(Umran Dergisi)
Şer İttifakı (Siyonizm-ABD-İngiltere-İsrail, AB) 21. yüzyılı “dijital dönüşüm” yüzyılı olarak öngörmekte, bu nedenle “büyük sıfırlama” stratejisini uygulamaya sokabilmek için önce biyolojik savaşı (korona süreci), sonra ekolojik savaşı, daha sonra Ukrayna’da “senelerce sürecek hibrit savaşı” ve nihayet “kudurmuş köpek” İsrail üzerinden Filistin-Lübnan hattında elektronik-siber savaşı farklı bir boyutta (çağrı cihazları, telsizler ve cep telefonlarının internet üzerinden patlatılması) başlatmıştır. Bu dört önemli sürecin yıllar ekseninde birbiri ardınca ve birbirini destekler mahiyette vuku bulması, tüm dünyada çok uzun sürecek yeni bir kavganın, hatta savaşın kilometre taşları şeklinde görülmelidir. Bu savaşların önemli bir boyutunun, ülkeleri ekonomik krizle çökertip “kadife darbelere uygun bir gayrimemnunlar kitlesi” inşa ederek savaşmadan, mevcut yönetimleri ve hatta devletleri paramparça etmek ve 2050’li yıllara doğru “1000 şehir devleti” inşa etmek amaçlı olduğu gerçeğini görmemiz gerekir.
Kitle imha silahlarının (nükleer, kimyasal, biyolojik, siber silahlar vb.) rakip ve düşman ülkelerde bulunduğu gerçeği bilindiğine, Üçüncü Dünya Savaşı’nın insanlığın sonu olabileceği sıkça ifade edildiğine göre, dünyada böyle bir savaşı başlatmayı bugün kim isteyebilir?[1] Bu yazıda Üçüncü Dünya Savaşı’nı isteyen güç odağı ele alınıp değerlendirilecektir.
İki Eksenli Savaşın Ayak Sesleri
Ukrayna savaşı ile birlikte başlatılan hibrit savaş sürecinin amacı, bölgesel çatışmaları, İkinci Dünya Savaşı öncesindeki gibi karşıt iki ana eksenin ortaya çıkmasını sağlamaktır. Bilindiği gibi sonuçları bakımından 20. yüzyılı şekillendiren İkinci Dünya Savaşı evvelinde “Mihver Kuvvetleri” (Almanya, İtalya, Japonya, Macaristan, Romanya, Bulgaristan, Slovakya ve Hırvatistan) ve “Müttefik Kuvvetleri” (Amerika, İngiltere, Fransa, Sovyetler Birliği) şeklinde karşıt iki ana eksen meydana gelmişti. Savaşı Müttefik Kuvvetleri kazanmıştı. Fakat Müttefik Kuvvetler, daha sonra bir tarafta ABD/NATO diğer tarafta SSCB/Varşova Paktı olmak üzere Moskova, Tahran, Vladivostok ve Yalta anlaşmaları ile dünyayı paylaşarak Soğuk Savaş dönemini başlatmışlardı.[2]
Sovyetlerin çöküşü ile birlikte ABD ve NATO, SSCB’de yer alan ülkeleri NATO’ya alarak kendisine rakip çıkamayacak şekilde yeni bir eksen oluşturma girişiminde bulunmuştur. ABD, “Rusya’ya, eskiden SSCB’de olan bazı ülkeleri NATO’ya almama sözü vermesine rağmen” NATO’ya alarak Rusya’yı kuşatmaya başlamıştır. Bugün Ukrayna savaşı, NATO’nun Karadeniz limanlarına kolayca girebilmek ve Rusya ile Türkiye’yi daha fazla kuşatabilmek amacıyla Ukrayna’nın NATO’ya alınmak istenmesinin bir sonucudur.
Burada hem Siyonizm’in hem de ABD’nin iki eksen oluşturma konusundaki yaklaşımı ele alınıp genel hatları ile değerlendirilecektir.
‘Yüksek Konsey’in Kararı’: ‘Yaratıcı Yıkım’/‘Düzeltici Savaş’
Küresel Stratejiler Konseyi Şirketi’ne (Global Strategies Council Inc.) ait olduğu söylenen ve 2009 yılında YouTube’da yayımlanan üç videoda, ‘Yüksek Konseyi’ temsilen konuştuğunu söyleyen şahıs, “mevcut küresel sistemin iflas ettiğini”, “yeniden doğması” için “bugün ölmesi gerektiğini” ve bunun için de “küresel bir savaşın Türkiye’den” çıkarılması gerektiğinin izahını yapmaktadır:
“Sorun, sistemin doğal ömrünü tamamlamış olması ve liberal düzenin moral değerleri unutarak kendi yarattığı döngüler içinde, kendi sahip olduğu mekanizmayı içinden çıkılamayacak kadar karmaşık hâle getirmesindedir. (…) Sonunda sistem, yaşam periyodunu tamamlayarak çökmenin eşiğine gelmiştir…
ve 18. yüzyıllar arasında hüküm sürdükten sonra yıkılan mekanizma, Birinci Dünya Savaşı’ndan İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar süren korumacılık ve ardından gelen Bretton Woods sistemi buna birer örnektir. İşte bugün yaşadığımız kriz de yetmişlerde başlayan kontrolsüz küreselleşme döneminin kaçınılmaz sonunu simgeliyor. Bizim sistemimiz de artık bu nihai noktaya varmıştır ve ölmek üzeredir.
İşte tam da bu gerekçeyle dünyamızın daha uzun ve acı dolu bir çöküş dönemi yaşamaması için, sistemi bizim, kendi inisiyatifimizle çökertmemiz gerekmektedir.
(…) Sistemin yeniden doğmadan önce tamamen yıkılması gerektiği yeni bir tez değil. Yaklaşık yetmiş sene önce büyük iktisatçı Joseph Schumpeter, yaratıcı yıkım teorisini ortaya attığında tam da bu konudan bahsediyordu.
Bu teoriye göre, kapitalist düzende yeni değerler, kurumlar ve yöntemler, işlevini bitirenleri acımasızca yok ederek onların yerini alır. Schumpeter, bu sürece “yaratıcı yıkım” adını verir. Bu öyle bir yıkımdır ki, kendinden önceki sistemi bütün hataları ile beraber tarihe gömerek yeni bir sistem yaratır. Bizim Schumpeter’den farkımız ise, sistemin evrim yoluyla değil, devrim yoluyla yıkılması gerektiğine inanmamızdır.
(…) Sistemi yeniden ve daha sağlam olarak kurmak için tamamen yıkmaktan başka çaremiz yok. Bu gerçeklerden hareket ettiğimiz zaman ise, sistemi tümden yıkmak için sadece bir yol olduğunu görüyoruz: Küresel Savaş!
Gerek ben gerek Konsey içindeki pek çok yönetici, çöken sistemin, ancak çok büyük bir savaştan sonra oluşturulacak farklı düzenlemelerle yeniden yapılandırılabileceğini düşünüyoruz. (…) Bu bir düzeltici savaş olacaktır.
Peki! Düzeltici savaş nedir? Bu da yeni bir kavram değil. Düzeltici savaş, aslında büyük siyaset felsefecisi Rosa Luxemburg ve onun düşünce okuluna mensup kişilerin kullandığı bir tanımdır. Anlamı da dejenere olmuş bir sistemi yıkarak yerine yeni ve sağlam bir sistemi kurmaya yarayan bir savaştır. İşte bugün bize gereken savaş budur.
