1.GİRİŞ
Karşılaştığımız her türlü soruya ve sorunlara cevap ararken
öncelikle varlık nedenimizi (misyon) ve gayemizi
(vizyon) göz önüne almalıyız. Hangi değer sisteminin, hangi kültür ve
medeniyetin insanı olduğumuzu düşünmemiz gerekir. Değer sistemimiz, kültür ve
medeniyet kodlarımız ve ahlak sistemimiz bize yol gösterir, neyi yapıp neyi
yapmamamız gerektiğini söyler.
Değer sistemlerinin ortaya çıkışında iki temel yaklaşım,
tez, teori söz konusudur:
1. Yaratılış, 2. Tesadüfen meydana gelme ya da 1.
Dinî, 2. Felsefî yaklaşım
Genel olarak bu yaklaşımlar, kendi içlerinde farklı ekoller,
yapılar, alt gruplar ve akımlar olarak şekillenmiştir. Yanı her biri, güneşin
yedi renginde olduğu gibi bir yelpazeye / spektruma sahiptir. Bunların
ayrıntılı tartışılma zemini burası değildir. Ancak sorulan sorulara verilecek
cevaplar, bu yol ayırımına gelip dayanmaktadır.
Sürekli kullanılan “Türkiye’de halkın %95’i
Müslümandır.” genel hükmünü referans aldığımızda, Müslüman olanla
olmayanın; ya da farklı inanç sistemlerine sahip olanların soru ve sorunlara
verecekleri cevaplar farklı olacaktır.
Toplumsal Cinsiyet Eşitliğini merkeze alan, İstanbul
Sözleşmesi’ni ve İstanbul Sözleşmesi’nin temel dayanağı olan “şiddet”
kavramını, bu genel yapı içerisinde değerlendirmek gerekmektedir.
Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ve 2011 İstanbul Sözleşmesi
referans alınarak hazırlanan 6284 sayılı Aileyi Koruma(!) Yasası, 5237 sayılı
Türk Ceza Kanunu ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu sadece birer hukuki
metin olarak değerlendirilemez. Hukuk sisteminin, sosyolojik,
psikolojik, ahlaki, değer sistemi ve kültür medeniyet kodları üzerinde ciddi
etkileri söz konusudur.
Tüm bu yasa ve uygulama yönetmeliklerinde kullanılan
dil, kavramlara yüklenen anlamlar, kavramlara yapılan vurgular, bir psikolojik
savaş mantığının ürünüdür, çoğu bizim değer sistemimizle, kimliğimizle
ve Umran (kültür ve medeniyet) kodlarımızla uyumlu değildir; çok ciddi ve köklü
zihinsel bir değişim amaçlanmaktadır.
O nedenle hukuk metni olarak İstanbul Sözleşmesi’nin
amacına, kullandığı kavramlara, neden olacağı sosyolojik, psikolojik, ahlaki ve
değer sistemi boyutlarına bir bütün olarak bakmamız, kendi kültür ve medeniyet
kodlarımıza göre değerlendirmemiz ve var olan sorunlara, kendi kültür ve
medeniyet kodlarımıza göre çözüm getirmemiz gerekmektedir.
Burada Toplumsal Cinsiyet Eşitliği projesi, İstanbul
Sözleşmesi ve bunları referans alarak hazırlanan yasalarda var olan şiddet
kavramı Kur’an ve Sünnet çerçevesinde ele alınıp değerlendirilecektir.
Şiddet ile ilgili Kur’an’da geçen kavramların çok oluşu hem sorunun çok farklı boyutlarının hem de İslam’ın bu konudaki hassasiyetinin bir göstergesi olarak görülmelidir.
2. İSLÂM’DA ŞİDDET KAVRAMININ İYİ ANLAŞILABİLMESİ
İÇİN İKİ ANA KONU
Şiddet konusunun çok iyi anlaşılabilmesi için iki konunun
anlaşılması gerekir:
- İnsanın
yaratılış sonrasında İblisin isyanı ve Cennette İblis ile Hz. Âdem
arasında vuku bulan mücadele,
- İnsan
bünyesinde var olan ve birbiri ile sürekli çatışan “heva” ve “fıtrat”
yapısı.
Son derece kapsamlı olan bu iki konu hakkında burada sadece
bir kesit sunulacaktır.
2.1. İblis Şiddetin Kaynağıdır
Yaratılış tezine inananların hayatın, kâinatın
ve insanın yaratılışındaki gayeyi görmeleri, ona göre düşünüp davranmaları,
insan ve toplumun yaşam tarzını ona göre şekillendirmeleri gerekmektedir. Şiddet,
yaratılış tezine göre, bizim inanç sistemimize göre, “İblisin Allah’a
isyan etmesi”, “kıyamete kadar yaşama izni alması” sonrasında “insan nesline
savaş ilanı olan yeminiyle” beraber ortaya çıkmıştır.
