1 Kasım 2020 Pazar

Kur’an’daki Şiddet Kavramı Açısından Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi ve İstanbul Sözleşmesi-1: İSTANBUL SÖZLEŞMESİ 21. ASRIN TAĞUTLARINA İBADETİ ÖNGÖREN BİR TUĞYAN HALİ OLUP BİR İFSAD VE ZULÜM MEKANİZMASIDIR


(Umran Dergisi Kasım 2020 Yazısıdır)

1.GİRİŞ

Karşılaştığımız her türlü soruya ve sorunlara cevap ararken öncelikle varlık nedenimizi (misyon) ve gayemizi (vizyon) göz önüne almalıyız. Hangi değer sisteminin, hangi kültür ve medeniyetin insanı olduğumuzu düşünmemiz gerekir. Değer sistemimiz, kültür ve medeniyet kodlarımız ve ahlak sistemimiz bize yol gösterir, neyi yapıp neyi yapmamamız gerektiğini söyler.

Değer sistemlerinin ortaya çıkışında iki temel yaklaşım, tez, teori söz konusudur:

1. Yaratılış, 2. Tesadüfen meydana gelme ya da 1. Dinî, 2. Felsefî yaklaşım

Genel olarak bu yaklaşımlar, kendi içlerinde farklı ekoller, yapılar, alt gruplar ve akımlar olarak şekillenmiştir. Yanı her biri, güneşin yedi renginde olduğu gibi bir yelpazeye / spektruma sahiptir. Bunların ayrıntılı tartışılma zemini burası değildir. Ancak sorulan sorulara verilecek cevaplar, bu yol ayırımına gelip dayanmaktadır.

Sürekli kullanılan “Türkiye’de halkın %95’i Müslümandır.” genel hükmünü referans aldığımızda, Müslüman olanla olmayanın; ya da farklı inanç sistemlerine sahip olanların soru ve sorunlara verecekleri cevaplar farklı olacaktır.

Toplumsal Cinsiyet Eşitliğini merkeze alan, İstanbul Sözleşmesi’ni ve İstanbul Sözleşmesi’nin temel dayanağı olan “şiddet” kavramını, bu genel yapı içerisinde değerlendirmek gerekmektedir.

Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ve 2011 İstanbul Sözleşmesi referans alınarak hazırlanan 6284 sayılı Aileyi Koruma(!) Yasası, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu sadece birer hukuki metin olarak değerlendirilemez. Hukuk sisteminin, sosyolojik, psikolojik, ahlaki, değer sistemi ve kültür medeniyet kodları üzerinde ciddi etkileri söz konusudur. 

Tüm bu yasa ve uygulama yönetmeliklerinde kullanılan dil, kavramlara yüklenen anlamlar, kavramlara yapılan vurgular, bir psikolojik savaş mantığının ürünüdür, çoğu bizim değer sistemimizle, kimliğimizle ve Umran (kültür ve medeniyet) kodlarımızla uyumlu değildir; çok ciddi ve köklü zihinsel bir değişim amaçlanmaktadır.

O nedenle hukuk metni olarak İstanbul Sözleşmesi’nin amacına, kullandığı kavramlara, neden olacağı sosyolojik, psikolojik, ahlaki ve değer sistemi boyutlarına bir bütün olarak bakmamız, kendi kültür ve medeniyet kodlarımıza göre değerlendirmemiz ve var olan sorunlara, kendi kültür ve medeniyet kodlarımıza göre çözüm getirmemiz gerekmektedir.

Burada Toplumsal Cinsiyet Eşitliği projesi, İstanbul Sözleşmesi ve bunları referans alarak hazırlanan yasalarda var olan şiddet kavramı Kur’an ve Sünnet çerçevesinde ele alınıp değerlendirilecektir.

Şiddet ile ilgili Kur’an’da geçen kavramların çok oluşu hem sorunun çok farklı boyutlarının hem de İslam’ın bu konudaki hassasiyetinin bir göstergesi olarak görülmelidir.

2. İSLÂM’DA ŞİDDET KAVRAMININ İYİ ANLAŞILABİLMESİ İÇİN İKİ ANA KONU

Şiddet konusunun çok iyi anlaşılabilmesi için iki konunun anlaşılması gerekir:

  1. İnsanın yaratılış sonrasında İblisin isyanı ve Cennette İblis ile Hz. Âdem arasında vuku bulan mücadele,
  2. İnsan bünyesinde var olan ve birbiri ile sürekli çatışan “heva” ve “fıtrat” yapısı.

Son derece kapsamlı olan bu iki konu hakkında burada sadece bir kesit sunulacaktır.

2.1. İblis Şiddetin Kaynağıdır

Yaratılış tezine inananların hayatın, kâinatın ve insanın yaratılışındaki gayeyi görmeleri, ona göre düşünüp davranmaları, insan ve toplumun yaşam tarzını ona göre şekillendirmeleri gerekmektedir. Şiddet, yaratılış tezine göre, bizim inanç sistemimize göre, “İblisin Allah’a isyan etmesi”, “kıyamete kadar yaşama izni alması” sonrasında “insan nesline savaş ilanı olan yeminiyle” beraber ortaya çıkmıştır. 