Bu savaşın nerede, ne zaman ve kimler arasında çıkabileceği, Konsey’in karar vericileri arasında tüm ayrıntılarıyla, çok uzun süre tartışılıyordu.
(…) Konsey’in karar mercii olan yüksek meclis, tüm sistemi yıkarak yapılandıracak olan savaşın, uygarlık tarihi boyunca savaşlara sahne olan Ortadoğu’dan çıkmasını uygun görmüştür. Çatışmanın patlak vereceği ülke ise Türkiye olacaktır. Hiç kuşkusuz bu, tesadüfi olarak yapılmış bir seçim değildir. Bizim planlarımızda rastlantılara yer yok.
Düzeltici savaşın ilk saldırısını, Kuzey Irak’taki terör örgütü içine yerleştirdiğimiz özel fraksiyon gerçekleştirecek. Konsey, yaklaşık üç yıldır Kuzey Irak’taki terör örgütünün içine yuvalanmış özel bir birliği yönetiyor. Bu birliğin varlık amacı, örgütün başaramadığı eylemleri gerçekleştirmek, onlara eğitim ve istihbarat sağlamak. Tamamen yabancı, paralı askerlerden oluşan bu gizli birlik, terör örgütü ile birlikte, çok yakında Türkiye’ye karşı düzenlenecek olan büyük bir kışkırtma eyleminde kullanılacak. (…) Bunun Türkiye’deki kentlere yönelik, 11 Eylül benzeri bir saldırı olacağını söyleyebilirim.
Bu saldırı üzerine, ikinci aşamada, Türkiye de Kuzey Irak topraklarına karşı geniş çaplı bir harekâta girişecek ve çatışma kısa sürede kontrolden çıkarak merkezi Irak yönetimini de içine alacak. Eşzamanlı olarak, terör örgütünün İran’la çatışmakta olan diğer fraksiyonu, bizim sağlayacağımız silah ve lojistik destekle İran’a saldıracak ve çatışmaya Tahran da dâhil olacak…
Üçüncü aşamada, Konsey’in Suudi Arabistan’da bulunan bağlantıları sayesinde bu ülkedeki Sünni liderler, Irak’taki merkezi ‘Sünni yönetime’ destek verecek ve kısa sürede kuvvetlerini çatışmaya sokacak. Bu noktada, savaşın bir tarafında Kürtlere karşı toprak bütünlüğünü korumaya çalışan Türkiye, İran ve ileri safhalarda muhtemelen Suriye, diğer tarafında ise Kuzey Irak Kürt yönetimi, onun arkasındaki Irak ‘merkezi hükûmeti’ ve her ikisinde de Suudi Arabistan olacak. İsrail de kısa sürede İran’la olan kutuplaşması nedeniyle savaşın içine çekilecek.
Bu çatışmaya, ABD asla karışmayacaktır. Washington’a bu aşamada düşen görev, Irak-Kürt-Suudi Arabistan-İsrail koalisyonunu destekleyerek karşı tarafın üstünlüğünü dengelemeye çalışmaktır.
Böylece savaşın dördüncü safhasına girilecektir ki, bu safhada İran’la sıkı ekonomik ilişki içerisinde olan Çin ve Rusya da çatışmaya taraf olmak zorunda kalacaklardır. Bu da tarafların arkasındaki süper güçleri karşı karşıya getirerek, nihai savaşa giden yolun açılmasını sağlayacaktır…
Beşinci ve son safhada, birinci bloku destekleyen ABD, ikinci blokun arkasındaki Çin ve Rusya ile kaçınılmaz sıcak çatışmaya girecek. Bu durumda tüm fikir ayrılıklarına rağmen AB ülkelerinin de Washington’ın yanında yer almaktan başka çaresi olmayacaktır. Bütün tahminler ve hesaplar, bu oluşuma karşın, Orta Asya Türk cumhuriyetlerinin de diğer bloka katılacağı yönündedir. Böylece, ABD-AB-Merkezi Irak Hükûmeti-İsrail-Kürdistan-Arabistan bloku ile Rusya-Çin-İran-Türkiye-Orta Asya Cumhuriyetleri bloku çatışmaya girecek.
Geniş çaplı bu dünya savaşı sonunda, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan uluslararası sistem, bütün ideolojik, siyasi ve ekonomik bileşenleri ile külliyen çökecektir. Bu savaşın herhangi bir galibi olmayacak. Çatışma yeterli yıkım düzeyine eriştikten sonra durdurulacak, taraflar arasında karşılıklı müzakereler başlayacak, tarafsız kalmış ülkelerin arabulucuğuyla bloklar arasında ateşkes sağlanacak.
Tarafların kendi topraklarına çekilmelerinin ardından Ortadoğu’da bazı sınırlar değişecek, yeni devletler oluşacak.
Suudi Arabistan’daki krallık rejiminin çökmesi ve İran’daki şeriat devletinin tarihe karışması, gerçekleşecek olan bu değişimlerden sadece ikisi; en az bunun kadar önemli bir değişim daha olacak ki, o da Türkiye, Irak ve Kürdistan’la ilgili... Savaşın sonunda Irak resmen üçe bölünecek, kuzeyinde bağımsız Kürdistan kurulacak. Kürtlerin tarih boyunca yaşadığı bölgeleri incelersek, bu yeni ülkenin Türkiye’nin güneydoğusunu da alması gerektiği sonucuna varabiliriz. Türkler ve Kürtler arasında yıllardır süren siyasi, askerî ve sosyal çatışmaların da bu şekilde sona ereceği muhakkaktır. Zaten bölgedeki Kürt sorunu için bulunabilecek başka hiçbir formül, iki toplum arasında kalıcı bir barış ve toplumsal uzlaşma sağlayamaz.
İran ve Suriye’deki Kürt toplulukları da sonradan Kürdistan’a katılacaklar. Bölgedeki nüfus dağılımını gösteren haritalara dikkatli bakacak olursanız, Kürt nüfus bölgelerinin zaten Türkiye’nin güneydoğusunu, İran’ın kuzey batısını ve Suriye’nin doğusunu kapsadığını görürsünüz. Türkiye’de ve diğer ülkelerde bu plana itiraz edecek sesler çıkacaktır. Ancak savaş sonrası oluşan konjonktür nedeniyle Türkler klasikleşmiş kırmızı çizgilerini değiştirmek ve Kürdistan’a toprak vermek zorunda kalacaklar. Bu kaos ortamında Türkiye’nin Güneydoğu topraklarından vazgeçmekten başka çaresi olmayacaktır.
Savaşın en önemli sonucu, elbette barış antlaşmalarından sonra yeniden kurulacak olan küresel ekonomik sistemdir. Yeni dünya düzeninin temelinde, yetkileri artırılmış bir IMF ve Dünya Bankası, bir küresel merkez bankası, küresel tek para birimi ve uluslararası denetime dayalı bir ekonomi politikası olacağını söyleyebilirim. Ayrıca savaşın ekonomiyi canlandırma etkisi de olacaktır. Federal Reserve ve diğer merkez bankaları savunma giderlerini finanse edebilmek için sıkı para politikalarını terk edip muazzam ölçülerde para basmaya başlayacaklardır.
(…) Yıllar önce aramızdan ayrılan ünlü siyaset felsefecisi Leo Strauss’un dediği gibi ‘Bazen toplumları yönetmek için onları şok edecek olaylara ihtiyaç vardır; eğer bunlar kendiliğinden oluşmuyorsa, amacımıza hizmet edecek şok olayları kendiniz yaratırsınız.’
