(Umran Dergisi)
“Gerçek şu ki, onlar hileli-düzenler kurdular. Oysa onların düzenleri, dağları yerlerinden oynatacak da olsa, Allah katında onlara hazırlanmış bir düzen vardır.” (14/46)
27 Nisan Kadife Darbesinin
temel amacının, Cumhurbaşkanlığı seçiminin engellenmesi, AKP’nin
tek parti iktidarının engellenmesi, Türkiye’nin CHP+MHP koalisyonunca
yönetilmesi ve Müslümanların Türkiye’de bir güç olmaktan çıkarılarak
tasfiye edilmesi olduğunu geçen sayılarda incelemiştik. 27 Nisan
Kadife Darbesi, Cumhurbaşkanlığı seçimini engellemekte ve Türkiye’yi
bir erken seçime sürüklemekte başarılı olmuştur. Ancak diğer hedeflerini
gerçekleştirmede başarılı olmadığı gibi tam tersine, AKP' nin oylarını
artırarak tek başına iktidar olmasını sağlamış ve de muhalefetin
tamamı birlik olsa bile bir hükümet kurma şansını ortadan kaldırmıştır.
Kadife Darbeyi projelendiren Emekli Kurmay Subaylar, bu gerçeği
göremediler mi? Yoksa onlar da daha büyük bir satranç oyununda mı
kullanıldılar? Bunu zaman gösterecektir.
Elektronik Muhtıraya kadar
oy kaybında(%29-34) olduğu söylenen bir Parti, ne oldu da, ‘iktidarda
olan yıpranır’ tezinin aksine, oylarını artırabildi? Ana muhalefet
partisi niçin ciddi bir varlık gösteremedi? AKP’nin reylerini artıran,
CHP’nin reylerini durduran ve DP hareketini kadük eden ana faktörler,
ana dinamikler nelerdir?
Bu yazıda bu soruların
cevaplarını aramaya ve geleceğe dair bir fotoğraf çekmeye çalışacağız.
İç ve Dış Dinamikler
Türkiye’deki olaylarda etkili olan belli iç ve dış güç odakları vardır. Bunların politikaları bazen birbiri ile örtüşmekte, bazen de ayrışmaktadır. Türkiye’deki gerilimin şiddeti örtüşme ve örtüşmemeye bağlı olarak değişmektedir.
İç Dinamikler
Türkiye’de etkili iç güç
merkezlerini ana hatları ile aşağıdaki şekilde sınıflandırabiliriz:
Ordu
Büyük Sermaye
Kartel Medyası
Masonlar/Sabetayistler
Cumhurbaşkanı
Yargı
YÖK
ve Rektörler
Aydınlar
Parlamento
Siyasi
Partiler
Millet
Demirel ve Erbakan
Türkiye’deki bu güç odakları,
Türkiye’nin yönetilmesinde, devlet politikalarının oluşturulmasında
ve uygulanmasında bir ve bütün olarak hareket edememektedir. Genelde
bu güç odakları geçen sayılarda ifade ettiğimiz Milletin ağırlık
merkezi (Toplumsal Merkez), Sistemin ağırlık merkezi(Sistem Merkezi)
olmak üzere iki ağırlık merkezi etrafında yoğunlaşmaktadır. Türkiye’nin
ana sorunu, bu iki merkezin genel olarak, örtüşmemesi ve çatışma halinde
olmasıdır.
Bu güç merkezleri, kendi
içlerinde de homojen bir dağılım göstermemekle beraber iki ağırlık
merkezine göre konumlanmalarını aşağıdaki şekilde özetleyebiliriz:
Sistemin ağırlık merkezinde
Ordu, Cumhurbaşkanı, Büyük sermaye, Kartel Medyası Batılı aydınlar,
YÖK, Masonlar/Sabetayistler, CHP, Sol kadrolar ve ulusalcılar yer almaktadır.
ANAP ve DYP kadroları, iki merkez arasında kararsız kalmakta, sarkaç
gibi sallanmaktadırlar; ana handikapları budur. MHP milletin merkezinden
sistemin merkezine doğru yönelmiş görülmektedir. Sistemle
Devleti birbirine karıştırmanın
kafa karışıklığı içerisinde Türkiye’deki milliyetçiliğin özünde
yer alan dini değerleri dışlama eğilimindedir. Milletin ağırlık
merkezinin temsili zaman ve zemine bağlı olarak değişmektedir. Bugün
için bu görev AKP’ye verilmiştir. Milletin değerlerine bağlı olarak
ortaya çıkan bu merkezde SP, BBP, Anadolu sermayesi, millici ve dindar
aydınlar ve medya ile cemaatler bulunmaktadır.
Bu seçimlerde sistemin
ağırlık merkezinde yer alan güçlerin parçalandığını görmekteyiz.
Ordu, Cumhurbaşkanı, Yargı, YÖK AKP’nin karşısında yer alırken; Büyük
Sermaye, Kartel Medyası, Masonlar/Sabetayistler ve Batıcı Aydınlar
ağırlıklı olarak AKP’nin yanında yer almışlardır. Cumhuriyet mitinglerinde
‘Ne ABD Ne AB’ sloganı AB yanlısı büyük sermayeyi, kartel medyasını
ve batıcı aydınları ciddi bir şekilde rahatsız etmiştir. TÜSİAD
üyelerinin %50-80’nin CHP’ye rey verip AKP’nin iktidarının devamını
istemesinde, Batı ile entegrasyonun tehlikeye girebileceği korkusu
ile birlikte büyük bir rant kaybının olabileceğinin katkısı olduğu
söylenebilir.
Seçim sürecinde Fener Patriğinin ekümenikliği ile ilgili davanın açılmış olması, Hıristiyan azınlığın reylerini AKP istikametinde etkilemiş olabilir.
Dış Dinamikler
Türkiye’deki olaylar üzerinde
etkili olan dış dinamikler, ana menfaatleri birbiri ile çelişen
iki ana eksen boyunca konumlanmışlardır. Birinci eksende yer alanlar,
ABD, AB, İsrail/Siyonizm, Vatikan ve uluslararası sermayedir. İkinci eksende yer alanlar, Rusya, Çin İran ve
Hindistan’dır. Birinci eksende yer alan güçlerin uygulamaya sokmaya
çalıştıkları projelerden Büyük Ortadoğu, Avrasya’nın Dönüştürülmesi,
Avrasya’nın Hıristiyanlaştırılması, Dinlerarası Diyalog, Büyük
İsrail ve Uluslararası sermayeye ilişkin özelleştirme projeleri,
Türkiye’yi ana hedef haline getirmektedir. Buna karşılık ikinci eksen
ülkeleri Türkiye’yi, Batı istilasını durduracak bir güvenlik şemsiyesi
olarak görmektedirler.
Bu iki eksen arasındaki
fay hattında enerji birikimi olmakta, yeni bir soğuk savaşın başlama
sinyallerini vermektedir. Türkiye’de her iki eksen ülkeleri ile
ilişki içerisinde olan iç güç merkezleri bulunmaktadır.
27
Nisan Kadife Darbesi
organizatörleri, uluslararası
arenada Türkiye'nin ABD ve AB’den koparak
Rusya-Çin-Hindistan-İran eksenli bir dış politika izlemesini
istemektedirler. Türkiye’nin ABD-AB ekseninde kalmasını isteyen Batıcı,
ABD'ci İsrail’ci lobi ve güç odakları kadife darbeye
bu açıdan karşı çıkarak CHP-MHP koalisyonuna karşı AKP’nin tek başına iktidar olmasını tercih etmişlerdir.
