1 Ocak 2023 Pazar

PYD/YPG/SDG’Yİ BM’NİN KORUMASI ALTINDA BİR ÖRGÜTE DÖNÜŞTÜRME OPERASYONU

(Umran Dergisi) 

“Zafer kazanan komutanlar önce kazanır ve sonra savaşa girer.

Kaybedenler ise önce savaşa girer ve sonra kazanmaya çalışır.”

                                                                                        Sun-Tzu

 

Şu an Türkiye’de geleceği etkileyecek dört ciddi olay meydana gelmiştir:

1) “Mersin- Beyoğlu bombalı terör eylemleri”,

2) “Üç harfli süper marketler enflasyonun, pahalılığın ana nedenidir”, kampanyası üzerinden başlatılan ekonomik, sosyolojik ve psikolojik savaş,

3) “Cinsel taciz”, “tecavüz” ve “cinsel sapıklık” “iddiaları” üzerinden yürütülen kültürel, sosyolojik ve psikolojik savaş,

4) İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanına ceza verilmesi ve siyaset yapmasının yasaklanması (henüz kesinleşmemekle beraber).

Şimdilik dört boyutta yürütülen bu mücadeleye yol boyu daha başka boyutların da eklenmesi mümkündür. Bu durum bize, 28 Şubat Postmodern Darbesi’ni hatırlatmaktadır. Darbe Refahyol Hükûmeti’ni düşürmek için ABD tarafından organize edilen “cunta destekli”, “beşli çete” aracılığıyla hayata geçirilen bir darbedir. MÜSİAD üyesi işadamları suçlanmış, onlara âdeta savaş açılmıştır. Dönemin en çarpıcı, öne çıkarılan pis boyutu İsmailağa Cemaati’ni merkeze koyan her türlü sapkınlığın kaynağı olarak gösteren, istihbaratlar bağlantılı “Ali Kalkancı-Fadime Şahin-Müslüm Gündüz” vakasıdır. Seçilmiş bir hükûmeti, dönemin askeri cuntası ve istihbaratları tarafından kullanılan rezillikleri, pislikleri, kim oldukları ve kimlerle irtibatlı oldukları daha sonra çok açık, seçik ve net bir şekilde ortaya çıkan “Ali Kalkancı-Fadime Şahin-Müslüm Gündüz” olayı yeniden sahnelenmek isteniyor olabilir.

O nedenle medyaya yansıdığı şekliyle savcılık iddianamesinde yer aldığı ifade edilen “6 yaşındaki bir kız çocuğunun 29 yaşındaki bir erkekle ‘anne- babası’ tarafından evlendirilmesi vakası (!)” adil bir yargılama ile olayın bütün boyutları ortaya konularak yapılmalıdır.

Ancak bu konuyu Türkiye yalnızca çok özel, spesifik bir vaka olarak ele almamalıdır. Bu bağlamda bu sürece aşağıdaki konular, olaylar da dâhil edilerek araştırılmalı, değerlendirilmeli, gerekli tedbirler alınmalı ve gereği yapılmalıdır:

·       Diyarbakır annelerinin dağa kaçırılmış kız çocuklarının cinsel istismarı, tacizi,

·       Reklam ve müziklerde çocukların cinsel istismarı,

·       Çizgi film ve bilgisayar oyunlarında çocukların cinsel istismarı,

·       Pedofili (çocukla seks) ve LGBTIQ+ hareketinin meşru ve cazip gösterilmesi, gey ve lezbiyen hareketine ilişkin tüm faaliyetleri,

·       Cinsiyetsizliği savunan her türlü cinsel ilişkiyi meşru gören queer teorisinin savunulması ve savunucuları,

·       Çocuk pornografisinin sosyal medyada yaygınlaştırılıp savunulması,

·       Barlarda, pavyonlarda ve randevu evlerinde fuhşa zorlanan kız çocuklarının istismarı,

·       Rıza temelli olmak şartıyla fuhşun serbest bırakılması olgusu.

Bütün bunların ve benzeri diğer konuların araştırılıp gerçeklerin ortaya çıkartılabilmesi için TBMM’de özel bir araştırma komisyonu kurulmalı ve çok kapsamlı bir araştırma yapılmalıdır. Devlet bu ve buna benzer vakaların tekrar yaşanmaması için gerekli sosyolojik, psikolojik ve hukukî tedbirleri almalıdır. Mesele sadece kanunlar kapsamında ele alınırsa sorun çözülemez. Bugüne kadar da çözülememiştir. O nedenle olay sosyo-kültürel, sosyo-ekonomik boyutları ile bir bütün olarak değerlendirilmelidir.[1]

Mersin ve Beyoğlu İstiklal Caddesi’nde bomba patlatılması bugüne kadar yapılan bombalı saldırılardan çok farklı bir şekilde gerçekleştirilmiş ve sahipleneni de olmamıştır. İstiklal Caddesi’ndeki terör eyleminin diğer önemli bir özelliği de amatörce yapıldığı görüntüsünün verilmiş olması ve eylemlerin faili olarak görülen teröristlerin çok kolayca yakalanmasıdır.

Asıl dikkat çeken nokta, terör eyleminde yer alanların, yakalananların kahir ekseriyetinin “Arap kökenli olması”, “sığınmacı olması”, “bir işte çalışıyor olması” ve hatta “bazılarının ÖSO ile dolaylı bir şekilde irtibatlı” olmasıdır. Son yıllardaki terör eylemlerinde bu durumun bir ilk olduğu söylenebilir.

Gerçekte, çok profesyonelce organize edilen, sahibi açıkça görülmeyen ve fakat mesaj veren bir hibrit savaş operasyonunun terör boyutu ile Türkiye karşı karşıyadır.  Nitekim İçişleri Bakanı Soylu’nun “Bize verilen mesajı aldık…” “…Daha büyük bir mesaj vereceğiz…”  “… ABD’nin taziyelerini kabul etmiyoruz.” şeklindeki açıklamaları bunu teyit etmektedir. Bu açıklama, olayların çok daha derin ve küresel bir mekanizma tarafından icra edildiğini, mesaj vermek amaçlı olduğunu ortaya koymaktadır.

Geçen yazıda olayın bu boyutu değişik açılardan ele alınıp değerlendirilmiştir.[2] 4 milyon civarında Suriyeli göçmenin Türkiye’de var olduğunu düşünürsek gelecekte göçmenlerin hibrit savaş kapsamında kullanılmak isteneceğini söyleyebiliriz.  Bu yazıda, Taksim Beyoğlu-İstiklal Caddesi’nde meydana gelen terör olayının örtülü amacı, hibrit savaş kapsamında ele alınıp değerlendirilecektir. 

