(Umran Dergisi)
“Kendini herkese uydurmak
için yontmaya koyulanlar, sonunda yontula yontula
tükenip giderler.” - R. Hull
Geçen sayıda Değer kavramını ve bununla ilgili temel
konuları incelemiştik. ‘Her şeyi gören, bilen, tarafsız, istikrarlı, menfaat
gözetmeyen bir gözleyici, bir seçicinin, tasvip edip etmemesi ile değerlerin
ortaya çıkması gerektiğini ve ‘Her şeyi gören ve bilen, tarafsız, istikrarlı,
menfaat gözetmeyen ideal bir gözleyici’ olarak yalnızca Allah’ın varolduğunu
ifade etmiştik.
Ana değerler, temel değerler yaratıcı, ideal
gözleyici, seçici olan Allah tarafından konulmuş ve bu değerler, Allah
tarafından peygamberler aracılığıyla insanlara bildirilerek yol göstermiştir.
Bu durumda karşımıza önemli bir soru çıkmaktadır.
Eğer Allah, insanlara temel, ana değerleri göndererek
doğru yolu göstermiş ise; nasıl oldu/oluyor da değer farklılaşması meydana
gelmiş/gelmektedir. Bu sayıda bu sorunun cevabı araştırılmaktadır.
Yaratılışın Üç Boyutu: Varlık, Bilgi, Değer
Farklı değerlerin ortaya çıkışını ve farklı değerlerin
birbirleri ile ilişkisini anlayabilmek için insanın yaratılış olayına geri
dönmemiz ve konuyu değerler açısından tartışmamız gerekir. Değerlerin ortaya
çıkışından sonra farklılaşmaları ve ardından birbirleri ile mücadele etmeleri,
farklı değer koyucuların varlığına dikkatimizi çevirmemizi gerektirmektedir. Bu
nedenle insanın yaratılışı ile başlayan olaylar silsilesine, insanlığın tüm
kaderini kuşatan bir fotoğraf, bir film olarak bakılabilir.
İnsanın yaratılışı, Kur’an’ın değişik surelerinde
farklı derinliklerde ve fakat her seferinde farklı bir açılım getirilerek
anlatılmaktadır (2/29-39, 7/10-27, 20/115-129, 59/16, 15/27-43, 17/61-65).
Yaratılış olayında varlık, bilgi ve değer olmak üzere üç ana boyut olduğu
görülmektedir.
Yaratılışta Varlık Boyutu
İnsan yaratılmadan önce melek ve cin olmak üzere, yapı
taşları farklı, iki ayrı varlığın olduğunu Kuran ayetlerinden öğreniyoruz.
Yaratılış ayetlerinde meleklerin fiziksel yapı taşları ile ilgili herhangi bir
bilgi verilmezken; cinlerin dumansız alevden, ateşten yaratıldıkları
belirtilmektedir (15/27, 33, 17/12).
Yeryüzünde halife olarak yaratılan yeni
varlığın(beşerin) yapı taşı, melek ve cinlerden farklı olarak, topraktır.
Kendisine şekil verilmiş ve içine Allah’ın ruhundan üflenmiştir(15/26-29).
Varlık boyutu itibari ile insan, ruh ve maddeden meydana gelmiştir.
Bu yapısına
uygun olarak varlığının devam edebilmesi için biyolojik ihtiyaçları, neslinin
devam etmesi için cinsel ihtiyaçları, ruhi gelişme için de ruhsal ihtiyaçları
ve toplumsal bir varlık olarak sosyal ihtiyaçları vardır.
İhtiyaçların bir bütün olarak birbiri ile uyumlu
karşılanması halinde insan, dengeli, kendi içerisinde tutarlı bir davranış
sergileyebilir. Bu, ihtiyaçların hangi kriterlere göre nasıl ve nerede
karşılanacağı sorusu, değerler sorununu gündeme getirir.
Varlığının devamı için gerekli biyolojik
ihtiyaçlarının (yeme, içme, giyinme, barınma vb…) karşılanması için arz insanın
emrine verilmiştir. (2/29, 36 7/10,24)
İnsanın biyolojik ihtiyaçlarının kaynağı doğa ise
insan-doğa etkileşimi, insanın doğa ile olan ilişkisinin çerçevelendirilmesi
önem kazanır. Kâinat büyük bir plana, bir programa göre sibernetik bir denge
içerisine bulunmaktadır. Biz anlayamasak bile Arz, bir boyutu ile canlı gibi davranmaktadır. Dolayısıyla arzın
insanın emrine verilmiş olması, doğanın tahribini değil onunla uyumlu bir
dengenin kurulmasını zorunlu kılar. Bu açıdan bakıldığında, insan-doğa ilişkisi
bir hakimiyet kavgası olmamalıdır. Ekolojik denge, sünnetullahın insan lehine
büyük bir düzenlemesidir. Bu nedenle, insan-doğa ilişkisi değerler sisteminin
ilgi alanına girer. Değerler sistemi, bu ilişkiyi sağlam temeller üzerine
oturtmalıdır.
İhtiyaçların karşılanmasındaki diğer bir boyut da, insanın
hem fert hem de toplumsal özellikli bir varlık olmasıdır. İhtiyaçlarını
karşılamada insanlar birbirine bağımlı ve muhtaçtırlar. Değer sistemleri ne
ferdi ne de toplumu ezdirmelidir. Eğer insan kendini kendine yeter görürse
müstağnileşir. Bunun sonucunda da birlikte yaşama ihtiyacı ortadan kalkarak
ferdileşme meydana gelir ve toplumsal dayanışma yıkılır. İnsan kendi kendinin
kurdu haline gelip azar:
“Hayır; gerçekten insan, azar. Kendini müstağni
gördüğünden.”(96/6,7)
Öyleyse değerler sistemi, bu tehlikeyi önlemeli, fert
ve toplum arasında optimal bir denge kurmalıdır.
İnsanın cinsi ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için
çift, eş olarak (kendisi ve karşı cinsi) yaratılmıştır. İnsanın cinsi
ihtiyacını karşılayarak sükun bulup durulması ve neslini devam ettirebilmesi
için evlilik ve aile kurumu çok önemli bir değer olarak ihdas edilmiştir:
“O, sizi tek
bir nefisten yarattı ve kendisiyle durulup-yatışması için ondan da eşini var
etti. Onu (eşini) örtüp-bürüyünce, o da bir yük yüklendi ve bununla (bir süre) gezindi.