Kur’an’ı Kerim’de yaklaşık 15 ayrı surede, Hz. Âdem ile eşinin yaratılması ve İblisin onlara savaş açmasının üzerinde durulmasının özel bir anlamı ve mesajı vardır. Hz. Âdem’in yaratılışı sonrasında Allah’ın “saygı ve üstünlük bağlamında”, davranış olarak melekler olan topluluğa (nurdan yaratılmış melekler ve nardan yaratılmış cinler), topraktan yaratılmış Hz. Âdem’e secde etmelerini emrettiğinde, “İblis hariç melekler topluluğunun hepsi secde etmişlerdir.” İblis secde etmeyerek Allah’ın emrine karşı gelmiş ve isyan etmiştir. İnsanlık tarihi, bu olayla şekillenmeye başlamıştır. İblisin kıyamete kadar yaşama izni istemesi ve bu iznin de kendisine verilmesi sonucunda İblis, Hz. Âdem’e ve onun izinde olanlara sınırsız ve topyekûn bir savaş ilan etmiştir (2/30-39; 7/11-31; 15/26-48; 17/61-65; 18/50; 20/115-127; 23/12; 32/7; 35/11; 37/11; 38/71-85; 40/67; 53/32; 55/14-15; 71/19). Bu savaş ilanından sonra tarih şekillenmiş ve birbirinin zıddı olan ve fakat her biri kendi içerisinde farklı renkler ihtiva eden ikili bir genel yapı, hak-batıl şeklinde ikili değer sistemi ortaya çıkmıştır (2/42, 119; 3/3; 4/105, 171; 6/57; 7/8, 43; 8/7; 9/33; 10/32, 55, 82; 21/24; 23/ 71; 31/33; 43/78; 48/28; 53/28; 103/3).

İblisin Hz. Âdem ile eşine uyguladığı sözel ve psikolojik şiddetin sonucu, Hz. Âdem ile eşi Allah’ın kendilerine tayın ettiği hukuk sistemini ihlal etmişlerdir. Bu hukuk ihlalinin sonucu da Hz. Âdem ile eşi vazedilen hukuku ihlal ettikleri için “zalim olarak nitelendirilerek” (2/30-39) Cennetten çıkarılıp yeryüzüne gönderilmişlerdir.

İblis, Allah’ın secde et emrine karşı gelerek zalim olmuştur.  Allah’tan, “Kıyamete kadar yaşama izni istemiş” ve bu “izin kendisine verilince”, Hz. Âdem ve soyuna kıyamete kadar savaş ilanı yaptığını beyan etmiştir. Allah, İblisin bu savaş ilanına karşılık insanları uyarmak, doğru yola sevk etmek için hidayetçiler, peygamberler, resuller göndereceğini, bunlara tabı olanların kurtuluşa ereceklerini; tabi olmayıp isyan edenlerin ise helak olacaklarını bildirmiştir (2/38, 39).

Hz. Âdem ile İblis arasında Cennette başlayan mücadele Hz. Âdem ile eşinin yeryüzüne gönderilmesi ile son bulmamış; İblis, Hz. Âdem’in tüm neslini, Allah’ın yolundan saptıracağına dair yemin ederek sınırsız ve topyekûn bir savaş ilanı yaparak şiddetin her türünü insanlık tarihine sokmuştur:

“(İblis)Dedi ki: «Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onları (insanları saptırmak) için Mutlaka senin dosdoğru yolunda pusu kurup oturacağım.

Sonra da onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından kendilerine sokulacağım. Onların çoğunu şükrediciler bulmayacaksın.” (7 Araf 16, 17)

“(İblis)Dedi ki: «Rabbim, beni kışkırttığın şeye karşılık ant olsun ben de yeryüzünde onlara, (sana başkaldırmayı ve dünya tutkularını) süsleyip-çekici göstereceğim ve onların tümünü mutlaka kışkırtıp-saptıracağım.»

«Ancak onlardan muhlis olan kulların müstesna.»” (15 Hicr 39-40)

 “«Onlardan güç yetirdiklerini sesinle sarsıntıya uğrat, atlıların ve yayalarınla onların üstüne yaygarayı kopar, mallarda ve çocuklarda onlara ortak ol ve onlara çeşitli vaatlerde bulun.» Şeytan, onlara aldatmadan başka bir şey vadetmez.” (17 Isra 64)

2.2. İnsanda Savaşan İki Yapı: Fıtrat ve Heva

Şiddetin daha iyi ve gerçekçi bir analizinin yapılabilmesi için insan bünyesinde var olan ve sürekli olarak birbiri ile çatışan iki zıt yapının, “Fıtrat ve Heva” varlığının ve etkileşimlerinin göz önüne alınması gerekmektedir: 

“Doğrusu, biz insanı en güzel bir biçimde yarattık. Sonra da aşağıların aşağısına çevirdik.” (95 İnşirah 4-5)

“Nefse ve ona 'bir düzen içinde biçim verene, ‘Sonra ona fücurunu ve ondan sakınmayı ilham edene (ant olsun).

Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur. Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır.” (91 Şems 7-10)

Heva cephesi şiddetin ana kaynağı, rehberi ve yönlendiricisidir. O nedenle insandaki heva cephesinin bazı temel özellikleri, şiddetin boyutu ve kaynağı konusunda bize fikir verebileceğinden aşağıda özetlenmiştir:

“İnsan, 'bencil ve haris' olarak yaratılmıştır.” (70/19-21); “İnsanda ölümsüzlük arzusu, isteği özlemi vardır.” (26 Şuarâ 129; 7 A'raf 121, 123; 104 Hümeze 1-3); “İnsan aceleci, sabırsızdır.” (21/37; 27/ 46); “İnsan kuruntu sahibidir.” (4/118-119; 22/52); “İnsan cimridir.” (17/100; 47/36-38; 70/19-21); “İnsan nankördür, şımarıktır, kibirlidir.” (11/9-11; 17/67-70; 22/11, 65-66; 41/49-50; 10/12; 14/34; 16/4,70-72; 30/33-42; 33/49-51; 42/48; 43/15; 55/1-78; 70/20-21; 80/17-24; 89/15, 16; 100/6, 7); “İnsan şükürsüzdür.” (7/10; 12/38; 10/21-24; 12/33-40 (38); 16/78; 27/67-73; 32/7-9; 40/61; 41/49-51); “İnsan kibirlidir.” (16/29; 27/14); “İnsan dedikoducu, gıybetçidir.” (4/83; 24/10-20); “Tartışmacıdır.” (18/54; 22/3, 8 -10; 31/6, 8, 20; 3/65, 66, 61, 20; 6/80; 2/139); “Ahdine sadık olmayan, vefasızdır.” (2/177; 8/55-56; 13/25; 16/91-93; 17/34; 23/8; 33/15; 70/33); “İnkarcıdır” (10/21; 11/17; 12/103; 13/1; 17/89; 19/66-67; 21/1-3,24; 30/8; 5/49; 17/89; 30/89, 8); “Gaflet içerisindedir.” (21/1-3; 23/53-54); “Tuzak kurucu, entrikacıdır.” (10/21); “Oyun-eğlence peşinde koşandır.” (21/1-3; 31/6; 49/11; 104/1-9); “Vesvesecidir.” (114/1-3; 7/199-201); “Zalimdir.” (14/34; 16/61; 10/44; 13/6); “Saldırgandır.” “Bozguncu, kan dökücüdür.” (2/30; 33/72); “Aşırı mal tutkunudur.” (3/152-153; 8/47; 17/16; 100/6-11; 38/23-24; 70/17-18; 89/17-20; 102/1-2); “Müstağnidir.” (42/27; 43/23, 33-35; 90/4-18); “Bölücüdür.” (23/53-54); “Doyumsuzdur.” (41/49-51); “Yese düşer, umutsuz”, “tezat içerisindedir.” (41/49-51); “Helal-Haram tanımayandır” (89/17-20); “Müsriftir” (90/4-16); “Zora gelmeyendir.”, “Rahatına düşkündür.” (90/4-16); “Fücur sahibidir.” (75/3-6; 91/8); “Hasetçidir, bağy edendir.” (113/1-5; 2/113; 3/19; 42/14; 45/17; 2/109; 4/54); “Hüsrandadır.” (103/1); “İnsan Kıskançtır.” (4/128); “Kindardır.” (5/ 2, 8; 59/9, 10); “Fasık-fesatçıdır.” (5/49; 2/213; 10/23; 96/5, 6); “Cahildır.” (12/21, 40, 68; 21/24; 16/38, 39, 74; 22/3, 8; 30/6, 7, 30; 39/49; 45/26); “Hevasını ilah edinendir.” (25/43; 45/18, 23; 47/16-18)

Bunun tam zıddı özellikler ise fıtrat cephesinde vardır.

Bilgisayar üzerinde virüs ve anti virüsün hakimiyet mücadelesi vermesi gibi bu iki zıt yapı da insan üzerinde sürekli olarak hakimiyet kurma mücadelesi verir. Fıtrat yapısı insanı hep iyiye ve güzele götürmek isterken; heva yapısı insanı hep kötülüğe, çirkinliğe sevk etmek ister. İnsan bu iki zıt kuvvetin bileşkesine göre bir yön ve istikamet tutar[1]:

507 -"Resûlullah (sav.):

"Şeytan da, melek de insanoğluna sokularak onun kalbine birtakım şeyler atarlar.

Şeytanın işi kötülüğe çağırmak, sonu fena ve zararlı olan şeylere teşvik etmek ve hakkı yalanlamak, haktan uzaklaştırmaktır.