Birinci eksen ülkeleri
bütün olarak AKP’nin tüm icraatlarından ve dış politikasından memnun
olmasa bile AKP dışında seçimde başarı gösterecek müttefik bulma
şansları da yoktu. Bu açıdan birinci eksen ülkeleri AKP’yi isteyerek-istemeyerek
desteklemişlerdir. İşte dış güç merkezlerinden gelen bu destek, sistemin
ağırlık merkezinde yer alan iç güç merkezlerinin parçalanmasına neden
olmuştur. Kanaatimizce elektronik muhtıranın yazılış şekli, kullanılan
dil ve üslup bundan sonra şekillenmiştir. Kartel medyasının AKP yanında
yer alması ile AKP propagandada çok büyük bir üstünlük elde etmiştir.
Büyük iç ve dış sermayenin desteklemesi, olumsuz yöndeki ekonomik
manipülasyonları engellediği gibi olumlu istikamette, özellikle
borsada, bir etkileme yapmıştır. Eğer böyle bir destek olmasaydı ve
AKP karşısında yekvücut bir cephe olmuş olsaydı 2001’dekine benzer
bir kriz yaşanabilirdi. Kadife darbe sürecinde borsanın devamlı
yükselme trendinde olmasına bu zaviyeden bakmak gerekir.
Bununla beraber AKP iktidarı ikinci eksende ki ülkelerle ilişkileri geliştirmeye çalışmıştır. Seçim sürecinde Petkim’in özelleştirmesi ile Iranla Doğal Gaz anlaşması için görüşmeler yapılmasına bu açıdan da bakmakta fayda vardır
Bilderberg
Toplantısı
Bu yılki Bilderberg Toplantısı Türkiye’de yapılmış ve Türkiye’den 13 kişi toplantıya katılmıştır. Dünyadaki birçok olayda parmağı olan böyle bir toplantının Türkiye’de yapılması, Türkiye ile ilgili kararlar alınıp alınmadığı şüphesini ister istemez uyandırmaktadır. Neler konuşulduğunu ve ne kararlar alındığını bilemiyoruz. Her Bilderberg toplantısından sonra bazı ülkelerde önemli yönetim değişiklikleri olduğu, daha öncekilerden bilinmektedir. Muhtemeldir ki Türkiye’deki Cumhurbaşkanı seçimleri konuşulmuş, buna dönük bazı kararlar alınmıştır. Bu toplantıda alınan kararlar doğrultusunda Türkiye’yi etkileyecek tarzda bazı iç güç odaklarının konumlandığı göz ardı edilmemelidir.
Hudson
Enstitüsünde Yapılan Toplantı
Türkiye seçim sürecine
sokulmuşken 13 Haziran 2007 tarihinde Hudson enstitüsünde Türkiye’den
giden generallerin de katıldığı iddia edilen bir toplantı tertiplenmiştir(1). Bu toplantının içeriği hakkında
medyada yer alan bilgi, dış güçlerin Türkiye’yi nasıl bir kumpasa aldıkları/alabildikleri
anlamında önemlidir. Toplantının deşifre edilip Türkiye’de tartışmaya
açılması, Türkiye’deki seçimlerle ilgilidir.
Genelde bu tür toplantılarda
neler konuşulduğu dışarıya yansıtılmaz. Ancak burada bir istisna
yapılmış ve toplantıda konuşulanlar dışarıya sızdırılmıştır. Bir güç, orada konuşulanların
Türkiye’de tartışılmasını istemiştir. Böylelikle Türkiye’deki değişik güç merkezlerine bazı mesajlar iletilmiştir.
Toplantıyı önemli kılan,
toplantıya katılanlar ve de toplantıda konuşulanlardır. Toplantı,
Türkiye’de Genelkurmayın Kuzey Irak’a girilmesi gerektiğini yüksek
sesle söyleyip tartışmaya açtığı bir zamana denk gelmiş/getirilmiştir.
Kuzey Irak’a girme isteğindeki
zamanlama, seçimlerle ilgili olduğu kanaatini kuvvetlendirmektedir.
Kadife darbe, Cumhurbaşkanlığı seçimini engellemiştir. Aynı zamanda
yapılacak bir seçimden AKP’nin iktidar alternatifi olarak çıkmasını
da engellemek istemektedir. Seçimin çok erkene alınması, AKP’nin
işine gelirken kadife darbecilerin işine gelmemektedir. Onun için
seçimin ertelenmesi istenmektedir. Değişik kulislerde Hudson’da
tartışılan senaryolara benzer senaryoların da Türkiye’de tartışıldığı
ve bir merkez tarafından servis yapıldığı bilinmektedir. Zeyno Baran’dan
Güler Kömürcü’ye kadar bir çok yazar, bu dedikoduları köşesine taşıyarak
kamuoyuna mal etmişlerdir. İşte bu nedenle Hudson toplantısının
Türkiye’de tartışmaya açılması, önemli, anlamlı ve mesaj doludur.
Senaryonun korkunçluğu
ve iğrençliği kamuoyunun koşullandırılmasını kolaylaştırmıştır.
Yapılan bu servisle bir çok kesime mesaj gönderilmiştir:
Askere:
Eğer siz, ben istemediğim halde Kuzey Irak’a girerseniz PKK liderlerini
AKP’ye teslim ederek hem sizin oraya giriş nedeninizin gerekçesini
ortadan kaldırır, hem de AKP’ yi seçimde çok avantajlı duruma getiririm.
Her şeyi sana fatura ederim.
Hem bu mesajı göndermiş
hem de Türkiye’deki bir çok karanlık olayın arkasında devletin hatta
doğrudan askerin olduğu kanaati yerleştirilmek istenmiştir. Bu
şekilde ordu yıpratılmıştır.
AKP’ye: Asker benimle
işbirliğine girmek istemektedir. Ayağını denk al, benim karşı olduğum
politikalardan vazgeç.
Anayasa
ve diğer yargı organlarına:
Benim politikalarımı yargı yoluyla engellemeye kalkarsanız bir
suikasta kurban gidebilirsiniz.
PKK
ve diğer Kürt liderlere: Emrimden dışarı
çıkarsanız sizi satmaktan çekinmem, ayağınızı denk alın. Hem askeri
operasyona izin verir, hem de Öcalan’ı paketleyip gönderdiğim gibi
sizleri de paketler gönderirim.
Bu mesajları kimlerin
alıp kimlerin almadığını bilemiyoruz. Ancak seçimi operasyonla
engellemek isteyenler, bu amaçlarına ulaşamadılar. Böylelikle
AKP çok erken bir seçimle Cumhurbaşkanlığı mağduriyetinin duygusal
sonuçlarını elde etme fırsatını yakalamış oldu. Bu toplantı ile
Türkiye’deki bütün karanlık işlerin faturası orduya çıkartılmaya
çalışıldı. Böyle bir psikoloji hükümete mal edilen Van, Şemdinli,
Danıştay, YÖK, Malatya olaylarından hükümetin aklanmasını sağladı.
Seçmen indinde güven tazelemiş oldu.
Kürt halkı ve DTP’nin yöneticileri üzerinde de Hudson toplantısının etkili olduğu kanaatindeyiz.
Seçimi Etkileyen Diğer Parametreler
22 Temmuz Seçimleri, iç
ve dış dinamiklerin çatışması ile yol boyu şekil almıştır. Makro ve
mikro planda var olan bir çok faktör seçim sonuçlarında etkili olmuştur.