Kur’an’ı Kerim’de yaklaşık 15 ayrı surede, Hz. Âdem ile
eşinin yaratılması ve İblisin onlara savaş açmasının üzerinde durulmasının özel
bir anlamı ve mesajı vardır. Hz. Âdem’in yaratılışı sonrasında Allah’ın “saygı
ve üstünlük bağlamında”, davranış olarak melekler olan topluluğa (nurdan
yaratılmış melekler ve nardan yaratılmış cinler), topraktan
yaratılmış Hz. Âdem’e secde etmelerini emrettiğinde, “İblis hariç melekler
topluluğunun hepsi secde etmişlerdir.” İblis secde etmeyerek Allah’ın emrine
karşı gelmiş ve isyan etmiştir. İnsanlık tarihi, bu olayla şekillenmeye
başlamıştır. İblisin kıyamete kadar yaşama izni istemesi ve bu iznin de
kendisine verilmesi sonucunda İblis, Hz. Âdem’e ve onun izinde olanlara sınırsız
ve topyekûn bir savaş ilan etmiştir (2/30-39; 7/11-31; 15/26-48;
17/61-65; 18/50; 20/115-127; 23/12; 32/7; 35/11; 37/11; 38/71-85; 40/67; 53/32;
55/14-15; 71/19). Bu savaş ilanından sonra tarih şekillenmiş ve birbirinin
zıddı olan ve fakat her biri kendi içerisinde farklı renkler ihtiva eden ikili
bir genel yapı, hak-batıl şeklinde ikili değer sistemi ortaya
çıkmıştır (2/42, 119; 3/3; 4/105, 171; 6/57; 7/8, 43; 8/7; 9/33; 10/32, 55, 82;
21/24; 23/ 71; 31/33; 43/78; 48/28; 53/28; 103/3).
İblisin Hz. Âdem ile eşine uyguladığı sözel ve psikolojik
şiddetin sonucu, Hz. Âdem ile eşi Allah’ın kendilerine tayın ettiği hukuk
sistemini ihlal etmişlerdir. Bu hukuk ihlalinin sonucu da Hz. Âdem ile eşi
vazedilen hukuku ihlal ettikleri için “zalim olarak
nitelendirilerek” (2/30-39) Cennetten çıkarılıp yeryüzüne
gönderilmişlerdir.
İblis, Allah’ın secde et emrine karşı gelerek zalim
olmuştur. Allah’tan, “Kıyamete kadar yaşama izni istemiş” ve bu “izin
kendisine verilince”, Hz. Âdem ve soyuna kıyamete kadar savaş ilanı yaptığını
beyan etmiştir. Allah, İblisin bu savaş ilanına karşılık insanları uyarmak, doğru
yola sevk etmek için hidayetçiler, peygamberler, resuller göndereceğini,
bunlara tabı olanların kurtuluşa ereceklerini; tabi olmayıp isyan edenlerin ise
helak olacaklarını bildirmiştir (2/38, 39).
Hz. Âdem ile İblis arasında Cennette başlayan mücadele Hz.
Âdem ile eşinin yeryüzüne gönderilmesi ile son bulmamış; İblis, Hz. Âdem’in tüm
neslini, Allah’ın yolundan saptıracağına dair yemin ederek sınırsız ve
topyekûn bir savaş ilanı yaparak şiddetin her türünü insanlık tarihine
sokmuştur:
“(İblis)Dedi ki: «Madem öyle, beni azdırdığından dolayı
onları (insanları saptırmak) için Mutlaka senin dosdoğru yolunda pusu kurup
oturacağım.
Sonra da onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve
sollarından kendilerine sokulacağım. Onların çoğunu şükrediciler
bulmayacaksın.” (7 Araf 16, 17)
“(İblis)Dedi ki: «Rabbim, beni kışkırttığın şeye karşılık
ant olsun ben de yeryüzünde onlara, (sana başkaldırmayı ve dünya tutkularını)
süsleyip-çekici göstereceğim ve onların tümünü mutlaka kışkırtıp-saptıracağım.»
«Ancak onlardan muhlis olan kulların müstesna.»” (15 Hicr
39-40)
“«Onlardan güç yetirdiklerini sesinle sarsıntıya
uğrat, atlıların ve yayalarınla onların üstüne yaygarayı kopar, mallarda ve
çocuklarda onlara ortak ol ve onlara çeşitli vaatlerde bulun.» Şeytan, onlara
aldatmadan başka bir şey vadetmez.” (17 Isra 64)
2.2. İnsanda Savaşan İki Yapı: Fıtrat ve Heva
Şiddetin daha iyi ve gerçekçi bir analizinin yapılabilmesi
için insan bünyesinde var olan ve sürekli olarak birbiri ile çatışan iki zıt
yapının, “Fıtrat ve Heva” varlığının ve etkileşimlerinin göz önüne
alınması gerekmektedir:
“Doğrusu, biz insanı en güzel bir biçimde
yarattık. Sonra da aşağıların aşağısına çevirdik.” (95 İnşirah
4-5)
“Nefse ve ona 'bir düzen içinde biçim verene, ‘Sonra
ona fücurunu ve ondan sakınmayı ilham edene (ant olsun).
Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur. Ve
onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır.”
(91 Şems 7-10)
Heva cephesi şiddetin ana kaynağı, rehberi ve yönlendiricisidir.
O nedenle insandaki heva cephesinin bazı temel özellikleri, şiddetin boyutu ve
kaynağı konusunda bize fikir verebileceğinden aşağıda özetlenmiştir:
“İnsan, 'bencil ve haris' olarak yaratılmıştır.”
(70/19-21); “İnsanda ölümsüzlük arzusu, isteği özlemi vardır.” (26 Şuarâ 129; 7
A'raf 121, 123; 104 Hümeze 1-3); “İnsan aceleci, sabırsızdır.” (21/37; 27/ 46);
“İnsan kuruntu sahibidir.” (4/118-119; 22/52); “İnsan cimridir.” (17/100;
47/36-38; 70/19-21); “İnsan nankördür, şımarıktır, kibirlidir.” (11/9-11; 17/67-70;
22/11, 65-66; 41/49-50; 10/12; 14/34; 16/4,70-72; 30/33-42; 33/49-51; 42/48;
43/15; 55/1-78; 70/20-21; 80/17-24; 89/15, 16; 100/6, 7); “İnsan şükürsüzdür.”
(7/10; 12/38; 10/21-24; 12/33-40 (38); 16/78; 27/67-73; 32/7-9; 40/61;
41/49-51); “İnsan kibirlidir.” (16/29; 27/14); “İnsan dedikoducu, gıybetçidir.”
(4/83; 24/10-20); “Tartışmacıdır.” (18/54; 22/3, 8 -10; 31/6, 8, 20; 3/65, 66,
61, 20; 6/80; 2/139); “Ahdine sadık olmayan, vefasızdır.” (2/177; 8/55-56;
13/25; 16/91-93; 17/34; 23/8; 33/15; 70/33); “İnkarcıdır” (10/21; 11/17;
12/103; 13/1; 17/89; 19/66-67; 21/1-3,24; 30/8; 5/49; 17/89; 30/89, 8); “Gaflet
içerisindedir.” (21/1-3; 23/53-54); “Tuzak kurucu, entrikacıdır.” (10/21);
“Oyun-eğlence peşinde koşandır.” (21/1-3; 31/6; 49/11; 104/1-9); “Vesvesecidir.”
(114/1-3; 7/199-201); “Zalimdir.” (14/34; 16/61; 10/44; 13/6); “Saldırgandır.”
“Bozguncu, kan dökücüdür.” (2/30; 33/72); “Aşırı mal tutkunudur.” (3/152-153;
8/47; 17/16; 100/6-11; 38/23-24; 70/17-18; 89/17-20; 102/1-2); “Müstağnidir.”
(42/27; 43/23, 33-35; 90/4-18); “Bölücüdür.” (23/53-54); “Doyumsuzdur.”
(41/49-51); “Yese düşer, umutsuz”, “tezat içerisindedir.” (41/49-51);
“Helal-Haram tanımayandır” (89/17-20); “Müsriftir” (90/4-16); “Zora
gelmeyendir.”, “Rahatına düşkündür.” (90/4-16); “Fücur sahibidir.” (75/3-6;
91/8); “Hasetçidir, bağy edendir.” (113/1-5; 2/113; 3/19; 42/14; 45/17; 2/109;
4/54); “Hüsrandadır.” (103/1); “İnsan Kıskançtır.” (4/128); “Kindardır.” (5/ 2,
8; 59/9, 10); “Fasık-fesatçıdır.” (5/49; 2/213; 10/23; 96/5, 6); “Cahildır.” (12/21,
40, 68; 21/24; 16/38, 39, 74; 22/3, 8; 30/6, 7, 30; 39/49; 45/26); “Hevasını
ilah edinendir.” (25/43; 45/18, 23; 47/16-18)
Bunun tam zıddı özellikler ise fıtrat cephesinde vardır.
Bilgisayar üzerinde virüs ve anti virüsün hakimiyet
mücadelesi vermesi gibi bu iki zıt yapı da insan üzerinde sürekli
olarak hakimiyet kurma mücadelesi verir. Fıtrat yapısı insanı hep iyiye ve
güzele götürmek isterken; heva yapısı insanı hep kötülüğe, çirkinliğe sevk
etmek ister. İnsan bu iki zıt kuvvetin bileşkesine göre bir yön ve istikamet
tutar[1]:
507 -"Resûlullah (sav.):
"Şeytan da, melek de insanoğluna sokularak onun
kalbine birtakım şeyler atarlar.
Şeytanın işi kötülüğe çağırmak, sonu fena ve zararlı
olan şeylere teşvik etmek ve hakkı yalanlamak, haktan uzaklaştırmaktır.
Meleğin işi hak ve hayra, iyiliğe çağırmak ve
kötülükten uzaklaştırmaktır.
Kim içinde hakka, hayra, iyiliğe çağıran bir ses duyarsa
bilsin ki
bu Allah'tandır ve hemen Allah-u Teala'ya hamt etsin.
