(Umran Dergisi)
“Batıl her zaman batıldır, Asıl tehlike onun hak suretinde görünmesindedir.” Baki
Bugün ABD-İngiltere-İsrail şeytan ittifakı, dünyayı
işgale karar vermiş ve buna İslâm coğrafyasından başlamıştır. İslâm
coğrafyasından başlamış olmalarının ana nedeni, batının şuuraltındaki İslâm
düşmanlığını harekete geçirerek lojistik destek sağlamak ve ABD’nin dünya
imparatorluğu hedefini gözlerden, hiç olmazsa belli bir müddet için uzak
tutmaktır. 11 Eylül sonrasında ‘Haçlı
seferi’ tabirinin kullanılması, ‘Bunlar
bizim yaşam tarzımızı benimsemiyorlar; bunlar bizim yaşam tarzımıza karşılar’ denmesi
ABD’nin globalleşme adına dünyaya sunduğu değerlere ana muhalefetin İslâm’dan
geldiğinin görülmesinden dolayıdır. Dünyanın her yerinde Müslümanlar ABD’nin
insanı yozlaştıran ve yabancılaştıran değerlerine karşı muhalefet ediyorlar.
Şeytanî ittifak, bu muhalefeti kırmak için İslâm coğrafyasını yeniden
şekillendirmek istiyor. Bunun için yeni işbirlikçilere ve yeni sapma
hareketlerine ihtiyacı vardır.
‘İdare i maslahatçılık(oportünizm)’ ve ‘yeniden gözden geçirmecilik ve anlamlandırmacılık(revizyonizm)’, birer sapma hareketidir
ve birbirinden bağımsız değildir. Her iki hareket, birbirini doğurma
potansiyeline sahiptir, çoğu kez at başı giderler. İdare i maslahatçılık,
hareket metoduna ilişkin bir sapma hareketi iken; revizyonizm, düşünce metoduna
ilişkin bir sapma hareketi olarak değerlendirilebilir.
Geçen yazıda idare i maslahatçılık incelendi. Bu sayıda ise ‘yeniden gözden geçirmecilik ve yeniden anlamlandırmacılık (revizyonizm)’ incelenecektir.
Yeniden Gözden Geçirmecilik ve Anlamlandırmacılık (Revizyonizm)
Revizyonizm, genel olarak, bir düşünce sisteminin
temel varsayımlarından, temel ilkelerinden, genel bakış açılarından bir
kısmının değiştirilmesinin ve düzeltilmesinin istenmesi, bir kısım kavramların
kendi değer sistemi içindeki anlamlarının çarpıtılması, başka anlamlar
yükletilmesi, anlam alanlarının kısıtlanması ve var olan gerçeklerin üstünün
örtülmesidir. Hayatın bütününe ilişkin bir tanzimden vazgeçilmesidir. Bir
düşünce sisteminin, bir felsefenin, bir dinin veya bir ideolojinin hayatın
tümüne ilişkin öngördüğü modelin temel varsayımlarından bir kısmının, tarihin
belli bir dönemi için geçerli olduğunun iddia edilmesidir
Yukarıdaki tanımlamadan revizyonizmin , ana hatları
ile, beş farklı tezahür şeklinin olduğunu söyleyebiliriz:
1- Bir kısım değerlerin atılması, ret edilmesi ile Değerler
Sisteminin parçalanması.
2- Var olan değerlere, bu değerlerle uyuşmayan başka
düşünce sisteminin değerlerinin eklemlenmesi.
3- Değerler sistemini bozacak tarzda anahtar kavramların
anlamlarının çarpıtılması
4- Değerler sistemini bozacak tarzda anahtar
kavramların anlam sahalarının daraltılması.
5- Bazı değerlerin gizlenmesi ile sistemin bütünlüğünün bozulması.
Revizyonist Harekette Üç Grup İnsan Unsuru
Revizyonist hareketlerin içinde genelde üç grup insan
unsuru bulunur. Bunları aşağıda ki gibi sınıflandırabiliriz:
1.Grup: Bunlar, o düşüncenin samimi müntesipleri olup
sorunlara çözüm ararken yanlış istikamete sapanlardır.
2.Grup: Bunlar, o düşüncenin samimi müntesibi olmayıp
ve fakat o düşünce sistemi içinde gözüken ve her durumdan menfaat elde etmek
isteyenlerdir.
3.Grup: Bunlar, o düşüncenin açık aleni düşmanlarıdır.
Bir düşüncenin düşmanları(3.Grup), İlgili düşünceyi
yıkmak için belli bir strateji içerisinde uzun vadeli bir çalışma
içerisindedirler. Psikolojik savaş uzmanları, istihbaratçılar, bilim adamları,
din adamları ve propagandistler ile birlikte çalışırlar. Geniş bir ilişki
ağları vardır. Diğer iki grupla daima temas imkanlarını ararlar. Bunlar,
tehlikeli gördükleri düşünce akımını etkisiz hale getirebilmek için kafa
karışıklığı oluşturup halkın güveninin yıkılmasını sağlamak isterler. Aynı
zamanda ilgili düşünce sisteminin mensupları arasında sürekli teorik tartışma
çıkartarak ihtilafları körüklemeye çalışırlar. Hedef alınan düşünce sisteminin
mensuplarını başarısızlığa uğratarak veya onlara aşırı baskı ve şiddet
uygulayarak veya son derece makul kabul edilebilir teklifler yaparak etrafa
şüphe yaymak, her zaman kullandıkları usûllerdir. Kur’ân-ı Kerîm, mücadele
ortamının böyle bir kaoslu döneminde Hz. Muhammed’in(s) psikolojisini tasvir
ederken; samimi insanların farkına varmadan saptırılabileceğine dikkat
çekmektedir:
“Onlar neredeyse, sana
vahyettiğimizden başkasını bize karşı düzüp uydurman için seni fitneye düşüreceklerdi;
o zaman da seni dost edineceklerdi.