Yukarıdakilere ilave olarak seçimi etkileyen daha başka dinamikler
vardır. Bunları aşağıda ki gibi özetleyebiliriz:
• Cumhurbaşkanlığına Abdullah Gül’ün aday seçilmesi
• Şuuraltı: 80 yıllık söyleme(mürteciler, işbirlikçiler,
cahiller) cevap: ‘İnadına AKP’
• AKP’nin alternatifi: CHP ve MHP koalisyonu
• Güneydoğu’ya asker sevkıyatı ve Kuzey Irak’a operasyon
• ‘Tek başına iktidar olamazsam siyaseti bırakırım’
resti
• CHP-DSP ittifakının istenen sinerjiyi oluşturamaması
• Seçim kampanyalarında AKP rakiplerinin propaganda hataları
Cumhurbaşkanı Adayı: Abdullah Gül
AKP cumhurbaşkanlığına, toplumsal psikoloji açısından çok isabetli bir aday göstermiştir. Abdullah Gül birikimli, tecrübeli bir devlet adamıdır. Soğukkanlıdır ve sabırlıdır. Başbakanlığı zamanında kendisine yapılan hakaretlere üslubunu bozmadan cevap vermiş, gerginlik meydana getirmemiştir. Kendi içerisinde tutarlıdır ve kararlıdır. Bu özellikleri nedeniyle halk tarafından, tahmin edilenin ötesinde sevilmektedir. Adaylığı açıklandığı zaman AKP’ye rey vermeyen insanların bile nasıl memnun olduklarına şahit olmuşuzdur. Gözlemlerimize dayanarak ifade etmek istersek, Erdoğan ve Arınç olmuş olsaydı AKP dışındaki çevrelerde bu kadar memnuniyet olmazdı. Tabi ki bu bir gözlem, katılabilir veya katılmayabilirsiniz. DYP ve ANAP’ın meclise gelmemekten dolayı çökmelerinde bu sevginin etkili olduğu inancındayız.
Bir
Şuuraltı Olayı: ‘İnadına AKP’
Cumhuriyetin belli bir
döneminden sonra Müslüman bir halk hakarete uğradı, aşağılandı,
horlandı, suçlandı, korku salınarak tehdit edildi, adeta yok sayıldı.
Bu dönemde Müslüman halk cahil, geri zekâlı,
aşağılık, mürteci, işbirlikçi olarak hakarete uğramıştır. Kanunen
ve cebren bertaraf edileceği tehdidi ile susturulmuştur. Laiklik
ve cumhuriyet karşıtlığı Demokles’in kılıcı gibi ensesinde sallandırılmıştır.
Her şey sanal bir halk için düzenlenip icra edilmiştir.
Kadife darbe sürecinde
benzer söylem ve uygulamalar farklı kesimler tarafından gerçekleştirilmiştir:
• Yargı mensuplarının konuşmalarında kullanılan
dil ve üslup
• YÖK başkanı ve rektörlerin konuşmalarında kullanılan
dil ve üslup
• Van’dan başlayıp Malatya’ya kadar devam eden olaylar
sürecinde kullanılan dil ve takınılan tavır
• Cumhurbaşkanının takındığı tavır ve kullandığı
üslup
• Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanlarının kullandığı
dil
• Anayasa Mahkemesinin kararı: 184=367
• Cumhurbaşkanlığı seçiminde kullanılan dil ve üslup
• Cumhuriyet mitingleri sürecinde kullanılan dil
ve üslup
• 27 Nisan e-muhtırasında kullanılan dil ve gerekçeler
80 yıllık süreçte kullanılan
dil ve yapılan uygulamalar, bir şuuraltının oluşmasına sebebiyet
vermiştir: Ben bir köle değilim, vergisini veren,
vatanını savunan, kanı
ile vatan topraklarını sulayan
ve bu ülkenin sahibi olan bir vatandaşım.
Ben milletim. Bu ülkenin aslı sahibi benim.
Neden suçlanan, aşağılanan,
horlanan ve tehdit edilen benim?
Siz kimsiniz? Niçin benim tüm seçip
iktidar yaptıklarım düşman
ilan edilip darbelerle düşürülmektedir?
Yeter artık! Bu şuuraltında CHP hep ötekidir
ve de tehlikelidir. Halka reva görülen
zulmün baş mimarı olarak
kabul edilmektedir. CHP sevilen
değil korkulandır. Menderes’in
‘Yeter artık! Söz milletin!’, AKP’nin ‘Yeter
artık! Karar milletin!’ afişlerinde bu
şuuraltının okunuşu vardır.
Yer darlığından dolayı yukarıdaki konuşmaların hepsini burada irdeleme imkanı yoktur. Arzu edenler Umran’ın geçmiş bir yılını inceleyebilirler. Burada seçimi çok etkilediği için Cumhuriyet mitinglerinde kullanılan sloganlar ve 27 Nisan e-muhtırasının üzerinde ana hatları ile duracağız.
Cumhuriyet Mitinglerinde Kullanılan Sloganlar
Üç büyük mitingde kullanılan
sloganlara baktığımızda, Cumhuriyet tarihi boyunca yapılan suçlama
ve hakaretlerin izlerini görmemiz mümkündür:
Tandoğan
mitingi: ‘Türkiye
laiktir, laik kalacaktır’. ‘Her şey vatan için’. ‘Çankaya laiktir, laik kalacak’. ‘Atatürk gençliği görev başında’. ‘Türk gençliği
vatanı sattırmayacak’.
Çağlayan
mitingi: ‘Çankaya
Yolu Şeriata kapalı’. ‘Ne şeriat ne darbe’. ‘Toprak vatandır, satılamaz’. ‘Parola: vatan. İşaret: namus’. ‘Alt üst kimlik yok’. ‘Ne mutlu Türküm diyene’.
Gündoğan
mitingi: ‘Türkiye
laiktir laik kalacak’.
‘Biz gavur İzmirliyiz’. ‘Solda birleşin. Birleşmeyene
mazbata yok’. ‘Solcuysan CHP’ye, Sağcıysan MHP’ye oy ver’.
Laiklik,
işbirlikçilik, vatan hainliği
eksenli ırkçılık kokan bir söylem söz konusudur.
Muhtıra Metni
27 Nisan, saat 23’de Genelkurmay
Internet Sitesine yerleştirilen imzasız, sahipsiz muhtıra, cumhuriyet
mitinglerine ilgiyi artırmış; Türkiye’yi, laik ve anti laik eksenli
bir kutuplaşma içerisine sokmuştur.
Muhtırada laikliğe aykırı
olduğu söylenen tavır ve davranışlar, özetle, şunlar:
• Kız çocuklarının giydiği kıyafetler
çağdışıdır.
• Kız çocuklarının ilahı
söylemeleri laikliğe aykırıdır.
• Kutlu doğum haftası alternatif olarak kutlanmaktadır.
• Ne mutlu Türküm demeyenler düşmandır.
Muhtırada bu konularda
TSK’nın taraf olduğu ve gerektiğinde kesin tavrını koyacağı belirtilmektedir.
Kullanılan dil ve gerekçeler
ile Müslüman bir halk, suçlanmakta ve tehlike olarak görülmektedir.
Muhtıraya göre bütün bunların müsebbibi, gerekli önlemleri almayan
hükümettir.
Muhtıradaki son gerekçe
ile farklı etnik kökenden gelenler, düşman kategorisinde konumlandırılmış
gibi bir mesaj verdiğinden farklı etnik kökenlileri ürkütmüştür.
Muhtıranın bu metninden sonra cumhuriyet mitinglerinde daha da
ırkçı bir dil kullanılmaya başlanmıştır. CHP ve MHP mitinglerinde
etnik köken çağrıştıran söylemler baskındır. Bu muhtıra, Türkiye’de
ki etnik fay hatlarına aşırı bir gerilim yüklemiştir. Kendilerini
düşman kategorisine koyan bir muhtıra ve o muhtıraya sahip çıkan
sıyasi partiler ve bunların koalisyonu ile oluşturulmak istenen
bir gelecek. Siz Kürt, Rum, Ermeni, Arnavut, Boşnak, Çerkez ve Yahudi
etnik kimliğine sahip olsaydınız hangi parti veya partilere rey
verirdiniz?