Nitekim ağırlaşınca, ikisi Rableri olan Allah’a dua ettiler: ‘Eğer bize salih
(bir çocuk) verirsen, andolsun şükredenlerden olacağız.’”(7/189)
Yaratılışta Bilgi Boyutu
Yaratılış olayının bilgi boyutu, Hz. Adem ve İblis
açısından, iki farklı cepheden, incelenmesi gerekir.
Hz. Adem Cephesi
Yaratılış olayında dikkatimizi çeken önemli bir nokta
dört farklı durumda Hz. Adem’in bilgilendirilmiş olmasıdır:
1-Yaratılma sonrasında özel bir bilgi ile
bilgilendirilip donatılmıştır. Bu bilgi ile meleklere üstün konuma
getirilmiştir:
“Adem’e isimlerin hepsini öğretti. Sonra onları
meleklere yöneltip: “Eğer doğru sözlüler iseniz, bunları bana isimleriyle haber
verin” dedi.
Dediler ki: “Sen yücesin, bize öğrettiğinden başka
bizim hiçbir bilgimiz yoktur.” (Allah:) “Ey Adem, bunları onlara isimleriyle
haber ver” dedi. O da, bunları onlara isimleriyle haber verince, (Allah) dedi
ki: “Size demedim mi, göklerin ve yerin gaybını gerçekten ben bilirim, gizli
tuttuklarınızı da, açığa vurduklarınızı da ben bilirim.”” (2/31-33)
Burada Adem’e, yalnızca varlığın (eşyanın) mahiyeti
hakkındaki salt bilgi verilmeyip; bununla birlikte bilgi üretme mekanizması ve
yeteneği de verilmiştir.
2- Cennete yerleştirildiklerinde a- Cennetteki yaşama
ilişkin temel değerler(2/35), b-kendilerini bekleyen tehlikeler(20/118,119) ve
c- düşmanları konusunda(20/117) bilgilendirildiklerini görmekteyiz.
3- Cennetten çıkarılıp yeryüzüne gönderilecekleri
zamanda da kendisine yine bilgi verilmiştir(2/37).
4- Yeryüzündeki yaşamları konusunda, kendisi ve nesli
için yol göstericiler aracılığıyla bilgilendirildiği/bilgilendirileceği
yaratılışla ilgili ayetlerden anlaşılmaktadır (20/123,124).
Özetle insanın mutlu ve huzurlu bir şekilde
yaşayabilmesi için gerekli temel değerler, ana değerler, Allah tarafından
insanlığa bildirilmiştir. Kendilerinden bu değerlere sadık kalarak yaşamaları
istenmiştir:
“Size benden bir yol gösterici gelecektir; kim benim hidayetime
uyarsa artık o şaşırıp sapmaz ve mutsuz da olmaz.” “Kim de benim zikrimden yüz
çevirirse, artık onun için sıkıntılı bir geçim vardır ve biz onu kıyamet günü kör
olarak haşredeceğiz.” (20/123,124)
İblis Cephesi
İblis’in, Hz. Adem’in sahip olmadığı bir takım
bilgilere, en azından yasak ağaçla ilgili bilgiye, vakıf olduğu
anlaşılmaktadır. Ancak İblis, bilgisini çarpıtarak sunmakta, saptırmak ve tuzak
kurmak için kullanmaktadır. Dolayısıyla İblisi bilgi, gerçekleri çarpıtmaya,
bozmaya dönüktür. İblis, yasak ağacın mahiyetini bildiği halde tamamen yanlış
bilgi vererek Hz. Adem’le eşini yanıltmış olması bunun en güzel bir
göstergesidir:
“Ey Adem, sen ve eşin cennete yerleş. İkiniz de
dilediğiniz yerden yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden
olursunuz.
“Şeytan,
kendilerinden ‘örtülüp gizlenen çirkin yerlerini’ açığa çıkarmak için onlara vesvese
verdi ve dedi ki: “Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki
melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir.” Ve: “Gerçekten
ben size öğüt verenlerdenim” diye yemin de etti.” (7/19-21)
“Sonunda şeytan
ona vesvese verdi; dedi ki: “Sana sonsuzluk ağacını ve yok olmayacak bir mülkü
haber vereyim mi?”” (20/120)
Bu hususun üzerinde hassasiyetle durulması gerekir.
Çünkü toplumsal alanı ilgilendiren çalışmalarda İblis’in yaptığı yanıltma ile
karşı karşıya kalınıp kalınmayacağı ciddi bir sorundur. Geçen yazımızda doğaya
ilişkin yapılan çalışmalarla toplumsal alana ilişkin yapılan çalışmalar
arasındaki farklılıkları verip en ciddi sorunun, araştırmacının kendi duygu,
düşünce ve inançlarından bağımsız kalamayacağı olduğunu ifade etmiştik. İblis’in
kasıtlı olarak bilgiyi çarpıtması, insanın cennetten çıkmasına; Marks’ın
mülkiyet üzerine yanlış bir felsefe inşa etmesi, insanlığın 100 yılına mal
olmuştur.
Bu nedenle, toplumsal alandaki bilimsel çalışmalarda,
ideal gözleyici ve seçici olan Allah’ın konuya ilişkin olarak insanlığa
bildirdiği bilgiler, ana ön kabuller olarak bizim için önemli olmaktadır.
Bunlar bizim ana, temel değerlerimiz, ana frekanslarımızdır. Allah ana
değerleri insanlığa bildirmiş, ayrıntıyı, ikincil değerleri, araç değerleri,
teknik değerleri insanlara bırakmıştır. Bu yaklaşım tarzıyla, ideal gözleyici,
ideal seçici olan yaratıcının bilgisi, tüm çalışmalarımıza ışık tutmuş
olacağından dolayı gerçeği bir bütün olarak yakalama şansına sahip
olabileceğiz.