Eğer biz seni
sağlamlaştırmasaydık, andolsun, sen onlara az bir şey de olsa eğilim
gösterecektin... (17 İsra 73-75)
Burada, sıradan bir insanın saptırılabilmesi tehlikesi
sözkonusu edilmiyor; sözkonusu edilen, Allah’ın denetimi ve desteği altında ki
bir peygamberdir. Bu, nasıl sinsi ve tahripkâr bir tehlike ile karşı karşıya
olduğumuz/olacağımızın bir ölçüsü olarak ele alınmalıdır. Buradaki hitabı, tüm
Müslümanlar için genelleştirirsek, o taktirde samimi arayış içerisinde olan
Müslümanların, revizyonist akımlar içerisinde farkına varmadan yer alabilmeleri
ihtimalini daha rahat görür ve anlarız. Bunlar bilerek, inanarak ve kasıtlı
olarak değerleri terkediyor değillerdir. Bunlar bunalım dönemlerinde sorunlara
çözüm ararken istikametini, farkına varmadan istemeyerek kaybedenlerdir. O
nedenle bu gruptaki insanları, değerlerin bir kısmını bilinçli bir şekilde
reddeden 2. gruptaki insanlarla bir tutmamak gerekir. Aksi taktirde büyük bir
stratejik hata yapılmış olur.
2. gruptakiler, söz konusu değerler sistemi (İslâm’da iman edenler) kümesine mensup
olmadıkları halde, o değerler sistemi(iman
edenler) kümesi içerisinde gözükme gayretindedirler. Bunların en belirgin
özelliği, Değerler Sisteminin
(İslâm’da Kitab’ın) tamamına
inanmamış olmaları, gerçekte değerler sistemine inananlara (iman edenlere) her türlü kötülüğü reva
görmeleri ve devamlı tuzak kurmada rol almalarıdır:
“Ey iman edenler, kendinizden
olmayanı sırdaş edinmeyin. Onlar size kötülük ve zarar vermekte kusur etmezler,
size zorlu bir sıkıntı verecek şeyden hoşlanırlar. Buğz ve düşmanlıkları
ağızlarından dışa vurmuştur, sinelerinin gizli tuttukları ise daha büyüktür.
Size ayetlerimizi açıkladık; belki akıl erdirirsiniz... Sizler işte böylesiniz;
onları seversiniz, oysa onlar sizi sevmezler. Siz Kitab’ın tümüne inanırsınız,
onlar, sizinle karşılaştıklarında ‘inandık’ derler, kendi başlarına
kaldıklarında ise, size karşı olan kin ve öfkelerinden dolayı parmak uçlarını
ısırırlar. Size bir iyilik dokununca onları tasalandırır, size bir kötülük
isabet edince ise onunla sevinirler. Eğer siz sabreder ve sakınırsanız, onların
‘hileli düzenleri’ size hiçbir şeyle zarar veremez.” (3 Ali İmran 118-120)
Değerler sisteminin parçalanmasını isteyen 2. gruptaki
insan unsuru, menfaat saiki ile hareket eden dünyevileşme hastalığına yakalanıp
ahiret hayatını unutanlardır:
“İşte bunlar, ahirete
karşılık dünya hayatını satın alanlardır; bundan dolayı azapları hafifletilmez
ve kendilerine yardımda edilmez.” (2 Bakara 86)
Bunlar, her türlü kötülüğü, iyilik maske veya makyajı
altında sunarlar. Hz. Peygamber(s) zamanında Mescid-i Dırar’ı yaparak İslâm’ı
yok etmek isteyenlerin görünürde ki gerekçesi, ‘iyilik olsun diye’ olmuştur:
“Zarar vermek, küfrü
pekiştirmek, müminlerin arasını ayırmak ve daha önce Allah’a ve Resulüne karşı
savaşanı gözlemek için mescit edinenler ve ‘Biz iyilikten başka bir şey
istemedik’ diye yemin edenler var ya, Allah onların mutlaka yalancı olduklarına
şahitlik etmektedir...”(
9 Tevbe 107-108)
Revizyonist hareketlerde, genelde, 3. grup insan
unsuru ile 2. gruptakiler beraber çalışırlar. 3. gruptakilerin açığa çıkmaları
uygun olmadığı için; 3. gruptakilerin çizdiği strateji ve politikalar, 2.