Muhtıra muhtevasındaki suçlama, aşağılama
ve tehditlerden dolayı Müslüman halkın yukarıda bahsedilen şuuraltı
harekete geçmiştir. Bu şuuraltını iyi okuyan AKP kurmayları, muhtıraya
karşı tavır alarak bir basın açıklaması ile muhtırayı gayrı meşru
ilan etmişlerdir(2).
AKP’yi Muhtıra dolayısıyla
avantajlı konuma getiren sadece muhtıra metninin dili ve kullanılan
gerekçeler değildir. AKP’yi avantajlı kılan muhtıra karşısında takındığı
tavır ve geçmişe nazaran dik duruşudur. İşte bu tavır, 80 yıldan beri
horlanan, aşağılanan ha bire tehdit edilen toplumun önemli bir kesimini
ayağa kaldırmış ve AKP saflarına sürükleyerek ‘İnadına AKP’ dedirtmiştir.
‘İnadına AKP’, şuuraltının slogan olarak en güzel bir tarzda dışavurumundan
başka bir şey değildir.
Bu şuur altının harekete
geçmesinde, sol partiler hariç diğer partilerin tabanlarının tümünün
etkilenmesinde, Abdullah Gül gibi mutedil, sakin iyi bir devlet adamının
Cumhurbaşkanı adayı olarak gösterilmesinin çok büyük payı vardır.
Bu şuuraltını ne DYP, ne
ANAP ve de ne yazık ki SP kurmayları okuyamamış ve buna uygun bir saf
tutuş yapamamışlar; bedelini sandıkta ağır bir şekilde ödemişlerdir.
MHP lideri ?bunca hataya rağmen nasıl bu kadar rey alabilir, anlayamıyorum’
derken gerçekte kavrayamadığı bu şuuraltı olayıdır.
Mehmet Ağar, cumhurbaşkanlığı
seçiminin ilk turunda meclise gitmediğinde Anadolu’daki teşkilatlarından
yükselen sesleri zamanında okuyabilmiş olsaydı, belki de şimdi
mecliste ve hükümette koalisyon ortağı olabilecekti. Bugün yaptığı
itiraf ile dile getirdiği gerçeği, o gün basiretle görebilmeliydi.
Bu şuuraltını okuyabilmeliydi.
Bu şuuraltı, Tuncay Özkan'la,
Doğu Perinçek'le, Deniz Baykal'la, Türkan Saylan'la, Nejla Arat'la ve
Nur Serter’le aynı saflarda gözükenleri, aynı dil ve ağzı kullananları
affetmemiştir.
CHP+MHP Koalisyonu Fikrinin Bumerang Etkisi
AKP’nin en büyük avantajı,
önde olan rakibinin CHP gibi halka yabancılaşmış, halka tepeden bakan,
halkın değerlerini gerici olarak gören, tepeden inmeci, darbeci,
çifte standartçı, karalamacı, Türkiye’nin geleceğine dönük herhangi
bir projesi olmayan ve sadece mevcut statükoyu korumaya çalışan
bir partinin var olmuş olmasıdır.
Bindirilmiş kıtalarla
gerçekleştirilen Cumhuriyet mitinglerinin cazibesine kendini
kaptırarak ırkçılık boyutuna varan bir Türkçü söylem tutturmuş olması
nedeniyle toplumun önemli bir kesimini cepheden karşısına almıştır.
Bunun sonucunda Fırat’ın doğusuna gidememişlerdir.
Cumhurbaşkanlığını engellemeye
kalkanların, bir erken seçimi şöyle veya böyle öngördükleri muhakkaktır.
Belki bunun zamanlamasının bu kadar erken olabileceğini düşünememiş
olabilirler. Kadife darbeyi yürüten güçlerin stratejisinde yapılan
kurgu, AKP’nin hem tek başına hem de koalisyonla iktidar olmasına engel
olmak ve bir CHP+ MHP koalisyonu oluşturmak şeklinde idi.
CHP+MHP koalisyon fikri
cumhuriyet mitinglerinde yüksek sesle dillendirilmeye başlanarak
her iki partinin tabanı buna alıştırılmaya çalışılmıştır. İzmir’deki
Cumhuriyet mitinginde ‘Sağcı isen MHP’ye, Solcu isen CHP’ye rey ver’ tarzında
bir propaganda başlatılmıştır. Bu tür bir propaganda CHP ve MHP’nin
tabanında iki zıt etki yapmıştır. Bu güne kadar MHP’ye aşırı düşmanlığı
olan CHP’li seçmen, CHP’ye rey vermemiştir. CHP’li dindar ve milliyetçi
seçmenin bir kısmı da MHP’ye kaymıştır.
AKP, bu koalisyon söylemini
MHP’ye karşı çok iyi değerlendirerek MHP’ye verilecek oyların CHP’yi
iktidar yapacağı korkusunu sağ seçmen üzerinde iyi işlemiştir.
Muhtıra ile harekete geçen halkın şuuraltı CHP-MHP koalisyonunu
içine sindirememiştir. CHP’ye karşı olan MHP’lilerin bir kısmı, AKP
ve SP’ye kaymıştır. MHP bu tehlikeyi geç fark etmiştir. Ondan sonra
‘tek başına iktidar’ sloganını öne çekmeye çalışmıştır.
CHP’lilerin tabanda yaptıkları
‘sağcıysan MHP’ye, solcu isen CHP’ye rey ver’ şeklindeki bir propaganda,
AKP’nin değirmenine suyun akmasına hizmet etmiştir.
DP Hareketinin Çökertilmesi
Muhtıra öncesi yapılan
tüm anketlerde AKP, %29-34 gibi bir oranla birinci parti olarak görülmekteydi.
İktidar partisi olduğu için seçim sathı mailinde hırpalanacağı
için bu oran daha da düşecekti. Ayrıca muhtırayı yemenin bir bedeli
vardı. Bu da bir oy kaybına sebebiyet verecekti. AKP seçimden birinci
parti olarak çıksa bile ya tek başına iktidar olamayacak ya da kıl
payı iktidar olacaktı. Kadife darbeyi yürütenlerin niyeti AKP’yi
ne tek başına ne de bir koalisyonla iktidar yapmamaktı. AKP’ye destek
verebilecek, onunla koalisyona girebilecek en yakın parti DP gözükmekteydi.
Batılı koalisyon AKP’nin
iktidar olmasını, kadife darbeciler CHP+MHP koalisyonunu istiyorlardı.
Bu iki gücün çekişmesinin ortasında DP hareketi yer almaktaydı.
Kadife darbeciler DP’nin meclise girmesini, AKP milletvekillerini
azaltacağı için isterken; koalisyon ortağı olma ihtimalinden dolayı
da istemiyorlardı. Batılı koalisyon, DP’nin meclise girmesini
AKP’nin gücünü zayıflatması açısından istemiyor; fakat iyi bir koalisyon
ortağı olduğu için istiyordu. DP’nin çökmesi her iki gücün hem işine
geliyor hem de işine gelmiyordu.
Öyleyse hangisi DP’nin
çökmesini başlatmıştır? DYP-ANAP birleşmesini engelleyen kimlerdir?
