Taksim Kadife Darbe sürecine verdiği destek ve takındığı tavırdan sonradır. Kadife darbelerin temel dayanağı, diktatörün varlığıdır. Strateji, şiddet kullanmadan gayrı memnunların ittifakı ve sokak hâkimiyeti ile diktatörün devrilmesi üzerine çizilmiştir. Taksim Gezi parkı olayları ile birlikte hem ulusal hem de uluslararası alanda Erdoğan ın diktatörlüğü seslendirilmeye başlanmıştır. 8 Mayıs 2013 ve 10 Haziran 2013 tarihlerinde Gülen in kendi sitesinde yaptığı ve Samanyolu TV de yayımlanan video kayıtlarındaki açıklamaları ile Erdoğan isim verilmeden Nemrut , Firavun , tiran , despot ve cemaat düşmanı olarak ilan edilmiş ve böylelikle Kadife darbecilerin diktatör inşa etme sürecine katkıda bulunulmuştur. Bugüne kadar dünyada yapılmış olan tüm Kadife darbelerin teşkilat yapısı incelendiğinde, en iç halkada stratejik beyin olarak Soros ve ekibinin yer aldığı görülmektedir. İkinci halkada ilgili ülkedeki Mason-Sabetayist-Siyonist-işbirlikçi bir ekip vardır. Bu iki ekip görünür değillerdir. Asıl görünür olan ve darbe sürecini yönettiğini sanan, üçüncü halkada yer alan örgüt ya da örgütlerdir. Dolayısıyla birinci halkadakiler patronlar, ikinci halkadakiler müteahhitler ve üçüncü halkada yer alanlar ise taşeron firmalardır. Türkiye deki Taksim Kadife darbe sürecinin Dershaneler, Polis-Yargı Yolsuzluk operasyonları, MİT in Tırları ve Dışişleri Bakanlığının dinlenmesi ve yerel seçimler aşamalarında, Kadife Darbeyi fiilen yürüten örgüt konumunda Gülen Hareketi konumlanmış ya da konumlandırılmıştır. Seçim dönemine girildiği bir zamanda MİT in Suriye ye gönderdiği Tırların, Gülen hareketine mensup olduğu iddia edilen Yargı-Polis-Asker ekseni tarafından iki kez deşifre edilip durdurulması ve Tırların Suriyeli muhaliflere silah taşıdığı propagandasının yapılması; ardından Türkiye yi, Teröre yardım yataklık yapan bir ülke olarak gösteren kampanya başlatılarak, uluslararası mahkemelerde Türkiye nin mahkûm edilmeye çalışılması ve Suriye ile ilgili Dışişleri Bakanlığında yapılan bir toplantının dinlenip ses kayıtlarının medyaya servis edilmesi, bardağın taşmasına neden olmuştur. Toplumun şuuraltında yatan vatana ihaneti cezalandırma psikolojisi harekete geçmiştir. 

AKP ile ilgili rüşvet ve yolsuzluk belgelerinde toplumun belli bir kesimini rahatsız eden nokta, iddia edilen belgelerin 2010-2011 yıllarından itibaren biriktirilmesi, zamanında devreye sokulmaması, gereğinin yapılmamasıdır. Üç ya da dört yıl sonra Kadife darbe sürecinde, özel zamanlama ile devreye sokulması, niyetin Türkiye yi arındırmak olmadığı, meselenin bir yolsuzluk-hırsızlık meselesi olmadığı, siyasi iktidara karşı küresel güçlerle birlikte siyasi şantaj yapıldığı ve Türkiye nin önünün kesilmek istendiği kanaatini oluşturmuştur, hatta pekiştirmiştir. Yolsuzluk operasyonları ile ilgili karşı hamle Erdoğan tarafından başlatılıp bazı polis ve yargı görevlileri görevden alınınca ya da yerleri değiştirilince, Gülenin beddua etmesi, bir tartışmayı beraberinde getirmiştir. 

ABD nin Afganistan ve Irak işgallerinde binlerce Müslüman öldürülürken, kadınlara tecavüz yapılırken, İsrail Filistin halkı üzerinde soy kırım uygularken, Esed rejimi kendi halkını bombalarken, Fransa Libya, Mali ve Orta Afrika da katliam yaparken, Mısır da Sisi kendi halkına zulmederken ve Müslüman kardeşler mensuplarına hapishanelerde işkence yapılırken bunları hiç görmeyen ve hiç sesini çıkarmayan Gülen in, bir kısım bürokratların görevden alınması ya da yerlerinin değiştirilmesi karşısında bu kadar ağır bir beddua yapması, anlaşılamamış ve de büyük bir tepki doğurmuştur. Beddua olayı ile birlikte Gülen ilk kez tartışılmaya açılmış ve ciddi bir şekilde eleştirilmiştir. Nisan 2013 yılında ABD senatosundan 42 senatör, Türkiye-İran, Türkiye - Irak ve İran Hindistan arasında, TL bazında Halk Bankası üzerinden uluslararası ticaret yapılmasının küresel sistemi bozduğuna ilişkin bir mektubu, Başkan Obama ya sunmuş ve engellenmesini istemişlerdir. Bunun üzerine ABD, Türkiye den bu sistemin kaldırılmasını ve uluslararası ticaretin ABD/İngiltere bankaları üzerinden yapılmasını istemiştir. Türkiye nin bunu ret etmesi, uluslararası bir gerilime sebep olmuştur. 

Halk Bankası nın uluslararası alanda bu kapsamda tartışıldığı bir dönemde, Gülen Hareketine mensup olduğu iddia edilen ve hareket tarafından da yalanlanmayan bir yapının, Halk Bankası üzerine gitmesi, küresel bir operasyon olarak algılanmıştır. Bu zamanlama, Gülen Hareketinin Küresel güçlerin taşeronu olduğu şeklindeki algıyı, daha da kuvvetlendirmiş; yolsuzluk ikinci planda kalmış ve mevcut tehlike yanında önemsizleşmiştir. Bütün bunların yanı sıra, Gülen Hareketini, hatta Gülen in bizzat kendisini asıl itibarsızlaştıran, çok ciddi güven bunalımına neden olan, insanların özel hayatlarına girildiği ve meşru aile yaşantılarının dahi, Gülen Hareketine mensup olanların otellerinde görüntülendiği ve bunların kullanılarak insanlara şantaj yapıldığı kanaatinin oluşmasıdır. 

Özellikle Gülen tarafından yüksek düzeydeki bir devlet adamına bir alüfte aracılığıyla tuzak kurulduğunun ve kendisinin randevuya gitmemesi konusunda uyarıldığının seslendirilmesi, Fethullah Hocanın seks kasetleri ile ne ilişkisi var tartışmasını başlatmıştır. Bu konuda en son düşünülmesi gereken bir isim olarak Numan Kurtulmuş ile ilgili yayınlanan sahte seks kaseti ve Başbakan Erdoğan la Bakan Fatma Şahin i iki âşık gibi gösteren montaj resim, Gülen Hareketinin medyasında yayınlanınca, Gülen Hareketine karşı tepki, daha da büyümüştür. Bu durum, kasetlerin hem güvenirliliğini, hem de amacının farklı olduğunu ortaya çıkarmıştır. Bundan sonra bu çerçevede yapılan yayınların etki güçleri, eskisi gibi olmamış ve fakat hem Müslüman ın imajının hem de Gülen hareketinin imajının yıpranmasına sebebiyet verilmiştir. Türkiye nin eylem planındaki politikalarını deşifre edip engellemeleri, devlet sırlarını ayağa düşürme hakkını kendilerinde bulmaları ve bu konularda küresel güçlerle birlikte hareket etmeleri, kendilerine ayrı bir konum biçmeleri, siyası iktidarı devre dışı bırakma, aciz gösterme politikaları uygulamaları, kendi dışındaki yapıları, kişileri, hiçbir ölçü tanımayan metotlarla tasfiye etmeye kalkmaları, çirkin hayâsızlıklar üzerinden (seks kasetleri) operasyon yapmaları, Gülen hareketine yönelen öfkenin düşmanlık boyutuna varmasını sağlamıştır. 