Kim de içinde şerr ve inkâra çağıran bir fısıltı
duyarsa
ondan uzaklaşsın ve hemen şeytandan Allah'a sığınsın.”
Resûlullah (sav.) bu sözlerine şu meâldeki âyeti
ekledi:
"Şeytan sizi fakir olacaksınız diye korkutur,
size cimriliği emreder." (Bakara 268) Tirmizî, Tefsir,
(2991).
İnsanın tutacağı yol, Allah ve Ahiret gününe imanla alakalı
bir konudur. Akaidine, değer sistemine, kültür ve medeniyet kodlarına bağlı
olarak, hak ya da batılı tercih edecektir. Ya Allah’ın dosdoğru yolunda
ilerleyip cennete giderek gerçekten kuruluşa erenlerden olacak ya da İblis’in
yolunda ilerleyerek cehenneme ulaşıp gerçek hüsrana uğrayanlardan olacaktır.
Şiddet konusuna bu pencereden, bu zaviyeden
bakılmadığı sürece soruna çözüm getirmek mümkün değildir. Aranacak her çözüm
ilahi yasalara, yaradılışın kanuniyetlerine uygun olmak zorundadır. Mesele bir
bütün olarak ele alınmalı, parçalanmamalıdır. Tarih boyu zehirin bal ile
karıştırılıp sunulduğu göz ardı edilmemelidir.
3- ŞİDDET KAVRAMININ YAPISI VE TEMEL UNSURLARI
Tarihi süreç içerisinde şiddet olgusu göz önüne alındığında
son derece karmaşık bir alt yapısı ve ilişki zinciri vardır. Bunun için
öncelikle yapmamız gereken, şiddet kavramının anlam alanını (semantik alan) ve
ilişki içerisinde olduğu diğer anahtar kavramların neler olduğunu ortaya
koymaktır. Bu yazı serisinin daha iyi anlaşılabilmesi için konunun, daha önce
genişçe anlatıldığı için[2],[3], bir özetinin yapılmasında fayda vardır.
Gerek yapılan tanımlamalar ve gerekse bilimsel / felsefi
yaklaşımlar göz önüne alındığında şiddet kavramında “fail”, “mağdur”, “güç”,
“kuvvet”, “ihlal”, “olumsuzlama”, “saldırganlık”, “öteki”/“ötekileştirme”,
“izafilik”, “ıslah”, “inşa”, “rıza”, “özgürlük”, “cezalandırma”,
“ödüllendirme”, “muhteva” ve “niyet” kavramlarının,
değişik gruplamalar yapılmış olsa bile, şiddetin ortak paydası olduğu
söylenebilir.[4],[5] Bilimsel çalışmalarda ve felsefi ekollerde, bu ortak
paydaların bir kısmı göz önüne alınarak değişik analizler yapılmış, farklı
görüşler ortaya konulmuştur.
Tanımlar içerisinde yer alan “güç”, “kuvvet”,
“enerji”, amaçları / hedefleri gerçekleştirme, yapabilme halidir,
imkânıdır. Bu noktada temel soru; “Her kuvvet ve güç kullanımı şiddet
midir ve olumsuz mudur? Hangi eylem ve tavırlardaki güç ve kuvvet kullanımı
şiddet kavramının kapsamına girmektedir ve olumsuzdur?”
Bu soruların cevaplandırılmasında amacın, niyetin ne
olduğu sorusu önem kazanmaktadır. Bu aşamada olumluluk ifade eden ıslah
ve inşa kavramları göz önüne alınmalıdır. Bir amacı, hedefi
gerçekleştirmek için ıslah ve inşa amacı taşımayan güç, kuvvet
ve enerji, şiddeti doğurur; sistemi, yapıyı bozar, parçalar, tahrip eder ve
yıkar. Bu aşamada da değer sistemi, kültür ve medeniyet kodları ve ahlak
sistemi devreye girer, önemli olur. O nedenle güç, kuvvet ve enerjinin kullanım
amacı, hedefi, niyeti ve yapma şekli sorgulanmalıdır.
Şiddet kavramının bileşenlerinden olan “ihlal” kelimesinin
sözlük anlamı, “yıkmak, bozmak, incitmek, zarar vermek”tir.[6] Bu anlam alanına bakıldığında ihlal de güç,
kuvvet ve enerjinin yıkım amaçlı olarak kullanıldığı söylenebilir. Bunda niyet,
ıslah etmek, inşa etmek ve olumlu bir sonuç elde etmek değildir. Bu
bağlamda “şiddet, bir hak ve adalet ihlali” olarak görülebilir. Hak
ve adalet ihlali olarak şiddet tanımlandığında, kişinin vücuduna
yönelik ve saygınlığına, kişiliğine yönelik olmak üzere iki boyut öne
çıkar. Ancak hak ve adalet kavramları konusunda evrensel bir
anlaşma bulunmamakta, dine, felsefeye ve kültür ve medeniyete bağlı olarak
kapsam alanı değişmektedir. Hak kavramının hangi açıdan, hangi
bilgi kaynakları göz önüne alınarak değerlendirileceği önemli bir sorundur.