gruptakiler aracılığıyla uygulanır. Bunlar aynı zamanda doğal olarak istihbarat
görevini de üstlenirler:
“Ey Peygamber! Kalpleri
inanmadığı halde ağızlarıyla ‘inandık’ diyenlerle Yahudilerden küfür içinde
çaba harcayanlar seni üzmesin. Onlar, yalana kulak tutanlar, sana gelmeyen
diğer bir topluluk adına haber toplayanlardır. Onlar, kelimeleri yerlerine
konulduktan sonra saptırırlar. Size bu verilirse onu alın, o verilmezse ondan
kaçının derler...” (5
Maide 41)
Asıl tehlike, bu 2 grubun(2. ve 3. grup) varlığı veya
çalışması değildir. Bu iki gruptan gelebilecek tehlike, doğal olarak beklenmesi
gerekendir. Böyle bir saldırı ve tahrip hareketinin beklenmemiş olması
yanlıştır. Asıl tehlike, 2. ve 3. grupta olanların 1. gruptakilerle bağlantı
kurarak birlikte çalışmalarıdır. 1. gruptakilerin böyle bir işbirliğinin
farkına varmamış olmaları, meydana gelebilecek tahribatı engellemez.
Revizyonist akımlara karşı verilecek mücadelede bu 3
grup insan unsurunun varlığı gözönüne alınmalı ve bunlar arsındaki işbirliğini
engelleyecek politikalar geliştirilmelidir.
Diğer taraftan revizyonist hareketlerin öncülerinin,
sıradan insanlar olmadıklarına dikkat edilmelidir. Bunlar; genel olarak
aydınlar, din adamları ve bilim adamları içinden çıkarlar. Takipçileri halktan
her kesim olabilir. Kur’ân-ı Kerim, geçmişte Ehli Kitap alimlerinin ve din
adamlarının toplumu saptırmada oynadıkları role dikkat çekerek Müslümanları
uyarmaktadır:
“Onlar, Allah’ı bırakıp da
bilginlerini ve rahiplerini rablar (ilahlar) edindiler... Oysa onlar, tek olan
bir İlah’a ibadet etmekten başkasıyla emrolunmadılar.” (9 Tevbe 31)
Hz. Peygamber; alimlerin ve din adamlarının, helâlle
haramı karıştırarak halkı saptırdıklarını belirterek bu ayeti açıklamıştır:
“Onların rahipleri ve
bilginleri, helali haram, haramı da helal kılıyor, halk da onlara uyuyordu. İşte
halkın din adamlarına ve bilginlerine ibadeti budur.”1
28 Şubat postmodern darbe sürecinde İslâm’la ilgili pek çok konuda kafa karışıklığı yapanlar, bazı din adamları ile alimler değil miydi?
Değerler Sisteminden Şüphe Etmek
Revizyonizmin beslenme kaynağı kaostur, mağlubiyetlerdir.
Sorunlara çözüm üretilmemiş olmasıdır. Mağlupların psikolojileri, sapma
hareketlerini besleyip büyütebilir. Galiplerin taklit edilmesi ve onların
izinden gidilmesi gibi yanlış bir çözüm şeklinin benimsenmesi cazip hale
gelebilir. Bu konuda İbni Haldun mağlupların galipleri hem davranış, hem de
düşünce olarak taklit ettiği kanaatindedir:
“Nefs ve kalb, daima kavimlerine galebe çalmış ve
kendi kavmine boyun eğdirmiş olanların olgunluk ve üstünlüklerine inanır.
Yenilen kimse buna inandıktan sonra, bütün iş ve hareketlerinde kendisini
yeneni örnek edinir ve ona benzemeye çalışır. Yahut kendisine üstün gelen
kimsenin galebesinin, adet, mezhep ve mesleğinden ileri geldiği vehmine
kapılır, bunu galebenin sebepleri ile karıştırır. İşte bu yanılgılardan dolayı
yenilgiye uğrayan kimse giyim ve kuşam, hayvana binmek, silahlanmak ve bütün
diğer hal ve işlerinde kendisini yeneni örnek edinir... Aynı şekilde komşu
kavimlerden biri ötekine üstün ise, mağlup olan, büyük ölçüde kendisine üstün
olan komşu kavme benzemeye ve onu kendisine örnek almaya çalışır. O kavmin hali
ve adeti bu yolla onlara sirayet eder.”2
Bu sonuç; fert veya toplumun kendi değer sisteminin,
hayatın sorunlarına çözüm getirip getiremediği/getiremeyeceği noktasında kuşku
içerisine girmesinden dolayıdır. Kur’ân-ı Kerim böyle bir neslin varlığından
bahsetmektedir:
“...Şüphesiz onların
ardından Kitaba mirasçı olanlar ise, herhalde ona karşı kuşku verici bir
tereddüt içindedirler.” (42
Şura 14)
Kuşku, mücadelede daima karşılaşılabilen psikolojik
bir durumdur ve bir düşünce sistemi için en tehlikeli olandır. Bundan dolayı
olsa gerek Allah, psikolojik savaşın yoğun bir şekilde muhatabı olmuş olan Hz.
Muhammed’i, kuşkuya kapılmaması için uyarmıştır:
“Sana indirdiğimizden eğer kuşkudaysan, senden
önce kitabı okuyanlara sor.