Gülen Hareketi tarafından yapıldığı iddia edilen bu operasyonları, Hareketin ret etmeyip savunması, bunu kimin hesabına yaptığı ve amacının ne olduğunun sorgulanmasına neden olmuş; ABD- Neocon-Siyonist- İsrail-İngiltere ittifakının taşeronluğu şeklinde bir kanaatin yerleşmesine zemin hazırlamış, ciddi bir toplumsal şuur altı meydana getirmiştir. Gülen hareketine karşı Müslüman camianın muhalefeti, adeta düşmanlığa dönüşmüştür. Gülen hareketi, bu süreç içerisinde neredeyse vatan hainliği , ajanlık ve taşeronlukla özdeşleştirilmiştir. 30 Mart 2014 Seçim sürecinin belli bir anından itibaren Erdoğan, hedef tahtasının merkezine Pensilvanya yı (Fethullah Gülen) koyması, bu toplumsal psikolojiyi görmüş olmasından dolayıdır. CHP ve MHP yi Pensilvanya nın kuyruğuna takılmış iki önemsiz siyasi aktör olarak nitelendirerek ciddiye almaz bir tavır takınmıştır. Pensilvanya ya vurdukça, kitlelerin öfkesinin daha da kabararak kendi etrafında kenetlenmesine ve seçim alanlarının daha da hareketlenmesine neden olduğunu gören Erdoğan, söylemini, Pensilvanya üzerinden daha da sertleştirmiştir. Gerçekte toplumsal şuuraltında harekete geçirilen psikoloji, halkın ABD-İsrail düşmanlığının Pensilvanya üzerinden yürütülmesi ve ABD-İsrail den intikam alınmasıdır.

Sonuç: Gülen Hareketi Kendi Muhasebesini Yapmak Zorundadır

Parlamento dışı bir faktör olarak Gülen hareketinin ve onun lideri Fethullah Gülen in AKP karşısında bir cephe savaşına girmiş olması, kendi tabanının düşüncesi ile asla uyuşmayan CHP ye, AKP karşısında destek vermesi, kadrolarını bir CHP kadrosu gibi cepheye sürmesi, ev ev dolaştırması, beklenen etkiyi oluşturmamış ve arzulanan oy kaymasını meydana getirmemiş ise sebebi, oluşan bu toplumsal şuuraltıdır. Bu toplumsal şuuraltıyı okuyamayan, göremeyen CHP, kendi tabanına, parti felsefesine ve Ergenekon davasına rağmen, Gülen Hareketini savunması, desteklemesi, CHP ye yarar değil zarar vermiştir. CHP-Gülen İttifakına karşı İslami kimlikli STK/Cemaat/Hareketlerin Gülen Hareketi karşısında bloklaşmaları ve AKP ye alışılmışın ötesinde bir destek vermiş olmaları, Gülen Hareketine karşı oluşan bu toplumsal şuuraltının eseridir. O nedenle Gülen Hareketi, kendisini sorgulamalı, sokulduğu labirentten çıkmalı, saflarını yeniden belirlemelidir: Hakkı batıl ile örtmeyin ve sizce de bilinirken hakkı gizlemeyin. Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin ve rükû edenlerle siz de rükû edin. Siz, insanlara iyiliği emrediyorken, kendinizi mi unutuyorsunuz Oysa siz kitabı okumaktasınız. Yine de akıllanmayacak mısınız (2Bakara 42-44)

 

17 Nisan 2014 Perşembe

30 Mart 2014 seçimlerinin ortaya çıkardığı gerçek - 2: Parlamento üstü/dışı siyasete ihtiyaç var

 (Milli Gazete)

Giriş

Bir seçim dönemini daha geride bıraktık. Bu seçim döneminde millet olarak ne kazandık ne kaybettik sorusunu herkes kendine sormalıdır. Toplum olarak aklanarak mı, kardeşlik duygularını kuvvetlendirerek mi, seçimleri birer şölene dönüştürerek mi bu dönemi geçirdik Yoksa bir rey uğruna değerlerin, ilkelerin, kutsalların tahrip edildiği ve idare-i maslahatçılığın öne çıktığı, günü kurtarma politikalarının etkin olduğu; dün ak denilene bu gün kara denildiği bir dönem mi yaşadık 30 Mart 2014 seçimlerinin en hazin sonucu, genel olarak, geçmişe nazaran çok daha kötü, sert, kirli bir kampanyanın yapılmış olmasıdır. Güzelliğin yarışacağı bir atmosfer yerine, çirkinliğin, hayâsızlığın yarıştığı bir ortam meydana getirilmiştir. Değerleri inşa etme yerine rey için değerleri yıkma, kutsalı ayaklar altına alma, ne kazanana ne de kaybedene bereket getirmeyecektir. Hırsız - Hain düzleminde yürütülen kirli bir seçim kampanyasına, genel olarak, toplumun hangi açıdan baktığının birçok siyasi tarafından anlaşılamaması ve seçim kampanyalarını yol boyu değiştirmeyip sabitlemeleri, toplumsal şuuraltıyı okuyamamalarının sonucudur. 

Taksim kadife darbe sürecini önemli kılan etken, Dershaneler savaşı aşaması ile başlayan süreçte Kadife darbe öncülüğünün (Üçüncü Halka), Gülen hareketi tarafından yapılıyor olmasıdır. Benzer şekilde 30 Mart 2014 seçimlerini de dikkat çekici ve önemli kılan, bir STK/Cemaat/Hareket olarak Gülen hareketinin, alışılagelmişin ötesinde seçim sürecine ölesiye katılmış; kendi tabanına rağmen ev ev CHP için rey istemiş olmasıdır. Bu durum, ters tepki oluşturarak, diğer İslami cemaat/STK/hareketlerin birçoğunun AKP nin safında yer almasına sebebiyet vermiştir. Neredeyse bu seçimler, Erdoğan-Gülen Meydan Muharebesi şeklinde tezahür etmiştir. Parlamento dışında bulunan bir hareketin, siyasi mücadeleye bu denli katı, kararlı girmesi, siyasi mücadelenin çok daha geniş alana yayılmasına, gerilim ve kutuplaşmanın daha da derinleşmesine sebebiyet vermiştir. Bundan sonra siyasi mücadele, salt Parlamento ile sınırlı kalmayacak; parlamento dışı hatta üstü bir siyaset anlayışı, gelişecek ve yaygınlaşacaktır. Burada, bu konu ele alınıp incelenecektir.

Gerilim ve Kutuplaştırma Üzerine Kurulu Seçim Stratejisi

Türkiye deki gerilim ve kutuplaşmanın ana kaynağı, Lozan da batı kültür medeniyet değerlerine göre kurulmuş sistem ve onun savunucuları ile İslam kültür ve medeniyetine göre şekillenmiş millet arasında var olan ana tezadın sonucudur. İki farklı kültür ve medeniyet değerlerinin hâkimiyet mücadelesi, ana nedendir. Diğer tüm sebepler, ikinci derecede sebeplerdir. Cumhuriyet tarihi boyunca en etkin olan laik anti laik kutuplaşmadır. Laik anti laik kutuplaşma, son bir iki seçimde meydana gelmemiştir. Türkiye de seçim eksenli gerilim ve kutuplaşma, İnönü - Bayar kavgası ile başlamıştır. Her ikisi, sistemi savunan, Batı kültür ve medeniyetini benimsemiş Cumhuriyetin kurucu kadrolarıdır. 1946 da yolları ayrıştığında bile bu ana düşüncelerinden vazgeçmiş değillerdir. İnönü, sistemin devletçi-sol kanadını; Bayar ise sistemin özel sektörcü sağ kanadını temsil etmekteydi. Bununla birlikte aralarındaki kavga, ölümüne bir kavga olmuştur. Sonuç 27 Mayıs 1960 darbesidir. Ancak seçim sürecindeki gerilim, kutuplaşma ortamları, Cumhuriyet tarihi boyunca hep sağ partilerin (AP, ANAP, DYP ve AKP) lehine gelişmiştir. 