“Beşinci Nesil Savaşlar”/“Hibrit Savaşlar/“Sessiz Savaş”

Hibrit Savaş

“Dördüncü nesil savaşlar”, “siber savaş” ve “dijital savaş” gibi yeni savaş türlerinin eklenmesi ile ortaya çıkan çok karmaşık, kompleks yeni bir savaş türüdür.[3]  Frank Hoffman’a (2007) göre; “Hibrit Savaş hem devletler hem de devlet dışı çeşitli aktörler tarafından yürütülebilen” bir savaş türü olup “hibrit savaşın temelini, sınırsız savaş, birleşik savaş ve dördüncü nesil savaş olmak üzere üç farklı savaş teorisi oluşturmaktadır.”[4] Geleneksel savaşlarla modern savaşların entegrasyonu hibrit savaşlardır.  

ABD ve NATO hibrit savaş kavramı yerine ‘hibrit tehdit’ kavramını kullanmaktadır. NATO’nun ‘Stratejik Planlama ve Kavramlar Çalışma Grubu’na (Şubat 2010) göre, “Hibrit Tehdit, devlet ve devlet dışı güçleri de içeren, çok yönlü ve düşük yoğunluklu uluslararası barış ve güvenlikle ilgili tehditler arasında yer alan siber savaş, asimetrik çatışma senaryoları, küresel terörizm, göç, yolsuzluk, etnik çatışmalar, korsanlık, uluslararası organize suçlar, kaynakların güvenliği, küreselleşmeden ve kitle imha silahlarının çoğalmasından kaynaklanan geri dönüşler gibi çok çeşitli mevcut olumsuz koşul ve eylemleri kapsayan şemsiye bir terimdir.”[6]

Şekil 1’de yer alan ve yukarıdaki tanımda geçen “ağ savaşları”, “bilgi savaşları”, “propaganda”, “siber savaş”, “asimetrik metotlar”, “küresel terörizm”, “göç”, “yolsuzluk”, “etnik çatışmalar”, “korsanlık”, “uluslararası organize suçlar” kavramlarının tümü doğrudan doğruya Mersin ve Beyoğlu bombalı terör eylemleri ile ilgili olup bu eylemlerde kullanılmıştır.  Hibrit harekât stratejisinde nirengi noktası, konvansiyonel savaşta meydana gelebilecek insan zayiatına ve maddi kayba mâni olmak için hedef ülkede kuvvet kullanarak çatışma, gerilim ortamının ‘sürekliliğini sağlamak’, “hedef ülkeyi yıpratmak ve istenilen siyasi hedeflere ulaşmaktır.”

Hibrit Savaş ve Gri Bölge[7]

Hibrit savaşın nirengi noktasında “gri bölge” tanımlaması yer almaktadır. Gri bölge, “Siyasi hedeflere ulaşmak maksadıyla askerî seçeneklerin uygun olmadığı veya çeşitli nedenlerle uygunsuz görüldüğü alandır.”  Gri bölgenin solunda -genel olarak- barış ortamı, onunla ilgili çalışmalar yer alırken, sağ tarafında konvansiyonel savaş ve nükleer savaş yer almaktadır. Gri bölgede ise hibrit savaşın kullanıldığı teknikler ve taktikler bulunmaktadır. Diğer iki savaş türüne nazaran insan zayiatı daha azdır.

Gri bölge stratejisinde kurallar yoktur ve sınırlar muğlaktır. Hibrit savaş, bu bölge özellikleri üzerine inşa edilmektedir. Gri bölgeden sağa doğru çıkıldığı anda konvansiyonel savaşın başlama ihtimali her zaman mevcuttur.

Hibrit Savaşın Safhaları ve Bileşenleri

Hibrit savaşın safhalarına ilişkin görüşler, zamanla değişmekte ve gelişmektedir. Sahadaki uygulamalardan hareketle teori geliştirilmektedir. Hibrit savaşın stratejisinde etkili olan unsurlar (Şekil 3, Şekil 4) göz önüne alınarak Hibrit savaş stratejisi inşa edilip uygulamaya sokulmaktadır. Gri bölgede tasarlanan hibrit savaş stratejisinde öngürülen hibrit taaruzlarda daima akıllı güç kullanılmaktadır.

Konvansiyonel silahların savaşlardaki ağırlığı ve tahribat gücü teknolojiye bağlı olarak artmaktadır. O nedenle “düşük ve orta yoğunluklu çatışmalar” ile “orta ve yüksek yoğunluklu çatışmalar” arasındaki tahribat açısından fark gittikçe azalmaktadır. Bu durum farklı arayışlara neden olmuş, bunun sonucunda hibrit savaş teorisi ve stratejisi ortaya çıkmıştır. Hibrit savaşta, düşük ve orta yoğunluklu çatışma için konvansiyonel unsurlarla, konvansiyonel olmayan unsurlar birlikte hareket etmektedir. Bu iç içe geçmişlik bulanıklığa neden olmaktadır. İç içe geçen bileşenlerin ve aktörlerin nasıl, ne şekilde ve ne zaman kullanılacağı hususu hibrit savaş stratejisinin safhalarını belirlemektedir. Hibrit savaş stratejisinde birbirine bağımlı önemli safhalar mevcuttur. (Şekil 5)[11]

Beyoğlu-İstiklal Caddesi’ndeki terör olayında ilk beş safhanın devreye sokulmasına dönük büyük bir psikolojik harekât icra edilmiş ve kısmen de başarılı olunmuştur. Ardından giriş kısmında dikkat çektiğimiz diğer iki olay devreye sokulmuştur.

Hibrit Savaşın “Temel Aktörleri”/“Yeni Oyuncular”[13]

Hibrit savaşın devlet ve devlet dışı olmak üzere iki temel aktörü vardır.[14]  Hibrit savaşın temel oyuncuları ya da aktörleri arasında, konvansiyonel savaşta yer alan devlete ilişkin bütün aktörler yer almaktadır. Ancak devletsel aktörlerin devreye giriş süreci ve zamanlaması, uluslararası hukuka bağlı olarak şekillendiğinden gelişmelere bağlıdır. Uluslararası hukuk ve kamuoyu, kurallara uymayan devletlere yaptırım uygulayarak onu tecrit etme, mağdur etme gibi imkânlara sahip olduğundan hibrit savaşta devlet dışı aktörlerin kullanılması tercih edilmektedir. 

