1 Haziran 2025 Pazar

İslâm Dünyasında Ölümün ve Hesap Gününün Unutulma Eğilimi-2: HER İNSAN ÖLÜMLÜDÜR VE BU DÜNYADA YAPTIKLARININ HESABINI AHİRET HAYATINDA VERECEKTİR

 Prof. Dr. Burhanettin Can  – Umran Dergisi/Haziran 2025-370. Sayı

Allah, Kur’ân’da Hz. Âdem’in cennetten çıkarılıp yeryüzüne gönderilmesinden sonra kıyamete kadar vuku bulabilecek durumlarla ilgili uyarılarda bulunarak insanlara yol göstermektedir. Bu sebeple geçmiş nesillerin yaşadıkları geçmişte kalan, tekrarlanmayacak basit birer kıssa olarak değil, İblis’in yolundan gidenlerin kıyamete kadar uygulayacakları strateji ve taktiklerin bir ifşası şeklinde ele alınıp değerlendirilmelidir.

Kur’ân-ı Kerim’de ümmetten bahseden ayetler dikkatli bir şekilde incelendiğinde, ilk nesilden günümüze gelinceye kadar her peygamber gelişinde ümmetler içinde ve arasında, genelde bir anlaşmazlığın ortaya çıktığı görülmektedir (11/118). Bu ayetlerde bahsedilen ihtilafların temel sebepleri, gelen tevhidi değerlerle var olan saptırılmış/bozulmuş değerlerin çatışmasıdır. Bu bağlamda geçen yazıda, bütün bu hastalıkların özünde bulunan ölüm gerçeğinin unutulması semantik alanı/kavramsal analizi, Kur’ân ve sünnet düzleminde incelendi. Bu yazıda, ölüm olgusu, bu dünya ve ahiret hayatı denklemi düzleminde, yüce mahkeme ve amel defteri çerçevesinde ele alınıp değerlendirilecektir.

Her Şeyin Eş Olarak Yaratılması ve Bu Dünya-Ahiret Hayatı Denklemi

Yaratılış denkleminde kadın- erkek, pozitif- negatif, elektron- pozitron, müon-antimüon vb. her şey, eş (parite/çift) olarak vardır. Fıtrat/yaratılış yasalarına göre Allah’ın dışında her şey eş olarak yaratılmıştır; tek olan varlık sadece ve sadece Allah’tır (4/1; 6/95-98; 13/3; 16/72; 26/7; 30/20, 21; 35/11; 36/36; 42/11; 43/12; 51/49; 53/45; 55/52; 75/39; 78/8; 22/5; 23/27; 40/67; 89/3). İnsanlığın başlangıcında da Hz. Âdem ile eşi vardır (4/Nisâ, 1). İnsan neslinin devam edebilmesi, bu çift/eş yaratılma ilahi denkleminin bir sonucu olup Allah’ın bir ayetidir. Bundan ders çıkarabilecek olanlar, düşünebilen insanlar, toplumlar olacaktır (30/Rûm, 21). Tüm canlılarda olduğu gibi tüm evrende de her şey eş olarak yaratılmıştır (51/Zâriyât, 49; 43/Zuhrûf, 12; 36/Yâsîn, 36).

Bilimsel araştırmalara göre tüm elemanter tanecikler, eşleri ile birlikte vardır ve bu temel parçacıklar antileri ile karşılaştıklarında birbirini yok etmektedirler.[2] Ölüm-hayat, bu dünya-ahiret hayatı, cennet ve cehennem denklemi, bu çift yaratılmanın bir sonucudur (6/En’âm, 95; 35/Fâtır,11; 43/Zuhrûf, 11; 67/Mülk, 2). Çift yaratılma yasasına göre bu dünya ahiretin tarlasıdır. İnsanlar bu dünyada Allah’ın emrettiği, koyduğu yasalara tâbi olup olmadıklarına göre ahirette yargılanacaklar ve eş yaratılma yasasına göre ya cennete ya da cehenneme gönderileceklerdir. İmam Gazzali’nin bu anlamdaki değerlendirmesi çok mesaj vericidir: “Ey ilahi sırları öğrenmek isteyen! Bir kimse: 1- İşlerin sonu: Ölüm, 2- Son durağı: Kabir, 3- Kendisine gelecekler: Münker, Nekir, 4- Vadesi: Kıyamet, 5- Ebedî kalacağı yer: Cennet veya cehennem olduğunu bilirse, o kişiye ölüm hakikatinden daha önemli bir düşünce gelmez. O kişi akıllı ise ona ölüm tedbirinden üstün tedbir olmaz. Nitekim Resûlüllah (s.) şöyle buyurmuştur: ‘Akıllı şu kişidir ki, nefsini yanıltarak emre uydurur ve ölümünden sonra kalacak işlerde (hazırlıklarda) bulunur.’[3]

Bu dünya-öteki dünya denkleminde hesap gününde yapılacak sorgulama, yargılama, burada yapılacaklara, yapılması gerekenlere şekil veren en önemli unsurlardan biridir. Ölüm olayı, ölüm korkusu, bu denklem içerisinde bütünlüklü şekilde ele alınıp değerlendirilmelidir. Burada ölüm olayı bu bağlamda ele alınacaktır.

Her Şeyin Yaratıcısı ve Yöneticisi Allah, Mutlak Hâkim ve Ölümsüzdür

Allah, yüce yaratıcının özel ismi olup hiçbir dilde tam karşılığı yoktur. Arapça ilah, Türkçe tanrı, Farsça hüda, İngilizce god, Almanca gott kelimeleri, Allah gibi özel isim olmayıp cins isimlerdir.[4] Allah ismi başka hiçbir varlığa verilemez, onun çoğulu ve “onun adaşı” yoktur: “Göklerin, yerin ve her ikisi arasındakilerinin Rabbi’dir; şu hâlde O’na ibadet et ve O’na ibadette kararlı ol. Hiç O’nun adaşı olduğunu biliyor musun?” (19/Meryem, 65). Bu konuda müşriklerin Hz. Peygamber’den “Rabbini bize (tanıt)!” şeklinde bir istekte bulunmaları üzerine cevap, bizzat Allah tarafından İhlâs Suresi indirilerek verilmiştir:[5] “De ki: O, Allah’tır, bir tekdir. O Allah’tır, sameddir (hiçbir şeye muhtaç değil, her şey ona muhtaç). Doğurmamıştır, doğurulmamıştır. Hiçbir şey O’nun dengi (ve benzeri) değildir.” (112/İhlâs, 1-4)

İnsanlar Allah’ın zatını, hakikat ve mahiyetini O’nun kendisini tanıttığı kadar bilebilirler. Allah değişik isim ve sıfatlarla kendisini insanlığa tanıtmıştır. Allah’ın, isim ve sıfatlarını Esmâ-i Hüsnâ diye isimlendirmesi ayet ve hadislerde yer almakta, O’nun nasıl bir varlık olduğunu insanın idrak edebileceği bir düzlemde ifade etmektedir: “El-Esmâü’l-Hüsnâ; Allah’ın nasıl bir varlık olduğunu, O’nun niteliklerini, özelliklerini ve hangi vasıflara sahip olup olmadığını beyan eden isim ve sıfatlardır.”[6]

Esmâ-i Hüsnâ, “en güzel isimler” anlamında Allah için kullanılmaktadır: “İsimlerin en güzeli Allah’ındır. Öyleyse O’na bunlarla dua edin. O’nun isimlerinde ‘aykırılığa (ve inkâra) sapanları’ bırakın. Yapmakta oldukları dolayısıyla yakında cezalandırılacaklardır.” (7/A’râf, 180; Bk. 20/Tâhâ, 8; 59/Haşr, 24). A’râf Suresi 180. ayette Allah’a Esmâ-i Hüsnâ ile dua edilmesi ve Allah’ın isimleri konusunda aykırılığa ve inkâra kalkılmaması ve kalkanlarla da ilişki kurulmaması istenmektedir. Tâhâ 8’de ise Allah’tan başka ilahın bulunmadığına dikkat çekilmektedir. Haşr 24’te ise Allah’ın en güzel bir biçimde yaratan, kusursuzca var eden, şekil ve suret veren olduğu ifade edildikten sonra göklerde ve yerdekilerin tümünün Allah’ı “tespih ettiğine” özel bir vurgu yapılmaktadır.