İnanç sistemlerine, kültür ve medeniyet kodlarına bağlı olarak değişir.
Dolayısıyla izafi bir alandır. Ortaya konan teoriler, ihlalin
sınırlarını belirleyememektedir.
“Şiddet”in olumsuzlama boyutu, “Birinin bir
başkasını olumsuzlaması hem bir ‘sınır ihlali, sınır çiğnemesi’ hem de ötekileştirme yapmak”
demektir. Olumsuzlamanın, hem fiziksel güç / kuvvet boyutu hem de saygı gören
bir özne olmaktan çıkarma (saygısızlaştırma) / ötekileştirme boyutu vardır. Ötekileştirmenin derecesine,
boyutuna bağlı olarak “muhatap, ortadan kaldırılabilecek bir nesne haline
dönüştürülebilir.” Bu durumda “olumsuzlama olarak şiddet”, güç ve kuvvet
kullanarak fiziksel şiddete veya “aşağılama, hor görme bağlamında ise,
psikolojik şiddete / tahribata vücut verebilir.[7]
“Şiddet yanlış yönlendirilmiş, yıkıcı ve zararlı bir güç
olarak da tanımlanmaktadır.[8] Bu tanımlamaya göre güç ve kuvvet kullanılan
bir eylemin, şiddet olarak kabul edilmesi için, “yanlış yönlendirmenin” olması, “yıkıcı
ve zararlı” olması gerekir. Yanlış yönlendirmenin, niyet ile
ilgisi olduğunu göz önüne aldığımızda, niyetin varlığına bağlı olarak
kullanılan güç ve kuvveti, şiddetin kapsam alanına dâhil edebilir de
edilmeyebilir de. Tam bu noktada, “ıslah” ve “inşa” kavramları
devreye girer. Güç, kuvvet kullanımı, yıkım, zarar verme, tahrip etme niyetli /
amaçlı olabildiği gibi ıslah etme niyetli/amaçlı olabilir. Dolayısıyla güç,
kuvvet ve enerjinin kullanım amacına, niyetine bağlı olarak sonuçlar ya olumlu
ya da olumsuz olabilir.
Psikoloji ve Sosyal psikolojide şiddetin (violence) kökeni
olarak canlılardaki “saldırganlık” (aggression), içgüdüsü
kabul edilmektedir. “Saldırganlık”, zarar verme,
yıkma ve tahrip etme özelliği olan bir davranış olarak “şiddetin temelini
oluştururken, şiddet ise saldırganlığın uygulamaya dönüşmüş kısmını ifade
etmektedir.” [9]
Kuvvet / güç / enerjinin kullanımı ve saldırganlık, “niyete”,
“ıslaha”, “inşaya” ve “olumlulama – olumsuzlama” eksenlerine bağlı
olarak anlam kazanmaktadır. O nedenle bir fiil ya da tavrın, şiddet olup
olmadığına bu faktörler göz önüne alınarak karar verilmelidir. Bir diş
hekiminin hastasının dişlerini tedavi ederken kullandığı güç, kuvvet ve enerji,
niyet, ıslah, inşa ve olumluluk boyutları göz önüne alınmadığı takdirde şiddet
olarak yorumlanabilir. Hakeza ameliyatlar için de bu değerlendirme geçerlidir.
Dinamit yol açmak için kullanıldığında, gerçekleştirilen eylem, şiddet olarak
değerlendirilemez; insanları öldürmek amaçlı kullanıldığında ise eylem, bir
şiddet eylemidir. Kastı olarak birine çarpmak şiddet / saldırganlık iken,
dalgınlıkla çarpmak şiddet / saldırganlık değildir. Bir futbol maçında rakip
futbolcunun oyununu bozmak için ayağına kastı olarak vurmak şiddet /
saldırganlık iken; ayağından topu almaya çalışırken gerçekleşen ayağa vurma hareketi
şiddet / saldırganlık değildir. Bu ve buna benzer örnekler, şiddet /
saldırganlık kavramının izafilik boyutunun var olduğunu
göstermektedir.
Bir toplumun, bir inanç sisteminin, bir kültür ve
medeniyetin şiddet olarak gördüğü bir eylem, başka bir coğrafyada, bir
toplumda, inanç sisteminde, kültür ve medeniyette şiddet olarak görülmeyebilir. Bugün
Laik, Seküler Batı Kültür – Medeniyetinde şiddet olarak görülen pek çok
davranış, tavır ve tutum, doğu toplumlarında, İslâm dünyasında şiddet olarak
kabul edilmemektedir. İspanyollarda Boks, şiddet olarak
görülüp değerlendirilirken Boğa Güreşleri şiddet olarak
değerlendirilmemektedir. Et yedikleri halde İslam’daki “Kurban
ibadetini hayvanlara yönelik şiddet” olarak gören, değerlendiren
insanlar mevcuttur.