Bu nedenle şimdi bize düşen, sistemi yıkmak ve yenisini kurmak. Yaratıcı bir yıkım ve düzeltici bir savaş ile. … Sistem yarın yeniden doğmak için bugün ölmek zorunda.”[3]
Video ile ilgili tüm ihtimaller, daha önceki bir yazımızda değişik boyutları ile ele alınıp değerlendirilmiştir.[4]
‘Yüksek Konsey’in yukarıdaki kararları, konumuzu ilgilendiren boyutları aşağıda özetlenmektedir:
“Var olan mevcut küresel sistem yaşam periyodunu tamamlayarak çökmenin eşiğine gelmiş” ve kurucu gücün kendi inisiyatifiyle, “yaratıcı yıkım teorisi”/“düzeltici savaş teorisi”nin uygulandığı “küresel bir savaşla çökertilecektir.”
‘Yüksek Konsey’, savaşın Ortadoğu’dan çıkmasını uygun görmüş ve çatışmanın patlak vereceği ülke olarak Türkiye seçilmiştir.
Düzeltici savaş beş aşamalı bir savaş olacaktır.
Dünyada iki büyük bloklaşma meydana gelecek ve çatışma küreselleşecektir: Birinci eksen; Rusya-Çin-İran-Türkiye-Orta Asya cumhuriyetleri; ikinci eksen: ABD-AB-Irak-İsrail-Kürdistan-Arabistan.
Küresel savaşın sonunda Ortadoğu’da yeni devletler oluşacaktır.
Suudi Arabistan’daki krallık rejimi çökecek.
İran’daki şeriat devleti yıkılacak.
Irak resmen üçe bölünecek.
Türkiye’nin güneydoğusunu, İran’ın kuzey batısını, Irak’ın kuzeyi ve Suriye’nin doğusunu kapsayan “Büyük Kürdistan” kurulacaktır. (Şekil 1)
“Yeni küresel ekonomik sistemde, yetkileri artırılmış bir IMF ve Dünya Bankası, bir küresel merkez bankası, küresel tek para birimi ve uluslararası denetime dayalı bir ekonomi politika olacaktır.”
Şekil 1: Büyük Ortadoğu Projesinde Coğrafyanın Yeni Haritası (Armed Forces Journal Dergisi, Haziran 2006)
Küresel Stratejiler Konseyi Şirketi’ne ait videolarda, “küresel savaş çıkarmak” isteyen gücün “Yüksek Meclis” olduğu ifade edilmektedir. Bu meclis genelde Siyonizm’in “Üç Yüzler”, “Otuz Üçler” ya da “On Üçler Meclisi” için kullanılmaktadır.[5] “13’ler Meclisi”, “33’ler Meclisi” ve “300’ler Meclisi”, “SANHEDRİN”, “En Üst Yönetim Meclisi” olarak isimlendirilmekte ve 1 dolar üzerindeki piramitte yer almaktadırlar. (Şekil 2)
Şekil 2: Bir Dolar Üzerindeki Piramitte Siyonist Yapıların İsimleri[6]
Bugün İsrail’in Şer İttifakı’nın desteği ile Filistin-Lübnan-Suriye-Irak-İran hattında yaptıkları bu yaklaşımın en ciddi delilleri olarak değerlendirilmelidir.
İsrail’in Kaos Merkezli Bölge Stratejisi
İsrail bölgede “kaostan kaynaklanan düzen” teorisine uygun bir strateji izlemektedir. Bölge ülkelerini birbiri ile savaştırarak bölmeyi (İran-Irak savaşı, Irak-Kuveyt savaşı) ve bir güç olmaktan çıkarmayı hedeflemektedir. Aşağıda, konu ile ilgili birkaç dökümana yer verilmektedir:
Dünya Siyonist Örgütü tarafından Kudüs’te yayımlanan Kivunim dergisinde Oded Yinon tarafından yazılan (sayı: 14, 5742, Şubat 1982) “80’li Yıllar için İsrail’in Stratejik Planları” başlıklı makale “Böl, parçala, savaştır ve yok et” şeklindeki Siyonist stratejinin ana hatlarını ortaya koymaktadır:
“Bu ülkenin (Mısır) ayrı coğrafi eyaletlere bölünmesi, bizim Batı cephesi üzerinde, 1990’lı yıllar için siyasî hedefimiz olmalıdır. Böylece Mısır bir kere parçalandıktan ve merkezî iktidardan yoksun bırakıldıktan sonra, Libya, Sudan ve diğer uzak ülkeler aynı çözülmenin içine gireceklerdir. Yukarı Mısır’da bir Kıpti devletinin kurulması ve daha az öneme sahip bölgesel kimliklerin oluşturulması, barış anlaşması yüzünden şimdilik geciktirilmiş, fakat uzun vadede kaçınılmaz olan bir gelişmenin anahtarıdır.
Lübnan’ın beş eyalete bölünmesi... Arap dünyasının bütününde meydana geleceklerin müjdesini veriyor.
Suriye ve Irak’ın etnik veya dinî kıstaslar bazında belli bölgelere ayrılması, uzun vadede, İsrail için öncelikli gaye olmalıdır. Bunun birinci safhası ise, söz konusu devletlerin askerî güçlerinin imha edilmesidir.
Suriye’nin etnik yapıları, kendisini parçalanmaya hazır hâle getiriyor. Suriye’nin deniz sahili boyunca bir Şii devleti, Halep’te ve Şam’da birer Sünni devleti kurulabilir.
Her hâlükârda Huran’la birlikte Ürdün’ün kuzeyinde -belki de bizim Golan’ımız üzerinde- kendi devletini oluşturmayı ümit eden bir Dürzi kimliği de ortaya çıkabilecektir...
Petrolce zengin ve iç mücadelelerin pençesindeki Irak, İsrail’in nişan çizgisindedir. Onun dağılması bizim için Suriye’ninkinden daha önemlidir, zira Irak, yakın vadede İsrail için en ciddî tehlikeyi temsil etmektedir.”[7]
1980’li yıllarda İsrail’in stratejisine odaklanan makale, bugün değerlendirildiğinde, stratejiye uygun olarak Libya, Sudan ve Irak’ın fiilen bölündüğü; Suriye’de ise bölünmek üzere haritanın yeniden çizilmeye çalışıldığı görülebilir. (Şekil 3) Libya, Suriye ve Irak’ın orduları, İsrail için tehlike olmaktan çıkarılmış ve her üç ülke, iç savaşın neden olduğu bir kaosu yaşamaktadır. Lübnan’a karadan, havadan ve denizden yapılan saldırının amacı, yukarıda ifade edilen stratejinin ruhuna uygun olarak Lübnan’ı beşe bölmektir. Irak, Suriye ve Libya gayri resmî olarak, Sudan ise resmen bölünmüştür. Sonuçlar, İsrail’in stratejik planlarına uygundur.
Şekil 3: Şimdilik Öngörülen Yeni Suriye Haritası
2. Emekli amiral ve İsrail gizli servisi MOSSAD’ın eski başkanı Ami Ayalon’un, 2012 yılında Carlie Rose’a verdiği röportaj.