Meleğin işi hak ve hayra, iyiliğe çağırmak ve kötülükten uzaklaştırmaktır.

Kim içinde hakka, hayra, iyiliğe çağıran bir ses duyarsa bilsin ki

bu Allah'tandır ve hemen Allah-u Teala'ya hamt etsin.

Kim de içinde şerr ve inkâra çağıran bir fısıltı duyarsa

ondan uzaklaşsın ve hemen şeytandan Allah'a sığınsın.”

Resûlullah (sav.) bu sözlerine şu meâldeki âyeti ekledi:

"Şeytan sizi fakir olacaksınız diye korkutur, size cimriliği emreder." (Bakara 268) Tirmizî, Tefsir, (2991).

İnsanın tutacağı yol, Allah ve Ahiret gününe imanla alakalı bir konudur. Akaidine, değer sistemine, kültür ve medeniyet kodlarına bağlı olarak, hak ya da batılı tercih edecektir. Ya Allah’ın dosdoğru yolunda ilerleyip cennete giderek gerçekten kuruluşa erenlerden olacak ya da İblis’in yolunda ilerleyerek cehenneme ulaşıp gerçek hüsrana uğrayanlardan olacaktır.

Şiddet konusuna bu pencereden, bu zaviyeden bakılmadığı sürece soruna çözüm getirmek mümkün değildir. Aranacak her çözüm ilahi yasalara, yaradılışın kanuniyetlerine uygun olmak zorundadır. Mesele bir bütün olarak ele alınmalı, parçalanmamalıdır. Tarih boyu zehirin bal ile karıştırılıp sunulduğu göz ardı edilmemelidir.

3- ŞİDDET KAVRAMININ YAPISI VE TEMEL UNSURLARI

Tarihi süreç içerisinde şiddet olgusu göz önüne alındığında son derece karmaşık bir alt yapısı ve ilişki zinciri vardır. Bunun için öncelikle yapmamız gereken, şiddet kavramının anlam alanını (semantik alan) ve ilişki içerisinde olduğu diğer anahtar kavramların neler olduğunu ortaya koymaktır. Bu yazı serisinin daha iyi anlaşılabilmesi için konunun, daha önce genişçe anlatıldığı için[2],[3], bir özetinin yapılmasında fayda vardır.

Gerek yapılan tanımlamalar ve gerekse bilimsel / felsefi yaklaşımlar göz önüne alındığında şiddet kavramında “fail”, “mağdur”, “güç”, “kuvvet”, “ihlal”, “olumsuzlama”, “saldırganlık”, “öteki”/“ötekileştirme”, “izafilik”, “ıslah”, “inşa”, “rıza”, “özgürlük”, “cezalandırma”, “ödüllendirme”, “muhteva” ve “niyet” kavramlarının, değişik gruplamalar yapılmış olsa bile, şiddetin ortak paydası olduğu söylenebilir.[4],[5] Bilimsel çalışmalarda ve felsefi ekollerde, bu ortak paydaların bir kısmı göz önüne alınarak değişik analizler yapılmış, farklı görüşler ortaya konulmuştur.

Tanımlar içerisinde yer alan “güç”, “kuvvet”, “enerji”, amaçları / hedefleri gerçekleştirme, yapabilme halidir, imkânıdır. Bu noktada temel soru; “Her kuvvet ve güç kullanımı şiddet midir ve olumsuz mudur? Hangi eylem ve tavırlardaki güç ve kuvvet kullanımı şiddet kavramının kapsamına girmektedir ve olumsuzdur?”

Bu soruların cevaplandırılmasında amacın, niyetin ne olduğu sorusu önem kazanmaktadır. Bu aşamada olumluluk ifade eden ıslah ve inşa kavramları göz önüne alınmalıdır. Bir amacı, hedefi gerçekleştirmek için ıslah ve inşa amacı taşımayan güç, kuvvet ve enerji, şiddeti doğurur; sistemi, yapıyı bozar, parçalar, tahrip eder ve yıkar. Bu aşamada da değer sistemi, kültür ve medeniyet kodları ve ahlak sistemi devreye girer, önemli olur. O nedenle güç, kuvvet ve enerjinin kullanım amacı, hedefi, niyeti ve yapma şekli sorgulanmalıdır.  

Şiddet kavramının bileşenlerinden olan “ihlal” kelimesinin sözlük anlamı, “yıkmak, bozmak, incitmek, zarar vermek”tir.[6] Bu anlam alanına bakıldığında ihlal de güç, kuvvet ve enerjinin yıkım amaçlı olarak kullanıldığı söylenebilir. Bunda niyet, ıslah etmek, inşa etmek ve olumlu bir sonuç elde etmek değildir. Bu bağlamda “şiddet, bir hak ve adalet ihlali” olarak görülebilirHak ve adalet ihlali olarak şiddet tanımlandığında, kişinin vücuduna yönelik ve saygınlığına, kişiliğine yönelik olmak üzere iki boyut öne çıkarAncak hak ve adalet kavramları konusunda evrensel bir anlaşma bulunmamakta, dine, felsefeye ve kültür ve medeniyete bağlı olarak kapsam alanı değişmektedirHak kavramının hangi açıdan, hangi bilgi kaynakları göz önüne alınarak değerlendirileceği önemli bir sorundur. İnanç sistemlerine, kültür ve medeniyet kodlarına bağlı olarak değişir. Dolayısıyla izafi bir alandır. Ortaya konan teoriler, ihlalin sınırlarını belirleyememektedir.

