1 Kasım 2024 Cuma

ŞER İTTİFAKI ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI İÇİN İKİ ANA EKSEN OLUŞTURMAYA ÇALIŞMAKTADIR

(Umran Dergisi)

 

Şer İttifakı (Siyonizm-ABD-İngiltere-İsrail, AB) 21. yüzyılı “dijital dönüşüm” yüzyılı olarak öngörmekte, bu nedenle “büyük sıfırlama” stratejisini uygulamaya sokabilmek için önce biyolojik savaşı (korona süreci), sonra ekolojik savaşı, daha sonra Ukrayna’da “senelerce sürecek hibrit savaşı” ve nihayet “kudurmuş köpek” İsrail üzerinden Filistin-Lübnan hattında elektronik-siber savaşı farklı bir boyutta (çağrı cihazları, telsizler ve cep telefonlarının internet üzerinden patlatılması) başlatmıştır. Bu dört önemli sürecin yıllar ekseninde birbiri ardınca ve birbirini destekler mahiyette vuku bulması, tüm dünyada çok uzun sürecek yeni bir kavganın, hatta savaşın kilometre taşları şeklinde görülmelidir. Bu savaşların önemli bir boyutunun, ülkeleri ekonomik krizle çökertip “kadife darbelere uygun bir gayrimemnunlar kitlesi” inşa ederek savaşmadan, mevcut yönetimleri ve hatta devletleri paramparça etmek ve 2050’li yıllara doğru “1000 şehir devleti” inşa etmek amaçlı olduğu gerçeğini görmemiz gerekir. 

Kitle imha silahlarının (nükleer, kimyasal, biyolojik, siber silahlar vb.) rakip ve düşman ülkelerde bulunduğu gerçeği bilindiğine, Üçüncü Dünya Savaşı’nın insanlığın sonu olabileceği sıkça ifade edildiğine göre, dünyada böyle bir savaşı başlatmayı bugün kim isteyebilir?[1] Bu yazıda Üçüncü Dünya Savaşı’nı isteyen güç odağı ele alınıp değerlendirilecektir.

İki Eksenli Savaşın Ayak Sesleri

Ukrayna savaşı ile birlikte başlatılan hibrit savaş sürecinin amacı, bölgesel çatışmaları, İkinci Dünya Savaşı öncesindeki gibi karşıt iki ana eksenin ortaya çıkmasını sağlamaktır. Bilindiği gibi sonuçları bakımından 20. yüzyılı şekillendiren İkinci Dünya Savaşı evvelinde “Mihver Kuvvetleri” (Almanya, İtalya, Japonya, Macaristan, Romanya, Bulgaristan, Slovakya ve Hırvatistan) ve “Müttefik Kuvvetleri” (Amerika, İngiltere, Fransa, Sovyetler Birliği) şeklinde karşıt iki ana eksen meydana gelmişti. Savaşı Müttefik Kuvvetleri kazanmıştı. Fakat Müttefik Kuvvetler, daha sonra bir tarafta ABD/NATO diğer tarafta SSCB/Varşova Paktı olmak üzere Moskova, Tahran, Vladivostok ve Yalta anlaşmaları ile dünyayı paylaşarak Soğuk Savaş dönemini başlatmışlardı.[2]

Sovyetlerin çöküşü ile birlikte ABD ve NATO, SSCB’de yer alan ülkeleri NATO’ya alarak kendisine rakip çıkamayacak şekilde yeni bir eksen oluşturma girişiminde bulunmuştur. ABD, “Rusya’ya, eskiden SSCB’de olan bazı ülkeleri NATO’ya almama sözü vermesine rağmen” NATO’ya alarak Rusya’yı kuşatmaya başlamıştır. Bugün Ukrayna savaşı, NATO’nun Karadeniz limanlarına kolayca girebilmek ve Rusya ile Türkiye’yi daha fazla kuşatabilmek amacıyla Ukrayna’nın NATO’ya alınmak istenmesinin bir sonucudur. 

Burada hem Siyonizm’in hem de ABD’nin iki eksen oluşturma konusundaki yaklaşımı ele alınıp genel hatları ile değerlendirilecektir.

‘Yüksek Konsey’in Kararı’: ‘Yaratıcı Yıkım’/‘Düzeltici Savaş’

Küresel Stratejiler Konseyi Şirketi’ne (Global Strategies Council Inc.) ait olduğu söylenen ve 2009 yılında YouTube’da yayımlanan üç videoda, ‘Yüksek Konseyi’ temsilen konuştuğunu söyleyen şahıs, “mevcut küresel sistemin iflas ettiğini”, “yeniden doğması” için “bugün ölmesi gerektiğini” ve bunun için de “küresel bir savaşın Türkiye’den” çıkarılması gerektiğinin izahını yapmaktadır:

“Sorun, sistemin doğal ömrünü tamamlamış olması ve liberal düzenin moral değerleri unutarak kendi yarattığı döngüler içinde, kendi sahip olduğu mekanizmayı içinden çıkılamayacak kadar karmaşık hâle getirmesindedir. (…) Sonunda sistem, yaşam periyodunu tamamlayarak çökmenin eşiğine gelmiştir…

  1. ve 18. yüzyıllar arasında hüküm sürdükten sonra yıkılan mekanizma, Birinci Dünya Savaşı’ndan İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar süren korumacılık ve ardından gelen Bretton Woods sistemi buna birer örnektir. İşte bugün yaşadığımız kriz de yetmişlerde başlayan kontrolsüz küreselleşme döneminin kaçınılmaz sonunu simgeliyor. Bizim sistemimiz de artık bu nihai noktaya varmıştır ve ölmek üzeredir.

İşte tam da bu gerekçeyle dünyamızın daha uzun ve acı dolu bir çöküş dönemi yaşamaması için, sistemi bizim, kendi inisiyatifimizle çökertmemiz gerekmektedir.

(…) Sistemin yeniden doğmadan önce tamamen yıkılması gerektiği yeni bir tez değil. Yaklaşık yetmiş sene önce büyük iktisatçı Joseph Schumpeter, yaratıcı yıkım teorisini ortaya attığında tam da bu konudan bahsediyordu.

Bu teoriye göre, kapitalist düzende yeni değerler, kurumlar ve yöntemler, işlevini bitirenleri acımasızca yok ederek onların yerini alır. Schumpeter, bu sürece “yaratıcı yıkım” adını verir. Bu öyle bir yıkımdır ki, kendinden önceki sistemi bütün hataları ile beraber tarihe gömerek yeni bir sistem yaratır. Bizim Schumpeter’den farkımız ise, sistemin evrim yoluyla değil, devrim yoluyla yıkılması gerektiğine inanmamızdır.

(…) Sistemi yeniden ve daha sağlam olarak kurmak için tamamen yıkmaktan başka çaremiz yok. Bu gerçeklerden hareket ettiğimiz zaman ise, sistemi tümden yıkmak için sadece bir yol olduğunu görüyoruz: Küresel Savaş!

Gerek ben gerek Konsey içindeki pek çok yönetici, çöken sistemin, ancak çok büyük bir savaştan sonra oluşturulacak farklı düzenlemelerle yeniden yapılandırılabileceğini düşünüyoruz. (…) Bu bir düzeltici savaş olacaktır.

Peki! Düzeltici savaş nedir? Bu da yeni bir kavram değil. Düzeltici savaş, aslında büyük siyaset felsefecisi Rosa Luxemburg ve onun düşünce okuluna mensup kişilerin kullandığı bir tanımdır. Anlamı da dejenere olmuş bir sistemi yıkarak yerine yeni ve sağlam bir sistemi kurmaya yarayan bir savaştır. İşte bugün bize gereken savaş budur.

Bu savaşın nerede, ne zaman ve kimler arasında çıkabileceği, Konsey’in karar vericileri arasında tüm ayrıntılarıyla, çok uzun süre tartışılıyordu.

(…) Konsey’in karar mercii olan yüksek meclis, tüm sistemi yıkarak yapılandıracak olan savaşın, uygarlık tarihi boyunca savaşlara sahne olan Ortadoğu’dan çıkmasını uygun görmüştür. Çatışmanın patlak vereceği ülke ise Türkiye olacaktır. Hiç kuşkusuz bu, tesadüfi olarak yapılmış bir seçim değildir. Bizim planlarımızda rastlantılara yer yok.

Düzeltici savaşın ilk saldırısını, Kuzey Irak’taki terör örgütü içine yerleştirdiğimiz özel fraksiyon gerçekleştirecek. Konsey, yaklaşık üç yıldır Kuzey Irak’taki terör örgütünün içine yuvalanmış özel bir birliği yönetiyor. Bu birliğin varlık amacı, örgütün başaramadığı eylemleri gerçekleştirmek, onlara eğitim ve istihbarat sağlamak. Tamamen yabancı, paralı askerlerden oluşan bu gizli birlik, terör örgütü ile birlikte, çok yakında Türkiye’ye karşı düzenlenecek olan büyük bir kışkırtma eyleminde kullanılacak. (…) Bunun Türkiye’deki kentlere yönelik, 11 Eylül benzeri bir saldırı olacağını söyleyebilirim.

Bu saldırı üzerine, ikinci aşamada, Türkiye de Kuzey Irak topraklarına karşı geniş çaplı bir harekâta girişecek ve çatışma kısa sürede kontrolden çıkarak merkezi Irak yönetimini de içine alacak. Eşzamanlı olarak, terör örgütünün İran’la çatışmakta olan diğer fraksiyonu, bizim sağlayacağımız silah ve lojistik destekle İran’a saldıracak ve çatışmaya Tahran da dâhil olacak…

Üçüncü aşamada, Konsey’in Suudi Arabistan’da bulunan bağlantıları sayesinde bu ülkedeki Sünni liderler, Irak’taki merkezi ‘Sünni yönetime’ destek verecek ve kısa sürede kuvvetlerini çatışmaya sokacak. Bu noktada, savaşın bir tarafında Kürtlere karşı toprak bütünlüğünü korumaya çalışan Türkiye, İran ve ileri safhalarda muhtemelen Suriye, diğer tarafında ise Kuzey Irak Kürt yönetimi, onun arkasındaki Irak ‘merkezi hükûmeti’ ve her ikisinde de Suudi Arabistan olacak. İsrail de kısa sürede İran’la olan kutuplaşması nedeniyle savaşın içine çekilecek.

Bu çatışmaya, ABD asla karışmayacaktır. Washington’a bu aşamada düşen görev, Irak-Kürt-Suudi Arabistan-İsrail koalisyonunu destekleyerek karşı tarafın üstünlüğünü dengelemeye çalışmaktır.

Böylece savaşın dördüncü safhasına girilecektir ki, bu safhada İran’la sıkı ekonomik ilişki içerisinde olan Çin ve Rusya da çatışmaya taraf olmak zorunda kalacaklardır. Bu da tarafların arkasındaki süper güçleri karşı karşıya getirerek, nihai savaşa giden yolun açılmasını sağlayacaktır…

Beşinci ve son safhada, birinci bloku destekleyen ABD, ikinci blokun arkasındaki Çin ve Rusya ile kaçınılmaz sıcak çatışmaya girecek. Bu durumda tüm fikir ayrılıklarına rağmen AB ülkelerinin de Washington’ın yanında yer almaktan başka çaresi olmayacaktır. Bütün tahminler ve hesaplar, bu oluşuma karşın, Orta Asya Türk cumhuriyetlerinin de diğer bloka katılacağı yönündedir. Böylece, ABD-AB-Merkezi Irak Hükûmeti-İsrail-Kürdistan-Arabistan bloku ile Rusya-Çin-İran-Türkiye-Orta Asya Cumhuriyetleri bloku çatışmaya girecek.

Geniş çaplı bu dünya savaşı sonunda, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan uluslararası sistem, bütün ideolojik, siyasi ve ekonomik bileşenleri ile külliyen çökecektir. Bu savaşın herhangi bir galibi olmayacak. Çatışma yeterli yıkım düzeyine eriştikten sonra durdurulacak, taraflar arasında karşılıklı müzakereler başlayacak, tarafsız kalmış ülkelerin arabulucuğuyla bloklar arasında ateşkes sağlanacak.

Tarafların kendi topraklarına çekilmelerinin ardından Ortadoğu’da bazı sınırlar değişecek, yeni devletler oluşacak.

Suudi Arabistan’daki krallık rejiminin çökmesi ve İran’daki şeriat devletinin tarihe karışması, gerçekleşecek olan bu değişimlerden sadece ikisi; en az bunun kadar önemli bir değişim daha olacak ki,  o da Türkiye, Irak ve Kürdistan’la ilgili... Savaşın sonunda Irak resmen üçe bölünecek, kuzeyinde bağımsız Kürdistan kurulacak. Kürtlerin tarih boyunca yaşadığı bölgeleri incelersek, bu yeni ülkenin Türkiye’nin güneydoğusunu da alması gerektiği sonucuna varabiliriz. Türkler ve Kürtler arasında yıllardır süren siyasi, askerî ve sosyal çatışmaların da bu şekilde sona ereceği muhakkaktır. Zaten bölgedeki Kürt sorunu için bulunabilecek başka hiçbir formül, iki toplum arasında kalıcı bir barış ve toplumsal uzlaşma sağlayamaz.

İran ve Suriye’deki Kürt toplulukları da sonradan Kürdistan’a katılacaklar. Bölgedeki nüfus dağılımını gösteren haritalara dikkatli bakacak olursanız, Kürt nüfus bölgelerinin zaten Türkiye’nin güneydoğusunu, İran’ın kuzey batısını ve Suriye’nin doğusunu kapsadığını görürsünüz. Türkiye’de ve diğer ülkelerde bu plana itiraz edecek sesler çıkacaktır. Ancak savaş sonrası oluşan konjonktür nedeniyle Türkler klasikleşmiş kırmızı çizgilerini değiştirmek ve Kürdistan’a toprak vermek zorunda kalacaklar. Bu kaos ortamında Türkiye’nin Güneydoğu topraklarından vazgeçmekten başka çaresi olmayacaktır.

Savaşın en önemli sonucu, elbette barış antlaşmalarından sonra yeniden kurulacak olan küresel ekonomik sistemdir. Yeni dünya düzeninin temelinde, yetkileri artırılmış bir IMF ve Dünya Bankası, bir küresel merkez bankası, küresel tek para birimi ve uluslararası denetime dayalı bir ekonomi politikası olacağını söyleyebilirim. Ayrıca savaşın ekonomiyi canlandırma etkisi de olacaktır. Federal Reserve ve diğer merkez bankaları savunma giderlerini finanse edebilmek için sıkı para politikalarını terk edip muazzam ölçülerde para basmaya başlayacaklardır.

(…) Yıllar önce aramızdan ayrılan ünlü siyaset felsefecisi Leo Strauss’un dediği gibi ‘Bazen toplumları yönetmek için onları şok edecek olaylara ihtiyaç vardır; eğer bunlar kendiliğinden oluşmuyorsa, amacımıza hizmet edecek şok olayları kendiniz yaratırsınız.’

Bu nedenle şimdi bize düşen, sistemi yıkmak ve yenisini kurmak. Yaratıcı bir yıkım ve düzeltici bir savaş ile. …  Sistem yarın yeniden doğmak için bugün ölmek zorunda.”[3]

Video ile ilgili tüm ihtimaller, daha önceki bir yazımızda değişik boyutları ile ele alınıp değerlendirilmiştir.[4]

 ‘Yüksek Konsey’in yukarıdaki kararları, konumuzu ilgilendiren boyutları aşağıda özetlenmektedir:

  1. “Var olan mevcut küresel sistem yaşam periyodunu tamamlayarak çökmenin eşiğine gelmiş” ve kurucu gücün kendi inisiyatifiyle, “yaratıcı yıkım teorisi”/“düzeltici savaş teorisi”nin uygulandığı “küresel bir savaşla çökertilecektir.”

  • ‘Yüksek Konsey’, savaşın Ortadoğu’dan çıkmasını uygun görmüş ve çatışmanın patlak vereceği ülke olarak Türkiye seçilmiştir.

  • Düzeltici savaş beş aşamalı bir savaş olacaktır.

  • Dünyada iki büyük bloklaşma meydana gelecek ve çatışma küreselleşecektir: Birinci eksen; Rusya-Çin-İran-Türkiye-Orta Asya cumhuriyetleri; ikinci eksen: ABD-AB-Irak-İsrail-Kürdistan-Arabistan.

  1. Küresel savaşın sonunda Ortadoğu’da yeni devletler oluşacaktır.

  • Suudi Arabistan’daki krallık rejimi çökecek.

  • İran’daki şeriat devleti yıkılacak.

  • Irak resmen üçe bölünecek.

  • Türkiye’nin güneydoğusunu, İran’ın kuzey batısını, Irak’ın kuzeyi ve Suriye’nin doğusunu kapsayan “Büyük Kürdistan” kurulacaktır. (Şekil 1)

  1. “Yeni küresel ekonomik sistemde, yetkileri artırılmış bir IMF ve Dünya Bankası, bir küresel merkez bankası, küresel tek para birimi ve uluslararası denetime dayalı bir ekonomi politika olacaktır.”

Şekil 1: Büyük Ortadoğu Projesinde Coğrafyanın Yeni Haritası (Armed Forces Journal Dergisi,        Haziran 2006)

Küresel Stratejiler Konseyi Şirketi’ne ait videolarda, “küresel savaş çıkarmak” isteyen gücün “Yüksek Meclis” olduğu ifade edilmektedir. Bu meclis genelde Siyonizm’in “Üç Yüzler”, “Otuz Üçler” ya da “On Üçler Meclisi” için kullanılmaktadır.[5] “13’ler Meclisi”, “33’ler Meclisi” ve “300’ler Meclisi”, “SANHEDRİN”, “En Üst Yönetim Meclisi” olarak isimlendirilmekte ve 1 dolar üzerindeki piramitte yer almaktadırlar. (Şekil 2)

Şekil 2: Bir Dolar Üzerindeki Piramitte Siyonist Yapıların İsimleri[6]

 

Bugün İsrail’in Şer İttifakı’nın desteği ile Filistin-Lübnan-Suriye-Irak-İran hattında yaptıkları bu yaklaşımın en ciddi delilleri olarak değerlendirilmelidir.