Kur’ân’daki ilhâd kavramı, “Allah’ın isimleri hakkında Allah’a layık olmayan isimler isnat etmek”, “Allah’ın azamet ve kudret ifade eden isimlerini kabul etmemek” veya “Allah’a özgü isimleri Allah’tan başka varlıklara vermek”, “Allah’a cisim, cevher, akıl ve illet gibi isimler vermekle” ilgili kullanılan bir kavram olup “doğru olandan, haktan sapmak” anlamına gelmektedir.[7] Dolayısıyla Allah, böyle bir tehlikenin varlığına dikkat çekerek iman edenleri uyarmak istemektedir.

Hadislerde ihsâ (saymak) ve hıfz (ezberlemek) kavramlarına özel bir önem verilmektedir. Bunlarla iletilen mesaj, Allah’ı güzel isimleri ile tanıyın, o isimlerin gerektirdiği ve Allah’ın istediği şekilde kendisini gördüğü, yaptıklarını bildiği, ameline göre ona ödül veya ceza vereceği şuuru ile O’na ibadet ve itaat edindir. Allah’a atfedilen isim/sıfatların sayısı, Kur’ân ve hadislere göre 99 ile 200 arasında değişmektedir. Biz burada 99’unu isim/sıfat olarak vermek istiyoruz: Allah, er-Rahmân, er-Rahîm, el-Melik, el-Kuddûs, es-Selâm, el-Mü’min, el-Müheymin, el-Azîz, el-Cebbâr, el-Mütekebbir, el-Hâlık, el-Bâri’, el-Musavvir, el-Gaffâr, el-Kahhâr, el-Vehhâb, er-Rezzâk, el-Fettâh, el-Alîm, el-Kâbıd, el-Bâsıt, el-Hâfıd, er-Râfi, el-Mu’izz, el-Müzill, el-Basîr, es-Semi’, el-Hakem, el-Adl, el-Lâtîf, el-Habîr, el-Halîm, el-Azîm, el-Ğafûr, eş-Şekûr, el-Aliyy, el-Kebîr, el-Hafîz, el-Mukît, el-Hasîb, el-Celîl, el-Kerîm, er-Rakîb, el-Mücîb, el-Vâsi’, el-Hakîm, el-Vedûd, el-Mecîd, el-Bâis, eş-Şehîd, el-Hakk, el-Vekîl, el-Kaviyy, el-Metîn, el-Veliyy, el-Hamîd, el-Muhsî, el-Mübdî, el-Mu’îd, el-Muhyî, el-Mümît, el-Hayy, el-Kayyûm, el-Vâcid, el-Mâcid, el-Vâhid, es-Samed, el-Kâdir, el-Muktedir, el-Mukaddim, el-Muahhir, el-Evvel, el-Âhir, ez-Zâhir, el-Bâtın, el-Vâli, el-Müte’âlî, el-Berr, et-Tevvâb, el-Müntakim, el-Afüvv, er-Raûf, Mâlikü’l-Mülk, Zü’l-Celâli ve’l-İkrâm, el-Muksit, el-Câmi’, el-Ganiyy, el-Muğnî, el-Mânî’, ed-Dârr, en-Nâfi’, en-Nûr, el-Hâdî, el-Bedî’, el-Bâkî, el-Vâris, er-Reşîd, es-Sabûr.[8]

Bunların anlamı, muhtevası ve Kur’ân’da geçtiği ayetler, verilen kaynaklardan kolayca bulunabilir. Allah isminin Kur’ân’da 2 bin 697 kez geçmesi, taşıdığı anlam ve insan hayatındaki önemindendir. Allah isim ve sıfatlarının ayet ve hadislerde çok yoğun kullanılmasının sebebi, Hz. Şuayb’ın kavmi ile mücadelesinde “Ey kavmim, sizce benim yakın-çevrem, Allah’tan daha mı üstündür ki, O’nu arkanızda-unutuluvermiş (önemsiz) bir şey edindiniz…” (11/Hûd, 92) şeklinde dikkat çektiği hataya tüm iman edenlerin düşmemesi bağlamında değerlendirilmelidir. Muhtemeldir ki bu sebeple Allah’ın 99 ismini şuurla ezberleyip sayan ve gereğini yapanların cennete gireceğini belirten hadisler mevcuttur.[9]

Melekü’l-Mevt Vardır

Melekü’l-mevt (ölüm meleği) Azrail, dört büyük melekten biri olup insanların canlarını almakla görevlidir. Azrail kelimesi İbranicedir ve de Kur’ân’da geçmemektedir. Kur’ân’a göre her insanın canını almak için görevlendirilmiş bir ölüm meleği vardır ve Azrail, bu meleklerin başıdır.[10] “De ki: ‘Size tayin edilmiş olan ölüm meleği canınızı alacak, sonra döndürülüp Rabbinize götürüleceksiniz!’” (32/Secde, 11).

Ölüm genelde her canlı için özel olarak da insan için kaçınılmaz bir olgu olup (3/185; 4/78; 62/8) ölüm melekleri aracılığıyla icra edilmektedir: “Sonunda sizden birinize ölüm gelip çattığı zaman, elçilerimiz onun ‘hayatına son verirler’. Onlar (bu işte ne eksik ne fazla) kusur etmezler.” (6/En’âm, 61) Ölüm meleklerinin geçtiği ayetlerde dikkat çeken çok önemli bir husus, şahsın işlediği amellere göre ölüm meleğinin şahsın canını farklı şekillerde almasıdır (79/ Nâzi’ât 1-2). Ölüm melekleri, inkârcıların, zalimlerin, nemelazımcıların ölümü sürecinde kendilerine acı vererek canlarını almaktadırlar: “Sen bu zalimleri, ölümün ‘şiddetli sarsıntıları’ sırasında meleklerin ellerini uzatarak onlara: ‘Canlarınızı (bu kıskıvrak yakalanıştan) çıkarın, bugün Allah’a karşı haksız olanı söylediğiniz ve O’nun ayetlerinden büyüklenerek (yüz çevirmeniz) dolayısıyla alçaltıcı bir azapla karşılık göreceksiniz.’ (dediklerinde) bir görsen...” (6/En’âm, 93) “Melekler, inkâr edenlerin yüzlerine ve sırtlarına vurarak, ‘Yakıcı azabı tadın, bu, kendi ellerinizle yaptığınızın karşılığıdır.’ diyerek canlarını alırken bir görseydin!” (8/Enfâl, 50-51) Dikkat çekici olan bir durum, bu tür insanların ölüm meleklerine “Biz hiçbir kötülük yapmıyorduk!” şeklinde bir konuşma yapmalarıdır (16/Nahl, 28). Melekler, Allah’tan sakınanların canlarını “Selam size” diyerek çok daha güzel bir muamele ile teslim almakta ve onlara cenneti müjdelemektedirler (16/Nahl, 30-32).

Kendilerini mustaz’af şeklinde tanımlayanlar ile ölüm meleği arasında geçen bir konuşma hem dikkat çekici hem düşündürücü hem de ibret vericidir. Zulme karşı hiçbir tavır takınmayanlar, yapabileceklerini yapmayanlar, “kendi kendilerine zulmedenler” diye tanımlanıp canları alınmaktadır: “Melekler kendi kendilerine zulmedenlerin hayatına son verecekleri zaman, derler ki: ‘Neyde idiniz?’ Onlar: ‘Biz, yeryüzünde zayıf bırakılmışlar (mustaz’aflar) idik.’ derler. (Melekler de:) ‘Onda hicret etmeniz için Allah’ın arzı geniş değil miydi?’ derler. İşte onların barınma yerleri cehennemdir. Ne kötü yataktır o!” (4/ Nisâ, 97).

Her Nefis Ölümü Tadacak

 Allah’ın eş/çift yaratma kanuniyetinin neticesinde bu dünya-ahiret hayatı denkleminde hayat ve ölüm yaratılmıştır: “O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginiz daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı.” (67/Mülk, 2). Bu dünya-ahiret hayatı denkleminde dünyadaki her şeyin hesabı ahirette görüleceğinden, her nefis ölümü tadacak ve öte dünyada yüce mahkemede yargılanmak üzere yeniden diriltilecektir: “Her nefis ölümü tadıcıdır. Kıyamet günü elbette ecirleriniz eksiksizce ödenecektir. Kim ateşten uzaklaştırılır ve cennete sokulursa, artık o gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir.” (3/Âl-i İmrân, 185; bk. 29/Ankebût, 57; 23/Mü’minûn, 15-16).