Bir güç, kuvvet, enerji kullanımı, olumsuzlama,
yapıldığı yere, zamana, kimin yaptığına ve neden yaptığına bağlı olarak şiddet
/ saldırganlık olarak veya olmayarak değerlendirilmelidir. Bu nedenle her güç,
kuvvet, enerji kullanımı ve olumsuzlama, şiddet olarak kabul edilemez ve
değerlendirilemez.
Postmodern dönemde laik ve seküler Batı dünyasında ahlaka
savaş açıldığı için ahlakın öngördüğü bir müeyyideyi uygulamak, şiddet olarak
algılanmakta, yorumlanmakta ve değerlendirilmektedir. Eşcinsellikle, zina ile
ilgili Kur’an ayetlerinde var olan kınama, şiddet olarak kabul edilip tepki
verilmektedir. Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın Ramazan’ın ilk cuma
hutbesinde eşcinsellikle ilgili Kur’an ayetine atıfta bulunarak “eşcinselliğin
lanetlenmiş” olduğunu söylemesi ile bazı baroların başlattığı
kampanya, bunun en güzel örneğidir.
Güç / kuvvet / enerji kullanımı ile niyet,
olumlulama - olumsuzlama, ihlal, ıslah, inşa arasındaki
ilişki, ahlak kavramını, inanç sistemini, kültür ve medeniyet kodlarını
otomatik olarak devreye sokar. Ahlak sistemi, yanlışlıklara,
kötülüklere karşı insanları ve toplumu koruyan, fiziksel güç içermeyen bir
müeyyideler sistemidir. Ahlak sisteminin kullandığı güç / enerji /
kuvvet yıkıcı değil yapıcıdır, ıslah edicidir. Sözel ve psikolojik yaptırım
gücüdür. Şiddet olarak vasıflandırılamaz. O nedenle her güç, kuvvet kullanımı
şiddet değildir. Aksi takdirde ne ahlak sistemi ne inanç sistemi ne de hukuk
sistemi ortada kalır.
Bir toplumda ahlaksızlık olarak değerlendirilen herhangi bir
eylemi icra edene karşı verilen tepki, tepki verenler açısından yapılan iş,
şiddet olarak değerlendirilemez. Çünkü niyet, toplumsal yapıyı, değer
sistemini, ahlak sistemini, kültür ve medeniyet kodlarını korumaktır. Bizim
kültür ve medeniyet kodlarımıza göre ahlakı müeyyide uygulamak, şiddet olarak
kabul edilmez, edilemez.
Kötü niyetli, ıslah edici / düzeltici olmayan güç
kullanımı, varlığın, düzenin yozlaşmasına sebebiyet verirken; ıslaha dayalı güç
kullanımı, düzeni ve varlığı korur. Dolayısıyla güç, kuvvet ve enerji
kullanımı, niyete ve olumlu-olumsuzluğa, ıslah ve inşa amaçlı olup olmamasına
bağlı olarak şiddetin kapsam alanına girer.
Bütün bunlar, şiddet kavramı bünyesinde izafilik
özelliğinin ne denli güçlü olduğunu ortaya koymaktadır.
Gelinen noktada felsefi olarak özgürlük kavramı,
ötekinin önemsenmediği hatta ötekinin olmadığı, bireyselleşme merkezli
bir dünya inşasına yönelmiştir. Bu yaklaşımın sonucu toplumsal yaşam dışlanmış,
toplum yığın haline indirgenmiş ve önemsiz bir varlık olmuştur[10]. İstanbul Sözleşmesi’nin birçok maddesinde toplumsal kimliğin
ve kültürel değerlerin aşağılanmasının sebebi, böyle bir yaklaşımın sonucudur.
Toplumsal kimlik, kültür ve medeniyet kodları, ahlak, önemsizleştirilip itibar
kaybına uğratılınca, özgürlüğün serbestlik alanı son derece genişletilmiştir.
Bu yaklaşımın doğal sonucu, fert, yaptığı ya da yapmak istediği her şeyi kendi
hakkı ve özgürlüğü olarak görmektedir. Şiddetin bu yapısal dönüşümü, tatminsiz
bir insan unsuru inşa ederek insanın içten içe çürümesine sebebiyet vermektedir[11]. Dışta ötekinin olmadığı, yok sayıldığı bir dünyada öteki,
insanın içini kemiren, insanın içinde var olan bir virüs olarak ortaya
çıkarmaktadır. Böylece insanda, kendi kendine şiddet uygulayan ve fakat
kendini özgür sanan bir ruh hali oluşmaktadır[12]. Böyle bir zihnin oluşmasının sebebi, “insanın
başarıya ve performansa odaklı olmaya” şartlandırılmış olmasıdır.