İsrail’in Kaos Merkezli Bölge Stratejisi

İsrail bölgede “kaostan kaynaklanan düzen” teorisine uygun bir strateji izlemektedir. Bölge ülkelerini birbiri ile savaştırarak bölmeyi (İran-Irak savaşı, Irak-Kuveyt savaşı) ve bir güç olmaktan çıkarmayı hedeflemektedir. Aşağıda, konu ile ilgili birkaç dökümana yer verilmektedir:

  1. Dünya Siyonist Örgütü tarafından Kudüs’te yayımlanan Kivunim dergisinde Oded Yinon tarafından yazılan (sayı: 14, 5742, Şubat 1982) “80’li Yıllar için İsrail’in Stratejik Planları” başlıklı makale “Böl, parçala, savaştır ve yok et” şeklindeki Siyonist stratejinin ana hatlarını ortaya koymaktadır:

 “Bu ülkenin (Mısır) ayrı coğrafi eyaletlere bölünmesi, bizim Batı cephesi üzerinde, 1990’lı yıllar için siyasî hedefimiz olmalıdır. Böylece Mısır bir kere parçalandıktan ve merkezî iktidardan yoksun bırakıldıktan sonra, Libya, Sudan ve diğer uzak ülkeler aynı çözülmenin içine gireceklerdir. Yukarı Mısır’da bir Kıpti devletinin kurulması ve daha az öneme sahip bölgesel kimliklerin oluşturulması, barış anlaşması yüzünden şimdilik geciktirilmiş, fakat uzun vadede kaçınılmaz olan bir gelişmenin anahtarıdır.

Lübnan’ın beş eyalete bölünmesi... Arap dünyasının bütününde meydana geleceklerin müjdesini veriyor.

Suriye ve Irak’ın etnik veya dinî kıstaslar bazında belli bölgelere ayrılması, uzun vadede, İsrail için öncelikli gaye olmalıdır. Bunun birinci safhası ise, söz konusu devletlerin askerî güçlerinin imha edilmesidir.

Suriye’nin etnik yapıları, kendisini parçalanmaya hazır hâle getiriyor. Suriye’nin deniz sahili boyunca bir Şii devleti, Halep’te ve Şam’da birer Sünni devleti kurulabilir.

Her hâlükârda Huran’la birlikte Ürdün’ün kuzeyinde -belki de bizim Golan’ımız üzerinde- kendi devletini oluşturmayı ümit eden bir Dürzi kimliği de ortaya çıkabilecektir...

Petrolce zengin ve iç mücadelelerin pençesindeki Irak, İsrail’in nişan çizgisindedir. Onun dağılması bizim için Suriye’ninkinden daha önemlidir, zira Irak, yakın vadede İsrail için en ciddî tehlikeyi temsil etmektedir.”[7]  

1980’li yıllarda İsrail’in stratejisine odaklanan makale, bugün değerlendirildiğinde, stratejiye uygun olarak Libya, Sudan ve Irak’ın fiilen bölündüğü; Suriye’de ise bölünmek üzere haritanın yeniden çizilmeye çalışıldığı görülebilir. (Şekil 3) Libya, Suriye ve Irak’ın orduları, İsrail için tehlike olmaktan çıkarılmış ve her üç ülke, iç savaşın neden olduğu bir kaosu yaşamaktadır. Lübnan’a karadan, havadan ve denizden yapılan saldırının amacı, yukarıda ifade edilen stratejinin ruhuna uygun olarak Lübnan’ı beşe bölmektir. Irak, Suriye ve Libya gayri resmî olarak, Sudan ise resmen bölünmüştür. Sonuçlar, İsrail’in stratejik planlarına uygundur.

Şekil 3: Şimdilik Öngörülen Yeni Suriye Haritası

 

2.                Emekli amiral ve İsrail gizli servisi MOSSAD’ın eski başkanı Ami Ayalon’un, 2012 yılında Carlie Rose’a verdiği röportaj.

Ayalon röportajında, İsrail’in ana ve gerçek düşmanının şimdilik İran olduğu ve İran’ın güçlenmesinin mutlaka durdurulması gerektiğini belirtmektedir: “Nükleer ve askerî bir güce sahip, Batı’ya yaklaşmış bir İran bölgede lider ülke konumuna gelebilir. Nükleer ve askerî açıdan güçlü bir İran karşısında İsrail olarak ayakta kalamayız… İran ile ilgili durumun Gazze meselesinden daha önemli olduğu algısı oluşturulmalıdır.”[8] 

Ayalon röportajında “fazla zamanımız yok” diyerek uygulanması gereken politikaları, ana hatları ile şöyle özetlemektedir: “Eğer biz Amerika’nın ya da bölgede başka ülkelerin desteğini almadan İran’a karşı koyarsak sadece basit bir tepkiyle karşılaşmaz, çok daha büyük tehlikelerle karşı karşıya kalırız.

Ancak belli ülkeleri Sünni koalisyon gibi bir güç birliği kurmaya yönlendirir ve böyle bir koalisyonun parçası olabilirsek, bu durum ABD’nin de dikkatini çeker ve uluslararası tepkileri de bertaraf ederiz.

Temel problemin bölgede lider bir ülke olabilecek Şii İran’ın olduğunu kabul ettirebilirsek o zaman istediğimizi yaptırabiliriz. Böyle bir koalisyon için en uygun ülkeler, Sünni yapıya sahip Türkiye, Mısır, Ürdün ve Suudi Arabistan’dır… Sünnileri İran’ın üzerine salacak politikalar üretmeliyiz.”[9]

MOSSAD’ın eski başkanı Ami Ayalon’un röportajında dikkat çeken ana noktalar şunlardır:

  • Siyonizm’in ana hedefi İran’dır.

  • İran nükleer bir güce sahip olmadan vurulmalıdır.

  • İsrail’in İran’a karşı mücadelesi için ABD’nin desteği şarttır. Bu destek alınmadan İran’la savaşmak uygun değildir; İsrail’e tepki çok büyük olur.

  • İsrail’in doğrudan doğruya İran’la savaşması yanlıştır.

  • Bölgede ana problem, “Şii İran’ın lider bir ülke olabileceği” olgusudur. İsrail’in hedefi bunu, Sünni devletlere kabul ettirmek olmalıdır.

  • İsrail Sünni devletlerle İran’a karşı ortak bir cephe inşa etmeli ve bu Sünni koalisyonla birlikte İran’la savaşılmalıdır.

  • İsrail ile oluşturulacak Sünni koalisyon için en uygun ülkeler, Türkiye, Mısır, Ürdün ve Suudi Arabistan’dır.

MOSSAD eski başkanı Ami Ayalon’un ifadelerinden, çizilen stratejinin, İslâm dünyasını anlaşmalar yaparak bölmek ve kamplaştırmak olduğu çok açık bir şekilde görülmektedir.

  1. Şubat 2010’da aşırı sağcı Reut Enstitüsü’nün “Politik Bir Duvar Yaratmak” Raporu.

Enstitü’nün İsrail ordusu ve hükûmetine sunduğu özel raporda öngörülen taktikler, kullanılan ifadeler, ‘kudurmuş köpek gibi olmanın’ ne anlama geldiğini açıklamaktadır. Rapor İsrail’in “düşmanları”nı iki ana sınıfa ayırmaktadır: “1. Direniş şebekesi: İran, Hizbullah, HAMAS... 2. Gayri meşrulaştırma şebekesi: Batılı solcular, insan hakları grupları, Arap ve Müslümanlar. Gazze ablukasını, işgali protesto edenler, Filistinliye eşit hak isteyenler.”

“Barışçı insan hakları savunucuları”na karşı gizli servisler ve silahlı kuvvetler aracılığıyla sabotaj ve saldırılar düzenlenmeli. İsrail, bunları ülke dışında da sindirmek için gizli servis kullanmalı.”[10]

  1. Stratfor Düşünce Kuruluşu’nun Başkanı, George Friedman ile 2011’de Amerika’nın Sesi radyosunda yapılan röportaj: “Türkiye’nin Ellerini Kirletmesi Gerekiyor!”

Röportajda Friedman, “Türkiye’nin ABD ile Avrasya ittifakı arasında bir tercih yapmak mecburiyetinde” olduğunu ve normalde “Türkiye’nin ABD safında olması gerektiğini” ifade etmektedir. Friedman’a göre Türkiye, ABD ittifakını tercih ettiği takdirde, ABD ile birlikte “İran’la savaşmak” zorundadır: “Türkiye’nin karmaşadan uzak durması değil, karmaşanın parçası olması gerekiyor. Türkiye enerji konusunda Rusya’ya bağımlı. Rusya da tarihî olarak Türkiye’nin rakibi. Şu anda böyle görünmeyebilir ama tarihsel gerçek bu. Rusya, Ermenistan’ı destekliyor. Azerbaycan ve Gürcistan’a baskı yapıyor. Bu nedenle Türkiye’nin diğer enerji kaynaklarına ihtiyacı var; bu kaynaklardan biri Azerbaycan ve Gürcistan’dan geçen boru hattı. (…) Burada “Türkiye’nin dünyanın en büyük petrol üreten ülkelerinden biri olan Irak’la ilgili politikası nedir?” sorusu öne çıkıyor. Elbette bunun cevabı, Kürt özerk bölgesi ve Türkiye’nin bu konudaki politikasıyla, Türk-İran ilişkileri ve Türk-Amerikan ilişkileriyle de kesişiyor. Mesele burada daha da karmaşık bir hâl alıyor. Çünkü Irak’ın sunduğu her fırsat, bir karmaşa içeriyor. Bu da Türkiye’ye sorunu çözmesi için bir fırsat sunuyor. Ama Türkiye’nin bu denklemi çözmesi için ellerini kirletmesi gerekiyor.”[11]

Friedman, “Türkiye’nin ellerini” İran’la ‘kirletmesi’, yani İran’la savaşması gerektiği teklifini yaparken; ABD/Siyonizm tarafından çizilmiş bir stratejide ya da yol haritasında Türkiye’ye biçilmek istenen rolün ne olduğunu da ortaya koymuştur.

Belirtilen amaçlar doğrultusunda, aralarında diplomatik temas bulunmayan İsrail ve Suudi Arabistan’ın gizli toplantılar düzenlediği ve İsrail Dış ilişkiler direktörü Dore Gold ile Suudi Arabistan’ın hükûmet danışmanı Enver Eşki’nin, 2014-2016 döneminde 5 kez gizlice görüştüğü medyaya yansımıştır. Bu görüşmelerin uzantısında 2016 yılında Suudi Arabistan liderliğinde, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu ülkeler, ‘Teröre Karşı İslâm İttifakı’ adıyla yeni ittifak kurmuşlardır. Dikkat çeken nokta, bu koalisyonda İran, Irak ve Suriye’ye yer verilmeyişidir. 3 milyon askerin yer alacağı öngörülen bu yeni bir koalisyona Türkiye de asker göndereceğini açıklamıştı.[12]

Donald Trump’ın başkanlığı döneminde bazı Arap ülkelerinin İsrail ile imzaladıkları, İbrahim Anlaşması ile Yüzyıl Anlaşması’na bu çerçevede bakmak gerekmektedir. Ayrıca o dönemde İsrail’in, Arap ülkeleri ile “Arap-İsrail NATO’su kurmak için yoğun çalışmalar başlattığını hatırlamak gerekmektedir.

İsrail, İran’a karşı güçlü bir Sünni ittifak oluşturup elini kuvvetlendirirken, bir taraftan Filistin’de çok rahat hareket etme imkânına kavuşmu diğer taraftan da bölgeyi 100 yıl sürecek bir kaosa sürüklemenin alt zeminini oluşturmuştur. Ancak 2017 yılında Trump’ın Suudi Arabistan görüşmesinden sonra “Katar Krizi” çıkarılmış ve İran’a karşı oluşan Sünni blok parçalanmış, Suudi Arabistan önderliğinde Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır gibi bazı ülkelerin yer aldığı bir “Arap İttifakı” meydana getirilmiştir.

Aksa Tufanı Harekâtı, İsrail’in arka planda inşa etmek istediği bu stratejiyi hem tüm dünyanın gündemine sokmuş hem de paramparça etmiştir. Bugün İsrail’in “kudurmuş köpek” gibi saldırmasının ana nedeni, kurulan bir oyunun bozulması, stratejinin paramparça edilmesidir.

  1. Netanyahu’nun BM’de yaptığı konuşma: ‘Yeni Ortadoğu’.

22 Eylül 2023 tarihinde İsrail Başbakanı Netanyahu 78. Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nda ‘Filistin’i yok sayan’ ‘Yeni Ortadoğu’ merkezli bir konuşma yapmıştır. Netanyahu, BM’de Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Mısır, Sudan ve Ürdün’ün yeşil renkte gösterildiği “Yeni Orta Doğu” başlıklı bir harita göstermiş ve İsrail’in öngördüğü ‘Yeni Ortadoğu Planı Haritası’na göre Ortadoğu’nun şekillendirileceğini ifade etmiştir. (Şekil 4) Netanyahu’nun yeni Ortadoğu haritasında Filistin diye bir devlet yoktur.

 

       Şekil 4: Netanyahu’nun 22 Eylül 2023 tarihinde BM’de gösterdiği ‘Yeni Ortadoğu Haritası’

Netanyahu’nun BM’de yaptığı konuşma ana hatları ile şöyle özetlenebilir:

  • “Hindistan’dan Avrupa’ya uzanacak ve İsrail’den geçmesi planlanan yeni ekonomik koridor oluşturulacak.”

  • “Riyad ile normalleşme anlaşması imzalayabileceğiz.” “İsrail ile Suudi Arabistan arasındaki barışın tarihi bir eşikte olduğuna inanıyorum.” “İsrail ve Suudi Arabistan arasındaki barış yeni bir Ortadoğu oluşturacak.”

  • “İsrail’in 2020’de Arap ülkeleriyle imzaladığı anlaşmalarla normalleşme sürecine girilmiştir. İsrail’in daha fazla Arap ülkesiyle normalleşme anlaşması imzalaması sayesinde Filistinlilerle barış sağlanabilecektir.”

  • “Yeni bir barış çağının başlangıcını müjdeliyorum.” “Filistinliler bu harekete karşı çıkmamaları gerekir.” “Böyle bir barış, Arap-İsrail çatışmalarının bitmesine katkı sağlayacaktır.” “Diğer Arap devletlerini de İsrail ile ilişkilerini normalleştirmeye teşvik edecektir.”

  • “Filistin lideri Mahmud Abbas’ın BM Genel Kurulu’ndaki dünkü konuşmasında, ‘Ortadoğu’da Filistin devleti olmadan barış olamayacağı' yönündeki ısrarlı ifadesini reddediyorum.”

  • “Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, Yahudi Soykırımı’nı inkâr etmekte ve ‘antisemitik’ söylemde bulunmaktadır.”

  • “Ben uzun zaman Filistinlilerle bir barış anlaşmasını arzu ettim. Filistinlilere, İsrail’in Arap ülkeleriyle yeni barış anlaşmalarına karşı veto hakkı verilmemeli. Filistinliler bu süreci veto etmeden barışın genişletilmesinden yararlanabilir.”

  • “Eski ABD Başkanı Donald Trump döneminde Arap ülkeleriyle İsrail normalleşme anlaşmaları imzalamıştır.” “ABD Başkanı Joe Biden’ın liderliğinde de Suudi Arabistan ile normalleşme anlaşması imzalayabileceklerdir.”

  • “Uluslararası toplum, İran’ın saldırılarına karşı kayıtsız kalmıştır.” “İran’ın nükleer emellerini sürdürmesine rağmen yaptırımlar gevşetilmiştir.” “İran’ın nükleer emellerine karşı ikna edici bir tehdit sunulmalı. Ben İsrail Başbakanı olduğum müddetçe, İran’ın nükleer silah elde etmemesi için elimden geleni yapacağım.”[13]

Sorulması gereken temel soru şudur: Netanyahu BM’de ‘Yeni Ortadoğu’ adlı bir konuşma cesaretini kimden, nasıl almıştır? “Yeni Ortadoğu” kavramı, eski ABD Başkanı Trump tarafından Yüzyıl Anlaşması ile başlatılan ve İbrahim Anlaşması ile devam ettirilen süreçte sıkça kullanılan bir kavramdı. 15 Eylül 2020 tarihinde İbrahim Anlaşması’nın imzalanması töreninde, ABD’de Beyaz Saray’daki balkon konuşmasında Trump ‘yeni bir Ortadoğu’nun şafağındayız’ ifadesini kullanarak Ortadoğu’ya yeni bir şekil verileceğine vurgu yapmıştır.[14]

Aksa Tufanı harekâtı, Filistinleri tamamen yok varsayan, topraklarından koparıp silecek anlaşmaların yaşayamayacağını, Filistinlerin hakkı verilmeden, Filistinsiz yeni bir Ortadoğu’nun olamayacağını gözler önüne serme operasyonudur. Ortadoğu’da Filistin yoksa barış da yoktur; İsrail de olmayacaktır. Batı gözlerini, kulaklarını kapasın, dilini de bağlasın sonuç değişmeyecektir. 

  1. Netanyahu’nun 27 Eylül 2024’te BM’de yaptığı konuşma: ‘Yeni Ortadoğu’da İki Cephe Haritası’.

İsrail Başbakanı Netanyahu 79. BM Genel Kurulu’nda ‘Filistin’i yok sayan’ ‘Yeni Ortadoğu’ merkezli bir konuşma daha yapmış ve 22 Eylül 2023 tarihinde BM’de gösterdiği haritadan daha farklı bir harita göstermiştir ve Ortadoğu’nun, gösterdiği haritaya göre şekillendirileceğini ifade etmiştir. (Şekil 4) Netanyahu’nun Yeni Ortadoğu haritasında Filistin-Lübnan-Suriye-İran yok edilmesi gereken devletler olarak siyaha boyanmıştır.

Şekil 5: 27 Eylül 2024’te Netanyahu’nun BM’de Gösterdiği Yeni Ortadoğu Haritası

 

Netanyahu’nun 27 Eylül 2024’te BM’de yaptığı konuşma ana hatları ile aşağıdaki gibi özetlenebilir:

  • “(Onlar) vaat edilen topraklara girmek üzereydiler.”

  • “Tahran’daki tiranlara bir mesajım var: (…) İsrail’in uzun kolunun ulaşamayacağı hiçbir yer yok-İran’da hiçbir yer yok. Ve bu, tüm Ortadoğu için geçerli.”

  • “Bu bir nimet haritası. İsrail ve Arap ortaklarının Asya ve Avrupa’yı birbirine bağlayan bir kara köprüsü oluşturduğunu gösteriyor. Hint Okyanusu ile Akdeniz arasında…”

  • “Bu bir lanet haritası. İran’ın Hint Okyanusu’ndan Akdeniz’e kadar yarattığı ve dayattığı bir terör yayının haritası.”