CHP korkusu ve karşıtlığı, sağ partilerin oy getirisi olmuştur. Bununla birlikte Sistemin her iki kanadı da, bu gerilim ve kutuplaşmadan beslenmiş; hem ikinci derecedeki sistem partilerinin hem de sistem karşıtı partilerin ortaya çıkmasına ve/veya gelişmesine mani olmuştur. Bu son seçimde de aynı taktik uygulanmıştır. 1970 lerde sağ sol çatışması, ciddi bir kutuplaşma idi. Benzer şekilde Milli Cephe hareketi böyle bir kutuplaşmanın sonucu ortaya çıkmıştır. Bu denklemi, birinci derecede bozan ve sistemi ürküten, korkutan sistem karşıtı Milli Görüş Hareketi partileridir ( MNP, MSP, RP, FP, SP). Milli Görüş hareketi, bunun bedelini dört partisinin kapatılması ve ard arda iki bölünme geçirmesi ve Lideri Erbakan ın belli aralıklarla siyasetten yasaklanması ile ödemiştir. Bu denklemi ikinci derecede de bozan ise Ülkücü harekettir (MHP). Sistem karşıtı olarak ortaya çıkmasına rağmen yol boyu MHP, ismine uygun bir muhteva kazanamamıştır. 

Felsefi, kültür ve medeniyet eksenli projeler geliştirememesi, çıkış yapamaması, rengini netleştirememesi, Sistemin sağ, sol kanat partileri arasına sıkışıp kalmasına ve iki kanattan şikâyet edenlerin sığındığı bir liman görüntüsü almasına sebebiyet vermiştir/vermektedir. İslam ın beş şartı çerçevesinde duyarlılıkları yüksek olan AKP kadroları, AB ne, 2003 yılına kadar savunanlardan daha şiddetli bir istekle sahip çıkıp savunmuş ve Cumhuriyet tarihi boyunca yapılamamış Batı kültür medeniyet eksenli birçok değişimi yapmış; AB müktesebatı çerçevesinde toplumsal yapıya uyup uymadığına bakmadan birçok şeyi, ülkeye transfer etmiştir. Bu politika ve strateji ile yeni müttefikler elde etmiş olmasına rağmen Batılılaşmanın öncü-asli güçleri tarafından hep ötekileştirilmiş, dışlanmıştır. Hükümet olduğu 2003 yılından bugüne ülke, darbe gölgesi altında (Yargı Darbesi, Ergenekon ve Balyoz Darbe girişimleri, Taksim Kadife Süreci), gerilim içerisinde yaşamış ve Ergenekoncular ya da Balyozcular tarafından yapılan Cumhuriyet mitingleri gölgesinde seçimler, hep yüksek gerilim ve kutuplaşma ortamında gerçekleşmiştir. 

Türkiye, 30 Mart 2014 seçimlerine böyle bir şuuraltıya sahip olarak girmiştir. Kadife darbeler, seçim endeksli, dış destekli, gayrı memnunlar ittifakına ve gerilime dayalı, seçim öncesi, esnası ve sonrasında sokak hâkimiyeti kurarak siyasi iktidarları düşürmeyi hedefleyen yeni darbe türüdür. Gerilim ve kutuplaşma, seçim sürecinde büyük siyasi partilerin işine yararken, seçim sonrasında daha çok kadife darbecilerin işine yarayacaktır. 30 Mart 2014 seçimleri, sonuçları itibarıyla kadife darbecilere bu fırsatı henüz vermemiştir. Sürece itirazlar, Cumhurbaşkanlığı seçimlerine yatırım olarak devam etmektedir.

Siyaset Nedir

İnsanlar arası ilişkileri belirleyen en temel etken, onların sahip olduğu değerlerdir. Çatışma ya da uzlaşma, toplumun değişik kesimleri arasında ortak paydanın büyüklüğüne ve gücüne bağlı olarak değişir. Değerler sistemi açısından baktığımızda siyaset, bir değer sisteminin, iktidarı elde etmek, muhafaza etmek ve diğer değer sistemleri ile uzlaşmaz bir çatışmaya girmeden bütünleşmeyi gerçekleştirmek amacıyla yaptığı faaliyetler bütünüdür. Dolayısıyla siyaset, bir milletin iktidarını sağlamak ve onu uluslararası camiada özgür, bağımsız ve etkin kılmak için yapılan faaliyetler bütünüdür. Bu açıdan siyasete bakıldığında siyasetin iki boyutu olmak zorundadır:

1-Parlamento içi siyaset,

2- Parlamento dışı/üstü siyaset.

Parlamento içi siyaset, siyasi partiler aracılığıyla parlamentoyu hedefleyen ve onun aracılığıyla bir güç ve iktidar arayışı faaliyeti iken; parlamento dışı/üstü siyaset, hareketler, cemaatler ve sivil toplum örgütleri tarafından yürütülen bir iktidar olma faaliyetidir. Parlamento dışı/üstü siyasetin amacı, temel fıtri değerler etrafında, hak, hakikat, fıtrat ve adalet eksenli toplumsal değişimi gerçekleştirmek ve muhafaza etmektir. Fıtrat düzenini, kendi kültür ve medeniyetinin ön gördüğü temiz toplumu ve toplumsal sermayeyi inşa etmek, ihya etmek ve de korumaktır. Parlamento dışı/üstü siyasetin ana hedefi, Parlamento ya girmek değildir. Parlamento içi siyaset üzerinde baskı gücü oluşturarak, onun milletin emrinde verimli bir şekilde çalışmasını sağlamak, yanlışlarını düzeltmek, doğrularına destek olmak, projeler üreterek parlamento içi siyaset yardımcı olmak ve yönlendirmektir. Her şeyden önce milleti, örgütlü toplum haline getirmektir. 

İnsan vücudunda ki kılcal damarlar ya da sınır sistemi gibi toplumun her kesimine nüfuz etmek, milleti bütünleştirmek, kaynaştırmak ve bir güç olarak ortaya çıkmasını sağlamaktır. Böylece uluslararası güçlerin, Türkiye de ki siyasal iktidarlar üzerindeki baskısını kırmak, siyasal iktidarların sapmasına, yanlış yapmasına ve zulmetmesine mani olmak amaçları arasındadır. Parlamento dışı/üstü siyasetin denetleyici, yönlendirici, inşa, ihya ve irşad edici bir rolü vardır. Hz. Peygamber in aşağıdaki hadisinde Parlamento üstü siyasetin temel fonksiyonlarından bir kısmı ifade edilmektedir: Yakınlarda sizin bazı önderleriniz ortaya çıkar. Bunlar sizin rızıklarınızı da ellerine geçirirler. Sizinle konuşunca da yalan söylerler. İş yapınca da işleri kötü yola getirirler. Siz onların kötülüklerini iyi görüp, iyi göstermedikçe ve onların yollarına doğru demedikçe sizden razı olmazlar. Siz o zaman onların karşısında hakkı söylemelisiniz. Onlar bundan hoşlanmaz ve size tecavüz etseler dahi ve bu yolda bazı kimseler ölürse elbette ki şehit olarak ölmüştür. (1) 

Parlamento dışı/üstü siyasetin denetleyici ve yol gösterici fonksiyonu, Hz. Ebubekir in halifelik makamına geldiğinde yaptığı konuşmada, en güzel bir şekilde ifade edilmektedir: Hz. Ebubekir: Ey insanlar! Hareketlerimi devamlı kontrol edin. Eğer doğru-düzgün hareket edersem, bana yardım edin. Yok eğer adalet ve doğruluktan ayrılırsam beni düzeltiniz. Ben Allah ın emirlerine itâat ettikçe siz de bana itâat edin. Allah a isyan ettiğim takdirde, siz de bana isyan edin . Hz. Ömer ise, muhacir ve ensarın da bulunduğu bir mecliste benzer bir konuşma yapmıştır: Hz. Ömer; Şayet bazı işlerinizde gevşek davranarak hatalar yapmış olsaydım ne yapardınız Oradakilerden hiç kimse cevap vermedi. Bunun üzerine Hz. Ömer sözlerini iki üç kere tekrar etti. Nihayet Beşir b. Sa d kalkarak Eğer böyle yapacak olursan seni oklar nasıl doğrultuluyorsa öyle doğrulturuz dedi. Hz. Ömer de Sizler, benim istediğim gibi hakkı müdâfaa eden bir Müslüman topluluksunuz dedi. Parlamento üstü siyaset, Seni okları düzeltir gibi düzeltiriz ya Ömer! diyen sahabenin siyasetidir, siyaset anlayışıdır.