Şahsi ihtiraslar mı yoksa söz konusu çatışan güçler mi? Ya da her ikisi
birlikte mi? Bunun gerçek cevabını zaman verecektir. Bu güç odağı
her kimse/kimlerse bilerek ya da bilmeyerek AKP’nin tek başına iktidar
olmasına önemli katkıda bulunmuşlardır.
Abdullah Gül gibi sakin,
mutedil, devlet adamlığı öne çıkmış bir insanın cumhurbaşkanı seçilmesinin
DYP-ANAP’ın meclise gelmemesi yüzünden engellenmesi, her iki partinin
tabanında tepkiyle karşılanarak bir kısım seçmenin AKP saflarına
kaymasına neden olmuştur. Ayrıca birleşmenin ele yüze bulaştırılması
ile tabanda meydana getirilen huzursuzluk, bir kısım seçmenin daha
kaybına sebebiyet vermiştir. Birleşme çalışmalarının başlangıcında
oluşan sinerji, birleşmenin sürüncemeye bırakılması ile kaybolmuş
bu da seçim çalışmalarını verimsizleştirmiştir. Erkan Mumcu’nun
küserek meydanlardan çekilmesi, heyecanı daha da düşürmüştür. Bu
aşamadan sonra DYP ve ANAP’ın mirasının paylaşılması kavgası başlamıştır.
İlhan Kesici, Lütfullah
Kayalar gibi sağcı simaların CHP saflarından aday olması, Yaşar
Okuyan’ın CHP’ye açık destek vermesi, mirasın paylaşımı amaçlıdır.
Ancak gerek cumhuriyet mitingleri sürecinde ve gerekse seçim sathı
mailinde bu şekilde bir hareketlenme ve saf tutma, halk tarafından
omurgasızlık, ilkesizlik, menfaatperestlik olarak değerlendirilmiştir.
Demirel’in manevraları, DYP-ANAP birleşmesini engellediği iddiaları,
damadını CHP saflarından aday göstermesi, sağ seçmende bir tepki
meydana getirmiştir. Milliyetçi ve liberal adayların CHP’den aday
olması, sağ seçmeni CHP lehine etkilemezken, hatta tam tersine AKP
lehine bir etki meydana getirirken; sol adayların AKP saflarında
seçime katılmaları sol seçmeni AKP lehine etkilemiştir. Dolayısıyla
DP hareketinin engellenmesi, CHP-MHP’den ziyade AKP’nin işine yaramıştır.
AKP’nin en büyük avantajı, kendi seçmen tabanının şuuraltını gerektiği gibi okuyamayan, basiret ve ferasetini kaybetmiş muhalif parti yöneticilerinin var olmuş olmalarıdır. Öfke ve kızgınlık ile kalkanlar zararla oturmuşlardır.
‘Tek Başına İktidar Olamazsam
Siyaseti Bırakırım’
Türkiye’de genelde karizmatik liderlerin kendi oyları, partilerinin oylarından daha yüksektir. Genç ve karizmatik bir lider olan Tayyip Erdoğan’ın şahsî reyi de AKP’nin reyinden daha yüksektir. Erbakan’ın devreye girmesi ile hareketlenen SP oy oranını artırmaya başlamıştı. Erdoğan ‘Tek başıma iktidar olamazsam siyaseti bırakırım’ diyerek kendi şahsî oylarını AKP’ye kanalize etmiş ve SP'nin önünü kesmiştir. Bu çıkış diğer parti tabanlarındaki şahsi oylarının da alınmasını sağlamıştır. Erdoğan’ın bu çıkışıyla AKP Güneydoğu’da DTP tabanından da önemli bir oy almış olabilir.
AKP Rakiplerinin Propaganda Hataları
Bu seçim süreci, AKP’nin seçim stratejisine göre şekillenmiştir. Rakipleri, AKP’nin bu stratejisini anlayamayıp AKP propagandasına cevap yetiştirmeye çalışmakla zaman harcamışlardır. Dolayısıyla üstünlük, büyük oranda AKP’nin eline geçmiş oldu.
Dil ve Üslup
Kavgadan yorgun düşen bir halk, kavga istememekte,
gerilim artırıcı davranışlardan uzak durmaya çalışmaktadır. Toplumun
bu isteğini göremeyip gerilim artırıcı, kavgacı, hakaret edici
bir dil kullananlar toplum indinde güvenilir bulunmamıştır. En mutedil
dili, AKP kullanmıştır.
MHP’nin urgan atarak Abdullah
Öcalan’ın idamını istemesi bir gerilim ve sertlik hareketi olarak
değerlendirilip yadırganmıştır. Öcalan kendi iktidarlarında yargılanıp
idam cezasına çarptırılmış olmasına rağmen idam edilmemişti. Halk
bunu bilmektedir. Kampanyanın bu eksende yürütülmesi, MHP’nin samimiyeti
konusunda halkı şüpheye düşürmüştür. Bahçeli’nin kullandığı aşırı
sertlik içeren dil ve üslubu kendi tabanını olumsuz etkilemiştir.
Halkı ürkütmüştür. Erdoğan’ı ‘PKK veya Barzani ağzı ile konuşmakla’
suçlaması, MHP’ye kâr değil zarar vermiştir. MHP’nin umduğu reyi elde
edememesinde bu ve buna benzer tavırların etkisi olmuştur.
Bahçeli ve ekibi, milliyetçiliğin
kapsamından manevi boyutu çıkararak, ulusalcıların milliyetçilik
anlayışına doğru bir kayma ve sapma olduğu intibaını uyandırmışlardır.
Bunun kendi tabanı üzerinde olumsuz etkisi olmuştur. MHP’ye umduğu
oyun gelmesini engelleyen en temel parametrelerden biri budur.
Gündüz Aktan'ın seçim sathı
mailinde, hiç gereği yokken, geçmişte Nusret Demiral'ın ‘Ezan Türkçe
okunmalıdır’ tarzındaki çıkışına benzer bir şekilde; ‘Kadere iman
yoktur’ tarzında bir tartışmayı başlatmış olması, MHP’nin olumsuzluk
hanesine yazılmıştır.
Baykal ve ekibi, Cumhurbaşkanlığı seçiminden başlayarak genel seçimler sonuçlanıncaya kadar kullandığı dil, takındığı tavır, kaba, kavgacı, kırıcı ve tehditçi olmuştur. Bu, genel anlamda sağ seçmende CHP’nin geçmişte oluşturduğu şuuraltının uyanmasına vesile olup reaksiyonla karşılanmıştır. Bundan dolayı İlhan Kesici, Lütfullah Kayalar ve Yaşar Okuyan’ın CHP saflarında mücadeleye katılmaları umulan rey akışını sağlamamıştır. Tam tersine CHP’ye karşı AKP tercih edilmiştir.
CHP, fakir halka belediyelerce yıl boyu yapılan yardımlara, okula destek için verilen paralara karşı çıkmakla kendi ayağına kurşun sıkmıştır. Bu yardımlar yalnızca seçim zamanı yapılmış olsaydı CHP haklıydı. Oysa bu yardımlar, Refah zamanından beri yıl boyu yapılmaktadır.
CHP’nin bu seçim döneminde
yaptığı en büyük hata, AKP ile Atatürk’ü yarıştırmaya kalkmış olmasıdır.
CHP bütün varlığını Atatürk’ün kurduğu parti olmaya endeksleyen
bir kampanya yürütmüştür. Seçimde Atatürk’ün partisi deyerek halktan
rey istemesi yanlıştı.