  • “İran’ın saldırganlığı kontrol edilmezse, Ortadoğu’daki her bir ülkeyi ve dünyanın geri kalanındaki birçok ülkeyi tehlikeye atacak… Beş kıtada terör ağlarını finanse ediyor.”

  • “Dünya milletleri, kendilerini bu kötü rejimden kurtarmak isteyen cesur İran halkını desteklemeli.

  • Sorumlu hükûmetler sadece İsrail’i İran’ın saldırganlığını geri püskürtmek için desteklemekle kalmamalı, aynı zamanda İsrail’e katılmalılar. İran’ın nükleer silah programını durdurmak için İsrail’e katılmalıdırlar.”

  • “Güvenlik Konseyi’ni, İran’a karşı BM Güvenlik Konseyi yaptırımlarını geri çekmeye çağırıyorum, çünkü İran’ın asla nükleer silaha sahip olmamasını sağlamak için elimizden gelen her şeyi yapmalıyız.”

  • “Arap komşularımızla barış için bir ortaklık kuruyoruz ve bu barışı tehdit eden terör güçleriyle savaşıyoruz.”

  • “Zaferimizi tamamlamak için, HAMAS’ın kalan savaşma kabiliyetlerini temizlemeye odaklandık.”

  • “HAMAS gitmeli.” “İsrail, savaş sonrası Gazze’de HAMAS’ın herhangi bir rol almasını reddedecektir.” “…Aradığımız şey, silahsızlandırılmış bir Gazze.”

  • “Bu savaşın sona erebilmesi için yapılması gereken tek şey, HAMAS’ın teslim olması, silahlarını bırakması ve tüm rehineleri serbest bırakması.

  • “İsrail Lübnan’da Hizbullah’ı yenmelidir.”

  • Dört yıl önce İbrahim Anlaşması ile açtığımız yolda ilerlemeye devam etmeliyiz. Her şeyden önce bu, İsrail ve Suudi Arabistan arasında tarihi bir barış anlaşması yapılması anlamına gelmektedir.”

  • “Böyle bir barış, daha geniş bir İbrahimi ittifakın temeli olurdu ve bu ittifak, Amerika Birleşik Devletleri, İsrail’in mevcut Arap barış ortakları, Suudi Arabistan ve barışın nimetini seçen diğerlerini içerirdi.”

  • “Az önce duyduğum gibi, birçok ülkede ve bu salonda iyilik kötü olarak tasvir ediliyor ve kötülük de iyi olarak tasvir ediliyor. Bu ahlaki karışıklığı, …İsrail’in haksız yere soykırımla suçlanmasında görüyoruz.”

  • “Tek ve biricik Yahudi devletinin BM’ye seçilmemesi, BM’de ahlaki bir leke olmaya devam ediyor. Bu, bir zamanlar saygı duyulan bu kurumu her yerdeki düzgün insanların gözünde aşağılık hâle getirdi.”

  • “Son on yılda, bu salonda, BM Genel Kurulu’nda, tüm dünyaya karşı alınan kararlardan daha fazla karar alındı. Aslında, iki katından fazla. Bu organ, 2014’ten bu yana İsrail’i 174 kez kınadı. Dünyadaki diğer tüm ülkeleri 73 kez kınadı. Bu, Yahudi devleti için 100’den fazla ek kınama demek. Ne ikiyüzlülük! Ne çifte standart!”

  • “İsrail, Yahudi devleti diğer uluslar gibi muamele görene kadar, bu antisemitik bataklık kurutulana kadar, her yerdeki adil insanlar tarafından BM küçümseyici bir saçmalıktan başka bir şey olarak görülmeyecek.”

  • “Gerçek savaş suçluları İsrail’de değil, İran’da, Gazze’de, Suriye’de, Lübnan’da, Yemen’deler.”[15]

Katil Netanyahu, önceki BM’deki konuşmasına nazaran dilini daha da sertleştirmiştir. Filistin-İran düzleminde var olan tüm ülkelerin yok edilmesini istemektedir. Bunu yaparken Arap dünyasını bölmeyi, iki farklı cephe oluşturmayı, özellikle de Suudi Arabistan’ı yanına almayı öncelikli stratejik hedef olarak seçmiştir.

  1. “Siyon Önderlerinin Yedinci Protokolü”.

Siyonizm’in politikaları açısından meseleye baktığımızda, “Siyon Önderlerinin Yedinci Protokolü”nde öngörüldüğü şekilde bölgenin bir kaosa doğru sürüklendiğini söylememiz abartı olmayacaktır. Yukarıda verdiğimiz “Yüksek Konsey’in Kararları”nın Siyonizm’in politikaları açısından, “Siyon Önderlerinin Yedinci Protokolü” üzerine inşa edildiğini çok rahat bir şekilde söyleyebiliriz:

“Bize muhalefet eden devletlere, komşuları tarafından harp açtırabilecek durumda olmalıyız. Eğer bu komşu devletler de bize karşı birleşirlerse, bir dünya savaşı çıkarmalıyız.”[16]

  1. Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan: “İsrail Ne Hedeflediyse Onu Yapıyor.”

Şu an Ortadoğu coğrafyasında vuku bulan olaylar, önceden çizilmiş bir stratejinin uygulanmasının sonuçlarıdır, oynanan oyun ve aktörleri de bellidir. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın yaptığı değerlendirmeler, bu coğrafyada gelecekte olabilecekleri görebilme bağlamında çok önemlidir: “Şunu da biliyorduk, İsrail’in başta HAMAS olmak üzere daha sonra kendisi için tehdit oluşturan Hizbullah ve sonra Husiler’i ortadan kaldırmaya yönelik planları olduğunu değerlendiriyorduk. Lübnan’a saldırması bizim için sürpriz olmadı. (…) İsrail ne hedeflediyse onu yapıyor görünüyor. 

Şu anda iç içe geçmiş olaylarla baş başayız. Bir yerde Filistin Gazze soykırımı, bir yerde Lübnan var, bir yerde İran’la olası savaş ihtimali var. Hepsinin ayrı dinamiği var. (…) Analizlerimizin paylaşılması önemli ama daha da önemlisi devletlerin birçoğunun tavır koyamayacak durumda olması.  (…) (İsrail ile İran arasında savaş ihtimali) Bunu yüksek bir ihtimal olarak değerlendirmemiz lazım. Buna ülke ve bölge olarak hazır olmamız gerekiyor. (...) Bölge halklarının istikrar ve güvenliği için savaşın olmaması gerekiyor. Eğer İran kendi meşru müdafaasını yaparsa bu da onun hakkıdır.”[17]

ABD’de Neocon-Siyonist İttifakı Üçüncü Dünya Savaşı Çıkarmak İstiyor

2017 yılında Umran’daki iki makalede, “ABD’nin 21. yüzyılda tek lider olarak varlığını sürdürmesi” için yapması gerekenlerle ilgili değişik belgeler, 20 civarında, analiz edilmiştir.[18] Bunlardaki ana konular, ana hatları ile aşağıdaki gibi özetlenebilir:

  1. ABD’nin küresel hâkimiyetine ve liderliğine itiraz edilmektedir:

  • “Avrupa ve Doğu Asya’da ABD’nin küresel üstünlüğüne ve ABD liderliğindeki küreselleşmeye karşı siyasi bir direniş ortaya çıkmaktadır.”

  • “Çin, Hindistan ve Rusya, ABD’nin liderliğini kırmak için fiilî bir jeostratejik ittifak kurma çabası içerisindedir.

  1. ABD’nin liderliğine itiraz, kaos getirir ve kaosun üç kaynağı vardır:

  • “Mevcut kurulu dünya düzenini değiştirmek isteyen, ‘revizyonist’ diye nitelenen güçler; Çin, Rusya ve Türkiye.”

  • “Ciddi güvenlik kaygılarına neden olan ülkeler; İran ve Kuzey Kore.”

  • “Devlet-altı yapılanmalar, şiddete başvuran aşırı örgütler.”

  1. ABD ekonomisinin durumu iyi değildir:

  • “ABD ekonomisi önce yavaşlayacak, sonra durgunlaşacak ve ABD kendi içine kapanacaktır.”

  • “Büyük Asya ülkeleri, bir Asya Para Fonu, bir Asya ticaret örgütü kurarak IMF (Uluslararası Para Fonu) ve WTO (Dünya Ticaret Örgütü) gibi kuruluşlara zarar verecektir.”

  • “ABD, Dünya Bankası ve IMF’i yeniden yapılandırarak, BRICS Bank ve Çin’in Asya Altyapı Yatırım Bankası gibi, Batı kontrolünde olmayan alternatif kuruluşların yükselişini durdurmak zorundadır.”

  1. Lider olarak ortaya çıkma ihtimali olan ülkeler tecrit edilecek ve onlara destek veren ülke yönetimleri devrilecektir:

  • Mevcut düzen, ABD ve benzer değerleri savunan ülkeler tarafından İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulmuştur ve bu düzenin korunmasında ABD’nin sorumluluğu daha fazladır.

  • Küresel ittifak sistemi ile Rusya ve Çin kuşatılıp tecrit edilecektir.

  • ABD, Kafkasya’daki ülkelerle bağları geliştirecektir.

  • Balkanlar ve Doğu Avrupa’daki ülkelerin Avrupa ve Avrupa-Atlantik entegrasyonu kararlılıkla desteklenecektir.

  • ABD, “Güneydoğu Asya Devletleri Ortaklığı (ASEAN)” ile Çini kuşatacaktır.

  • Vekâlet savaşları ve kadife darbelerle “küreselleşme değerlerini benimsemeyen ve bunlara saygılı olmayan ülkelerin ve Rusya ve Çin ile iyi ilişkileri olan ülkelerin yönetimleri devrilecek; yeni doğan demokrasiler desteklenecektir.”

  • “ABD değerlerini paylaşmayan ülkelerde, genç liderlerle ve STK’larla ilişki kurulacak; liderleri belirlenerek, birbiriyle koordinasyonları sağlanacaktır.”

  • Libya, Mısır, Suriye, Irak, İran, Ürdün, Lübnan, Suudi Arabistan, Sudan, Nijerya, Alt-Sahra Afrika’sı, Ortadoğu, Orta ve Güney Asya ve And Bölgesi içinde ve etrafında iç çatışmalar, şiddetli siyasi karışıklıklar ortaya çıkacak, ciddi dini ya da etnik bölünmeler meydana gelecektir.

  • Latin Amerika’da özellikle de Kolombiya, Küba, Meksika, Panama, Guatemala, El Salvador, Honduras, Haiti ve onun öteki Karayip komşuları ülkeler yeniden inşa edilecektir.

  • “ABD, Türkiye ile olan ilişkilerini dönüştürmeye devam edecektir.”

  • Türkiye, Kafkasya, Orta Asya, Suriye, Irak ve İran ile ve kendi iç çatışmalarıyla meşgul olacaktır.

  1. Hiçbir ülkenin askerî gücünün ABD’nin askerî gücünden daha üstün olmasına müsaade edilmeyecek:

  • “Revizyonist ülkeler, ekonomik ve siyasal yaptırım mekanizmalarıyla cezalandırılacak; gerekirse bunlarla savaşılacaktır.”

  • “ABD stratejisi, ABD’nin gücünü aşma ya da ona denk olma ümidiyle yeniden askerî yapılanmaya giden potansiyel düşmanları caydıracak şekilde yeniden yapılandırılacaktır.”

  • “ABD’nin büyük güçlerden biriyle askerî çatışmaya girme riski artmaktadır.”

  • “Dünya, üçüncü bir paylaşım savaşına doğru yol almaktadır.”

Şer İttifakı’nın Eksen Oluşturma Çabaları

Bugün dünyada şekillenmeye başlayan yeni eksenler ve ağırlık merkezleri ile ilgili Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın yaptığı değerlendirmeler, yukarıda ortaya konan çerçeve kapsamında değerlendirildiğinde, Şeytani İttifak’ın Üçüncü Dünya Savaşı çıkarmak için eksenler oluşturma gayretinde olduğu daha rahat görülebilir. Fidan şöyle diyor: “Uluslararası ilişkilerdeki en büyük sorun öngörülemezlik probleminin daha çok artması. (…) Her güç merkezi biraz daha büyüme ve kendine alan açma peşinde. (…) Uluslararası sistemi kimin domine edeceği düşünülünce burada Çin, ABD ayrımının neye yöneleceği gerçekten önemli. Kendi kampında ne türden bir ilişki platformu sunacağı önemli. (…) Çin-ABD rekabeti bir çatışmaya dönüşecek mi? Her iki tarafın da bu konuda geri adım atmayacaklarını gösterecekleri bir süreç yaşayacağız. İkinci Dünya Savaşı’nın başlangıcını hatırlayın. Burada da Çin geri adım atmayacak. Tayvan ciddi bir test konusu olacak. Her iki taraf da bir uzlaşma ya da donma noktasına gelecekler. Dünyanın bu noktaya yoğunlaşacağını düşünüyorum.”[19] 

Yukarıda yer alan tüm belgelerde, 21. yüzyılda Ukrayna-Rusya savaşı, İsrail-Filistin-Lübnan savaşı, Çin-Filipinler-ABD soğuk savaşı düzleminde, iki ana eksen/iki kutuplu bir dünyanın oluşmaya başladığı veya oluşturulmaya başlandığı kolayca görülebilir:

  1. Eksen: ABD-İngiltere-Almanya-Fransa-Japonya-Avusturalya-Polonya-Romanya ve Bulgaristan.

  2. Eksen: Çin-Rusya-İran-Türkiye-Kuzey Kore-Küba-Vietnam-bazı AB ülkeleri.

Çok önemli olan bir nokta, oluşmaya başlayan her iki eksen içerisinde, nükleer silahlara sahip ülkeler vardır. Birinci eksende Amerika-İngiltere-Fransa, ikinci eksende Rusya-Çin- Kuzey Kore nükleer silahlara sahip ülkelerdir. Dolayısıyla Üçüncü Dünya Savaşı çıkarsa, nihayetinde, kaçınılmaz olarak savaş nükleer savaşa dönüşecektir. Bu bağlamda Rusya Savunma Bakanı Belousov zaman zaman dolaylı bir şekilde bu duruma dikkat çekmiştir: “Ukrayna’ya uzun menzilli ve hassas silahların tedariki, çatışmayı kimsenin hayal edemeyeceği yere tırmandırabilir.”[20]

Türkiye, bu gerçeği görerek gerek içerde ve gerekse bölgede bütünleşmeyi sağlayacak adımları süratle atmalıdır. Türkiye, bu oyunu bozabilecek hem güce hem de imkâna sahiptir.

Şer İttifakı’nın ihanet stratejisine karşı daha üst bir strateji ortaya koymak, Şer İttifakı’na karşı şuurlu geniş bir cephe kurmak öncelik olmalıdır. Bunun için öncelikle ülke içinde, sonra da bölgede birlik ve beraberliği sağlayacak politikalar üretip uygulamaya sokulmalıdır.

Türkiye içerisinde gerilim üretecek bir dil kullanmaktan başta siyasiler olmak üzere herkes, her yapı kaçınmalıdır: “Görmedin mi ki, Allah nasıl bir örnek vermiştir: Güzel bir söz, güzel bir ağaç gibidir ki, onun kökü sabit, dalı ise göktedir. Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. Allah insanlar için örnekler verir; umulur ki onlar öğüt alır-düşünürler. Kötü (murdar) söz ise, kötü bir ağaç gibidir: Onun kökü yerin üstünden koparılmış, kararı (yerinde durma, tutunma imkânı) kalmamıştır. Allah, iman edenleri, dünya hayatında ve ahirette sapasağlam sözle sebat içinde kılar.” (14/İbrahim 24-27) “Güzel şehrin bitkisi Rabbinin izniyle çıkar; kötü olandan ise kavruktan başkası çıkmaz.” (7/A’râf 58). Bütün işlerde hak ve adalet merkeze alınmalıdır: “Ey Davud! Gerçek şu ki, biz seni yeryüzünde bir halife kıldık. Öyleyse insanlar arasında hak ile hükmet, hevaya uyma; sonra seni Allah’ın yolundan saptırır.” (38/Sâd 26)

Bütün bu gelişmelere karşılık unutmamamız gereken temel gerçek şudur: “Gerçek şu ki, onlar hileli-düzenler kurdular. Oysa onların düzenleri, dağları yerlerinden oynatacak da olsa, Allah katında onlara hazırlanmış bir düzen vardır.” (14/İbrahim 46) Bunun için de Allah’ın yardımını hak edecek bir mümin, bir millet ve bir ümmet olmalıyız.

[1] Önceki sayıdaki yazımda bu bağlamda Üçüncü Dünya Savaşı ile ilgili genel bir analiz yapmıştım. O analizin okunmasında fayda vardır. Burhanettin Can, “Üçüncü Dünya Savaşı Hibrit Savaşları Düzleminde Bölgesel Eksende Başlatılmıştır”, Umran, 2024, sayı: 362, s. 14-22.

[2] Liddell Hart, II. Dünya Savaşı Tarihi, çev. Kerim Bağrıaçık, YKY, İstanbul, 1998.

[3] Part 1- http:// www.youtube.com/watch?v=cXFj2MbwSyU Part 2- http:// www.youtube.com/watch?v=86XCCB0Dc5k

Part 3- http:// www.youtube.com/watch?v=MSa8NCfSEdl Say, Z., Kontratak Şener Çelik Berkman 1; www.youtube.com

[4] Burhanettin Can, “İslâm Coğrafyası ve Küresel Savaş: Küresel Savaş Türkiye Üzerinden mi(!)? Çıkarılmak İsteniyor”, Umran, 2017, sayı: 278, s. 4-13.  

[5] G. Allen, Gizli Dünya Devleti, Millî Gazete, İstanbul, 1996, s. 4-10.

[6] G. Allen, age.

[7] Hakan Yılmaz Çelebi, İsrail’in Şifresi, Pegasus Yayınları, İstanbul, 2006, s. 52-66. Roger Garaudy, Siyonizm Dosyası, çev. Özcan Salman, Pınar Yayınları, 2024, s. 156-168.

 

[8] Ami Ayalon’un Konuşma Videosu;  https://www.youtube.com/watch?v=PxlN5NKv8so

[9] https://www.youtube.com/watch?v=PxlN5NKv8so

[10] Umur Talu, “14 Yıl Önceki Hesap Çarşıya Uymayınca!”, Habertürk, 1 Haziran 2010.

[11] http://odatv.com/bir-oyun-oynaniyor-arkasindakileri-henuz-tespit-edemedik-0706171200.html  7 Haziran 2006 tarihli gazeteler; Banu Avar, “‘Türkiye Elini Kirletecek!’ İfadesini Hatırlatalım”, 26 Mayıs 2017.