Devlet dışı aktörler, “devletten bağımsız hareket eden, konvansiyonel olmayan hareketler gösteren ve terör eylemleri ile sivil halka şiddet uygulayan”, “şiddet ve kargaşa yardımı ile ülke yönetimine sahip olmak” isteyen gruplar ve yapılardır. Bu gruplar bireysel olarak veya bir devletin, bir bölgesel güvenlik kuruluşunun, koalisyon güçlerinin veya BM gibi uluslararası kuruluşların himayesini kazanmak isterler.” Bu durumda onların himayelerinde çok daha rahat hareket etme imkânı kazanırlar.[15] Devlet dışı aktörler, “askerî ve sivil olmak üzere ikiye ayrılmaktadır.”[16]

Devlet dışı askerî aktörler, “ulusal, bölgesel, BM şemsiyesi altında veya bölgesel güvenlik kuruluşları ile koalisyon güçlerinde görev alan askerler ve savaş müteahhitlerinin paralı askerleridir.”[17]  Devlet dışı sivil aktörler, “medya kuruluşları, çok uluslu şirketler, sivil halk, terörist gruplar, organize suç örgütleri, asi güçler, yerel milisler gibi sivillerdir.”[18]

Hibrit savaşlarda “düzenli orduyla beraber düzensiz silahlı gruplar”, “askerle beraber sivil halk”, “askerî güçle beraber askerî olmayan (ekonomik, sosyolojik, psikolojik, politik vb.) güçler”, “sıcak çatışmayla beraber şiddet içermeyen yöntemler”, “paralı askerler”, “vekâlet savaşları”, “terör yöntemleri”, “ayaklanmalar”, “iç isyanlar”, “gayrinizami savaş türleri”, teknolojinin getirdiği ‘siber savaşlar’, “dron savaşları” gibi her türlü yeni imkânlar kullanılmakta; ortaya çıkacak yeni imkânların ek olarak kullanılması da amaçlanmaktadır.[19] Bu nedenle “Hibrit savaş yaklaşımında temel strateji, devlet dışı aktörler veya devletler tarafından yeni doktrin ve organizasyon türleri oluşturmak, teçhizat geliştirmek, nihayetinde çatışmaya asimetrik ve yaratıcı bir yaklaşım getirerek çatışma süresini uzatmaktır.”[20]

Hibrit savaş konusunda dünyadaki gelişmelere baktığımızda geleceğin savaşlarında, küçük ve etkili devlet dışı aktörlerin çok baskın olacağı görülebilir. Bu unsurları daha da etkili kılacak olan teknolojideki gelişmelerdir. Son zamanlarda geliştirilen “yönlendirilmiş enerji silahları”, “elektronik savaş”, “uzaya konuşlu silah sistemleri”, “toksik ve radyoaktif saldırılar”, “psikolojik harp”,  “siber savaşlar” ve “bilgi kirliliği” gibi araçlar, imkânlar[21] hibrit savaşlarda devlet dışı aktörlerin etkisini çok daha fazla artıracaktır. Özellikle bu devlet dışı aktörler, sanayileşmiş, yüksek teknolojiye sahip devletlerle birlikte hareket ettiklerinde zararları, tahribatları daha da artacaktır.

Son yıllarda “Paramiliter Güçler” (PMG) ve “Özel Askerî Güvenlik Şirketleri” (ÖAGŞ) devlet dışı aktörler olarak sürece ağırlıklı bir şekilde dâhil olmuşlardır.[22]  Libya’da yürütülen hibrit savaş örneğinde olduğu gibi, özel askerî güvenlik şirketlerinin önemi ve ağırlığı ortaya çıkmıştır. Bu nedenle bu iki güç önümüzdeki süreçlerde çok daha yoğun bir şekilde kullanılacaktır. Ancak unutulmaması gereken bir gerçek, bunların etkili olabilmesi için konvansiyonel nitelikli askerî birliklerin desteğine ihtiyaçları olduğudur.

Devlet dışı aktörler, devletten bağımsız hareket ettikleri için veya o görüntüyü verebildikleri için uluslararası hukuk kendilerini bağlamamaktadır. Bu nedenle hareket kabiliyetleri çok yüksektir. Devlet dışı aktörler, kendi başlarına bağımsız hareket edebilen yapılar olduğu gibi bir devletin himayesinde hareket eden yapılar olarak da var olabilir. Hangi şekil altında var olurlarsa olsunlar ana amaçları, hedef ülkede şiddet ve kargaşa yaratarak ülke yönetimine sahip olmak, yönetimini zayıflatmak ve taşeronluğunu yaptığı ülkenin arzu ve isteklerine tabi kılmaktır.  İçişleri Bakanı Soylu’nun dikkat çektiği çok önemli nokta, “Beyoğlu İstiklal Caddesi’nde gerçekleştirilen terör eyleminin arkasında ABD vardır.” demiş olmasıdır. Hibrit Savaş teorisine göre, PKK/PYD/YPG, ABD tarafından desteklenmekte, finanse edilmekte, silahlandırılmakta, korunmakta, eğitilmekte ve yerel bir devlet şeklinde yapılandırılmaktadır. 

Hibrit Savaşın Aktörleri

Hibrit savaşta “Rakip tarafın toplumsal hassasiyetleri ve zafiyetleri’ hedef hâline getirilmektedir. Şuurlu bir şekilde muğlak, kaos bir durum oluşturularak saldırının fark edilmemesi istenmektedir. Böyle davranmaktan amaç, “saldırı fark edildiğinde”, hedef ülkenin gerekli tepkiyi anında verecek bir hazırlığının olmamasının istenmiş olmasıdır. Hibrit savaşta, ülke yöneticileri (siyasetçiler ve stratejik karar vericiler) düşmanın daha çok baskılarına muhatap olacaktır. “Büyük veri” (big data), “veri mühendisliği” (data-mining), “sosyal-medya” ve diğer ‘internet araçlarının’ kullanımı ile ‘ağlar savaşının’ ağırlığı akıllı güç kullanımında artacak, çok etkin ve önemli olacaktır.

Hibrit savaşta, “Savaş her yerdedir.” ve amaç “(sadece) toprak işgal etmek değil, “arzu edilen etkileri oluşturabilmektir.” Düşman kuvvetlerin imha edilmesinden ziyade, sistemlerin imhası, işlemez hâle getirilmesi daha önemlidir. Karşı tarafın siyasi otoritesini yıkmak, iradesini felç etmek öncelenmektedir.[23]

Bu amacı gerçekleştirmek için terör ve terörizm hibrit savaşın en etkili ve önemli unsurları arasında yer almaktadır: “Hibrit savaşların dördüncü aşaması, gayrinizami harekât faaliyetlerini ve terör eylemlerini kapsamaktadır. Gayrinizami harekât, hibrit savaşlarda hedef aktörün kontrolü altındaki bölgede siyasi ve askeri kontrolü kırmak ve bölgede yeni bir politik otorite sağlamak amacıyla dost askeri veya örgütlü grupların ya da bu ikisinin birleşiminden oluşan karma kuvvetin, terörizmin pusu, baskın, bombalama, sabotaj gibi taktiklerin kullanımını kapsamaktadır.”[24]