Halk indinde AKP kadroları Erbakan’ın evlatları ve talebeleriydi. Yaramaz çocuklardı. Erbakan ve kadrosunun bunu kabul edip etmemeleri önemli değildi. Önemli olan halkın, AKP’yi böyle anlayıp yorumladığıydı. Bu seçim döneminde en muhtevalı propaganda SP kadrolarınca yapılmıştır. Çok güzel mesajlar, ‘El-insaf’ dedirtecek çok kötü bir üslupla sunulmuştur. Bu seçimden en karlı çıkması gereken SP, kullandığı dil ve takındığı tavırdan dolayı kaybetmiştir.
Motivasyon ve Gelecek
Vaat etmek
AKP seçim kampanyasında
yaptıklarını anlatmasının yanı sıra gelecek bir Türkiye tasavvuru
sunmuş, gelecek için umut vaat etmiştir. Bu, kendilerine bir avantaj
sağlamıştır. Buna karşılık, SP hariç, rakiplerinin, hep karamsar
bir tablo sunmaları, her şeyi kötü göstermeye çalışmaları, yapılan
güzel şeyleri de görmezlikten gelmeleri, kamu vicdanını rencide
etmiştir. Kendi programlarını sunup AKP’nin icraatlarını eleştirecek
yerde sadece AKP’yi kötülemeleri ters etki yapmıştır.
SP ise geçmişte yaptıkları
başarılı çalışmaları, etkileyici bir şekilde sunmuştur. Türkiye’nin
nasıl soyulduğunu, çok çarpıcı şekilde ortaya koyarak dinleyenleri,
‘gerçekten Hoca haklı’ dedirtecek bir şekilde etkilemiştir. Tüm
dünya insanlığını kurtaracak yeni bir dünya tasavvurundan bahsetmeleri
gerçekten de muhteşemdi. Ümit ve heyecan vericiydi. Ancak iş AKP’ye
gelince tüm ölçüler kaybolmakta, çok ağır ifadeler kullanılarak,
yapılan o güzel propaganda heba edilmekteydi.
SP’nin bu sonucu almasında belki birçok faktörden bahsedilebilir. Kanaatimizce en etkili iki tanesi kullanılan üslup ve yan yana görülen(demeç verilen) çevrelerdir. (Bu ayrı bir yazı konusu edilecektir.)
Değer Eksenli Bir Propaganda
AKP, 4,5 yıl içerisinde
başta sosyal güvenlik ve sağlık politikası olmak üzere bir kısım
alanlarda başarılı işler yapmış, ancak bir kısım alanlarda da başarısız
olmuştur. Pastanın paylaşımında adaleti sağlayamamış ve kendisini
iktidara taşıyan tabanın temel isteklerine cevap verememiştir.
Acil eylem planına aldığı birçok konuda geri adım atmıştır. CHP ve
MHP, AKP’ye karşı seçim kampanyalarını, AKP’nin başarısız icraatları
üzerinden yürütmeleri gerekirken; laik- antilaik ve bölücülük
eksenli bir değer mücadelesine oturtmuşlardır. Türkiye’de millet,
laikliğin ‘Kamusal alanın menfaatleri için gerekirse ibadetler
kısıtlanabilir’ boyutlu olduğunu çok iyi bildiği için, kendi değerlerinin
savunucusu olarak AKP’yi görüp desteklemiştir. Bu nedenle Laiklik,
Atatürkçülük ve Cumhuriyetçilik üzerinden yürütülen bir kampanya
AKP’nin arayıp da bulamadığı bir fırsatı, ona altın tepsi içerisinde
sunmuştur. AKP, hem kendi tabanının kenetlenmesini sağlamış hem de
‘CHP geliyor’ korkusu ile değişik kesimlerden oy almayı başarmıştır.
En yoğun değer eksenli propaganda, SP tarafından yapılmış olmasına karşılık kullandıkları dil, yaptıkları propagandanın etkisini kırmıştır.
Tutarsız Vaatler
Muhalefetin, geçmişte Demirel’in gökteki yıldızları vaat etmesine benzer bir şekilde gökteki her şeyi vaat etmeleri, bir samimiyet ve bir gerçekçilik sorununu gündeme getirmiştir. Yapılmaları mümkün olmayan veya yapmayacağı şeyleri söyleyerek halktan oy istemeleri, halkın tepkisini çekmiştir. Bu propaganda, halkı düşünemeyen, anlayamayan ve değerlendiremeyen fertlerden oluşmuş bir topluluk düzeyine indirgediği gibi bir havanın doğmasına sebebiyet vermiştir. Halk buna, daha gerçekçi bir propaganda yapan AKP’ye destek çıkarak cevap vermiştir.
Güney Doğuda AKP Oylarında Artış
Öncelikle ifade edilmesi
gereken en önemli nokta Türkiye’nin her tarafında miting yapabilecek
konumda olan iki parti mevcuttur: Biri AKP iktidar partisi; diğeri
SP parlamento dışındadır. Diğer partiler özellikle MHP ve CHP Fırat’ın
doğusunda yoklar. Bu iki partinin o coğrafyada miting yapamamış olması,
Türkiye için ciddi bir kayıptır.
Bu seçimin en ilginç ve
önemli noktalarından biri de Güneydoğuda AKP’nin oylarında ciddi
artış olması ve DTP’nin oy kaybına uğramasıdır. AKP’nin oyları niçin
artmıştır? Eğer gizli bir gücün yönlendirmesi yoksa bu gelişme, Türkiye
için büyük bir şanstır. Gerçekten de köy köy bu seçim sonuçları analiz
edilmeli, sandıktan çıkan mesaj iyi değerlendirilmelidir. Bu çalışma
mutlaka yapılmalıdır.
Elde edilen sonuçlarda AKP’nin o yörede gösterdiği adayların şüphesiz etkisi vardır. AKP’nin yörede yaptığı ekonomik yatırımların, ekonomik iyileştirmelerin, yöreye gönderilen bürokratların ve parti örgütünün halkla kurdukları ilişkilerin etkisi söz konusudur. Bütün bunlarla birlikte yöre halkının AKP’ye yönelmesini tetikleyen ana faktörleri başka yerlerde aramak gerekir. Bunları aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:
Siyasetin AKP ile CHP+MHP
çekişmesi üzerine oturtulması
DP hareketinin çökertilmesi
ile beraber AKP’nin alternatifi CHP+MHP koalisyonu olmuştur. Seçim
kampanyası boyunca CHP=MHP olacak tarzda Türkçü bir söylem tutturulmuş
ve her iki parti yöneticileri, AKP’yi PKK-Barzani ile işbirliği içerisinde
gösterme gayretine girmişlerdir. ‘Barzani'nin ağzı ile konuşmak’,
‘CHP ile iş tutmayıp Barzani ile mi iş tutayım’ MHP’nin AKP’yi suçlamak
için dilinden düşürmediği ifadelerdir. Ayrıca seçim sonrası
AKP+DTP koalisyonu yapılacak söylentileri çıkarılarak AKP yıpratılmak
istenmiştir. Bu tür ifadelerin yöre halkı ile AKP arasında duygusal
bir bağ oluşturduğunu göz önüne almak gerekir.
CHP+MHP propagandası, yöre
halkı suçlu, ayrılıkçı ve PKK işbirlikçisi olduğu şeklinde bir intibaı
uyandırırken; AKP, SP, DP propagandaları, daha kuşatıcı, yaraları
sarıcı ve bütünleştirici bir özellik taşımaktaydı.
Yöre halkının şuuraltında CHP din düşmanı, MHP ise Kürt düşmanı olarak yerleşmiştir. Propagandalarında yaptıkları hatalar, yöre halkının bu şuuraltının dışsallaşmasına sebebiyet vermiştir. DP hareketinin çökertilmesi, SP’nin barajı geçemeyeceği kanaatinin yaygınlaşmasından dolayı, muhtemeldir ki, DP ve SP seçmenlerinin büyük bir kısmı, CHP-MHP koalisyonun gerçekleşmemesi için AKP’ye yönelmiştir.