[12]A. Kılıç Haberdar (Analiz), 04.01.2016.  “MOSSAD 4 Yıl Önce Planladı, Türkiye ve Arabistan Harfiyen Uyguladı!” http://www.haberdar.com/gundem/mossad-4-yil-once-planladi-turkiye-ve-arabistan-harfiyen-uyguladi-h12239.html?mnst=3541

[13] “İşte İsrail'in Yeni Ortadoğu Planı Haritası”, Yeni Mesaj, 22 Eylül 2023 “BM'de 'Veto Hakkı Vermemeliyiz' Dedi! Netanyahu'dan Filistin'siz Harita”, Aydınlık,  23 Eylül 2023. Filiz Katman, “Arz-ı Mevud”, Star, 16 Ekim 2023. Orhan Bursalı, “Filistin’i Silen Netanyahu’dan Yeni Ortadoğu Haritası”, Cumhuriyet, 17 Ekim 2023.

[14]https://tr.sputniknews.com/abd/202009151042852930-beyaz-sarayda-israil-bae-bahreynden-tarihi-normallesme-anlasmalarina-imza-trumpa-gore-5-6-ulke-daha/ Umut Uzer, “Yeni Bir Ortadoğu: Hz. İbrahim Anlaşması”, Şalom, 30 Eylül 2020. Daniel Levyi “İbrahim Anlaşmasının Eksik Barışı” https://www.perspektif.online/ibrahim-anlasmasinin-eksik barisi/https://www.indyturk.com/node/244941/yazarlar/bae-bahreyn-ve-israil-tarihi-bar%C4%B1%C5%9F-anla%C5%9Fmas%C4%B1n%C4%B1-imzalad%C4%B1

[15] https://www.aa.com.tr/tr/dunya/netanyahu-bm-genel-kurulundaki-konusmasinda-filistin-topraklarini-israil-olarak-gosteren-harita-kullandi/3343638https://gazeteoksijen.com/dunya/bm-genel-kurulunda-konusan-netanyahu-orta-doguda-erisemeyecegimiz-bir-yer-yok-224046https://www.yirmidort.tv/dunya/netanyahu-yine-sacmaladi-bmde-filistin-topraklarini-israil-olarak-gosterdigi-harita-dikkat-cekti-203242

[16] Kemal Yaman, İhanet Planları, Belgeler, Otağ Yayınları, İstanbul, 1971.

[17]https://haberglobal.com.tr/gundem/son-dakika-disisleri-bakani-hakan-iran-israil-savasini-yuksek-bir-ihtimal-olarak-degerlendirmeliyiz-387530

[18] Burhanettin Can, “İslâm Coğrafyası ve Küresel Savaş: “Kaostan Kaynaklanan Düzen ve Küresel Savaş”, Umran, 2017, sayı: 277, s. 4-13.   Burhanettin Can, “İslâm Coğrafyası ve Küresel Savaş: Küresel Savaş Türkiye Üzerinden mi(!)? Çıkarılmak İsteniyor”, Umran, 2017, sayı: 278, s. 4-13.  

[19]https://haberglobal.com.tr/gundem/son-dakika-disisleri-bakani-hakan-iran-israil-savasini-yuksek-bir-ihtimal-olarak-degerlendirmeliyiz-387530

[20]Fehim Taştekin, “Üçüncü Dünya Savaşı mı?”, 27 Haziran 2024; https://www.gazeteduvar.com.tr/ucuncu-dunya-savasi-mi-makale-1701607

 

https://profdrburhanettincan.blogspot.com/

1 Ekim 2024 Salı

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)

 

“Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herkes ve her şey bozulmaya uğrardı...” (23/Mü’minûn, 71)

 

Şer ittifakı (Siyonizm-ABD-İngiltere-İsrail, AB) 21. yüzyılı, “dijital dönüşüm” yüzyılı olarak öngörmekte, bu nedenle “büyük sıfırlama” stratejisini uygulamaya sokabilmek için önce korona ile biyolojik savaşı, sonra ekolojik savaşı, daha sonra Ukrayna da “senelerce sürecek” hibrit savaşı ve nihayet “kudurmuş köpek” İsrail üzerinden Filistin-Lübnan hattında siber savaşı farklı bir boyutta (çağrı cihazı, telsiz ve cep telefonlarının internet üzerinden patlatılması) başlatmıştır. Bu dört önemli sürecin yıllar ekseninde, birbiri ardınca ve birbirini destekler mahiyette vuku bulması, tüm dünyada çok uzun sürecek yeni bir kavganın, hatta savaşın kilometre taşları olarak görülmesi gerekmektedir. Bu savaşların önemli bir boyutu, ülkeleri ekonomik krizle çökertip “kadife darbelere uygun bir gayrimemnunlar kitlesi” inşa ederek savaşmadan mevcut yönetimleri ve hatta devletleri paramparça etmek ve 2050’li yıllara doğru “1000 şehir devleti” inşa etmek amaçlı olduğu gerçeğini görmemiz gerekmektedir.

Rusya-Ukrayna savaşının başlamasından sonra dünyada değişik liderler/yöneticiler tarafından “Üçüncü Dünya Savaşı başlamıştır!” veya “başlayacaktır”, “çok yakındır” söylemi yoğunluğu artarak çok sık kullanılmaktadır. Kitle imha silahlarının (nükleer, kimyasal, biyolojik, siber silahlar vb.) rakip ve düşman ülkelerde bulunduğu gerçeği bilindiğine, Üçüncü Dünya Savaşı’nın insanlığın sonunu getireceği belirtildiğine göre dünyada böyle bir savaşı başlatmayı bugün kim isteyebilir? Bu sorunun cevabını bulabilmek için küreselci şer ittifakı ile dünyadaki millî yönetimler arasında başlatılan ciddi bir hesaplaşma döneminin varlığını ve bu amaçla dünyada, özellikle, Ortadoğu ve Avrasya’da birbiri ile bazen çatışan, bazen uzlaşan projelerin varlığını göz önüne almamız ve iyi analiz etmemiz gerekmektedir.[1] Bu yazıda Üçüncü Dünya Savaşı ile ilgili bir analiz yapılacaktır.[2]

Bu konuda öncelikle şunu ifade etmekte yarar vardır: Umran dergisinde 2017 yılında yaklaşık 35 belgeyi inceleyerek Siyonizm’in Üçüncü Dünya Savaşı çıkarmak istediğini iki makale hâlinde gündeme getirmeye, kamuoyunun dikkatini çekmeye çalıştık.[3] Fakat olmadı, çünkü yapılan değerlendirmeler, “Bu kadar komplocu olmamak gerekir!” şeklindeydi. Korona salgını sonrası süreci Umran’da küresel savaşın bir aşaması şeklinde analiz ettik. Pandemi ile başlatılan biyolojik savaşla amacın “tek dünya devletine” gidecek bir altyapı çalışmasını Dünya Sağlık Örgütü üzerinden hayata geçirmek olduğunu ve Henry Kissinger’ın pandemi sürecinin “tek bir merkez tarafından tüm dünyada yürütülmesi” (tek dünya hükûmeti modeli) gerektiğini söylemesinin bununla bağlantısını belgelerle ortaya koymaya çalıştık.[4] Yine bu bağlamda iklim üzerinden bir ekolojik savaş yürütüldüğünü, bu savaşın da küresel savaşın bir aracı olarak küresel diktatörlük inşası için kullanıldığını ele alıp yorumladık.[5

Üçüncü Dünya Savaşı Söylemlerinin Yoğunlaşması

Son iki yıldır hem Türkiye’de hem de dünyada Üçüncü Dünya Savaşı riskinin varlığına ilişkin açıklamalarda bir yoğunlaşma söz konusudur. Böyle bir yaklaşımın seslendirilmesi, arka planda, küresel düzlemde çok farklı stratejilerin hayata geçirilmeye çalışıldığının göstergesi sayılmalıdır. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın bu meseleyle ilgili, 2024’te, farklı zeminlerde, kamuoyuna dönük açıklamaları hem çok önemli hem de düşündürücüdür. Fidan “Üçüncü Dünya Savaşı beklentisi var mı?” sorusuna şu cevabı verdi: “Dünya bu senaryoyu ciddiye almalı, bu tehdidi ciddiye almalı. Böyle bir risk var, biz baştan beri bunu söylüyoruz. Bunun gerçekten hesabı kitabı yapılmış durumda. 21. yüzyıldayız, 500 binden fazla insanın öldüğü, bir ülkenin altyapısıyla üstyapısıyla yok olmak üzere olduğu, milyonlarca insanın yerinden edildiği ve savaşın Rusya’nın içine taşındığı bir durumdayız. Bu yaygınlaşmayı artık kaldıracak durumda değiliz. Devam eden savaşın bölgeye ve dünyaya maliyeti çok fazla. Daha da vahimi bu risk büyüyebilir, yayılabilir. Ukrayna’da devam eden savaş, coğrafi, metodik olarak yayılabilir. Nükleer silahlar gündeme gelebilir. Savaş devam ettiği sürece bu risk devam edecek. Bundan kaçış yok. Sayın Putin başta olmak üzere herkes nükleer silah kullanma konusunda tereddüdü olmayacağını ifade ediyor. …Savaş devam ettiği sürece bu risk devam edecek. Kıvılcımla başka yerlere sıçrama durumu var.”[6]

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’dan sonra Millî Savunma Bakanlığı’nın da özel bir açıklama yapması, meselenin ciddiyetini, boyutlarını ortaya koymak açısından önemlidir. Millî Savunma Bakanlığı Basın ve Halkla İlişkiler Müşaviri Tuğamiral Zeki Aktürk şunları kaydetti: “Birinci ve ikinci dünya savaşlarında olduğu gibi topyekûn bir risk var mı derseniz tabii ki bir ihtimal… Üçüncü Dünya Savaşı gibi karanlık bir tabloyu başta ülkemiz olmak üzere kimse istemez, ama ordumuzun da her türlü senaryoya hazır olduğunu belirtmek gerekir.”[7]

Bu konuda Biden ile Trump arasında geçen ilginç bir tartışma var. Biden Üçüncü Dünya Savaşı’nı savunmaktadır, Trump ise Biden’ı kastederek şunu dedi: “Bizi Üçüncü Dünya Savaşı’na sürükleyecek ve biz Üçüncü Dünya Savaşı’na hiç kimsenin hayal edemeyeceği kadar yakınız.” Buna cevaben Biden “Öyleyse, bırakın da Rusya mı kazansın? Putin’in devam etmesine ve Kiev’i almasına izin mi verelim?”[8] ifadesini kullandı.

Üçüncü Dünya Savaşı ve nükleer savaşla ilgili değişik ülke yöneticileri art arda açıklamalarını sürdürüyorlar. Meselenin önemine binaen bunları özet hâlinde sıralamanın uygun olacağı kanaatindeyiz: Rusya Millî Güvenlik Konseyi, “Rusya-NATO savaşı çok yakın!” Putin, “Nükleer silahları müzede sergilemek için yapmadık.” Yine Putin 5 Haziran 2024’te, Petersburg’daki ekonomi forumunda şunu söyledi: “Sadece silahı kullananı değil, silahı vereni de vururum.”[9]  Aslında Putin, Şubat 2022’de “Nükleer güçlerin hazır olması” talimatını vermiş, “28 Şubat günü de Rusya Savunma Bakanlığı, nükleer füze güçlerinin, kuzey ve pasifik filolarının, güçlendirilmiş muharip görev konumuna getirildiğini açıklamıştır.”[10]

 Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Dimitri Medvedev şunları kaydedecektir: “Washington’un buna devam etmesi hâlinde dünya nükleer bir distopyaya doğru sürüklenebilecektir… ABD 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasından bu yana ilkel bir oyunun parçası olarak Rusya’yı yok etmeyi planlamaktadır. Dünya, büyük bir nükleer patlamayla sonuçlanacak distopik bir krizle karşı karşıya kalabilecek. ABD ve Avrupa’daki hedeflere doğrultulmuş maksimum sayıda nükleer savaş başlığıyla birlikte Moskova’da istikrarsız bir liderliğe yol açabilecektir. Rusya’nın çöküşü kaçıklar, fanatikler ve radikaller tarafından yönetilen Avrasya topraklarında beş ya da altı nükleer silahlı devletle sonuçlanacaktır.”[11] 11. St. Petersburg Uluslararası Adalet Forumu’nda ise Medvedev, “Ülkemize karşı geniş kapsamlı hibrit savaşın başlatıldığı ortada. Düşmanımızı Amerikalı ve Avrupalı hamileri, onu her türden ölümcül silahlarla yoğun şekilde pompalıyor, Rusya’nın sınır bölgelerinde terörü teşvik ediyor, sabotajlar ve siyasi suikastlar gerçekleştiriyorlar. Aslında meseleyi üçüncü dünya savaşına, küresel felakete götürüyorlar,” diyecektir.[12]

Kremlin sözcüsü Dimitry Peskov, “Bizim iç güvenlik kavramımız var ve bu kamuya açık. Nükleer silahların hangi durumlarda kullanılacağını oradan okuyabilirsiniz. Ülkemiz için varoluşsal bir tehdit varsa o zaman iç güvenlik olgusu kapsamında nükleer cephane kullanılabilir,” dedi.[13] Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Sergei Ryabkov, “Biliyorsunuz, işler gerçekten bu noktaya gelebilir. Bir gün uyandığınızda kendinizi benzer bir senaryonun (1962 Küba Füze Krizi) içinde bulmanız tamamen mümkündür,” derken,[14] Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, “Üçüncü Dünya Savaşı, nükleer silahların kullanılacağı yıkıcı bir savaş olacak.” ifadesini kullandı.[15]

Kapsamlı Nükleer Test Yasağı Antlaşması’nı 1996’da imzalayan ülkeler, ABD ve Çin hariç, bu yasağa uymamışlardır. Kasım 2023’te Rusya da antlaşmayı askıya aldığını ilan ederek nükleer savaşa hazırlandığının bir başka açıdan mesajını vermiştir.

BM Genel Sekreteri Antonio Guterres ise şöyle demiştir: “Bir dönem düşünülemez bir olgu olan nükleer çatışma ihtimali yeniden ihtimal dâhilindedir.”[16] Polonya Başbakanı Donald Tusk, “İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en kritik zamanları yaşamaktayım,” derken Sırbistan Devlet Başkanı Vuciç şunları kaydetti: “İkinci Dünya Savaşı’nın ardından en büyük jeopolitik kriz dönemi yaşanmaktadır.” Macaristan Başbakanı Orban ise birkaç defa savaşa dikkat çekti: “NATO bizi, yeni üyelerini kaçınılmaz bir savaşa sürüklüyor.” “Zor bir dönemden geçiyoruz.” “Üçüncü Dünya Savaşı çıkacağına ilişkin Avrupa liderlerinin ifadeleri abartılıymış gibi gelebilir ama bu gerçek bir tehdit.”

Slovakya Başbakanı Fitzo 20 Aralık 2023’te “Ukrayna’nın NATO üyeliğini kabul etmeyeceğimizi söylüyorum zira bu Üçüncü Dünya Savaşı’nın başlangıcı olur” dedi. Aynı yıl Volodimir Zelenskiy, “Eğer Rusya’ya karşı durmazsak, bu saldırganlık Üçüncü Dünya Savaşı’na yol açabilir.” cümlesini kurdu. Kuzey Kore Lideri Kim Jong Un ise, “ABD ve müttefiklerinin eylemleri nedeniyle Kore Yarımadası nükleer savaşın eşiğinde.” dedi.

Üçüncü Dünya Savaşı’nın hibrit savaşlar çerçevesinde ilerlediğinin bir göstergesi de Avrupa’daki devlet yöneticilerinin halklarını savaşa hazır olma anlamında uyarmaları, stok yapmalarını istemeleridir. Genelde küresel düzlemde bir huzursuzluk ve olumsuzluk havası inşa edilmektedir.

Almanya Federal İçişleri Bakanlığı ve Federal Sivil Savunma Başkanlığı, vatandaşlarına en kısa sürede kendi sığınaklarını hazırlamaları ve bazı gıda maddelerini stoklamalarını isterken, Sırbistan Devlet Başkanı Vuciç, “Temel ihtiyaç maddelerini stoklamaya başladık.” dedi. Doğu Avrupa ve Balkanlar’da Çek Cumhuriyeti, Polonya, Slovakya, Romanya, Arnavutluk, Bulgaristan, Karadağ, Yunanistan ve Sırbistan’da, ciddi bir savaş hazırlığı, askerî mühimmat yığınağı ve insani ihtiyaçların tedariki yapılmaktadır. ABD, Rusya ve Çin nükleer test tesislerini modernize ediyorlar. NATO topraklarında Polonya, Slovakya ve Romanya’da üç büyük askerî üs inşa edilme konusunda anlaşmaya varılmıştır. Balkanlarda çok ciddi bir silah endüstrisine sahip olan Sırbistan Çin’e yaklaşmaktadır. NATO, ABD ve bazı Avrupa ülkeleri, Ukrayna’ya verdikleri silahları sadece ülkelerini savunmak için kullanma şartı ile vermişlerdi. Şimdi bu ülkeler bu şartı kaldırarak Ukrayna’nın bu silahları, Rusya’ya karşı kullanabileceğini kabul ederek Rusya-Ukrayna savaşında Ukrayna saflarında yer almışlardır. Fransa Cumhurbaşkanı Macron ise bu bağlamda, “Ancak hiçbir seçenek göz ardı edilmemeli. Rusya’nın kazanmaması için gereken her şeyi yapacağız.”[17] dedi.

Bütün bu söylem ve yaptırımları göz önüne aldığımızda dünyanın Üçüncü Dünya Savaşı’na, hibrit savaş dönemine hazırlık yapmaya başladığını söyleyebiliriz. Nitekim tüm dünyada birçok devletin, tedbir sadedinde savaş/savunma sanayiine, askerî harcamalara ve silahlanmaya bütçeden daha fazla pay ayırdıkları görülmektedir: “NATO üyesi 20’den fazla ülke, 2024 yılında GSYİH’lerinin en az %2’sini savunmaya harcama sözü verdi. ABD, Ukrayna, İsrail ve Tayvan için artan tehditlere karşı 95 milyar dolarlık askerî yardım paketi açıkladı ve mühimmat yatırımlarını 2025 yılına kadar 6 milyar dolara çıkarmayı planlıyor.