Sonuç

Parlamento Dışı/Üstü Siyaset Devrimin Öncü ve Önder Kitlesini Korumak Zorundadır Siyasetin bu iki veçhesinin birlikte var olması ile gerçek, etkin ve verimli bir siyasi mücadele ortaya çıkabilmektedir. Milli Görüş hareketinin başlangıçtaki siyaset anlayışı, bu ikili yapıya dayanmaktaydı. Milli Görüş hareketi bir taraftan parlamentoyu hedeflerken, diğer taraftan 50 civarında ki yan kuruluşları ile parlamento üstü siyaseti yürütmeyi öngörmüştür. İkisi birlikte eş zamanlı faaliyet gösterdiğinden bir nesil meydana getirilmiş ve CHP ile AP arasında sıkışıp kalan Müslümanlara bir siyası kimlik kazandırıp onu iktidara taşıyabilmiştir. Bugün de yapması gereken budur. O nedenle Milli Görüş Hareketi Parlamento üstü siyasete daha fazla ağırlık vermek zorundadır. Çünkü, Devletin resmi, laik ideolojisinin 80 yıllık baskısına rağmen adım adım ilerleyip büyüyen, Türkiye topraklarına dal, budak, kök salan, ABD ye, AB ye, Türkiye de ki carı sisteme, Siyonizm e ve Emperyalizmin her çeşidine karşı olan %25 lik bir İslamcı halk tabanı, 28 Şubat Post modern darbesinden bu yana adım adım eritilmektedir. Büyük yürüyüşün öncü ve önder kitlesi, yok edilmek istenmektedir. 

Bugün asıl tehlike de budur. O nedenle parlamento dışı/üstü siyasetin ana hedefi, bu tehlikeyi önlemektir. Bunun için içe, öze dönük bir tebliğ mekanizmasını harekete geçirmesi tarihi bir sorumluluktur: Sizden, hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır. (3 Ali İmran 104) Unutmayın! Parlamento üstü siyaset, fitne, fesada ve zulme karşı bir fazilet mücadelesidir: Sizden önceki kuşaklardan onlardan kurtardığımızdan pek azı dışında yeryüzünde bozgunculuğu önleyecek fazilet sahibi kişiler bulunmalı değil miydi Zulmedenler ise, içinde bulundukları refahın peşine düştüler. Onlar, suçlu-günahkârlardı. (11 Hud 116) Unutmayın! Parlamento üstü siyaset, günaha, hırsızlığa yolsuzluğa, harama karşı bir ahlak mücadelesidir: Rabbaniyyun ve Ahbar, onları, günah söylemelerinden ve haram yiyiciliklerinden sakındırmalı değil miydi Yapmakta oldukları işler ne kötüdür. (5 Maide 63)

Kaynaklar

1-Kenzul Ummal, c. 6, sh: 297

 

10 Nisan 2014 Perşembe

30 Mart 2014 seçimlerinin ortaya çıkardığı gerçek -1: Türkiye arınmak zorundadır

 (Milli Gazete)

30 Mart 2014 yerel seçimleri, Taksim Kadife darbe sürecinin gölgesi altında yapılmış, toplumsal mühendislik stratejilerinin, yoğun bir şekilde uygulandığı, bir seçim dönemi olarak tarihe geçmiştir. Kadife darbelerin olmazsa olmazı olan seçim sonrası sokak hareketlerine, Ankara seçim sonuçları hariç tutulursa, seçim sonuçları gerekli psikolojik desteği sağlamamıştır. Ayrıca AKP’nin saha/alan hâkimiyeti, sokak gösterilerinden beklenen psikolojik desteği, etkisizleştirmektedir. O nedenle öngörülen sokak hareketleri şimdilik gerçekleştirilememektedir. Bununla beraber, Kadife darbeciler, yeni ittifak kurabilecekleri ve yeni gayrı memnunları saflarına katabilecekleri, hiç beklenmeyen yerden karşı taktik hamleler yapacakları da unutulmamalıdırlar.

Ankara seçimlerinin iptali için Anayasa mahkemesine başvurulursa, Çankaya Meydan Muharebesi, bir ileri aşamaya taşınacaktır. Çankaya muharebeleri, Cumhuriyet tarihi boyunca çok sert geçmiş, muhtıraların hatta darbelerin gizli gerekçesi olmuştur. Bu konu daha sonra ele alınacaktır.

“Hırsızlık ve vatan hainliği” düzleminde yürütülen 30 Mart 2014 genel seçim özellikli yerel seçimler, geride bırakılmıştır. Bu kirli seçim kampanyasının genel olarak ülkeye, millete ve özel olarak da Müslüman camiaya maliyetinin ne olduğu/ne olacağı, Türkiye’nin ne kazanıp ne kaybettiği, önümüzdeki günlerde daha da açığa çıkacaktır. Toplumsal kirlenme, belli bir eşik seviyeyi aştığı zaman o ülkede huzur, dayanışma ve bereket ortadan kalkmakta, iç gerilim ve çatışmalar artmaktadır. Bir ülkenin asıl zenginliği, gücü, sağlıklı, kirlenmemiş, Hakka iman etmiş halkıdır. Gazali’nin Sultan Majuriddin’e yazdığı mektupta, “Ülkemizin halkı ülkemizin şerefi, ülkemizin halkı ülkemizin gerçek zenginliğidir” derken; yönetimde başlayan tefessühün toplumun alt katmanlara yayılması ile ortaya çıkacak tehlikeye, Sultan’ın dikkatini çekmek istemiştir. Türkiye’de seçimler, toplumu kirleten, gerilimi artıran ve kamplaştıran bir mecrada seyretmektedir. O nedenle Türkiye bu konuyu, bugüne kadar olduğu gibi, gene, “seçim sathında olur böyle şeyler”, “söylenenler siyaseten söylenmiştir” yaklaşımı ile hasıraltı etmemeli, iddiaların açıklığa kavuşması için üzerine gitmeli, tarafları iddialarını ispata çağırmalıdır.  Burada bu konu ele alınacaktır.

“Hırsızlık/Haramilik-Ajan Provokatörlük/Vatan Hainliği” Eksenli Kirli Bir Seçim Kampanyası

Türkiye’de siyaset aşırı vaad, muhatabı karalama, küçük görme ve küçük düşürme esasları üzerinde çalışmaktadır. Siyasi partiler, genel olarak, istisnalar hariç, arasında olan iktidar kavgası, mahalle kabadayılarının kavgasına benzemekte; kullandıkları dil, kabadayıların ve kahve kültürünün benzeri hatta daha ileri safhası olmaktadır. Muhalefet, iktidarda olanın yaptığı herhangi biri işi takdir etmemekte, yapılan her şeyi kötü, yanlış hatta ihanet ekseninde ele alıp dillendirmektedir. Diğer taraftan iktidarda olanlar, muhalefet partilerini yok saymakta, yaptık oldu mantığı ile hareket etmektedirler.