Savaş ve Olağanüstü Hal
Korkusu
Ayrıca geçmişte olağanüstü
hal içerisinde yaşamaktan çok çekmiş olan bir halk, CHP+MHP+Asker eksenli
bir iktidarın, yörede gene olağanüstü hal ilan edip operasyonlar yapabileceği
korkusuna kapılmıştır. Zaten yöreye bir yıldan beri devamlı asker
sevkıyatı yapılmaktadır. Kuzey Irak’a askerin mutlaka girmesi gerekir
tarzında bir düşünce, bu üçlü tarafından devamlı seslendirilerek
buna izin vermeyen hükümet suçlanmaktadır. Kuzey Irak’ta çıkacak
bir savaştan en çok etkilenecek olanın yöre halkı olacağını, bölge
halkı herkesten daha çok bilmektedir. Diğer taraftan Genelkurmay
Başkanının ‘PKK ile İşbirliği yapan imamlar var’ açıklaması, bir olağanüstü
hal durumunda, dindar kesimin ağır bedel ödeyeceği tarzında değerlendirilmiştir.
Bu korku, yöre halkında
AKP’nin tek başına iktidarda kalmasının daha iyi olabileceği düşüncesini
kuvvetlendirmiştir.
Seçim sürecinde Genelkurmay
tarafından Kuzey Irak’ta operasyonun şart olduğu yüksek sesle dillendirilmiştir.
MGK varken, Başbakanlık varken Genelkurmay’ın bunu medya üzerinden
seslendirmesi, anlamlı bulunmuş ve ‘neden şimdi, neden seçim sürecinde’
sorgulamasının yapılmasına neden olmuştur. AKP’yi iktidar yapacak
bir seçimin ertelenmesi için bir savaşı öngörmek, tepki doğurmuştur.
Salt AKP iktidar olmasın diye Türkiye’nin bir maceraya sürüklenmesine,
Türkiye’nin diğer yörelerindeki insanlar da karşı çıkmışlardır.
Balkan faciasının böyle bir iç çekişmeden kaynaklandığını bu millet
henüz unutmamıştır. Salt bu noktadan dolayı Türkiye’nin başka yörelerinde
de insanlar, AKP’ye rey vermişlerdir.
Seçimi erteletmek için Kuzey Irak operasyonunu seslendirenler, bilerek ya da bilmeyerek AKP’nin ekmeğine yağ sürerek Kürt halkının AKP’ye yönelmesine ve ciddi bir oy almasına katkıda bulunmuşlardır.
‘ABD’ye Güvenilmez’
ABD geçmişte Ecevit’i iktidar yapmak için Öcalan’ı paketleyip Ecevit’e teslim etmiştir. Hudson Enstitüsündeki toplantıda ‘PKK liderlerini size teslim edelim’ teklifinin Amerikalılar tarafından yapılması, ABD’ye ne kadar güvenilebilir sorusunu gündeme taşımıştır. Ayrıca son zamanlarda ‘ABD Iraktan çıkacak; yerine Türkiye’yi bırakmak istiyor’ söylemi çokça konuşulmaya başlanmıştı. ABD’nin Irak’tan çıkacağı ihtimali, yöre halkı üzerinde bir etki yaptığı muhakkaktır. AKP’nin Güneydoğuda destek bulmasında bu faktörün de etkili olması muhtemeldir.
‘Dün Dilim İçin Bugün Dinim
İçin’
Kürt halkı genelde dindardır.
PKK hareketi ise Marksist bir hareket olarak doğmuştur. Yörede dine
ve dindara karşı savaş açmıştır. Barzani hareketi ise laik, seküler
bir harekettir. Her iki hareketin dindar Kürt halkı tarafından desteklenmesi,
iterek mecbur bırakma olmadıkça, mümkün değildir. Bugüne kadar da
olmamıştır. O yörede sadece PKK var değildir. Cemaatler ve çok güçlü
din alimleri vardır. Yörenin PKK ile özdeş hale getirilerek anılması,
yöre halkını rencide etmektedir.
Cumhuriyet mitingleri
ile başlatılan laik-anti laik geriliminin seçim sürecinde CHP ile
sürdürülmüş olması, Kürt halkının reyini etkilemiştir ve ona ‘Dün
dilim için, bugün Dinim için rey vereceğim’ dedirtmiştir. Bu ifade
ile verilen mesaj çok önemlidir: Birlik ve beraberliğimizin teminatı
İslam’dır. Bu insanlar, İslam’ı bu ülkenin çimentosu olarak kabul etmekte
ve gelin İslam etrafında bir ve bütün olalım demektedirler:
“Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı yapışın.
Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın.
Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı
ve siz O'nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam
ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete
erersiniz diye, Allah, size ayetlerini işte böyle açıklar.”(3/103)
Bu seçim sürecinde CHP
yabancı değerleri, AKP yerli değerleri savunduğu için yöre halkı,
AKP’yi desteklemiştir.
Yöre halkının AKP’yi desteklemesinde
Erdoğan’ın ‘tek başına iktidar olmazsam siyaseti bırakırım’ açıklamasının
da etkili olduğunu göz önüne almak lazımdır.
Bütün bu faktörler bir araya gelince Güneydoğu’da AKP reylerinde patlama olmuştur.
Sonuç
AKP iktidar partisi olarak
seçimlerden oyunu artırarak ve bir ‘Türkiye Partisi’ olarak çıkmıştır.
Bunun çok daha köklü bir araştırmasının köy bazından başlayarak Türkiye
bazına kadar kademe kademe yapılması gerekir. Tüm siyasi hareketler
ve iç güç merkezlerinin, bu sonuçları değerlendirip kendi özeleştirilerini
yapmaları ve buradan bir Türkiye gerçeğini yakalamaları zorunludur.
Ancak üzerinde en çok düşünmesi gerekenler AKP kadrolarıdır. Çünkü
muhtıra öncesi %29-34 dolayında olan oy oranı, nasıl oldu da muhtıradan
kısa bir süre sonra %46,6’ya çıktı?
22 Temmuz 2007 seçimlerini AKP’yi merkeze
alarak değerlendirdik. Daha önce 1996 seçimlerinden zaferle çıkan
RP’yi ve 18 Nisan 1999 seçimlerinden zaferle çıkan MHP’yi merkeze alarak
bir değerlendirme yapmıştık. Her iki parti için birkaç noktaya dikkat
çekmiştik: ‘Dik durun ve Sistem merkezinden uzak durun. Dünyevileşmeyin,
tabandan kopmayın ve tabanı yozlaştırmayın.’
Dünyevileşme ve dik duramama,
RP’nin bölünmesine ve ardından parlamento dışında kalmasına sebebiyet
vermiştir. Sistem merkezine doğru seyahat ile dünyevileşme MHP’yi
parlamento dışında bırakmıştır. Şimdi AKP tek başına iktidardır.
Ancak kendisini buraya taşıyan şartları, oluşan koalisyonu iyi
okuması, zafer sarhoşluğuna birinci dönemde olduğu gibi kapılmaması,
gururlanmaması gerekir. Dik durmaya devam etmesi, dünyevileşmemesi
ve toplumsal merkezden kopmaması gerekmekir.
Önceki mecliste halkın
%55’i temsil edilirken bugün bu oran %80 civarındadır. Halkın mecliste
temsilinde denge nispeten sağlanmıştır. Bu, Türkiye’de temsilden
dolayı meydana gelen gerilimi düşürecektir.