Ayalon röportajında, İsrail’in ana ve gerçek düşmanının şimdilik İran olduğu ve İran’ın güçlenmesinin mutlaka durdurulması gerektiğini belirtmektedir: “Nükleer ve askerî bir güce sahip, Batı’ya yaklaşmış bir İran bölgede lider ülke konumuna gelebilir. Nükleer ve askerî açıdan güçlü bir İran karşısında İsrail olarak ayakta kalamayız… İran ile ilgili durumun Gazze meselesinden daha önemli olduğu algısı oluşturulmalıdır.”[8]
Ayalon röportajında “fazla zamanımız yok” diyerek uygulanması gereken politikaları, ana hatları ile şöyle özetlemektedir: “Eğer biz Amerika’nın ya da bölgede başka ülkelerin desteğini almadan İran’a karşı koyarsak sadece basit bir tepkiyle karşılaşmaz, çok daha büyük tehlikelerle karşı karşıya kalırız.
Ancak belli ülkeleri Sünni koalisyon gibi bir güç birliği kurmaya yönlendirir ve böyle bir koalisyonun parçası olabilirsek, bu durum ABD’nin de dikkatini çeker ve uluslararası tepkileri de bertaraf ederiz.
Temel problemin bölgede lider bir ülke olabilecek Şii İran’ın olduğunu kabul ettirebilirsek o zaman istediğimizi yaptırabiliriz. Böyle bir koalisyon için en uygun ülkeler, Sünni yapıya sahip Türkiye, Mısır, Ürdün ve Suudi Arabistan’dır… Sünnileri İran’ın üzerine salacak politikalar üretmeliyiz.”[9]
MOSSAD’ın eski başkanı Ami Ayalon’un röportajında dikkat çeken ana noktalar şunlardır:
Siyonizm’in ana hedefi İran’dır.
İran nükleer bir güce sahip olmadan vurulmalıdır.
İsrail’in İran’a karşı mücadelesi için ABD’nin desteği şarttır. Bu destek alınmadan İran’la savaşmak uygun değildir; İsrail’e tepki çok büyük olur.
İsrail’in doğrudan doğruya İran’la savaşması yanlıştır.
Bölgede ana problem, “Şii İran’ın lider bir ülke olabileceği” olgusudur. İsrail’in hedefi bunu, Sünni devletlere kabul ettirmek olmalıdır.
İsrail Sünni devletlerle İran’a karşı ortak bir cephe inşa etmeli ve bu Sünni koalisyonla birlikte İran’la savaşılmalıdır.
İsrail ile oluşturulacak Sünni koalisyon için en uygun ülkeler, Türkiye, Mısır, Ürdün ve Suudi Arabistan’dır.
MOSSAD eski başkanı Ami Ayalon’un ifadelerinden, çizilen stratejinin, İslâm dünyasını anlaşmalar yaparak bölmek ve kamplaştırmak olduğu çok açık bir şekilde görülmektedir.
Şubat 2010’da aşırı sağcı Reut Enstitüsü’nün “Politik Bir Duvar Yaratmak” Raporu.
Enstitü’nün İsrail ordusu ve hükûmetine sunduğu özel raporda öngörülen taktikler, kullanılan ifadeler, ‘kudurmuş köpek gibi olmanın’ ne anlama geldiğini açıklamaktadır. Rapor İsrail’in “düşmanları”nı iki ana sınıfa ayırmaktadır: “1. Direniş şebekesi: İran, Hizbullah, HAMAS... 2. Gayri meşrulaştırma şebekesi: Batılı solcular, insan hakları grupları, Arap ve Müslümanlar. Gazze ablukasını, işgali protesto edenler, Filistinliye eşit hak isteyenler.”
“Barışçı insan hakları savunucuları”na karşı gizli servisler ve silahlı kuvvetler aracılığıyla sabotaj ve saldırılar düzenlenmeli. İsrail, bunları ülke dışında da sindirmek için gizli servis kullanmalı.”[10]
Stratfor Düşünce Kuruluşu’nun Başkanı, George Friedman ile 2011’de Amerika’nın Sesi radyosunda yapılan röportaj: “Türkiye’nin Ellerini Kirletmesi Gerekiyor!”
Röportajda Friedman, “Türkiye’nin ABD ile Avrasya ittifakı arasında bir tercih yapmak mecburiyetinde” olduğunu ve normalde “Türkiye’nin ABD safında olması gerektiğini” ifade etmektedir. Friedman’a göre Türkiye, ABD ittifakını tercih ettiği takdirde, ABD ile birlikte “İran’la savaşmak” zorundadır: “Türkiye’nin karmaşadan uzak durması değil, karmaşanın parçası olması gerekiyor. Türkiye enerji konusunda Rusya’ya bağımlı. Rusya da tarihî olarak Türkiye’nin rakibi. Şu anda böyle görünmeyebilir ama tarihsel gerçek bu. Rusya, Ermenistan’ı destekliyor. Azerbaycan ve Gürcistan’a baskı yapıyor. Bu nedenle Türkiye’nin diğer enerji kaynaklarına ihtiyacı var; bu kaynaklardan biri Azerbaycan ve Gürcistan’dan geçen boru hattı. (…) Burada “Türkiye’nin dünyanın en büyük petrol üreten ülkelerinden biri olan Irak’la ilgili politikası nedir?” sorusu öne çıkıyor. Elbette bunun cevabı, Kürt özerk bölgesi ve Türkiye’nin bu konudaki politikasıyla, Türk-İran ilişkileri ve Türk-Amerikan ilişkileriyle de kesişiyor. Mesele burada daha da karmaşık bir hâl alıyor. Çünkü Irak’ın sunduğu her fırsat, bir karmaşa içeriyor. Bu da Türkiye’ye sorunu çözmesi için bir fırsat sunuyor. Ama Türkiye’nin bu denklemi çözmesi için ellerini kirletmesi gerekiyor.”[11]
Friedman, “Türkiye’nin ellerini” İran’la ‘kirletmesi’, yani İran’la savaşması gerektiği teklifini yaparken; ABD/Siyonizm tarafından çizilmiş bir stratejide ya da yol haritasında Türkiye’ye biçilmek istenen rolün ne olduğunu da ortaya koymuştur.
Belirtilen amaçlar doğrultusunda, aralarında diplomatik temas bulunmayan İsrail ve Suudi Arabistan’ın gizli toplantılar düzenlediği ve İsrail Dış ilişkiler direktörü Dore Gold ile Suudi Arabistan’ın hükûmet danışmanı Enver Eşki’nin, 2014-2016 döneminde 5 kez gizlice görüştüğü medyaya yansımıştır. Bu görüşmelerin uzantısında 2016 yılında Suudi Arabistan liderliğinde, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu ülkeler, ‘Teröre Karşı İslâm İttifakı’ adıyla yeni ittifak kurmuşlardır. Dikkat çeken nokta, bu koalisyonda İran, Irak ve Suriye’ye yer verilmeyişidir. 3 milyon askerin yer alacağı öngörülen bu yeni bir koalisyona Türkiye de asker göndereceğini açıklamıştı.[12]
Donald Trump’ın başkanlığı döneminde bazı Arap ülkelerinin İsrail ile imzaladıkları, İbrahim Anlaşması ile Yüzyıl Anlaşması’na bu çerçevede bakmak gerekmektedir. Ayrıca o dönemde İsrail’in, Arap ülkeleri ile “Arap-İsrail NATO’su kurmak için yoğun çalışmalar başlattığını hatırlamak gerekmektedir.