“Şiddet”in olumsuzlama boyutu, “Birinin bir başkasını olumsuzlaması hem bir ‘sınır ihlali, sınır çiğnemesi’ hem de ötekileştirme yapmak” demektir. Olumsuzlamanın, hem fiziksel güç / kuvvet boyutu hem de saygı gören bir özne olmaktan çıkarma (saygısızlaştırma) / ötekileştirme boyutu vardır. Ötekileştirmenin derecesine, boyutuna bağlı olarak “muhatap, ortadan kaldırılabilecek bir nesne haline dönüştürülebilir.” Bu durumda “olumsuzlama olarak şiddet”, güç ve kuvvet kullanarak fiziksel şiddete veya “aşağılama, hor görme bağlamında ise, psikolojik şiddete / tahribata vücut verebilir.[7]

“Şiddet yanlış yönlendirilmiş, yıkıcı ve zararlı bir güç olarak da tanımlanmaktadır.[8] Bu tanımlamaya göre güç ve kuvvet kullanılan bir eylemin, şiddet olarak kabul edilmesi için, “yanlış yönlendirmenin” olması, “yıkıcı ve zararlı” olması gerekir. Yanlış yönlendirmenin, niyet ile ilgisi olduğunu göz önüne aldığımızda, niyetin varlığına bağlı olarak kullanılan güç ve kuvveti, şiddetin kapsam alanına dâhil edebilir de edilmeyebilir de. Tam bu noktada, “ıslah” ve “inşa” kavramları devreye girer. Güç, kuvvet kullanımı, yıkım, zarar verme, tahrip etme niyetli / amaçlı olabildiği gibi ıslah etme niyetli/amaçlı olabilir. Dolayısıyla güç, kuvvet ve enerjinin kullanım amacına, niyetine bağlı olarak sonuçlar ya olumlu ya da olumsuz olabilir.

Psikoloji ve Sosyal psikolojide şiddetin (violence) kökeni olarak canlılardaki “saldırganlık” (aggression), içgüdüsü kabul edilmektedir. “Saldırganlık”, zarar verme, yıkma ve tahrip etme özelliği olan bir davranış olarak “şiddetin temelini oluştururken, şiddet ise saldırganlığın uygulamaya dönüşmüş kısmını ifade etmektedir.” [9]

Kuvvet / güç / enerjinin kullanımı ve saldırganlık, “niyete”, “ıslaha”, “inşaya” ve “olumlulama – olumsuzlama” eksenlerine bağlı olarak anlam kazanmaktadır. O nedenle bir fiil ya da tavrın, şiddet olup olmadığına bu faktörler göz önüne alınarak karar verilmelidir. Bir diş hekiminin hastasının dişlerini tedavi ederken kullandığı güç, kuvvet ve enerji, niyet, ıslah, inşa ve olumluluk boyutları göz önüne alınmadığı takdirde şiddet olarak yorumlanabilir. Hakeza ameliyatlar için de bu değerlendirme geçerlidir. Dinamit yol açmak için kullanıldığında, gerçekleştirilen eylem, şiddet olarak değerlendirilemez; insanları öldürmek amaçlı kullanıldığında ise eylem, bir şiddet eylemidir. Kastı olarak birine çarpmak şiddet / saldırganlık iken, dalgınlıkla çarpmak şiddet / saldırganlık değildir. Bir futbol maçında rakip futbolcunun oyununu bozmak için ayağına kastı olarak vurmak şiddet / saldırganlık iken; ayağından topu almaya çalışırken gerçekleşen ayağa vurma hareketi şiddet / saldırganlık değildir. Bu ve buna benzer örnekler, şiddet / saldırganlık kavramının izafilik boyutunun var olduğunu göstermektedir.

Bir toplumun, bir inanç sisteminin, bir kültür ve medeniyetin şiddet olarak gördüğü bir eylem, başka bir coğrafyada, bir toplumda, inanç sisteminde, kültür ve medeniyette şiddet olarak görülmeyebilir. Bugün Laik, Seküler Batı Kültür – Medeniyetinde şiddet olarak görülen pek çok davranış, tavır ve tutum, doğu toplumlarında, İslâm dünyasında şiddet olarak kabul edilmemektedir. İspanyollarda Boks, şiddet olarak görülüp değerlendirilirken Boğa Güreşleri şiddet olarak değerlendirilmemektedir. Et yedikleri halde İslam’daki “Kurban ibadetini hayvanlara yönelik şiddet” olarak gören, değerlendiren insanlar mevcuttur.