Aşağıda, bu seçim döneminde farklı parti önde gelenlerinin ve Gülen Hareketi sözcülerinin birbirleri hakkında söyleyip medyaya yansıyan konuşmalarından alıntılara yer verilmektedir. Amaç, kullanılan dilin ağırlığı ve ürkütücülüğünü gözler önüne sermek ve bu anlayışın devam etmesi durumunda ülkenin nasıl bir bedel ödeyeceğine dikkat çekmektir:

“Bu alçaklıktır, şerefsizliktir, namussuzluktur”; “Biz bu ihanetin, bu ajanlık faaliyetinin hesabını soracağız”; “içinde ajanlık, casusluk olan, ihanet olan niyetler”; “bunlarda yalan var, bunlarda takiye var, bunlarda fitne var, bunlarda fesat var.” “bunlar sapık, sapık”; “virüs”; “Vatana ihanetten başka dertleri yok”; “bunlar bir şantaj şebekesi”; “sülük”; “hain bir örgüt bunlar”; “yalancı peygamberleri, sahte velileri, içi boş, kalbi boş, zihni boş alim müsveddeleri”; “Haşhaşiler”; “Haşhaşi bunların yanında elleri öpülür, elleri”;“bunlar sahtekar, bunlar Haşhaşi, çete, çete, örgüt”;

‘Göz yuman da haramilerle müşterektir’; “haramiler”; “Hırsızlar”, “Nemrut”, “firavun”, “diktatör”; “Allah onların evlerine ateşler salsın, yuvalarını yıksın, birliklerini bozsun, duygularını sinelerinde bıraksın, önlerini kessin, bir şey olmaya imkân vermesin”; “mesâvîyi Allah biliyor, harâmîliği Allah biliyor, hırsızlığı Allah biliyor, rüşveti Allah biliyor.

“Hayatım boyu hırsızlık gördüm ama aile boyu hırsızlık görmedim.”; “Bu adamın villa çalma hastalığı var”; “Bunların dini imanı yok. Hırsızlıkta ustadırlar”; “Şimdi hırsız denince bir kişi hatırlanıyor. Ki onu siz biliyorsunuz.”; “Türkiye’yi hırsızlar yönetemez; bu yalancıdan ve hırsızdan başbakan olmaz”; “Başçalan, ondan daha büyük çalan yok; hırsızlar iş başında olduğu sürece; “Hırsızdan başbakan olur mu Yalancıdan başbakan olur mu Bunda hepsi var”; ”Meğer adamın ustalığı hırsızlıkmış”; “Her yer rüşvet her yer yolsuzluk”; “Sen ihaleye fesat karıştıran bir başçalansın”; “Ben sana ‘sayın başbakan’ demeyeceğim senin unvanın başçalandır.”; “4 çalan, bir başçalan”; “Sende hiç ar, haya yok mu, edep yok mu sende ; “Haramilerin saltanatını yıkacağız. Başçalan ve kırk haramileri indireceğiz inşallah.”; “Allah aşkına kul hakkı yiyenden adam olur mu Yolsuzluk yapandan adam olur mu Şaibeli adamdan adam olur mu Hırsızdan, kul hakkı yiyenden başbakan olur mu ”; “Hırsızdan başbakan olmaz, yalancıdan başbakan olmaz. Hem hırsızdan, hem yalancıdan vallahi başbakan olmaz”. ; Başçalan bizi bölmek ister, ayrıştırmak istiyor”; ‘Hırsız Tayyip’; “Birileri çete reisi, malı götürüyor, milyonları, milyarları götürüyor”

“Diktatörler, 33 yıl millete zulmetmiş insanlar dahi yolsuzluk ve rüşvete bulaştıktan sonra gitmişlerdir”; “Yollar kirlidir, dikenlidir, çamurludur ve tek yol vardır, o da Yüce Dîvan’dır.”

Bunlar yenilir yutulur şeyler değildir. Seçim sürecinde en ağır hakaretleri birbirlerine yapanlar, seçim sonrasında “bütün bunlar siyaseten söylenmiş sözlerdir” deyip seçim sürecinin unutulmasını istemektedirler. Seçim sathında haramlar, çirkinlikler seçim sonrasında nasıl helale ve güzelliğe dönüşmektedir Bunu anlamak gerçekten de zordur, hatta imkânsızdır. Bu konunun da ayrıca tartışılması gerekmektedir.

Siyaset erbabının kullandıkları dilin etkisi, sadece parti yöneticileri ile ilgili alanda kalmamakta, öncelikle kendi tabanlarını etkilemekte, aynı dili taban da kullanmaya başlayınca seviye düşmekte, toplumda gerilim yükselmektedir. Aydınlar, bilim adamları, gençler, siyasetten ve siyasetçiden korkmaktadırlar; siyasete ve siyasetçiye güvenmemektedirler.

Bu seçim döneminde ortaya çıkan diğer bir sıkıntıda, Müslümanlar açısından ağırlığı ve önemi olan, “cemaat”, “imam”, “vaiz”, “dua”, “beddua”, “hizmet”, “abi”, “abla” gibi kavramların yıpratılması ve insanların bu kavramlara ve bu yapılara duyduğu saygı ve güvenin yıkılmasıdır.

Bir kısım siyasi çevrelerin birbirleri hakkında sarf ettikleri ve adeta her seçim dönemi doğallaştırıp meşrulaştırdıkları küfür, hakaret dolu bir siyasi dil, bugün normalleşip, sıradan kullanılan bir dil haline gelmiştir. Seçim sathında söylenen bu sözler, halkı, özellikle gençliği etkilemekte, toplumu hem kirletmekte hem de kamplaştırmaktadır.

Sonuç: Türkiye’nin Ve Siyasetin Arınma ihtiyacı

Hırsızlık ve vatan hainliği düzleminde yürütülen kirli bir seçim kampanyası, geride kalırken, halkın zihinsel yapısı kirletilmiş, kamplaştırılmış, siyasetçiye olan güveni yıkılmıştır. Bunun nihai etkileri, gelecekte daha rahat görülecektir. İki Müslüman camiadan biri, diğerini “hırsız”, “harami” olmakla; diğeri de karşıdakini, “ajan provokatör”, “taşeron”, “hain”, “sapık” olmakla suçlamıştır. Her iki taraf Müslümandır ve birbirlerini en üst düzeyden “Hırsız-Hain” düzleminde tanımlamaktadırlar. Karşıdan bakan üçüncü şahıs ise, Müslümanlar için ne düşünecektir/ne düşünebilir “Bu Müslümanlar, ya hain ya hırsız olurlar”(!) demeyecek midir Müslüman imajını bu hale sokmaya hiç kimsenin hakkı yoktur; siyasetin hiç hakkı yoktur.

O nedenle öncelikle bu iki camia kendilerini aklamalıdır.

Seçimler geride kalırken AKP, CHP ve Gülen Hareketinin yapması gereken şey, seçim sathında karşılıklı yaptıkları iddiaların delillerini, mesnetlerini ortaya koymalarıdır.

Başbakan Erdoğan, Gülen hareketine yönelttiği “ajan provokatörlük”, “taşeronluk”, “çetelik” ve “hainlikle” ilgili belgeleri ortaya koyarak iddialarını ispatlaması, Gülen hareketine sızmış olanları deşifre etmesi ve tasfiyelerini sağlaması gerekmektedir. Bunun ucu kime ve nereye varırsa varsın, Başbakan Erdoğan, bunu yapmak zorundadır. Seçim sonrasında, bu mesele, halının altına süpürülmemeli ve üzeri kapatılmamalıdır. Eğer başbakan bunu yapmaz ise Gülen hareketi mensupları, mahkemelere başvurup Başbakandan iddialarını ispat etmesini istemelidirler. Aksi takdirde bu şaibe Gülen hareketinin üzerinde ömür boyu kalacaktır ve yeni bir İttihat Terakki vakası olarak anılacaktır.

Başbakan Erdoğan’ın yapması gereken ikinci önemli iş, gerek CHP’nin ve gerekse Gülen hareketinin Partisi ve bürokrasi ile ilgili rüşvet ve yolsuzluk iddialarının üzerine, hangi kademe ile ilgili olursa olsun, giderek bir temizlik hareketi yapmasıdır. Seçim sathında öne sürülen iddialar, çok ciddidir. Kamuoyunda aklanılmadığı sürece, bu imaj gittikçe yaygınlaşacak ve çok büyük bir töhmet altında kalacaklardır. Diğer taraftan CHP ve Gülen hareketi mensupları, ellerindeki belgeleri, ilgili mercilere vererek sürece yardımcı olmalıdırlar. Eğer başbakan Erdoğan, böyle bir temizlik hareketini başlatmazsa, CHP ve Gülen Hareketi, iddialarını delillendirerek temizlik hareketini başlatmak zorundadır. Eğer CHP ve Gülen hareketinin elinde hiçbir ciddi belge bulunmadan bu iddialarda bulunmuşsa, Başbakan ve AKP yöneticileri bu iki yapıya dava açmalıdırlar.