Yaratılışta Değer Boyutu
Allah, yeryüzü için yaratılacak olan insandan
bahsederken, Halife kelimesini kullanarak onun iyilik, güzellik, üstünlük
boyutuna (olumlu cephe) vurgu yaparken; Melekler ise ‘fesad ve kan dökücü’
ifadelerini kullanarak onun olumsuz cephesine dikkat çekmektedirler. Allah
insanı olumlu, melekler ise olumsuz yönü ile tanıtmaktadır:
“Hani Rabbin, Meleklere: “Muhakkak ben, yer yüzünde
bir halife var edeceğim” demişti. Onlar da: “Biz seni övüp-yüceltir ve
(sürekli) takdis edip dururken, orada fesat çıkaracak ve orada kanlar akıtacak
birini mi var edeceksin?” dediler.” (2/30)
İnsanın yapısında iyiliğe veya kötülüğe, güzelliğe
veya çirkinliğe, adalete veya zulme kısacası birbirine zıt istikametlere
götürebilecek karar mekanizmaları (kalp-nefs) bulunmaktadır. Bu mekanizmalar
aracılığıyla insan, zıtların birliğinden oluşmuştur. Her iki karar mekanizması,
kendi içlerinde olumlu ya da olumsuz istikamette değişebilme özelliklerine
sahiptir. Siyahlaşmış bir kalpten beyazlaşan bir kalbe ulaşmak mümkündür. Veya
tersi. Ya da siyah ve beyaz aynı kalp içerisinde farklı tonlarda
bulunabilmektedir. Aynı şey nefs için söylenebilir. ‘Kötülüğü emreden bir
nefs’den ‘mutmain olmuş’, ‘razı olan’ ve ‘razı olunan bir nefs’e geçilebilir.
Veya tersi. Bunlar karşılıklı olarak birbirlerini destekledikleri gibi
birbirlerini de engelleyebilirler. Bu açıdan bakıldığında insanın bir güzellik
cephesi (olumlu) bir de kötülük cephesi (olumsuz) vardır; insan yapısında çift
cephe, çift yapı. Buna uygun da birbirinin zıddı çift değer sistemi (değerlerin
olumlu veya olumsuzluluğu anlamında, değerlerin çift kutupluluğu) kendisine
sunulmuştur:
“Sonra ona fücurunu
(sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun)
.” (91/8)
İnsan yapısındaki bu zıt yapı iki zıt değer sisteminin
hakimiyet alanıdır. Bu mekanizmalara hakim olan değer, insanı kontrol eder.
Kalp ve nefsin birbirlerini desteklemeleri (olumlu veya olumsuz anlamda) ile
insan istikametini belirlemektedir. Bunların birbirine zıt istikamet alması
durumunda insan baskın olanın istikametine gitmektedir. Birbirine yakın zıt
etkileme durumunda ise insan, kararsız kalıp ne yapacağı bilinmeyen bir
tezatlar abidesi haline gelmektedir. Kendisine verilen irade ile tercih etme
hakkı kendisine bırakılmıştır. Tercihle birlikte sorumluluk da yüklenmiştir.
İnsan, tercih yapma hakkına sahip olacak şekilde gerek donanımsal, gerekse
yazılımsal mekanizmalarla(akıl, beş duyu, kalp, nefs, gönül…) donatılmıştır:
“Biz ona ‘iki yol-iki amaç’ gösterdik.” (90/10)
“Yolu(Sebil) doğrultmak Allah’a aittir, kimi (yollar)
ise eğridir.” (16/9)
İnsan farklı değerlerin adeta bir savaş alanıdır.
İstikametini belirleyene kadar büyük bir gerilim içerisinde gelgitler yaşar.
Doğru sağlam tercih yapabilmesi için elinde ölçülerin-kriterlerin olması,
kendisine doğru yolun gösterilmesi gerekir:
“Bizim Rabbimiz, her şeye hilkatini (varlık ve
özelliğini) veren, sonra da doğru yolu gösterendir.” (20/50)
Secde Olayı ile Başlayan Düşmanlık ve Değerler
İnsanın yaratılışı ile ilgili meleklerin serzenişte
bulunarak insanın olumsuz yönünü öne çekmeleri, kendilerini bir imtihanla karşı
karşıya getirmiştir. Allah, Hz. Adem’i varlık hakkında bilgilendirip melekleri
bilgilendirmemiştir. Bunun üzerine eşya (varlık), hem meleklere hem de Adem’e
gösterilip ne olduğu sorusu sorulmuştur. Melekler yöneltilen soruya cevap
veremezlerken Adem, soruyu cevaplandırmıştır(2/31-33). Kaba bir tabirle
melekler tarafından hor görülen Adem, sınavın sonunda üstün bir konuma
yükselmiştir. Bu üstünlüğün bir nişanesi olarak saygı anlamında meleklerin
Adem’e secde etmesi istenmiştir. Yapı olarak melek olanlar secde etmiş, yapısal
olarak melek olmayan İblis ise secde etmemiştir.(2/34, 7/11, 20/116, 15/30,31)
Secde emrine kadar davranış olarak melek özelliği
gösteren melekler topluluğu, yapı olarak melek ve cinlerden meydana gelmiş bir
topluluktur. Secde edip etmemeye bağlı olarak davranışlar farklılaşıp
ayrışmışlardır. Fiziksel yapı olarak melek olanlar, Allah’ın emrine itaat edip
secde etmişler; fiziksel yapı olarak ateşten yaratılmış olan cinlerden İblis,
emre itaatsizlik yaparak secde etmemiştir.
Bu şekilde bir ayrışma, insanoğlunun kaderinde önemli
bir dönüm noktası olup insan için en tehlikeli bir düşmanı ortaya çıkarmıştır: İblis-Şeytan.
Bundan sonra bir tarafta Hz Adem ve eşi, diğer tarafta İblis vardır. İki ayrı
varlık birbirine karşıt iki ayrı safta yer almıştır. Hz. Adem ve eşi, o an için
gerektiğince farkında olmamış olsalar bile, İblis onların ve onların şahsında
insan neslinin açık, katı bir düşmanı olmuştur. Bunun için Allah, Hz. Adem’le
eşini, cennette yerleşirlerken İblis’in düşmanlığı konusunda özellikle
uyarmıştır:
“Bunun üzerine dedik ki: ‘Ey Adem, bu gerçekten sana
da, eşine de düşmandır; sakın sizi cennetten sürüp çıkarmasın, sonra mutsuz
olursun.’”(20/117)
Tevhidi Değerlerle (Fıtri Değerler) Şeytani Değerlerin İlk Karşılaşması
Secde olayından sonra iki farklı tavır, iki farklı
tutum, iki farklı davranış, iki farklı düşünce söz konusudur: meleksel
davranış, tavır, tutum, düşünce ve şeytani davranış, tavır, tutum, düşünce. Bu
durum değerlerin çift kutuplu oluşunu göstermektedir.