Hibrit savaşın bu ve buna benzer amaçlarının gerçekleşebilmesi için çok açık, seçik bir düşmanın varlığından ziyade kafaları karıştırıcı, kimin tarafından yapıldığı belli olmayan, şüphe uyandıran eylem türlerini icra edecek unsurlara ihtiyaç vardır. Kaos ortamı, muğlaklık sağlanarak, yapılan terör eylemlerinin bizzat iktidarlar tarafından yapıldığı kampanyası başlatılarak, siyasi iktidarlar yıpratılmaya çalışılmaktadır. Bu amaca en uygun eylemci insan unsuru, devlet dışı unsurlardan biri olan yerli ve yabancı teröristlerdir. Bugün hibrit savaşta yerli terör grupları yanında çok etkin bir şekilde “yabancı savaşçılar”, “göçmenler”, “kaçak mahkûmlar”, “asker kaçakları” vb. kullanılmaktadır: “…Mülteciler, gönüllüler, asker kaçakları, firari mahkûmlar, eski askerler, paralı askerler ve yabancı savaşçılar bu örgütlerin insan gücü kaynaklarıdır. Söz konusu örgütlenmeler ya doğrudan uluslararası destekle yani küresel güçte bir veya birden fazla aktörün vasıtasıyla ya da savaşa doğrudan müdahil olmayan üçüncü bir ‘dost’ devlet eliyle sağlanmaktadır.”[25]

Terör eylemlerinde ana amaçlardan biri, terör üzerinden siyasi iktidarları yıpratarak halkın gözünde itibarsızlaştırmak ve can güvenliğini sağlayamıyor psikolojisini oluşturarak seçimle iktidardan uzaklaştırılmak iken, diğer boyutu ise siyasi iktidarları düşürecek askeri darbelere zemin hazırlamaktır. 

Dış destekli terör eylemlerinde sadece siyasi iktidarlar değil aynı zamanda o ülkenin ordusu ve halkı da terör eylemlerinin bizzat muhatapları olabilirler. Ancak askerî hedeflere karşı terör eylemi, maliyeti yüksek olduğundan genel olarak terörde sivil halk ana hedef olarak seçilerek az maliyetli eylemlerle kesin bir galibiyet yerine otorite boşluğu oluşturma hedeflenmektedir: “Hibrit savaş stratejisinde halkın örgütlendirilmesinin ikinci aşamasında hedef aktörden nitel ve nicel bağlamda daha güçlü olmak yerine, hedefin savaşma iradesini yok etmek için terörizm bir vasıta olarak kullanılarak sadece doğrudan düşmanın konvansiyonel ordusu değil, ordunun içinden çıktığı toplumun kendisi de hedef alınmaktadır. Halkın hedef alınması genellikle kolay hedef olmaları itibariyle ve saldırının ardından daha çok dehşete neden olacağından, çoğu zaman askerî hedeflere tercih edilmektedir. Bu yöntemle, maliyeti ve riski daha az, ancak daha etkili neticeler yaratarak hedef devletin politik iradesinin toplum nezdindeki meşruiyetini kaybetmesi ve daha sonra da kitleleri itaate zorlayarak söz konusu otorite boşluğunu doldurmak, bu sayede ele geçirilen bölgeleri genişletmek amaçlanmaktadır...”[26]

Hibrit savaşta bir taraftan terör eylemi icra edilirken diğer taraftan da terör eylemi ile doğrudan bağlantısı gözükmeyen değişik gerekçelerle değişik eylemler organize edilebilmektedir. Bu amaçla terör eylemlerinden sonra, mağduriyet durumları öne çekilerek siyasi iktidarlar suçlanmakta ve daha başka gerekçelerle boykot, grev ve sokak eylemleri gerçekleştirilmekte, sempatizanlar artırılmaktadır: “Ayrıca bu aşamada terör saldırılarından sonra boykot ve grevin teşvik edilmesi, yerel halkın otoriteye karşı itaatsizliğe sürüklenmesi ve harekete meşruluk sağlayacak sokak eylemleri de gerçekleşmektedir. Bu yolla meskûn mahaldeki unsurlara halkın içindeki sempatizan kitlelerin eklenmesi de mümkün olmakta ve söz konusu sempatizan unsurlar kırsal alandaki paramiliter unsurları destekleyebilmektedirler.”[27]

Şer İttifakı (ABD-İngiltere-Siyonizm-İsrail) destekli terör eylemlerinde amaçlardan biri, hedef ülkenin bölünmesi iken, diğeri de hedef ülkeye çizilen hareket alanının, dairenin dışına çıkmamasının sağlanmasıdır. Mersin ve Beyoğlu bombalı terör saldırılarında hedef veya verilmek istenen mesaj, Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyine “Esed ile anlaşarak” veya tek başına yapmak istediği “askerî kara operasyonu” ile ilgili olabilir. Verilmek istenen mesaj, “Esed ile veya Esed’siz askerî operasyonu sakın düşünme, aklından çıkar”, olabilir.

İster iç merkezli isterse dış merkezli terör eylemleri olsun tümünde hedef, devlet çarkını çökertmek, işlemez hâle getirmek, karar alma merciini dumura uğratarak karar veremez hâle getirmektir. Bu durumda hedef ülkede ortam, her gün terörün cirit attığı bir hâle dönmekte, toplumda terörle yaşamak alışkanlık hâline gelmekte, toplum duyarsızlaşmakta ve de bilinmeyen bir kurtarıcıyı beklemektedir: “Hedef hâline getirilen devletler gerekli tedbirleri almadıkları takdirde terör o ülkenin vatandaşlarında alışkanlığa yol açar, gündelik hayatın bir parçası hâline gelir. Olağanlaşan terör tepkisizliğe yol açar ki bu da terör örgütünün ekmeğine yağ sürmektedir...”[28]

Devlet dışı aktörler kendi başlarına bağımsız hareket edebilen yapılar olduğu gibi bir devletin himayesinde hareket eden yapılar da olabilir. Dolayısıyla bir devlet böyle bir yapıyı terörist kabul ederken, bir başka devlet bu yapıyı ‘özgürlük savaşçısı’, ‘bağımsızlık yanlısı, saygıdeğer bir yapı’ olarak görüp destekleyebilir. Hibrit savaşların özünde böyle bir yaklaşım söz konusudur: Vekâlet savaşlarında kullanılabilecek unsurlardan ilki yerel gruplardır. Çıkar çatışmasında doğrudan karşı karşıya gelmek istemeyen taraf ülkeler destekledikleri gruplar aracılığıyla savaşı devam ettirmektedirler. Bir taraf için terör örgütü olarak görülen bir grup diğer taraf için ulusal kurtuluş örgütü ya da direnişçi olarak görülmekte ve buna uygun politikalarla desteklenmektedir.”[29]