Rusya ise savunma harcamalarını GSYİH’sinin %6’sına çıkararak, hapisteki mahkûmları savaşa göndermek üzere tahliye ediyor. Avrupa Birliği, 2025 yılına kadar yılda 2,5 milyon mermi üretim kapasitesine ulaşmayı hedeflerken, 2027 yılına kadar savunma sanayiine 1,5 milyar avro değerinde yeni bir finansman sağlamayı planlıyor. Çin, Tayvan’ı işgal etme planları doğrultusunda savunma harcamalarını %7 oranında artırdı ve nükleer cephaneliğini genişletti. Almanya, zorunlu askerlik sistemini geri getirmeye çalışırken, askerî ekipman alımı için tek seferde 100 milyar avro harcamayı planlıyor. İsrail, …Lübnan ile topyekûn bir savaşa hazır olduğunu belirtti. Fransa, askerî üretimi artırmak için savaş ekonomisine geçti ve Finlandiya, F-35 savaş uçakları almak için 9,4 milyar dolarlık bir anlaşma imzaladı.”[18]

Üçüncü Dünya Savaşı Vekâlet ve Hibrit Savaşlar Düzleminde Başlatıldı

Rus General Gerasimov tarafından ortaya konan doktrine göre savaşların mahiyeti ve kullanacağı araçlar, klasik savaşlardakilerden daha farklı bir şekilde olmak zorundadır. Bu yeni savaş türü hibrit/melez savaş diye isimlendirilmiştir. Rusya, Ukrayna’da Gerasimov doktrini merkezli hibrit savaş stratejisini uygulamıştır ve uygulamaktadır. Ukrayna savaşı ile ilgili makalelerimde Üçüncü Dünya Savaşı’nı hibrit savaş sistemi merkezli ele alıp yorumlamıştım.[19]

Üçüncü Dünya Savaşı olgusu ile ilgili Hakan Fidan’ın ve Millî Savunma Bakanlığı’nın açıklamalarından sonra medyada bu konu değişik boyutları ile uzmanlarca analiz edilmiştir. Emekli Tümamiral Cem Gürdeniz’in, “Gerçekte Üçüncü Dünya Savaşı vekâlet ve hibrit savaşlar üzerinden devam ediyor. Türkiye tuzağa düşmemelidir.” şeklindeki açıklaması konumuz açısından önemlidir: “Gerçekte bugün yaşanan dinamikler Birinci Dünya Savaşı’nın devam eden dinamikleridir. Yani Anglosakson deniz güçleri ile denize çıkmak isteyen kıta güçleri arasındaki jeopolitik çekişmenin devamı... Nükleer çağda dünya savaşı kavramı zaten son derece karmaşık. Zira İkinci Dünya Savaşı askerî psikolojisi içinde nükleer ateş gücü kullanılmaya kalkılırsa yaşanacak bir dünya kalmaz… Gerçekte Üçüncü Dünya Savaşı vekâlet savaşları ve hibrit savaşları üzerinden değişik boyutlarda devam ediyor. Birinci ve ikinci dünya savaşları kapsamında bugün Üçüncü Dünya Savaşı genellemesini yapmak çok zor. Çünkü zaten BM şartı savaş ilanını yasaklıyor. Bugün “Üçüncü Dünya Savaşı’nı ben başlattım” diyecek bir ülke çıkmaz, ancak BM şartının 51. maddesi altında güvenlik harekâtları ya da devlet dışı aktörler üzerinden vekâlet savaşları devam edecektir.”[20]

Konu ile ilgili emekli General Nejat Eslen de Emekli Tümamiral Cem Gürdeniz’e benzer bir analiz yapmaktadır: “Son günlerde sık sık Üçüncü Dünya Savaşı olasılığı gündeme getirilmektedir. …Topyekûn savaş nükleer silahların da kullanıldığı savaş anlamına gelmektedir. Nükleer silaha sahip ülkeler bu gücü caydırıcı amaçla kullanır. Her savaşın politik bir amacı vardır ve her savaş bu amaca hizmet eder. O zaman şu soruları sormak gerekir: Nükleer silahların da kullanılabileceği dünya savaşı hangi ülke tarafından ve hangi politik amaç için arzu edilebilir? ABD, Çin’in yükselişini önlemek için böyle bir savaş isteyebilir mi? İsterse Amerikan halkına bedeli ne olur? ABD, böyle riskli bir amaç güdebilir mi? ABD’de Başkan bu kararın sorumluluğunu alabilir mi? Amerikan halkı buna izin verir mi? Rasyonel düşünen ülkeler nükleer düellonun kendi halkına verebileceği onarılmaz zararı düşünerek dünya savaşı başlatmak istemez. Rusya’nın nükleer silahlar ile ilgili beyanları, NATO’nun savaşa müdahalesini önleme, caydırma amacı gütmektedir. Nükleer silahların kullanılma ihtimali nedeni ile Üçüncü Dünya Savaşı düşük bir ihtimaldir. Aslında Üçüncü Dünya Savaşı ticaret savaşları şeklinde, siber ortamda ve teknoloji sahasında devam etmektedir. Nükleer bir savaşın sonucu insanlık yok olacaktır. Kıtalararası nükleer füzelerin var olduğu bir dünyada nükleer merkezli bir dünya savaşını hiçbir ülke lideri isteyemez ve halkları da buna müsaade etmez. Nükleer savaş tehdidi ile oluşacak eksenler arasında yeni bir soğuk savaş başlatılmak istenebilir. Bununla birlikte eksenler arasındaki savaş Üçüncü Dünya Savaşı olarak vekâlet savaşları ve hibrit savaş ile devam eder/devam etmektedir.”[21]

Cem Gürdeniz ve Nejat Eslen’in, nükleer silah merkezli Üçüncü Dünya Savaşı’nın çıkmayacağını ancak böyle bir savaşın hibrit merkezli savaş şeklinde başlatılıp devam ettirildiğini vurgulamaları bu bağlamda önemlidir. Bununla beraber Üçüncü Dünya Savaşı çıkarmak isteyen karanlık merkezler olabilir ve vardır.

Üçüncü Dünya Savaşı Çıkarmak İsteyen Karanlık Merkezler

General Eslen’in “Rasyonel düşünen ülkeler nükleer düellonun kendi halkına verebileceği onarılmaz zararı düşünerek dünya savaşı başlatmak istemez.” ifadesini, “Ülke yönetimi bir başka lobinin, bir başka karanlık ihanet şebekesinin elindeyse ne olabilir?” sorusu ile açmak yararlıdır. Bu bağlamda Cem Gürdeniz’in önemli tespitlerinden biri de “Siyonist jeopolitiğin etkisindeki neoconlar”ın Üçüncü Dünya Savaşı’nı isteyen mekanizmayı oluşturmalarıdır:

“ABD acilen 2018’de büyük güçler rekabet dönemine girdiğini açıkladı. Ancak çok geç kaldı. Rusya ve Çin yaşanan jeopolitik saldırıyı fark ederek savunmaya ve karşı saldırıya geçtiler. Kırım, Güney Çin Denizi, Doğu Çin Denizi, Tayvan, Ukrayna vb. krizler ardı ardına geldi. O nedenle Üçüncü Dünya Savaşı bana göre; 11 Eylül sonrası başladı. Ancak tekrar edeyim savaşı bu kez başlatan Kayzer veya Hitler’in yayılmacılığı değil Siyonist jeopolitiğin etkisindeki neoconlardır. Bugün Ukrayna’da, Tayvan, Güney Çin Denizi, Doğu Akdeniz ve Kızıldeniz’de yaşanan hibrit Üçüncü Dünya Savaşı’nın devamıdır... Şu an gerçekte İkinci Dünya Savaşı’nın başlangıç dinamiğinde Hitler, Mussolini ve Japon İmparatoru neyse; Amerikalı neoconlar aynı jeopolitik ihtirasla hareket ediyorlar. O nedenle neoconların en büyük hamlesinin 11 Eylül 2001 günü başladığını söyleyebiliriz. Büyük Ortadoğu ve Kuzey Afrika projesi ile NATO’nun sınır tanımayan genişlemesi, Yugoslavya’nın parçalanmasından sonra Adriyatik Denizi’nin tamamen NATO denizi yapılması, Japon Anayasası’nın değiştirilerek tekrar silahlandırılmaya izin verilmesi bu dönemin örnekleridir. ABD neoconları bu dönemde en büyük hatayı Çin’in ekonomik büyümesinin deniz gücüne yansımasını görememekte yaptılar. Çin kıtadan denize çıktı. Anglosakson dünya siyasî, ekonomik ve askerî veçheleri ile gerileme içindedir. Bunda en büyük etkenlerden birisi, İsrail’in ABD’yi içine çektiği Gazze tuzağıdır. ABD, enerjisinin büyük bir kısmını buraya aktarıyor.”[22]

Üçüncü Dünya Savaşı konusunda ABD’de neocon-Siyonist ittifakı ile WASP’çılar (ABD milliyetçileri) arasında da ciddi bir ihtilaf vardır. Geçen seçimlerde Biden neocon-Siyonist ittifakının, Trump ise WASP’çıların adayı idi. Neocon-Siyonist ittifakı Üçüncü Dünya Savaşı’nın çıkmasını savunurken, Amerikan milliyetçileri buna karşı koymaktadır. Filistin’de Etnik Temizlik kitabının yazarı İsrailli tarihçi Ilan Pappé, Siyonist lobinin Üçüncü Dünya Savaşı’nı başlatıp yürütmek istediğini ve Filistin’deki etnik temizlik harekâtının ana sorun olduğunu vurgulamaktadır. O bunu dünyanın daha fazla kaldıramayacağını açık bir şekilde ifade etmektedir: “Dünya, Filistin’de uygulanan işgal, etnik temizlik ve ırk ayrımcılığına dayalı sömürgeleştirme projesine artık daha fazla tahammül edemez.”[23]

Hibrit Savaş Sürecinde İki Eksenin Oluşması

Hibrit savaş süreci iyi analiz edildiğinde görülecektir ki, bölgesel çatışmalar giderek, İkinci Dünya Savaşı öncesindeki gibi, iki ana eksenin ortaya çıkmasını sağlamaktadır. Savaşın evvelinde “Mihver Kuvvetleri” (Almanya-İtalya-Japonya-Macaristan Romanya, Bulgaristan, Slovakya ve Hırvatistan) ve “Müttefik Kuvvetleri” (Amerika, İngiltere, Fransa, Sovyetler Birliği) şeklinde iki ana eksen meydana gelmişti. Savaşı Müttefik Kuvvetler kazanmıştı. Fakat onlar daha sonra bir tarafta ABD/NATO, diğer tarafta SSCB/Varşova Paktı olmak üzere Moskova, Tahran, Viladıvostok ve Yalta antlaşmaları ile dünyayı paylaşarak Soğuk Savaş dönemini başlatmışlardı.[24]

Sovyetler Birliği’nin dağılması ile birlikte ABD ve NATO, SSCB’de yer alan ülkeleri NATO’ya alarak kendisine rakip çıkamayacak şekilde yeni bir eksen oluşturma girişiminde bulunmuş ve eskiden SSCB’deki bazı ülkeleri, Rusya’ya söz vermesine rağmen, NATO’ya alarak Rusya’yı kuşatmaya başlamıştır. Bugün Ukrayna savaşı, NATO’nun Karadeniz limanlarına kolayca girebilmek ve Rusya’yı daha da kuşatabilmek amacıyla Ukrayna’nın NATO’ya alınmak istenmesinin neticesidir. 21. yüzyılda Ukrayna-Rusya, İsrail-Filistin-Lübnan savaşları ile Çin-Filipinler-ABD soğuk savaşı düzleminde iki ana eksen oluşmaya veya oluşturulmaya başlanmıştır: Birinci eksen, ABD-İngiltere-Almanya-Fransa-Japonya-Avusturalya, Polonya, Romanya ve Bulgaristan, ikinci eksen, Çin-Rusya-İran-Kuzey Kore-Küba-Vietnam-Bazı AB ülkeleri.

BRICS ve Şanghay İş Birliği Teşkilatı ikinci eksenin oluşturup genişletmeye çalıştığı yeni yapılardır. Rusya bir taraftan Çin ile çok özel antlaşmalar yaparak çok ciddi bir yakınlaşma sağlamış, diğer taraftan İran ve Kuzey Kore ile askerî güç birliği antlaşmaları yaparak eksenin altyapısını oluşturmaya başlamıştır.[25] Çok önemli bir nokta, oluşmaya başlayan her iki eksende nükleer silahlara sahip ülkelerin varlığıdır. Birinci eksende Amerika-İngiltere-Fransa; ikinci eksende Rusya-Çin-Kuzey Kore nükleer silahlara sahip ülkelerdir.

Dolayısıyla Üçüncü Dünya Savaşı çıkarsa, nihayetinde, kaçınılmaz olarak savaş nükleer savaşa dönüşecektir. Bu bağlamda Rusya Savunma Bakanı Belousov zaman zaman, dolaylı bir şekilde bu duruma dikkat çekmektedir: “Ukrayna’ya uzun menzilli ve hassas silahların tedariki, çatışmayı kimsenin hayal edemeyeceği yere tırmandırabilir.”[26]

Siyonist İsrail Önce Bölgesel Sonra Küresel Savaş İstiyor

“Kudurmuş köpek” İsrail’in, Gazze’den sonra Lübnan’a saldırması, savaşı bölgeye yaymak amacı taşıdığını göstermektedir. Bir taraftan tüm bölge ülkelerini işin içine çekmeye çalışırken, diğer taraftan da ABD’nin İran’a müdahale etmesi için uğraşmaktadır. İsrail, Rusya-Çin eksenindeki İran’ı en büyük tehlike olarak gösterip nükleer silahlara sahip olmaması için ABD’de girişimlerde bulunmakta, ABD’yi İran ile savaşmaya ikna etmeye çalışmaktadır.

İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant’ın 25 Haziran 2024’te Pentagon’da, ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin ile yaptığı görüşmede Lloyd Austin’e dedikleri ilginçtir: “Dünyanın geleceğine yönelik en büyük tehdit İran’dır. Şimdi Amerikan yönetimlerinin İran’ın nükleer silahlara sahip olmasını önleme taahhüdünü gerçekleştirme zamanıdır.”[27] Bu ifade savaşı bölgesel ölçekten küresel boyuta, eksenler arası bir savaşa dönüştürmek amaçlıdır. Austin ise bu yaklaşıma karşı çıkmıştır: “Savaş hem Lübnan hem de İsrailliler için felaket olur. Hizbullah’la savaş kolaylıkla bölgesel bir savaşa dönüşebilir ve bu nedenle diplomasi en iyi yoldur.”[28]

ABD Savunma Bakanı Austin’in İsrail’i durdurmak yerine Lübnan’a dönük bir saldırının bölgesel bir savaşa yol açabileceğini dillendirmesini bir başka açıdan yorumladığımızda Üçüncü Dünya Savaşı’nın hibrit savaş/vekâlet savaşları mantığı kapsamında bölgede yaygınlaştırılmak istendiği neticesine varabiliriz. Güney Kıbrıs’ın İsrail’e destek vermesi, üs olarak kullanılması, bölgesel savaşların yaygınlaştırılmak istenmesinin bir göstergesidir. Hasan Nasrallah, aylar önce Güney Kıbrıs’ın İsrail tarafından eğitim üssü ve füzeler için fırlatma rampası olarak kullanıldığını söylemişti. Onun Güney Kıbrıs’ı açık bir şekilde tehdit etmesine bölgesel savaş açısından bakmak gerekmektedir. Ayrıca ABD’nin Gazze sahiline kurduğu iskele de Güney Kıbrıs ile bağlantılıdır.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Güney Kıbrıs’ın bu şekilde sürece katılmasının bölgesel savaşa yol açabileceğine ilişkin bir uyarıda bulunması çok önemlidir: “İsrail’in başlattığı ilk operasyonlardan sonra biz, Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin özellikle Gazze’ye yönelik operasyonlarda belli ülkelerin kullandığı bir üs olmasını istihbari raporlarla hep görüyoruz. Yunanlara da söyledik, Ortadoğu’daki savaşlara bu şekilde müdahil olduğunuz zaman bu ateş gelir, sizi de bulur. Zaten biz de aynı coğrafyadayız, gelir bizi de bulur.”[29]

Bu bağlamda İsrail’in son haftalarda Lübnan’a saldırılarını sıklaştırıp şiddetlendirmesi, Gazze’deki gibi hiçbir hukuk tanımaması, sivil bölgeleri bombalayarak Lübnan halkını göçe zorlaması, savaşın bölgeye yayılması amacını taşıdığının bir göstergesi sayılabilir. Hakan Fidan’ın dikkat çektiği bölgesel savaş tehlikesine Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Lübnan’la ilgili yaptığı açıklama açısından bakıldığında, şer ittifakının maksadının bölgesel savaşları yaygınlaştırarak hedefe ulaşmak olduğunu söyleyebiliriz. Erdoğan 26 Haziran 2024’te şunu vurgulamıştı: “Türkiye, kardeş Lübnan halkının ve devletinin yanındadır. Bölgedeki diğer ülkeleri de Lübnan’la dayanışma içinde olmaya davet ediyorum.”[30]

Hitler’in İkinci Dünya Savaşı’nda sivil halklara reva gördüğünü bugün İsrail, hiçbir ahlaki endişe taşımadan ve hiçbir uluslararası hukuka uymadan Filistin-Lübnan-Suriye hattında yapmaktadır. Buna ses çıkarmayan, bunu görmeyen ABD, İngiltere, AB, insan hakları savunucuları, BM, uluslararası hukuk sistemi bütün itibarlarını kaybederek iflaslarını ilan etmişlerdir. Bu durum, Filistin’deki savaşın çok önemli bir boyutudur.