Yaratılış ayetlerinde bütün değerler gündeme taşınmış
değildir. Aşağıdaki başlıklarda verilen konular üzerinde tekraren durulmuştur.
Bu da, bu değerlerin ne kadar önemli olduğunu gösterir.
1- Müstekbirlik ve Sınıfsal
Ayırım
İblis yapı taşını referans alarak, ateşten
yaratılanların topraktan yaratılanlara göre daha üstün bir sınıfı
oluşturduklarını ileri sürmüştür:
“(Allah) Dedi:
“Sana emrettiğimde, seni secde etmekten engelleyen neydi?”
(İblis) Dedi ki: “Ben ondan hayırlıyım; beni ateşten
yarattın, onu ise çamurdan yarattın.”…. “Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş
bir balçıktan yarattığın beşere secde etmek için var değilim.” (7/12, 2/34.
15/31-33).
İblis’in bu
tavrı ile olumsuz değerler sistemi ortaya çıkmıştır. İblis kendilerine verilen
emrin yanlışlığına inanarak kendisini değer koyucu olarak görmüştür. İblis’in
ilk ihdas ettiği değerler; kibir, hor görme, sınıfsal ayırım olmuştur. O
nedenle müstekbirlik ve sınıfsal ayırım, şeytani bir düşüncenin ürünü şeytani
birer değerdir. Sınıfsal esasa dayalı toplumlar, şeytanın ihdas ettiği değer
sistemlerini, bilinçli veya bilinçsiz olarak fark etmez, benimsemiş olan
toplumlardır
2-Tüketim
Hz. Adem ve eşi cennete yerleştiklerinde varlıklarının
devamı için gerekli olan ihtiyaçlarını nasıl karşılayacakları, yani cennetteki
yaşamlarını tanzim eden gerekli değerler ve kendilerini bekleyen tehlikeler,
kendilerine bildirilmiştir:
“(Allah) dedik ki: “Ey Adem, sen ve eşin cennette
yerleş. İkiniz de ondan, neresinden dilerseniz, bol bol yiyin; ama şu ağaca
yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.”(2/35)
“Şüphesiz ki, senin acıkmaman ve çıplak kalmaman orda
(cennette kalmana bağlı)dır… Ve gerçekten sen burada susamayacaksın ve güneş
altında yanmayacaksın da.” (20/118,119)
Tevhid dini esaslarına (Tevhidi Değerler Sistemi=Fıtri
Değer Sistemi) göre barınma, yeme, içme, giyinme ve güvenlikle ilgili
ihtiyaçları karşılanmış iki kişilik bir toplumsal yaşam vardır. Cennetin
diledikleri yerindeki imkanlardan diledikleri miktarda yararlanma hakkı
kendilerine verilmiş; ancak mahiyetini bilmedikleri bir tek ağaca
yaklaşmamaları, onun meyvelerinden yememeleri istenmiştir. Yani bir tarafta tek
bir yasak ağaç haram, diğer tarafta geri kalan tüm cennet nimetleri helal
kılınmıştır. Cennette kalıp mutlu ve güvenli bir hayat sürmeleri, her türlü
ihtiyaçlarının karşılanması bu yasağa uymalarına bağlanmıştır.
Hz. Adem ve
eşi, İblis kendilerine yaklaşıp vesvese verinceye kadar yasak ağacın
meyvelerine karşı bir arzu, bir eğilim duymamışlar ve ona ihtiyaç
hissetmemişlerdir. Ancak İblis’in kendilerine yaklaşıp yaptığı telkinlerin
sonucunda bir arzu, bir eğilim ve bir ihtiyaç duygusunun ortaya çıktığı
görülmektedir(7/20,21 20/120.)
İblis; Hz. Adem ve eşine verdiği vesvese ile ölümsüzlüğü,
iki melek olmayı, yok olmayacak mülkü ihtiyaç haline getirip onları yasak ağaca
yönlendirmiştir. Kendilerine verilen imkanların daha üstünde bir imkan, bir
makam vaad etmiştir. Bu ilk topluma İblis, ölümsüzlük, melek olma, yok olmayan
mülk gibi yeni değerler önermekle; tatminsizliği, doyumsuzluğu tahrik ederek
onları tüketim toplumu haline dönüştürmek istemiştir.
İlk yaratılış olayında İblisin öngördüğü toplumsal
model ile 21. asrın dünyasında Batı’nın öngördüğü toplumsal model arasında bir
fark yoktur. Her ikisi de tüketimi bir değer olarak gören bir tüketim toplumu
öngörmüşlerdir. Hiçbir şeyle tatmin olmayan, tüm güzellikleri tüketen bir
toplum. Bu bir tesadüf olmayıp aynı toplumsal sermayeye, aynı değerler
sistemine dayanmış olmalarından dolayıdır. Sonuç olarak Tüketim bir Şeytani
değerdir ve Şeytani değerler, kaçınılmaz olarak bir tüketim toplumu inşa
ederler.
3-Çıplaklık
İlk yaratılış olayında en ciddi çatışma alanı tesettür
konusudur. Allah tesettürü bir değer olarak vaz etmiştir. İblis ise çıplaklığı.
İblis çıplaklığı, çıplaklık olarak değil beşerin hayran kalabileceği süslü bir
maske ile maskeleyerek altın bir kase içerisinde sunmuştur/sunmaktadır.
Çıplaklık, dün ölümsüzlük iksiri, yok olmayacak bir mülk veya melekleşme diye
sunulurken; bugün moda, sanat, medenilik olarak takdim edilmektedir. İblis’in
öğütlerine(!) kanan Hz. Adem ve eşi, iki melek olmayı ve ölümsüzlüğü beklerken
çıplaklıkla karşı karşıya kalmışlardır:
“Böylece ikisi ondan yediler, hemen ardından ayıp
yerleri kendilerine açılıverdi, üzerlerini cennet yapraklarından
yamayıp-örtmeye başladılar. Adem, Rabbine karşı gelmiş oldu da
şaşırıp-kaldı.”(20/121)
Bu olayla birlikte insanlığın değer sistemine,
örtünmenin yanı sıra onunla zıt kutup olan menfi bir değer olarak çıplaklık
eklenmiştir.