Andolsun, Rabbinden sana
gerçek gelmiştir; şu halde kuşkuya kapılanlardan olma. Ve Allah’ın ayetlerini
yalan sayanlardan da olma; yoksa kayba uğrayanlardan olursun”(10 Yunus 94,95)
Değerlere karşı duyulan kuşku, revizyonist akımları besler; tedbir alınmazsa da büyütür. Psikolojik savaş uzmanlarının, son zamanlarda ‘niçin Müslüman ülkeler geri kalmıştır’ tarzında açtığı sorgulamanın amacı da budur. İktidara gelen dindar insanların muktedir olmamaları için önlerine yığınla engel konması, ‘başarısızlığın İslâmileştirilmesi’ diye tabir edilen bir psikolojiyi hakim kılarak güven bunalımı meydana getirmek içindir.
Değerler Sistemini Parçalayarak Tahrif Etmek
Değerler sisteminden şüphe, o sistemin toptan inkar
edilip ret edilmesi yada bazı değerlerin atılarak yerlerine başka değer
sistemlerinden yeni değerler eklenmesi sonucunu doğurabilir. Revizyonist
hareketler, ikinci seçenekle ilgilidir. Çünkü, geniş kitlelere mal olmuş
felsefi ve dini düşüncelerin toptan reddedilmesi, o kadar kolay bir hadise değildir.
O nedenle var olan değer sisteminin bir kısmının değiştirilmesini teklif etmek
daha kolay ve uygundur.
Değer
sistemleri üzerinde bu yolla yapılmak istenen tahribatı daha iyi anlayabilmek
için aşağıdaki iki belgeyi incelemek yeterli olacaktır.
4 Nisan 1926’da
yayınlanan Türk Medeni Kanunu’nun gerekçesinde Adalet Bakanı Mahmut Esat
Bozkurt, dini değer sisteminin parçalanmasının gerekliliğini savunmaktadır:
“Hayat yürür; ihtiyacât
sürekli değişir; din kanunları mutlaka ilerleyen hayatın huzurunda şekilden ve
ölü kelimelerden fazla bir kıymet, bir mânâ ifade etmezler. Değişmemek dinler
için bir zarurettir. Bu itibarla dinlerin sadece bir vicdan işi olarak kalması,
asrı hazır medeniyetin esasatından ve eski medeniyetle yeni medeniyetin en
mühim farikalarından birisidir. Esaslarını dinlerden alan kanunlar tatbik
edilmekte oldukları iptidai devirlere bağlarlar ve terakkiyata mâni belli başlı
müessir medeniyeti kendisine değil, kendisini muasır medeniyetin icabatına her
ne bahaya olursa olsun ayak uydurmak mecburiyetindedir.”3
Eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, 28 Şubat 1997
postmodern darbesi sonrasında, 1926 yılındaki terminolojiyi kullanarak dinde
revizyonun gerekliliğini savunmuştur:
“Bugün Türkiye’nin %99’u Müslüman’dır. Müslümanlığın
gereklerini rahatlıkla yerine getirmektedir. Bundan daha fazlasını, Şeriatı
isteyen vatandaşıma sorarım: ‘Sen daha ne istiyorsun?’ Onun istediği şudur:
Kur’an-ı Kerim’de 6665 ayet vardır. Bunların 230’u ahkama ilişkindir; hayatın
tanzimine ilişkindir. Geri kalan 6435 ayet ise imana, ahlaka, ibadete
ilişkindir. 6435 ayeti benim vatandaşım rahatlıkla uygulamaktadır. Buna kimse
mani olmamaktadır. 230 ayete gelince, çağdaş hukukta bunların da karşılıkları
vardır; fakat farklıdır. İşte Şeriat isteyen, bu 230 ayetin de uygulanmasını
istemektedir. Bu 230 ayeti uygulayamayız. Çünkü Atatürk bizden çağdaş medeniyet
seviyesine çıkmamızı istemiştir. Çağdaş medeniyet seviyesine bunları
uygulayarak çıkamayız. Çünkü dinin özünde durağanlık vardır. Değişen dünyada
durağan kurallarla gelişmeyi yapamazsınız. Yüzyıl önceki hukuk, Şeriat
hukukuydu; buna tekrar geri dönüş olamaz. İşte, irtica, yüzyıl öncenin hukukuna
Şeriat hukukuna dönmedir. Şeriat hukuku, Kur’ân-ı Kerim’deki günlük hayatı,
dünyayı düzenleyen hükümlerin uygulamasıdır. Osmanlı İmparatorluğu, Şeriat
hukukunu uyguluyordu. Batı karşısında geri kalmıştı. Bunun için Cumhuriyet,
din-devlet ayırımı olan laikliği getirmiştir.”4
19. yüzyıldan itibaren Halkı Müslüman olan ülkelerin
değişik yörelerinde, değişik şahıslar tarafından bu ve buna benzer iddia ve
tezler söylenegelmiştir. Bu coğrafya, Millileşmek, İslâmlaşmak ve Batılılaşmak
gibi üç ana ekolün yoğun tartışmalarına sahne olmuştur. Halkı Müslüman olan
coğrafyada yönetimi ele geçirenlerin büyük bir çoğunluğu batılılaşmayı amaç olarak
benimsemiş, kendi ülkelerinde şok uygulamalar yapmış, halka her türlü karalama,
baskı ve şiddeti uygulamış olmalarına rağmen ne istedikleri batılılaşmayı
gerçekleştirebilmişler, ne de muasır medeniyet düzeyine gelebilmişler ve ne de
bilim ve teknolojiyi üretmeyi başarabilmişlerdir. Oysa bu süreçte, ne din ve ne
de dindarlar yönetimdedir. Buna rağmen, geri kalmışlığın sebebi olarak dinin ve
dindarların gösterilmek istenmesi, nasıl bir zihinsel çarpıklığın olduğunu ve
ne denli çirkin bir psikolojik savaşın yürütüldüğünü göstermeye yeter de artar
bile.