Bu kapsamda PKK Türkiye tarafından tam bir terör örgütü olarak kabul edilmektedir. Buna karşılık birçok Batılı ülke PKK’yı terör örgütü olarak kabul etmemektedir. Benzer şekilde Arap Baharı sonrasında Suriye’de başlatılan iç savaştan sonra Suriye’nin kuzeyinde meydana getirilen PYD/YPG/SDG yapılanması, AB, ABD ve Rusya tarafından terör örgütü kabul edilmez iken, Türkiye tarafından isim değiştirmiş PKK olarak görülmekte ve tam bir terörist örgüt kabul edilmektedir: “Suriye’de mücadele çok boyutlu devam etmektedir. Burada PKK/KCK terör örgütü PYD/YPG ile iç içedir, Suriye koludur. Suriye’de ABD bu terör örgütünü kendi çıkarları doğrultusunda vekil olarak kullanmaktadır. Terörü kamufle etmek maksadıyla SDG gibi örgütlenmelere gidilmiştir.”[30]

Suriye el- Nusra, DAEŞ gibi muhalif grupları terörist olarak görürken Şebbiha’yı vatansever bir yapı görmekte, Hibrit savaş kapsamında değerlendirip vekâlet savaşlarını onun üzerinden yürütmektedir. “Büyük Ortadoğu”, “Büyük İsrail”, “Kaos”, “İslâm’ın İslâm’la Savaşması” ve “Şehir Devletleri” projelerini hayata geçirebilmek için PYD/YPG/SDG/DAEŞ ve PKK gibi örgütler Şer İttifakı tarafından kurulmuş, finanse edilmiştir. Ayrıca var olan örgütlere sızıp, onları ele geçirip kendi stratejileri istikametinde kullanmak hibrit savaş stratejisinin bir parçasıdır. Bu bağlamda Suriye’de yakın bir gelecekteki ciddi bir tehlike ÖSO’nun ABD’nin kontrolüne geçmesi durumudur.[31] Emekli Albay Erdal Sarızeybek: “…İstanbul'daki terör eylemi bir örnek, ÖSO’nun kontrolü de PKK gibi Amerika’da değil mi, Türkiye’yi yönetenleri uyarıyorum; yarın bu Amerika PKK'yı kullanıp yönettiği gibi ÖSO’yu da yönetip iki örgütü anlaştırırsa ve silahlı güç olarak kullanmaya karar verirse, Türkiye bu büyük belanın altından nasıl kalkacak?”

Türkiye’deki Terör Eylemlerinde Yeni Bir Aşama: “Promoter” Kullanma Dönemi

Gerek Mersin’de ve gerekse İstanbul-İstiklal Caddesi’ndeki bombalı terör eylemleri, alışılanın aksine, hiçbir örgüt tarafından kabul edilmemiş, üstlenilmemiştir. Bu durum bölgede yürütülen hibrit savaş stratejisinde gelinen aşamanın bir sonucudur. Şer İttifakının “Büyük Ortadoğu”, “Büyük İsrail”, “İslâm’ın İslâm’la Savaşı” ve “Şehir Devletleri” projeleri kapsamında Suriye’nin, önce kantonlara sonra da ayrı devletlere bölünmesi istenmektedir. Bunun için Suriye’deki iç savaş sürecinde Suriye’nin kuzeyinde Fırat nehrinin doğusunda konumlandırılan, yapılandırılan, ordulaştırılan ve gayriresmî bir şekilde devletleştirilen bir yapı olarak PYD/YPG/SDG’nin BM şemsiyesi altında hukuki koruma altına alınabilmesi amaçlanmaktadır. Bunun için bu terörist yapıların terörle tüm bağlantılarının kesilmesi ve fakat aynı zamanda da bunların şemsiyesi altında terör eylemlerinin devam ettirilmesi gerekmektedir. Bu amaçla “promoter” diye tanımlanan yeni bir yapılanışa gidilmiştir.

 Promoter İngilizce bir kavram olup kökeni “promote”dir ve şu anlamlara gelir: “Yükseltmek, terfi ettirmek/rütbesini yükseltmek, kıymetini artırmak, desteklemek, teşvik etmek, korumak, katkıda bulunmak için çalışmak, tutunmasını sağlamaya çalışmak, reklam ve tanıtım yapmak, ilan etmek, duyurmak, ön plana çıkarmak, pazarlamak. Avukat, destekleyen kimse; teşebbüs sahibi, kurucu; tutunmasını sağlamaya çalışan kimse, yandaş, taraftar.”[32] Promoter, ana örgüt adına hareket eden ve ana örgütün gözükmemesini, öne çıkmamasını, tartışılmamasını sağlayan, onun masum olduğu görüntüsünü veren, ana örgütle organik bağı gözükmeyen paravan örgüt, maske takmış örgüt ya da taşeron örgüt şeklinde tanımlanabilir.

Mersin ve Beyoğlu-İstiklal Caddesi bombalı terör eylemlerinde PKK/YPG/PYD’nin bir paravan, maskeli örgütü, yan kuruluşu, taşeronu (promoter) olarak kullanılmış olabilir: “Rus analist Kirill Semyonov: ‘PKK ve YPG açıklamasının kendisi önemli değil ancak dünya kamuoyunun kafasını karıştırmak ve kendisini bağımsız bir yapı olarak konumlandıran ve ABD’nin ısrarla terör örgütü olmadığını iddia ettiği YPG’nin üzerindeki şüpheleri ortadan kaldırmak için inkâra dayalı açıklamalar yapılmış olabilir.’ (…) Genellikle çok sayıda sivilin hayatını kaybettiği belirli terör saldırılarının sorumluluğunu üstlenmeyi reddediyor veya terör faaliyetlerini promoter (marjinal, hücre tipi destekçi yan örgütler) aracılığıyla yürütmeye çalışıyor. PKK ve YPG, ABD/CENTCOOM taktikleri gereği Suriye’deki faaliyetlerini örtbas eden Amerikan müttefikleri tarafından terörü desteklemekle suçlanmaktan kaçınmak için kullanılıyorlar.’ ‘Taksim saldırısında Afrin Kurtuluş Gücü (HRE) baş şüpheli mi?’”