Bir güç, kuvvet, enerji kullanımı, olumsuzlama, yapıldığı yere, zamana, kimin yaptığına ve neden yaptığına bağlı olarak şiddet / saldırganlık olarak veya olmayarak değerlendirilmelidir. Bu nedenle her güç, kuvvet, enerji kullanımı ve olumsuzlama, şiddet olarak kabul edilemez ve değerlendirilemez.

Postmodern dönemde laik ve seküler Batı dünyasında ahlaka savaş açıldığı için ahlakın öngördüğü bir müeyyideyi uygulamak, şiddet olarak algılanmakta, yorumlanmakta ve değerlendirilmektedir. Eşcinsellikle, zina ile ilgili Kur’an ayetlerinde var olan kınama, şiddet olarak kabul edilip tepki verilmektedir. Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın Ramazan’ın ilk cuma hutbesinde eşcinsellikle ilgili Kur’an ayetine atıfta bulunarak “eşcinselliğin lanetlenmiş” olduğunu söylemesi ile bazı baroların başlattığı kampanya, bunun en güzel örneğidir.

Güç / kuvvet / enerji kullanımı ile niyet, olumlulama - olumsuzlama, ihlal, ıslah, inşa arasındaki ilişki, ahlak kavramını, inanç sistemini, kültür ve medeniyet kodlarını otomatik olarak devreye sokar. Ahlak sistemi, yanlışlıklara, kötülüklere karşı insanları ve toplumu koruyan, fiziksel güç içermeyen bir müeyyideler sistemidir. Ahlak sisteminin kullandığı güç / enerji / kuvvet yıkıcı değil yapıcıdır, ıslah edicidir. Sözel ve psikolojik yaptırım gücüdür. Şiddet olarak vasıflandırılamaz. O nedenle her güç, kuvvet kullanımı şiddet değildir. Aksi takdirde ne ahlak sistemi ne inanç sistemi ne de hukuk sistemi ortada kalır.

Bir toplumda ahlaksızlık olarak değerlendirilen herhangi bir eylemi icra edene karşı verilen tepki, tepki verenler açısından yapılan iş, şiddet olarak değerlendirilemez. Çünkü niyet, toplumsal yapıyı, değer sistemini, ahlak sistemini, kültür ve medeniyet kodlarını korumaktır. Bizim kültür ve medeniyet kodlarımıza göre ahlakı müeyyide uygulamak, şiddet olarak kabul edilmez, edilemez.

Kötü niyetli, ıslah edici / düzeltici olmayan güç kullanımı, varlığın, düzenin yozlaşmasına sebebiyet verirken; ıslaha dayalı güç kullanımı, düzeni ve varlığı korur. Dolayısıyla güç, kuvvet ve enerji kullanımı, niyete ve olumlu-olumsuzluğa, ıslah ve inşa amaçlı olup olmamasına bağlı olarak şiddetin kapsam alanına girer.

Bütün bunlar, şiddet kavramı bünyesinde izafilik özelliğinin ne denli güçlü olduğunu ortaya koymaktadır.

Gelinen noktada felsefi olarak özgürlük kavramı, ötekinin önemsenmediği hatta ötekinin olmadığı, bireyselleşme merkezli bir dünya inşasına yönelmiştir. Bu yaklaşımın sonucu toplumsal yaşam dışlanmış, toplum yığın haline indirgenmiş ve önemsiz bir varlık olmuştur[10]. İstanbul Sözleşmesi’nin birçok maddesinde toplumsal kimliğin ve kültürel değerlerin aşağılanmasının sebebi, böyle bir yaklaşımın sonucudur. Toplumsal kimlik, kültür ve medeniyet kodları, ahlak, önemsizleştirilip itibar kaybına uğratılınca, özgürlüğün serbestlik alanı son derece genişletilmiştir. Bu yaklaşımın doğal sonucu, fert, yaptığı ya da yapmak istediği her şeyi kendi hakkı ve özgürlüğü olarak görmektedir. Şiddetin bu yapısal dönüşümü, tatminsiz bir insan unsuru inşa ederek insanın içten içe çürümesine sebebiyet vermektedir[11]. Dışta ötekinin olmadığı, yok sayıldığı bir dünyada öteki, insanın içini kemiren, insanın içinde var olan bir virüs olarak ortaya çıkarmaktadır. Böylece insanda, kendi kendine şiddet uygulayan ve fakat kendini özgür sanan bir ruh hali oluşmaktadır[12]Böyle bir zihnin oluşmasının sebebi, “insanın başarıya ve performansa odaklı olmaya” şartlandırılmış olmasıdır. Bu yaklaşım tarzında, itaat yoktur, din, ahlak ve yasalar önemli değildir. “Önemli olan özgürlüktür”, “keyif almaktır” ve “bireysel eğilimlerin gerçekleşmesidir”. Düşünce dünyasında öteki yoktur, onun emir ve yönlendirmeleri önemli değildir. Kendi kendisinin efendisi olduğu inancı, sınırlandırılmamış bir özgürlük anlayışının doğal sonucudur. Bu da kişilik bozukluğuna, narsizme sebebiyet vermekte[13], kişi farkında olmadan “narsist olmakta” ve “kendinde boğulmaktadır.”[14]