Türkiye bir kadife darbe
ile karşı karşıya kalmış ve şu an da kadife darbenin muhatabıdır.
Daha şimdiden ‘dönmek yok’, ‘yola devam’, ‘%53 karşınızda’ ve ‘Ordu
27 Nisandan farklı bir müdahale yapabilir’ denmekte ve kitleler yeni
bir gerilime hazırlanmaya çalışılmaktadır. Bu nokta önemlidir. Çünkü
tüm kadife darbelerde asıl darbe, seçim sonuçlarında hile var denerek
kitleler tahrik edilip sokağa dökülerek vurulmaktaydı. Ancak Türkiye’deki
seçim sonuçları, bu oyunu bozacak tarzda büyük bir fark içermektedir.
AB ve ABD’nin seçim sonuçlarına ilişkin değerlendirmelerinde ‘şeffaf,
açık ve adil bir seçim’ ibarelerinin yer almış olması, seçim sonuçlarına
ilişkin açılabilecek spekülasyonların önünü kesmeye dönüktür. Bununla
beraber ilk fırsatta Türkiye bir gerilimin içerisine çekilmek istenecektir.
İlk kırılma cumhurbaşkanlığı seçiminde olacaktır. Hükümet, buna
fırsat verecek politikalardan ve üsluptan kaçınmalıdır.
İmparatorlukların mirasçısı
olan bu milletin şuuraltı iyi okunmalıdır. Bu millet, uluslararası
arenada saygı görmek, sözü dinlenir olmak istiyor. Güçlü büyük bir
Türkiye’yi, evlatlarına, torunlarına bırakmak istiyor. Kavga istemiyor,
barış istiyor. Bütün tartışmaların hainlik ekseninde yapılmasını
istemiyor. Bizans entrikalarından ve darbelerden yorgun ve bitap
düşmüştür. Bunun için entrika ve darbe istemiyor. Bu nedenle bu sessiz
Türkiye çoğunluğu, bindirilmiş kıtalarla yapılan çığırtkanlıklara
sessiz ve fakat ses getirici bir cevap vermiştir. Yarın bu cevabın
şekli değişebilir. Bu asla unutulmamalıdır.
Sivil ve askeri bürokrasi
ile aydınlar, halkın şuuraltını okumaya ve anlamaya gayret sarf etmeliler.
‘Halka rağmen halk için’ değil, ‘halkla beraber halk için’ anlayışını
kabullenmeliler. Yönetildiklerinde sistem için tehlikeli olmayanlar,
yönettiklerinde niçin tehlikeli ve sakıncalı olmaktadırlar? Bunun
makul bir izahını bulmak mümkün değildir. 12 Eylül askeri yönetiminde
ekonomiden sorumlu olan Turgut Özal parti kurmaya kalktığında Kenan
Evren tarafından sakıncalı ve tehlikeli ilan edilmiştir. Sandıktan
gelen cevap ne olmuştur? Sandığın cevabı, Turgut Sunalp için hezimet
Turgut Özal için zaferdir.
Son bir yıldır ‘Ordunun
yıpratılmak istendiği’ seslendirilmektedir. Doğrudur. Ordu birileri
tarafından yıpratılmak istenmektedir. Birileri tarafından da
yıpratılmaktadır. Burada, şu iki soruya cevap aranmalıdır:
1. Orduyu birileri yıpratmak
istiyor. Kim bunlar?
2. Orduyu birileri yıpratıyor. Kim bunlar?
Birincisinde kasıt vardır.
Amaçlı bir yıpratma sözkonusudur. İkincisinde kasıt yoktur. Farkında
olamama vardır. Bu konu geniş bir araştırma konusudur. Osmanlıdan
günümüze gelinceye kadar ordunun yıpratılması konusu ele alınıp
incelenmelidir. Bununla beraber özet olarak şunu söyleyebiliriz:
Ordunun yıpratılmasını isteyenler Türkiye’nin bu coğrafyada kuvvetli
olmasını istemeyen düşmanlarımız ve onların yerli işbirlikçileridir.
Ancak orduyu yıpratanlar ise iki de bir darbe yapan, halkın değerlerini
rencide edecek tarzda açıklamada bulunan üst düzey subaylardır.
Başbakana küfreden, halka gerici diye bakan, halkın giyim kuşamına
dil uzatan, dini duygularını rencide eden bir anlayış, bir tavır ve
bir duruş asıl ordunun yıpranmasına sebebiyet vermektedir. Genelkurmayın
bu ülkeye yapabileceği en büyük hizmet, liseden emekli oluncaya
kadar subayların tabi tutulduğu eğitimin gözden geçirilerek milletle
barışık olacak tarzda yeniden düzenlenmesidir.
İç ve dış güç odakları,
AKP’den bu ülkenin zararına çok şey isteyeceklerdir. Buna olumlu cevap
verdiği zaman bu ülkeye kötülük etmiş olacaktır. Olumsuz cevap verdiklerinde
de kendisini iktidardan düşürmeye kalkacaklardır. Buna direnmenin,
karşı koymanın tek yolu, halkın bilinçli duruşu ve tavır alışı olacaktır.
O nedenle milletin değerlerinin yozlaştırılması için medya üzerinden
açılmış bir savaşı iyi görmelidirler. Bu savaşı durduracak, toplumu
koruyacak projelere öncelik verilmelidir. Bunun için Gençlik, Aile
ve Kadının korunması için projeler geliştirip uygulanmalıdır.
YÖK acil bir şekilde yeniden reorganize edilmeli, milletin başında
demoklesin kılıcı gibi sallanmasına müsaade edilmemelidir. Başörtüsü
sorunu, üniversiteye giriş sistemi adil ve kalıcı bir şekilde hal
edilmelidir.
Birinci dönemde uygulanan
ekonomik politikalarda pastadan pay alanlar, süper zenginler olmuştur.
Fakirler daha da fakirleşmiştir. Bu dönemde sosyal adalet göz önünde
bulundurulmalı, fakirlerin durumlarını düzeltecek politikalar
geliştirilmelidir. İşsizliği halledebilecek istihdam politikalarına
öncelik verilmelidir.
Stratejik alanlardaki
özelleştirmelerin durdurulması, hele hele yabancı sermayenin bu
alanlara hiç sokulmaması gerekmektedir. Bu yasal güvence altına
alınmalıdır. Büyük Ortadoğu, Büyük İsrail ve Büyük Ermenistan projeleri
çerçevesinde Batı ile hesaplaşmamız, kaçınılmaz olarak vuku bulacaktır.
O nedenle özleştirmelerden elde edilen gelirler, yüksek teknolojinin
elde edilmesi için kullanılmalıdır. Özel sektör bu alanda desteklenerek
teşvik edilmelidir.
Tohum, gübre, tarım ve
hayvancılıkla ilgili politikalar gözden geçirilmelidir Tohumda
dışa bağımlılıktan kurtulunulmalıdır.
Kıbrıs ve AB politikalarında
birinci dönemdeki hatalara düşülmemelidir.
AKP yöneticileri için birinci dönem, hem iç hem de uluslararası sistemi tanıma açıcından tecrübe kazanma dönemiydi. Yapılan hatalar hep bu çerçevede değerlendirilmiştir. Ancak bu ikinci dönemde yapılan hatalar, öyle değerlendirilemez. Allah'ın size bahşettiği iktidar nimetini, ona layık olacak bir tarzda değerlendirmek en temel göreviniz olmalıdır.
Kaynaklar
1-Radikal, 16.06.2007, Bir
Garip Toplantı.
2-Adalet Bakanı ve Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek'in 28 Nisan 2007 günü saat 15.00'te yaptığı açıklama.