“Promoter, bir şeyin olmasını veya gelişmesini teşvik etmeye çalışan demektir. …Terörle ilgili bir fikrin ortaya çıkmasından sonra, proje sahipleri planın artılarını ve eksilerini bulmak için ilk araştırmaları yaparlar, denerler, denetirler. Ayrıca uygulayıcının (eylemcinin) taktik, teknolojik, mühimmat, propaganda ve siber destek, gibi ihtiyaçlarını, etkilerini, olası handikapların giderilmesini hesaplarlar.”[33]

Bukalemun Operasyonu: PYD/YPG/SDG’nin BM Tarafından Tanınıp Hukuksal Koruma Altına Alınması

Genel olarak bir ülke bölünmek, yıpratılmak, ayağa kalkamaz hâle getirilmek isteniyorsa, o ülkede desteklenen terörist yapıların uluslararası düzlemde hukuki bir koruma altına alınması hibrit savaş stratejisinin özünde mevcuttur. Bunun olabilmesi için söz konusu yapıların, hareketlerin terörden arındırılarak bağımsızlık mücadelesi veren bir hâle dönüştürülmesi öncelenir. Bu amaçla yapılan ilk işlem, isim değiştirerek aynı amaca hizmet edecek ve fakat görünürde teröre bulaşmamış görüntüsü veren yeni bir örgütsel yapı/hareket oluşturmaktır: “Etnik ve bölücü, yıkıcı terör örgütleri dünyanın her yerinde savaşan ülkelerin en başta kullandıkları hibrit savaş unsurlarıdır. Arkalarındaki güçlü destekle uluslararasında tanınmaları hedef ülkenin terörle mücadelesini zora sokar. Hedef ülke dar alanda mücadele etmeye çalışırken, terör örgütü içeriden ve dışarıdan çeşitli yollarla saldırır. Dar bir alandaki yerel sorun, küresel ölçeğe çıkarılarak uluslararası insanı sorun niteliğine dönüştürülür.”[34]

Şer İttifakı yukarıda bahsedilen, ismi geçen projeler kapsamında 22 ülkenin bölünmesini öngörmekte, yeni şehir devletler, kanton bölgeler oluşturmak istemektedir. İnşa edilmek istenen şehir devletlerinin uluslararası arenada kabul görmesi için süreçte rol alan örgütlerin, terörist bir yapı görüntüsünden kurtarılması gerekmektedir. PKK varken, terör eylemleri yaparken Suriye’nin kuzeyinde PYD, YPG ve SDG gibi farklı isimler altında kurulmasının sebebi budur. Bunların PKK ile herhangi bir bağlantıları, ilgileri ve irtibatları yoktur anlayışını inşa edip dünyaya kabul ettirmek istiyorlar. PKK ayrı PYD/YPG/SDG ayrıdır, demek istiyorlar: “PYD, Suriye’de sınırları kendisince çizilen, dünyanın belli başlı ülkelerince kabul edilen, özünde değilse bile halka dayatılan bir yönetimi olan, merkezi yönetimden bağımsız ekonomik faaliyeti bulunan ve bu hâliyle devletleşmenin ilk adımlarını atmış olan bir statüye kavuşturuldu. Amerika Türkiye ile sürtüşmesini kontrollü bir şekilde sürdürerek PKK’yı ve onun Kürtçülüğünü Suriye’de PYD ile dünyaya kabul ettiriyor.” “Ekim 2020 ayı itibariyle ABD, Kuzey Suriye’de yarattığı zoraki statükoyu bize kabul ettirmek amacıyla diploması ve askerî alanda iki aşamalı politika izliyor. YPG’nin Suriye Demokratik Güçler ve Rojava adının da Demokratik Kuzey Suriye Federasyonu olarak değiştirilmesi ile somutlaşan ABD diplomasisi, PYD/YPG’nin PKK ile bir bağlantısının kalmadığına iknaya çaba gösteriyor…”[35]

Şer İttifakı bu ayırımı yaptıktan sonra stratejik hedefi, PYD/YPG/SDG’yi BM’de temsil edilen, hukuken tanılan bir yapı hâline getirip koruma altına almak ve Ortadoğu coğrafyasındaki siyasi hedeflerini bu yapı üzerinden hayata geçirmektir: “Yarım asırlık etnik Kürtçü terör belasında ABD’nin birbirini tamamlayan iki ayrı stratejisi bulunuyor. Birincisi, PKK’yı (…) Disarming-Demobilizing-Reintegrating (Silahsızlandırma-Dağdan İndirme-Toplumla Bütünleştirme) formülüyle yasallaştırmak. İkincisi, PKK’yı dışarıda tuttuğu izlenimini vererek, onun alt örgütü olan PYD/YPG’ye BM hukukunda yer açmaktır. Amaç BM savaş hukukuna uygun olarak PYD/YPG’ye ‘savaşan taraf’ statüsü kazandırmaktır. Uluslararası meşruiyet anlamına gelen bu statüyü terör örgütünün bir kere kazanması hâlinde, PYD/YPG tüm dünyanın tanıdığı, BM’nin koruması altındaki bir örgüte dönüşecektir.”[36]

Gerçekte bu yapılar birbirinden bağımsız ve birbirine karşı değiller. Şer İttifakının satranç tahtasında birbiriyle bağlantılı birer piyon durumundadırlar. ABD zaman zaman bu yapıların birbiri ile bağlantılı olduğunu farkına varmadan itiraf etmektedir: “Başlangıçta her iki örgütün birbirleriyle bağlantısız, ilişkisiz olduklarında ısrar ediyordu.” Ancak “Amerikan Özel Operasyonlar Komutanlığı’nın başındaki General Raymond Thomas’ın, 21 Temmuz 2017’de Aspen Institüte Security Forum’da yaptığı konuşmada açıkça diplomasi dilindekinin aksine iki örgütün bağlantısını saklamadan söyledi.” [37]

Sonuç: Türkiye, Suriye’de Gelinen Durumdan Ders Alarak Hibrit Savaş Merkezli 100 Yıllık Yeni Bir Strateji Çizmelidir

“Arap Baharı” adı verilen hareketi ile Tunus-Suriye hattında başlatılan ikinci nesil kadife darbe zinciri Suriye’ye sıçradığı zaman “Türkiye-Suriye’nin kardeşliği” ve “Erdoğan-Esed kardeşliği” konuşuluyor, ortak bakanlar kurulu toplantıları yapılıyor ve açılışlar düzenleniyordu. Vizeler kaldırılmıştı. Suriye’de çok partili seçim sistemine geçilmesi için reformlar yapılması çalışmalarına, Türkiye destek ve yardımcı oluyordu. Tunus’ta başlayan halk hareketleri Suriye’ye ulaştığında Türkiye-Suriye ilişkileri tam bir bahar havasında idi.

Şer İttifakı (ABD-Siyonizm-İngiltere-İsrail-Vatikan) bu yakınlaşmayı, “Büyük İsrail”, “Büyük Ortadoğu”, “Şehir Devletleri”, “Kaos”, “İslâm’ın İslâm’la Savaşması” , “21. Asır ABD Asrı Olacak” , “Tek Dünya Devleti”, “100 yıl Sürecek Haçlı Seferleri”  ve “Vatikan’ın Üçüncü Bin Yılda Asya Hıristiyanlaştırılacak” projelerine aykırı görerek, Türkiye ile Suriye’yi karşı karşıya getirecek tarzda Suriye’de çok büyük provokasyonları başlatmıştır. Bu stratejik atılımla halkla Esed karşı karşıya getirilmiştir. Bunun uzantısında Suriye ile Türkiye’nin arası açılmıştır.