Özgürlük- şiddet denkleminde önemli parametrelerden biri de rıza kavramıdır. Batı’da gelişen ve yaygınlaşan şiddet felsefesinde ferdin, şiddet olarak kabul edilen bir güç, kuvvet ve enerji kullanımına veya olumsuzlama yapılmasına razı olması; o fiilin, mahiyeti ve muhtevası ne olursa olsun, şiddet olarak isimlendirilmesine, değerlendirilmesine, kabul edilmesine mâni olmaktadır.[15] Rıza varsa içinde baskı, güç, kuvvet ve enerji kullanımı olsa dahi, o eylem, tavır, tutum şiddet değildir; fakat rıza yoksa aynı eylem şiddettir.[16] 

Kadınların gönüllü olarak, rızaları ile yaptırdıkları, “güzellik ameliyatları”, “kozmetik implantlar”, “botos iğneleri”, batılılar tarafından şiddet olarak algılanmazken; Afrika toplumunda “bir klitoris sünneti uygulaması” şiddet olarak algılanmaktadır.

Dolayısıyla rıza kavramı, yapılan eyleme, ortaya konan tavra çok ciddi bir izafilik kazandırmaktadır.

Hem Rıza-Şiddet ilişkisi hem de İstanbul Sözleşmesi’nin oturtulduğu felsefi alt yapıyı görme açısından Sözleşme’nin 36. Maddesi, çok güzel bir örnektir. İstanbul Sözleşmesi’nin 36. Maddesine göre, rızaya dayanan her türlü cinsel ilişki, serbesttir, normaldir. İstanbul Sözleşmesi, zinayı ve fuhşu normal görmekte, yasaklanmasına karşı çıkmaktadır. İnanç, değer ve ahlak sisteminin, kültür ve medeniyet kodlarının tahrip edilmesi önemli değildir.

Bu noktada sorulması ve tartışılması gereken ana soru, rıza temelli böyle bir eylemi yapmanın; inanç, değer, ahlak sistemini, kültür ve medeniyet kodlarını savunan insanlar üzerinde meydana getireceği, küçümseyici, horlayıcı, olumsuzlaştırıcı, önemsemeyici, yıkıcı, ihlal edici, tahrip edici ve saldırgan etkisi ile şiddet arasında hiçbir bağlantı yok mudur?

Zina ve fuhşu meşru görüp icra edenlerin icraatlarının, zina ve fuhşu haram ve günah sayan bir insan unsuru üzerindeki etkisi ile şiddet arasında bir bağlantı yok mudur?

O nedenle İstanbul Sözleşmesi, inşa ettiği zihin, öngördüğü hayat tarzı ile iman edenler üzerinde sözlü, psikolojik ve kültürel şiddet uygulamanın hem aracı hem de kaynağıdır.

Bu mantığı, yaklaşım tarzını İstanbul Sözleşmesi’nin 38 ve 39. Maddelerinde çok rahat bir şekilde görebilmekteyiz. Rıza temelli olmak kaydıyla kadın sünneti, kürtaj ve kısırlaştırma serbesttir; aksi bir durum şiddettir.

Tıbbı bir gerekçe olmadan kürtaj ve kısırlaştırma, insanlığa ve insan neslinin geleceğine karşı işlenmiş bir suç değil midir? Çocukların bilerek, istenerek öldürülmesi bir suç değil midir? Bu anne karnındaki çocuğa uygulanan fiziksel şiddet, topluma, nesle ve bu eyleme karşı çıkanlara karşı uygulanan sözel, psikolojik, zihinsel ve kültürel bir şiddet değil midir?

O nedenle İstanbul Sözleşmesi, inşa ettiği zihin, öngördüğü hayat tarzı ile iman edenler üzerinde sözlü, psikolojik, zihinsel ve kültürel şiddet uygulamanın hem aracı hem de kaynağıdır.

Bir güç, kuvvet, enerji kullanımı, rızaya dayandığında şiddet olmaktan çıkarken; rızanın dışında ise şiddet olarak yorumlanmakta ve değerlendirilmektedir. Böyle bir durumda muhataplar arasında asla “arabuluculuk yapılamaz”, “barışmaları sağlanamaz”[17]Şiddeti bu şekilde inşa eden bir kültürel / felsefi yaklaşım, İstanbul Sözleşmesi’ne olduğu gibi yansımış ve sözleşmede her türlü arabuluculuk ve şikâyeti geri çekme yasaklanmıştır (Madde 48, madde 55, “6284 Sayılı Yasanın Uygulama Yönetmeliği Madde 35 – (3)).