Hiçbir korunak ve tıbbi müdahale ölümü/eceli durdurma güç ve imkânına sahip değildir, ölüm kaçınılmaz bir yasa olarak vardır ve de var olmaya devam edecektir: “Her nerede olursanız, ölüm sizi bulur; yüksekçe yerlerde tahkim edilmiş şatolarda olsanız bile.” (4/Nisâ 78). “De ki: ‘Hiç tartışmasız sizin kendisinden kaçmakta bulunduğunuz ölüm, şüphesiz sizinle karşılaşıp-buluşacaktır. Sonra gaybı da müşahede edilebileni de bilen Allah’a döndürüleceksiniz; O da size yapmakta olduklarınızı haber verecektir.” (62/Cum’a, 8). Bu konuyu Hz. Peygamber sahabeye yere şekil çizerek anlatmış ve ölümün kaçınılmaz bir olgu olarak mutlaka gerçekleşeceğine özel bir vurgu yapmıştır: “Hz. Peygamber (s.a.v.) bir gün yere çubukla, kare biçiminde bir şekil çizdi. Sonra, bunun ortasına bir hat çekti, onun dışında da bir hat çizdi. Sonra bu hattın ortasından itibaren bu ortadaki hatta istinat eden bir kısım küçük çizgiler attı. Resûlüllah (s.a.v.) bu çizdiklerini şöyle açıkladı: ‘Şu çizgi insandır. Şu onu saran kare çizgisi de eceldir. Şu dışarı uzanan çizgi de onun emelidir. (Bu emel çizgisini kesen) şu küçük çizgiler de musibetlerdir. Bu musibet oku yolunu şaşırarak insana değmese bile, diğer biri değer. Bu da değmezse ecel oku değer.’”[11]

“Her nefis ölümü tadacak. Ancak insanlar nerede ne zaman ve nasıl öleceklerini bilmemektedir, bilememektedir” (31/Lokman, 34; bk. 3/Âl-i İmrân, 167-168). Bu konuda Hz. Peygamber, “gaybın anahtarının beş” olduğunu ifade etmiş ardından Lokman Suresi’nin 34. ayetini okuyarak hem sahabeleri hem de gelecek nesilleri özel olarak uyarmıştır.[12]

Ahirette Yaptıklarından Dolayı İnsanı Yargılayacak Bir Yüce Mahkeme Kurulacak

Allah Kur’ân-ı Kerim’de öteki âlemde/hesap gününde tüm insanların bu dünyada yaptıklarından dolayı yargılanacaklarını ve hesaba çekileceklerini, gönderdiği peygamberler ve kitaplar aracılığıyla tüm insanlığa bildirmiştir. Allah, kitabın peygamberlere indirilişine, kendisinin ve de meleklerin şahit olduğunu çok açık bir şekilde ifade etmektedir: “Allah, sana indirdiğiyle şahitlik eder ki, O, bunu kendi ilmiyle indirmiştir. Melekler de şahittirler. Şahit olarak Allah yeter.” (4/Nisâ, 166).

Gönderilen kitaplar ve peygamberler vasıtasıyla insanlara yol gösterilmiş, insanlar uyarılmış, bu dünyada işlerinden dolayı öte dünyada yargılanacakları, ödül ya da ceza alacakları, yargılama sonucuna göre ya cennete ya da cehenneme konacakları insanlara bildirilmiştir.

Kur’ân’a göre kurulacak yüce mahkemede Allah yüce yargıç, melekler savcı, insan sanık olarak yer alacaktır. Sanıkla ilgili iddianame, bu dünyada yapıp ettikleri bir “kitap/amel defteri” şeklinde kendisine, savcı melek tarafından takdim edilecek, kitap sanığın eline verilecektir: “İnsana o gün, önceden takdim ettikleri ve erteledikleri şeylerle haber verilir.” (75/Kıyâmet, 13; bk. 34/Sebe’, 40-42; 6/En’âm, 130). O yüce mahkemede avukatlık sistemi yoktur. Dikkat çekici, düşündürücü ve ibret verici olan olgu, şahitlik mekanizmasıdır. Kur’ân’da insanın ellerinin, dillerinin, ayaklarının, işitme ve görme organları ile derilerinin ve yeryüzünün şahitlik edeceği, çok açık bir şekilde belirtilmektedir: “Bugün biz onların ağızlarını mühürleriz; (günahtan ve sevaptan yana) kazanmakta olduklarını da elleri bize söylemekte, ayakları da şahitlik etmektedir.” (36/Yâsîn, 65). “Sonunda oraya geldikleri zaman, onların işitme, görme (duyuları) ve derileri kendi aleyhlerine şahitlik edecektir. Kendi derilerine dediler ki: ‘Niye aleyhimizde şahitlik ettiniz?’ Dediler ki: ‘Her şeye nutku verip-konuşturan Allah, bizi konuşturdu. Sizi ilk defa O yarattı ve O’na döndürülmektesiniz.’ ‘Siz, işitme, görme (duyularınız) ve derileriniz aleyhinizde şahitlik eder diye sakınıp-korunmuyordunuz. Aksine, yapmakta olduklarınızın birçoğunu Allah’ın bilmeyeceğini sanıyordunuz.” (41/Fussilet, 20-23) “O gün, kendi dilleri, elleri ve ayakları aleyhlerinde yaptıklarına dair şahitlikte bulunacaklardır.” (24/Nûr, 24). “Yerküre kendine has sarsıntısıyla sallandığı, toprak ağırlıklarını dışarı çıkardığı ve insan ‘Ne oluyor buna!’ dediği vakit, işte o gün (yer) Rabbinin ona bildirmesiyle bütün haberlerini anlatır.” (99/Zilzâl, 1-5).

Dikkat edilmesi gereken çok önemli bir nokta, Allah insanların bütün yaptıklarını/amellerini ve ne kazandıklarını bilip görmüş olmasına (13/42; 89/14;100/11; 47/30-31) rağmen bir mahkeme kurdurması, mahkeme de savcı ve şahitlerin olması, iddianamenin sanığın eline verilmesidir.  İlahi adaletin gereği bu olduğuna göre ümmet coğrafyasındaki yargı sistemlerinin de buna göre konumlanması, çalışması ve gerçek adaletin inşa edilip tüm dünya insanlığına duyurulması gerekmektedir. Unutmamak gerekir ki adalet yoksa barış da olmayacaktır.

Bu Dünya-Öteki Dünya Denkleminde İnsanoğlunun Yaptıkları Kayıt Altına Alınmaktadır

     Bu dünya-öteki dünya denkleminde ahiret hayatı ebedî âlem olarak var kılınmış, bu dünya bir imtihan dünyası olarak insanoğlunun önüne konmuştur (29/Ankebût, 64). Hz. Âdem ile İblis arasında başlayan mücadele, kıyamete dek sürecek; İblis’in yolundan gidenlerle peygamberlerin yolundan gidenlerin yapıp ettikleri, öteki dünyada yüce mahkeme de önlerine konacaktır. Bu noktada üzerinde durup düşünülmesi gereken ana soru şudur: İnsanın her türlü amellerini kim kayda almakta ve de kitap hâline getirip yazmaktadır?