Bu savaşın bir başka boyutu ise, öncelikle İsrail’de olmak üzere tüm dünyadaki Yahudiler arasında çok ciddi bir ayrışmanın vuku bulması, ihtilafların ortaya çıkması ve bölünmelerin yaşanmasıdır. Bu bağlamda eski Başbakan Ehud Barak, eski MOSSAD şefi Tamir Perdo, İsrail Bilimler Akademisi Başkanı David Harel, eski Başsavcılık Özel Görevler Dairesi Başkanı Talia Sasson, Nobel ödüllü kimyager Aaron Ciechanover ve yazar David Grossman, 26 Haziran 2024’te New York Times için müşterek bir yazı kaleme aldılar. Amerikan Kongresi’ne “Netanyahu’ya yaptığınız daveti geri çekin!” diye seslenerek şunu demişlerdir: “Kongre korkunç bir hata yapmıştır. Netanyahu’nun Washington’a gelmesi ülkemize yönelik skandal ve yıkıcı davranışlarını ödüllendirecektir.”[31] Ayrıca Ehud Olmert 26 Haziran 2024 tarihli Haaretz gazetesindeki yazısında Netanyahu’yu “Gazze’de savaşı kasten uzatmak”, “ABD ile ittifakı yok etmek”, “Biden’ın seçim kampanyasının altını oymak”, “Fransa ve ABD’nin arabuluculuğuyla Lübnan hükûmetiyle anlaşmak yerine Hizbullah’la topyekûn bir savaş başlatmaya çalışmakla” suçlamıştır.[32]

Netanyahu’nun bu zalimliğine ve uyguladığı politikalara daha önce karşı çıkanlardan biri de vaktiyle Hayfa Üniversitesi’nde görev yapan tarihçi Ilan Pappé’dir. Kendisi İsrail Devleti’nin yaptığı katliamı, soykırımı, Filistin’de Etnik Temizlik başta olmak üzere çok sayıdaki eserinde dile getirmiş, dünya kamuoyunun dikkatine sunmuştur. 1954 yılında Hayfa’da doğan Pappé, antisiyonist yeni İsrail tarihçileri arasında öne çıkan bir isim. Siyonizm’in değil de insanlığın yanında durduğu, resmî efsaneler yerine tarihî gerçekleri dile getirdiği için ölüm tehditlerine maruz kalmıştır. Pappé bu sebeple can güvenliği için İsrail’i terk edip İngiltere’ye taşınmış ve Exeter Üniversitesi’nde çalışmaya başlamıştır.[33]

ABD’nin ekonomisinin çok kötü olduğunu hem Ukrayna’ya hem de İsrail’e istenen yardımları yapamayacağını göz önüne alırsak Filistin-Lübnan hattında savaşın uzaması durumunda İsrail’in ekonomisi çökecek ve buna bağlı olarak İsrail’de gayrimemnun sayısı daha da artacaktır. İsrail’de elektrik sistemlerini yöneten Noga şirketinin CEO’su Şol Goldstein bu bağlamda şunları söylemiştir: “Hassas konulara girmeyeceğim ama tüm altyapımıza, optik fiberlere, limanlara bakıyorsunuz, iyi bir konumda değiliz. 72 saat elektriksiz kalırsa İsrail ‘yaşanamaz’ hâle gelir.”[34]

Şer ittifakının ihanet stratejisine karşı daha üst bir strateji ortaya koymak, şer ittifakına karşı şuurlu geniş bir cephe kurmak gerekmektedir. Bunun için öncelikle ülke içinde, sonra da bölgede birlik ve beraberliği sağlayacak politikalar üretip hayata geçirmeliyiz. Bütün bu gelişmelere karşılık unutmamamız gereken temel gerçek şudur: “Gerçek şu ki, onlar hileli düzenler kurdular. Oysa onların düzenleri dağları yerinden oynatacak da olsa, Allah katında onlara hazırlanmış bir düzen vardır.” (14/İbrahim, 46). Bunun için de Allah’ın yardımını hak edecek bir mümin, bir millet ve bir ümmet olmalıyız.

[1] Burhanettin Can, “Ukrayna-Kazakistan Hattındaki Kriz Neyin Habercisidir?  3. Dünya Savaşı’nın mı yoksa 5. Dünya Soğuk Savaşının mı?” Umran, 2022, sayı: 331, s. 10-21.

[2] Bir sonraki yazıda böyle bir savaşı isteyen güç odağı ele alınacaktır.

[3] Burhanettin Can, “İslâm Coğrafyası ve Küresel Savaş: “Kaostan Kaynaklanan Düzen ve Küresel Savaş”, Umran, 2017, sayı: 277, s. 4-13.

Burhanettin Can, “İslâm Coğrafyası ve Küresel Savaş: Küresel Savaş Türkiye Üzerinden mi(!)? Çıkarılmak İsteniyor”, Umran, 2017, sayı: 278, s. 4-13.

[4] Burhanettin Can, “Biyolojik Savaş Üzerinden Dijital Dünya Düzenini İnşa Etmek-1”, Umran, 2020, sayı: 308, s. 9-25.

Burhanettin Can, “Biyolojik Savaş Üzerinden Dijital Dünya Düzenini İnşa Etmek-2; Kaostan Kaynaklanan Düzen Projesi”, Umran, 2020, sayı: 309-310, s. 8-24. Burhanettin Can, “Biyolojik Savaş Üzerinden Dijital Dünya Düzenini İnşa Etmek-3; Dünya Nüfusunun 500 Milyona İndirilmesi Projesi”, Umran, 2020, sayı: 311-312, s. 8-29. Burhanettin Can, “Biyolojik Savaş Üzerinden Dijital Diktatörlüğü İnşa Etmek- 4: Şer İttifakının Büyük Sıfırlama Projesi”, Umran, 2021, sayı: 321, s. 4- 15. Burhanettin Can, “Biyolojik Savaş Üzerinden Dijital Dünya Düzenini İnşa Etmek-5: Dijital Diktatörlerin Ürettiği Aşıya Karşı Çıkmak, Aşıya Karşı Olmak Demek Değildir”, Umran, 2021, sayı: 326, s. 2-22. Burhanettin Can, “Biyolojik Savaş Üzerinden Dijital Dünya Düzenini İnşa Etmek-6: Dünya Sağlık Örgütü Kimin Truva Atıdır?”, Umran, 2021, sayı: 327, s. 16-30.

[5] Burhanettin Can, “Ekolojik Savaş Üzerinden Dijital Dünya Düzenini İnşa Etmek-1, İklim Değişimi Raporlarındaki Gizli Yönlendirmeyi Okuyabilmek”; Umran, 2021, sayı: 325, s. 4-21. Burhanettin Can, Ekolojik Savaş Üzerinden Dijital Dünya Düzenini İnşa Etmek-2; Tanrı Olmaya Oynayan 21. Asrın Firavunları”, Umran, 2021, sayı: 328, s. 23-31. Burhanettin Can, “Ekolojik Savaş Üzerinden Dijital Dünya Düzenini İnşa Etmek-3; İklimlendirme Raporları ve Haarp Teknolojisinde Atmosferin Yapısı” Umran, 2022, sayı: 329, s. 20-30.

[6] Hakan Fidan “Üçüncü Dünya Savaşı Riski Var”,  https://www.haber7.com/siyaset/haber/3435968-disisleri-bakani-hakan-fidan-3-dunya-savasi-riski-var Selma Savcı, “3. Dünya Savaşı Riski: Çoktan Başladı! Ok Yaydan Çıktı”, Akit, 26 Haziran 2024. Faik Tanrıkulu, “3. Dünya Savaşı Kapıda mı?”, Star, 27 Haziran 2024. Arslan Bulut, “3. Dünya Savaşı Çıkabilir mi?”, Yeniçağ, 29 Haziran 2024. Ahmet Gürsoy, “Üçüncü Dünya Savaşına Hazır mıymışız?”, Yeniçağ, 29 Haziran 2024.

[7] Selçuk Böke, “Millî Savunma Bakanlığı (MSB) Kaynakları, 3. Dünya Savaşı Uyarısı Yaptı”, Hürriyet, 28 Haziran 2024.

[8] Arslan Bulut, agy.

[9] Osman Atalay, “Rusya-Ukrayna Savaşının İkinci Raundu Öncesi Rusya-NATO Savaşının Psikolojik Harp Hazırlıkları Başladı”, 25 Haziran 2024. https://www.dikgazete.com/yazi/rusya-ukrayna-savasinin-ikinci-raundu-oncesi-rusya-nato-savasinin-psikolojik-harp-hazirliklari-basladi-6975.html Faik Tanrıkulu, agy. Bercan Tutar, “Siyonist Lobinin Pençesindeki Dünya”, Sabah, 27 Haziran 2024. Arslan Bulut, agy.

[10] Peskov, “Varlığımız Tehdit Edilirse Nükleer Silah Kullanabiliriz”, Reuters, 23 Mart 2022. Batı Yanıt Vermedi... Putin Neden Nükleer Kartını Oynadı?” https://haberglobal.com.tr/dunya/putinin-nukleer-aciklamasi-gundem-oldu-neden-ihtiyac-duydu-162639 Abdullah Muradoğlu; “Nükleer Kalkan” Kimlerin İşine Yarıyor?”, Yeni Şafak, 1 Mart 2022.

[11] “Medvedev’den “Nükleer Distopya” Uyarısı”, Reuters, 23 Mart 2022.

[12]  https://www.trhaber.com/dunya/dmitriy-medvedev-den-tehlikeli-sozler-3-dunya-savasi-na-h105163.html

[13] Peskov, agy.

[14] https://www.hurriyet.com.tr/dunya/rusya-ekim-fuzelerini-hatirlatti-savas-tamamen-mumkun-41957940

[15] https://www.veryansintv.com/lavrovdan-nukleer-cikisi/

[16] Peskov, agy.

[17] Osman Atalay, agy. Faik Tanrıkulu, agy. Bercan Tutar, agy. Arslan Bulut, agy.

[18] Faik Tanrıkulu, agy.

[19] Burhanettin Can, “Ukrayna Kazakistan Hattındaki Kriz Neyin Habercisidir?”, agm. Burhanettin Can, Avrasya Satranç Tahtasında Çatışan Stratejiler-1: Ukrayna’nın Stratejik Önemi ve Soros’un Kadife Darbeleri; Umran, 2022, sayı: 332, s. 8-20. Burhanettin Can, “Avrasya Satranç Tahtasında Çatışan Stratejiler-2: Hibrit Savaşlar Dönemi”, Umran, 2022, sayı: 333, s. 8-19.

[20] Burak Demirbaş, “Dünya Savaşı Riskinde ‘5. Madde’ Uyarısı... Mavi Vatan'ın İsim Babası Em. Tümamiral Cem Gürdeniz: ‘Türkiye Tuzağa Düşmemeli’https://12punto.com.tr/gundem/dunya-savasi-riskinde-5-madde-uyarisi-mavi-vatanin-isim-babasi-em-tumamiral-cem-gurdeniz-turkiye-tuzaga-42409

[21] Arslan Bulut, agy.

[22] Burak Demirbaş, agy.

[23] Bercan Tutar, agy.

[24] Fehim Taştekin, “Üçüncü Dünya Savaşı mı?”, Gazete Duvar, 27 Haziran 2024. Bülent Erandaç, “Güç Savaşları”, Takvim, 28 Haziran 2024

[25] Fehim Taştekin, agy.

[26] Fehim Taştekin, agy.

[27] https://www.marbutahaber.com/ortadogu/pentagon-sefi-israil-lubnan-savasini-onlemek-icin-acil-cozum-gerekiyor/

[28] https://www.ntv.com.tr/dunya/abd-savunma-bakani-austin-israil-hizbullah-savasi-lubnan-icin-felaket-olur,n15NiMaAWkqrRfSVq6gRNw

[29] https://www.mfa.gov.tr/disisleri-bakani-sayin-hakan-fidan-in-haberturk-e-verdigi-ozel-roportaj-24-haziran-2024.tr.mfa

[30] https://www.aa.com.tr/tr/politika/cumhurbaskani-erdogan-netanyahunun-batinin-da-rizasiyla-savasi-bolgeye-yayma-planlari-buyuk-felakete-yol-acacaktir/3258421

[31] https://www.nytimes.com/by/david-grossman

[32] https://www.haaretz.com/opinion/2024-06-26/ty-article-opinion/.premium/jaccuse-netanyahu-wants-to-destroy-israel-the-time-has-come-to-expel-him/00000190-50ed-de5e-abd0-fbff50c40000

[33] Ilan Pappé, Modern Ortadoğu: Toplumsal ve Kültürel Bir Tarih, çev. Gül Atmaca, İletişim Yayınları, 2019, s. 16.

[34] https://www.jpost.com/israel-news/article-807081

 

Burhanettin Can / Umran Ekim 2024

1 Eylül 2024 Pazar

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI İÇİN İKİNCİ KÜRESEL BİYOLOJİK SAVAŞ HAZIRLIKLARI

(Umran Dergisi)

 

“Eğer hak, onların hevalarına (istek ve tutkularına) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız gökler, yer ve bunların içinde olan herkes ve her şey bozulmaya uğrardı...”

                                                                                                      (23/Mü’minûn 71)

 

2020 yılında küresel hâkimiyet kurmak isteyen Siyonist mekanizma ve onun işbirlikçileri, hem korona virüs salgınını hem de salgın üzerinden bir küresel psikolojik savaş başlatmışlardı. Adı konmamış küresel bir kaos ve olağanüstü bir hâl ilan edilmişti. Henry Kissinger’ın başını çektiği bir ekip korona salgınına karşı verilecek mücadelenin merkezi bir yönetim tarafından tüm dünyada verilmesini istemiştir. Kissinger’ın ifadesi ile 2009 yılında yöresel düzlemde başlattıkları Üçüncü Dünya Savaşı, yeni bir virüs salgını adı altında yeni bir biyolojik savaşla daha ileri bir aşamaya taşınmak istenmektedir.

2020’deki korona salgını, “Dünya Nüfusunun Azaltılması Projesi”, “Sanayi 4.0”, “Küresel Hâkimiyet Projesi”, “Tek Dünya Hükûmeti”, “Tek Dünya Devleti”, “Tek Din”, “Tek Para/Tek Banka”, “Tek Hukuk”, “İki Sınıf” ve “Küresel Dijital Dünya Düzeni” projelerinin hayata geçirilebilmesi için nasıl bir stratejik aşama idiyse bugün başlatılmak istenen X salgını/Mpox salgını önceki sürecin daha ileri bir aşaması olabilir. Korona vakasında, biyolojik savaş, psikolojik savaş, sosyolojik savaş ve ekonomik savaş birlikte yürütülmüştü. Bugün de benzer bir durum inşa edilmeye çalışılmaktadır.[1]

Biyolojik Savaş

21. asır öncesinde savaşın evrensel kümesinin adı klasik sıcak savaş iken, 21. asırda savaşın evrensel kümesinin adı sosyolojik savaş olmuş ve melez savaş teorisinin merkezine yerleşmiştir. Diğer savaş türleri, sosyolojik savaşı kazanabilmek için kullanılmaktadır.[2] Bu sebeple bugün küresel düzlemde yürütülen biyolojik ve psikolojik savaş sosyolojik savaş amaçlıdır. Biyolojik savaş kapsamının, özellikle de bu süreçte konuşulup yazılanların daha iyi anlaşılabilmesi için bazı temel kavramların tanımlarını vermekte fayda vardır. Yol boyu kullanılacak temel kavramlarla ilgili özet tanımlamalar aşağıda verilmektedir:

Biyolojik ajan: İnsanlarda, hayvanlarda ve bitkilerde hastalık oluşturan veya ölümlere yol açan bakteriler, toksinler, virüsler, infeksiyöz nükleik asitler ve prionlar gibi kendisi kopyalatılan mikroorganizmalara biyolojik ajan denir.

Biyolojik silah: Biyolojik ajanların bulaşıcılık ve hastalık yapma yeteneklerine bağlı olarak seçilmeleri ve genetik olarak çeşitli etkenlere karşı güçlendirilmeleri sonucu etkilerinin arttırılarak kullanılmalarına biyolojik silah denilmektedir.

Biyolojik saldırı: Genel bir kavram olarak sosyal, ekonomik, siyasi, psikolojik savaş üstünlüğü sağlamak, baskı ve yıkıma yol açmak amacıyla, mikroorganizmaların veya onlara ait toksin maddelerin insanlar, hayvanlar ve bitkiler üzerinde kasıtlı kullanımını ifade etmektedir.

Biyolojik savaş: Diğer canlılar üzerinde zararlı etkiler meydana getirmek, hastalığa/ölüme sebebiyet vermek amacıyla biyolojik ajanların kullanılması şeklinde tanımlanmaktadır.

Biyoterörizm: Terör örgütlerinin sivil halkı hedef alan saldırıları için kullanılan bir kavramdır.[3]

Biyoterörde, biyolojik saldırıda, biyolojik savaşta amaç, hedef toplumda sadece geniş kitleleri hastalandırmak/sakat bırakmak/öldürmek, tarım alanlarını, doğal çevrelerini, bitki örtüsünü tahrip etmek değildir. Aynı zamanda hedef toplumda korkunun yayılmasını sağlamak, insanların birbirine güvenini yıkmak, insanları yalnızlaştırmak, içine kapatmak, bireyselleştirmek, psikolojik olarak da bunalıma sürüklemek, halkın yönetimlere olan güvenini yıkmak, ekonomik çöküntü meydana getirmektir.