Başbakan Erdoğan’ın unutmaması gereken gerçek, bu seçimlerde gelen oyların önemli bir kısmı, kerhen ve şerhli olan oylardır. Yukarıdaki aklanma hareketi yapılmadığı zaman asli mecralarına döneceklerdir.

Bir temizlik, arınma hareketini, tüm Türkiye istemeli, baskı uygulamalı ve bu konuda tarafgir davranmamalıdır. Çünkü bugünkü bu iç çatışmanın temelinde sosyolojik bir gerçek ve ilahi bir kanuniyet vardır: Kirlenme- Dünyevileşme.

Henry Kissenger’in “Bundan böyle savaş İslam’ın kendi içinde olacaktır. Bu, İslam’ın İslam’la savaşıdır.” şeklinde öngördüğü strateji, Türkiye’de denenmiş ve şimdilik başarılı da olmuştur. Acaba bugün karşı karşıya kaldığımız bu iç çatışma, sadece düşman kategorisinde olanların mahareti olarak görülebilir mi Bu çatışmada iç dinamiklerin, kendi hatalarımızın payını görmemek, ilahi sünneti görmemek, anlamamak olur. Camiaların kirlenmesinin, iman- amel düzleminde çok önemli bir yer işgal eden kardeşlik, velilik, sırdaşlık gibi konuların derunileşmemesinin, zihinsel kirlenmenin, dünyevileşmenin göz önüne alınmaması, fay hattının daha da derinleşmesine ve yayılmasına sebebiyet vermektedir/verecektir. Eğer tedbir alınmazsa gelecek ceza, Kur’an ve Sünnete göre,“ümmetin parçalanarak birbirlerine zulmetmeleri” ve “birbiri ile savaşmaları” şeklinde olacaktır/olmaktadır (1).

Ümmetin içinde günahların çoğalması, yaygınlaşması helak olma nedeni olarak gerek şarttır, ancak yeter şart değildir. Yeter şart, günahların çoğalıp yaygınlaştığı bir toplumda, iyiliği emredip kötülükten alı koyan, toplumu arındıran, temizleyen kişi/grup/teşkilat/cemaat/hareketin var olmamış olmasıdır. Hz. Peygamber’in (sav); “Canımı gücü ve kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, ya iyilikleri emreder ve kötülüklerden nehyedersiniz ya da Allah kendi katından yakın zamanda üzerinize bir azab gönderir. (yâhut Allah şerirlerinizi hayırlılarınıza mutlaka musallat eder). Sonra Allah’a yalvarıp dua edersiniz ama, duanız kabul edilmez.” (2) hadisi, bu kanuniyetin en güzel şekilde ifadesidir.

Bu nedenle bugün Türkiye’de yaygınlaşan çirkin hayasızlıklar karşısında, Müslümanların ne tavır takındığı sorgulanmalıdır.

Bütün bu toplumsal çalkantılar, bir değişimin habercisidir. Doğru ile yanlış, hak ile batıl, iyi ile kötü, samimi olanla olmayan, inananla inanmayan, bu mücadele sürecinde ayrılacak, tam bir arınma olacaktır.

Bu ilahi sünnet olarak böyledir:

“Bu, Allah’ın müminleri ayırdetmesi; münafıklık yapanları da belirtmesi içindi....” (3 Âli İmran, 165-167)

Bu ilahi kanuniyet olarak böyledir:

“Bunu Allah sinelerinizdekini denemek ve kalplerinizdekini arındırmak için yaptı.” (3 İmran 133-155)

Bu ilahi kanuniyet olarak böyledir:

“Bu, Allah’ın iman edenleri belirtip ayırması ve sizden şahitler edinmesi içindir.

Yine bu Allah’ın, iman edenleri arındırması ve küfre sapanları yok etmesi içindir.

Yoksa siz, Allah içinizden cihad edenleri belirtip, ayırdetmeden ve sabredenleri de belirtip ayırtetmeden cennete girivereceğinizi mi sandınız.”(3 Âli İmran 140-142)

Öyleyse bu seçimin ortaya koyduğu gerçek;

Müslümanlar arınmalıdır,

Siyaset arınmalıdır,

Türkiye arınmalıdır.

Ve Allah’ın izni ve yardımıyla önümüzdeki günlerde;

Müslümanlar arınacak,

Siyaset arınacak,

Türkiye arınacaktır.

Kaynaklar

1- Can, B., “Muhammed Ümmeti’nin Helak şekli: Parçalanıp Birbirine Zulmetme, Birbiri ile Savaşma”, Umran dergisi, sayı 235, Mart 2014, S:8-17.

2- Buharı H. No: 195; Buhârî, Fiten 19; Müslim, Sıfatu’l-Cenne 84, (2879). (5752)

 

3 Nisan 2014 Perşembe

30 Mart 2014 seçimleri üzerine: Erdoğan ile Gülen'in büyük meydan muharebesi

 (Milli Gazete)

GİRİŞ

30 Mart 2014 yerel seçimleri, Taksim Kadife darbe sürecinin gölgesi altında yapılmış, toplumsal mühendislik stratejilerinin, yoğun bir şekilde uygulandığı, bir seçim dönemi olarak tarihe geçecektir. Kadife darbelerin olmazsa olmazı olan, seçim sonrası sokak hareketlerinin başlayıp başlamayacağı şimdilik bilinmemektedir. Hırsızlık ve vatan hainliği düzleminde yürütülen bir seçim kampanyasının, genel olarak ülkeye, millete ve özel olarak da Müslüman camiaya maliyetinin ne olduğu/ne olacağı, Türkiye nin ne kazanıp ne kaybettiği, önümüzdeki günlerde sorgulanması gereken en hayatı bir konudur. 30 Mart 2014 seçim sonuçlarına ve muhtemel vuku bulabilecek olaylara ve takınılacak tavra, bu çerçevede yaklaşılmasında yarar vardır. Burada bu çerçeve göz önüne alınarak bir ön değerlendirme yapılacaktır.

30 Mart 2014 Yerel Seçimlerinin Genel Özellikleri

Bu ülkede, Cumhurbaşkanlığı, yerel seçimler ve genel seçimler olmak üzere üç ana seçim var ve her üç seçimde de daima bir heyecan ve gerilim yaşanır. Genel seçimlerde, ülkenin geleceğine ilişkin plan, program, proje ve stratejiler tartışılır/tartışılmalıdır. Halk da bu tartışmalar üzerinden plan, proje, program ve stratejisini beğendiği partiye, ekibe, ülkeyi yönetme görev ve sorumluluğunu belli bir dönem için verir. Yerel seçimler, yerel, bölgesel meseleleri en iyi kimin ya da kimlerin yapacağına halkın karar vermesi sürecidir. Yerel seçimlerde partiler ve parti liderleri, önemlidir; ama ondan daha da önemli olan, yerel aday ve kadroların varlığı, onların halka sunduğu projelerdir. Genel seçimler makro ile ilgilenirken, yerel seçimler ise mikro ile ilgilenir. Türkiye de ister yerel isterse genel seçimler olsun, tüm seçimler, hep genel seçim havasında geçer ya da genel seçim havasına sokulurlar. 