Ancak bu olayda dikkat çekici olan önemli bir diğer
nokta, çıplaklığa karşı Hz. Adem’le eşinin ilk tepkilerinin, üzerlerini örtmeye
çalışmış olmaları şeklinde olmasıdır. Bu da, baskının olmadığı normal şartlar
altında örtünmenin, insanların fıtri bir eğilimi olarak var olduğudur.
Türkiye’deki üniversite gençliği arasında bir dönem başörtüsünün hızla
yayılması ve bunun ardından yasaklamanın gelmesi bu gerçeği doğrular
mahiyettedir. Örtünme ile ilgili yapılan kamusal alan tartışmaları, hizmet alan
ve hizmet veren insan unsurlarının giyimleri arasında ayırım yapma
girişimlerine bu açıdan bakılmalıdır.
Çıplaklık, süslü gösterip aldatma ile dışardan yapılan
bir dayatma sonucunda arzu ve iştihaların uyandırılması ile ortaya çıkarılan
olumsuz bir değerdir.
Şeytani tüm değerler, büyük süsleme ve aldatmaya
dayalı bir propagandanın sonucunda insanlara kabul ettirilmeye çalışılmaktadır.
Bugün sinema, tiyatro, hizmet, kozmetik, tekstil ve pazarlama sektörü gibi bir
çok alanda çıplaklık, özellikle kadının çıplaklığı, bir değer olarak
yüceltilmektedir. Gerçekte çıplaklık, kadının metalaştırılarak sömürülmesi ve
bir değer erozyonu meydana getirilebilmesi için bir araç olarak
kullanılmaktadır.
Sosyal Demokrat Parti Alman-Türk Forumu Başkanı
siyaset bilimci Bülent Güven, AB’ nin Türkiye’deki dizi filmlere fon ayırdığını
ve bu diziler aracılığıyla Türkiye’nin değer sistemini değiştirmek istediğini
belirtmektedir. Diziler üzerinden yapılan aldatıcı propaganda ile şu an için
olumsuz kabul edilen değerler, insanların kafalarında meşruiyet kazanmış
olacaktır:
“Kültür projeleri için ayrılan fonlar, Türkiye’de
köklü bir değer değişimini amaçlıyor. Yerli dizi diye takdim edilen dizi
filmlere bile fon ayırabiliyorlar. Kitaplar, dergiler yani yayınevleri ve
STK’lar üzerinden yürütülen sosyal projeler ise herkesin malumu. Bütün bunlar
batılı değerlerin meşrulaştırılması için... (Yerli Diziler) Etkileme gücü çok
yüksek yapımlar bunlar. Mesela en basitinden eş cinselliğin halkın nazarında
normal sayılmasını sağlamak için daha iyi bir imkan aklınıza geliyor mu? Dikkat
ederseniz bu tür yapımlarda bir eşcinsel karaktere yer verilmişse o mutlaka
iyilik abidesi bir kişilik olarak çıkar karşımıza.”1
Batı düşünce sisteminde çıplaklığın (farklı tonlar
dahil) bir değer ve yaşam tarzı olarak sunulması şaşırtıcı değildir. Çünkü
şeytan ve şeytanın izinden farkına vararak veya varmayarak gidenler, Hz. Adem
ve eşi gibi yanıltılmış olmaları önemli değil, çıplaklığı, Allah’a karşı
başkaldırının bir ölçüsü olarak görmektedirler:
“Ey Ademoğulları, biz sizin çirkin yerlerinizi örtecek
bir elbise ve size ‘süs kazandıracak bir giyim’ indirdik (var ettik). Takva ile
kuşanıp-donanmak ise, bu daha hayırlıdır. Bu, Allah’ın ayetlerindendir. Umulur
ki öğüt alıp-düşünürler.”
Ey Ademoğulları, şeytan, anne ve babanızın çirkin
yerlerini kendilerine göstermek için, elbiselerini sıyırtarak, onları cennetten
çıkardığı gibi sakın sizi de bir belaya uğratmasın. Çünkü o ve taraftarları,
(kendilerini göremeyeceğiniz yerden) sizleri görmektedir. Biz gerçekten
şeytanları, inanmayacakların dostları kıldık.” (7/26,27)
4- Yalan, aldatma, çarpıtma
İblis yasak ağaç hakkında Hz. Adem’le eşine yalan
söylemiştir. Kendilerine verdiği bilgi ile yasak ağacın mahiyetine ilişkin
gerçek bilgi birbirine taban tabana zıttır. İblis, zehiri altın kase içerisinde
sunarak Hz. Adem’le eşini aldatmıştır. İblis’in çıplaklığı Hz. Adem ve eşine
sunma biçimi ile AB’nin eşcinselliği, zinayı insanlara sunma biçimi arasında
bir fark yoktur. Her ikisinde de gerçeği çarpıtma, aldatma ve olumsuzu
yaldızlayıp süsleme ile sunma vardır. Onun için yalan ve aldatma şeytani bir
değerdir. ABD’nin 11 Eylül provokasyonu ve Irak işgali ile ilgili dünya
kamuoyuna verdiği bilgilerin ne kadar yalan olduğu bugün bilinmektedir.
Dolayısıyla tüm şeytani değerlerin özünde yalan,
aldatma yanıltma ve kandırma vardır.
Değerler Sisteminin Kendi İçerisinde Tutarlı Bütünlüğü: Cennete Götüren Değerlerle
Cehenneme Götüren Değerler Arasında Uzlaşmazlık
Bu yaratılış olayında üzerinde durulacak önemli bir
nokta da, değerler sisteminin kendi içerisinde bir bütünlük oluşturduğu,
eklektizmi kabul etmediğidir. Hz. Adem ve eşinin yaşam tarzları vazedilen
değerlere göre düzenlenmiştir. Oradaki yaşantıları, yasak ağaca karşı
gösterecekleri tutuma bağlanmıştır. Hz. Adem ve eşine yasak ağaçla ilgili
getirilen yasaklama ile cennette kalma arasında bir irtibatlandırma
yapılmıştır. Hatta yasağı ihlal halinde karşılaşacakları olumsuzluklarla
ilgili, acıkma, susama, güneş altında yanma ve çıplak kalma gibi, ayrıntılı
bilgi kendilerine verilmiştir. Bu, bir taraftan olumsuz bir değer olarak
çıplaklığın tehlikesini gösterirken; diğer taraftan da değerler sisteminin iç
bütünlüğü açısından uzlaşılamaz menfi bir değer olduğunu da ifade etmektedir.