Biyolojik savaş bir taraftan halkı, diğer taraftan da yönetimleri hedef almaktadır. Yönetimlerin iradelerini çözmek, onları paniğe sevk ederek daha büyük hata yapmalarına sebep olmak, biyolojik saldırıyı gerçekleştirenlerin isteklerini yapmaya hazır hâle getirmek veya tamamen teslim almak, biyolojik savaşın amaçları kapsamındadır. Korona salgını ile dün, X salgını ile bugün dünyada inşa edilen ya da edilmeye çalışılan psikoloji de budur. Silah olarak kullanılabilen biyolojik ajanlar, genel olarak, bakteriler, virüsler, riketsialar, klamidyalar, mantarlar ve toksinlerdir (kimyasallar).[4]

Salgınların coğrafi yayılımına ilişkin kullanılan iki temel kavram, epidemi ve pandemi kavramlarıdır. Epidemi: Aynı anda, belirli bir bölgede çok sayıda insanda, belirli bir hastalığın ortaya çıkması’ demektir. Pandemi: Bir hastalığın birden fazla kıtada ya da neredeyse dünyanın tümünde görülmesi, insan, hayvan veya bitkilerin hemen hemen hepsinde bulunması anlamına gelir.[5]

Şer İttifakı’nın Yeni Bir Pandemi İnşa Etme Stratejisi: Maymun Çiçeği (Mpox) Virüsü/X Hastalığı

Mpox (Monkeypox) virüsü, “orthopoxvirus genus” diye sınıflandırılan virüs ailesine mensuptur. İlk önce 1950’lerde Orta Afrika’da ortaya çıkmıştır. 1958 yılında da Danimarka’daki ‘deney maymunlarında’ varlığı tespit edilmiştir. 1970’te, Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde, dokuz aylık bir çocukta görülmüştür. Maymunda görüldüğü için virüsün adına, “maymun çiçeği” virüsü denmiştir.[6] 1970 yılında ilk insan vakası ortaya çıkmış olmasına rağmen dünya bu virüsle ilk kez 2022’deki salgını ile tanışmış ve ismini duymuştur. Maymun çiçeği virüsünün ana merkezi, Orta ve Batı Afrika’nın tropikal yağmur ormanlarıdır. Genellikle “hayvanlardan insanlara bulaşan” (zoonotik), “insanları ve hayvanları etkileyen ölümcül bir virüs türüdür.”[7]

Mpox Virüsünün Türleri

Maymun çiçeği (Mpox) bir DNA virüs olduğu için korona ya da grip virüsü kadar hızlı mutasyona uğramamaktadır. Mpox, çiçek virüsünün yakın akrabası kabul edilmektedir. Virüsün, Batı Afrika ve Orta Afrika olmak üzere iki ana türü vardır: Klad I (clade), Klad II (clade). “Bir klad, genetik ve klinik olarak farklı bir virüs grubu” demektir. Orta Afrika’da Klad I, Batı Afrika’da ‘Klad II virüsü mevcuttur. ‘Klad I (Clade) ise Orta Afrika’da bulunan ‘endemik’ bir türdür. Bu salgın döneminde Kongo’da etkin olan Klad I türüdür. Klad I’in “ciddi hastalıklara ve ölümlere neden olduğu” kanaati hâkimdir. Bunun mutasyona uğramış daha tehlikeli olan yeni şekli “Klad I b”dir. Klad II, Mpox (Monkeypox) virüsünün daha hafif bir türü olup 2022 yılındaki küresel salgına neden olmuştur. Mpox virüsü, Afrika kıtası dışında ilk kez İsveç’te görülmüştür. İsveç Halk Sağlığı Kurumu yöneticilerine göre bir kişi, “Mpox Clade I salgınının yaşandığı Afrika bölgesinde bulunduğu sırada” “Mpox Clade I” virüsüne yakalanmış, oradan da virüsü İsveç’e taşımıştır. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) verilerine göre 1 Ocak-22 Haziran 2022 tarihleri arasında 50 ülkede toplam 3413 vaka kaydedilmiştir.

Mpox Virüsüne Yakalanmanın Belirtileri

DSÖ’nün ve alanın uzmanlarının yaptığı açıklamalara göre Mpox virüsüne yakalananlarda ortaya çıkan görünür belirtiler şöyle özetlenebilir:

Çiçek hastalığına benzer bir hastalığa neden olmaktadır. Enfeksiyon başlangıçta sıradan bir solunum yolu hastalığına benzemektedir. Daha sonra ciltte, yüzde, ellerde, ayaklarda, ağızda, cinsel organlarda, bazen de tüm vücutta kabartılı, kaşıntılı ve ağrılı aşırı bir döküntüye dönüşmektedir.

Döküntü sonunda iyileşmeden önce kabarcıklar, kabuklar oluşturmakta ve deride iz bırakabilmektedir. Kabarcıklar büyük, beyaz veya sarı, içi irin dolu küçük, kabarık şişliklerdir. Ateş, baş ağrısı, lenf bezlerinde, her iki kolun altında, boynun yanları ve arkasında şişme olmakta, kas ağrısı ve yorgunluk ortaya çıkmaktadır.

Genel olarak enfeksiyon 14-28 gün/iki ile dört hafta; “virüse maruz kaldıktan sonra semptomların gelişmesi ise 3 ila 21 gün sürebilmektedir. Ancak Mpox virüsü taşıyan bir kişi, semptomlar ortaya çıkmadan, 1 ila 4 gün önce hastalığı başkalarına bulaştırabilmektedir.[8]

Mpox Virüsünün Bulaşması Şekli: Yakın Temas, Fuhuş ve Eşcinsel İlişki

Uzmanların açıklamalarına göre Mpox virüsü, canlıların vücuduna deri çatlaklarından/açık yaralardan, solunum yolu veya “mukoza zarları” (gözler, burun ve ağız dâhil) yoluyla girmekte; insanlara, enfekte bir hayvan veya kişi üzerinden aşağıda ifade edilen yollarla bulaşmaktadır:

Virüsün hayvandan insana bulaşması, hayvandaki (özellikle, maymun, sıçan ve sincap) ısırık, çizik, yara, hayvanın kanı ve vücut sıvısı ile doğrudan temas etmekle.

Virüsün bulaştığı bir kişinin deri lezyonları (cilt teması), göz, burun, ağız yoluyla; vücut sıvıları veya solunum damlacıkları ile doğrudan temas etmek: Yakınında konuşmak, nefes almak, uzun süreli yüz yüze temas.

Virüsün bulaştığı kişiyle her türlü cinsel ilişki, özellikle eşcinsel ilişki, tespit edilen vakaların çoğu biseksüel veya eşcinsel erkekler.

“Nadir bir bulaşma şekli olmasına rağmen”, virüsün bulaştığı çarşaf, nevresim, giysiler ve havlular gibi kontamine olmuş nesnelere dokunmak.[9]

Virüsün yayılması konusunda çok dikkat çeken nokta, bazı ülke yöneticilerinin, konunun uzmanlarının, DSÖ ve BM yetkililerinin Mpox virüs salgını ile ilgili açıklamalarında, virüsün ana yayılma kaynağının fuhuş ve eşcinsel ilişkiler olduğunu çok açık söylemeleridir. Vakaların yüzde 96’sının görüldüğü Kongo Demokratik Cumhuriyeti’ndeki salgının cinsel temastan kaynaklandığı ve “2022’deki salgının da”, ağırlıklı olarak cinsel temas/eşcinsel ilişkiler yoluyla yayıldığı tespit edilmiştir:Mpox, enfekte olmuş biriyle öpüşme, dokunma, oral ve penetratif vajinal veya anal seks dâhil olmak üzere her türlü yakın temas yoluyla yayılabilir. Birden fazla veya başka birileriyle cinsel ilişkiye giren kişiler en fazla risk altındadır.”Vakaların çoğu, cinsel olarak aktif olan kişilerde ve erkeklerle cinsel ilişkiye giren erkeklerde görülüyor. Birden fazla cinsel ilişki partneri olan veya yeni cinsel partneri olan kişiler de risk altında olabilir…”  “Mpox riski, cinsel olarak aktif olan kişilerle veya eşcinsel, biseksüel ve erkeklerle cinsel ilişkiye giren diğer erkeklerle sınırlı değildir. 2022/2023 yıllarındaki çok ülkeli salgında bildirilen vakaların çoğu eşcinsel, biseksüel ve erkeklerle cinsel ilişkiye giren diğer erkekler arasında tespit edilmiştir. Virüsün birçok ülkede bu sosyal ortamlarda kişiden kişiye geçtiği göz önüne alındığında, erkeklerle ilişkiye giren eşcinsel, biseksüel ve diğer erkekler, enfekte olan biriyle ilişkiye girmeleri veya başka bir şekilde yakın temas kurmaları hâlinde maruz kalma riski daha yüksek olabilir. Birden fazla veya yeni cinsel partneri olan kişiler şu anda en fazla risk altında olan kişilerdir. Farkındalığı artırmak için eşcinsel, biseksüel ve erkeklerle ilişkiye giren diğer erkeklerden oluşan toplulukların katılımını sağlamak, en fazla risk altında olanları korumak için çok önemlidir. Başka erkeklerle ilişkiye giren bir erkekseniz, riskinizi bilin ve kendinizi ve başkalarını korumak için adımlar atın.”

DSÖ’nün acil durum biriminin eski başkanı David Heymann “Maymun çiçeği virüsünün ilk defa bu kadar yayılması, İspanya ve Belçika’daki iki etkinlikle bağlantılıdır.” BM ise şu açıklamayı yaptı: “Son zamanlardaki vakaların büyük kısmı, gey ve biseksüel erkekler de ortaya çıkmıştır. HIV/AIDS Ortak Programı’na göre (UNAIDS), hastalık yakın fiziksel temasla alakalı bir durum olup herkesi etkileyebilir. Afrikalıları ve LGBTI+bireyleri hedef alan “ırkçı ve homofobik” paylaşımların yapılmaması gerekir.”  “Belçika’da virüsün “fetiş festivali” diye bilinen Darklands isimli etkinlikte yayıldığı belirlenmiş; İspanya’nın Madrid şehrinde ise maymun çiçeği vakalarıyla ilişkilendirilen eşcinsellere özel bir sauna kapatılmıştı.” “Şimdi de cinsel ilişki yayılımını hızlandırıyor gibi duruyor.”

İngiltere’deki Norwich Üniversitesi’nde halk sağlığı araştırmacısı olan Dr. Paul Hunter “Devam eden iki salgınımız var. 2022 salgını, ağırlıklı olarak cinsel temas yoluyla yayılan Klad II b adı verilen bir versiyondan kaynaklanıyordu. En riskli popülasyonun eşcinsel erkekler olduğu kanıtlandı.” dedi.[10] Imperial College London’dan virolog Mike Skinner, Mpox enfeksiyonunu tedavi etmek için kullanılan tecovirimat adlı ilacı üreten SIGA Technologies’in baş tıbbi sorumlusu Dr. Jay Varma da benzer açıklamalar yapmışlardır. İspanya’nın sağlık yetkilileri, “Madrid’de şimdiye kadar 30 kesinleşmiş vaka olduğunu bildirmişlerdir. Kanarya adalarındaki (LBGT) Onur Yürüyüşü ile Madrid’deki saunadan çıktığı belirlenen vakalar arasındaki bağlantının araştırıldığını ifade etmişlerdir. Portekiz, İspanya ve İngiltere yetkilileri, “vakaların çoğunluğunun Afrika’ya seyahat geçmişi olmayan, ‘gay ya da biseksüel’ erkeklerden oluştuğunu açıklamıştır.”[11]

2022 salgınından bu yana Mpox virüsünün, küresel olarak, “çoğunlukla eşcinsel ve biseksüel erkekler”, “hayat kadınları, kamyoncular ve diğer geçici işçiler” arasında yayılması olgusu dikkat çekmektedir.[12]  Dünyanın önde gelen tıp dergilerinden  The Lancet’te yayımlanan bir makaleye göre DSÖ Başkanı Tedros’un ismini verdiği ve çok tehlikeli olduğunu ifade ettiği maymun çiçeği virüsü “İspanya’nın Büyük Kanarya adasındaki bir LGBT etkinliğinden sonra çevreye büyük bir hızla yayılmıştır.” “İlk vakaların çoğu, İspanya’nın Büyük Kanarya adasında düzenlenen uluslararası bir LGBT etkinliğine katılan kişilerde görülmüş ve bu da birkaç Avrupa ülkesindeki bulaşma zincirleriyle bağlantılı olmuştur.”[13]

Şer İttifakı’nın Yeni Bir Pandemi İnşa Etme Stratejisi 

Dünya genelinde “70’ten fazla ülke salgın var raporu” verince, 23 Temmuz 2022’de DSÖ, maymun çiçeği virüsünün yayılmasını, “uluslararası endişe verici halk sağlığı acil durumu” ilan etmiştir. Fakat daha sonra “vakalar azaldı” gerekçesi ile DSÖ, Mayıs 2023’te ilan edilen “acil durum statüsünü” kaldırmıştır. Ağustos 2024’ün başında, “Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Nijerya, Kamerun, Sierra Leone, Kongo Cumhuriyeti ve Liberya dâhil en az 15 Afrika ülkesinde”, bulaşıcı hastalığın ‘hızla yayılması sonucu’, “en az 524 kişinin hayatını kaybettiği tespit edilmiştir. Bunun üzerine DSÖ, Ağustos 2024’te, Mpox virüs salgını için yeniden “sağlık acil durumu” ilan etmiştir. Afrika dışında, “İngiltere, İspanya, İsrail, Fransa, İsviçre, Avusturya, Norveç, Belçika, ABD ve Avustralya da dâhil birçok ülkede en az 90 maymun çiçeği vakası bildirilmiştir.”[14]

DSÖ’nün maymun çiçeği salgını için küresel acil durum ilan etmesi, yeni bir pandemi sürecinin başlatılacağı anlamına da gelebilir. Açıklamalar ve gidişat bunu göstermektedir.  Afrika Hastalık Kontrol Merkezi’nin (CDC) ve DSÖ Afrika Bölge Ofisi Sağlık Acil Durum Ofisi’nin açıklamalarında “küresel salgının” varlığına bilhassa dikkat çekmişlerdir.[15] DSÖ Başkanı Tedros Adhanom Ghebreyesus, Ağustos 2023’teki bir basın toplantısında yeni virüsün, “maymun çiçeği virüsü” olduğunu, bu konuda kendisine yardımcı olacak bir “inceleme komitesi” oluşturduğunu belirtmiştir: “Şu ana kadar DSÖ’ye 114 ülkeden 90 binden fazla maymun çiçeği virüsü vakası ve bununla bağlantılı 156 ölüm rapor edildi. Ancak bazı ülkelerdeki eksik raporlama nedeniyle gerçek vaka ve ölüm sayısının daha yüksek olduğunu biliyoruz.” “Özellikle Asya’da vaka sayısında son 2 ayda büyük artış oldu.” “Covid-19’da yaptığım gibi ülkelerin uzun vadede maymun çiçeği virüsünü yönetmelerini destekleyecek ve kalıcı öneriler konusunda bana tavsiyede bulunacak bir inceleme komitesi oluşturdum.”[16] 

DSÖ, 2022 yılından itibaren, kademeli bir şekilde, yeni bir küresel virüs salgınının var olduğunu/var olacağını ısrarla gündemde tutmaya çalışmaktadır. Önceleri çok itidalli bir dil kullanan ve olumlu konuşan yöneticiler, son günlerde konuşma tarzlarını değiştirerek, “Mpox virüsünün Orta ve Doğu Afrika’da hızla yayıldığını”, “şimdiye kadar gördükleri en tehlikeli varyant olduğunu” seslendirmeye başlamışlardır; tıpkı korona pandemisi öncesinde olduğu gibi.

Bu söylem değişikliği, DSÖ bünyesinde yeni bir yapılanma gerçekleştirmek amaçlı olabilir. “Küresel halk sağlığı acil durumunun”, “196 ülke için yasal olarak bağlayıcı olan Uluslararası Sağlık Mevzuatı kapsamındaki en yüksek alarm seviyesi” olduğu göz önüne alınmalıdır. DSÖ, söylemlerinde yeni yetkiler, imkânlar elde etmek için Davos toplantısına hazırlık amaçlı taktik bir değişikliğe gitmiş olabilir. DSÖ Başkanının açıklamaları buna işaret etmektedir: “DSÖ Acil Durum Komitesi 14 Ağustos 2024’te toplandı ve bana (maymun çiçeği virüsüyle ilgili) durumun uluslararası öneme sahip bir halk sağlığı acil durumu oluşturduğu tavsiye görüşünü bildirdi. Bu tavsiyeyi kabul ettim.”  “Çok endişe verici… Bu salgını durdurmak ve hayatları kurtarmak için koordineli bir uluslararası müdahale şart.” “Dünyanın salgınlara hazırlıksız olduğu ortada. Bu yüzden üye ülkeler arasında ortak çalışmaya dayalı bilgi ve teknoloji paylaşımını artırmak için geçen yıl Berlin’de sağlık acil durumu takip birimi kurduk. Örgüt olarak üye ülkelerin, mevcut salgının yanı sıra gelecek salgınlara karşı teknik, operasyonel ve lojistik anlamda daha hazırlıklı olabilmesi için çalışmalarımızı sürdüreceğiz.”[17]

DSÖ Avrupa Bölge Direktörü Hans Kluge ve DSÖ’nün Mpox acil durum komitesi başkanı Nijeryalı Dr. Dimie Ogoina da DSÖ Başkanı Dr. Tedros’u destekleyen açıklamalar yapmışlardır. Kluge şöyle demiştir: “Mpox ile birlikte mücadele edebiliriz ve etmeliyiz.” “Peki, Mpox’u küresel olarak kontrol altına almak ve ortadan kaldırmak için gerekli sistemleri devreye sokmayı seçecek miyiz? Yoksa başka bir panik ve ihmal döngüsüne mi gireceğiz? Şimdi ve önümüzdeki yıllarda vereceğimiz tepkiler Avrupa ve dünya için kritik bir sınav olacak.”  Ogoina ise, “Sadece Afrika’da değil, her yerde tüm paydaşların ortak çabasına ihtiyaç var.” demiştir.[18]

Salgının dünya genelinde 70’ten fazla ülkede rapor edildiği 23 Temmuz 2022’de DSÖ, maymun çiçeği virüsünün yayılmasını, uluslararası endişe verici halk sağlığı acil durumu ilan etmiştir. Fakat DSÖ, yaklaşık bir yıl sonra Mayıs 2023’te acil durum statüsünü kaldırmıştır. İlginç olan bir başka karar da şudur: Yaklaşık bir yıl sonra Ağustos 2024’ün başında, DSÖ Mpox virüs salgını için yeniden “sağlık acil durumu” ilan etmiştir.[19]

Aradaki tezadın, ters gidişatın sorgulanması gerekmez mi? DSÖ yöneticilerinin değerlendirmeleriyle farklı uzmanların yaptıkları arasında ciddi tezatların bulunduğu kolaylıkla görülebilir. Stellenbosch Üniversitesi Salgın Müdahale ve İnovasyon Merkezi Direktörü Tulio De Oliveira buna dikkat çekmiştir: “Dünyanın, geçen yıl Dünya Sağlık Örgütü’nün acil durumunu durdurmanın mantıklı olmadığını öğrendiğini sanmıyorum. Eğer öğrenmiş olsaydık, salgını durdurmaya odaklanırdık.” AIDS, Tüberküloz ve Sıtma ile Mücadele Küresel Fonu Başkanı Peter Sands ise şunu söylemiştir: “Mpox uzun süredir Kongo’daydı ve fazla ilgi görmedi. Hızlı müdahale olmazsa yayılacak.” Küresel Kalkınma Merkezi’nde küresel sağlık politikaları direktörü Javier Guzman’ın açıklaması ise şöyledir: “Burada üzücü olan şey, aşıların kullanıma hazır olması ve bu ülkelerin aşılara erişimini engelleyen bazı unsurların bulunması. Hızlı bir müdahale olmazsa hastalık diğer ülkelere de yayılacak.”[20]

Şer İttifakı’nın Truva Atı: GAVI İttifakı[21]

23 Temmuz 2022’de DSÖ, maymun çiçeği virüs yayılmasını, uluslararası endişe verici halk sağlığı acil durumu ilan etmiş; fakat yaklaşık bir yıl sonra Mayıs 2023’te “vakalar azaldı” gerekçesi ile acil durum statüsünü kaldırmıştır. Gene yaklaşık bir yıl sonra Ağustos 2024’te bulaşıcı hastalığın hızla yayıldığı iddiası ile DSÖ Mpox virüs salgını için yeniden “sağlık acil durumu” ilan etmiştir. Çok büyük bir tecrübeye sahip DSÖ’nün bu kesikli ve tezatlı davranışını iyi niyetle açıklamak gerçekten de çok zordur.