Bu yaklaşım tarzında, itaat yoktur, din, ahlak ve yasalar önemli değildir. “Önemli
olan özgürlüktür”, “keyif almaktır” ve “bireysel eğilimlerin gerçekleşmesidir”. Düşünce
dünyasında öteki yoktur, onun emir ve yönlendirmeleri önemli değildir. Kendi
kendisinin efendisi olduğu inancı, sınırlandırılmamış bir özgürlük anlayışının
doğal sonucudur. Bu da kişilik bozukluğuna, narsizme sebebiyet
vermekte[13], kişi farkında olmadan “narsist olmakta” ve “kendinde
boğulmaktadır.”[14]
Özgürlük- şiddet denkleminde önemli
parametrelerden biri de rıza kavramıdır. Batı’da gelişen ve
yaygınlaşan şiddet felsefesinde ferdin, şiddet olarak kabul edilen bir güç,
kuvvet ve enerji kullanımına veya olumsuzlama yapılmasına razı olması;
o fiilin, mahiyeti ve muhtevası ne olursa olsun, şiddet olarak
isimlendirilmesine, değerlendirilmesine, kabul edilmesine mâni olmaktadır.[15] Rıza varsa içinde baskı, güç, kuvvet ve enerji kullanımı
olsa dahi, o eylem, tavır, tutum şiddet değildir; fakat rıza yoksa aynı eylem
şiddettir.[16]
Kadınların gönüllü olarak, rızaları ile yaptırdıkları,
“güzellik ameliyatları”, “kozmetik implantlar”, “botos iğneleri”, batılılar
tarafından şiddet olarak algılanmazken; Afrika toplumunda “bir klitoris sünneti
uygulaması” şiddet olarak algılanmaktadır.
Dolayısıyla rıza kavramı, yapılan eyleme,
ortaya konan tavra çok ciddi bir izafilik kazandırmaktadır.
Hem Rıza-Şiddet ilişkisi hem de İstanbul Sözleşmesi’nin
oturtulduğu felsefi alt yapıyı görme açısından Sözleşme’nin 36. Maddesi, çok
güzel bir örnektir. İstanbul Sözleşmesi’nin 36. Maddesine göre, rızaya dayanan
her türlü cinsel ilişki, serbesttir, normaldir. İstanbul Sözleşmesi, zinayı ve
fuhşu normal görmekte, yasaklanmasına karşı çıkmaktadır. İnanç, değer ve ahlak
sisteminin, kültür ve medeniyet kodlarının tahrip edilmesi önemli değildir.
Bu noktada sorulması ve tartışılması gereken ana soru, rıza
temelli böyle bir eylemi yapmanın; inanç, değer, ahlak sistemini, kültür ve
medeniyet kodlarını savunan insanlar üzerinde meydana getireceği, küçümseyici,
horlayıcı, olumsuzlaştırıcı, önemsemeyici, yıkıcı, ihlal edici, tahrip edici ve
saldırgan etkisi ile şiddet arasında hiçbir bağlantı yok mudur?
Zina ve fuhşu meşru görüp icra edenlerin icraatlarının,
zina ve fuhşu haram ve günah sayan bir insan unsuru üzerindeki etkisi ile
şiddet arasında bir bağlantı yok mudur?
O nedenle İstanbul Sözleşmesi, inşa ettiği zihin,
öngördüğü hayat tarzı ile iman edenler üzerinde sözlü, psikolojik ve kültürel
şiddet uygulamanın hem aracı hem de kaynağıdır.
Bu mantığı, yaklaşım tarzını İstanbul Sözleşmesi’nin 38 ve
39. Maddelerinde çok rahat bir şekilde görebilmekteyiz. Rıza temelli olmak
kaydıyla kadın sünneti, kürtaj ve kısırlaştırma serbesttir; aksi bir durum şiddettir.
Tıbbı bir gerekçe olmadan kürtaj ve kısırlaştırma, insanlığa
ve insan neslinin geleceğine karşı işlenmiş bir suç değil midir? Çocukların
bilerek, istenerek öldürülmesi bir suç değil midir? Bu anne karnındaki çocuğa
uygulanan fiziksel şiddet, topluma, nesle ve bu eyleme karşı çıkanlara karşı
uygulanan sözel, psikolojik, zihinsel ve kültürel bir şiddet değil midir?
O nedenle İstanbul Sözleşmesi, inşa ettiği zihin,
öngördüğü hayat tarzı ile iman edenler üzerinde sözlü, psikolojik, zihinsel ve
kültürel şiddet uygulamanın hem aracı hem de kaynağıdır.
Bir güç, kuvvet, enerji kullanımı, rızaya dayandığında
şiddet olmaktan çıkarken; rızanın dışında ise şiddet olarak yorumlanmakta ve
değerlendirilmektedir. Böyle bir durumda muhataplar arasında asla
“arabuluculuk yapılamaz”, “barışmaları sağlanamaz”[17]. Şiddeti bu şekilde inşa eden bir kültürel / felsefi
yaklaşım, İstanbul Sözleşmesi’ne olduğu gibi yansımış ve sözleşmede her türlü
arabuluculuk ve şikâyeti geri çekme yasaklanmıştır (Madde 48, madde 55, “6284
Sayılı Yasanın Uygulama Yönetmeliği Madde 35 – (3)).