Bunun bir nedeni, başarılı merkezi yönetimin ve karizmatik liderlerin, genel seçim havasının daha çok işlerine gelmesidir. Böyle bir kampanya ile tüm dikkatler, yerel adaylar ve projelerden ziyade genele çevrilmekte ve merkezi yönetimler daha avantajlı duruma gelmektedir. 30 Mart 2014 seçimlerinin genel ortak özelliklerini aşağıdaki gibi özetleyebiliriz: Bu yerel seçimler de, genel seçimler gibi yapılmış, yerelden ziyade genel konuşulmuştur. Yerel aday ve yönetimlerin konuşulmadığı, daha ziyade genel siyasetin ve liderlerin konuşulup tartışıldığı bir seçim yaşanmıştır. 30 Mart 2014 yerel seçimlerini analiz edebilmek ve bir yol haritası ortaya koyabilmek için sürece etki eden iç ve dış dinamikleri göz önüne almak gerekmektedir. Dış dinamikler bu yazının kapsamına alınmayacaktır. İç dinamikleri ise aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:

Siyasi Partiler

Etnik Unsurlar

Mezhepsel Unsurlar

STK/Cemaat/Hareketler

Kadife Darbeciler

Halk

Seçimlerin aslı unsuru olan siyasi partilerin, genel olarak da halkın, seçim döneminde etkin olması işin doğası gereğidir. Ancak ilk kez bu seçimlerde, STK/Cemaat/Hareketler bazında ciddi bir kutuplaşma oluşmuştur. Bu kutuplaşma, sağ- sol, laik- anti laik kutuplaşmasının ötesinde Müslüman kimlikli yapılar arasında meydana gelmiştir. Bu durum, gelecekte aile içi kavganın daha da şiddetlenmesine neden olacaktır. Seçim sonrası tarafların tutum ve tavırları, söylemleri bunu göstermektedir. Bu seçim döneminde, önceki seçimlere nazaran, AKP karşısında CHP ve MHP tabanında bir ittifakın olduğu görülmektedir. CHP ve MHP tabanında, özellikle İstanbul, Ankara Belediye Başkanlıkları için MHP den CHP ye çok açık bir oy kayması vardır. Bu kutuplaşma, Saadet Partisi tabanından, Saadet Partisi yönetimlerine rağmen, AKP ye bir oy kayması meydana gelmesine sebebiyet vermiştir. Saadet ten AKP ye oy kayması anlaşılabilirdir. Fakat MHP den CHP ye oy kaymasının anlaşılması, o kadar kolay değildir. Bunun için özel bir analize ihtiyaç vardır ve MHP kadroları bunu yapmalıdır. 

Türkiye, önceki seçimlerde olduğu gibi oy dağılımı açısından üç ana bölgeye ayrılmış durumdadır. AKP, Türkiye nin her tarafında vardır. Güneydoğu bölgesinde BDP, AKP ve HÜDA PAR vardır. CHP, Trakya, Ege ve Akdeniz sahillerinde etkindir. MHP için belli bir bölge söylemekten ziyade belli vilayetlerde etkinliğini artırdığını söyleyebiliriz. Güneydoğu bölgesinde etnik unsur etkin olup BDP ağırlıklıdır. Bu bölgeden 2. derecede BDP ye yakın en yüksek oy alabilen parti AKP dir. Bu, Türkiye nin geleceği açısından önemlidir. Saadet in bu bölgede oylarının düşmesi iyi olmamıştır. Kürt Kavmiyetçiliği üzerinden siyaset yapan BDP, çok iyi örgütlenmiş ve sahada iyi performans göstermiştir. Kürt kimlikli ve fakat İslami özellikli HÜDA PAR ın Güneydoğu da Saadet i aşarak 3. Parti olması dikkat çekicidir. HÜDA PAR, gelecekte ciddi bir rakip olarak BDP nin karşısına çıkabilir. AKP nin Güneydoğu da oyunu artırmış olması, önemli bir olgu olup çözüm sürecinin etkisi olarak değerlendirilebilir. Bu seçim döneminde kampanyalar, partiler üzerinden değil liderler üzerinden yürütülmüş, tüm saldırı ve eleştiri liderlere yapılmıştır. 

Erdoğan, tek başına yürüttüğü bir seçim kampanyasının galibidir; partisi ve milletvekilleri ortada yoktur. Türkiye nin en büyük partisinden arındırılmış bir seçim zaferi, siyasal mücadele açısından ne derece başarı olarak kabul edilmelidir. AKP kurmaylarının, bunu seçim sonrasında tartışmaları gerekmektedir. 2002 yılından buyana tüm seçimleri, iktidar partisi olarak, birinci parti olarak kazanması, Erdoğan ın çok büyük bir başarısıdır. Erdoğan ın bu başarısının sebebini, diğer partiler, gerçekçi bir analiz yaparak bulmalıdırlar. Bu seçim döneminde örgüt olarak sahada var olan iki parti ise BDP ile Saadet tir. Saadet Partisi kadrolarının %1,5 lerdeki oy oranını göz önüne almadan, yaşlısı genci, kadını ve erkeği ile bu seçime, bu kadar içten ve cansiperane asılmaları, en dikkat çeken noktadır. Saadet in kadro, teşkilat olarak sahada, cihad, değer eksenli bir mücadele ruhu ile var olması ve bu büyük kutuplaşmaya rağmen oyunu artırmış olması, Saadet in geleceği açısından çok önemli bir olgudur. Bu abartı olarak görülebilir. Ancak kadrolu, teşkilatlı ve değer eksenli bir mücadelenin anlam ve önemini bilenler, ne dediğimi daha iyi anlayacaklardır. 

Parlamentoya dönük değer eksenli bir siyasi mücadele, yakın gelecekte çok daha önemli hale gelecektir. Çünkü bu ülke bu kadar kirlenmeyi kaldıramaz. O nedenle Saadet kadroları, bu seçimin çok gerçekçi bir analizini yapmalıdırlar. 30 Mart 2014 seçimlerini bugüne kadar gelen seçimlerden ayıran temel bir özellik de, bu seçimlerin dış destekli Taksim Kadife darbe sürecinin gölgesinde, büyük bir gerilim altında yapılıyor olmasıdır. Bu seçimin en önemli bir başka özelliği de, Parlamento dışı bir faktör olarak Gülen hareketinin ve onun lideri Fethullah Gülen in AKP karşısında bir cephe savaşına girmiş olmasıdır. Kendi tabanının düşüncesi ile asla uyuşmayan CHP ye, AKP karşısında destek vermesi, kadrolarını bir CHP kadrosu gibi cepheye sürmesi, ev ev dolaştırması, bu seçimin en çok konuşulacak bir yönüdür. Keza, kendi tabanına, parti felsefesine ve Ergenekon davasına rağmen CHP nin, Gülen Hareketini savunması, desteklemesi de ilginçtir. Kimin ne kazanıp ne kaybettiği zamanla anlaşılacaktır.

CHP-Gülen İttifakına karşı İslami kimlikli STK/Cemaat/Hareketlerin Gülen Hareketi karşısında bloklaşmaları ve AKP ye alışılmışın ötesinde bir destek vermiş olmaları, Erdoğan ı başarı kılan çok önemli bir faktördür. Bu Müslüman camiaların birçoğu, AKP yi savunma aşkına laik- seküler bir sistemi, hükümeti değil, savunmuş, bugüne kadar söylediklerinin tersine devletçi olmuşlardır. Laik Devlet/Sistem yıkılacak elbet diyenlerin, Laik Devlet/Sistem yaşayacak elbet (!) noktasına gelmeleri, çok düşündürücüdür. Bu seçim sürecinin böyle bir sonucu olduğu görülmelidir. 

AKP ye rey vermekle sistem zihniyetini meşru görüp savunmak arasındaki farkın anlaşılamaması, tebliğ edenlerin üzerinde durması gereken bir konudur. Hırsızlık-Ajanlık kıskacına sıkıştırılan, ikisinden birini tercih etme baskısı altına alınan bu Müslüman camiaların, ikisine birden karşı çıkma ya da hayır çalmıyorlar, yok böyle bir şey ya da Hırsızla ajan arasında hangisini tercih etmeliyiz deme yerine; hırsızlık yapmayan var mı , çalıyorlar ama çok güzel işler de yapıyorlar , bal tutan parmağını yalar , ben ajana karşı hırsızı tercih ederim tarzında bir savunma mekanizması geliştirmeleri, bu dönemin en üzücü, en acı ve en dikkat çekici bir özelliğidir. 