Böyle bir psikolojik savaşın hedefi; Müslümanları
baskı altına alıp iradelerini çözerek, bunaltarak kendi değerlerinin en azından
bir kısmına karşı güvensizlik oluşturup terk edilmesini sağlamaktır. Kur’ân,
böyle bir psikolojik ruh halinin oluşabileceğine dikkat çekmektedir:
“Şimdi onların: ‘Ona bir
hazine indirilmeli ya da onunla birlikte bir melek gelmeli değil miydi?’
demeleri dolayısıyla göğsün daralıp sana vahy olunanlardan bir kısmını mı terk
edeceksin?..”(11 Hud 12)
Yukarıda ki ayette ‘göğsü daralıp değerlerin bir
kısmını terkedebileceği söylenen şahıs’, bir peygamberdir. Beşer, psikolojik
baskı altında böyle bir düşünceye kapılabilmektedir. Tehlike, vahyedilenlerin
tümünün terk edilmesi değil, bir kısmının terk edilebilmesidir:
“Aralarında Allah’ın
indirdiği ile de hükmet ve onların hevâlarına uyma. Allahın sana
indirdiklerinin bir kısmından seni şaşırtırlar diye onlardan sakın.”(5Maide 49)(Ayrıca bkz. Ali İmran 118-120, Bakara
85-86 ve Hicr 90-95 )
Revizyonist hareketler, değerlerin bir kısmını hedef aldığı için sinsidir, çok tehlikeli ve tahripkârdır.
Melezleşme: Değerler Sisteminin Harmanlanması yada Hakla Batılın Karıştırılması ile Tahrif
Revizyonist hareketler, reddettikleri, attıkları
değerlerin yerine bir başka düşünce sisteminin değerlerini -genelde revizyonist
harekette yer alan 3. grubun öngördüğü değerleri- yerleştirmeye çalışırlar.
Böylelikle kendi içinde tutarlı olmayan melez bir değerler sistemi ortaya
çıkar. Bu bir harmanlamadır; İslâmî açıdan bakıldığında, hakla batıl birbirine
karıştırılarak değerlerin tahrif edilmesidir.
Melez değerler sistemi oluşturma veya değerleri tahrif etmenin yolları revizyonizmin tanımı kısmında verilmişti. Burada bunlar, ana hatları ile ele alınıp incelenecektir. Ancak buna girmeden önce bir noktanın daha altının çizilmesinde fayda vardır: Harmanlama, farklı düşünce sistemlerini birbirine yakınlaştırıp çatışmayı, hakim güçlerin lehine sonlandırmak için başvurulan yollardan biri olarak da kullanılmaktadır. Bazen buna, ‘yakınlaştırma yaklaşımı’, ‘uzlaştırma hareketi’ de denir.
Eklemleme Yaparak Tahrif
Bu tahrif, bir düşünce sisteminde var olan değerlere;
o değerler sisteminin bütünlüğü ile uyuşmayan, bazı yabancı değerlerin ilavesi
ile yapılır.
İslâm tarihinde müşriklerin kendi putlarının
Müslümanların Allah’ı indinde bir yetkileri bulunduğu ve şefaatçi
olabileceklerinin kabul edilmesini teklif etmeleri, eklemlemeye bir örnek olarak ele alınabilir. İslâm tarihinde “Garanik
Hadisesi” diye anılan olay, var olan değerlere, var olanı çarpıtacak şekilde
yeni bir eklemleme yaparak İslâm’ı yozlaştırma ve uzlaştırma girişimidir.
Müşrikler, “Gördünüz
mü Uzza’yı, Lat’ı. Ve ötekini, üçüncüsü olan Menat’ı” şeklinde olan Necm
suresinin 19 ve 20. ayetlerinin sonuna ‘Bunlar
yüce yaratıklardır, bunların şefaati kabul olunur’ ibaresini ekleyerek; “Gördünüz mü Uzza’yı, Lat’ı. Ve ötekini,
üçüncüsü olan Menat’ı Bunlar yüce yaratıklardır, bunların şefaati kabul olunur”
şeklinde okuyup etrafa yaymaya kalkmışlardır. Ve arkasından, “Biz de, Allah’ın
yaşattığını ve öldürdüğünü, yarattığını ve beslediğini biliyoruz. Fakat bu
ilahlarımız da O’nun nezdinde bize şefaat ederler. Mademki onların payını
veriyorsun, biz de seninle beraberiz.”(5) diyerek aradaki kavganın son
bulduğunu ilan etmişlerdir. Burada eklemleme yaparak âyetin anlam sahasını
değiştirdiler. İşte bu, revizyonist hareketlerin önemli bir özelliğidir:
“Ama zulmedenler, kendilerine
söylenen sözü bir başkasıyla değiştirdiler..” (2 Bakara 59)
Eğer Müslümanlar bu teklifi kabul etmiş olsaydı,
aralarındaki kavga bitmiş olacaktı. Bu olayın devamında gelen ayetler (Necm
21-23), böyle bir eklemlemeye, bu yolla bir uzlaşmaya şiddetle karşı çıkmış ve
yol göstermenin Allah’a ait olduğunu açık bir şekilde beyan etmiştir:
“Erkek size, dişi O’na mı?