Korona pandemisi öncesi, süreci ve sonrasında öne çıkan ve etkin olmaya çalışanlar Henry Kissenger, Bil Gates, Rockefeller, aşı firmaları ve DSÖ olmuştur. Bunlar arasında aşı ve pandemi konusunda ilginç tavırlar sergileyen en önemli isimlerden biri Bill Gates’tir. Onun 2015 yılından bu yana konu ile ilgili yaptığı birçok konuşma, maymun çiçeği virüs salgının kökenlerini yakalamamıza imkân vermektedir. Özellikle 2021 yılındakiler son derece önemlidir: “Dünyanın çok ilerlemediği bir alan var. Bu pandemik hastalıklar. Dünya nüfusu arttıkça ve insanlık doğanın içinde yaşadıkça yeni patojenler her zaman ortaya çıkacak. Bazı insanlar ve küçük gruplar, bir gün gelecek ve silah olarak hastalıkları kullanacaktır.”

“Küçük bir devlet, bir laboratuvarda ölümcül bir formül oluşturabilir.” “Dünya hükûmetleri, 30 milyon insanı öldürebilecek silahların şu an yapım aşamasındadır ve bu tehdide acil hazırlanmak gerekmektedir.” “Hükûmetler ve ordular derhal hazırlanmaya başlamalı.” “Önümüzdeki on yıllarda dünyada 10 milyondan fazla insanı öldüren bir şey olursa bu büyük ihtimalle bir savaştan çok yüksek derecede bulaşıcılığı olan bir virüs olacak.” “Nükleer caydırıcılık konusunda çok yatırımlar yaptık, fakat salgınları engellemek konusunda bir sistem oluşturmadık, hazır değiliz.” “Gelecek sefer daha az şansımız olabilir.”  “Bunun için kesin bir bütçe önerim yok ama potansiyel zararlara nazaran bu yatırım asgari düzeyde kalıyor. Dünya Bankası’na göre dünyada bir grip salgını küresel zenginliği 3 trilyon dolar eksilteceği gibi milyonlarca ölüme de yol açabilir.” “Yeni pandemiye hazırlanmalıyız; çiçek salgınları böyle bir tehlike içeriyor. Özellikle maymun çiçeği virüsüne dikkat etmeliyiz.”[22]

30 yıl boyunca Dünya Bankası ve Dünya Sağlık Örgütü’nde çalışmış ekonomist Dr. Peter Koenig, Ocak 2020 Davos Dünya Ekonomik Forumu’nda, “Agenda ID 2020” diye isimlendirilen “dijital para”, dijital kimlik” dönemine geçmek ve “dünya nüfusunu azaltarak” dijital diktatörlüğü inşa etmek amaçlı bir projenin “aşı ittifakı” tarafından hayata geçirilmek üzere kararlar alındığına ilişkin bazı önemli açıklamalarda bulunmuştur:

“Bill Gates’in kurucusu olduğu GAVI, Rockefeller ve Rotschildler ve diğer kapitalist patronlar uzun yıllar bu projenin hazırlığını yapmışlardır.”  “Korona virüse bulunacak aşı, tüm ülkelerde zorunlu tutulacak ve herkes bu aşıda bulunan nano teknoloji ürünü kimlik çipleriyle kayıt altına alınacak, DSÖ Başkanı Tedros’un telaffuz ettiği, dijital paraya geçilecek.” “Özellikle Afrika’da herkes için aşıların baş savunucularından biri olan Bill Gates, nüfusun azaltılmasının büyük bir savunucusudur. Nüfusun azaltılması, WEF, Rockefeller, Rothschild, Morgens’in içinde bulunduğu birçok seçkinin hedefleri arasındadır. Amaç, dünyanın cömertçe sunduğu sınırlı ve sınırlı kaynaklarla daha az insan (küçük bir elit) daha uzun ve daha iyi yaşayabilir.”[23]

Bu açıklamalar doğrultusunda Mpox virüs salgınının aşı ile ilgili boyutuna baktığımızda, dikkat çeken bir diğer nokta Bill Gates’in vakfının Mpox aşısı üreten bir firma kurmasıdır. “GAVI İttifakı” denilen yapı (eski adı Küresel Aşı ve Bağışıklama İttifakı) ‘yoksul ülkelerin aşılamaya erişimini artırma’ ‘amacıyla’ 2000 yılında uluslararası bir kamu-özel ortaklığı olarak Cenevre’de kurulmuştur. “Bu ittifakın asıl kurucusu ve finansörü ise Bill & Melinda Gates Vakfıdır. Bu ittifakın yönetim kurulunda, UNICEF, Dünya Bankası, DSÖ ve Bill & Melinda Gates Vakfı vardır…”

ABD hükûmeti ve Birleşik Krallık, GAVI’ye, kuruluşundan itibaren doğrudan finansal yardımda bulunmaktadır. ABD Başkanı Joe Biden’ın eşi Dr. Jill Biden’ın ifadesine göre ABD hükûmeti, gelecek beş yıl boyunca GAVI Aşı İttifakı’na en az 1,58 milyar dolarlık destek sağlayacaktır. GAVI CEO’su Sania Nishtar, “Şirketin Afrika’da artan Mpox salgınından etkilenen ülkelere aşı ulaştırmak için 500 milyon dolara kadar para ayırdığını” açıklamıştır.[24]

2022 yılında DSÖ tarafından “sağlık acil durumu” ilanı ile beraber merkezi Danimarka’da  bulunan Bavarian Nordic ilaç firması, çiçek ve maymun çiçeği virüs salgını için “Jyenneos, Imvanex ve Imvamune adlı özel aşılar geliştirmiştir.” Firma maymun çiçeğine karşı “Imvanex” aşısını geliştirmiş ve 2022’de Avrupa İlaç Ajansı’ndan daha sonra da ABD ve Kanada’dan onay almıştır. “Bavarian Nordic, 8 Ağustos 2024’te, ABD hükûmeti ile ‘çiçek ve maymun çiçeği virüsüne karşı geliştirilen Jyenneos adlı aşının stok yenilemesi ve tedariki için’ 157 milyon dolarlık bir anlaşma imzalamıştır.” DSÖ’nün acil durum ilanı sonrasında Bavarian Nordic, 10 milyon doz aşı üretecek imkânlarının var olduğunu açıklamıştır. “Avrupa Komisyonu, Afrika CDC’nin Mpox salgınına müdahale için Bavarian Nordic’ten 215 bin doz aşı tedariki” istemiştir. Bu süreçte firma, “çocuklar üzerinde deney yapılabilmesi için lisans genişletme talebinde” bulunmuştur.[25]

Bu noktada şunu sorgulamalıyız: Mpox virüs salgını, Orta Afrika ülkesi Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde tesadüfen mi meydana geldi yoksa Şer İttifakı tarafından bilerek, istenerek ve kasıtlı olarak mı oluşturuldu? Yukarıda ısrarla dikkat çektiğimiz DSÖ’nün “sağlık acil durum” kararlarındaki tezatları göz önüne aldığımızda salgın, bir merkez tarafından bilerek, istenerek meydana getirilmiştir. Bu salgının Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde başlatılması bir tesadüf olmayıp ülkenin sahip olduğu şu imkânlarla alakalıdır: 

“Yaklaşık 24 trilyon dolarlık zengin yeraltı rezervine sahiptir.” “Gümüş, bakır, kobalt, altın, koltan ve elmas gibi madenler çıkarılmaktadır.” “5G teknolojisinin ve pille çalışan elektronik gereçlerde ve elektrikli araçların pillerinde kullanılan madenler üretilmektedir.” “Bu madenlerin rezervlerinde dünya lideridir.” “Zengin petrol rezervleri vardır.” “İşlem gördükten sonra şarj cihazlarının vazgeçilmez parçalarından birini oluşturan koltan üretiminin yaklaşık yüzde 80’i bu ülkede yapılmaktadır.” “Elektrikli araçlarda ve diğer elektronik aletlerdeki lityum-iyon, bataryalarda kullanılan kobalt madeninin yüzde 70’inden fazlası mevcuttur.”[26]

Böylesi zengin bir ülke ne yazık ki, “Küresel Açlık Endeksi’nde 121 ülke arasında 118. sırada yer almakta” ve “sürekli iç savaşlarla” boğuşmaktadır. “2023 yılının ilk yarısında Kongolu göçmen sayısı 1 milyonun üzerindedir.” “Ülkenin doğu kesiminde 120’den fazla isyancı grup” bulunmaktadır. Böyle bir ülkede “başkent Brazavil de dâhil olmak üzere 5 ayrı bölgede maymun çiçeği vakası” tespit edilip salgın ilan edilmiştir.[27]

Yukarıdaki bölümlerde tekrarladığımız soruyu burada yeniden soralım: DSÖ, 23 Temmuz 2022’de, maymun çiçeği virüsü için sağlık acil durumu ilan etmiş, Mayıs 2023’te acil durum statüsünü kaldırmış, Ağustos 2024’te neden “sağlık acil durumu” ilan etmiştir? Bu tezatlı davranışın bir boyutu, GAVI İttifakı ve Bavarian Nordic aşı firmalarının aşıyı üretip servis etme aşamalarına gelişidir. Bir boyutu da Afrika’da salgın olan ülkelerdeki yeraltı zenginliklerine el koymak olabilir. Bu tezatlı davranışın diğer önemli bir boyutu da Ağustos 2024’te Davos’ta “X Salgını” ile ilgili yapılan görüşmelerin sonunda, DSÖ’nün küresel düzlemde yetki ve yaptırım gücünü yasal olarak artıracak kararları aldırmak için bir altyapı çalışması olabilir. Bu ikinci ihtimal son derece önemlidir. Mpox salgın sürecine ilişkin kampanyaya ve yapılanlara bu açıdan daha dikkatli bir şekilde bakmak gerekmektedir. 

Sonuç: X Hastalığı Üzerinden Küresel Diktatörlüğün Yolunu Açmak

Şer İttifakı’nın üslerinden Davos şehrinde düzenli bir şekilde toplanan Dünya Ekonomik Forumu’nda, bu yıl sağlık sektörünün liderleri, korona virüsten 20 kat daha ölümcül olabileceği belirtilen “Disease X (X hastalığı)” diye adlandırılan, yeni bir ‘küresel salgını’ konuşmak için özel olarak toplanmışlardır. DSÖ, maymun çiçeği hastalığı için 2022 yılından bu yana ikinci kez küresel acil sağlık durumu ilan ederek yüksek alarm seviyesine geçildiğini tüm dünya kamuoyuna duyurmuştu. Fakat Davos’ta ne değişti de Mpox virüsü/hastalığı değil de ne olduğu bilinmeyen bir “X Virüsü” özel gündem yapılmıştır. Bunun sebebi, Mpox virüsünün “fuhuş ve eşcinsel ilişkiler” aracılığıyla yayılmasından dolayı LGBT hareketine herhangi bir zarar gelmemesi için olabilir. Davos’un patronları, Şer İttifakı’nın mensupları, bu davranışları ile LGBT hareketini koruma altına almışlardır.

Unutulmaması gereken bir gerçek 2020 korona salgını, Davos 2021’de görüşüleceği ifade edilen “büyük sıfırlama” için bir altyapı oluşturma amaçlıydı ve bunda kısmen başarılı olmuştur. Bugün de küresel boyut kazandırılmak istenen X Salgını/Mpox salgını için DSÖ’nün aldığı küresel “sağlık acil durum” kararı Davos öncesine denk getirilmiştir. Ağustos 2024’te Davos’ta “X Virüsünün” özel bir oturum konusu olduğunu ve burada alınan kararlarla DSÖ’nün küresel düzlemde devletler üstü yetkilerle donatılabileceği olgusunu göz önüne almak gerekmektedir. Buradaki “X Hastalığına Hazırlanmak” başlıklı oturumda, DSÖ Başkanı Tedros, “X Virüsü” diye adlandırdığı, “gerçekte olmayan ve fakat olabilecek olan yeni bir virüs salgınının olacağını” ilan ederek, “yeni tedbirlerin alınabilmesi” için “yeni bir yapılanmanın olmasını” dünya devletlerinden istemiştir. Buna göre “Hastalık X’, korona salgınından 20 kat daha ölümcül olabilecektir. 2021 yılının başında DSÖ bu hastalıkla ilgili bir analiz yayımlamıştır.”  “Hastalık 75 milyon insanın ölümüne sebep olabilecek ve her 5 yılda bir yeni bir salgın hâline gelebilecektir.”  “Olabilecek bilinmeyen şeyler var ve herhangi bir şeyin olup olmayacağı değil, ne zaman olacağı önemli, bu yüzden bilmediğimiz hastalıklar için bir yer tutucuya ihtiyacımız var.” “Covid-19 sırasında birçok insanı kaybettik çünkü onları yönetemedik. Peki, ihtiyaç olduğunda genişleyebilecek bir sisteme nasıl sahip olabilirsiniz.” “Anlaşma yoluyla ortak bir müdahale, dünyanın başka bir salgına daha iyi tepki vermesine yardımcı olacaktır.”[28]

DSÖ yöneticilerinin, korona salgınında dünyanın verilen mücadelede başarısız olduğuna vurgu yapmaları hem önemli hem de mesaj yüklüdür. Bu, önümüzdeki aylarda ya da yıllarda Şer İttifakı tarafından başlatılacak bir salgında, küresel düzlemde “tek dünya hükûmetinin” kurulabilmesi için DSÖ üzerinden bir altyapı çalışmasının yürütüldüğü anlamına gelebilir. DSÖ Başkanı Tedros şöyle diyor: “Formun AltıSöz konusu önlemler arasında bir pandemi fonu ve Güney Afrika’da aşıların yerel olarak üretilmesini sağlayan ve böylece ülkeler arasındaki aşı eşitsizliği sorunlarının üstesinden gelinmesine yardımcı olacak bir ‘teknoloji transfer merkezi’ yer alıyor.”[29]

Açıklamalardan DSÖ’nün dünya çapında yeniden yapılandırılması, yetkilerinin artırılması, tüm ülkeler üzerinde yaptırım hakkının olması gibi yeni haklar, imkânlar verilmek istendiği anlaşılmaktadır. Bu yapılandırma ile “küresel dünya hükûmeti” için bir altyapı oluşturulmaya çalışıldığı göz ardı edilmemelidir. Davos’taki toplantılarda ne kararlar alındığı henüz bilinmemektedir. Alınan kararlar yeri ve zamanı geldiğinde, önümüzdeki günlerde bir şekilde ortaya çıkacak, küresel düzlemde yeni tartışmalar başlayacaktır. O nedenle bu gidişe ülke olarak karşı çıkmalı ve tavır almalıyız. Aksi takdirde ödenecek bedel çok ağır olacaktır. 

Unutmayalım ki görevimizi hakkıyla yaptığımızda biyolojik savaş üzerinden Allah’a ve insanlığa savaş açanlar, kendi kurdukları tuzağa mutlaka düşecekler ve helak olacaklardır. Çünkü Allah katında onlara hazırlanmış daha büyük bir tuzak vardır: “Gerçek şu ki, onlar hileli düzenler kurdular. Oysa onların düzenleri, dağları yerlerinden oynatacak da olsa, Allah katında onlara hazırlanmış düzen, bir tuzak vardır.” (14/İbrahim 46)



[1] Bu yazı serisinin amacının daha iyi anlaşılabilmesi için daha önce Umran’da yazdığımız makalelerin okunmasında fayda vardır.

[2] Y. Çağlayan, Osmanlı’dan Ortadoğu’ya Sosyolojik Savaş, Etkileşim, İstanbul, 2013, s. 43-45.

[3] U. H.  Hüşan, Biyolojik Terör Riskine Karşı Tıbbi Müdahalenin Etkinliğinin İrdelenmesi ve Yerel Yanıtın Geliştirilmesi, Doktora Tezi, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Çanakkale, 2010. K. Berkkan, Corona ve Virüs Savaşları, Eftalya, İstanbul, 2020, s. 11-70. C.  Demir, Türkiye’de Alınması Gereken Biyogüvenlik ve Biyosavunma Önlemleri, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü, Fen Bilimleri Ana Bilim Dalı, İstanbul, 2009. STM Teknolojik Düşünce Merkezi, Biyoteknoloji Çağında Biyolojik Harp, Trend Analizi, Temmuz 2019. Burhanettin Can, “Biyolojik Savaş Üzerinden “Dijital Dünya Düzenini” İnşa Etmek-1”, Umran Dergisi, Nisan 2020.

[4] K. Berkkan, age., s. 11-70. Hancı, I. H, Özdemir, Ç. Bozbıyık, A. Tuğ, A. “Biyolojik Silahlar: Etkileri, Korunma Yöntemleri”, Sted 2001, sayı: 9, s. 332. İ. Tokalak, Dünyada İlaç ve Kimya Terörü, Ataç, İstanbul, 2019, s. 171-181. Guyton, A. H. Hall, J., E., Tıbbi Fizyoloji, Nobel Tıp Kitapevleri, 2007, s. 18-19. U.H. Hüşan, age.

[21] GAVI: Global Alliance for Vaccines and Immunisation (Küresel Aşı ve Bağışıklama İttifakı)

[22]  K. Berkkan, age., s. 11-70. Ö. Kayani, “Corona Virüsü, İsrail Virüsü ve Senaryolar”, Gerçek Hayat, 3 Şubat 2020. H. Babaoğlu, “ABD Virüsün Yol Haritasını Biliyor!” Sabah, 12 Mart 2020. https://www.sabah.com.tr/yazarlar/babaoglu/2024/08/16/ulus-devletler-bu-kez-direnecekler-mi     

[26] Ufuk Coşkun, Maymun Çiçeği Bahane Rant Şahane, 22 Ağustos 2024.

ŞER İTTİFAKI ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI İÇİN İKİ ANA EKSEN OLUŞTURMAYA ÇALIŞMAKTADIR

(Umran Dergisi)   Şer İttifakı (Siyonizm-ABD-İngiltere-İsrail, AB) 21. yüzyılı “dijital dönüşüm” yüzyılı olarak öngörmekte, bu nedenle “büyü...