Nitekim yasağın çiğnenmesi sonucunda olumsuz bir değer olarak çıplaklığın ortaya
çıkması ile Allah’ın bu nedenle verdiği ceza, cennette geçerli olan değerler
(tevhidi değerler) ile çıplaklığın uyuşmadığını, tevhidi değerlerin bütünlüğünü
bozduğunu; bu nedenle de müsamahakar davranılamayacağını, hüsnü kabul
göremeyeceğini ve ona meşruiyet kazandırılamayacağını göstermektedir. Dolayısıyla
Cennete götüren değerlerle, Cehenneme götüren değerler arasında herhangi bir
uzlaşma olmamış ve de olmayacaktır.
Değerlere Karşı Duyarlı Olmak
Her değer inananları açısından ideal ve mutlak doğru ve
mutlak haktır. Bir değer sistemi kendi içerisinde mantıksal bir bütünlüğe sahip
olduğu için başka bir değer sisteminden ana değerleri ile ilgili herhangi bir
şey almaz. Alması demek, kendi mantıksal bütünlüğünü bozması veya inkar etmesi
demektir. Bu, kendine inananların kendisinden şüphelenmesine ve onu terk
etmesine sebebiyet verir. Onun için ana değerler etrafında değer sistemleri
arasında uzlaşma olamaz demekteyiz. Uzlaşma demek, kendi değer sisteminden
şüphelenmek ve ona karşı duyarsız, ilgisiz kalmak demektir. Bu gerçeği
yaratılış ayetlerinde görmek mümkündür.
Çıplaklığa karşı biri Allah tarafından diğeri, Hz.
Adem’le eşi tarafından olmak üzere aynı istikametli iki tavır alınmıştır. Allah
yapılan eylemin sonuçlarının ne olduğunu bildiği için olaya müsamaha ile
bakmamıştır ve Hz. Adem ve eşinin tevbelerini kabul etmiş olmasına rağmen
onları cennetten çıkarmıştır. Hz. Adem’le eşi ise yaptıkları işten dolayı suçlu
olduklarını kabul edip, pişmanlık duymuşlar, tevbe edip af dilemişlerdir. Her
iki tavır da, değerlere karşı gerekli duyarlılığın zamanında gösterilmesinin
zaruri, elzem, şart olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Değerlere karşı
ilgisizlik sorunu değerler sistemi için en tehlikeli boyuttur. Olumsuz bir
değer olumlu bir değeri tahrik edip harekete geçirdiğinden dolayı ilgisizliğe
göre daha yararlıdır. İlgisizlik bir şüphedir, değerlerin afyonudur. Değer
sisteminin hayattan kopuşudur.
12 Eylül’le birlikte değerlerimize karşı açılan ABD
destekli bir savaş, bugün meyvesini vermiş; halkın değişik kesimlerinde,
özellikle genç nesillerde, değerlerimize karşı bir duyarsızlık, bir ilgisizlik
meydana getirmiştir. Hassasiyetler kaybolmuş gibidir. Kıbrıs’ta yaşanan
olaylarla ilgili gençlerin duyarsızlığı karşısında Rauf Denktaş’ın; “Suç bizde
gençlere dini ve milli değerleri öğretmedik” demesi; keza Çanakkale şehitlerini
anma töreninde Genel Kurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök’ün,
“Ancak, modern çağın etkisi ile bu tarihsel süreçte
yaşadıklarımızı, saydığım bu tarihsel nitelikleri ve ülkemizi bekleyen
tehlikeleri genç belleklere onların özümseyebilecekleri bir şekilde anlatmakta
ve algılatmakta son zamanlarda zorlanıyoruz”2
şeklindeki konuşması, değerler sistemine karşı
gösterilen duyarsızlığın hangi tehlikeli boyutlara ulaştığının bir
göstergesidir.
Geçmişle mukayese edildiğinde halkın Kıbrıs konusundaki
hassasiyetinin azaldığı, yapılan mitinglere iştirak edenlerin hem niceliği, hem
de heyecanları açısından bakıldığında, görülmektedir. 27 Mayıs, 12 Mart, 12
Eylül, 28 Şubat darbeleri halkı bıktırmış, bezdirmiştir. Bu zihni travma, Medya
aracılığıyla yürütülen sürüleştirme faaliyetinin sonucunda değerlere karşı
ilgisizlik ve duyarsızlık gibi çok tehlikeli bir hastalığa sebebiyet vermiştir.
Bugün bu
ülkenin, bu milletin düşmanları, bu saldırılarının meyvelerini devşirmeye
çalışmaktadırlar. O nedenle başta Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genel Kurmay Başkanı
olmak üzere tüm kurum ve kuruluşlar, siyasi partiler ve yerli sivil toplum
örgütleri, yeni bir toplumsal mutabakat için işbirliği yaparak çalışmalılar. Bu
coğrafyada ordu ile halkın karşı karşıya getirilmesi sadece düşmanın işine
yarar. O nedenle Askeri Bürokrasi, geçmişte yaptığı hatalara bu dönemde
düşmemeli ve geçmişte açılmış yaraları tedavi etmek için gayret sarf etmelidir.
Unutulmasın ki ABD ve AB yek vücut halinde ‘Şark meselesini’ çözmek için çoktan
saldırıya geçmişlerdir.