İşte bu insafsızca bir bölüştürme.
Bunlar, sizin ve
atalarınızın taktığı isimlerden başka bir şey değildir. Onlar hakkında Allah
bir delil indirmemiştir. Onlar, sadece zanna ve nefislerininin heva olarak arzu
ettiklerine uymaktadırlar. Andolsun, onlara Rablerinden yol gösterici
gelmiştir.”(53 Necm
21-23)
Burada, kendi değerlerini vahiyden bir parça imiş gibi
gösterip kabulünü kolaylaştırmak istediler. Bu da revizyonist hareketlerin
halkı saptırabilmek ve zalimlerin buyruğuna sokabilmek için genelde tüm dini
metinleri, özelde Kur’ân-ı Kerim’i nasıl istismar edebileceklerinin bir
ölçüsüdür:
“Onlardan öyleleri vardır ki, dillerini kitaba doğru eğip bükerler, siz onu kitaptan sanasınız diye. Oysa o kitaptan değildir. ‘Bu Allah katındandır’ derler. Oysa o Allah katından değildir. Ve onlar kendileri de bildikleri halde Allah’a karşı yalan söylerler.” (3 Al-i İmran 78)
Kelimelerin Anlamlarını
Çarpıtmak Suretiyle Tahrif Etme
İslâm’ın değerleri ve dinamizmi karşısında
tutunamayanlar, İslâm’ı bulandırarak tasfiye etmek için kelimeler üzerinde
oynarlar. Onları anlamlarını çarpıtmak için onları bulundukları anlam ağından,
semantik alandan koparmak isterler:
“Onlar, kelimeleri konuldukları yerlerinden saptırırlar. Sık sık kendilerine hatırlatılan şeyden pay almayı unuttular. İçlerinden birazı dışında, onlardan sürekli ihanet görür durursun.”(5 Maide 13, 41)
Gerçeklerin Üzerini Örterek
Tahrif Etme
Bazı durumlarda Kitapta var olan bazı değerleri,
eklemleme yaparak veya anlam sahalarını kısıtlayarak çarpıtmak mümkün
olamayabilir. Bu durumda revizyonistler, kendi savundukları fikirlere karşı
olan bu değerlerin gündeme gelmemesi için gayret sarfederler. Onlar için
bunların üzerlerinin örtülmesi, tartışılmasından daha yararlı olabilir:
“Allah’ın indirdiği Kitaptan
bir şeyi gözardı edip saklayanlar ve onunla değeri az bir karşılığı satın
alanlar; onların yedikleri karınlarında ateşten başkası değildir...” (2 Bakara 174)
Âyet, gizleme işleminin bir menfaat karşılığı
yapıldığına dikkat çekiyor. Kendilerine sağlanan bir menfaat karşılığında bir
düşünce sistemini tahrip etmeye kalkışılabilmeleri, revizyonistlerin ne kadar
tehlikeli olabileceğinin bir ölçüsü olarak değerlendirilmelidir.
İslâm tarihinde Mekke Şehir Meclisinin temsilcisi
Utbe’nin Hz. Peygambere ‘susma’ karşılığında para, kadın, hükümet başkanlığını
teklif etmesi konumuzla ilgili çok ilginç bir örnektir:
“Utbe: Muhammed, biz seni ezelden beri akıllı,
hamiyetli ve sevimli bir adam olarak tanırız. Kimseye kötülük ettiğini
görmedik. Senin vaazlarının halk arasında ne gibi tahriklere sebep olduğunu
söylemeye lüzum görmüyorum. Bana açıkça söyle bütün bunların sebebi nedir? Para
mı istiyorsun? Sana teminat veriyorum ki şehir istediğin kadar parayı sana
toplayacaktır. Arzun kadında mı? Şehrin en güzel kızlarını kendine zevce olarak
al ve seni temin ederim ki seni memnun etmek için hepimiz mutabıkız. Hükümet
başkanı mı olmak istiyorsun? Bir tek şartla, hepimiz seni en yüksek başkanımız
olarak kabule hazırız. Bundan sonra bizim dini hissiyatımızla, amme
vicdanımızla oynama; putlarımızı, biz ve atalarımız arasında onlara tapanların
ebedi cehennem ateşinde kalacaklarını söyleme.”6
Böyle bir teklifin peygambere yapılabilmesi başlı
başına üzerinde dikkatlice ve önemle durulmasını gerektirir. Yapılan teklifin
anlamı şudur: Davanı bırak, bizim rahatımızı kaçırma; bunun karşılığında ne
istiyorsan senin olsun. Öyle ki geç başımıza bizi, bizim değerlerimizle yönet.
Sen evinde, mabedinde ve vicdanında nasıl inanırsan inan ve yaşa. Ama halkın
önünde, kamusal alanda bizim değerlerimizi kullan, seninkileri örtbas et.