Buna karşılık Gülen hareketi mensuplarının, biz ajan provokatör değiliz, ispatla deyip Erdoğan ı savcılığa şikayet etmemelerini yorumlamak mümkün değildir. Dini hassasiyeti olan herkesin, AKP ve Gülen hareketi üzerinden Müslüman zihin üzerinde bir formatlama operasyonu yapıldığını görmesi gerekmektedir. AKP ye oy vermekle, sistemi savunmak arasındaki farkı ya da sistemle hükümet arasındaki farkı anlamak, kavramak zorundalar. Gülen Hareketi mensuplarının da Gülen in ABD de esir olduğunu görmeleri gerekir. Ne Genel Seçim Ne Mahalli Seçim Savaşı: Erdoğan la Gülen in büyük meydan muharebesi Kadife darbe sürecinin dershaneler savaşı aşamasından sonra, Kadife darbenin yürütücü gücü olarak, içerden dışarıya doğru, darbeci güçlerin üçüncü halkasına yerleştirilmiş olan Gülen hareketi, bu seçimi Erdoğan la kendisi arasında bir varlık ya da yokluk savaşı olarak görmüş ve seçime mevcut siyasi partilerden daha yoğun bir şekilde, topyekûn savaş kuralına uygun olarak, bütün kuvvetleri ile girmiştir. Bu durum, siyasi mücadelenin çok daha geniş alana yayılmasına, gerilim ve kutuplaşmanın daha da derinleşmesine sebebiyet vermiştir. Bugün yaşanan kutuplaşma ve gerilimin en önemli özelliği, iki Müslüman camia arasında vuku bulması ve derin bir fay hattı meydana getirmiş olmasıdır. Başbakan Erdoğan, Taksim kadife darbe sürecinde asıl hedefin kendisi olduğunu görerek, alınmak istendiği kumpasın farkına vararak, bu kumpastan kurtulmak için bu yerel seçimleri genel seçim havasına sokmuştur. 

Belediyelerden kirlenme konusunda şikâyetlerin yoğunlaşmış olması ve genelde 17, 25 Aralık ve İzmir yolsuzluk operasyonları (!) ile AKP nin isminin yolsuzlukla anılmaya başlanması, AKP nin zorlanacağı ve ağır bedel ödeyeceği bir yerel seçim sathına sokulduğunun farkına varan Erdoğan, yerel seçimleri genele çevirerek bu ortamdan ve kumpastan kurtulmak istemiştir. O nedenle seçim kampanyasını, ağırlık merkezinde kendisi olan bir havaya büründürmüştür. Birinci parti olmazsam siyaseti bırakırım mesajı, partiye değil doğrudan doğruya kendi tabanına verdiği bir mesajdır. AKP ye değil Erdoğan a rey veren taban, mesajı almış ve bütün kuvvetleri ile Gülen hareketine karşı taarruza geçmiştir. Gülen Hareketinin AKP tabanında ve İslami camialarda oluşturmak istediği kaos ve çözülme, adeta bir Majıno hattı kurularak durdurulmuştur. Kadife darbe sürecinde 17 Aralık sonrası başlatılan yolsuzluk kasetleri ve hukuk savaşları, gerek Başbakan Erdoğan ı ve gerekse AKP sini çok sarsmıştır. AKP nin rüşvet ve yolsuzlukla anılmaya başlandığı hatta özdeşleştirildiği bir süreçte, seks kasetlerinin gündemde yer işgal etmesi, hatta herkesin özel hayatının, aile yaşantısının da değişik otellerde görüntülendiği propagandasının yapılması, işin rengini ve şeklini değiştirmiştir. 

Numan Kurtulmuş ile ilgili yayınlanan sahte seks kaseti ve Erdoğan la Fatma Şahin i iki âşık gibi gösteren montaj resim, bu tür kasetlerin hem güvenirliliğini hem de amacının farklı olduğunu ortaya çıkarmıştır. Bundan sonra bu çerçevede yapılan yayınların etki güçleri, eskisi gibi olmamış ve fakat bir imajın yıpranmasına da sebebiyet vermişlerdir. Türkiye yi asıl sarsan olay, MİT in Suriye ye gönderdiği Tırların, Gülen hareketine mensup olduğu iddia edilen Yargı-Polis-Asker ekseni tarafından iki kez deşifre edilip durdurulmasıdır. Ardından Türkiye yi, teröre yardım yataklık yapan bir ülke olarak gösteren kampanya başlatılarak uluslararası mahkemelerde mahkûm etmeye çalışmaları, Erdoğan ın elini kuvvetlendirmiş, tabanı birbirine kenetlerken diğer partilerden, özellikle Saadet ten ciddi bir oy transferi sağlamıştır. Seçime bir hafta kala Suriye ile ilgili Dışişlerinin dinlenmesi, Erdoğan ın Gülen Hareketine karşı kullandığı vatan hainliği söylemini kuvvetlendirmiş, sağ seçmeni ciddi bir şekilde etkilemiş ve AKP ye bir miktar daha oyun gelmesini sağlamıştır. Bu olaylardan sonra Gülen hareketine olan Müslüman camianın muhalefeti, adeta düşmanlığa dönüşmüştür. Gülen hareketi, bu süreç içerisinde neredeyse vatan hainliği , ajanlık ve taşeronlukla özdeşleştirilmiştir. 

Türkiye'nin eylem planındaki politikalarını deşifre edip engellemek, devlet sırlarını ayağa düşürmek hakkını kendilerinde bulmaları, kendilerine ayrı bir konum biçmeleri, siyası iktidarı devre dışı bırakma, aciz gösterme politikaları uygulamaları, kendilerine yönelen öfkenin daha da kabarmasına neden olmuştur. Gülen Hareketi tarafından yapıldığı iddia edilen bu operasyonları, hareketin ret etmeyip savunmaları, bunu kimin hesabına yaptığı ve amacının ne olduğunun sorgulanmasına neden olmuştur. ABD, Neocon+Siyonist, İsrail ittifakının taşeronluğu şeklinde bir kanaatin yerleşmesine zemin hazırlamıştır. Başbakan Erdoğan, Taksim Kadife Darbe sürecinin 17 Aralık yolsuzluk aşamasından sonraki evresinde, asıl sorunun yolsuzluk olmayıp çözüm sürecini baltalamak olduğunu gündeme taşımıştır. Dikkatleri, yolsuzluktan çözüm sürecine kaydırmak istemiştir. 

Abdullah Öcalan'ın 17 Aralığa `darbe diyerek çözüm sürecinin engellenmeye çalışıldığı imasında bulunması, Kürt halkının duyarlılığını artırmış, BDP nin sürece destek vermemesini sağlamıştır. Gülen hareketinin 2009-2010 daki KCK tutuklamalarındaki rolünü göz önüne alan Erdoğan, yapılan operasyonların basit bir yolsuzluk operasyonu olmadığını, asıl meselenin, siyasi iktidarı düşürmeyi de aşan, ülkenin önünü kesmek, çözüm sürecini engellemek olduğunu ve bu işin arkasında uluslararası güçlerle Gülen hareketinin var olduğunu anlatan büyük bir psikolojik harekât başlatmıştır. Seçim sürecinin belli bir anından itibaren Erdoğan, hedef tahtasının merkezine Pensilvanya yı (Fethullah Gülen) koymuştur. CHP ve MHP yi Pensilvanya'nın kuyruğuna takılmış iki önemsiz siyasi aktör olarak nitelendirerek ciddiye almaz bir tavır takınmıştır. 

Pensilvanya ya vurdukça, kitlelerin öfkesinin daha da kabararak kendi etrafında kenetlenmesine ve seçim alanlarının daha da heyecanlanmasına neden olduğunu gören Erdoğan, söylemini, Pensilvanya üzerinden daha da sertleştirmiştir. O nedenle bu seçimler ne yerel ne genel seçim olarak ele alınmalı, Erdoğan la Gülen arasında bir varlık ya da yokluk savaşı olarak değerlendirilmelidir. Bu seçimleri, isimlendirmek gerekirse, Erdoğan la Gülen in büyük meydan savaşının 30 Mart 2014 Büyük Meydan Muharebesi aşaması olarak isimlendirmek daha uygundur.

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...