Sorunun cevabı, insanın yaratılış olgusunda yer almakta, namazın bitirilme sürecinde sağ ve sol omuza doğru verdiğimiz selamın içinde bulunmaktadır. Günde beş vakit kılınan namazların sonlarında bu selamlar kime/kimlere verilmektedir? Bu selamlar, her türlü amelimizi yazan meleklere verilmektedir. İnsanın bütün amellerini yazan melekler, Kur’ân-ı Kerim’de kirâmen kâtibin, hafaza, rusul, rakîb, atîd diye isimlendirilmektedir.[13] Bu meleklerin insanların düşünce, söz, tutum, davranışları ile ilgili yazdıkları metinler, kitap olarak isimlendirilmekte ve insanın zerre miktarınca yaptığı iyilik ve kötülükler, bu kitapta yer almaktadır:

“Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından daha yakınız.” (50/Kâf, 16). “Onun sağında ve solunda oturan ‘iki tespit edici ve yazıcı’ tespit edip yazarlarken,” (50/Kâf, 17). “Sağında ve solunda, onunla beraber oturan iki alıcı melek, yanında hazır birer gözcü olarak söylediği her sözü zapt ederler.” (50/Kâf, 17-18). “O ölüm sarhoşluğu, bir gerçek olarak gelip de (insana) ‘İşte bu, senin yan çizip-kaçmakta olduğun şeydir.’ (denildiği zaman da).” (50/Kâf, 19). “Sur’a üfürülür. İşte bu geleceği söz verilen gündür.” (50/Kâf, 20). “(Artık) Her bir nefis, yanında bir sürücü ve bir şahit ile gelmiştir.” (50/Kâf, 21). “Andolsun, sen bundan bir gaflet içindeydin; işte biz de senin üzerindeki örtüyü açıp-kaldırdık. Artık bugün görüş-gücün oldukça keskindir.” (50/Kâf, 22) “Onun yakını olan (ve yanından ayrılmayan melek) dedi ki: ‘İşte bu, yanımda hazır durumda olan şey.’” (50/Kâf, 23). “Yoksa onlar, gerçekten bizim sır tuttuklarını ve aralarındaki fısıldaşmalarını işitmediğimizi mi sanıyorlar? Hayır, (işitiyoruz) ve onların yanlarındaki elçilerimiz de (her şeyi) yazıyorlar.” (43/Zuhrûf, 80). “Artık kim, bir mümin olarak salih olan amellerde bulunursa, onun çabası için (karşılık olarak nankörlük) küfran yoktur. Şüphesiz biz, onun yazıcılarıyız.” (21/Enbiyâ, 94).

Yüce mahkeme için insanın bu dünyada yaptığı her şey kayıt altına alınmakta, görevli melekler tarafından kaydedilip “kitap” hâline getirilmektedir (6/61-62, 10/61, 11/123, 13/11, 23/62, 36/12, 50/17-18, 54/52-53, 78/29, 82/10-12, 83/7-9): “Hayır hayır. Şüphe yok ki, fâcirlerin yazısı elbette siccîndedir. Siccînin ne olduğunu sana ne şey bildirdi? O, mühürlenmiş bir kitaptır. Yazılı bir kitaptır. Ve şüphe yok ki, sizin üzerinizde bekçiler vardır. Çok mükerrem yazıcılar vardır. Ne yapar olduklarınızı bilirler.” (83/Mutaffifîn, 7-12). “Onların işledikleri her şey kitaplarda yazılıdır. Küçük, büyük her şey satır satır yazılıdır.” (54/Kamer, 52-53). İman edenlerin unutmaması gereken gerçek, bu dünyada yaptığı her şeyin kitaplaştırılıp yüce mahkemede kendisine sunulacağı ve “kendi kitabını okumasının” isteneceği olgusudur: “Biz, her insanın kuşunu (işlediklerini, yaptıklarını) kendi boynuna doladık, kıyamet gününde onun için açılmış olarak önüne konacak bir kitap çıkarırız. ‘Kendi kitabını oku; bugün nefsin hesap sorucu olarak sana yeter.’” (17/İsrâ, 13-15).

İnsanlar bu dünyada icra ettikleri tüm amellerden dolayı öte dünyada yüce mahkemede yargılanacaklar; kitaplarında var olanlara göre ödüllendirilecekler ya da cezalandırılacaklardır: “İşte bugün, hiç kimseye (hiç) bir şeyle zulmedilmez ve siz de yapmakta olduklarınızdan başkasıyla karşılık görmezsiniz.” (36/Yâsîn, 54). “Kim, bir kötülük işlerse; ancak onun benzerleriyle ceza görür. Kadın veya erkek her kim de inanarak salih amel işlerse; işte onlar, cennete girerler ve orada hesapsız şekilde rızıklanırlar.” (40/Mü’min, 40). Dikkat çekici bir husus Kur’ân’ın sapan ve saptıran ilişkisine özellikle değinmesidir. Bu uyarının ana amacı, bu dünyada insanları saptırmak için uğraşanların Allah’ın huzurunda saptırmaya çalıştığı insanlarla ilgili itirafta bulunacakları olgusunu göz önüne alarak kendilerine gelmeleri, saptırmak için uğraşanları iyi tanıyıp onlara karşı açık, kesin bir tavır koymaları içindir: “Onun yakın-dostu (saptırıcı) dedi ki: ‘Rabbimiz, ben onu kışkırtıp-azdırdım. Ancak kendisi (haktan) uzak bir sapıklık içindeydi.’” (50/Kâf, 27-29).

Dikkat çeken bir başka olgu da yüce mahkemede sadece fertlerin değil milletlerin/toplumların/ümmetlerin de kitaplarının önlerine konulup okumaları istenecek ve yargılanacaklardır: “O gün sen, her ümmeti diz üstü çökmüş (veya toplanmış) görürsün. Her ümmet, kendi kitabına çağrılır. ‘Bugün yapmakta olduklarınızla karşılık göreceksiniz.’ ‘Bu bizim kitabımızdır; sizin aleyhinizde hak ile konuşuyor. Gerçekten biz, sizin yapmakta olduklarınızı yazıyorduk.” (45/Câsiye, 28-29).

Yüce Mahkemedeki İddianame “İnsanın Amel Defteridir”

Eş/çift yaratılma yasasının bir gereği olarak bu dünya-öteki dünya denklemi var olmuştur. Fıtrat yasalarına göre eş/çift yaratılmanın sonucu, bu dünya bir imtihan alanı, öte dünya bir ödül ve ceza alanı şeklinde konumlandırılmıştır: “Şüphesiz biz, yeryüzü üzerindeki şeyleri ona bir süs kıldık; onların hangisinin daha güzel davranışta bulunduğunu deneyelim diye.” (18/Kehf, 7). “O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginiz daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. …” (67/Mülk, 2). İnsanların öte dünyada yüce mahkemede yargılanabilmeleri, yargılanmanın adil olabilmesi için önlerine bir iddianame konması ve şahitlerin dinlenmesi gerekmektedir. Adaletin gerek şartı budur. İşte bu noktada hem Kur’ân’da hem de hadislerde çokça yer alan bir kavram olarak amel, amel defteri, salih amel, amel-i seyyie vb. kavramları karşımıza çıkmaktadır.

Eş/çift yaratılma yasasının bir gereği olarak yargılamanın sonucunda insan ya cennete ya da cehenneme gönderilecektir. Yargılamanın ana merkezi insanın bu dünyada yapıp ettikleri olduğuna göre insanın yapıp ettikleri yüce mahkemede onun önüne konmalı, ona söylenmeli, iddialarla ilgili ne söyleyebileceği dinlenmeli/savunması alınmalı ve de şahitler dinlenmelidir. İnsanın bu dünyada yapıp ettikleri Kur’ân’da “amel” olarak nitelendirilmektedir (2/25, 62, 277; 3/57; 4/57, 122, 173; 5/9, 69, 93; 6/54, 132; 7/42; 10/4, 9; 11/11, 23; 13/29; 14/23; 16/34, 97, 119; 18/30, 49, 88, 107; 19/60, 96; 20/75, 82; 22/14, 23, 50, 56; 24/38, 55, 64; 25/23, 70-71; 26/227; 28/67, 80, 84; 29/7, 9, 58; 30/15, 41, 44, 45; 31/8; 32/19; 34/4, 37; 35/7; 38/24, 28; 39/35; 40/40, 58; 41/8, 33, 46, 50; 42/22-23, 26; 45/15, 21; 46/16, 19; 47/2, 12; 48/29; 53/31; 58/6-7; 65/11; 84/25; 85/11; 95/6; 98/7; 103/3).