İsrail, İran’a karşı güçlü bir Sünni ittifak oluşturup elini kuvvetlendirirken, bir taraftan Filistin’de çok rahat hareket etme imkânına kavuşmu diğer taraftan da bölgeyi 100 yıl sürecek bir kaosa sürüklemenin alt zeminini oluşturmuştur. Ancak 2017 yılında Trump’ın Suudi Arabistan görüşmesinden sonra “Katar Krizi” çıkarılmış ve İran’a karşı oluşan Sünni blok parçalanmış, Suudi Arabistan önderliğinde Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır gibi bazı ülkelerin yer aldığı bir “Arap İttifakı” meydana getirilmiştir.
Aksa Tufanı Harekâtı, İsrail’in arka planda inşa etmek istediği bu stratejiyi hem tüm dünyanın gündemine sokmuş hem de paramparça etmiştir. Bugün İsrail’in “kudurmuş köpek” gibi saldırmasının ana nedeni, kurulan bir oyunun bozulması, stratejinin paramparça edilmesidir.
Netanyahu’nun BM’de yaptığı konuşma: ‘Yeni Ortadoğu’.
22 Eylül 2023 tarihinde İsrail Başbakanı Netanyahu 78. Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nda ‘Filistin’i yok sayan’ ‘Yeni Ortadoğu’ merkezli bir konuşma yapmıştır. Netanyahu, BM’de Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Mısır, Sudan ve Ürdün’ün yeşil renkte gösterildiği “Yeni Orta Doğu” başlıklı bir harita göstermiş ve İsrail’in öngördüğü ‘Yeni Ortadoğu Planı Haritası’na göre Ortadoğu’nun şekillendirileceğini ifade etmiştir. (Şekil 4) Netanyahu’nun yeni Ortadoğu haritasında Filistin diye bir devlet yoktur.
Şekil 4: Netanyahu’nun 22 Eylül 2023 tarihinde BM’de gösterdiği ‘Yeni Ortadoğu Haritası’
Netanyahu’nun BM’de yaptığı konuşma ana hatları ile şöyle özetlenebilir:
“Hindistan’dan Avrupa’ya uzanacak ve İsrail’den geçmesi planlanan yeni ekonomik koridor oluşturulacak.”
“Riyad ile normalleşme anlaşması imzalayabileceğiz.” “İsrail ile Suudi Arabistan arasındaki barışın tarihi bir eşikte olduğuna inanıyorum.” “İsrail ve Suudi Arabistan arasındaki barış yeni bir Ortadoğu oluşturacak.”
“İsrail’in 2020’de Arap ülkeleriyle imzaladığı anlaşmalarla normalleşme sürecine girilmiştir. İsrail’in daha fazla Arap ülkesiyle normalleşme anlaşması imzalaması sayesinde Filistinlilerle barış sağlanabilecektir.”
“Yeni bir barış çağının başlangıcını müjdeliyorum.” “Filistinliler bu harekete karşı çıkmamaları gerekir.” “Böyle bir barış, Arap-İsrail çatışmalarının bitmesine katkı sağlayacaktır.” “Diğer Arap devletlerini de İsrail ile ilişkilerini normalleştirmeye teşvik edecektir.”
“Filistin lideri Mahmud Abbas’ın BM Genel Kurulu’ndaki dünkü konuşmasında, ‘Ortadoğu’da Filistin devleti olmadan barış olamayacağı' yönündeki ısrarlı ifadesini reddediyorum.”
“Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, Yahudi Soykırımı’nı inkâr etmekte ve ‘antisemitik’ söylemde bulunmaktadır.”
“Ben uzun zaman Filistinlilerle bir barış anlaşmasını arzu ettim. Filistinlilere, İsrail’in Arap ülkeleriyle yeni barış anlaşmalarına karşı veto hakkı verilmemeli. Filistinliler bu süreci veto etmeden barışın genişletilmesinden yararlanabilir.”
“Eski ABD Başkanı Donald Trump döneminde Arap ülkeleriyle İsrail normalleşme anlaşmaları imzalamıştır.” “ABD Başkanı Joe Biden’ın liderliğinde de Suudi Arabistan ile normalleşme anlaşması imzalayabileceklerdir.”
“Uluslararası toplum, İran’ın saldırılarına karşı kayıtsız kalmıştır.” “İran’ın nükleer emellerini sürdürmesine rağmen yaptırımlar gevşetilmiştir.” “İran’ın nükleer emellerine karşı ikna edici bir tehdit sunulmalı. Ben İsrail Başbakanı olduğum müddetçe, İran’ın nükleer silah elde etmemesi için elimden geleni yapacağım.”[13]
Sorulması gereken temel soru şudur: Netanyahu BM’de ‘Yeni Ortadoğu’ adlı bir konuşma cesaretini kimden, nasıl almıştır? “Yeni Ortadoğu” kavramı, eski ABD Başkanı Trump tarafından Yüzyıl Anlaşması ile başlatılan ve İbrahim Anlaşması ile devam ettirilen süreçte sıkça kullanılan bir kavramdı. 15 Eylül 2020 tarihinde İbrahim Anlaşması’nın imzalanması töreninde, ABD’de Beyaz Saray’daki balkon konuşmasında Trump ‘yeni bir Ortadoğu’nun şafağındayız’ ifadesini kullanarak Ortadoğu’ya yeni bir şekil verileceğine vurgu yapmıştır.[14]
Aksa Tufanı harekâtı, Filistinleri tamamen yok varsayan, topraklarından koparıp silecek anlaşmaların yaşayamayacağını, Filistinlerin hakkı verilmeden, Filistinsiz yeni bir Ortadoğu’nun olamayacağını gözler önüne serme operasyonudur. Ortadoğu’da Filistin yoksa barış da yoktur; İsrail de olmayacaktır. Batı gözlerini, kulaklarını kapasın, dilini de bağlasın sonuç değişmeyecektir.
Netanyahu’nun 27 Eylül 2024’te BM’de yaptığı konuşma: ‘Yeni Ortadoğu’da İki Cephe Haritası’.
İsrail Başbakanı Netanyahu 79. BM Genel Kurulu’nda ‘Filistin’i yok sayan’ ‘Yeni Ortadoğu’ merkezli bir konuşma daha yapmış ve 22 Eylül 2023 tarihinde BM’de gösterdiği haritadan daha farklı bir harita göstermiştir ve Ortadoğu’nun, gösterdiği haritaya göre şekillendirileceğini ifade etmiştir. (Şekil 4) Netanyahu’nun Yeni Ortadoğu haritasında Filistin-Lübnan-Suriye-İran yok edilmesi gereken devletler olarak siyaha boyanmıştır.
Şekil 5: 27 Eylül 2024’te Netanyahu’nun BM’de Gösterdiği Yeni Ortadoğu Haritası
Netanyahu’nun 27 Eylül 2024’te BM’de yaptığı konuşma ana hatları ile aşağıdaki gibi özetlenebilir:
“(Onlar) vaat edilen topraklara girmek üzereydiler.”
“Tahran’daki tiranlara bir mesajım var: (…) İsrail’in uzun kolunun ulaşamayacağı hiçbir yer yok-İran’da hiçbir yer yok. Ve bu, tüm Ortadoğu için geçerli.”
“Bu bir nimet haritası. İsrail ve Arap ortaklarının Asya ve Avrupa’yı birbirine bağlayan bir kara köprüsü oluşturduğunu gösteriyor. Hint Okyanusu ile Akdeniz arasında…”
“Bu bir lanet haritası. İran’ın Hint Okyanusu’ndan Akdeniz’e kadar yarattığı ve dayattığı bir terör yayının haritası.”