Bugün de aynı yöntemin uygulanmaya çalışıldığını
görmekteyiz. Siyasî mücadele içinde ılımlı
İslâm, modern İslâm, liberal İslâm, muhafazakar demokrasi vb. gibi
terminolojinin kullanılması ile verilmek istenen mesaj, Utbe’nin yaptığı
teklifin kapsamı ile aynıdır. Müslümanlara, ‘önce sapın, sonra gelin uzlaşalım’
demektedirler:
“Onlar, senin kendilerine
yaranıp-onlarla uzlaşmanı arzu ettiler; o zaman onlar da sana yaranıp,
uzlaşacaklardı.” (68
Kalem, 9)
“Onlar neredeyse, sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı düzüp uydurman için seni fitneye düşüreceklerdi; o zamanda seni dost edineceklerdi. (17 İsra 73)
‘Size Verilenlerle Yetinin,
Yoksa Öcüler Yer Sizi!’
Revizyonistler değer sistemleri üzerindeki
tahribatlarını daima doğal zeminlerde yapmak isterler. Her şeyin tabii seyrinde
vuku bulduğu intibaının uyanması onların işine gelir. Ancak işler her zaman bu
şekilde sinsice yürümeyebilir. O zaman da üstü kapalı yumuşak tehdit yoluna
başvururlar. Yukarıda alıntı yaptığımız S. Demirel’in konuşmasında geçen ‘Bundan
daha fazlasını, Şeriat’ı isteyen vatandaşıma sorarım: ‘Sen daha ne istiyorsun?’
ifadeleri, nasihatle karışık tehdit içermektedir.
‘Siz daha başka ne istiyorsunuz, belanızı mı
arıyorsunuz; size ne verilirse onunla yetinin, bu size yapılmış bir lütuftur,
nankörlük yapmayın’ tarzındaki bir söylem; hakkını arayanları susturmada
benimsenmiş bir usûldür:
“...Onlar, kelimeleri yerlerine konulduktan sonra saptırırlar. Size bu verilirse onu alın, o verilmezse ondan kaçının derler...” (5 Maide 41)
Revizyonizmin Doğal Sonucu: Şizofren Fert-Toplum ve Parçalanmış Din
Değer sisteminin tahrif edilmesi ile zihnî dünyada
başlayan çatışma, hayatın pratiğine yansıyıp günlük hayatta işlerin
parçalanmasını kaçınılmaz kılar(21 Enbiya 93).
Hem imanî, hem de amelî hayatı, birbiri ile çelişen,
birbirini reddeden farklı inanç sistemlerinin etki alanları içine giren bir
ferdin davranışları tutarlı olamayacaktır:
“Onlardan sonra hayırsız bir
nesil geldi ki, bunlar Kitab’a varis oldular, ama ayetleri tahrif etme
karşılığında şu değersiz dünya metaını alıp ‘Nasılsa affa nail oluruz!’
düşüncesiyle hareket ettiler. Af umarken bile, öbür yandan yine gayr-ı meşrû
bir meta, bir rüşvet zuhûr etse, onu da alırlar. Peki onlardan, Allah hakkında
hak ve gerçek olandan başka bir şey söylemeyeceklerine dair Kitab’ta mevcut
hükümler uyarınca söz alınmamış mıydı? Ve Kitab’ın içindekileri ders edinip
okumamışlar mıydı?” (7
Araf 169)
Melez değer sisteminin uygulanması sonucunda;
söyledikleri ile yaptıkları birbirini tutmayan, kendi iç dünyasında barışık
olmayan, şizofren davranışlar sergileyen tezatlar abidesi yeni bir insan unsuru
ve toplum ortaya çıkar:
“Şayet onlar da, sizin
inandığınız gibi inanırlarsa kuşkusuz doğru yolu bulmuşlardır; yok eğer yüz
çevirirlerse, onlar elbet bir çelişki ve aykırılık içerisindedirler...” (2 Bakara 137)
Şahsiyetini, istikametini, kıblesini ve değerlerine
güvenini kaybetmiş bir ferde veya topluma kimsenin saygı duyması ve değer
vermesi mümkün değildir. Bunlar, sürekli bir yalpalama ve yaltaklanma
içerisinde olurlar; tüm yaşamları zillet ve rezilliktir:
“Yoksa siz, kitabın bir
bölümüne inanıp da bir bölümünü inkar mı ediyorsunuz? İçinizden bunu yapanların
cezası, dünya hayatında rezil-rüsva olmaktan başka bir şey değildir. Kıyamet gününde
ise azabın en şiddetlisi vardır.” (2 Bakara 85)
İslâm dünyasının son 200 yıllık döneminde yaşadığı
rezilliğe ve içine düştüğü zillete bir de bu açıdan bakmakta fayda vardır.
Değerler sistemi parçalanmış ve tahrif edilmiş bir
dinin kendisinin bütünlüğünden bahsedilmesi mümkün müdür? Bunca tahribattan
sonra din de elbette paramparça olmuş olacaktır. Bütün bu tahribattan sonra,
önüne veya arkasına ekledikleri sıfatlarla tanımladıkları İslâm; Allah’ın
Kur’ân’da tanımladığı İslâm değildir:
“Şüphesiz, dinlerini parça parça edip kendileri de gruplaşanlar, sen hiçbir şeyde onlardan değilsin...” (6 Enam 159)
Sonuç
İslâm doğası gereği tüm insanlığa yeni bir hayat
tarzı, yeni bir insan ve toplum tipi önermekte ve insanlar arası ilişkiyi
yeniden tanzim etmektedir. Tüm hayatın yeni normlara, yeni değerlere uygun
olarak yeniden tanzimi, ABD’nin Globalleşme adı altında insanlığa sunmağa
çalıştığı nizama topyekün karşı çıkış anlamına gelmektedir. Dünyanın refahtan
şımarıp azan önde gelenleri, hayatın adalet merkezli olarak yeniden tanzim
edilmesine karşıdırlar.