Suriye olayları başlatıldığı zaman Irak’taki kaos durumu yaklaşık 20. yılına girmişti. Bu durum, bölgesel ve küresel bazda çatışan yaklaşık 17 projenin bir sonucuydu. Bu projeleri ve Irak’taki gidişatı göz önüne alarak 2012 yılından itibaren belli aralıklarla Suriye meselesi ele alınıp değerlendirilmiş ve bu günlere gelineceğini öngören bir yol haritası ortaya konmuş ve yöneticilere teklifler yapılmıştır. Suriye olaylarının başlangıç aşamasına ilişkin yazılar aşağıda dipnot olarak verilmektedir.[38]

Türkiye yaklaşık 11 yıldır, Esed’in gitmesi için Suriye’de savaşan bazı yapıların yanında yer almıştır. ABD’nin Erdoğan’a verdiği sözlerin arkasında durulmamış, Türkiye, Suriye meselesinde yalnızlaştırılmıştır.  “Tampon bölge” oluşturulmasına, NATO’nun müdahale etmesine ve Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyine yerleşen PKK-PYD güçlerine karşı askerî müdahale etmesine, ABD ve AB karşı çıkmaktadır. Bu dönem içerisinde Şer İttifakı, hibrit savaş stratejisine uygun olarak Suriye’nin bölünmesi için gerekli her şeyi yapmış, PKK’nin yanı sıra PYD/YPG/SDG gibi yeni yapılar kurmuş ve bunların hâkim olduğu bir coğrafi bölge inşa etmiş, silahlandırmış, eğitmiş, âdeta yerel bir yönetim inşa etmiştir.

Yaklaşık 11 yıl sonra Suriye, Irak’a benzer bir tarzda gayriresmî olarak bölünmüştür. Bugün Türkiye’ye yönelik terörün ana karargâhı Suriye’nin kuzey bölgesidir. Suriye yönetimiyle bütün ilişkilerin kesilip atılması yanlış olmuştur. Türkiye, Suriye’deki her kesimle ilişki kuracak bir konumda tutulmalıydı. Cumhurbaşkanı, başbakan ve dış işleri bakanı dâhil bütün makamlar çok sert tavır almışlardır. Bütün makamların bu sürece dâhil edilmesi ile diyalog kuracak herhangi bir makamın olmaması Türkiye yönetiminin yaptığı en ciddi hatadır. Hem muhalefetle hem de iktidarla iletişim kuracak alternatif kanallar bırakılmalıydı. Yaklaşık 11 yıl sonra Türkiye, Esed ile doğrudan ilişki kurmak istemektedir.  Türkiye Arap Baharı ile ilgili olabilecekleri zamanında niçin görememiştir? Bu konudaki gidişatın, uygulanan politikanın, stratejinin yanlış olduğu hususundaki uyarıları neden dikkate almamıştır?

Bu hususlarda kendi insanımıza güvenilmelidir. Gelinen bu aşamada Türkiye’nin bazı acil tedbirler alması, politika ve strateji geliştirmesi gerekmektedir. Bunları ana hatları ile aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:

Türkiye, İslâm coğrafyası ile özel olarak ilgilenecek bir İslâm Ülkeleri Bakanlığı kurmalıdır. Hibrit savaş stratejisinin çok önemli bir aktörü hâline gelen göç ve göçmen olgusunu göz önüne alarak Türkiye bir Göç Bakanlığı tesis etmelidir.  Ordu içerisinde, eğer yok ise, hibrit savaş konusunda ihtisaslaşacak Hibrit Savaş Stratejik Birimi kurmalı ve uzun vadeli hibrit savaş stratejik planı yapmalıdır. Hibrit savaş kapsamına giren ve hibrit savaşın bileşenlerini oluşturan alanlar bir bütün olarak ele alınmalıdır. Türkiye’yi yönetenler ve yönetmeye talip olanlar, öncelikle Türkiye’deki gerilimi düşürmelidirler. Bunun da öncülüğünü yapması gereken Cumhurbaşkanı ve bakanlardır.

Türkiye dilini düzeltmelidir. Türkiye’nin meseleleri ile ilgili iktidar ya da muhalefet partilerinden farklı görüş beyan etmek, hainlik, işbirlikçilik ekseninde değerlendirilmemelidir. Siyası parti mensuplarından aydınlara, bilim adamlarına, STK’lara kadar hemen hemen her kesim, siyasi parti liderlerinin penceresinden bakarak karşı tarafı suçlamakta, hakaret etmekte ve ötekileştirmektedir. Kullanılan dil son derece yanlıştır!

Dış politika, iç politikada malzeme olarak kullanılmamalı ve iç politikaya kurban edilmemelidir. Türkiye ortak bir akıl üretmek zorundadır. Türkiye’de olan ve bu ülkeyi, bu milleti ve bu ümmeti seven herkes sağlıklı şekilde düşünmeyi, tefekkür etmeyi ve aklını ve de dilini en güzel şeklide kullanmayı tarihi bir görev olarak görmelidir. Türkiye bölgedeki istikrarsızlığı sona erdirecek tarzda daha yüksek bir strateji uygulayıp İran ve Mısır ile birlikte ortak bir girişim başlatmalı, ortak hareket etmeli, Irak ve Suriye meselesini bir bütün olarak masaya yatırmalıdır.

Taktik başarılar, kazanımlar önemlidir. Ancak stratejik başarılar ve kazanımlar daha önemli ve kalıcıdır. Teröre karşı mücadelede bu olgu öne çekilmelidir.  Mersin ve İstiklal Caddesi’ndeki bombalı terör eylemlerinin ortaya çıkardığı gerçekleri göz önüne alarak, eylemlerden sonra çok ani, fevri, kendi içerisinde çelişki içeren açıklamalar yapılmamalı; öfke ile değil sakin bir şekilde hareket edilmelidir.

Türkiye maskeleri düşürerek promoter/taşeron örgütlerin, PKK/YPG/PYD/SDG ile olan bağlantılarını ortaya çıkaracak bir yol haritası ortaya koymalı, sağlam deliller, belgeler bulmalı, kamuoyu ile paylaşmalıdır. Bütün bu deliller ve belgeler uluslararası düzlemde seslendirmeli, BM’de kuklalarla, kuklacıların yargılanmalarını sağlayacak girişimlerde bulunmalı ve sağlam zemine dayanan bir psikolojik harekât uygulamalıdır.