Şiddet-Özgürlük denkleminde hem özgürlük hem de şiddet kavramının bünyesinde çok geniş bir izafilik alanı meydana getirilmiştir. Özellikle 21. asrın insanı, toplumu, ahlak sistemini, kültür ve medeniyet kodlarını, toplumun diğer bireylerini göz önüne almadan her şeyi yapabilme hakkını kendinde görecek tarzda bir şartlandırmaya tabi tutulmuştur.

Bu anlayışa göre “yapabilme sınır tanımaz”, “özgürlük zorlamanın karşıtıdır”, “özgür olmak zorlamalardan arınmış olmak demektir.” [18]

“Sonsuz özgürlük” için “sıfır şiddet” mantığının felsefi olarak inşa edilip nesillerin aldatılması, yanıltılması ve yanlış yönlendirilmesi söz konusudur. Algılanan şiddet eşiğinin düşmesi, bireyler arasında tolere edilebilecek davranışların bile şiddet olarak algılanmasına yol açmaktadır. Algılanan şiddet eşiğinin düşürülmesi, muhtemelen, şiddet olarak yorumlanan olayların sayısını arttırmakta, şiddet olarak yorumlanan davranışlara karşı aşırı duyarlılık meydana getirmektedir.

İstanbul Sözleşmesi, böylesi tehlikeli felsefi yaklaşım üzerinde oturtularak tüm dünya insanlığının küresel sermaye tarafından köleleştirilip sömürülmesini; farklı inanç, kültür ve medeniyet, ahlak değerlerinin tasfiye edilmesini, “kökünün kazınmasını” istemektedir. O nedenle İstanbul Sözleşmesi asimilasyoncu kültürel bir şiddet hareketidir.

Yukarıda şiddetle ilgili ortaya konan çerçeveyi göz önüne alarak şimdi İslam’da şiddet kavramının kapsam alanını ele alıp değerlendirebiliriz.

NOT: Makalenin tamamına Umran Dergisi Kasım/2020 sayısından hemen ulaşabilirsiniz...​


[1] Tirmizî, Tefsir, (2991).

[2] Can, B., Bir İfsad Hareketi Olarak Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi-9: İstanbul Sözleşmesindeki Şiddetin Felsefi Arka Planı, Eylül 2020 Umran.

[3] Can, B., Bir İfsad Hareketi Olarak Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi-9: İstanbul Sözleşmesindeki Şiddetin Felsefi Arka Planı, Eylül 2020 Umran.

[4] Celal Türer, Şiddetin Neliği ve Kavramsal çerçevesi, Şiddet Karşısında İslam, DİB Yayınları, Ankara 2015, S: 13-29.

[5] Sadık Kılıç, Kur’an’a Göre Şiddetin Semantik Alan Tahlili ve Düşünceye Yansımaları, DİB Yayınları, Ankara 2015, S: 175-245.

[6] Celal Türer, Şiddetin Neliği ve Kavramsal çerçevesi, Şiddet Karşısında İslam, DİB Yayınları, Ankara 2015, S: 13-29.

[7] Celal Türer, Şiddetin Neliği ve Kavramsal çerçevesi, Şiddet Karşısında İslam, DİB Yayınları, Ankara 2015, S: 13-29.

[8] Celal Türer, Şiddetin Neliği ve Kavramsal çerçevesi, Şiddet Karşısında İslam, DİB Yayınları, Ankara 2015, S: 13-29.

[9]  Celalettin Vatandaş, Aile ve Şiddet, Türkiye’de Eşler Arası Şiddet, Afyon Kocatepe Üniversitesi, Afyon, 2003, S: 4-18.

[10]Byung- Chul Han: Şiddetin Topolojisi, Metis yayınları, İstanbul, 2017, S: 49-50.

[11]Byung- Chul Han: Şiddetin Topolojisi, Metis yayınları, İstanbul, 2017, S: 18.

[12]Byung- Chul Han: Şiddetin Topolojisi, Metis yayınları, İstanbul, 2017, S: 46.

[13] Nevzat Tarhan, Şiddetin Psikososyopolitik Boyutu, DİB Yayınları, Ankara 2015, S 77-132.

[14]Byung- Chul Han: Şiddetin Topolojisi, Metis Yayınları, İstanbul, 2017, S: 36-37.

[15]Byung- Chul Han: Şiddetin Topolojisi, Metis yayınları, İstanbul, 2017, S: 71.

[16]Byung- Chul Han: Şiddetin Topolojisi, Metis yayınları, İstanbul, 2017, S: 86.

[17]Byung- Chul Han: Şiddetin Topolojisi, Metis yayınları, İstanbul, 2017, S: 86.

[18] Byung- Chul Han: Psikopolitika, Neoliberalizm ve Yeni İktidar Teknikleri, Metis yayınları, İstanbul, 2017, S: 11-13.

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...