11 Eylül ABD komplosu; Müslümanlar için, uzun vadeli,
yorucu, engebeli ve tuzaklarla dolu bir mücadele sürecini başlatmıştır. Bu
süreçte sadece Müslümanları değil, tüm dünya insanlığını kurtaracak yeni bir insan,
yeni bir toplum ve yeni bir dünya inşâ ve ihyâ edilmelidir. O nedenle bu dönem
iyi okunmalı, ona göre hazırlıklı olunmalıdır. Sadece pratik hareketler
yapılmamalı; aynı zamanda teori pratikle beraber inşa edilmelidir. Teorinin
öncülüğü ve önderliğinde bir pratik söz konusudur.
Revizyonist hareketlere karşı verilecek mücadelede
yapılması gerekenler, Kur’ân-ı Kerim’in konuya ilişkin ayetlerinin öncesi ve
sonrasında açıkça belirtilmektedir. Okuyucuların, bu ayetleri bir kez de bu
gözle okumalarında fayda vardır. Bununla beraber alınması gereken tedbirler
aşağıdaki gibi özetlenebilir:
1- Saptırma hareketleri baskın güçlerin güdümünde ve
korumasındadır. Revizyonistlere ve oportünistlere karşı verilecek mücadele,
işgal ve sömürgeciliğe karşı verilecek olan genel mücadelenin bir parçası
olmalıdır. Her iki mücadele birbiri ile koordineli olarak yürütülmelidir.
2- Saptırma hareketleri, psikolojik savaş zemininde
oluşur; o nedenle psikolojik savunma, karşı psikolojik saldırı birlikte
yürütülmelidir.
3- Sapma hareketleri içerisinde ki üç grup insan
unsuru arasındaki ittifakın bozulması için çalışılmalıdır ve 1. gruptakiler
ikna yolu ile kazanılmalıdır.
4- 1. grupta yer alan insanlarımızın; emin
olmadıkları, yarın değiştirebilecekleri düşüncelerini yazıya döküp tartışmaya
açmamaları kendilerinden istenmelidir. Belli bir aydın, düşünür, alim veya din
adamı grubu arasında yapılması gereken tartışmaların, henüz olgunlaşmadan
kamuoyu önünde tartışıldığında; halkın fikri dünyasını kolayca tahrip
edebileceği ve fakat tamirinin çok uzun bir süre alacağı gözönünde
tutulmalıdır.
5- Sapma hareketleri içerisinde yer alanlar deşifre
edilmeli, veli, dost, sırdaş olarak kabul edilmemelidir; onlara
güvenilmemelidir.
6- Ümmetin sorunlarını çözmek için grup çalışmaları
yapılmalı, teorik bir alt yapı oluşturulmalıdır. Bu zeminde ki çalışmalar kesin
sonuca kavuşturulmadan ve uzlaşma sağlanmadan kamuoyu önünde tartışılmamalıdır.
1980 sonrasında Müslümanlar arasında yaşanan ve enerjilerinin boşa harcanmasına
yol açan tartışma oyununa tekrar düşülmemelidir.
7- Bu ölümlü dünyadan bir gün göç edeceğimiz ve burada
yaptıklarımızdan hesaba çekileceğimiz asla unutulmamalıdır.
8- “Allah’ı unutan ve bu yüzden Allah’ın da onlara
nefislerini (kendileri) unutturduğu kimseler gibi” (59 Haşr 19) olunmamalıdır.
9- “Hakkı batılın yerine geçirmeyin ve sizce de
bilinirken hakkı gizlemeyin.” (2 Bakara 42, 3 Ali İmran 71) emri her zaman
hatırlanmalıdır.
10- “Şu halde, sen bundan dolayı davet et ve
emrolunduğun gibi dosdoğru bir istikamet tuttur. Onların hevâlarına uyma...”
(42 Şura 15) âyetinde ifadesini bulan görevi yerine getirmek için toplam enerji
harekete geçirilmelidir.
11- Unutmayalım: ‘Biz yolumuzu dosdoğru tutarsak yoldan sapan bize zarar veremez.’ (5 Maide 105)
Kaynaklar
1-Kandehlevi. M.Y., Hadislerle Hz. Peygamber ve Ashabının Yaşadığı Müslümanlık, Kalem
yayınevi, İstanbul c. 1, s. 288, (1979)
2- Haldun. İ, Mukaddime,
MEB. Ankara, c-I, s. 374
3- Vatandaş, C., “Resmi İdeoloji ve İslâm’ın Yeniden
Tanımı” Umran, sayı 37, 1997 s.
21-27.
4- Süleyman Demirel’in ATV-Siyaset Meydanı, Kanal
D-Durum programlarındaki konuşması, Umran
1997/37,
5- Berki,
A.H., Keskioğlu, O., Hz.Muhammed ve
Hayatı, Ankara, 1974, s. 96.
6- Hamidullah,
M., İslâm Peygamberi, s.81.