Terör eylemlerinde Şer İttifakının yürüttüğü psikolojik harekât göz önüne alınarak halk sakin bir dil ile aydınlatılmalı, olaylarla ilgili farklı düşünceler, fikirler ortaya koyanlar suçlanmamalı, hakarete uğramamalı ve eğer varsa tezatları ortaya konarak halk ikna edilmelidir.  Bugün Türkiye’nin düne nazaran buna daha çok ihtiyacı vardır.

Henüz vakit varken!


[1] Yargılama süreci tamamlandıktan sonra bu konu ayrıca bütün boyutları ile ele alınıp değerlendirilecektir.

[2] Burhanettin Can, “Bukalemun Operasyonu: Beyoğlu İstiklal Caddesi’nde Bomba Patlatılmasının Anlamı ve Mesajı Nedir?” Umran, Kasım 2022.

[3] Bk. Burhanettin Can, “Avrasya Satranç Tahtasında Çatışan Stratejiler-2: Hibrit Savaşlar Dönemi”, Umran, Mayıs 2022.

[4] Mustafa Şenol, Hibrit Savaş Kapsamında Siber Savaş ve Siber Caydırıcılık, Siber Güvenlik ve Savunma Farkındalık ve Caydırıcılık, Grafiker Yayınları, Ankara, 2018, s.181-221.

[5] Abdullah Şengönül, Dördüncü Nesil Savaş Kapsamında Türkiye İçin Stratejik Tartışmalar, Doktora Tezi, Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya, 2018, s. 58.

[6] Mustafa Şenol, age.

[7] Erol Işıkçı& Erman Kiraz, “Hibrit Savaş Kavramının Yeni Savaşlar Perspektifinden İncelenmesi”, Savsad Savunma ve Savaş Araştırmaları Dergisi, 2020, sayı: 2, s. 253-266.

[8] Erol Işıkçı& Erman Kiraz, agm.

[9] Mustafa Şenol, age.

[10] Gürsel Tokmakoğlu,” Kazakistan’da Neler Olduğunu Anlayamadınız mı?” https://politikmerkez.com/konular/guvenlik/hibrit-savas/

[11] Ali Nedim Karabulut, “Eski Savaş, Yeni Strateji: Rusya’nın Yirmi Birinci Yüzyıldaki Hibrit Savaş Doktrini ve Ukrayna Krizi’ndeki Uygulaması”, Uluslararası İlişkiler, 2016, sayı: 49, s. 25-42.

[12] Ali Nedim Karabulut, agm.

[13]Erol Işıkçı& Erman Kiraz, agm. Yusuf Özer, “Savaşın Değişen Karakteri: Teori ve Uygulamada Hibrit Savaş”, Güvenlik Bilimleri Dergisi, 2018, 7(1), s. 29-56.

[14]Yusuf Özer, agm.

[15] Yusuf Özer, agm.

[16] H. Yalçınkaya, H., “Savaşın Değişimi ve Savaş Çalışmalarında Farklı Disiplinler” İçinde H. Yalçınkaya (ed.), Savaş, Farklı Disiplinlerde Yeni Yaklaşımlar, Siyasal Kitapevi, Ankara, 2010.

[17]  H. Yalçınkaya, age.

[18]  H. Yalçınkaya, age.

[19] Ufuk Uras, “Beşinci Nesil Savaş/ Sessiz Savaş”, Harkul Savunma Araştırma Merkezi, Kasım 2020

[20] Erol Işıkçı& Erman Kiraz, agm.

[21] A. B. Uşaklı & H. Alper, “Teknolojik Gelişmelerin Savaşları Dönüştürmesi ve Gelecekteki Savaşlara Hazır Olmak” İçinde H. Yalçınkaya, age.

[22] Erol Işıkçı& Erman Kiraz, agm.

[23] Ali Gök, Hibrit Savaşlar: Rusya’nın Afganistan (1979) ve Ukrayna (2014) Askeri Müdahaleleri ile İsrail-Lübnan Savaşları (1982, 2006) Örnek Olayları Işığında Tarihsel Mukayeseli Bir İnceleme, Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, Ankara, 2019,  s. 13- 30; 81-100. Ali Nedim Karabulut, agm. https://en.wikipedia.org/wiki/Gerasimov_doctrine#:~:text=According%20to%20the%20U.S.%20military,influence%20to%20achieve%20strategic%20advantages.  https://www.odatv4.com/analiz/cok-konusulan-gerasimov-doktrini-nedir-03051855-138093 Ufuk Uras, agm. Erol Işıkçı& Erman Kiraz, agm. Mustafa Şenol, age.

[24] Ali Gök, Hibrit Savaşlar, Rusya ve İsrail Örnekleriyle, Nobel Yayınları, Ankara, 2021, s. 113-114.

[25] Ali Gök, age.

[26] Ali Gök, age.

[27] Ali Gök, age.

[28] İbrahim Çevik, Hasım İstihbarat ve Hibrit Savaş, Salon Yayınları, İstanbul, 2021, s. 18-19.

[29] Hasan Arslan, Hibrit Savaş, Rusya’nın 2014 Yılı Ukrayna Müdahalesi, Efe Akademi Yayıncılık, İstanbul, 2021, s. 54.

[30] https://politikmerkez.com/konular/guvenlik/pkk-ve-promoter/

[31] Ruhat Mengi, “Ayakkabı Numarasını Bildiğiniz Terörist İstanbul’da Nasıl Eylem Yapabiliyor?”, Sözcü, 16 Kasım 2022.

[32] İngilizce- Türkçe Redhouse Sözlüğü, Living English Dictionary, İngilizce- Türkçe; Türkçe- İngilizce Sözlük.

[33] Nedim Şener, Hürriyet, 18 Kasım 2022. Gürsel Tokmakoğlu, age.

[34] İbrahim Çevik, age.

[35] İbrahim Çevik, age.

[36] İbrahim Çevik, age.

[37] İbrahim Çevik, age.

[38] Burhanettin Can, “Suriye Meselesi: Barıştan Savaşa Adım Adım”, Millî Gazete, 28 Haziran 2012; “Büyük İsrail Projesi ve Suriye Meselesi”, Millî Gazete, 4 Temmuz 2012; “Yeni NATO ve Suriye Meselesi”, Millî Gazete,  12 Temmuz 2012; “Suriye Meselesi: Çatışan Eksenler Açısından”, Millî Gazete, 13 Ağustos 2012; “Çatışan Güçler Açısından Suriye Meselesi-1-2-3-4”, Millî Gazete, 10,18, 24 Ekim, 1, 8 Kasım 2012.

 

ŞER İTTİFAKI ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI İÇİN İKİ ANA EKSEN OLUŞTURMAYA ÇALIŞMAKTADIR

(Umran Dergisi)   Şer İttifakı (Siyonizm-ABD-İngiltere-İsrail, AB) 21. yüzyılı “dijital dönüşüm” yüzyılı olarak öngörmekte, bu nedenle “büyü...