Değerlerin Bilgi ve İnanç Boyutu
Değerlerin bilgi ve inanç olmak üzere iki önemli alanı
vardır. Bazı değerler bilmeye, bazı değerler inanca dayanır. Bilgi, araç
değerleri, teknik değerleri üretmek için gereklidir. Bilgi tüm değerleri
korumak için de gereklidir. Bununla beraber değerleri üreten ve koruyan asıl
inançtır. Bilmek tek başına yeterli değildir. İblis Allah’ın güç ve kudretini
bildiği ve ondan korktuğu halde isyan etmiş ve fakat isyanı konusunda “Madem
öyle, beni azdırdığından dolayı…”(7/16) tarzındaki ifadesi ile Allah’ı
suçlamıştır. Buna karşılık Hz. Adem ve eşi, işledikleri suçtan dolayı
“Rabbimiz, biz nefislerimize zulmettik, eğer bizi bağışlamazsan ve
esirgemezsen, gerçekten hüsrana uğrayanlardan olacağız.”(7/23) diyerek af
talebinde bulunmuşlar ve Allah’a teslim olmuşlardır. Bundan dolayı değerleri
bilmek yetmez, onlara inanmak gerekir. Çünkü inanç değerleri besleyip
geliştiren, koruyan ve yaşatan asli unsurdur.
Tevhidi Değerlerle Şeytani Değerler Arasında Sınırsız ve Topyekün Mücadele
İlk yaratılışta meydana gelen değer sistemleri
arasındaki bu çatışma, sadece o zaman ve mekanla ilgili olsaydı, sadece orada
kalmış olsaydı, üzerinde belki de bu kadar ayrıntılı bir şekilde durmamıza
gerek yoktu. Ancak mücadele o an ve o mekanla sınırlı kalmamış, İblis Allah’tan
Diriliş Gününe kadar yaşama izni istemiş ve kendisine belli bir mühlet
verilmiştir:
“O da:
“(İnsanların) dirilecekleri güne kadar beni gözle(yip ertele.)” dedi.
(Allah:) “Sen gözlenip-ertelenenlerdensin”
dedi.”(7/14,15, 15/36-38)
Burada üzerinde durulması gereken İblis’in yaşama izin
alması değildir. İzni aldıktan sonra insanlık tarihinin şekillendirilmesinde
rol oynayacak tarzda kendisini insana ve insanlığa karşı açık bir düşman olarak
konumlandırmış ve açık bir savaş ilanı yapmış olmasıdır:
“(İblis) Dedi ki: “Madem öyle, beni azdırdığından
dolayı onlar(ı insanları saptırmak) için mutlaka senin dosdoğru yolunda (pusu
kurup) oturacağım.”
“Sonra da muhakkak onlara önlerinden, arkalarından,
sağlarından ve sollarından kendilerine sokulacağım. Onların çoğunu şükredici
bulmayacaksın.»” (7/16,17)
“(İblis) Dedi ki: “Rabbim, beni kışkırttığın şeye
karşılık, andolsun, ben de yeryüzünde onlara, (sana başkaldırmayı ve dünya
tutkularını) süsleyip-çekici göstereceğim ve onların tümünü mutlaka
kışkırtıp-saptıracağım.” (15/39)
İblis, insana karşı açmış olduğu savaşta, ‘Dosdoğru
yol üzerinde pusu kuracak’, ‘insanlara vesvese verecek’, ‘onları kışkırtıp
azdıracak’, ‘tamahkârlığa, doymazlığa sevk edecek’, ‘dünyaya tutkusunu ve
isyanı süslü gösterecektir’ ve’ dört bir yandan saldıracaktır’. Cennete giden
dosdoğru yol üzerinde pusu kurarak insanları saptırabilmek için, gerçekleri
çarpıtma ve olumsuz değerleri süsleyip sunma, böylelikle olumsuz değerleri
meşrulaştırma, psikolojik savaşın yansıma biçimleridir. Bu, mücadelenin sadece
psikolojik savaş boyutudur.
Müspet değerlerle menfi değerler arasındaki mücadele
psikolojik savaşla başlar fakat diğer vasıtaların iştiraki ile topyekün bir
mahiyet kazanır. Nitekim İblis’in yeminine karşı Allah’ın verdiği cevap,
İblis’in mücadelede kullanacağı vasıtaları ifşa etme ve insana yol gösterme
mahiyetindedir:
“Onlardan güç yetirdiklerini sesinle sarsıntıya uğrat,
atlıların ve yayalarınla onların üstüne yaygarayı kopar, mallarda ve çocuklarda
onlara ortak ol ve onlara çeşitli vaatlerde bulun.” Şeytan, onlara aldatmadan
başka bir şey vaat etmez.”(17/64)
‘Sesle
sarsıntı’, ‘yaygara koparmak’ ve ‘vaat etmek’ psikolojik savaşa, ‘atlılar ve
yayalar’ askeri mücadeleye, ‘mallar’ ekonomik mücadeleye tekabül etmektedir.
Ayrıca
yukarıdaki ayette, çocuklara ortak olma kavramı geçmektedir. Bu da, İblisin
mücadelede hedef kitle olarak öne çekeceği insan unsurunun gençler
olduğu/olacağı anlamına gelmektedir. İblis’in yolundan gidenler, nesilleri,
uyuşturucu, alkol ve fuhuş bataklığında yok etmeye çalışmış ve de
çalışmaktadırlar. Günümüzde ailelerin çocukları ile yaşadığı sorunların, KKTC
cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın ve Genel Kurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün gençlerle
ilgili şikayetlerinin ana kaynağı işte böyle bir zihniyettir.
Buradan çıkarılacak sonuç; İblis ve taraftarlarının
Fıtri Değerlere (Tevhidi Değerler) karşı sınırsız ve topyekün bir mücadele
açmış olduğudur. ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi bu boyutlu bir mücadeledir.
Sonuç: Tevhidi Değerler Yücelişi/Huzuru, Şeytani Değerler Alçalışı/Hüsranı Getirir
Şeytan ve taraftarlarının insanlığa açmış oldukları
yüksek yoğunluklu bir savaşta; Allah, af ve merhamet edici, yol gösterici,
koruyup kollayıcı vasıflarının bir gereği olarak insanı yardımcısız bırakmamış,
onu tarihsel süreç içerisinde belli aralıklarla bilgilendirerek yol göstermiş,
unutulan veya çarpıtılan değerler sistemini yeniden düzenleyip hatırlatmıştır.
Hz. Adem cezalandırılıp yeryüzüne gönderilirken önceden kendisine verilen
bilgilere ilave olarak yeni bilgilerle donatılmış ve nesli konusunda
hidayetçiler gönderileceği müjdesi verilmiştir(2/37-39, 20/123,124). Tarihi
süreç içerisinde Allah’ın gönderdiği değerler sistemi (Hidayet) ile, İblis’in
empoze ettiği değerler sistemi (Dalalet) arasında uzlaşmaz bir hakimiyet
mücadelesi olmuştur ve de olacaktır.