“İran’ın saldırganlığı kontrol edilmezse, Ortadoğu’daki her bir ülkeyi ve dünyanın geri kalanındaki birçok ülkeyi tehlikeye atacak… Beş kıtada terör ağlarını finanse ediyor.”
“Dünya milletleri, kendilerini bu kötü rejimden kurtarmak isteyen cesur İran halkını desteklemeli.
Sorumlu hükûmetler sadece İsrail’i İran’ın saldırganlığını geri püskürtmek için desteklemekle kalmamalı, aynı zamanda İsrail’e katılmalılar. İran’ın nükleer silah programını durdurmak için İsrail’e katılmalıdırlar.”
“Güvenlik Konseyi’ni, İran’a karşı BM Güvenlik Konseyi yaptırımlarını geri çekmeye çağırıyorum, çünkü İran’ın asla nükleer silaha sahip olmamasını sağlamak için elimizden gelen her şeyi yapmalıyız.”
“Arap komşularımızla barış için bir ortaklık kuruyoruz ve bu barışı tehdit eden terör güçleriyle savaşıyoruz.”
“Zaferimizi tamamlamak için, HAMAS’ın kalan savaşma kabiliyetlerini temizlemeye odaklandık.”
“HAMAS gitmeli.” “İsrail, savaş sonrası Gazze’de HAMAS’ın herhangi bir rol almasını reddedecektir.” “…Aradığımız şey, silahsızlandırılmış bir Gazze.”
“Bu savaşın sona erebilmesi için yapılması gereken tek şey, HAMAS’ın teslim olması, silahlarını bırakması ve tüm rehineleri serbest bırakması.
“İsrail Lübnan’da Hizbullah’ı yenmelidir.”
Dört yıl önce İbrahim Anlaşması ile açtığımız yolda ilerlemeye devam etmeliyiz. Her şeyden önce bu, İsrail ve Suudi Arabistan arasında tarihi bir barış anlaşması yapılması anlamına gelmektedir.”
“Böyle bir barış, daha geniş bir İbrahimi ittifakın temeli olurdu ve bu ittifak, Amerika Birleşik Devletleri, İsrail’in mevcut Arap barış ortakları, Suudi Arabistan ve barışın nimetini seçen diğerlerini içerirdi.”
“Az önce duyduğum gibi, birçok ülkede ve bu salonda iyilik kötü olarak tasvir ediliyor ve kötülük de iyi olarak tasvir ediliyor. Bu ahlaki karışıklığı, …İsrail’in haksız yere soykırımla suçlanmasında görüyoruz.”
“Tek ve biricik Yahudi devletinin BM’ye seçilmemesi, BM’de ahlaki bir leke olmaya devam ediyor. Bu, bir zamanlar saygı duyulan bu kurumu her yerdeki düzgün insanların gözünde aşağılık hâle getirdi.”
“Son on yılda, bu salonda, BM Genel Kurulu’nda, tüm dünyaya karşı alınan kararlardan daha fazla karar alındı. Aslında, iki katından fazla. Bu organ, 2014’ten bu yana İsrail’i 174 kez kınadı. Dünyadaki diğer tüm ülkeleri 73 kez kınadı. Bu, Yahudi devleti için 100’den fazla ek kınama demek. Ne ikiyüzlülük! Ne çifte standart!”
“İsrail, Yahudi devleti diğer uluslar gibi muamele görene kadar, bu antisemitik bataklık kurutulana kadar, her yerdeki adil insanlar tarafından BM küçümseyici bir saçmalıktan başka bir şey olarak görülmeyecek.”
“Gerçek savaş suçluları İsrail’de değil, İran’da, Gazze’de, Suriye’de, Lübnan’da, Yemen’deler.”[15]
Katil Netanyahu, önceki BM’deki konuşmasına nazaran dilini daha da sertleştirmiştir. Filistin-İran düzleminde var olan tüm ülkelerin yok edilmesini istemektedir. Bunu yaparken Arap dünyasını bölmeyi, iki farklı cephe oluşturmayı, özellikle de Suudi Arabistan’ı yanına almayı öncelikli stratejik hedef olarak seçmiştir.
“Siyon Önderlerinin Yedinci Protokolü”.
Siyonizm’in politikaları açısından meseleye baktığımızda, “Siyon Önderlerinin Yedinci Protokolü”nde öngörüldüğü şekilde bölgenin bir kaosa doğru sürüklendiğini söylememiz abartı olmayacaktır. Yukarıda verdiğimiz “Yüksek Konsey’in Kararları”nın Siyonizm’in politikaları açısından, “Siyon Önderlerinin Yedinci Protokolü” üzerine inşa edildiğini çok rahat bir şekilde söyleyebiliriz:
“Bize muhalefet eden devletlere, komşuları tarafından harp açtırabilecek durumda olmalıyız. Eğer bu komşu devletler de bize karşı birleşirlerse, bir dünya savaşı çıkarmalıyız.”[16]
Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan: “İsrail Ne Hedeflediyse Onu Yapıyor.”
Şu an Ortadoğu coğrafyasında vuku bulan olaylar, önceden çizilmiş bir stratejinin uygulanmasının sonuçlarıdır, oynanan oyun ve aktörleri de bellidir. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın yaptığı değerlendirmeler, bu coğrafyada gelecekte olabilecekleri görebilme bağlamında çok önemlidir: “Şunu da biliyorduk, İsrail’in başta HAMAS olmak üzere daha sonra kendisi için tehdit oluşturan Hizbullah ve sonra Husiler’i ortadan kaldırmaya yönelik planları olduğunu değerlendiriyorduk. Lübnan’a saldırması bizim için sürpriz olmadı. (…) İsrail ne hedeflediyse onu yapıyor görünüyor.
Şu anda iç içe geçmiş olaylarla baş başayız. Bir yerde Filistin Gazze soykırımı, bir yerde Lübnan var, bir yerde İran’la olası savaş ihtimali var. Hepsinin ayrı dinamiği var. (…) Analizlerimizin paylaşılması önemli ama daha da önemlisi devletlerin birçoğunun tavır koyamayacak durumda olması. (…) (İsrail ile İran arasında savaş ihtimali) Bunu yüksek bir ihtimal olarak değerlendirmemiz lazım. Buna ülke ve bölge olarak hazır olmamız gerekiyor. (...) Bölge halklarının istikrar ve güvenliği için savaşın olmaması gerekiyor. Eğer İran kendi meşru müdafaasını yaparsa bu da onun hakkıdır.”[17]
ABD’de Neocon-Siyonist İttifakı Üçüncü Dünya Savaşı Çıkarmak İstiyor
2017 yılında Umran’daki iki makalede, “ABD’nin 21. yüzyılda tek lider olarak varlığını sürdürmesi” için yapması gerekenlerle ilgili değişik belgeler, 20 civarında, analiz edilmiştir.[18] Bunlardaki ana konular, ana hatları ile aşağıdaki gibi özetlenebilir:
ABD’nin küresel hâkimiyetine ve liderliğine itiraz edilmektedir:
“Avrupa ve Doğu Asya’da ABD’nin küresel üstünlüğüne ve ABD liderliğindeki küreselleşmeye karşı siyasi bir direniş ortaya çıkmaktadır.”
“Çin, Hindistan ve Rusya, ABD’nin liderliğini kırmak için fiilî bir jeostratejik ittifak kurma çabası içerisindedir.