Amel kavramının sözlük anlamı, “davranış, iş, çaba, emek, çalışma ve eylem”; ıstılahi anlamı ise, “niyet ve iradeye bağlı olarak yapılan dünya ve ahirette ceza veya mükâfat konusu olan iş, davranış ve bilinçli yapılan fiil” demektir.”[14] Bu tanımlamaya göre iradeli, şuurlu ve amaçlı yapılan her şey, her fiil amel kabul edilmektedir. Fiil evrensel küme, amel fiil evrensel kümesinin bir alt kümesidir. Bu sebeple her amel fiildir fakat her fiil amel değildir. Fiilin amel olabilme şartı, ortak özelliği, ana paydası, eylemin iradeli, şuurlu ve amaçlı yapılmasıdır.  Ameller İslâm’a uygun olup olmama bakımından tâ’at, ma’siyet, mubah olarak tasnif edilmiş ve iki ana gruba ayrılmıştır: 1- Amel-i salih ve amel-i hasene (iyi amel); 2- Amel-i sû’/amel-i seyyie (kötü amel)/amel-i gayrı salih (salih olmayan amel).[15]

“Amel defteri”, “İnsanların dünyada kabul ettikleri inançlarla, yaptıkları işlerin kaydedildiği ve ahirette kendilerine takdim edileceği bildirilen deftere (veya kitaba) verilen addır”. Kur’ân’da “amel defteri” kavramı yerine “kitap, suhûf” kavramları kullanılmaktadır (17/13; 21/47; 45/28; 74/52; 78/29; 81/10; 83/7-9, 18-20; 84/7-15).[16]

Salih Amel/Amel-i Salih

Kur’ân ve sünnette amel kavramı muhtevasına göre iki ana boyutta zikredilmekte ve de sınıflandırılmaktadır: Salih amel/amel-i salih ve amel-i seyyie. Salih amelin sözlük anlamı, “yararlı iş, güzel amel”; ıstılahi anlamı ise, “İmanın gereği olarak ihlâs ve iyi niyetle yapılan, Kur’ân ve sünnete uygun olan her türlü, söz, fiil ve davranışlardır.” Kur’ân’da 72 yerde iman ile birlikte geçmektedir. İslâm âlimleri amel-i salihini, farz, vacip, sünnet, müstehab ve mendub kısımlarına ayırmışlardır.[17]

İman, ibadet, Allah ve peygamberin emir ve yasaklarına uyan her amel, salih ameldir (18/30; 9/120). Salih amel ile sevap elde edebilmek için mutlaka iman edilmiş olunması ve şirkten uzak durulması gerekmektedir (18/Kâf, 110). İman edip salih amel işleyenler yaratıkların en hayırlılarıdır (98/Beyyine, 7). Salih ameller, dünya süsünden daha hayırlıdır (18/46; 19/76).

Amel-i Seyyie

Kur’ân’da salih olmayan amel, amel-i seyyie şeklinde geçmekte olup sözlük anlamı, “kötü, zararlı amel”; ıstılahi anlamı, “Allah ve peygamberin emir ve yasaklarına uygun olmayan, sahibinin günaha girmesine sebep olan söz, fiil ve davranışlar”dır. (9/Tevbe,102; 25/Fatır 10; 40/Mü’min, 58; 4/Nisâ, 123).[18] Amel-i gayr-i salih, Allah rızasına uygun olmayan her türlü inanç, söz, fiil ve davranışlardır. Salih amelin zıddı olup Kur’ân’da bir ayette, Hz. Nuh’un oğlu ile ilgili geçmektedir (11/Hûd, 46).[19]

İnsanların Amelleri Hesap Gününde “Tartılacaktır”

Amel defterinde insanın zerre miktarınca yapıp ettiği her şey yazılı olarak mevcut olup, insanların önüne konulacaktır: “(Önlerine) kitap konulmuştur; artık suçlu-günahkârların, onda olanlardan dolayı dehşetle-korkuya kapıldıklarını görürsün. Derler ki: ‘Eyvahlar bize, bu kitaba ne oluyor ki, küçük büyük bırakmayıp her şeyi sayıp-döküyor?’ Yapıp-ettiklerini (önlerinde) hazır bulmuşlardır. Rabbin hiç kimseye zulmetmez.” (18/Kehf, 49; bk. 39/69; 45/29; 81/10-11).

Kitapta “zerre miktarınca” her şeyin yazılı olması, ortada bir ölçünün var olduğu manasına gelmektedir. Bu bağlamda insanların amellerinin ölçüsünü belirlemek için Kur’ân’da mizan kavramı kullanılmaktadır. Kavramın sözlük anlamı, “terazi, ölçü ve tartı aleti” iken ıstılahi anlamı, “mahşerde herkesin amellerini tartmaya mahsus bir adalet ölçüsüdür.”[20] Ahiret hayatında insanların amellerini olumlu ve olumsuzluk bağlamında tartmak, çok özel bir durumdur. Mahiyetini bilemediğimiz, bilemeyeceğimiz çok özel bir terazidir. Muhtemelen donanımsal bir teraziden ziyade yazılımsal bir terazi söz konusu olabilir. Bugün devlette ve özel sektörde çalışanların performanslarını ölçmek için geliştirilmiş yazılımlar vardır. Üniversitelerde akademik unvanları elde edebilmek için geliştirilmiş puanlama ve hesaplama sistemini göz önüne alırsak, insanın tüm amellerini göz önüne alarak, onları değerlendiren, yorumlayan, konumlandıran, puanlayan yapay zekâ temelli yazılımsal bir terazinin var olduğu düşünülebilir.

Allah Kur’ân’da yüce mahkemede yargılamanın en adil bir şekilde olabilmesi için insanın bu dünyada yaptıklarının hepsi dikkate alınarak adalet terazilerinde tartılacağını ve elde edilen sonuçların insanın amel defterine/kitabına kaydedileceğini bize bildirmektedir: “O gün insanlar, amelleri kendilerine gösterilsin diye, bölük bölük fırlayıp-çıkarlar. Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse, onu görür; kim de zerre ağırlığınca bir şer (kötülük) işlerse, o da onu görür.” (99/Zilzâl, 6-8). “Biz ise, kıyamet gününe ait duyarlı teraziler koyarız da artık, hiçbir nefis hiçbir şeyle haksızlığa uğramaz. Bir hardal tanesi bile olsa ona (teraziye) getiririz. Hesap görücüler olarak biz yeteriz.” (21/Enbiyâ, 47). “Andolsun, (yapıp-etmelerini) onlara bir ilimle mutlaka haber vereceğiz. Ve biz gaibler (onlardan uzakta olan habersizler) de değildik. O gün tartı haktır. Kimin tartıları/mizanları ağır basarsa, işte kurtulanlar onlardır. Kimin de tartıları hafif kalırsa, bunlar da ayetlerimize zulmede geldiklerinden dolayı nefislerini hüsrana uğratanlardır.” (7 A’râf/7-9; bk. 17/13-14; 23/102-103; 45/29, 33; 101/6-9).

İnsanların yapıp ettiği olumlu ve olumsuz her şey terazide tartılacak ve insanların amel defterlerine kaydedilecektir. Bu bağlamda insanların özellikle iman edenlerin şu noktalara dikkat etmesinde çok büyük yarar vardır:

  • Allah ancak Allah’tan korkanların amelini kabul edecek (5/27) ve boşa çıkarmayacak/zayi etmeyecektir (2/143).
  • Amelsiz iman fayda vermez (6/158-159; 2/214).
  • Muhsin olarak yüzünü Allah’a döndürenlerin amellerinin ecri Allah katında değerlendirilecektir (2/112).
  • Allah’a kavuşmak isteyenler, salih ameller yapmalıdır (18/110).
  • Her insanın boynuna kendi amel defteri asılacaktır (17/13).
  • İlmiyle amel etmeyenler, kitap yüklü merkep gibidirler (62/5.)
  • Yapmayacağı şeyi söylemek müminlerin dayanışmasını bozduğu için Allah katında bir gazap konusudur (26/225; 61/1-4).
  • Salih amel yapanlarla kötülük yapanlar bir değillerdir (40/58; 45/21).
  • Allah, salih amellerde bulunanların (iyi işler yapanların) ecrini zayi etmeyecektir (18/30, 31).
  • İnsanlar hesap gününde kötü amellerinden kaçmak isteyeceklerdir (3/30; 18/49; 69/25-27; 75/10-11).