Hidayet yolunun yolcuları, dengeli, tutarlı, mutlu,
huzurlu, kendisi ile, toplumuyla, nesilleriyle ve doğayla barışıktır. Bu
dünyayı öteki dünya için bir imtihan yeri görmektedir.
Dalalet yolunun yolcuları, tutarsız, tezatlarla dolu,
kendisi ile, toplumu ile doğayla ve nesiller ile kavgalıdır. Tamahkâr, dünyaya
aşırı bağlıdırlar. Batılı toplumların toplumsal sermayelerini tüketmelerinin ve
birer bunalım toplumu haline dönmesinin (Fukuyama’nın tespiti) ana sebebi
budur. Çünkü şeytani değerler mutsuzluğu ve belayı getirir.
“Dedik ki: “Ey Adem, bu gerçekten sana da, eşine de
düşmandır; sakın sizi cennetten sürüp çıkarmasın, sonra mutsuz olursun.”
(20/117)
“…Onları cennetten çıkardığı gibi sakın sizi de bir
belaya uğratmasın.”(7/27)
Şeytani değerlerin icrası, insanın kendi nefsine karşı
ve toplumuna karşı yaptığı bir zulümdür. Zulüm ise her türlü kötülüğün ve
hüsranın kaynağıdır. Bu nedenle Hz. Adem, işledikleri suçtan dolayı Allah’tan
af dilerken özellikle bunu dile getirmiştir:
“Dediler ki: «Rabbimiz, biz nefislerimize zulmettik,
eğer bizi bağışlamazsan ve esirgemezsen, gerçekten hüsrana uğrayanlardan
olacağız.»”(7/23)
Dolayısıyla bütün şeytani değerler insanı bunalıma
sürükler ve mutsuz kılar. 21. asırdaki insanlığın bunalımının ana nedeni budur.
Allah’ın İblis hakkında kullandığı ‘küçük düşenlerden’,
‘kınanıp alçaltılmış ve kovulmuş’, ‘hesap gününe kadar lanetlenmiş’ gibi
kavramlar(2/36,7/13,18, 15/34,35); İblis’in yolunun daima hüsrana, alçalışa,
tefessühe ve yabancılaşmaya doğru bir gidişe sebebiyet vereceği anlamında
değerlendirilmelidir. Dolayısıyla Hidayet yolunun yolcuları düşey olarak
yükselirken; Dalâlet yolunun yolcuları da düşey olarak aşağıya inmekte, alçalmakta
ve küçülmektedirler. Batı düşünce sistemi bundan dolayı dört farklı düşüşü
gerçekleştirerek her şeyi eşyalaştıran bir makine medeniyetine vücut vermiştir:
“Teknik düşünce olarak adlandırdığımız şey, Batı
düşüncesinin seyrindeki dört düşey hareketin karşılaşma noktasıdır:
1- Düşünceyi Teknikleştirme: Sezgisel görüşten teknik
düşünceye düşüş.
2- Evrenin Dünyevileştirilmesi: Tözel biçimlerden
mekanik kavramlara düşüş.
3- İnsanın Eşyalaştırılması: Ruhsal cevherden bedensel
güdülere düşüş.
4- Zamanın mitolojiden arındırılması: Geri dönüş
(mead, ahiret) düşüncesinden tarihperestliğe düşüş.
1- Bu
düşey seyir, insan ile varlık arasındaki bağlantıyı nicel ve matematiksel
orantılara dönüştürerek, bilgiyi toplumsal ve ekonomik praksise indirger.
2- Bu
düşey seyir, doğayı canlı, bağımsız ve kendiliğinden gelişen bir varlık olarak
gösteren her türlü gizemli niteliğin ve büyüleyici sıfatın doğadan alınması ve
olumsuzlanmasıdır. Bu düşey seyir, tabiatı geometrik bir boyuta ve somut eşyaya
dönüştürerek, ondan geriye tüketim eşyalarına dönüştürülebilen güçlerin
hazinesinden başka bir şey bırakmaz.
3- Bu
düşey seyir, insanı melekûti bir varlık olarak tecelli ettiren bütün rabbani
sıfatların insandan alınması ve olumsuzlanmasıdır. Bu düşey akımın seyri insanı
cevheri, psikolojik ve içgüdüsel etmenlere indirgeme yönündedir. Günümüz insan
biliminin temeli de bu ilke üzerine kurulmuştur.
4- Bu
düşey seyir, zamanın temsili ve uhrevi içeriğinin inkarı ve sonuçta zamanın,
itici gücü tanrısal irade yerine tek boyutlu bir ilerleme olan ve amacı uhrevi
değil dünyevi olan nicel bir hareketin düz çizgisine dönüşmesidir. Bu dört
düşey harekete nihilizmin yok edici gücü adı verilir. Bu dört hareketin tek
yerde, yanaşık ve koşut oldukları ve tek bir emir tarafından yönetildikleri
açıktır. Başka bir deyişle, ayırıcı ve iptal edici güce sahip tek bir hareketin
dört yönü sayılırlar.”3
Bu dört düşey hareketten dolayı Batı medeniyeti, bir
makine medeniyetine dönüşerek kendini tahrip etmeye başlamıştır.4
Hidayete tabi olanlar dosdoğru yola ulaşıp cennete;
Dalâlete tabi olanlar ise eğri yola ulaşıp cehenneme varacaklardır. Birinde
yükselme, diğerinde alçalma vardır. Dileriz ki dalalet yolunun tüm yolcuları
hidayete gelip kurtulsunlar mutlu ve huzurlu olsunlar.
Gelecek ve kurtuluş İslam’dadır.
Kaynaklar
1- Halime Kökce, Söyleşi, Gerçek Hayat 15 Ekim-21 Ekim 2004, s: 16-17
2- Genel Kurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök, 17.03.2005, Milliyet
3- Şayegan D., Batı
Karşısında Asya, Anka yayınları, İstanbul, Orijinal Baskı 1993 çeviri 2005, s: 54,55.
4-Ülken H.Z., Bilgi
ve Değer, Ülken Yayınları, İstanbul, 2001 s: 501