Şiddet-Özgürlük denkleminde hem özgürlük hem de şiddet
kavramının bünyesinde çok geniş bir izafilik alanı meydana getirilmiştir.
Özellikle 21. asrın insanı, toplumu, ahlak sistemini, kültür ve medeniyet
kodlarını, toplumun diğer bireylerini göz önüne almadan her şeyi yapabilme
hakkını kendinde görecek tarzda bir şartlandırmaya tabi tutulmuştur.
Bu anlayışa göre “yapabilme sınır tanımaz”, “özgürlük
zorlamanın karşıtıdır”, “özgür olmak zorlamalardan arınmış olmak demektir.” [18]
“Sonsuz özgürlük” için “sıfır şiddet” mantığının
felsefi olarak inşa edilip nesillerin aldatılması, yanıltılması ve yanlış
yönlendirilmesi söz konusudur. Algılanan şiddet eşiğinin düşmesi, bireyler
arasında tolere edilebilecek davranışların bile şiddet olarak algılanmasına yol
açmaktadır. Algılanan şiddet eşiğinin düşürülmesi, muhtemelen, şiddet olarak
yorumlanan olayların sayısını arttırmakta, şiddet olarak yorumlanan
davranışlara karşı aşırı duyarlılık meydana getirmektedir.
İstanbul Sözleşmesi, böylesi tehlikeli felsefi yaklaşım
üzerinde oturtularak tüm dünya insanlığının küresel sermaye tarafından
köleleştirilip sömürülmesini; farklı inanç, kültür ve medeniyet, ahlak
değerlerinin tasfiye edilmesini, “kökünün kazınmasını” istemektedir. O
nedenle İstanbul Sözleşmesi asimilasyoncu kültürel bir şiddet hareketidir.
Yukarıda şiddetle ilgili ortaya konan çerçeveyi göz önüne alarak şimdi İslam’da şiddet kavramının kapsam alanını ele alıp değerlendirebiliriz.
NOT: Makalenin tamamına Umran Dergisi Kasım/2020 sayısından hemen ulaşabilirsiniz...
[1] Tirmizî, Tefsir, (2991).
[2] Can, B., Bir İfsad Hareketi Olarak Toplumsal
Cinsiyet Eşitliği Projesi-9: İstanbul Sözleşmesindeki Şiddetin Felsefi Arka
Planı, Eylül 2020 Umran.
[3] Can, B., Bir İfsad Hareketi Olarak Toplumsal
Cinsiyet Eşitliği Projesi-9: İstanbul Sözleşmesindeki Şiddetin Felsefi Arka
Planı, Eylül 2020 Umran.
[4] Celal Türer, Şiddetin Neliği ve Kavramsal çerçevesi,
Şiddet Karşısında İslam, DİB Yayınları, Ankara 2015, S: 13-29.
[5] Sadık Kılıç, Kur’an’a Göre Şiddetin Semantik Alan Tahlili
ve Düşünceye Yansımaları, DİB Yayınları, Ankara 2015, S: 175-245.
[6] Celal Türer, Şiddetin Neliği ve Kavramsal çerçevesi,
Şiddet Karşısında İslam, DİB Yayınları, Ankara 2015, S: 13-29.
[7] Celal Türer, Şiddetin Neliği ve Kavramsal çerçevesi,
Şiddet Karşısında İslam, DİB Yayınları, Ankara 2015, S: 13-29.
[8] Celal Türer, Şiddetin Neliği ve Kavramsal çerçevesi,
Şiddet Karşısında İslam, DİB Yayınları, Ankara 2015, S: 13-29.
[9] Celalettin Vatandaş, Aile ve Şiddet, Türkiye’de Eşler
Arası Şiddet, Afyon Kocatepe Üniversitesi, Afyon, 2003, S: 4-18.
[10]Byung- Chul Han: Şiddetin Topolojisi, Metis yayınları,
İstanbul, 2017, S: 49-50.
[11]Byung- Chul Han: Şiddetin Topolojisi, Metis yayınları,
İstanbul, 2017, S: 18.
[12]Byung- Chul Han: Şiddetin Topolojisi, Metis yayınları, İstanbul,
2017, S: 46.
[13] Nevzat Tarhan, Şiddetin Psikososyopolitik Boyutu, DİB
Yayınları, Ankara 2015, S 77-132.
[14]Byung- Chul Han: Şiddetin Topolojisi, Metis Yayınları,
İstanbul, 2017, S: 36-37.
[15]Byung- Chul Han: Şiddetin Topolojisi, Metis yayınları,
İstanbul, 2017, S: 71.
[16]Byung- Chul Han: Şiddetin Topolojisi, Metis yayınları,
İstanbul, 2017, S: 86.
[17]Byung- Chul Han: Şiddetin Topolojisi, Metis yayınları,
İstanbul, 2017, S: 86.
[18] Byung- Chul Han: Psikopolitika, Neoliberalizm ve Yeni İktidar Teknikleri, Metis yayınları, İstanbul, 2017, S: 11-13.