Yüce Mahkemede Şahitlerin Şahitliği ve İddianame Dikkate Alınarak Allah Kararını Verecektir

Yüce mahkemede yargılama sürecinde dikkat çekici bir husus da Kur’ân’ın sapan ve saptıran ilişkisine dikkat çekmesidir. Bu uyarının ana amacı, bu dünyada insanları saptırmak için uğraşanların Allah’ın huzurunda, saptırmaya çalıştığı insanlarla ilgili itirafta bulunacakları olgusunu göz önüne alarak kendilerine gelmeleri, saptırmak için uğraşanları iyi tanıyıp onlara karşı açık, kesin bir tavır koymaları içindir: “Onun yakın dostu (saptırıcı) dedi ki: ‘Rabbimiz, ben onu kışkırtıp-azdırdım. Ancak kendisi (haktan) uzak bir sapıklık içindeydi.’” “(Allah buyurur:) ‘Benim huzurumda çekişip-durmayın. Ben size daha önce ‘kesin bir uyarı’ göndermiştim.’” “Huzurumda söz değişikliğe uğratılmaz ve ben kullara zulmedici değilim.” (50/Kâf, 27-29).

Fıtrat yasalarına göre salih amel sahipleri ile kötü amel sahipleri hak ettikleri ödül ve cezaya, yargılamanın sonucunda kavuşacaklardır: “Kör olanla (basiretle) gören bir olmaz; iman edip salih amellerde bulunanlarla kötülük yapan da. Ne kadar az öğüt alıp-düşünüyorsunuz.” (40/Mü’min, 58). “Yoksa kötülüklere batıp-yara alanlar, kendilerini iman edip salih amellerde bulunanlar gibi kılacağımızı mı sandılar? Hayatları ve ölümleri de bir mi (olacak)? Ne kötü hüküm veriyorlar.” (45/Câsiye, 21).

Hesap gününde çok dikkat çekici bir durum, bazı kişilerin ve bazı amellerin boşa çıkması, kabul görmemesidir. Bu durumları ana hatları ile aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:

  • Ameller çeşitli mertebelere sahip olup her amelin farklı dereceleri vardır (6/132; 46/19; 92/4).
  • Allah’a şirk koşanların amelleri (2/266; 6/88; 9/20-21, 69; 18/103-106; 22/31-31; 39/64-65).
  • Ayetleri ve ahiret hayatını inkâr edenlerin amelleri (3/21-22; 5/5, 53; 47/1, 32-34; 7/147; 18/105; 24/39-40; 14/18; 2/217).
  • Allah’ın indirdiklerinden hoşlanmayanların, kendi hevasına uyanların, Allah’ın indirdiği hükümleri kabul etmeyenlerin, çağdışı görenlerin, tarihsel olduğunu iddia edenlerin, Allah’ı gazaplandıranların amelleri (47/9-11, 26-28).
  • Allah’a ve peygambere karşı gelip itaat etmeyenlerin, peygamberleri öldüren ve öldürmek isteyenlerin amelleri (4/115; 49/2; 47/33; 3/21-22; 5/5; 47/32-33).
  • Sadece dünyalık isteyenlerin amelleri (11/15-17; 10/7-8).
  • Münafıkların amelleri (33/19; 47/28).
  • Son anda yapılan tevbe faydasızdır (4/17-18; 63/10-11; 47/34; 23/99-116; 32/10-14).
  • “Cehalet sebebiyle kötülük yapanların”, “sonra hemencecik tevbe edenlerin tevbesini” Allah kabul eder.” (4/17-18).

Toplumların ödül ve ceza sisteminde, fertlerde olduğu gibi iki ana durum vardır: “İman edip salih amellerde bulunanlar”, “Allah’ı ve ahiret hayatını inkâr edenler.”  “İman edip salih amellerde bulunanlar” yüce mahkemede ödüllendirilip “büyük kurtuluş ve mutluluğa” kavuşacaklar, cennete yerleştirileceklerdir (45/Câsiye, 30; 18/Kehf, 30-31; 50/Kâf, 31-35). Allah’ı ve ahireti inkâr edenler ise ateş ile cezalandırılacaklardır. Bu dünyada yaptıkları birçok değerlendirme ve söyledikleri birçok söz kendilerine hatırlatılarak verilen cezanın sebebi kendilerine açıklanacak ve cehenneme yerleştirileceklerdir (45/Câsiye, 31-35; 50/Kâf, 28-30).

Allah İblis’e kıyamete kadar yaşama izni verdiğinden, İblis’in de Allah yolunda gitmek isteyenlerin ve de gidenlerin yolunda pusu kurup oturacağını bildiğinden insanlığa hep peygamberler göndererek insanları dosdoğru yola yöneltmek istemiştir. Bu sebeple geçmiş peygamberlerin ve nesillerin İblis ve onun yolunda gidenlerin verdikleri mücadelelere, Allah gönderdiği kitaplarda, Kur’ân’da atıflarda bulunarak nesilleri uyarmak istemiştir. Geçmiş nesillerin başına gelenlerden ders alınmasını ve İblisin yolundan gidenlere karşı mücadele edilmesini istemiştir ve de istemektedir (50/Kâf, 36-43).

Bu konuda Kur’ân’da helak olmuş kavimlerle ilgili değişik surelerde çok sayıda ayet mevcuttur. Ümmet şuurunun yeniden inşa edilmesi açısından ders almak üzere bu ayetlerin okunmasında çok büyük fayda vardır.

Amel Defterlerinin İnsanlara Takdim Şekline Bağlı Olarak İnsanların Sınıflandırılması

Dikkat çekici bir başka olgu da insanların amel defterlerinin, muhtevalarına bağlı olarak insanlara iki farklı şekilde takdim edileceğidir. Amel defterleri cennetliklere sağdan, cehennemliklere soldan verilecektir. Amel defterleri sağdan verilenler, ashâbu’l-yemîn; soldan veya arkadan verilenler ise ashâbu’ş-şimâl şeklinde isimlendirilmektedir (69/Hâkka, 18-29; 84/İnşikâk, 7-13). Amel defterlerinin sağdan verilmesi olumluluğun, iyi oluşun ve müjdenin göstergesi; soldan veya arkadan verilmesi ise olumsuzluğun, korku ve azabın göstergesi olmaktadır: “Siz o gün arz olunursunuz; sizden yana hiçbir gizli (şey), gizli kalmaz.” (69/Hâkka, 18). “Kitabı sağından verilen ‘Alın, kitabımı okuyun, doğrusu bir hesaplaşma ile karşılaşacağımı umuyordum.’ der. Artık o, hoşnut bir yaşam içindedir. Yüksek bir cennette. Devşirilecek meyve ve eşsiz ürünleri pek yakındır. ‘Geride kalan günlerde, ‘peşin olarak sunduklarınıza karşılık olmak üzere,’ afiyetle yiyin ve için.’” (69/Hâkka,18-24). “Fakat kitabı kendisine solundan verilen kimse: ‘Kitabım keşke bana verilmeseydi, keşke hesabımın ne olduğunu bilmeseydim, bu iş keşke son bulmuş olsaydı, malım bana fayda vermedi, gücüm de kalmadı.’ der.” (69/Hâkka, 25-29).

 İyi insanların yazısı/amelleri illiyyûn (83/18-21), sapanların (kâfirlerin) yazısı/amelleri siccîn (83/7-9) olarak Kur’ân’da isimlendirilmektedir. Yüce mahkemede iman edip salih amel yapanlarla, kötülük yapanlar/bozguncular/yoldan çıkanların akıbetleri adaletin gereği farklı olacaktır (38/28; 40/58; 45/21). İman edip salih amel işleyenler cennetle mükâfatlandırılacak (2/25, 82, 277; 3/57; 4/57, 122-124, 173; 5/9; 7/42; 10/9, 26; 11/11, 23; 13/29; 17/19; 18/30-31, 107-110; 19/60-63; 21/94; 22/23; 24/55; 28/84; 29/7, 9, 58; 31/8; 32/19; 35/7, 10; 36/12; 41/8; 42/22-23; 47/12; 59/18; 65/11; 73/20; 84/25; 85/11; 95/6; 98/7), inkâr edip kötü amel işleyenler cehennemle cezalandırılacaklardır (35/8, 10; 41/46; 45/15). Salih amel yapanlar faydasını göreceklerdir (30/44-45; 41/46; 45/15). Salih amel sahibinin derecesini yükseltir (35/10) ve onu hüsrandan kurtarır (103/1-3). Allah, salih amel işleyenlerin günahlarını affeder, ecirlerini zayi etmez (18/30; 29/7; 53/32). İman ettiğini söyleyenlerden Allah’ın davası için başlarına gelenlere sabretmeyenlerin, gerekli tedbirleri alıp mücadele etmeyenlerin/münafıkların ecirleri kabul edilmeyecektir (2/214; 29/2-3,10; 62/5).