ABD’nin liderliğine itiraz, kaos getirir ve kaosun üç kaynağı vardır:
“Mevcut kurulu dünya düzenini değiştirmek isteyen, ‘revizyonist’ diye nitelenen güçler; Çin, Rusya ve Türkiye.”
“Ciddi güvenlik kaygılarına neden olan ülkeler; İran ve Kuzey Kore.”
“Devlet-altı yapılanmalar, şiddete başvuran aşırı örgütler.”
ABD ekonomisinin durumu iyi değildir:
“ABD ekonomisi önce yavaşlayacak, sonra durgunlaşacak ve ABD kendi içine kapanacaktır.”
“Büyük Asya ülkeleri, bir Asya Para Fonu, bir Asya ticaret örgütü kurarak IMF (Uluslararası Para Fonu) ve WTO (Dünya Ticaret Örgütü) gibi kuruluşlara zarar verecektir.”
“ABD, Dünya Bankası ve IMF’i yeniden yapılandırarak, BRICS Bank ve Çin’in Asya Altyapı Yatırım Bankası gibi, Batı kontrolünde olmayan alternatif kuruluşların yükselişini durdurmak zorundadır.”
Lider olarak ortaya çıkma ihtimali olan ülkeler tecrit edilecek ve onlara destek veren ülke yönetimleri devrilecektir:
Mevcut düzen, ABD ve benzer değerleri savunan ülkeler tarafından İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulmuştur ve bu düzenin korunmasında ABD’nin sorumluluğu daha fazladır.
Küresel ittifak sistemi ile Rusya ve Çin kuşatılıp tecrit edilecektir.
ABD, Kafkasya’daki ülkelerle bağları geliştirecektir.
Balkanlar ve Doğu Avrupa’daki ülkelerin Avrupa ve Avrupa-Atlantik entegrasyonu kararlılıkla desteklenecektir.
ABD, “Güneydoğu Asya Devletleri Ortaklığı (ASEAN)” ile Çini kuşatacaktır.
Vekâlet savaşları ve kadife darbelerle “küreselleşme değerlerini benimsemeyen ve bunlara saygılı olmayan ülkelerin ve Rusya ve Çin ile iyi ilişkileri olan ülkelerin yönetimleri devrilecek; yeni doğan demokrasiler desteklenecektir.”
“ABD değerlerini paylaşmayan ülkelerde, genç liderlerle ve STK’larla ilişki kurulacak; liderleri belirlenerek, birbiriyle koordinasyonları sağlanacaktır.”
Libya, Mısır, Suriye, Irak, İran, Ürdün, Lübnan, Suudi Arabistan, Sudan, Nijerya, Alt-Sahra Afrika’sı, Ortadoğu, Orta ve Güney Asya ve And Bölgesi içinde ve etrafında iç çatışmalar, şiddetli siyasi karışıklıklar ortaya çıkacak, ciddi dini ya da etnik bölünmeler meydana gelecektir.
Latin Amerika’da özellikle de Kolombiya, Küba, Meksika, Panama, Guatemala, El Salvador, Honduras, Haiti ve onun öteki Karayip komşuları ülkeler yeniden inşa edilecektir.
“ABD, Türkiye ile olan ilişkilerini dönüştürmeye devam edecektir.”
Türkiye, Kafkasya, Orta Asya, Suriye, Irak ve İran ile ve kendi iç çatışmalarıyla meşgul olacaktır.
Hiçbir ülkenin askerî gücünün ABD’nin askerî gücünden daha üstün olmasına müsaade edilmeyecek:
“Revizyonist ülkeler, ekonomik ve siyasal yaptırım mekanizmalarıyla cezalandırılacak; gerekirse bunlarla savaşılacaktır.”
“ABD stratejisi, ABD’nin gücünü aşma ya da ona denk olma ümidiyle yeniden askerî yapılanmaya giden potansiyel düşmanları caydıracak şekilde yeniden yapılandırılacaktır.”
“ABD’nin büyük güçlerden biriyle askerî çatışmaya girme riski artmaktadır.”
“Dünya, üçüncü bir paylaşım savaşına doğru yol almaktadır.”
Şer İttifakı’nın Eksen Oluşturma Çabaları
Bugün dünyada şekillenmeye başlayan yeni eksenler ve ağırlık merkezleri ile ilgili Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın yaptığı değerlendirmeler, yukarıda ortaya konan çerçeve kapsamında değerlendirildiğinde, Şeytani İttifak’ın Üçüncü Dünya Savaşı çıkarmak için eksenler oluşturma gayretinde olduğu daha rahat görülebilir. Fidan şöyle diyor: “Uluslararası ilişkilerdeki en büyük sorun öngörülemezlik probleminin daha çok artması. (…) Her güç merkezi biraz daha büyüme ve kendine alan açma peşinde. (…) Uluslararası sistemi kimin domine edeceği düşünülünce burada Çin, ABD ayrımının neye yöneleceği gerçekten önemli. Kendi kampında ne türden bir ilişki platformu sunacağı önemli. (…) Çin-ABD rekabeti bir çatışmaya dönüşecek mi? Her iki tarafın da bu konuda geri adım atmayacaklarını gösterecekleri bir süreç yaşayacağız. İkinci Dünya Savaşı’nın başlangıcını hatırlayın. Burada da Çin geri adım atmayacak. Tayvan ciddi bir test konusu olacak. Her iki taraf da bir uzlaşma ya da donma noktasına gelecekler. Dünyanın bu noktaya yoğunlaşacağını düşünüyorum.”[19]
Yukarıda yer alan tüm belgelerde, 21. yüzyılda Ukrayna-Rusya savaşı, İsrail-Filistin-Lübnan savaşı, Çin-Filipinler-ABD soğuk savaşı düzleminde, iki ana eksen/iki kutuplu bir dünyanın oluşmaya başladığı veya oluşturulmaya başlandığı kolayca görülebilir:
Eksen: ABD-İngiltere-Almanya-Fransa-Japonya-Avusturalya-Polonya-Romanya ve Bulgaristan.
Eksen: Çin-Rusya-İran-Türkiye-Kuzey Kore-Küba-Vietnam-bazı AB ülkeleri.
Çok önemli olan bir nokta, oluşmaya başlayan her iki eksen içerisinde, nükleer silahlara sahip ülkeler vardır. Birinci eksende Amerika-İngiltere-Fransa, ikinci eksende Rusya-Çin- Kuzey Kore nükleer silahlara sahip ülkelerdir. Dolayısıyla Üçüncü Dünya Savaşı çıkarsa, nihayetinde, kaçınılmaz olarak savaş nükleer savaşa dönüşecektir. Bu bağlamda Rusya Savunma Bakanı Belousov zaman zaman dolaylı bir şekilde bu duruma dikkat çekmiştir: “Ukrayna’ya uzun menzilli ve hassas silahların tedariki, çatışmayı kimsenin hayal edemeyeceği yere tırmandırabilir.”[20]
Türkiye, bu gerçeği görerek gerek içerde ve gerekse bölgede bütünleşmeyi sağlayacak adımları süratle atmalıdır. Türkiye, bu oyunu bozabilecek hem güce hem de imkâna sahiptir.
Şer İttifakı’nın ihanet stratejisine karşı daha üst bir strateji ortaya koymak, Şer İttifakı’na karşı şuurlu geniş bir cephe kurmak öncelik olmalıdır. Bunun için öncelikle ülke içinde, sonra da bölgede birlik ve beraberliği sağlayacak politikalar üretip uygulamaya sokulmalıdır.