Sonuç: Ümmetin Ana Sorunu, “Hesap Gününü” ve “Allah’ı Arkada Unutulmuş Önemsiz Bir Olgu Olarak Görmektir”

Allah İblis’e kıyamete kadar yaşama izni verdiğinden, İblis’in de Allah yolunda gitmek isteyenlerin ve de gidenlerin yolunda pusu kurup oturacağını bildiğinden insanlığa hep peygamberler göndererek onları dosdoğru yola yöneltmek istemiştir. Bu sebeple geçmiş peygamberlerin ve nesillerin İblis ve İblis’in yolunda gidenlerin verdikleri mücadelelere Allah gönderdiği kitaplarda, Kur’ân’da atıflarda bulunarak nesilleri ders alma konusunda uyarmak istemiştir (50/Kâf, 36-43).

Bu konuda, Kur’ân’da helak edilmiş kavimlerle ilgili değişik surelerde çok sayıda ayet mevcuttur. Ümmet şuurunun yeniden inşa edilmesi açısından ders almak üzere bu ayetlerin okunmasında çok büyük fayda vardır. Ümmetin yaşadığı bunalımın ana sebebi, Allah’a imanın zihinlerde oluşturduğu ağırlıkta meydana gelen kaymalar, kırılmalar, önemsizleşmelerdir. Allah inkâr edilmemektedir. Allah’a imanın günlük hayata zayıf yansıması, Allah’ın peygamberler ve kitaplar vasıtasıyla emrettiği hayat tarzının inşa edilmemesi, bunun için gereğince mücadele edilmemesi, hesap gününde kurulacak yüce mahkemenin günlük hayat içerisinde etkisinin bulunmaması, ümmetin bunalımının ana kaynağıdır.

Bu olgunun en canlı örneği, Hz. Şuayb’ın kavmi ile ilişkisinde ve mücadelesinde görülebilir (7/A’râf, 85-92; 11/Hûd, 84-95; 26/Şu’arâ,177-190; 29/Ankebût, 36-37).[21] Bu ayetlerde Hz. Şuayb’ın Medyen halkına tebliğ ettiği konular özet şekilde aşağıda verilmektedir:

  • Ben Allah’ın güvenilir bir elçisiyim.
  • Allah’tan başka ilah yoktur. Sadece Allah’a kulluk edin, ibadet edin.
  • Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.
  • Sizi ve daha önceki nesilleri yaratandan korkun.
  • Ben buna karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ecrim ancak âlemlerin Rabbi’ne aittir.
  • Ölçüyü ve tartıyı -adaleti gözeterek- tam tutun, insanların (hakları olan mallarını) eşyasını değerinden düşürüp eksiltmeyin.
  • Doğru terazi ile tartın. İnsanların hakkını azaltmayın.
  • Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın.
  • Gerçekten sizi bir ‘bolluk ve refah’ içinde görüyorum.
  • Eğer müminseniz, Allah’ın bıraktığı (helal işlerden olan kazanç) sizin için daha hayırlıdır.
  • Allah’ın yolundan alıkoymak için "Allah’a iman edenleri tehdit etmeyin ve vahyedilenlerde çarpıklık aramayın.
  • Her yolun (başını) kesip oturmayın.
  • Siz azınlık ve güçsüz iken Allah’ın sizi çoğalttığını unutmayın.
  • Bozgunculuk çıkaranların nasıl bir sona uğradıklarına bir bakın.
  • Allah iman edenlerle etmeyenler arasında hükmünü verecektir.
  • Rabbimiz, bizimle kavmimiz arasında Sen hak ile hüküm ver, Sen hüküm verenlerin en hayırlısısın.
  • Doğrusu sizi çepeçevre kuşatacak olan bir günün azabından korkuyorum.
  • Ben, sizin üzerinizde bir gözetleyici değilim.
  • Allah bizi kurtardıktan sonra, bizim tekrar sizin dininize dönmemiz Allah’a karşı yalan yere iftira düzmemiz olur.
  • Ben, size yasakladığım şeylere (kendim sahiplenmek suretiyle) size aykırı düşmek istemiyorum. Benim istediğim, gücüm oranında yalnızca ıslah etmektir.
  • Allah’a tevekkül ettim ve O’na içten yönelip dönerim.
  • Ey kavmim, bana karşı gelişiniz, sakın Nûh kavminin ya da Hûd kavminin veya Salih kavminin başlarına gelenlerin bir benzerini size de isabet ettirmesin.
  • Rabbinizden bağışlanma dileyin, tevbe edin.

Hz. Şuayb’ın bu çağrılarına “Kavminin önde gelenlerinden büyüklük taslayanların (müstekbirler) verdiği karşılıklar, özet şekilde aşağıda verilmektedir:

  • Sen, gerçekte yumuşak huylu, aklı başında reşit bir adamsın.
  • Atalarımızın taptığı şeyleri bırakmamızı ya da mallarımız konusunda dilediğimiz gibi davranmaktan vazgeçmemizi senin namazın mı emrediyor?
  • Seni ve seninle birlikte iman edenleri ya ülkemizden sürüp çıkaracağız veya mutlaka bizim dinimize geri döneceksiniz.

Hz. Şuayb ile kavminin önde gelen müstekbirleri arasında geçen bir konuşma, konumuz açısından önemli olduğu için buna ilişkin ayetleri okumakta fayda var: “‘Ey Şuayb’ dediler. ‘Senin söylediklerinin çoğunu biz ‘kavrayıp anlamıyoruz’. Doğrusu biz seni içimizde zayıf biri görüyoruz. Eğer yakın çevren olmasaydı, gerçekten seni taşa tutar öldürürdük. Sen bize karşı güçlü ve üstün değilsin.’” (11/Hûd, 91). “(Şuayb) dedi ki: ‘Ey kavmim, sizce benim yakın çevrem, Allah’tan daha mı üstündür ki, O’nu arkanızda-unutuluvermiş (önemsiz) bir şey edindiniz. Şüphesiz benim Rabbim yapmakta olduklarınızı sarıp kuşatandır.’” (11/Hûd, 92).  “Ey kavmim, bütün yapabileceğinizi yapın; şüphesiz, ben de yapacağım. Kime aşağılatıcı azap gelecek ve yalancı kimdir, yakında bileceksiniz. Siz gözetleyip durun, ben de sizinle birlikte gözetleyeceğim.” (11/Hûd, 93). “Emrimiz geldiği zaman, tarafımızdan bir rahmetle Şuayb’ı ve onunla birlikte iman edenleri kurtardık; zulmedenleri dayanılmaz bir ses sarıverdi de kendi yurtlarında dizüstü çökmüş olarak sabahladılar.” (11/Hûd, 94). “Sanki orada hiç refah içinde yaşamamışlar gibi…” (11/Hûd, 95).

Ayetlerden anlaşıldığı kadarı ile Hz. Şuayb kavminin müstekbirleri, ekonomik olarak her türlü hile ve hurdaya cevaz vermekte; ölçüyü, tartıyı ve mizanı bozma noktasında hiçbir ölçü, kural tanımamaktadırlar. Müstekbirler topluluğu, Hz. Şuayb’ın bu duruma karşı çıkması ile kıldığı namaz arasında bir bağlantı olduğu kanaatindeler ve bunu Hz. Şuayb’a soruyorlar.  Kılınan namazın özü, insanı Allah’a yaklaştıran ve sürekli nefis muhasebesi yapmasını sağlayan bir unsurdur, unsur olmalıdır. Ümmet için buradan çıkarılabilecek ders, bugün namaz, bu derinlikli bir şuur içerisinde mi yoksa gelenekselleşmiş bir olgu içerisinde mi kılınmaktadır? Hz. Şuayb’ın içselleştirdiği bir şuur içerisinde namazlar eda edilmiyorsa, söylenen ile yapılanlar arasında bir tezat var demektir. Çünkü Hz. Şuayb’ın kavminin tekliflerine karşı, “Ben, size yasakladığım şeylere (kendim sahiplenmek suretiyle) size aykırı düşmek istemiyorum.” şeklinde verdiği cevap, bu olgunun bir göstergesi olarak değerlendirilmelidir. Bu durum Mâ’ûn Suresi’nde çok açık bir şekilde ifade edilmektedir. Surede, namaz kılma ile icra edilen işler arasında/yaşam tarzı arasında var olan bir tezat, çok ciddi bir tehlike olarak ortaya konarak iman edenler uyarılmaktadır: “Dini yalanlayanı gördün mü?  İşte o, öksüzü iter, kakar. Yoksulu doyurmaya teşvik etmez. İşte (şu) namaz kılanların vay hâline, ki onlar, namazlarında yanılgıdadırlar. Onlar gösteriş yapmaktadırlar ve ‘ufacık bir yardımı (veya zekâtı) da’ engellemektedirler.” (107/Mâ’ûn, 1-7)

Hz. Şuayb’ın kavminin önde gelen mütekebbirlerinin tutum ve davranışları ile ilgili dikkat çektiği bir başka tehlike, “Allah’ın yolundan alıkoymak için vahyedilenlerde çarpıklık/tezat/tutarsızlık aramaktır.” Bugün İslâm dünyasında benzer çalışmalar yapılmaktadır. Hadisler üzerinden tekrarlanan tartışmaların son yıllarda Kur’ân-ı Kerim’in bizzat kendisine yöneltilmesi, Kur’ân-ı Kerim’in “tarihselcilik düzlemine” oturtularak devre dışı bırakılmaya çalışılması, bunun en canlı göstergeleridir.

Bütün bu yanlış yaklaşımların sebebi, Hz. Şuayb’ın kavminin önde gelen müstekbirlerine karşı “Ey kavmim, sizce benim yakın-çevrem, Allah’tan daha mı üstündür ki, O’nu arkanızda-unutuluvermiş (önemsiz) bir şey edindiniz…” (11/Hûd, 92) şeklinde verdiği cevapta bildirilmektedir. “Allah’ın ve hesap gününün”, etkisi olmayan bir olgu diye düşünülmesi, bugün İslâm dünyasının en ciddi sorunlarından biridir. Günlük hayatta etkili olmayan ya da etkisi çok az olan bir Allah ve ahiret anlayışı, İslâm dünyasında gittikçe yaygınlaşmakta, sekülarizme, laisizme, deizme, ateizme ve agnostikliğe yönelimler artmaktadır.

Bugün ümmet şuurunun yeniden inşa edilebilmesi için “Rabbimiz Allah’tır” diyenlerin Kur’ân ve sünnetin tanımladığı sırât-ı müstakîm üzere olmaları, olmazsa olmazdır (41/Fussilet, 30).[22] Allah’ın huzuruna mümin olarak gidebilmek ve hayatını mümin olarak bitirebilmek için Allah’tan nasıl korkup-sakınmak gerekiyorsa öylece korkup-sakınmak gerekmektedir (2/132; 3/102). Namazımız, ibadetlerimiz, dirimimiz ve ölümümüz âlemlerin Rabbi Allah’a ait olmalıdır (6/162). Mümin olarak ölümümüzde de hayatımızda da nasihatkâr olmalıyız (36/ Yâsîn, 20-27).

Bugün ümmet şuurunun yeniden inşasının önündeki en büyük engel, Müslümanların dünyevileşmesi, sekülerleşmesi ve laikleşmesidir. Hz. Peygamber asırlar önce Müslümanlar için bunu en ciddi tehlike görmüş ve ümmetini hususen uyarmıştır: “Öyleyse sevinin ve sizi sevindiren şeyi ümit edin. Allah’a yemin olsun, sizler için fakirlikten korkmuyorum. Ben size dünyanın genişlemesinden korkuyorum. Sizden öncekilere dünya genişlemişti de hemen dünya için birbirleriyle boğuşmaya başladılar ve helak oldular. Genişleyen dünyanın onlar gibi sizi de helak etmesinden korkuyorum.”[23]   

“Ölümü görüp bildiği hâlde gamsız kedersiz yaşayana şaşarım. Cehenneme kesinlikle inandığı hâlde gülene şaşarım. İçinde yaşayanlarla birlikte dünyanın devamlı değiştiğini görüp de ondan tatmin bulana şaşarım. Kadere inanıp da (haram-helal ayırımı yapmadan hırsla mal peşinde) yorulana şaşarım. Ahiret hesabına inanıp da o maksatla çalışmayana şaşarım.”[24]

“Size, insanların en hayırlısı ve en şerlisini haber vermeyeyim mi! İnsanların en hayırlısı o kimsedir ki, kendi veya başkasının atı sırtında ya da yaya olarak, ölünceye kadar Allah yolunda çalışır. İnsanların en şerlisine gelince o da Allah’ın kitabını okuyup (emir ve yasaklarına) riayet etmeyen kimsedir.”[25]

 

 

[1]  Buhâri, Da’avât 38, 40, 42, Cihâd 25; Müslim, Zikr 52, (2706); Tirmizî, Da’avât 71, (3480, 3481); Ebû Dâvud, Salât 367, (1540, 1541); Hurûf 1, (3972); Nesâî, İsti’âze 6, (8, 257, 258).

[2] John R. Taylor & Chris Zafaritos, Modern Fizik, Güven Yayınları, İstanbul, 1996, s. 297-298.

[3] İmam Gazzali, Ölüm ve Ötesi, Sağlam Yayınevi, İstanbul, 2021, s. 5.

[4] Fikret Karaman, vd. Dinî Kavramlar Sözlüğü, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2006, s. 23.

[5] Tirmizî, Tefsir, İhlâs, (3361, 3362).

[6] Fikret Karaman, vd. age., s. 151.

[7] Fikret Karaman, vd. age., s. 151.

        [8] Fikret Karaman, vd. age., s. 151-162. Recep Aykan, Kur’ân Fihristi, Pınar Yayınları, İstanbul, 2008, s. 176-212. Mustafa İslamoğlu, Kur’ân’a Göre Esmâ-i Hüsnâ, Düşün Yayıncılık, İstanbul, 2014, cilt: 1-3, s. 82-87.

[9] Buharî, De’avât, 68, VII, 169; Müslim, Zikr, 6, III, 2062 Akt. Fikret Karaman, vd. age., s. 151.

        [10] Fikret Karaman, vd. age., s. 150.

[11] Buhârî, Rikâk 3; Tirmizî, Kıyamet 23, (2456); İbnu Mace, Zühd 27, (4231).

[12] Buhârî, Tefsir, Lokman 2, En’âm 1, İstiskâ 29; Tirmizî, Tefsir, Necm (3274); Buharî, Tefsir, Mâide 7, Bed’ül-Halk 6, Tevhid 4; Müslim, İman 287, (177).

[13] Fikret Karaman, vd. age., s. 25.

[14] Fikret Karaman, vd. age., s. 24.

[15] Fikret Karaman, vd. age., s. 24.

[16] Fikret Karaman, vd. age., s. 24-25.

[17] Fikret Karaman, vd. age., s. 24-25.

[18] Fikret Karaman, vd. age., s. 26.

[19] Fikret Karaman, vd. age., s. 26.

[20] Fikret Karaman, vd. age., s. 450.

[21] Abdullah Yıldız, Hz. Şuayb: Namaz-Ticaret-Adalet, Pınar Yayınları, İstanbul, 2009.

[22] Tirmizî, Tefsir, Hâ-Mîm, Secde (Fussilet) (3247).

        [23] Buharî, Rikâk 7, Cizye 1, Meğâzî 11; Müslim, Zühd 6, (2961); Tirmizî, Kıyâmet 29, (2464).

[24] Rezîn, ed-Dürrü’l-Mensûr’da (6, 341).

[25] Nesâî, Cihad 8, (6, 11-12).

İslâm Dünyasında Ölümün ve Hesap Gününün Unutulma Eğilimi-2: HER İNSAN ÖLÜMLÜDÜR VE BU DÜNYADA YAPTIKLARININ HESABINI AHİRET HAYATINDA VERECEKTİR

  Prof. Dr. Burhanettin Can  – Umran Dergisi/Haziran 2025-370. Sayı Allah, Kur’ân’da Hz. Âdem’in cennetten çıkarılıp yeryüzüne gönderilmesin...