Türkiye içerisinde gerilim üretecek bir dil kullanmaktan başta siyasiler olmak üzere herkes, her yapı kaçınmalıdır: “Görmedin mi ki, Allah nasıl bir örnek vermiştir: Güzel bir söz, güzel bir ağaç gibidir ki, onun kökü sabit, dalı ise göktedir. Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. Allah insanlar için örnekler verir; umulur ki onlar öğüt alır-düşünürler. Kötü (murdar) söz ise, kötü bir ağaç gibidir: Onun kökü yerin üstünden koparılmış, kararı (yerinde durma, tutunma imkânı) kalmamıştır. Allah, iman edenleri, dünya hayatında ve ahirette sapasağlam sözle sebat içinde kılar.” (14/İbrahim 24-27) “Güzel şehrin bitkisi Rabbinin izniyle çıkar; kötü olandan ise kavruktan başkası çıkmaz.” (7/A’râf 58). Bütün işlerde hak ve adalet merkeze alınmalıdır: “Ey Davud! Gerçek şu ki, biz seni yeryüzünde bir halife kıldık. Öyleyse insanlar arasında hak ile hükmet, hevaya uyma; sonra seni Allah’ın yolundan saptırır.” (38/Sâd 26)
Bütün bu gelişmelere karşılık unutmamamız gereken temel gerçek şudur: “Gerçek şu ki, onlar hileli-düzenler kurdular. Oysa onların düzenleri, dağları yerlerinden oynatacak da olsa, Allah katında onlara hazırlanmış bir düzen vardır.” (14/İbrahim 46) Bunun için de Allah’ın yardımını hak edecek bir mümin, bir millet ve bir ümmet olmalıyız.
[1] Önceki sayıdaki yazımda bu bağlamda Üçüncü Dünya Savaşı ile ilgili genel bir analiz yapmıştım. O analizin okunmasında fayda vardır. Burhanettin Can, “Üçüncü Dünya Savaşı Hibrit Savaşları Düzleminde Bölgesel Eksende Başlatılmıştır”, Umran, 2024, sayı: 362, s. 14-22.
[2] Liddell Hart, II. Dünya Savaşı Tarihi, çev. Kerim Bağrıaçık, YKY, İstanbul, 1998.
[3] Part 1- http:// www.youtube.com/watch?v=cXFj2MbwSyU Part 2- http:// www.youtube.com/watch?v=86XCCB0Dc5k
Part 3- http:// www.youtube.com/watch?v=MSa8NCfSEdl Say, Z., Kontratak Şener Çelik Berkman 1; www.youtube.com
[4] Burhanettin Can, “İslâm Coğrafyası ve Küresel Savaş: Küresel Savaş Türkiye Üzerinden mi(!)? Çıkarılmak İsteniyor”, Umran, 2017, sayı: 278, s. 4-13.
[5] G. Allen, Gizli Dünya Devleti, Millî Gazete, İstanbul, 1996, s. 4-10.
[6] G. Allen, age.
[7] Hakan Yılmaz Çelebi, İsrail’in Şifresi, Pegasus Yayınları, İstanbul, 2006, s. 52-66. Roger Garaudy, Siyonizm Dosyası, çev. Özcan Salman, Pınar Yayınları, 2024, s. 156-168.
[8] Ami Ayalon’un Konuşma Videosu; https://www.youtube.com/watch?v=PxlN5NKv8so
[9] https://www.youtube.com/watch?v=PxlN5NKv8so
[10] Umur Talu, “14 Yıl Önceki Hesap Çarşıya Uymayınca!”, Habertürk, 1 Haziran 2010.
[11] http://odatv.com/bir-oyun-oynaniyor-arkasindakileri-henuz-tespit-edemedik-0706171200.html 7 Haziran 2006 tarihli gazeteler; Banu Avar, “‘Türkiye Elini Kirletecek!’ İfadesini Hatırlatalım”, 26 Mayıs 2017.
[12]A. Kılıç Haberdar (Analiz), 04.01.2016. “MOSSAD 4 Yıl Önce Planladı, Türkiye ve Arabistan Harfiyen Uyguladı!” http://www.haberdar.com/gundem/mossad-4-yil-once-planladi-turkiye-ve-arabistan-harfiyen-uyguladi-h12239.html?mnst=3541
[13] “İşte İsrail'in Yeni Ortadoğu Planı Haritası”, Yeni Mesaj, 22 Eylül 2023 “BM'de 'Veto Hakkı Vermemeliyiz' Dedi! Netanyahu'dan Filistin'siz Harita”, Aydınlık, 23 Eylül 2023. Filiz Katman, “Arz-ı Mevud”, Star, 16 Ekim 2023. Orhan Bursalı, “Filistin’i Silen Netanyahu’dan Yeni Ortadoğu Haritası”, Cumhuriyet, 17 Ekim 2023.
[14]https://tr.sputniknews.com/abd/202009151042852930-beyaz-sarayda-israil-bae-bahreynden-tarihi-normallesme-anlasmalarina-imza-trumpa-gore-5-6-ulke-daha/ Umut Uzer, “Yeni Bir Ortadoğu: Hz. İbrahim Anlaşması”, Şalom, 30 Eylül 2020. Daniel Levyi “İbrahim Anlaşmasının Eksik Barışı” https://www.perspektif.online/ibrahim-anlasmasinin-eksik barisi/https://www.indyturk.com/node/244941/yazarlar/bae-bahreyn-ve-israil-tarihi-bar%C4%B1%C5%9F-anla%C5%9Fmas%C4%B1n%C4%B1-imzalad%C4%B1
[15] https://www.aa.com.tr/tr/dunya/netanyahu-bm-genel-kurulundaki-konusmasinda-filistin-topraklarini-israil-olarak-gosteren-harita-kullandi/3343638https://gazeteoksijen.com/dunya/bm-genel-kurulunda-konusan-netanyahu-orta-doguda-erisemeyecegimiz-bir-yer-yok-224046https://www.yirmidort.tv/dunya/netanyahu-yine-sacmaladi-bmde-filistin-topraklarini-israil-olarak-gosterdigi-harita-dikkat-cekti-203242
[16] Kemal Yaman, İhanet Planları, Belgeler, Otağ Yayınları, İstanbul, 1971.
[17]https://haberglobal.com.tr/gundem/son-dakika-disisleri-bakani-hakan-iran-israil-savasini-yuksek-bir-ihtimal-olarak-degerlendirmeliyiz-387530
[18] Burhanettin Can, “İslâm Coğrafyası ve Küresel Savaş: “Kaostan Kaynaklanan Düzen ve Küresel Savaş”, Umran, 2017, sayı: 277, s. 4-13. Burhanettin Can, “İslâm Coğrafyası ve Küresel Savaş: Küresel Savaş Türkiye Üzerinden mi(!)? Çıkarılmak İsteniyor”, Umran, 2017, sayı: 278, s. 4-13.
[19]https://haberglobal.com.tr/gundem/son-dakika-disisleri-bakani-hakan-iran-israil-savasini-yuksek-bir-ihtimal-olarak-degerlendirmeliyiz-387530
[20]Fehim Taştekin, “Üçüncü Dünya Savaşı mı?”, 27 Haziran 2024; https://www.gazeteduvar.com.tr/ucuncu-dunya-savasi-mi-makale-1701607